Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Usâme Bin Zeyd (r.a)

E Çevrimdışı

Ebu Bekir

Üye
İslam-TR Üyesi
Üsame b. Zeyd b. Hârise b. Surâhîl ashabın ileri gelenlerinden biri olup, Rasûlüllah (s.a.s)'ın azadlı kölesi Zeyd b. Hârise'nin oğludur. Künyesi, Ebû Muhammed'dir. Değişik rivayetlere göre; Ebû Zeyd, Ebû Yezîd ya da Ebû Hârice olarak da çağırılmaktaydı (İbn Abdi'l-Beri, el-Istiâb fi Marifeti'l Ashâb, Kâhire; I, 75 t.y, İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe f-Marifeti's-Sahabe I, 79)



Üsame'nin annesi Ümmü Eymen (ki, asıl adı Bereke'dir) Râsulûllah (s.a.s)'ın babası Abdullah'ın cariyesi ve aynı zamanda Peygamberimizin dadısı idi. Abdullah vefat edince, Rasûlüllah onu azad etti. Zeyd b. Hârise b. Surâhîl de Hz. Hatice'nin kölesiydi. Hz. Hatice Peygamberimizle evlenince, Zeyd'i kendisine hediye etti. Rasûlüllah (s.a.s) de onu azad edip Ümmû Eymen'le evlendirdi. Üsame, işte bu evlilik sonucu dünyaya geldi (İbn Sa'd, et-Tabakâtu'l-Kübrâ, Beyrut 1957, VIII, 223; İbn Abdi I-Berr, a.g.e., I, 75; İbnü'l Esîr, a.g.e., I, 79).



Üsame ile Eymen, aynı anadan kardeştirler, fakat babaları ayrıdır. Üsame, islâm döneminde, muhtemelen Rasulüllah (s.a.s)'ın risâletinin dördüncü yılında Mekke'de doğdu. El-isâbe'de kaydedildiğine göre, Hz. Muhammed (s.a.v), vefat ettigi zaman Üsame 18-20 yaşlarında bulunuyordu (el-isâbe, Beyrut, t.y., I, 29).



Rasûlûllah (s.a.s), Üsame ve babasını çok severdi. Bu nedenle kendisine; "Rasulüllah'ın sevdiği" anlamına gelen "Hibbu Rasûlüllah" ya da "el-Hibbu İbnü'l-Hubbi" denirdi. Peygamber (s.a.s)'in, Üsame'yi sevdiğine dair şöyle bir hadis rivayet edilmektedir: "Şüphesiz Üsame b. Zeyd bana, insanların en sevimlisidir. Sizin iyilerinizden olmasını umuyorum. Onun hakkında iyilik tavsiyesinde bulununuz" (İbnü'l-Esîr, a.g.e., I, 79; İbn Abdi'l-Berr, a.g.e., I, 76).



Hz. Âişe'den rivayet edilen şu hadise de Rasûlüllah (s.a.s)'ın daha çocuk iken dahi onu ne kadar sevdiğini gösteriyor. Hz. Âişe (r.an) diyor ki; "Bir gün Üsame'nin ayağı kapının eşiğine takılarak yere düştü ve yüzü yaralandı. Allah'ın Rasûlü bana; "Yüzündeki pisliği temizle" dedi. Ben onu kirli görerek denileni yapmadım. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s); yüzündekileri emerek tükürmeye başladı" (İbnü'l-Esîr, a.g.e., I, 80).



Yine, Urve İbnü'z-Zübeyr'den rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz, Üsame'nin gelmesini bekleyerek Arafat'tan inmeyi tehir etti. Üsame çıkıp geldiğinde, onun siyah, basık burunlu bir çocuk olduğunu gören Yemenliler, onu küçümseyerek; "Biz bunun yüzünden mi hapsedildik?" dediler. Râvî, Yemenlilerin, Hz. Ebû Bekir zamanında bu yüzden irtidat edip islâm'dan çıktıklarını söyler (İbn Abdi'l-Berr, a.g.e., I, 76).



Üsame de bir çok sahâbî gibi, küçük yaştan itibaren savaşlara katılmayı arzulamıştır. Nitekim Uhud günü onbeş yaşından küçük olmasına rağmen kendi yaşıtları olan, Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sabit, Berâ b. Âzib, Arcir b. Hazm ve Üseyd b. Zühayr'le beraber savaşa iştirak etmek istemiş, fakat, Rasûlûllah (s.a.s) yaşları küçük olduğu için bu isteklerini kabul etmemiş ve savaş başlamadan onları Medine'ye geri göndermiştir. Hendek günü ise savaşmalarına izin verdi (İbn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, Mısır 1955, II, 66).



Üsame, Uhud savaşından sonraki tüm savaşlara katıldığı gibi, bir çok seriyyede de önemli görevler üstlenmiştir. Huneyn gazvesinde; Müslümanlar darmadağın olup sağa sola kaçışırlarken, Rasûlüllah (s.a.s)'ın çevresinde sayılı birkaç sahâbî kalmıştır ki, bunlardan biri de Üsame b. Zeyd'dir (İbn Sa'd, a.g.e., II, 151; İbn Hişam, a.g.e., II, 443; İbnü'l-Esîr, el- Kâmil fi't-Târîh, Beyrut 1965, II, 263).



Üsame'nin kendisinden rivayet edildiğine göre; katıldığı seriyyelerin birinde, düşman safında Müslümanlara karşı savaşan birine karşı kılıç çekince, o sahıs; "Eşhedü en lâ ilâhe illallah" diyerek şehâdet getirdi. Fakat Üsame yine de onu öldürdü. Dönüşte, durumu Rasûlüllah (s.a.s)'e haber verince, Allah Rasûlü, "Lâ ilâhe illallah" diyen birini ne diye öldürdüğünü sorar. Üsame; "Ey Allah'ın Rasûlü! O ölümden kurtulmak için böyle söyledi dedi. Fakat, Rasûlüllah, bu soruyu aynı şekilde defalarca sordu. Üsame, neredeyse Müslümanlığından şüpheye düşecek hale geldi. Kendi kendine; "Allah'a söz veriyorum, bundan böyle lâ ilâhe illallah diyen hiçbir kimseyi öldürmeyeceğim" dedi (İbn Sa'd, a.g.e., II,119; İbnü'l Esîr, Üsüdü'l Gâbe, I, 80; İbn Hişam, a.g.e., II, 622; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, II, 226)



İfk olayında Rasûlüllah (s.a.s) ashabından bazılarına danışarak Hz. Âişe hakkında görüşlerini öğrenmek istedi. Bu arada Üsame'ye de düşüncesini sordu. Üsame, Hz. Âişe'den övgüyle bahsederek, onu böylesi çirkin bir iftiradan tenzih etti (İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, II,197; İbn Hişam, a.g.e., II, 301).



Rasûlüllah (s.a.s) H,11. yılda, büyük bir ordu hazırlayarak Üsame'yi bu orduya kumandan tayin etti. Üsame'nin komutası altında ashâbın birçok ileri gelenleri vardı. Bunlardan bazıları; Ebu Bekir, Ömer, Ebu Ubeyde, Sa'd b. Ebî Vakkas, Saîd b. Zeyd, Katâde b. en-Nu'mân ve Seleme b. Eslem'dir. Bunun üzerine, halktan bazı insanlar; "Peygamber, ilk muhacirlere bir çocuğu komutan tayin etti!" diyerek ileri geri konuşmaya başladılar. Bunu duyan Rasûlüllah, çok kızdı ve minbere çıkarak cemaate şöyle seslendi: "Üsame hakkındaki sözleriniz bana ulaştı. Siz onun komutanlığını tenkid ettiğiniz gibi, daha önce babasının kumandanlığını da tenkit etmiştiniz. Gerçek şu ki, o komutanlığa layıktır. Nitekim babası da komutanlığa layıktı" (İbn Sa'd a.g.e., II, 189,' 190; el-Askalânî, a.g.e., I, 29).



Üsame, söz konusu ordusuyla hareket etmek üzereyken, Allah Rasûlü dâr-ı bekâya irtihal etti. Bunun üzerine Üsame, Medine'ye geri dönerek, Rasûlüllah (s.a.s)'ın yıkanması, teklif ve defnedilmesi işlerinde Hz. Ali'ye yardım etti. Defin işi tamamlandıktan sonra, Üsame ordusunun başına geçerek ,Şam'a doğru hareket etti (İbn. Sa'd a.g.e., II,189,190, 277, 279; el- Askalânî, a.g.e., I, 29; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, II, 332).



Üsame, Ebu Bekir (r.a) ve Ömer (r.a) zamanında yapılan birçok savaşa iştirak etmiştir. Bunlardan biri, Müseylemetü'l-Kezzab'a karşı yapılan savaştır ki, bu muharebede Halid b. Velid ile beraberdi (İbn Sa'd a.g.e., IV, 316).



Hz. Ömer (r.a) divan teşkilatını kurunca, Rasûlüllah (s.a.s)'e yakınlık derecelerine ve savaştaki başarılarına göre, Müslümanlara ulûfe dağıtmaya başladı. Bu arada Üsame b. Zeyd'e dört bin veya beşbin dirhem kendi oğlu Abdullah'a ise ikibin dirhem verdi. Abdullah babasına "Neden Üsame'ye bana verdiğinden daha fazla verdin? Halbuki onun katılmadığı savaşlara ben katıldım" dedi. Buna karşı Hz. Ömer: "Allah Rasûlü Üsame'yi senden daha çok severdi. Üsame'nin babasını da senin babandan daha fazla seviyordu" diyerek oğlunu susturdu (İbn Abdi'l-Berr, a.g.e.; İbn Sa'd, a.g.e., III; 296, 297; el-Askalânî, a.g.e., I, 29; İbnü'l-Esîr, Üsdü'l Gâbe, I, 80).



Üsame; Hz. Osman (r.a)'ın öldürülmesiyle ortaya çıkan fitnelere bulaşmamış, Hz. Ali'ye de bey'at etmemiş, onunla herhangi bir savaşa katılmamıştır. Bu çekimserliğini; "Lâ ilâhe illallah" diyen bir kimseyi öldürmeyeceğine dair ettiği yeminle izah etmiştir (İbn Abdi'l-Berr, a.g.e., I, 77; İbnü'l-Esîr, Üsüdil'l-Gâbe, I, 80).



Hz. Ali ile Muaviye arasında meydana gelen çatışmalar sırasında Üsame bir süre Şam civarında bir beldede oturdu. Sonra Vadi'l-kura'ya geldi. Bir müddet de burada oturdu, ardından Medine'ye gitti ve Muaviye'nin hilafetinin sonlarına doğru Curf denilen yerde vefat etti.



Vefat tarihi çeşitli rivayetlere göre, H. 54, 58, ya da 59' dur. Ebû Hüreyre, İbn Abbas, Ebû Osman et-Hindî, Urve İbn Zübeyr, Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe, Ebû Vâil ve başkaları Üsame'den hadis rivayet etmişlerdir (İbn Abdi'l Berr, a.g.e., I, 77; İbnü'l Esir Usdü'l - Gâbe, I, 81; el- Askalâni, a.g.e., I,129
 
A Çevrimdışı

Abdullah Yusuf

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
ÜSÂME b. ZEYD

Dostun Oğlu Dost…
Mü’minlerin emiri Hz. Ömer oturmuş, beytülmalden müslümanlara maaş veriyordu.

Oğlu Abdullah geldi; Ömer ona payına düşeni verdi.

Sonra Üsâme b. Zeyd geldi, Ömer ona, oğlu Abdullah’a verdiğinin iki veya üç katını verdi.

Çünkü Hz. Ömer, insanlara, faziletlerinin üstünlüğüne ve bu uğurda yaptıklarımücadelelerin derecesine göre maaş takdir etmişti. Bundan dolayı Abdullah b. Ömer İslâm’daki yerinin sonlarda olmasından korkmuştu. Oysa o, taatı, cihadı, zühd ve takvası ile Allah katında ilklerden olmayı umuyordu...

Bunun üzerine babasına sordu: “Üsâme’yi benden üstün tuttun. Halbuki ben, Resûlullah’la beraber, onun karşılaşmadığı çok şeylerle karşılaştım?”

Hz. Ömer cevap verdi

“Muhakkak ki Üsâme, Resûlullah’a senden daha sevimli idi...

Ve onun babası da Resûlullah’a senin babandan daha sevimli idi...”

Dolayısıyla o ve babası, Resûlullah’ın gönlünde ve sevgisinde, Ömer’in oğlunun ve hatta bizzat Ömer’in ulaşamadığı bir noktaya ulaşmıştı.

İşte Üsâme b. Zeyd buydu…

Sahâbe-i kiram arasındaki lakabı, “Dostun Oğlu Dost” idi. Babası Zeyb b. Hârise Resûlullah’ın hizmetçisi idi. Öyle ki, annesine, babasına ve ailesine karşı Resûlullah’ı tercih etmişti. Ve Resûlullah sahâbenin huzurunda şöyle demişti:

“Şahit olun ki bu Zeyd, benim oğlum gibidir. O benim mirasçım ve ben de onun mirasçısıyım.”

Ve Kur’ân-ı Kerîm evlat edinmeyi yasaklayıncaya kadar uzun süre onun adı müslümanlar arasında Zeyd b. Muhammed olarak anıldı.

İşte bu Üsâme, böyle bir babanın oğluydu.

Annesi, Ümmü Eymen ise Resûlullah’ın sadık bir hizmetçisiydi.

Üsâme, dış görünüş itibarıyla hiçbir şeye layık değildi.

Çünkü, tarihçilerin rivayetine göre, siyah tenli ve yassı burunluydu. Evet... Tarih Üsâme’nin görünüşünden bahsederken bu iki hususiyetini, sadece bunları söylemekle yetiniyordu!..

Fakat İslâm ne zaman insanları dış görünüşüne göre sınıflandırıp değerlendirmişti ki? İslâm’ın Peygamberi şöyle buyururmuştu:

“Dikkat edin! Saçı başı dağınık, toz toprak içinde, elbiseleri yırtık ve kendisine değer verilmeyen nice kimse vardır ki, Allah’ın adı üzerine yemin etse, Allah onu yalancı çıkarmaz.”

Yani neye yemin etmişse onu gerçekleştirir.

Öyleyse Üsâme’nin dış görünüşünü bir tarafa bırakalım. Onun teninin siyah oluşunu, burnunun yassı oluşunu bırakalım bir tarafa… Zira İslâm’ın değer ölçüsü bakımından bunların hiçbir önemi yok...

Biz bunları bırakalım da onun dostluğunun ve fedakarlığının nasıl olduğuna bakalım...

İffet, istikamet, verâ ve takvasının nasıl olduğuna bakalım...

Şahsiyetinin yüceliğine ve hayatta neler yaptığına bakalım...

Bütün bunların hepsinde ise o, kimsenin kolay kolay ulaşamayacağı bir seviyede idi. Bunları da Resûlullah’ın sevgi ve takdirini kazanma başarısı sayesinde elde etmişti. Resûlullah şöyle buyuruyor:

“Üsâme b. Zeyd, insanların bana en sevimlisidir. Öyle ümit ediyorum ki, o sizin salihlerinizden olacak. Ona iyilikle muamele etmeye bakın.”

* * *

Üsâme (r.a.), Resûlullah (s.a.v.)’in kalbine kendini sevdirecek bütün yüce sıfatlara sahipti. Ve kendisini onun gözünde yükseltecek bütün sıfatlara...

Nitekim o, Resûlullah’a dostluk ve yakınlık bakımından en ileri derecede bulunan ve ilk müslümanlardan olan bir anne babanın evladıydı.

Ve yine o, ilk İslâm çocuklarındandı. İlk besinlerini, cahiliye karanlıklarından kendilerine hiçbirşey bulaşmadan İslâm’ın temiz fıtratından alan çocuklardan...

Ve o, Allah kendisinden razı olsun, ilk gençlik yıllarından beri kuvvetli bir mü’min, imanın ve dinin gerektirdiği bütün vecibeleri büyük bir samimiyet ve azimle yerine getiren güçlü bir müslümandı.

Müthiş bir zekaya sahip olduğu gibi, olağanüstü derecede de mütevazı idi.

Kendisini Allah ve Resûlü’nün yolunda feda etmekte sınır tanımazdı...

Bu siyah tenli ve yassı burunlu insan, Hz. Peygamber’e son derece sevgiliydi. Çünkü Allah’ın insanlık için seçip beğendiği din insanlar üstünlüğün ve insanlığın kriterlerini değiştirmişti. Şöyle diyordu: “Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O'ndan en çok korkanınızdır.” (Hucurat, 13)

Bundan dolayıdır ki, Fetih günü Hz. Peygamber, bineğiyle Mekke’ye girerken arkasına da bu siyeh tenli yassı burunlu adamı, Üsâme b. Zeyd’i bindirdiğini görüyoruz.

Yine Kâbe’ye girişlerinin hemen her defasında sağında ve solunda Bilâl’i ve Üsâme’yi… iki siyahî adamı görüyoruz. Onlar, Allah Resûlü’nün kalbinde büyük bir onura ve yüceliğe sahiptiler.

* * *

Çok genç yaşında, henüz yirmisini aşmadığı bir devrede, Allah Resûlü onu bir ordunun komutanı yaptı. Ebû Bekir ve Ömer de bu ordunun askerlerindendi…!!

Bu durum müslümanlar arasında bir kargaşa ve hoşnutsuzluğa yol açtı. Genç bir delikanlının, içinde ensâr ve muhacirden ihtiyarların da bulunduğu bir orduya komutan olmasıydı bu hoşnutsuzluğa yol açan…

Nihayet bu hoşnutsuzluk haberleri Hz. Peygamber’e ulaştı. Bunun üzerine hemen bir konuşma yaptı. Şöyle dedi:

“Bazı insanlar Üsâme b. Zeyd’in komutanlığını eleştiriyorlar… Ondan önce babasının komutan olmasını da eleştirmişlerdi… Halbuki babası komutanlığa layık biriydi… Aynı şekilde Üsâme de komutanlığa layıktır… O babasından sonra bana insanların en sevgilisidir. Sizin salihlerinizden biri olacağını umuyorum. Ona güzellikle davranın.”

* * *

Ordu, hedefine doğru yola çıkmadan önce Resûlullah (s.a.v.) vefat etti. Fakat sahâbesine hikmetli vasiyetini bırakmıştı:

“Üsâme ordusu durmasın...

Üsâme ordusu mutlaka hedefine doğru gitsin..!”

Resûlullah’ın vefatından sonra halife olan Ebû Bekir, şartların değişmiş olmasına rağmen Peygamber’in bu vasiyetini mukaddes bilerek, yerine getirme konusunda ısrar ve ihtimam gösterdi. Ve Üsâme ordusu, Halifenin ricası üzerine Medine’de kalan Hz. Ömer hariç, hedefine doğru yola çıktı.

Bizans İmparatoru Herakliyus, Resûlullah’ın vefat haberiyle birlikte Üsâme b. Zeyd komutasındaki İslâm ordusunun engel tanımadan Şam tarafına doğru yürümekte olduğu haberini aldı. Ve hayrete düştü. Nasıl oluyor da peygamberlerinin vefatı bile onların yollarında ve kararlarında bir değişikliğe neden olmuyordu..?!

Böylece İslâm ordusu, Arap yarımadasını Şam sınırlarına kadar İslâm’ın beşiği hâline getirirken, Bizanslılar geri dönüp herhangi bir müdahalede bile bulunmadan kaçtılar.

Nihayet İslâm ordusu hiçbir kayıp vermeden muzaffer olarak geri dönünce, müslümanlar:

“Üsâme’nin ordusundan daha sağlam ve kazançlı bir ordu görülmemiştir.” dediler.

* * *

Bir gün Üsâme, Resûlullah’tan hayatının dersini almıştı... Öyle açık ve etkili bir ders ki... Üsâme, Hz. Peygamber’in vefatından Muaviye’nin hilafetinin sonlarında âhirete göçüşüne kadar bütün hayatı boyunca bu dersi unutmadı…

Vefatından iki yıl kadar önce Peygamber bir birliğin başında onu İslâm’a ve müslümanlara düşmanlık yapan bazı müşrikleri karşılamak üzere gönderdi.

Bu, Üsâme’nin ilk komutanlığı idi...

Başarı ve zaferle dönüyordu. Fakat başarı haberi Resûlullah’a kendisinden önce ulaşmış ve onu çok sevindirmişti.

Olayın kalan kısmını Üsâme’nin kendisinden dinleyelim:

“Nebi (s.a.v.)’e geldim. Fetih müjdesi ona gelmişti. Yüzü memnuniyetten hilal gibi parlıyordu. Beni kendisine yaklaştırdı ve: “Anlat bakalım.”dedi. Ben de anlatmaya başladım:

“Düşman bozguna uğramış kaçıyordu... Onlardan birine yetiştim, mızrağımla onu yere yatırdım. Adam “lâ ilâhe illallah” dediyse de dinlemedim onu öldürdüm.”

Allah Resûlü’nün yüzü birden değişiverdi:

“Yazık sana ey Üsâme! Lâ ilâhe illallah diyen birini nasıl öldürdün?!. Yazık sana! Lâ ilâhe illallah diyen birini öldürdün ha?!”

Bunu o kadar çok tekrar etti ki: “Keşke dünyaya gelmeyip de hiçbir şey yapmamış olsaydım.” dedim. Ve o gün İslâm’ın ne demek olduğunu iyice anladım. Ve bir daha böyle bir hataya düşmemek üzere Allah’a yemin ettim...

* * *

İşte, Dostun Oğlu Dost Üsâme’nin, Resûlullah’tan aldığı günden itibaren Allah’ın kendisinden razı olduğu bir kul olarak huzuruna yöneldiği güne kadar hayatını yönlendiren büyük ders buydu.

Gerçekten de etkili bir ders..!

Resûlullah’ın insaniyetini, adalet ve prensiplerinin yüceliğini, dininin ve yaratılışının yüceliğini gösteren bir ders...

Hz. Peygamber’in, ölümüne üzüldüğü ve onu öldürdü diye Üsâme’yi azarladığı kimse hem de müşrik bir savaşçı idi.

Ve “lâ ilâhe illallah” dediği zaman zalim kılıcı da elinde idi. Ve o kılıçta, müslümanların cesetlerinden daha yeni koparılmış et parçacıkları vardı... “Lâ ilâhe illallah” diyordu; ama bunu belki de öldürücü bir darbeden kurtulmak ya da yeniden müslümanlara karşı savaşa dönmek için kendisine bir fırsat hazırlamak için söylüyordu.

Fakat bununla birlikte kelime-i tevhidi söylemişti bir kere, dili onunla hareket etmişti ya, işte sadece bu sebepten dolayı o anda kanı müslümanlara haram olmuş, canı emniyet altına girmiş oluyordu..!

Damarlarında, içinde ve niyetinde ne olursa olsun...

Üsâme dersini iyice almıştı artık…

Resûlullah, hem de savaş esnasında böyle bir adamı sırf “lâ ilâhe illallah” dedi diye öldürmeyi hoş görmediğine göre... Ya gerçek ve samimi bir müslümanı öldürmek nasıl olur?

İşte bundan dolayı biz, Hz. Ali ve taraftarları ile Hz. Muaviye ve taraftarları arasında meydana gelen büyük fitne sırasında Üsâme’yi kesin bir tarafsızlık içerisinde görüyoruz...

Evet, o, Ali’yi çok seviyor ve onu haklı görüyordu; ama Allah ve Resûlü’ne inanmış bir mü’mini kılıcıyla nasıl öldürsündü? Kaldı ki, Resûlullah onu daha önce yenilip de kaçarken “lâ ilâhe illallah” diyen müşrik bir savaşçıyı öldürdü diye azarlamamış mıydı?

Bu durumda Hz. Ali’ye bir mektup gönderdi ve ona şöyle yazdı:

“Şuna kesinlikle inan ki, seninle aslanın pençesine bile seve seve giderim. Ancak sizin bu işinizi benim aklım almıyor doğrusu..!”

Ve müslümanlar arasındaki bu kavga ve savaşlar devam ettiği sürece evinden dışarı çıkmadı.

Bazı dostları gelip, onun bu tutumunu eleştirdikleri vakit onlara:

“Lâ ilâhe illallah” diyen hiçbir kimseyi hiçbir zaman öldüremem, ben buna yeminliyim.” diyordu.

O dostlarından birisi ona: “Peki, Allah “Fitne ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” (Bakara, 193) buyurmuyor mu deyince, ona şu cevabı verdi:

“Onlar müşriklerdir; biz fitne ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşırız.”

* * *

Ve hicretin elli dördüncü senesi... Üsâme Allah’a kavuşma arzusunda, ruhu bu arzu ile tutuşmakta, ilk vatanına dönmeyi istiyor...

Ve cennet kapıları, temiz ve müttaki bir kulu şeref ve memnuniyetle karşılamak üzere açılıyor...
 
Üst Ana Sayfa Alt