Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Susmanın ve Susmamanın Caiz Olup - Olmadığı Durumlar Nelerdir?

S Çevrimdışı

SaYFuLLaH

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Es selamu aleykum,

“Susan kişiye bir söz söylediği nisbet edilmez. Fakat açıklama gereği ve ihtiyaçlı olan bir durumda susmak kabul etmek sayılır.”

bu söz hangi durumlarda geçerlidir ve bu söz hakkında ihtilaf var mıdır?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için zikri (Kur’an’ı) indirdik. Umulur ki düşünüb anlarlar.” (Nahl 44)

Bu konuda Rasulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu görmekteyiz:
مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَراً فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فبِلِسَانِهِ ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِقَلبِهِ وَذَلَكَ أَضْعَفُ الإِيمَانِ
Sizden kim bir munkeri görür ise eli ile değiştirsin, buna gücü yetmez ise dili ile değiştirsin, buna da gücü yetmez ise, kalbi ile yapsın (yani bunu kalbi ile reddetsin). Bu ise imanın en zayıf derecesidir.”
(Muslim, İman, 78;
Timizi, Fıten, 11; İbn Mace, Fiten, 21; Nesai, İman, 17)

Bu açıklama iki şeye delalet etmektedir: Birincisi, munkeri değiştirmeye çalışmanın vâcib olması, güç yetirme şartına bağlıdır. Bu munkere karşı ses çıkarmayan kişiye söylemediği şeyi söyletmek veya değiştirmeye güç yetiremediği munkere karşı sessiz kaldığına hükmetmek, söz veya amel ile o munkerden razı olduğunu belirtmediği sürece, câiz olmaz. Çünkü hadis, ses çıkaramayan kişinin kalbi ile karşı çıkması gerektiğini belirtmektedir.
Böylece imanı en zayıf olanlardan da olsa, kalbi ile karşı çıkan kişi iman ehlinden sayılmaktadır. Çünkü imanın zayıflığı, küfür değildir.

Şubhe yok ki iman zayıflığı ve hareketsizlik pek çok Müslümanda yayılmış bulunmaktadır. Tağutların ve kafirlerin onların başına musallat olmasının birinci sebebi budur. Ancak tekfirin tesbit edilebilen ve açık olan sebebleri vardır.

Rasulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu meseleye daha da açıklık getirdiğini başka bir hadiste görüyoruz. Abdullah bin Mes’ud’dan şöyle rivayet edilmektedir:
Benden önce Allah'ın gönderdiği her peygamberin
mutlaka ummetinden havarîleri ve ashabı olmuştur. Bunlar onun sünnetiyle amel ederler, emirlerini de yerine getirirlerdi. Sonra, bu peygamberlerin ardından öyle kötüler zuhûr etmişti ki, yapmadıklarını söyleyip, kendilerine emredilmeyeni de yapmışlardır. Onlara karşı eli ile cihad eden mu’mindir, dili ile cihad eden mu’mindir, kalbi ile cihad eden mu’mindir; bunun ötesinde ise hardal tanesi kadar iman yoktur.” (Muslim)

Bu da gösteriyor ki tağutların batılından uzak duran ve kalbi ile karşı çıkan kişi mucahid olub, söz veya amel ile onlardan razı olduğunu göstermediği sürece, eli ve dili ile cihad edememesi sebebi ile, bu kişinin tağutlardan ve onların yönetimlerinden razı olduğunu söyleyerek, zan ve tahmin ile tekfir etmek caiz değildir.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurur:
Başınıza bazı yöneticiler gelecek. Bazılarınız bunları kabul edecek ve beğenecek, bazılarınız ise bunları reddedecek. Bunları kötü gören onlardan uzaklaşmış, reddeden ise kurtulmuştur. Bu yöneticilerden razı olanlar ise mustesna.” (Muslim)

Nevevi (Rahimehullah), Muslim Şerhi’nin “el-İmara” bölümünde bu hadisi açıklarken şöyle der:
“Bunları kötü gören onlardan uzaklaşmıştır” sözü, o munkeri beğenmeyen kişi günah ve cezasından kurtulmuş, anlamındadır.
Bu ise, eli ve dili ile karşı çıkmaya gücü olmayıp kalbi ile bu kötülüğü kabul etmeyen kişi hakkındadır. Ancak bu kötülükten razı olub ona uyan kişi günah kazanır ve ceza görür...”
Bu ise göstermektedir ki eli ile munkeri değiştirmekten aciz olan kişi, sadece sessiz kalması sebebi ile günahkar olmaz. Kişi ancak o munkerden razı olduğu veya kalbi ile karşı çıkmadığı ya da o munkere uyması sebebi ile günah kazanır. Bu, munkeri kalbi ile kötü gören ve kalbi ile karşı çıkan Müslümanın, zulüm ve küfürden beri olduğunu, tağutların batıl şeylerinden uzak durduğu, küfürlerine bulaşmadığı veya onlara destek olmadığı ve onlara uymadığı sürece, kalbi ile buğzeden kişinin zalim ve kafir olmadığını ortaya koymaktadır.

Ayrıca bu, kötülenen ve helak olan kişinin, tağutların yaptığını beğenen, ona uyan ve destekleyen kişi olduğunu da göstermektedir. Razı olmak, küfrün sebeblerinden olsa da, tesbiti mumkun olmadığından dolayı, Rasulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hadiste belirttiği tabi olmak gibi, onların safında yer almak, Allahu Teala’ya olan düşmanlıklarında onlara katılmak, mu’minlere olan düşmanlıklarını paylaşmak, şeriata aykırı otorite ve kanunlarına sığınmak şeklinde, sahibi tarafından söz veya amel ile izhar edilmedikçe, dünya ahkamında mucerred olarak tekfirin sebeplerinden değildir. Yukarıda sayılan eylemleri işleyenlerin hükmü, tabi olduğu tağutların hükmü gibidir. Söz ile açıklamasa bile, onların küfür yönetimi ve eylemlerinden razı olduğu ve paylaştığı söylenebilir. Çünkü eylemlerin lisanı, çoğu zaman dilin ikrarından daha açıktır. Bu nedenle alimler, savaşçı ve mumteni konumunda olan zümrenin, yardımcı ve destekçilerinin de savaşçı hükmünde olduğunu belirtmişlerdir. İlk dönemde Müslümanların savaşı ve kitlelere karşı olan cihadı buna göre olmuştur. Destekçi olanların sessiz olduğu, dolayısıyla razı olduklarını söylemenin doğru olmadığı söylenemez. Çünkü bunlar, savaşçıların tarafındadırlar ve onların yardımcıları konumundadırlar.
Allahu Teala’nın dinine karşı savaşanların ortağıdırlar. Bu ise kişiyi küfre götüren amellerdendir. İkrah bulunmadığı halde, onların küfrüne söz, amel veya başka bir şekilde tabi olan kişi, küfre bağrını açmış olur.
Kalbi iman ile mutmain olduğu halde (dinden dönmeye) zorlanan hariç, kim, iman ettikten sonra Allah’ı inkar ederse, (ona Allah’ın gazabı vardır). Kim, kafirliğe göğüs açarsa, onların üzerine Allah’tan bir gazab ve onlar için büyük bir azab vardır” (Nahl 106) ayetinin açıklamasında İbn-i Teymiye (Rahimehullah) şöyle der:
“İkrah olmadan kafir olan kişi, küfre bağrını açmış demektir... Kendi isteğiyle küfür sözü söyleyen kişi, küfür olan şeye bağrını açmış demektir.” (Mecmuu’l-Fetava, 7/140)
Ancak munkerden razı olduğu, söz veya amel ile zahiri olarak ortaya çıkmış olan herhangi bir küfür sebebi bulunmayan kişiyi sadece sessiz kaldığı için küfre nisbet etmek helal olmaz. Bu nedenle fakihler şöyle bir kural belirtmişlerdir: “Susan kişiye, söz nisbet edilmez.” (Suyuti, El-Kavaidu’l-Fıkhıyye, 266)

Sonuç olarak; Allahu Teala şöyle buyurur: “Andolsun ki, biz, ‘Allah’a kulluk edin ve tağutlardan kaçının’ diye (emretmeleri için) her millete, bir peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı için de sapıklığa düşmek hak oldu. Yeryüzünde gezin de görün. Küfredenlerin sonu nasıl olmuştur.” (Nahl 36)

İmanın aslını izhar eden, küfürden uzak olup ona uymayan ve küfrü desteklemeyen herkes, bize göre dünya ahkamında Allahu Teala’nın hidayet verdiği kimselerdendir. İçi ile dışı bir olub kalbi ile de küfürden nefret ederse, aciz olduğu veya taksir ettiği için küfre karşı cihad etmeye ve onu değiştirmeye çalışmasa da, hakiki manada da (Allah katında) küfürden beri olmuştur.
Bir de bugün Müslümanların içinde bulunduğu mustaz’aflık ve imkansızlık durumu buna ilave edilirse ve Müslümanın kafirlere düşmanlığını gizleyip takiyye yapmasının mumkun olduğu yahut yüz çevirme ve sabretme ile ilgili olan nasslar ile amel etmesinin caiz olduğu göz önünde bulundurulursa, küfürden uzak olabileceği daha açık görülür.

İbn-i Teymiye (Rahimehullah) şöyle der: “Sabretmeyi, kafir ve munafıklardan yüz çevirmeyi belirten ayetler, eli ve dili ile Allahu Teala’nın dinine yardım etme imkanı bulamayan, mustaz’af konumundaki bütün Müslümanlar için geçerlidir. Bu kişi kalbi ile veya gücünün yettiği başka bir şekilde Allahu Teala’nın dinine yardım eder. Ancak eli ve dili ile Allahu Teala’nın
dinine yardım etme imkanı ve gücüne sahip olduğu halde bundan geri duran her mu’min için ise aşağılama ve alt tabakadan olduğu bildirilen ayet geçerlidir. Rasulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hayatının sonlarına kadar ve Raşid halifeler döneminde Müslümanlar bu ayete göre amel ederlerdi.
Bu, kıyamet saatine kadar da böyle olacaktır. Bu ümmetten bir zümre hakka bağlı olmaya, Allahu Teala’ya ve Rasulu’ne (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tam destek vermeye devam edecektir. Kim mustad’af olduğu bir yerde veya memlekette yaşıyorsa, kitap ehli ve muşriklerden Allahu Teala’ya ve Rasulu’ne (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) eziyet verenler ile ilgili sabır ve onlardan yüz çevirmeyi emreden ayetler ile amel eder. Güç ve kuvvet sahibi olanlar ise, dini kötüleyen küfür önderleriyle savaşmayı öngören savaş ayeti ve mağlub olarak kendi elleriyle cizye verinceye kadar kitab ehli ile savaşmayı emreden ayet ile amel ederler.” (Es-Sarimu’l-Meslul, 221)

Susmak (sessiz kalmak) normal şartlarda onaylamak anlamına gelir:

Aişe (r.anha)’dan rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
Evlenme konusunda bakirelerden görüşlerini alınız.” Bunun üzerine şöyle denildi:
Bakire kız utanır ve susar nasıl izin alınacak?
Rasûlullah (s.a.v): “
Onun izni susmasıdır” buyurdu.
(İbn Mâce, Nikah: 11; Muslim, Nikah: 10; Nesai, Nikah, 3214)

Ebu Hurayra (r.anh)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
Dul kadın kendi fikri sorulmadan nikahlanamaz. Bakire’nin de izni alınmalıdır.
Ey Allah’ın Rasûlu! onun izni nasıldır?” dediler.
Onun izni susmasıdır” buyurdu.
(İbn Mâce, Nikah: 11; Muslim, Nikah: 10; Nesai, Nikah, 3215)


Susmak her zaman onaylamak anlamına gelmez:

Ömer b. Hattab (r.anh)’tan rivâyete göre, şöyle demiştir: Kızım Hafsa, Rasûlullah (s.a.v)’in ashabından Huneys b. Huzafe es Sehmî’nin Medine’de vefatıyla ondan dul kalmıştı. Kızım dul kalınca Osman’a gittim, kızım Hafsa’yı ona teklif edib, istersen kızımla seni evlendireyim dedim. Osman biraz düşünmeliyim dedi. Birkaç gece bekledim daha sonra Osman bana gelerek bugün için evlenmeyi düşünüyorum dedi.
Daha sonra Ebu Bekir ile karşılaştım, ona da dilersen kızım Hafsa ile seni evlendirebilirim dedim. Ebu Bekir hiç sesini çıkarmadı. Osman’a gücendiğimden daha fazla Ebu Bekir’e gücendim. Birkaç gece daha bekledim sonra Rasûlullah (s.a.v), Hafsa’yı istedi, ben de O’na nikahladım. Sonra Ebu Bekir benimle karşılaşınca “
Hafsa’yı bana teklif ettiğinde sana hiçbir cevap vermediğim için bana kızmışsındır” dedi.
Ben de: “
Evet” dedim.
Bunun üzerine Ebu Bekir: “
Aslında sana cevap vermeme engel olacak bir şeyim yoktu fakat Rasûlullah (s.a.v)’in Hafsa’dan bahsedip onu senden isteyeceğini biliyordum bu yüzden onun sırrını da ifşa etmek istemedim, eğer o almayacak olsaydı ben bu teklifi kabul ederdim” dedi. (Ahmed bin Hanbel, Musned: 70; Nesai, Nikah, Bab 30, Hadis no 3207)

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında, Yemame'de çıkan yalancı peygamber Museyleme'nin adamları tarafından iki sahabe esir alınıb Museyleme'ye götürüldüler.
Museyleme onlardan birisine: "Muhammed hakkında ne dersin?" diye sordu.
Sahabe: "
O Allah'ın Rasuludur." diye cevab verdi.
Museyleme tekrar: "
Benim hakkımda ne dersin?" diye sordu.
Sahabe: "
Sen de..." dedi.
Bunun üzerine Museyleme o sahabeyi salıverdi.

Daha sonra ikinci sahabeye: "
Muhammed hakkında ne dersin?" diye sordu.
Sahabe: "
O, Allah'ın kulu ve Rasuludur." dedi.
Museyleme tekrar: "
Benim hakkımda ne dersin?" diye sorunca,
Sahabe: "(
Bu söylediğine) sağırım, kulaklarım bunu işitmez." diye cevab verdi.
Bunun üzerine Museyleme o sahabe'yi öldürttü.
Ölümden kurtulan önceki sahabe, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in yanına gelerek: "
Ey Allah'ın Rasulu ben helak oldum." deyince,
Peygamber
(sallallahu aleyhi ve sellem): "Seni helak eden nedir?" diye sordu.
Sahabe başından geçenlerin hepsini anlattı.
Bunun üzerine Peygamber
(sallallahu aleyhi ve sellem): "Öyle söylediğin zaman kalbin iman ile yatışmış değil miydi ve Museyleme’nin yalancı olduğuna kalbin hükmetmiyor muydu?" diye sorunca,
sahabe de: "
Evet, ya Rasulallah!" dedi.

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ona: "Senin arkadaşın azimet ile amel etti. Sende şimdi içinde bulunduğun ruhsat ile amel ettin." buyurdu.
Sahabe'de: "Senin Allah'ın Rasulu olduğuna kalben inanırım." dedi. (İbn-i Hişam)
 
Üst Ana Sayfa Alt