Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Soru Yilmaz Dündar Kimdir, Ehli Sünnet midir?

S Çevrimdışı

sessizruzgar

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Selamun Aleyküm Yılmaz Dündar kimdir, tasavvufla ilgili 2 kitabı var, ehli sünnete uygun mudur?
sen tanrı mısın kitabında İslam'a uygun olmayan şeyler var mıdır?
bilgilendirir misiniz?
 
M Çevrimdışı

Musluman.

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
As Yılmaz Dündarı Tanımıyorum Ama tasavvuda reddiye vermiş diye Bir adamı muvahhid sınıfına sokan bazı arkadaşlarımız oluyor.Dikkatli olmak gerek Abdulaziz Bayındır da aynısını yaptı hala bile onunla uğraşıyoruz.Şirk Sadece tasavvuda değil onu hatırlatmak isterim Saygılarımla
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Selamun Aleyküm Yılmaz Dündar kimdir, tasavvufla ilgili 2 kitabı var, ehli sünnete uygun mudur?
sen tanrı mısın kitabında İslam'a uygun olmayan şeyler var mıdır?
bilgilendirir misiniz?

405. sayfadan alıntı :

"Mesela, Muhyiddin ibni Arabî Hazretleri’nin bir görüşüyle Abdülkerim El-Ciyli Hazretleri, zamandaş olmadıkları için gıyabında çok nazik bir fikir tartışması yapmıştır."

712. sayfadan alıntı :
...
"Meşguliyet ona Allah’ı unutturmakla mı ilgili? “Ne güzel! Her şeyi unutuyorum, ölümü bile unutuyorum” mu diyor? Öyleyse işte o tanrı! Tanrılık iddiasında bulunan o yapı! O gece ne yapar? Eğer meşguliyeti yoksa bu sefer de kendisini uyuşturacak şeylere müracaat eder! Yeter ki unutsun; ölümü ve tanrılığının bir gün biteceğini ve “Allah var!”ı unutsun. Ya içip, ya uyuşturucuyla, ya eğlence dediği şeylerle uyuşacak, öyle şeylerle vakit geçirip kendisini oyalayacak! Veya ona göre arkadaşlar seçecek, kendisine ölümü ve Allah’ı hatırlatmayacak arkadaşlar seçecek. Öyle bir birinin yanına gidip biraz ölümden ahiretten falan bahsetseniz “içimizi kararttın ya!” derler. İçi kararan var ya, işte o tanrı! Tanrının içi kararıyor! İşte öyle komiktir onlar, salaktır; onlar çok salaktır çook! Salak olmasalar kendilerini Allah’a eş koşarlar mı? Allah Kur’an’da “şöyle yap” diyor, öyle yapmıyorlar! Ne cesaret ya! Olur mu? Salak cesareti! Bakın tanrı tasavvufla meşgul olunca ne yapar biliyor musunuz? Mecazlardan hakikati çıkarmayı önemser, öğrenir ve mecazlarla bağlanmaz! Şimdi bunu biraz açacağız, “ne demek?” bunu bilmek lazım: Her mecazın bir kadar hakikati yoktur! Bu yolda “mecazlarla perdelenme, mecazlardan hakikate git” denir. Ancak bu, mecazlar sayısınca hakikat vardır demek değildir!


İlla bir hakikat arayacaksan bu: Çokluk âleminde tüm mecazlar tek bir hakikate “İlla Allah’a” gider! Her mecazdan İlla Allah sonucuna varmalısın, bu hakikati bulmalısın."

469. sayfadan alıntı :
....
Sûfi için ilerlemede zikrullah çok önemli. Zikrullahı canlandıran, ona ruh katan, zikrullahın tesirini tahmin edemeyeceğimiz kadar arttıran, onu hedefe ulaştıran bir yanı ise, zikrullaha paralel olarak yapılan tefekkürdür.
Tefekkürle beraber zikrullah yapılabilirse, böyle bir alışkanlık kazanılırsa zikrullah çok çabuk etkisini gösterir.



134. sayfadan alıntı :
.....
İşte o halde insan “ben O’yum” der, yani “ben Allah’ım” der.
Yanılmıyorsam Şah-ı Nakşibend Hazretleri anılarında “iki kez başıma geldi” diyor o hal iki kez oldu diyor. Aynen öyle söyler kişi “ben Allah’ım” der. Ama o yanlış bir bakış açısıdır. Bu hali Hallacı Mansur’la da karıştırırlar! O “ben Allah’ım” demedi. Veya konuyu yani işin özünü hakikatini anlattığınızda farklı sorular gelebilir. Bundan yıllar önce böyle bir toplantıdaydık, bir şeyler yemiştik, bir genç çatalını kaldırdı; yani şimdi bu Allah mı dedi. O zaman bir cevap verdik, o da “evet” dedi ama! Şimdi düşünüyorum da yeterli olmamıştır gibi geliyor bana.
 
S Çevrimdışı

sessizruzgar

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Benim anladığım kadarıyla Yılmaz Dündar tanrı ve Allah'ın birbirinden farklı olduğunu söylüyor, Allah'a iman edilir, tanrıya tapılır diyor, ayrıca insanın kendine has bir gücün olmadığını söylüyor. Güç Allah’ındır, Hüküm
Allah’ındır, Mülk Allah’ındır! ayetlerinden insanın kendine ait güç ilan etmesini şirk (gizli) olarak görüyor ve bu şekilde kendinde bir güç ilan eden insanı tanrı olarak kitabında işlemiş. Bu kendinde güç ilan eden yapıdan (A takdim formu) kurtulup, şu* şekilde kelimei-tevhidi yaşayabilen bir kul olma( B takdim formu)
yolunu istemeyi, o yola girebilmek için dua etmemiz gerektiğini işlemiştir.



225. sayfadan alıntı
Biliyoruz ki insan/halifetullah bir Esma’ül Hüsna kompozisyonudur,
terkibidir, değil mi? Bu Esma’ül Hüsna terkibinde bir de Rabb ismi var! Bu
Esma’ül Hüsna terkibinin montajı, bu Esma’ül Hüsna terkibinin düşündüklerini
yapma gücü, bu Esma’ül Hüsna terkibinin kendisini ifade eden hali o
yapının içindeki Rabb Gücü’dür aslında. Varlığını hissettiğinde, kişi kendisini
takdim ederken kendisinde var olan bu Rabb Gücü’ne “benim gücüm”
der. Bu Rab’bın kendinde olan miktarını alır kendinin olarak ilan eder, “bu
bana ait bir güçtür” der. “ben bu hayatta varım ve bu güçle yaparım, hallederim”
der. Dolayısıyla, neye sahip çıkmış olur? Rabba! Yani gayet açık
söyleyelim; Rablığını ilan eder, kendinde var olan yetenekler çerçevesinde
Rablığını ilan eder. İster farkında olsun, ister farkında olmasın, “A” Takdim
Hali kişinin Rablığını ilandır, “ben bir Rabbım” demektir. Kendinde var olan
Rabbın “müstakilliyetini” ilan eder o. İşte bu yüzdendir ki, rablığın ilan edildiği,
“ben rabbım” denilen “A” Takdim Formu” tanrıların dünyasıdır.



79. sayfadan alıntı
La İlahe; tanrı yok! İlla Allah! Onu şimdi kendime
söylüyorum: La ilahe; kendini tanrı ilan etme! Tanrı yok; kendindeki Rabba
sahip çıkma! Kendindeki Rabba “BEN” diyerek bir bağımsızlık ve kişilik verme!
La ilahe öyle bir şey yok! İllallah İlla Allah! Efendimiz sallallahu aleyhi
vesellemin yaptığı okuma (İkra) bu! Çok önemli bir okuma bu; La ilahe!


şimdi benim anlamadığım insanın Esmaül Hüsna kompozisyonu olması sebebiyle içimizde bir Rabb gücü mü var?


Abdulmuizz Fida kardeş ehli sünnete aykırılığın nerede olduğunu ben çıkaramadım, Allah rızası için biraz daha açıklayıcı olabilir misin?

* la ilahe illallah:" bir başka varlık, bir başka müstakil bilinç yok, bir başka müstakil akıl yok, bir başka müstakil güç yok"
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
vahdet-i vucut sapıklığını organizeli şekilde tettipleyip tasavvufçulara sapıklıkta farklı bir boyut getiren ibn Arabi'ye ”Hazretleri" ifadesiyle durumunu deşifre etmiştir. Önceki alıntıladığım bölümleri iyi tefekkur edesin.
 
H Çevrimdışı

hakan.t

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Merhabalar,

Ben yaklaşık 3-4 senedir Yılmaz Dündar Hocamızı yakinen takip ediyorum. Ehli sünnete ters herhangi bir görüşüne rastlamadım. Aksine günümüzde ehli sünnete ait açıklanamayan ya da daha doğru ifade ile anlaşılamayan birçok husus ile ilgili net ve somut örneklerle anlatımlarla dolu sohbeleri. Genel tasavvuf ve vahdeti vücud önyargısı ile kesinlikle bakılmamalı. Zira "Ben" siz bir uluhiyet sarhoşluğu kesinlikle yok öğretisinde. Kendine has bir müfredat ve terminolojisiyle inanılmaz açık ve net olarak anlatıyor. Allah CC razı olsun, iyi ki karşıma çıkardı rabbim.

Kendisinin sohbetlerinden derlelen kitaplarında konu ile alakalı gördüğüm iki alıntıyı paylaşmak istiyorum.

İlki "İnşirah" kitabından;

Kimdir “BİR BİLEN?”

Bu “A” ve “B” yapılarını anlamak üzere size ilginç bir örnek vereyim şimdi de. Bu örneği önce akıllarda kalması için vereceğim. İkinci olarak da, “bir şeyi ne kadar basitleştirerek gösterebilirsek onunla o kadar büyük şeyler anlatabiliriz”, bunu gösterebilmek için veriyorum. ...Bir şeyi ne kadar basit gösterebiliyorsan, o basitlik içerisinde o kadar büyük şey anlatabilirsin. Gösterim karmaşıksa kişinin beyni o karmaşıklık içerisinde anlatılanın ancak çok azını anlar, çünkü beynin oradan çıkması zor olur. Bu yüzden örneğimiz bir çorap olacak! Bu zihinlerde kalması için, beynimiz için bir vesile, beyninize seyahat ettirecek bir vesile, ama bunlara hep misal gözüyle bakacağız.

Bir çorap düşünün, bu çorabın düzgün hali ahseni takviym misalidir. Ahseni takviym dünyaya gelmekle ters çevrildi; çorabı ters çevirdik, dışını içeri aldık, içini dışarı çıkardık; o zaman o esfele safiliyn oldu! Hala aynı çorap, aynı dokuma! Herşey aynı, ama çirkin yüzünü çevirince esfele safiliyn oldu! Ahseni takviym denilen düz hali onun dünyaya gelen hali değil, dünyaya gelen hal o değil. O düz hal, Tiyn Sûresi’ndeki “yemin olsun ki insan en güzel surette yaratılmıştır”; denilen ahseni takviym haldir! “Sonra esfele safiliyn’e itilmiştir, reddedilmiştir”. İşte aynı şey, çorabı ters çevirmekle aynısı oldu, o dünyaya geldi; esfele safiliyn oluştu! Dünyaya böyle geliyor, dünyanın şartı bu, diğer türlü gelemez. Olmaz, onun yeri ayrı, dünya için şart bu, dünyanın şartı bu!

Peki, sonra ne oluyor, sen ne yapıyorsun? Sen kendini bulduğun bu hale “BEN” diyorsun, bu pozisyona “BEN” diyorsun. Kendini bunun içinde bulduğun için kendini böyle hissediyorsun; kaydın bu ve sen buna “BEN” diyorsun. Bu hale, çorabın ters çevrilmiş haline sahip çıkıyorsun. Eğer bir kişi bizim açıkladığımız nefs-i levvameye girmeyip, inatla bu ters pozisyonda yaşamayı sürdürürse ve amel diye bu işlerle meşgul olursa, çorabın tersi olan bu hali âlim yapar, dindar yapar, bunu Hac’ca Umre’ye götürür. Ona çeşitli isimler verir; onu şeyh yapar, mehdi yapar, peygamber yapar… Bir şey değişmez, hala çorap ters çünkü! Kaydın üstündeki etiket değişir, çorabın tersi değişmez. Çorap terstir!

Çorabın tersiyle anlatmaya çalıştığımız bu hal Kur’an’da “asi” olarak anlatılmıştır. Bu asidir, düze isyan etmiş, ters davranmış, haddi aşmış yapıdır. Peki, buna mukabil, çorabın düzelmiş hali nedir? O Haniftir! Hanif budur, diğeri hanif olamaz. Hanif etiketi yapıştırabilirsiniz ama o hanif olamaz! Oysa Hanif’e etiket gerekmez! Düz çevirdiğiniz bu dünyada etiket yok zaten, “hal” var, o yüzden etiket gerekmez!

Bu asi halin birkaç özelliğini söyleyeyim. “Esfele safiliyn, asi, haddi aşmış” dediğimiz bu yapının ismi Kur’an’da çirkin olarak geçer, çirkin budur, buna çirkin denir. O size şeklen çok güzel gelebilir, onun şekline fiziksel yapısına hayran olabilirsiniz, onlar “sizin” vehimsel davranışlarınız! Ama Kur’ana göre bu hal çirkindir. Kur’ana göre, görüntüsü çirkin olan bu halin yaşantısı ise necistir, pistir, Kur’an buna necis demiş! Bunun pozisyonunun adı da soldur. Kur’an’da geçen sol ve sağın, normal hayatımızdaki sol ve sağla, dünyanın kullandığı sol ve sağla, siyasi bakışlarla hiç ilişkisi yoktur! Ters çevrilmiş bu halin, esfele safiliynin pozisyonunun adıdır sol! Sol onun yönü, yönünün adıdır! Ve bunun kalıbında buna yapışmış olan çok önemli bir özelliği vardır; ğıll. Bu esfele safiliyn yapıda ğıll vardır, bu yüzden Kur’an ona şerrul beriyyeh der; bu yaratılmışların en şerlisidir, Kur’an’a göre! Ama sen? Sen çorabın tersine, ters yüzüne “BEN” diyorsun hep! Yatırımı hep ona yapıyorsun, onu süslüyor onu gezdiriyor, onu önemsiyorsun… Oysa Kur’an ona pis diyor! Eğer bir de böyle ölürse, onun ismi o zaman ashabı nar’dır, Kur’an ona ashabı nar ve ashabı şimal diye isim verir. Ve bu haliyle aslında Yasin Sûresi 77. Ayetin yaşayanıdır o!

Yasin Sûresi 77: “İnsan görmedi mi ki biz onu bir nutfeden yarattık. Böyle iken bir de bakarsın o apaçık bir hasımdır”. Dindarsa bile! İslam’ı fark etmişse de böyledir, fark etmemişse de; Allah’a hasımdır! Fark etmemişse o işi daha fazla, daha farklı yapar! “Demişse demiş, ne olacak, biz böyle yapıyoruz” der, Allah’a hasımdır! Kişi bu ters çevrilmiş yapıyı değiştirmeden Allah’a hasımlıktan kurtulamaz, hali budur onun!

Bir de zıddı olan yapıdan bahsedelim. Eğer kişi yaşarken çorabı düzeltmişse, çorabın düzü haline gelmişse, gelebilirse, o zaman yine “BEN” der, “BEN” demeye devam eder. Ama bu sefer ahsene takviym yapıya “BEN” der ve bu “BEN” “B” Takdim Formu “BEN”dir. Asi olan diğer “BEN” deyişe “A” Takdim Formu “BEN” demiştik. Bunları anlatırken Yunus Emre’nin; bir ben vardır bende benden içeru deyişini de örnek vermiştik. Bakın şimdi işte o “içeru BEN”i, ters çevrildiği için içeride kalmış asıl “BEN”i dışarıya getirip düzeltiyoruz. Bu aslında çorabın hicret etmiş halidir, çorabın tersi düze hicret etti. Gerçek hicret budur; “A” BEN”den “B” BEN”e gelmektir. Hicretle ulaşılan bu “BEN” ahsene takviym yapıdır ve Kur’anı Kerim buna güzel demiştir, Kur’an’ın güzel dediği budur. Bunun yaşantısına da tahir demiştir, tahir; temiz! “Tahir olmadan dokunmayın” denilen hal bu haldir. Bunun pozisyonu sağ olarak tarif edilmiştir. Sağ, sağcı!

Dolayısıyla, özetlersek; senin çorabın tersini çevirip de “BEN” dediğin haller Kur’an’a göre soldur, o kişi solcudur ve ashabı meş’emeh diye geçer. Çorabın düz haliyle anlatmaya çalıştığımız “BEN” sağdır, o kişi sağcıdır, onlar sağcılar diye geçer. Onlar ashabı meymenehdir. Eğer çorabın dokuması hiç kalmazsa, yani kişi vehim yönetiminden çıkarsa Es-sabikûndur, diğer ifadeyle Mukarrebûndur. Meymeneh ve Sabikun gruplarının kalıbı Ğıll’den temizlenmiştir, onlarda ğıll yoktur! Bu yüzden de Kur’an bunlara hayrul beriyyeh der; yaratılmışların en hayırlısı bu haldir, Kur’ana göre. Bir de bu halle ölürlerse ashabul cennet’tir onların adı. Yani kişi ashabı meş’emeh ise o ashabı nardır. Ashabı nar’ın Kur’an’daki bir diğer ismi ashabı şimaldir. Ashabul cennet’in diğer adı ise ashabı yemindir.

Bu çorabın bir halinden de bahsedeyim, hatta iki cümleyi birleştirelim. Bu çorabın bir bileziği, ağız kısmı var. Burası nedir biliyor musunuz? Burası Hicret Köprüsü! “A” Takdim “BEN”in diğer “BEN”e geçmesi için bu hicret köprüsünden geçmesi lazım, başka türlü olmaz. Şart budur; hicret köprüsünden geçecek! Çorabın bileziğinden o hayatı tamamen geçirmek lazım. Bunu yapmadığınız takdirde siz dünyada çorabın ters olan bu haline “BEN” der durursunuz. Şeytan da o kişiye amellerini hep süslü gösterir. Kur’an’ın söylediği gibi “o kendisini hep doğru yolda zanneder”. O halini hırsla savunur ve öyle de yaşar…

Bu ters hali düzeltmenin yolu, hayatımızı bu hicret köprüsünden geçirmektir. Bilenlerin “size bir bilen lazım” dediği budur işte! Peki, bu Bilen kimdir? Çok dikkat ediniz lütfen! Sizin hayatınıza benzetmiş olduğum bu hali, yani çorabın ters olan bu halini kim düzeltirse, bunu kim yapabilecekse ona “Bilen” denir. Çorabı tarif edene, anlatana değil! İsterse hiçbir şey anlatmasın, eğer bu ters hayatı bu bilezikten, hicret köprüsünden geçiriyorsa o Bilen’dir. Bilen O’dur! “Bir Bilen’siz olmaz” demek, çorabı bu bilezikten geçiren olmadan olmaz demektir. Ama günümüz öyle bir idrak halini yaşamaktadır ki, kişi kendisini bir Bilen yapabilir. “Sen Tanrı mısın?” notlarında hep bunu anlatmaya çalıştık, hep kendi çorabını kendinin nasıl düzeltebileceğini anlattık, bunun yollarını, yöntemlerini paylaştık

Ayrıca ehli sünnet idrakıyla inanılmaz açık bir kader açıklaması, "Sen Tanrı mısın?" kitabından alıntıdır;

HAYATINIZIN BELKİ DE EN ÖNEMLİ KONUSUNU KONUŞUYORUZ, AHİRET HAYATINIZ DÂHİL!

Lütfen sabırla okuyunuz!

Birkaç cümle de kader konusuna giriş yapayım. Kader konusunu nasıl anlamalıyız, kaderin açıklanması bizi ikilemlerden nasıl kurtarır? Efendimizin söylediğini, hiç şüphesiz onu açıklamaya çalışacağım. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellemin açıkladığını paylaşmaya gayret edeceğim ve ...onun için de iki ayeti örnek tutmaya çalışacağım. İnsan Suresi 29. ayet ve İnsan Suresi 30. ayet. İnsan Suresi 29. ayetin bir mealini söyleyeyim; dileyen artık bundan sonra Rabbini seçer. Dikkat edin; “DİLEYEN!” deniyor, Bakın “serbestlik” var, çok dikkat edin! Zihinlerdeki ikilemleri ortaya koymaya çalışacağım. “Dileyen Rabbini seçer!” denince; yol ortada, iyi-kötü ortada ve dileyen Rabbini seçer! “29” böyle! “30”a gelelim; ve ma teşaune illa en yeşeallahu; “siz dileyemezsiniz Allah dilemedikçe”. Daha ileri mana; “dileyen YOK, illa Allah”. Bakın Kur’anı Kerim’in “beşer lisan” olmadığının bir kanıtını enteresan bir şekilde söyleyeceğim. Ben bilim adamı olarak ayet “29” ve “30”a benzer bir makale yazsam hiçbir bilim kurulundan geçmez. Çelişki var, bilime uymuyor, derler. Böyle bir makale yazsam ve de “29” ve “30”daki manalar yan yana olsa, bilim kurulundan red gelir; “yukarda ne söylüyorsun aşağıda ne?” der. Doğru değil mi? Peki, Kur’an’a neden diyemiyorsunuz onu? Niye korkuyorsunuz? “İçiniz” diyor ama! Kuran-ı Kerim’in birçok yerinde diyor ki, hala akıl etmiyor musunuz, hala düşünmeyecek misiniz, hala akıl etmeyecek misiniz? Neyi gösterir o? Bir serbestliğin olduğunu! Peki, Allah’a “kitapta çelişki var” neden diyemiyorsunuz?

Bakın sistem şöyle işliyor, şöyle gördüm sistemi. İnsan Suresi 29. Ayeti, “artık dileyen Rabbini seçsin” ayetini örnek aldığımızda: Bunu okuduğunuz zaman “bir serbestlik var, Rabbimi seçmeliyim, serbestim, karar vermeliyim” diyorsunuz. Ayet böyle diyor! Eğer bir kişi sadece İnsan Suresi 29’a inanmış ve onu telkin edecekse onu ve benzer ayetleri topluyor. Onun yazdığı kitapta İnsan-30’u bulamazsınız. O ayetlerin yanına hadislerin ona uygun “yarılarını” alıyor siz de okuyorsunuz: “Allah, Allah olduğu için ne yapacağımızı önceden bilmiş ve ona göre yazmıştır.” Aynen böyle yazıyor maalesef, lütfen inceleyin! “O Allah olduğu için, önceden bilir, O önceden biliyor, senin ne düşüneceğini ne yapacağını bilir. Onu bildiği için onu yaratmıştır. Senin de özel iraden var, bu yüzden sen serbestsin muhtarsın, muhtar iraden var, sen seçersin.” Bu cümleyi bu bir hükmü destekleyecek ayetleri buluyor, seçiyor. Hadislerin de içinden o cümleleri alıp bir makale yapıyor. Okuyan mutlaka buna inanır mutlaka! Çünkü hepsi ayet, hepsi hadis! Hüküm o kişinin hükmü ama, altına ayet ve hadis koyunca artık okuyan ona inanacak. Bir grup böyle!

Diğer grup İnsan Suresi 30’u, “dileyen YOK, illa Allah” ayetini alıyor; ve ona benzer ayetleri toplayıp koyuyor, hadislerin de ona ait kısımlarını koyuyor. Okuyan başka yerlerden şartlanmamışsa bu sefer o da buna şartlanıyor. Diyor ki; tamam bu böyle. İkisini yan yana getirdiğiniz zaman bu grup da ayet ve hadisleri söylüyor, bu grup da! O zaman Kur’an’da “ikilem” mi var?! Eğer Hadid Suresi’ndeki kaderle ilgili ayetleri bir makale olarak yazsam, yanına da “artık akıl etmeyecek misiniz?” yazsam benim makalem hiçbir kuruldan geçmez. “Çelişki var makalende, böyle bilim olmaz!” derler. “Ya onu, ya bunu de” derler. Ama Kur’an ikisini de diyor! Çok önemli bu, bu çok önemli! Bakın şimdi çok farklı ve önemli bir şekilde bu ikilem görüntüsünü kaldıracağız!

Kaderle ilgili olarak şu iki soruya mutlaka cevap bulmalısınız:

1-Neye inanacağım?
2-İnandım, şimdi ne yapacağım?

Kimin kader açıklaması olursa olsun, o açıklamada bu iki sorunun cevabını mutlaka görmelisiniz. Bir açıklamayla karşı karşıyasınız, Hz. Muhammed’in açıkladığı kadere uygun mu anlamak istiyorsunuz, “neye inanacağım?” diye sordunuz. Size inanacağınız cümleyi yazdı. Baktınız; “tamam doğru olduğuna inandım” dediniz. Şimdi de “ne yapacağım, nasıl davranacağım, nasıl bir fiil ortaya koyacağım?” sorusunu sormalısınız. Onu da yazdı, not etiniz. Şimdi iki tane cümleniz oldu ya; bu iki cümle de Kur’an-ı Kerim’e ters düşmeyecek. Burası anlaşıldı mı? Burası çok önemli! Hayatınızın belki de en önemli konusunu konuşuyoruz, ahiret hayatınız dâhil! “Neye inanacağım?” dediniz, bir cümle söylendi. Bu cümle Kur’an’a uygun olacak! “Peki, buna göre ne yapacağım?” dediniz, kaderi açıklayan onu da söyledi. Baktınız, ikisi de Kur’an’a ve hadislere uygun olacak!

Bakın; “İnsan-29”u ele alanlara, yani “aklınızı kullanın, artık akıl etmeyecek misiniz, tefekkür edin, düşünün, dileyen Rabbini seçer” gibi ayetleri alanlara bu ayetlerde önerilen nedir? Bir davranış biçimidir! Çok dikkat ediniz lütfen izahta zorlanabilirim, konu çok önemli ve ağır! Bir davranış biçimidir değil mi, “aklınızı kullanın” bir davranış biçimidir, “dileyen Rabbini seçer” de bir davranış biçimidir, iman değil. Dikkat edin inanılacak bir şey değil, davranış biçimi! Demek ki, grubun birinin seçtiği ayetlerin hepsi bir davranış biçimi, inanılacak şey değil. İşte bunlar “neye inanacağım?” sorusuna cevap uyduruyorlar. Buna cevap olarak uydurdukları hüküm ayet ve hadislerde yok! Topladıkları ayetlerdeki davranış biçimine uygun bir imanı uyduruyorlar, öyleyse şuna inanmak lazım diyorlar! Davranış biçiminin anlatıldığı kısım ayet ve hadis, ama inanılacak şeye yönelik açıklama uydurma! Siz ayet ve hadislere inandığınız için uydurmaya da inanıyorsunuz, izah edebildim mi? Yazdıklarına baktınız; ayet-hadis. İnsan Suresi 29 veya diğer ayetler, öyle olunca hepsine inandınız. Bu arada iman edilecek şeyle ilgili uydurmaya da inanıyorsunuz! Nasıl anlaşmıştık oysa? “Ne yapacağım?” sorusunun cevabı Kur’an’a uyacak, “neye inanacağım?”ın cevabı da Kur’an’a uyacak! Buradaki açıklamada “neye inanacağım?”ın cevabı Kur’an’a uymuyor! Ne öyle bir hadis var, ne öyle bir ayet var!

Şimdi de diğer anlayışa bakalım. Onlar ise sadece İnsan Suresi 30. Ayet ve benzerlerini alıyorlar. Bakın bu ayet davranış biçimi mi, iman mı? “Dileyen YOK illa Allah” inanılacak bir şey, yani iman, öyle değil mi? İman! Bu ayeti alıp imanla ilgili olarak koyuyorlar, dolayısıyla iman uydurmuyorlar. Bu kez ne noksan? Davranış biçimi. Onlar da davranış biçimini uyduruyorlar. İşte “batıl fırkalar” böyle oluşuyor! Birinci anlattığım da günümüzdevardır, çok yaygındır ve batıl fırkadır, şimdi söylediğim de geçmişte vardı, günümüzde de vardır ve batıl fırkadır. Bunlar da “ne yapacağım?” sorusuna cevap uyduruyor, ne yapacağını uyduruyor; “öyleyse namaz kılmana gerek yok, dileseydi olurdu” diyerek davranışları kendisi uyduruyor! Neye iman edeceğimizi açıklayan ayetler yüzünden, bu kez de davranışlarla ilgili uydurulmuş olana inanıyorsun. Anlaşılmayan yer var mı?

Bakın Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellemin kader konusunda açıkladığı ne? “İnsan-30”a inanacaksın, “İnsan-29” gibi yapacaksın. İkilem kaldı mı? İnanılacak şey de Kur’an’ı Kerim’de, yapılacak şey de Kur’an’ı Kerim’de! İkilem yok! Beşer de değil, beşer olsa bilim kurulu reddediyor. İnsan Suresi 30’a inanacaksın, İnsan Suresi 29 gibi davranacaksın. Eğer bir kişi İnsan Suresi 30’u alır ona uygun fiiller uydurursa bu sapmış fırkadır, bir kişi İnsan Suresi 29’u alır buna uygun bir iman uydurursa bu da sapmış fırkadır. Eğer Gunyetü’t Talibin’i okursanız, bu fırkalar aynıyla orada da var.
Yaşantı içerisinde ilişkileri nasıl düzenleyeceğine de etmesi lazım kişinin. Allah’a yöneldin; İnsan Suresi 30. ayete göre yönelecek ve konuşacaksın. İnsana yöneldin; İnsan Suresi 29’a göre konuşacaksın. Bunu da karıştırırsanız olmaz. İlişki kuruyorsun, konuşuyorsun ya insanlarla, İnsan Suresi 30’a göre konuşursan sistem bozulur. Hem anlamazlar, hem sistemi bozarsın, hem de bilgin gösterişe girer. Mesela İnsan Suresi 30’a göre konuşursan bir çocuk yetiştiremezsin! Bir çocuk yetiştireceksin, “dileyen yok illa Allah”ı nasıl öğreteceksin çocuğa? Böyle sorularla tasavvufta çok karşılaşırsınız; “biz bu bilgiyi çocuğa nasıl vereceğiz?” diye. Orada İnsan Suresi 29’u kullanacaksın! Çok dikkat ediniz, hiç çelişki yok! Tam tersine, beşer dışı beşerin kavrayamayacağı bir yapı var! Çünkü ben beşer olarak ona benzer bir iş yapsam bilim kurulu reddeder, “öyle bir şey olmaz” der. Ama bu Allah işi. İnsanlarla ilişki kuracağın zaman, İnsan Suresi 30’a göre davranırsan yanlış olur. Mesela birisini bir yere çağıracaksın, “çağırsam mı çağırmasam mı? Nasibinde varsa gelir.” Niye? “Benle ilgili değil ki, Allah’la ilgili. Dilemişse olur” dedin yanıldın! Bu İnsan Suresi 30’a göre fiil uydurmadır, batıldır. Çok dikkat ediniz, bu batıl fırkadır; İnsan Suresi 30’a göre fiil uydurdun. Halbuki o ilişkide İnsan Suresi 29’u kullanacaksın, “dileyen Rabbini seçer”e göre davranacaksın. Rabbin ne demişse onu yapacaksın. Örneğin, namaza yaklaştığında seccadeye İnsan Suresi 29’a göre gideceksin, aksi halde gitmene gerek yok ki, dileseydi giderdin. “Dileyen Rabbini seçer”e uyup seccadeye gidersin. Gittin, İnsan Suresi 30’a göre “Allahuekber” diyeceksin. Bitti artık ondan sonra, Allah’a yöneldin hukuk değişti!


Sohbetleri bunlar gibi onlarca açık ifade ve örnekle dolu. Rabbim cümlemizi sıratı müstakim'den ayırmasın. Allah'a emanet olunuz.
 
H Çevrimdışı

hakan.t

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Merhabalar,

Kitabın "başını" okuyarak bu denli hüküm verircesine "keskin" değerlendirmeler yapmak bence çok doğru değil. Zira bu denli kişi ve kitaplara genel bakış ve yaklaşımda zaten bir önyargı mevcutsa anlatılanları da bu pencereden değerlendirmek mümkün. Yukarıdaki ilk yazımdaki iki örneği kitabın "başından" değil içerisinden genel öğretiye Yılmaz Hoca'nın bakışını anlatmak üzere vermiştim. Eğer Yılmaz Hoca dediğiniz gibi "Vahdeti vücud" tabanlı bir öğretiyi bize anlatmaya çalışsaydı, özellikle "Sen Tanrı mısın? kitabında sayfalarca nefsin şerrini ve vehmin zulmetini anlatmaz, nefsin yokluğunu, vehimn yokluğunu bunların hepsinin Allah CC'de yok olduğunu anlatır ve yukarıdaki örnekle ilişkilendirirsem, çorabın olmadığını anlatırdı. Kimsenin bilgisini sınayamam, haddim de değil ama biri yada birşey hakkında bulunduğu bilgi düzeyi ile "hüküm" vermek hele hele yunan felsefesinden din icad ediyor dercesine hükümlerde bulunmak bence oldukça tehlikeli. Kendisinin öğretisiyle hayatımın değiştiği ve yakın çevremde de hayatı değişenleri, Yılmaz Hoca'dan sonra Kuran'a ve sünnete, özellikle de namaza sıkı sıkı yapışanları görseniz acaba yine böyle düşünür müydünüz? Neyse son bir alıntı ile bitireyim;

Yılmaz Dündar Hoca özellikle tasavvuf yolundaki öğrenilen bilgiler ile kişinin amel üretmeden sadece bilgi almasına ilişkin bir uyarıda bulunuyor "inşirah" kitabında.

NE DÜŞÜNDÜN DE CENNETE GİTTİN?” DİYE BİR ŞEY YOK, “NE YAPTIN DA CENNETE GİTTİN?” VAR.

Bâtınla amel yapılmaz! Amel zahirle yapılır ve insanı kurtaracak olan ameldir! İnsanı ahiret hayatında kurtaracak olan şey amelidir. “Ne düşündün de cennete gittin?” diye bir şey yok, “ne yaptın da cennete gittin?” var. Bir şeyi “yanlış düşünerek, yanlış inanışla” yaparsan zaten yaptıkların boşa gider, o ayrı i...
ş. Ayetlerden öğreniyoruz ki, yanlış düşünerek, yanlış düşünceyle yapıyorsan [şirk koşarsan] amellerin boşa gider. Şirk koştun mu bitti, o zaten hesaba alınan bir şey değil! Ama sadece düşünerek, doğru düşünerek cennete gidilmez. O doğruyu yaparak gidilir, amelle gidilir, bu yüzden de “Aminû ve amilus salihati” prensibi önemlidir. İşte onun için bâtınla amel olmaz! Hele de gözünüzü kapatıp hayal kurarak bâtın yakalıyorsanız hiç amel olmaz. Onun adı ham hayaldir. Kişi kendisini ibadette zanneder, ama öyle bir ibadet yoktur; amel yapamadığınız bir ibadet yoktur.

Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin hadisi şöyledir: “Her şeyin taşkınlığı olduğu gibi bilginin de taşkınlığı vardır. Taşkın olan bilgiden korununuz”. Bilgi taşkınlığı nedir? Bir kere seni ikileme düşüren bilgidir, bilginin seni Hakk Yol’da tereddüde düşürmesidir. Böyle bakıldığında, az bilgili olup da ikileme düşmeyen kişi daha şanslıdır! Düşün şimdi: Normal biçimde, güzel güzel salâtını ikame ediyorken din adına bir bilgi duydun ve tereddüde düştün: İnsan salâtını ikame etmeli mi, etmemeli mi? O bilgi seni tereddüde düşürdü, sende taşkınlık yaptı, bu bilginin sana ne faydası var? Bu yüzden her şeyi öğrenmeye çalışmak şeytana kapı açar. Peki, nasıl bir yolla öğrenmeli?

Dengeleyerek! Bilgin kadar ameli, amelin kadar bilgiyi dengeleyeceksin. Daima, öğrendiğin bilgiyi bir amelle dengeleyeceksin, onu hayata geçireceksin. Hayata geçiremediğin bir bilginin peşine koşarsan ve onu da yığarsan taşkınlık olur. Zaten hadiste de “bilgi zararlıdır” denmiyor, “taşkınlığı zararlıdır”! Amele çeviremediğin bilgileri yığar da taşkınlık oluşturursan sana zarar verir. Neden? Fitneye düşürüp amelden uzaklaştıracağı için. Bu yüzden amel zahirle yapılır, daima!

Peki, bâtınla amel olmaz mı? Şöyle olur: Bir kişi zahirle amel ediyorsa ve amelinde de ihlâsı yakalamışsa onun daha önce bâtın diye bildiği bilgi onda zahir olur. Dolayısıyla yine zahirle amel yapar. Bir bâtın bilgi sizde zahir olmadan onunla amel yapamazsınız. O bâtın bilginin sizde zahir olması için, siz o bilgi kulvarının zahirinin ne olduğunu iyi öğrenip amele çevirmeli, sonra da onun ucundaki bâtının sizde zahir olmasını beklemelisiniz. Ki amel yapasınız!

Allah'a emanet olunuz
 
A Çevrimdışı

a.bayram

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Selamu aleykum.
Birkaç kitabını okuduktan sonra bende şu kanaatler hasıl oldu. Ehli sünnettir yada değildir demek istemiyorum. Ben sadece tespitlerimi yazıyorum. Gerisi merak edenlerin vazifesi olsun.
Sanki Ahmet hulusiyi okuyor gibi hissettim. Hulusi bidat ehlidir. İnsanların evrim sonucu geliştiğine inanan ahmağın biridir. Cebriye ekolüne çok yakındır. Ehli sünnete hakaret eder.
Yılmaz dündr, kitaplarında.
İnsanın dünyaya esfelesafilin formatta Biçimde başladığını söylemiş. Garipsedim anlayamadım üzerinde pek durmadım. Ehli sünnet ne demiş dedim bu konuda Biraz tahkik ettim baktım benzer bir anlatım yoktu.
Kitaplarında bazı Ayetlerin tefsirini yapmış Kafasında kurguladığı bir tasavvuf anlayışı var. Bunu Bu ayetlerle desteklemeye çalışmış. Bunu yaparken Ayetlerin bütünlüğünü ve diğer ayetlerle olan ilişkisine önem vermemiş kendi tahayyülünü anlatmış. Yine ehli sünnet kaynaklara başvurdum. Yine benzer bir anlatıma rastlamadım. Tin suresi bunlardan biri. Merak edenler Ehli sünnet tefsirlerine bakabilirler ve yılmaz dündarın aşağıların aşağısı kitabında bu ayetlerin sadece bir kısmı tefsir edilmiş ikisini kıyas edebilirler.
Birde günümüzün tartışmalı sözde din adamları var onların da yapmış olduğu tefsirler mevcut yılmaz dündarı bunlara daha yakın gördüm.
Ahmet hulusi piyasada çok rastlandığı gibi Arapça bilmeyip meal yazan ve bu meallerle tefsir yapmaya çalışan bir zattır. Yılmaz dündar da böylemidir diye baktım kısa bir araştırma ile Mütefennin olduğunu öğrendim. Yani ilim ehli ancak islami ilimlere pek te vakıf değil gibi görünüyor.
Hocası da muhtemelen Ahmet hulusi. Herhangi bir icazetine de rastlamadım. Kitaplarında ehli sünnet olduğuna dair bir ibareye de rastlamadım. Sosyal medyada takipci profiline baktım. Ahmet hulusi takipçilerinin Yılmaz dündarı da takip ettiğini gördüm. Bir kaç videosunu dinledim ahmet hulusiye methiyeler dizdiğini işittim.
Sitede bir kaç kişiye soru sordum Kimileri ehli sünnetin ne olduğunu dahi bilmiyor. Bir kısmı da ehli sünnettir diyor. Okuduklarımdan bunu anladım diyor. Bu da tuhafıma gitti. Adamın takipçileri kendi kısıtlı ilimleriyle ehli sünnet olup olmadığına karar veriyor hatta ehli sünnete aykırı bir söylemine rastlamadım diyor. Soruyorum ehli sünnet akidesini nereden öğrendiniz Tümüne hakimmisiniz ki de kıyas yapıyorsunuz. Cevap alamadım. Bu sayfada da benzer yorumlar yapılmış.

Netice itibarıyla Bu konunun cevabının zatın kendi sitesinde yada kitaplarında açıklanması gerekir. Onun dışında biz karar yada hüküm vereme makamı değiliz ancak tahmin edebiliriz.
isteyen istifade edilebilir. Ancak dikkat edilmesi gereken bir şahıstır.
Bana göre zaman israfıdır. Günümüzde ehli sünnet tarafından açıklanamayan yada tartışmalı bir mesele yoktur. Bu yüzden maceraya da gerek yoktur.

Selam aleykum
 
A Çevrimdışı

asiyrik

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
eslamu aleykum. camimizde gördükten sonra bazı kitaplarını inceledim. ayrıca bazı takipçileriyle tanıştım. kendisiyle ve facebook sayfasını yöneten kişiyle internet üzerinden mesajlaştım. aklımdaki soruları sordum ve tahmin ettiğim gibi son derece tatmin edicilikten uzak cevaplar aldım.

kendisi maalesef arapça ve dini ilim konusunda eksiği olan, hatta belki doğru düzgün hiçbir bilgisi olmayan ve bunu kendisi de beyan ve kabul eden birisi. gördüğüm üzere yukarıdaki arkadaşın dediği gibi ahmed hulusi takipçileri onu da takip ediyor. yine gördüğüm kadarıyla kitaplarında kullandığı meal de ahmed hulusinin.

internet sayfasında öylesine incelediğimde gördüğüm bir sohbetinde mesai sebebiyle namazınızı cem edin demiş. seferi olmayanın bu şekilde namaz cem etmesi hanefi, şafi ve maliki mezheplerine göre caiz değildir. sadece hanbeli mezhebinde ve belli şartlar oluştuğunda caizdir. bunu belirtmeden bunu yapın derseniz, kafanıza göre fetva verirseniz, halkının önemli kısmı hanefi ve şafi olan halkımızı tek bir amelle mezhepsiz yaparsınız. her mezhebin işine gelenini alır, gelmeyeni atarsınız ki, yasaktır, ehl-i sünnetin dışına çıkmış olursunuz.

burçlar üzerine küfür çıkarımı yapmış bir kitabında. şu burçtaki kişiler şöyle küfre düşer, diğeri böyle gibi.. ehl-i sünnette böyle bir şeye rastlamadım, kaynak da göstermemiş zaten kitaplarında.

benim kendisiyle yazışmama vesile olansa, kıyame suresindeki bir ayete kendince meal ve hatta tefsir yapmasıydı. arapça bilmediği için, ayette "La uksimu bin-nefsi-l levvame deniyor, bi kullandığı için billahi anlamındaki nefse yemin ediyor" demiş. billahi anlamda nefs dediği şeyin açıklamasını yapmış kendi yaklaşımıyla. bir önceki ayete baksa, zaten "bi" olmadan "-e, -a" anlamı olamayacağını kendisi de görecekti. bunu söylediğimde, bir önceki ayette de "billahi anlamında kıyamet gününe mi yemin ediliyor, diğer birçok ayette kasem var, sizce onlar da mı öyle" dediğimde, arapça bilmeden ilim olmaz mı gibi sözlerle geçiştirerek sorunun üzerini kapatmıştı. bir de "bunları boşverin siz istihare yapın benimle ilgili" minvalinde bir şeyler demişti. iskender evrenesoğlunun da insanları buna yönlendirmesi ve sonra istiharelere başka varlıkların müdahalesi gibi hususlar çok konuşulur ya hani, aklıma farklı varlıklarla bağlantılı mı sorusu gelmedi değil. ama bilemem tabii ki.

daha başka birkaç konuda daha yazıştık, dediğim şekilde, alınan cevaplar bilgiye, delile değil zannlara dayanıyordu.

neticede üstteki arkadaş şunu çok doğru söylemiş, ehl-i sünnet dışına çıkmak çok kolaydır ve çıkmamak için yapılması gereken maceradan uzak durmaktır. kendisi üzerinde yeterince şüphe oluşturacak kanıya ve kanıta sahip oldum, bana soranlara da gerekli uyarıları yaptım. buraya da yazmış olalım, üzerimizde borç kalmasın..
 
Üst Ana Sayfa Alt