Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makale Şeyh Makdisi ile Ropörtaj 3

ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Şeyh Ebu Muhammed el-Makdisî'ye Dair Her Şey…

“EL-ASR” DERGİSİNİN ŞEYH MAKDİSİ RÖPORTAJI

Bu röportaj internet ortamında yayınlanan "el-Asr" dergisinin "Mir'at Gazetesi" temsilcisi tarafından gerçekleştirilmiştir.
Aynı zamanda Mir'at Gazetesinde ve internet ortamında el-Asr dergisinde yayınlanmıştı. Ancak dakikalar içinde geri çekilmiştir…

elasrhb0.gif



Yazının Tamamını Bilgisayarınıza İndirmek İçin Buraya Tıklayınız
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
“EL-ASR” DERGİSİNİN ŞEYH MAKDİSİ RÖPORTAJI

s.1- Selefi cihad akımının hüvviyeti nedir?

Bismillahirrahmanirrahim

Öncelikle vurgulamak istiyorum ki bu ismi kendimize biz vermedik. Cihad, amel ve itikad alanında Selefi Salihin’in yolunu izlememizden dolayı bu isim bize başkaları tarafından verilmiştir. Çünkü selefi cihad; tevhide daveti ve aynı anda bunun için de cihad etmeyi kapsar. Ya da tağutlarla cihad ederek tevhidi ikame etmek için çalışır diyebiliriz. İşte selefi cihadın kimliği ve onu diğer cihad hareketlerinden ayıran en belirgin özelliği budur.

Bazı selefi hareketler tevhid davetini muska, nazarlık ve buna benzer şeylerin şirk oluşu ile sınırlandırıp uzaktan yakından yöneticilerin, kanun koyanların ve parlamentoların şirkine değinmemektedirler. Aksine yöneticileri gözü kapalı takip ediyor ve tahtlarını sağlamlaştırmak için çalışıyorlar. Bazı cihad hareketleri ise cihadı vatani konularla sınırlayıp ülkenin sınırlarını aşan bir cihada kesinlikle karşı çıkıyorlar.

Selefi cihad akımı her ikisine de karşı çıkmaktadır. Tüm zaman ve tüm mekanlarda; insanların bulunduğu her yerde tevhide çağırıp davetine başlar ve davetin bulunduğu her yerde de kaçınılmaz bir şekilde cihada başlar. Bu yüzden de bu akımın, cihadı gerek kavmî, gerekse ülke sınırları açısından olsun yeryüzünün belirli herhangi bir parçasıyla sınırlamadığını görürsünüz. Bu akıma mensup olanlar arasında her ne kadar bulundukları konuma göre şer’i siyasete, davet ve cihadın maslahatına dayanarak öncelik verdikleri konularda bazı farklılıklar görülebilir. Ancak bu akımın mensupları bu farklılıklara rağmen dünyanın her köşesinde cihad ederler. Ancak şer’i siyaset üzerine kurulu çalışmalarla, milli siyaset vb. cahili ölçüler üzerine kurulu çalışmalar arasında fark vardır.

s.2- Ürdün’deki selefi cihadın gidişatına dair hızlı ve kısa bir yorumda bulunabilir misiniz?

Bu akım Ürdün’de oldukça yeni sayılır. Her ne kadar bu akıma mensup kişiler daha önce de ülkede bulunuyor olsalar da bugünkü anlamı ile sivrilmesi doksanlı yıllarda, Afganistan’a giden gençlerin dönüşüyle başlamıştır. Afganistan dünyanın dört bir yanındaki selefi akımların toplandığı bir yerdir. Yine ikinci Haliç Savaşının ardından ülkeye dönen selefi cihad hareketi mensupları sayesinde ve cihad ve şehadet sevgisi ile saf selefi akideye, kapsamlı bir davete sahip olan bu akım gençler arasında yayılmaya başladı. Ancak akım, gerek bazı mensuplarının ülkeden hicret etmesi gerekse de çoğunluğu gençlerden olan bu kişilerin tutuklanması nedeniyle ilmi yetkinliğini kaybetmiştir. Gençler davetteki kısa geçmişleri ve tecrübesizlikleri nedeniyle silaha sarılmış, bazı eylem planları yapmış ya da bazılarını gerçekleştirmeye girişmişlerdir. Bu eylemler öncesinde yeterli şuura sahip olmadıkları, sonucunda ortaya çıkabilecek maslahat ve mefsedeti hesap etmedikleri ve yanlış tercihlerde bulundukları için çoğu hapishanelere düşmüştür. Ancak Allah’ın fazlı ve keremi ile bu tutuklanmalar davet için bir son değil verimli bir başlangıç olmuştur. Sonucunda davet daha fazla yayılmış, ülkenin diğer köşelerinde ve hatta tüm dünyada duyulmuştur. Davetin bu noktaya gelmesi mensubu olan gençlerin giydiği bu ateşten gömleği sabır ve sebatla taşıyıp diğerlerine üstün birer örnek olmalarıyla gerçekleşmiştir. Medyanın gerek mahkeme salonlarında, gerek hapishanelerde vs. onları karalamak, aşırı, tekfirci diye nitelemelerini desteklemek maksatlı yaptığı yayınları doğru bir şekilde kullanmış ve onları kendi kazdıkları kuyuya düşürmüşlerdir.

"Ona böyle bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz onları en çok zarar edenler durumuna düşürdük." (21, Enbiya/70)

Çünkü Allah (Subhanehu ve Tealâ) bu daveti kutsamıştır. Bu sayede davet gençleri cezp etmiş, hapishanede yazılmış olan kitaplar gençler arasında revaç bulmuş, basılmış ve yayılmıştır.

Hapishanelerde bulunan bu nesil doksanlı yılların sonunda Allah’ın izni ile serbest kaldıkları sonra –hapisten çıkan pek çok kişinin yaptığı gibi- kabuklarını çekilmemişler, geçim derdine düşmemişlerdir. Bilakis bu akımın yaşaması, cihadı, ölümü… Evet bunların hepsi tevhid ve onun ikamesi içindi. Bu gençleri gerek hapishane öncesinde, gerekse de hapishane sırasında ve sonrasında davete sevkeden işte bu bilinçti. Nihayetinde Allah’ın fazlı ile hapishaneden çıkan bu kişilerin çalışmaları çok güzel meyveler verdi. Ve biz de bu meyvelere bakıyor, onları suluyor ve Allah’tan daha da geliştirip bereketlendirmesini diliyoruz.


s.3- Siyasi bir partinin kurulmasını neden düşünmüyorsunuz?

Eğer burada partiden kasıt, kanunen kabul görmüş resmi bir parti ise biz bunu reddederiz. Çünkü böyle bir düşünce, anayasasını beşerî kanunlardan değil semavi kanunlardan oluşturan davetin alfabesine uygun değildir. Aynı şekilde bir partinin; yöneticilere, anayasaya, devlete ve onun kanunlarına bağlı kalacağını taahhüt etmesine asla ruhsat yoktur. Çünkü bu tevhid davetinin alfabesine ve İslam’a tezat teşkil eder. Nitekim tevhid davetinin usulü bu kanunları inkar etmeyi, onlarla hükmeden herkesten beri olmayı gerektirir. Eğer bizden bu tür bir izin istenirse ya da böyle bir izin bize nisbet edilirse kesinlikle kabul etmeyiz. Böyle bir talebe onay verebileceğimiz nasıl düşünülebilir? Ki bizim davetimiz sürekli bu kanunlardan beri olduğunu açıklayıp, onları ve onlarla hükmedenleri inkar etmektedir. Nitekim sistem de bu davaya karşı kapsamlı bir savaş içindedir. Bu dava ehli nasıl sistemin koruyucularını, yöneticileri tanımıyor, onlardan hoşnut olmuyorsa onlarda bu davanın ehlinden hoşnut değildirler. Dolayısıyla bizim nazarımızda şer’en reddedilmiş olan resmi bir siyasi partiye ruhsat vermemiz mümkün değildir. Bu, akla ve gerçeklere uygun değildir.

Ancak soruda kastedilen bir parti ya da örgüt çerçevesince çalışmak ise bunu inkâr etmiyoruz. Yine de diğer Müslümanları dışarıda bırakarak sadece kendi tabileri arasında vela ve bera sözleşmesi yapan örgütleri tasvip etmiyoruz. Düzenli bir cemaat şeklinde faaliyet göstermeyi ancak Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in hayatını bilmeyenler inkar edebilir. Ancak davetimizin içinden geçtiği şu dönem ve selefi cihadın içinde bulunduğu şu durum ülkemizde davetçileri ve mücahitleri mezun eden bu okulun tabilerinin, (tağutun hilelerine ve entrikalarına kolayca yakalanabileceği ihtimalinden dolayı) belli bir çatı altında toplamasına imkân vermiyor.


s.4- Selefi cihadın bu gün içinde bulunduğu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Selefi cihad bence bu gün açık bir ilerleme içindedir. Bütün dünyada kendisine karşı güç birliği yapılmasına, çeşitli entrikalar düzenlenmesine ve ardı ardına bu davet ehlinin eziyetlere maruz kalmasına rağmen güzel bir geleceği müjdelemektedir. Çünkü başına gelecek belaların ve imtihanların gölgesinde gücü ve tecrübesinin artması, ateşinin daha bir alevlenmesi bu yolun tabiatıdır. Eğer bu akım tüm bunları gerçekleştirirse sünnetullah gereği bu ümmeti şerefli ve onurlu günlerine taşıyacak olan safların en önünde yer alacaktır.

s.5- Çeçenistan, Afganistan ve diğer ülkelerde açılan cepheler bu akımın gençlerini cezp etmiş ve onlarcası oralara gitmiştir. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Çünkü sizin buna karşı olduğunuz söyleniyor.

Afganistan, Çeçenistan, Bosna ve diğer yerlerde açılan cepheler davete ve cihada büyük katkılar sağlamıştır. Ben her ne kadar kendi cephemizi boşlayıp başka yerlere gitmeye zaman zaman karşı olsam da bu yolculukların gerek davete, cihada, askeri tecrübeye ve gerekse de davetimizin dünyanın o bölgelerine ulaşmasında ve orada yaşayan halkı etkilemede katkıları göz ardı edilemez. Şüphesiz cihadın sağlayacağı en büyük bereketlerden biri budur. Ancak ben, özellikle etkin davetçileri ve ilim öğrencilerini kendi ülkelerinde kalıp cephelerini güçsüz bırakmamaya davet ediyordum. Ne var ki gençler başlangıçta cihadı sadece silahla savaşmak olarak algılıyorlar ve kendilerine bu yönde bir istek hakim oluyor. Sabrın, davetin zorluklarına katlanmanın, davet uğrunda hapse atılmanın, işkence görmenin Allah yolunda yapabilecekleri en büyük cihad olduğunu, silahla yapılan savaştan daha önemsiz olmadığını hatta silahlı cihadın bunun bir merhalesi olduğunu anlamaları için zamana ihtiyaç duyuyorlar. Ben, Müslümanlara yardım etmek ya da silah kullanmakta tecrübe kazanmak için bu cephelere gidilmesine karşı değilim. Nitekim ben de benzer sebeplerden dolayı oralara gittim. Benim karşı çıktığım nokta gençlerin tağutun tasallutundan kurtulmak için dönmemek üzere kendi yurtlarını terk edip oralara hicret etmeleri ve kendi cephelerini güçsüz bırakmalarıdır. Benim bu itirazımın haklılığı bazı durumlarda kendini göstermiştir. Çünkü oralarda yapılan cihad bizim nazarımızda pek de net değildir. Nitekim bazı yerlerde şehitlerin kanlarından hasıl olan meyveleri mürtedlerin, sapkınların ve laiklerin topladığına, kardeşlerimizin yürüttüğü cihad üzerinde yükseldiklerine üzülerek şahit olduk.


s.6- Selefi cihada mensup gençlerden bazıları şartlar geçekleşmeden tekfir metodunu benimsiyorlar ve insanlara karşı çok kaba bir tutum sergiliyorlar…

Her topluluğun tecrübe kazandıkça yok olacak olan negatif yönleri ve hataları olur. Davette yeni olan bazı gençler belki davete karşı duydukları hamaset ve daveti koruma duygusuyla zaman zaman ileri geri konuşmalar ya da insanlara kaba gelen tavırla içine girebiliyorlar. Ama bu tür davranışları davete yüklemek doğru değildir. Çünkü bunlar tecrübe ve bilgi kazandıkça kaybolacak olan tavırlardır. Ki eğitim; davetimizin en çok hassasiyet gösterdiği konulardandır. Yine de gençlerimizin yaptıkları davetimizin düşmanlarının yaptığı yanlışlarla kıyaslanınca hiçbir şey değildir.

Bu akımın düşmanları -ki kendileri aslında İslam’ın en küçük ilkesini bile anlamış değillerdir- taraftarlarımız Rasullulah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in gösterdiği yönde hareket etmelerine rağmen onları aşırılıkla ve kabalıkla suçlamaktadırlar. Tekfirde aşırıya gittiklerini iddia etmektedirler. İslam dinin aslı olan pek çok konuda onlara saldırıyorlar. Tabii ki bu kendi dinleri konusundaki cehaletlerinden ileri gelmektedir. Allah’ın indirdiğinden başkası ile hükmeden, Allah’la beraber kanun koyan yöneticileri ve dostlarını tekfir etmeyi aşırılık olarak görüyorlar. Ya da bunu Allah’a, Rasulüne ve dine sövmek, onlar hakkında Haricilerin yaptığı gibi kaba konuşmak olarak yorumluyorlar. Yine namazı terk edeni tekfir etmeyi de aşırılık sayıyorlar. Tüm bunlar üzerinde durmaya bile değmeyecek ve davet ehlini karalamak için kullanılamayacak şeylerdir.

Tekfirde hata yapmaya gelince... Hüküm vermekte acele eden bazı gençlerin yaptıkları bu hatalar bizzat davetimizin bir hatası olarak telakki edilmemelidir. Çünkü bunların çoğunluğu iftira ve yalandır. Mesela düşmanlarımızın bizzat benim yazılarıma karşı yaptığına bir örnek vereyim. Ki ben Şeyh İbni Baaz, İbni Useymin ve Elbani gibi günümüz selefi şeyhlerinden gerek direk derslerine, konferanslarına katılarak gerekse de kasetlerini dinleyerek ve kitaplarını okuyarak ders almış, onlara öğrencilik yapmış biriyim. Ancak biz, selefiliğin kaleminde taklit olmadığını öğrendik. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haricinde herkesin sözü alınabilir de reddedilebilir de. Bu yüzden ben her ne kadar söz konusu şeyhlerin fıkıh konularında üstünlüklerini inkar etmesem de onların yanlış yaptıklarını ve gençleri de yanlışa sürüklediklerini düşündüğüm zamanlarda kimsenin kınamasından çekinmeden hatalarını söylemekte sakınca görmem. Bunların başında hükümetlere karşı ve Suudi Arabistan hükümetine karşı sergiledikleri tutum gelmektedir. Kendileri hükümete biat etmişler, şer’i işlerine hükümeti vekil tayin etmişlerdir. Gençleri de kendi biatlarına katılmaya, yöneticilere saldırmamaya davet etmişlerdir. Hatta saldıranları aşırı ve Harici saymışlardır. Bunlardan biri Şeyh Elbani’dir ki kendisinin Cehmiyye ve Mürcie mezhebine uygun olarak iman küfür anlayışının yayılmasında gerek kitapları ve gerekse de kasetleri ile büyük katkısı olmuştur. Kendisini bu konuda pek çok kişi ve aklını çeldiği pek çok genç taklit etmiştir. Davetimizin düşmanları söz konusu şeyhlerle içine düştüğümüz ihtilafı bu hassas noktada değerlendirmeyip onları sadece şahıslarından ve isimlerinden dolayı tekfir ettiğimizi iddia etmektedirler. Bu düpedüz bir yalandır. Defalarca bunu inkar etmemize rağmen bazı kötü niyetli kişiler hala aynı şeyi tekrar etmektedirler. Bunu yapmakla neyi hedeflediklerini anlamış değilim. Acaba açıkça avukatlığını yapmaktan utandıkları tağutları memnun etmeyi mi hedefliyorlar? Çünkü öne çıkıp söz konusu şeyhleri savunuyorlar ve biz bir gün dahi onları tekfir etmemişken tekfir etmekle suçluyorlar. Biz ancak tağutları ve yandaşlarını tekfir ediyoruz. Evet Allah’ın dinini ve dostlarını hedef gösterdikleri bazı durumlarda kendilerini yerden yere vurduğumuz doğrudur. Belki inkar etmekle emrolundukları tağuta biat etmek gibi amellerinin küfre götürebileceğini açıkladık. Ancak bir amelin küfür olduğuna hükmetmek onu işleyen herkesin tekfir edilmesi anlamına gelmez. Aynı şeklide umumi tekfir muayyen bir tekfiri gerektirmez. Buna karar vermeden önce şer’i ilim eğitimine yeni başlayanların bile bildiği bazı şartlar ve maniler göz önüne alınır.

Tekrar ifade etmek istiyorum ki biz bu akıma mensup olan gençlerin verdiği yanlış fetvalardan dolayı sevinmiyoruz. Sürekli onları düzeltmek için çalışıyoruz. Gençleri buna karşı uyarıyor, tekfirde kesinlikle acele etmemelerini söylüyoruz. Bunun en iyi delili tekfirde aşırıya gitmeye karşı gençleri uyardığımız “Risaletu-s Selasiniyye” adlı kitabımızdır. Bu risalemiz ve diğer yazılarımız “Cihat Ve Tevhit Minberi” adlı sitede yayınlanmaktadır.


s.7- Selefi Cihat akımının neye ihtiyacı vardır?

Bu ülkede Selefi Cihat akımına mensup olan gençlerimizdeki en büyük eksiklik, bu merhalede sahip olmaları gereken şuurun bulunmayışıdır. Böyle bir şuuru oluşturmak gerekir ki bütün dünyada davetimize karşı düzenlenen tuzakların farkına varıp bunlara karşı kendilerini hazırlayabilsinler. Ve olayları değerlendirirken yüzeysellikten kaçınıp gelişi güzel eyleme geçmekte acele etmesinler.

Aynı şekilde hatalardan ve tecrübelerden ders almak gerekir ki aynı hatalar tekrar edilmesin.

s.8- 11 Eylül hadisesi ya da Menhatın Gazvesi olarak adlandırılan eylemi desteklediniz mi?
Evet. Amerika’nın ümmetlerine ve kardeşlerine karşı işlediği suçları bilen bütün Müslümanlar gibi bu olayı destekledim ve bundan dolayı sevindim. Kitap ve sünnetten bunu destekleyen delilleri kaleme aldım. Yazımı “Afganistan’daki Kardeşlerimize Yardım Etmenin Vacipliği Ve Haçlılara Yardım Edenlerin Küfrü” başlıkları altında sitemizde yer almaktadır.

s.9-Üsame Bin Ladin ve Zevahiri hakkındaki görüşünüz nedir?

Şeyh Üsame b. Ladin çağımızın mücahit imamlarındandır. Bunu ancak bu adamın Allah’ın dinine yaptığı yardımdan dolayı öfke duyan kafirler, dinini ve cihadın hakikatini bilmeyen korkak cahiller, tağutlardan çıkarı olanlar veya Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın dininin sancağını yüceltmesinden dolayı Şeyh’e bahşettiği şerefi kıskananlar reddedebilir. Afganistan’daki el-Kaide kamplarında eğitime gitmeme rağmen maalesef kendisi ile hiç görüşemedim. Yine kuruluşunun ilk yıllarında Peşaver’deki enstitüsünde de ders aldım.

Şeyh Eymen Zevahiri’ye gelince. Kendisi benim çok değerli arkadaşım ve kardeşimdir. Peşaver’de onu yakından tanıdım. Kendisi günümüzdeki selefi cihat akımının liderlerindendir. Şüphesiz el-Kaide’nin kuruluşundan itibaren Şeyh Üsame’nin yanında yer almasıyla, yazıları ve cihadı ile bu akıma büyük katkıları olmuştur.

Allah (Subhanehu ve Tealâ) dine yardım etmek için cihat sancağını yükselten bu iki adamın şanını yüceltmiştir. Allah Nebisine şöyle buyurur:

"Ve senin şanını yükseltmedik mi?" (94, İnşirah/4)

Şüphesiz bu dine yardım eden herkes yardım ettiği ölçüde bu ayetten nasbini alacaktır.


s.10- Taliban yönetim sistemini nasıl görüyorsunuz? O örnek alınacak bir sistem midir yoksa üzerinde mülahaza edilmesi mi gerekir?

Başlangıçta Taliban ile ilgili mülahazalarımız vardı. Ancak bu noktada bize gelen bilgi oldukça kısıtlı idi. Özellikle Afganistan’da oldukça yaygın olan kabir ziyareti şirkine karşı ve uyuşturucu ticaretine karşı verdiği mücadele konusunda onu destekleyenlerle karşı çıkanların ilettikleri haberler birbiri ile çelişmekteydi. Bizim izlenimlerimizin büyük kısmı şeriat dışı yönetimler uygulayan sistemlerle – gerek Arap olsun gerekse diğer milletlerden- olan dış ilişkilerine dairdi. Aynı şekilde Taliban rejimi bu sistemler tarafından kendisinin tanınması ve BM’de koltuk elde etmek için kendini gözümüzde riskli konuma getirdi.

Bizim dinimizden öğrendiğimiz örnek alınacak sistem olabilmesi için, diğer sistemlerden beri olmalı, BM’nin ve heyetlerinin küfrünü açıkça ilan etmeliydi. Ancak o zaman nazarımızda örnek alınacak makbul bir sistem olabilir. Çünkü söz konusu sistemler ve heyetler Allah’ın dini ile ve Müslüman halkımızla savaşmakta bize türlü entrikalar kurmaktadırlar. Aynı şekilde Amerika ve İsrail’e tabi olmakta, bu iki devletin siyasetlerini etkinleştirmek için dünya üzerindeki nüfuzunu kullanmaktadırlar. Bu yüzden başlangıçta Taliban rejimine karşı pek de hevesli değildik. Ona karşı tedbirli davranıyorduk. Ancak biz aynı zamanda Taliban rejimine saldıran, onu kınayan yahut ona karşı insanları uyaranlar arasında da değildik. Nitekim bizim söz konusu tedbirli tavırlarımız hakkında tavsiyelerde bulunan yazılarımız ve risalelerimiz de vardır. Yine tüm dünyanın karşı çıktığı bazı uygulamalarını destekler nitelikte yazılarımız vardır. Hepsi sitemizde mevcuttur.

Mülahazalarımız olmasına rağmen Taliban’ın Allah’ın razı olduğu şekilde durumlarını ve eğilimlerini düzeltmede ciddi olduklarını gördük. Günden güne kendilerini düzeltiyorlardı. Afganistan’ın geçirdiği dönemleri bilen herkes ülkenin hiçbir zaman Taliban’ın yönettiği dönemdeki kadar güven ve emniyet içinde olmadığına şahitlik eder. Şüphesiz üzerlerindeki yük ağır, imkanları ve kaynakları ise oldukça kısıtlı idi. Yönetimi devraldıkları zaman ülke yıllar süren savaş neticesinde harabeye dönmüştü. Islah için zamana ihtiyaçları vardı. Aynı zamanda bütün dünya ona karşı birlik olmuş, içte ve dışta ona karşı entrikalar çeviriyorlardı. Yönetimde bir tecrübesi yoktu. Hiçbir şey tam olarak yoluna girmemişti. Bu yüzden onu kolaylıkla eleştirmiyor ve bunu yapanlara karşı çıkıyorduk. Her ne kadar bizim için hayallerimizdeki model olmasa da günümüzde yeryüzünde bulunan örneklerin en iyisiydi. Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın şeriatını gerçekleştirmek için Taliban’ın gösterdiği gayreti gösteren başka hiçbir sistem olduğunu düşünmüyoruz. Son noktada Şeyh Usame ve onun gibi Amerika’nın kellesini istediği diğer Arap mücahitlerinin yanında yer alması, onlara destek vermesi gerçekten çok onurlu bir duruştu. Amerika’ya boyun eğen hiçbir sistem böylesi bir tavrı hayal bile edemezdi.

Bu yüzden biz er ya da geç Taliban yönetiminin Afganistan’a geri döneceği konusunda iyimseriz. İnanıyoruz ki şiddetli bir direniş karşısında hiçbir güç ülkeye hakim olamayacaktır. Bu uluslar arası küfür güçleri olsa da… İnanıyoruz ki –eğer Allah yardım ederse ki bizde Allah’tan bunu diliyoruz- ülkeye dönmeleri durumunda hayalini kurduğumuz modele en yakın yönetim modelini oluşturacaklardır. Özellikle de edindikleri tecrübeler ve onurlu duruşları sayesinde. Yine zaman içinde kendilerini tanıması için uğraştıkları heyet ve sistemlerin gerçek yüzünü göreceklerdir.

s.11-Afganistan savaşının geleceğine yönelik beklentileriniz nedir?

Şimdiki sistemin değişmesi, öncelikle ve öncelikle kökünün kazınmasıdır. Çünkü şu anki yönetim Amerikanın gözetimi ve kontrolündedir. Müslüman Afgan halkı tabiatı gereği hiçbir yabancı egemenliğe razı değildir. Bunun en iyi delili Sovyetler Birliğini topraklarından kovuncaya kadar yıllar yılı sabredip, hayatlarını riske atmışlardır. Topraklarında kendilerine hükmeden bu yabancı birliklerin kökünü kazımışlardır. Amerika’nın da durumu aynı olacaktır. Allah’ın izni ile er ya da geç Afganistan topraklarından kovulacak, hiçbir zaman hedefine ulaşamayacaktır. Amerika’nın oraya yerleştirmiş olduğu casus sistemini de Afgan halkı söküp atacaktır. Tıpkı eskiden Necip’e ve onun yöneticilerine yaptığı gibi bu yöneticileri de devirecek ve ayakları altında çiğneyecektir. Ben Taliban’ın tekrar daha iyi bir şekilde ve daha güzel şartlarda yönetime geleceği konusunda iyimserim.

s.12- Kooperatifler, hayır cemiyetleri, partiler ve belediyeler gibi sivil toplum kuruluşlarına katılmak konusundaki görüşünüz nedir?

Hayır cemiyetleri vs gibi şeriate muhalif olmayan kuruluşlara katılmaya karşı değiliz. Allah’tan sakındıkları sürece bu kurumlarda çalışanları da tekfir etmiyoruz. Ancak belediyeler gibi Allah’ın şeriatına muhalif durumlar içeren yerlere katılmaya ruhsat vermiyoruz. Çünkü belediyeler içki satan yerlere, gece kulüplerine ruhsat vermektedirler. Vergi ve ceza toplamaktadırlar. Yine de anayasaya, onun küfür sistemine bağlı kalacağını ilan edip, bu kanunları koruyacağına, bu kanunların dışına çıkmayacağına dair söz vermeden kurulum izni alamayan partilerden daha iyi konumdadırlar. Ki bu partilerin hepsinin yaptıkları İslam ile çelişmektedir. Cihad akımını suçlayanlardan bazıları bunun bizim akımımızın muğlakları arasında yer aldığını söylemektedirler. Diledikleri gibi anlıyor, kendi zanları üzerinden konuşuyor ve yazıyorlar. Bu, şer’i kurallara bağlı olan metodumuzdan döndürmeyecektir. Eğer biz insanların zanlarına göre hareket edecek, onlara göre metod ve yol belirleyecek olsaydık elbette ki asıl metodumuzdan sapar ve Allahu Teala’yı kızdırırdık. Nitekim O şöyle buyurmaktadır:

"Sen ne kadar şiddetle arzu etsen de insanların çoğu inanacak değillerdir." (12, Yusuf/103)

Bizi ve kardeşlerimizi yakından tanıyan herkes bu akıma mensup olanların çoğunun insanlar arasında daveti yaymak için nasıl büyük çaba gösterdiğine şahitlik eder. Bütün tabakalardaki insanlara ulaşmak, onlarla ilgilenmek, hikmet ve güzel vaazla davet etmek konusunda nasıl çabaladıklarına şahittirler. Bu konuda hiç kimseyi istisna tutmazlar. Hatta davetimizin düşmanlarını bile. Onların davetimizin yayılmasında büyük payı vardır.

Altmış yıldan beri yeni anlayışı methedip duran, fıkıhta açılım yapılması ve fıkhın donuk olmaması gerektiğini savunarak bu tür kurumlara girmeye cevaz veren bazı cemaatler vardır. Bu süreçte söz konusu kurumlarda nasıl bir değişim meydana getirdiler? Onların sadece bankalardaki hesaplarını artırdıklarını ve ticari projelerinin orda burada yayılması için çalıştıklarını söylerseniz bu pek de gerçek dışı olmaz. Sonra bu hareketlerin asıl projesinin değişim olduğunu kim söylüyor? Kuruluşundan itibaren davetleri sadece birilerinin hatalarını yamamak, temize çıkarmaktır. Değişim için değil.

Selefi cihat akımı ile diğerleri arasındaki asıl farkı belirleyen günümüz yönetim sistemleri konusundaki hitapları ve metotlarıdır. Çünkü selefi cihat akımı bu gün kaim olan sistemlerin fasit olduğuna inanmaktadır. Fesatlarının derecesi ise bazılarının vasıflandırmaya uğraştığı gibi zulum babından da değildir. Asla… Aksine bu apaçık küfür ve şirktir. Bu küfür sistemleri, bazı cemaatlerin onların içine girerek onarma ya da düzeltme çabaları ile düzelecek bir durumda değildirler. Bunların fesadı ancak yıkılıp kökünden sökülerek değiştirilebilir.
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
s.13-Kadınların ve gayrı Müslimlerin siyasi hakları konusunda bir görüşünüz var mı?

Tüm bunlar dinimizde belirlenmiştir. Allahu Tealâ bizi istediğimiz gibi düşünelim, dilediğimiz kanunları tercih edelim diye başıboş yaratmadı bizleri. Aksine büyük küçük her konuyu açıklamış, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Hulefa-i Raşidin bizim için bunun en güzel örneklerini sunmuşlardır. Ancak bu dinin düşmanları İslam şeriatına duydukları nefret nedeniyle onu karalamaya çalışıyor ve ehli kitabın İslam’ın gölgesinde baskıya maruz kaldığını iddia ediyorlar. Bu doğru değildir. İslami şiarlara saygı gösteren, onunla savaşmayan ve düşmanlık etmeyen herkesin İslam Devletinin gölgesi altında sahip olduğu haklar vardır. Çoğunu kendi ülkelerinde bile bulamazlar. Bu konuda başvurabileceğiniz bir tarih var. Orada ilk Müslümanlar’ın hayatını okuyun. Zimmet ehlinden bazılarının Rumlarla ve diğer kafir devletlerle onların zulmünden kaçarak adil Müslümanların himayesinde kalabilmek için nasıl savaştığını göreceksiniz. Bu hakikate tarihi bilmeyen ya da onu tahrif etmek isteyenlerden başka kimse karşı çıkamaz. Buna karşılık Müslümanların mustaz’af oldukları buna karşılık Yahudilerin, Hristiyanların hakimiyeti altında kaldıkları zaman tarih boyunca ve günümüzde de görmüş oldukları muameleyi düşünecek olursak Müslümanların yönetimi ile diğerleri arasındaki farkı görmüş oluruz. Özellikle de eskiden ve günümüzde Müslümanlara karşı işlenen katliamları düşünecek olursak... Ki bunlara örnek vermeye kalkarsak mesele bir hayli uzar. Bunun için Yahudiler’in Filistinliler’e karşı uyguladığı Sabra ve Şatilla katliamlarını, Sırplar’ın Bosna’da, Hristiyanlar’ın Endonezya’da, Amerika’nın Afganistan ve Irak’ta, Ruslar’ın Çeçenistan’da yaptıklarını hatırlamak yeterlidir. Ve daha niceleri…

Kadın konusunda da durum aynıdır. Kadın, hiçbir asırda Allah’ın dininin kendisine bağışlamış olduğu şerefe ve saygıya ulaşamamıştır. İslam’ı kadın konusunu kullanarak yaralamak isteyenlerin iddialarını çürütmek için kendi ülkelerinde kadını getirdikleri konumu göstermek yeterlidir. Onu ticari menfaatleri ve şehvetleri için nasıl ucuz bir met’a ve oyuncak haline getirmişlerdir. Gerek kıyafet, gerek makyaj malzemeleri ve gerekse de diğer eşyaları sunmak için hep kadını kullanmaktadırlar. Hatta kadının namusunun ve etinin dahi ticaretini yapmakta onu şehvet düşkünlerine ucuz bir meta gibi satmaktadırlar. Onların istediği kadın budur. Özgürleştirmek adına kadına yaptıkları budur. İşte kendi ülkelerinde kadınların hali böyle... Onların kadınlarının durumunu bir düşünün. Bu kadınlar için koydukları kanunlar onları eşlerine isyankar hale getirmiştir. Öyle ki eşinin kadın üzerinde hiçbir hakkı yoktur. Aynı şekilde babanın da kızı üzerinde hiçbir hakkı yoktur. Velev ki onları kendilerini pazarlarken ya da ücretsiz bir şekilde başkalarına sunarken görsün. Sonra kendilerinin de çok sıkıntısını çektikleri ailevi parçalanmaya bir bakın. Kadın yaşlanıp da artık erkeklerin ilgisini kaybettiği zaman sokaklara atılır. Sığınacak tek bir yeri yoktur. Bizim dinimizin kadını korumak için, kız evlat, kız kardeş ve ana olarak verdiği değer bunların uygulamalarının neresinde? Müslüman kadın ve erkeklerin, kadının özgürlüğü adı altında teşvik edilen bu yıkıcı iddialara aldanmamaları gerekir. İslam kadını erkeğe ve şehvete kulluk etmekten kurtarmıştır. Onu korumuş ve yüceltmiş, sorumluluklarda erkekle denk tutmuştur. Kadın, İslam’ın nazarında korunmuştur, iffetli bir kız kardeş, saliha bir evlattır. Nezih mekanlarda faydalı ilimleri öğrenmesini yasaklamadığı gibi faydalı işlerde çalışmasını da yasaklamamıştır. Ancak dinimizi yaralamak isteyenler kadını ticaretlerini yapabilecekleri ve dilediklerinde elde edebilecekleri bir met’a olarak görmek istemektedirler.


s.14- Size göre siyasi yapıyı değiştirme noktasında merhaleler nelerdir? Bunları bize saymanız mümkün mü?

Öncelikle siyasi yapıyı değiştirme noktasında başarı davanın hak üzere ya da batıl üzere olduğuna dair bir ölçü değildir. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizlere kıyamet gününde bazı peygamberlerin yanlarında birkaç kişi ile geleceklerini, bazılarının ise tek başlarına geleceklerini haber vermiştir. Hiç şüphesiz değişim noktasında bu azınlıklarına rağmen rasullerin hepsi mutlak olarak hak üzerindedirler. Her ne kadar gerek endişelerimiz gerekse de ümitlerimiz olsa da siyasi değişim günümüzün bir gerçeğidir. Zamanı gelmeden gerçekleşmesi konusunda acele etmiyoruz. Çünkü değişim için hazırlık ve imkân gereklidir. Bu akımın mensuplarının her yerde bütün çabalarını harcamaları, uygun yer ve zamanda daveti geliştirmeleri gerekir. Selefi akıma mensup pek çok cemaatin orada burada gerçekleştirdiği cihat eylemleri her ne kadar görünüşte Allah düşmanlarını kızdırsa da yakın gelecekteki bir değişim şeklinde yorumlanamaz. Ama uzun vadede bu eylemler değişimi gerçekleştirecek olan komutanları hazırlayacak hakiki değişimin beşiği mahiyetindedirler. Çünkü biz ümmeti bahsettiğimiz hedefe ulaştıracak olan adamların ofislerden, seçimlerden, oy sandıklarından çıkmayacağına inanıyoruz. Asla. Aksine bu kişileri bize getirecek olan savaş cepheleri ve cihattır. Değişim imkânlarına sahip oluncaya kadar tevhidi kapsamlı bir şekilde yayacak ve her türlü eleştiri ile mücadele edeceğiz. Ülkemizdeki batıl akideleri, sapkın fikirleri, gerek ferdi gerekse cemaatlerdeki yanlış dostlukları değiştirmek için çalışacağız. Onları tevhidi gerçekleştirmeye ve şirkten beri olmaya çağıracağız. Bu da değişimin bir türüdür. Bu olmaksızın hakiki bir değişim olması mümkün değildir. Bunun yanı sıra biz ille de siyasi bir değişime tutunmak iddiasında değiliz. Bizim için bu şart değildir. Ülkemizde böyle bir değişimin öncüleri olmak gibi bir iddiamız da yok. Aksine biz sadece bu akımın askerleriyiz. Bir kardeşimizin herhangi bir yerde böylesi bir değişime öncülük ettiğini görürsek onların yanında yer alır saflarına katılırız. Öncelikle Müslümanların bir yurdu olması sonra da onu güçlendirmek için oraya göç etmek gerekir. Bundan sonra Allah (Subhanehu ve Tealâ) değiştirmeye güçlerinin yetmeyeceğini zannettikleri şeyleri değiştirme gücünü bağışlayacaktır. Andolsun ki Allah emrinde galip olandır. Ancak insanların çoğu bilmezler.


s.15-Sizin ve Ebu Katade’nin kendilerine yönelik oldukça sert eleştirilerinizi okuduğum diğer bazı İslami cemaatlerle ilişkilere bakışınız nedir?

Doğru yoldan görüş ve düşünceleri eleştirmek ve gençleri bunlara karşı –özellikle de tevhid konusundaysa- uyarmak kaçınılmazdır. Zaman zaman sert bile olsa nasihat vermekte bir sakınca yoktur. Özellikle de söz konusu nasihat dini sulandırıp, hükümet ve tağutların emrine boyun eğdirmek niyetinde olanlara karşı ise.

Ancak biz sadece yanlışları söyleyip açıklamakla yetiniyoruz. Söz konusu cemaatlerle bir çatışma içine girmiyoruz. Hakiki mücadele alanımız tağutlar ve onların dostlarıdır. Ancak bazı cemaatler tağutun yanında yer alıp kendilerini selefi cihad akımının düşmanları olarak sıfatlandırmışlardır. Öyleyse bunlara, tağuta yapılan muameleyi göstermekte bir beis yoktur.

Ancak tağutun yanında yer almadan davet alanında faaliyet gösteren cemaatler de vardır. Kendileri bizim akımımıza mensup değildirler. Biz bu cemaatleri herhangi bir şekilde yaralayacak tutum içinde olmadığımız gibi pek çok konuda onlara kapılarımızı kapatmanın aksine dostluk ve arkadaşlık ilişkilerimiz vardır.

s.16-Ortadan kayboluşunun ardından Ebu Katade ile ilgili gelen haberler nelerdir?

Bazı kardeşlerimizden de duyduğumuz gibi kendisi Avrupa’dadır. Saklanmasına rağmen durumu iyidir. Bu yolun tabiatı budur. Bu yolun tabileri tağuttan, onların şirk dinlerinden ve beşeri kanunlarından beri olduklarını haykırdıkları sürece kendi yurtlarında ve başka yerlerde sürgün hayatı yaşayacaklardır. Kim ki enbiyanın yolunu tutmak istiyorsa bilsin ki işte bu yol enbiyanın yoludur. Nitekim Varaka bin Nevfel'in Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e söylediği şu söz bu davetin mihverini oluşturmaktadır:

"Senin getirdiğinin bir benzerini getiren herkese ancak düşmanlık edilmiştir."

Bu akımın mensuplarının en yakınlarında bulunanlardan ya da uzaklarında bulunan kimselerden düşmanlık görmeye kendilerini alıştırmaları gerekir. Rablerine kavuşuncaya ya da Allah onlara zafer nasip edip kendi devletlerini kuruncaya ve orada emniyet içinde oluncaya kadar işkenceye, tutuklanmaya, takip edilmeye sabretmelidirler. Ancak terörle mücadele adı altında mücahitlerle ve cihat ile savaşacağına dair Yahudilerle anlaşmalar yapan tağutların gölgesinde onlardan emniyet ve güven istemeleri mümkün değildir. Şahsen ben kendimi bu hayata alıştırdım. Hapishaneden çıkar çıkmaz hemen yine tutuklanıyor haftalar geçmeden yakalanıyorum. Şu sözlerimi söylerken de yaklaşık iki aydır takip ediliyorum. Bu süreçte defalarca evime baskınlar düzenlenmiş, gece yarılarından sonra evim aranmıştır. Sonuçta bir süre evimi terk ettim. Doğrusu durumum Şeyh Ebu Katade’nin (Allah onu korusun) durumundan pek de farklı değil.

Her zaman Allah’a şükrediyor, Ondan amellerimizin kabulünü ve bize güzel bir son nasip etmesini diliyoruz. Salat ve selam Muhammet’in ailesinin ve tüm ashabının üzerine olsun.
 
Üst Ana Sayfa Alt