Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Ümmet Ve Iman

Nesîbe Lena Çevrimdışı

Nesîbe Lena

"عِشْ حَمِيداً، وَمُتْ شَهِيدًا"
Süper Moderatör
Ümmet açısından değerlendirdiğimizde; Orada burada bazı fertlerin Allah'ın dostluğunu kazanmış bazı müminlerin bulunması, mazhar olmasını gerektirmez. Ümmet bir beden gibidir. Bütün azaları sağlıklı olmadan neden sağlıklı olmaz. Yani İslâm ümmetinde bazı fertlerin Allah'ın dostluğunu kazanmış olması ümmetin ilahi yardımı hak etmesi için yeterli değildir. Bilakis bu konumda ki Müminlerin, toplumun diğer fertlerini ıslah etmek için çalışmaları ve onların kalblerine imanı ve akıllarında doğru düşünceyi yerleştirmek için ellerinden gelen gayreti göstermeleri kaçınılmaz bir gerekliliktir. Bununla birlikte onların mütevazi olmaları, kendilerini büyük görmemeli ve bütün gayretlerini Allah yolunda harcamaları için çalışmaları gerekmektedir.


Genel olatak ümmetin yaşantısı değişip, iyilikler toplumda çoğaldığında ve imanın kalblerde ki seviyesi arttığında, müslüman bireylerin dinlerine yardım etmek için bazı şehevi arzularını kurban etmesi daha mümkün olacaktır. İşte bu noktaya gelindiğinde Allah azze ve celle'nin İslâm Ümmeti için vaad ettiği yardımı gerçekleşecektir. Bu ayet izah etmek istediğimiz manayı ifade etmektedir.


"Allah bir kavme verdiğini, o kavim kendisini değiştirmedikçe değiştirmez." (Rad, 11)

İslâm ümmetinin tarihi, iman ve salih amellerin bir topluluğa hâkim olduğunda Allah'ın yardımının da onlarla beraber olduğunun örnekleriyle doludur. İlahi yardım onları yalnız bırakmaz. İstersen Kur'ân ayetlerine bakabilirsin. Ayetler bu manayı desteklemekte ve doğrulamaktadır:

"Size bir iyilik dokununca onları tasalandırır, size bir kötülük isabet edince ise onunla sevinirler. Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların ´hileli düzenleri´ size hiç bir zarar veremez. Şüphesiz, Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır." (Al’i imran, 120)

"Evet, eğer sabrederseniz, korkup sakınırsanız ve onlar da aniden üstünüze çullanıverirlerse, Rabbiniz size meleklerden nişanlı beş bin kişiyle yardım ulaştıracaktır." (Al-i İmran 125)



Ayette, Müminlere yardım etmek için gökyüzünden meleklerin indiği açıkça ifade edilmektedir. Onlarla birlikte savaşarak sabrı ve takvayı perçinlemektedir. Buna mukabil, ümmette ki iman kaybolduğunda, ilahi yardım kesilir ve düşmanlarının onlara acı tattırmaları için kendi hallerine terk edilir.


Dr. Mecdi el-Hilali, Gelin İman Edelim
 
Nesîbe Lena Çevrimdışı

Nesîbe Lena

"عِشْ حَمِيداً، وَمُتْ شَهِيدًا"
Süper Moderatör
Gerçek Vaad

Hiç şüphesiz Allah azze ve celle, Müminlere yardım ve zafer vaad etmiştir.

"Allah, müminlerin aleyhine kafirlere hiçbir yol vermeyecektir.." (Nisa, 141)

Bu kesin vaad ne zaman gerçekleşecek?

Seyyid Kutub yukarıdaki ayetin tefsirinde bu soruya şöyle cevab veriyor;


Allah'ın verdiği söz kesindir. Onun hükmü geneldir. Buna göre; ne zaman iman gerçeği mümin gönüllerde iyice yer etmişse ve bu iman hayatlarında bir sistem ve bir sosyal düzen olarak somutlaşmışsa, her türlü düşünce ve davranıştan Allah için tamamen soyutlanmışlarsa ve büyük, küçük, ibadeti tamamen Allah'a özgü kılmışlarsa; o zaman yüce Allah, müminlere karşı kafirlere bir fırsat vermeyecektir.

Bu, İslâm tarihinin, aksine gerçekleşmiş en ufak bir olayı bile kaydetmediği bir gerçektir.

Ben, şüpheye yer bulunmayan Allah'ın vaadine güvenerek şunu kesinlikle söyleyebilirim: Müminler hiçbir zaman yenilgi yüzü görmeyeceklerdir. Düşünce ya da davranış alanında inançlarında bir gedik söz konusu olmadığı sürece, tarihlerinde de böyle bir yenilgiye rastlanmamıştır. Her türlü eklemeden ve şaibeden uzak yalnızca Allah yolunda, sadece bu sancak altında cihad etmek amacıyla hazırlık yapmak ve güç bulundurmak imanın gereğidir. Bundan sonra, açılan bu gedik oranınca, geçici bir yenilgi almalarına rağmen zafer tekrar müminlerin olacaktır; şayet henüz varlıklarını sürdürüyorlarsa.

"Uhut"da örneğin, gedik, Resulullah'a (salât ve selâm üzerine olsun) itaat etmeyi bırakıp, ganimet arzusuna kapılmak noktasında açılmıştı. "Huneyn"de ise, sayı çokluğuyla övünmek, gurura kapılıp asıl dayanağı unutmak şeklinde açılmışdı gedik. Şayet tarihleri boyunca, müslümanların aleyhinde meydana gelen her olayı inceleyecek olursak, buna benzer birşey görmemiz her zaman mümkündür. İster olayı bilelim ister bilmeyelim durum değişmeyecektir. Allah'ın vaadi ise, her zaman doğrudur.

Evet, imtihan için bazı sıkıntılar çekilir. Ancak bunun da bir hikmeti vardır. O da iman gerçeğinin ve pratik gerçeklerinin iyice oturmasıdır. "Uhut" savaşında olduğu gibi. Nitekim yüce Allah müslümanlara anlatmıştı bunu. Ne zaman bu gerçek imtihanlar sonucu olgunlaşıp başarıya ulaşmışsa, zafer gelmiş ve Allah'ın vaadi kesinlikle gerçekleşmiştir.

Bununla beraber ben yenilgiden, herhangi bir çarpışmanın sonunda elde edilen bozgundan daha kapsamlı bir anlam kastediyorum. Kasteddiğim, ruhsal bozgundur, azmin kırılmasıdır. Çünkü ruhlarda bir gevşekliğe, bir bezginliğe ve ümitsizliğe neden olmadığı sürece savaş alanında alınan yenilgi, bozgun sayılmaz. Bir coşku uyandığında, bir kıvılcım tutuştuğunda, hatalar fark edildiğinde, inancın, savaşın ve uygulanacak yöntemin mahiyeti açıklığa kavuşunca.. Kuşkusuz bu, kesin bir zaferin kesin başlangıcıdır. Yol uzun sürse de.

Aynı şekilde Kur'an ayeti, "... Allah kafirlere, müminler karşısında üstün gelme fırsatı vermeyecektir." derken, mümin ruhun muzaffer olduğuna ve iman düşüncesinin üstünlüğüne dikkat çekmektedir. Ayrıca müslüman kitleyi, iman gerçeğini, kalplerinde düşünce ve bilinç, hayatlarında da realite ve uygulama olarak tamamlamaya çağırmaktadır. Yoksa, sırf isimlerine güvenmemelerini bildirmektedir. Çünkü zafer, isimle değil, onun ötesindeki gerçekle elde edilir.

Bizimle zafer arasında, her zaman ve her yerde iman gerçeğini olgunlaştırmak ve bu gerçeğin gereklerini hayatımızda ve realitemizde uygulamaktan başka bir şey olmamıştır. Hazırlık yapmak, güç bulundurmak imanın gereklerindendir. Aynı şekilde düşmanlara dayanmamak, Allah'tan başkasından şeref beklememek de iman gerçeğinin gereklerindendir.

Yüce Allah'ın bu kesin vaadi, evrendeki iman ve küfür gerçeğine tamamen uygun düşmektedir.

Kuşkusuz iman, zayıflaması, yok olması söz konusu olmayan en büyük güce bağlanmaktadır. Küfür ise, bu güçten kopmak ondan ayrılmaktır. Bu nedenle sınırlı, kopuk, parçalanmış ve yok olmaya mahkum bir gücün tüm evrendeki güçlerin kaynağına bağlı bir güce galip gelmesi mümkün değildir.

Bununla beraber, imanın gerçeği ile görüntüsünü birbirinden ayırd etmemiz gerekir. Kuşkusuz iman gerçeği, evrensel yasaların değişmezliği gibi değişmez ve gerçek bir güçtür. Hem kişi hem de kişiden kaynaklanan fiil ve davranışlar üzerinde etkilidir. Bu, kopuk, kesik ve sınırlı küfür gerçeğiyle karşılaşınca, onu bertaraf etmeyi garantileyen, büyük ve heybetli bir gerçektir. Ancak iman, bir görüntüye dönüşünce, küfür gerçeği ona üstünlük sağlar. Çünkü o esnada kendi tabiatına uygun ve imkanları dahilinde hareket eden küfür gerçeğidir. Kuşkusuz herhangi bir şeyin gerçeği, herhangi bir şeyin görüntüsünden her zaman güçlüdür. Bu "gerçek" küfür, "görüntü"de iman olsa yine durum değişmeyecektir.

Batılı bertaraf etmek için savaşmanın kuralı hakkı oluşturmaktır. Ne zaman ki, hak, tüm gerçeği ve tüm gücüyle varolmuş o zaman hak ile batıl arasındaki savaşın gidişi belirlenmiş demektir. Bu batıl, aldatıcı ve kabarık bir görünüme sahip olabilir.


Dr. Mecdi el-Hilali, Gelin İman Edelim
 
Üst Ana Sayfa Alt