Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Zalim, Adil ve Muhsin

ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Zâlim, senden yararlanmak isteyen ve malını gasbeden, karşılığını geri vermeyen veya senin zarar etmen pahasına kendine fayda sağlayan kimsedir.


Âdil, tıpkı satıcı gibidir. Hakkını verir. Ne lehine, ne aleyhine davranır. Karı-koca, alıcı-satıcı ve iki ortak gibi her biri diğerine muhtaçtır, her birinin varlığı diğeriyle bütünleşir.


Muhsin ise iyilik yapan kimsedir. Fakat iyiliği senden elde edeceği bir karşılık sebebiyle yapmaz. Muhsin, ihtiyaç duyduğu ve hayrına olduğu için iyilik yapar. İyiliğinden haz duyarak, arzu duyduğu sevâb, iltifat, hürmeti ve iyilik yaptığı kimseye yakınlık v.s. gibi şeylere erişerek yararlanmış olur.


Demek ki Muhsin, her hâl ü kârda kendi çıkarı için sana iyilik etmiş. Diğer insanlar da sana ikramda bulunuyor, hürmet ediyorlarsa, sana muhtaç oldukları, sayende kendi çıkarlarını sağladıkları içindir. Bu çeşitli yollarla olabilir. Meselâ karşılıklı yarar sağlama yoluyla olabilir. Alıcı satıcı, ortaklar ve karı-koca arasında olduğu gibi. Çünkü bunlardan her biri diğerine muhtaçtır. Efendi kölelerine, köleler efendilerine, hükümdarlar orduya, ordular hükümdarlara muhtaçtır. Dünya böyle kurulmuştur. Veya senin onlara iyilik yapman şeklinde de olabilir. Yakınların, arkadaşların ve başkaları, sana, sen böyle olduğun için izzet ve ikramda bulundukları zaman, evet seni severler, sana izzet - ikram yaparlar, ama bu, sayende ikrama nail oldukları içindir. Söz gelimi sen onlardan yüz çevirirsen, onlar da senden yüz çevirirler, seni terkediverirler. Demek ki onlar gerçekte kendilerini, kendi gayelerini seviyorlarmış.


Hükümdarlardan tut da daha aşağı seviyede olanlara kadar herkes itaat edilen bir efendi gibi görünürler, ama aslında itaat etme durumunda birer köledirler. Herhangi biri efendisi veya kölesi sebebiyle eziyet görecek olsa duruma göre artık işler tümden değişir. Onlara muhtaç duruma düştüğü zaman artık sana ne sevgileri kalır, ne ikram ne de hürmetleri. Belki ihtiyâcını görürler o kadar.


Yüce Rabbimiz ise bundan münezzehtir. Hiçbir yaratık O'nun nimetlerinin karşılığını ödeyemez, kimse O'na lütuf ve ihsanda bulunamaz. Bu sebeble Resûlüllah (s.a.v.) sofra kaldırıldığı zaman şöyle buyururdu:
«Allah'a yetinilmez ve yetilmez, nankörlük edilmez, vazgeçilmez, yapmadan edilemez, iyi, çok ve mübarek hamdlerle hamdolsun, ey Rabbimiz» (Buhari, Et'ıme 54; Darımı, Et'ıme 3; Ahmed bin Hanbel lV/236).


Buhari bu duayı Ebû Ümâme' den rivayet etmiştir. Evet, kul Allah'a lütufta bulunamaz. Aksine kuluna karşı yegâne lütufkâr, yegâne nimet verici Allah'tır. Bu konuda yalnızca O var, hiçbir ortağı yok. Mahlûkatın üzerindeki nimetlerin hepsi Allah'tandır. Kulun mutluluğu ihtiyacını tamamen Allah'a arzetmesinde, tamamen O'na muhtaç olmasında ,bunu kabul ve îlân etmesinde, bunun farkında olarak kulluğun gereğini yapmasındadır. Çünkü insan ihtiyaç içindedir de bunun farkında olmaz. Meselâ malı kaybolur, bilmez duruyor sanır. Kaybolduğunu anladığı anda tavrı değişir. Aynı şekilde bütün yaratıklar hep Allah'a muhtaçtırlar. Fakat kâfirler ve münafıklar bunun farkında olmayıp hep gaflet içindedirler; bunu bir türlü akıllarına getiremezler. Mü'min bunun farkındadır. Bunu ikrar eder. İkrarının gereğini de yapar. İşte kul budur.


Öyleyse hem insan, hem diğer bütün yaratıklar sadece Allah'a muhtaçtırlar. Muhtaç oluşları her birinin ayrılmaz özelliğidir. Herhangi birinin yaratıcısından başkasına muhtaç olması imkânsızdır. Allah'tan başka hiçbir varlık kendi kendine yetemez. Eksiksiz, eşsiz ve başka her şeyden müstağni olan yalnızca O'dur. Kendisinden başka her şey O'na muhtaçtır. Kul da, hem Rab olması, hem ilâh olması açısından Allah'a muhtaçtır. Bu, yer yer izah edilmişti.


İnsan dâima günah işler. O halde insan hem günahkâr, hem muhtaçtır. Yüce Rabbi ona rahmet eder, bağışlar. O bağışlayıcıdır, rahmetlidir. Rahmeti ve lütfü olmasaydı hayır diye bir şey olmazdı. Bu dünyada da olmazdı, âhirette de. Bağışlaması olmasaydı kul günahlarının şerrinden korunamazdı. O dâima nîmetlenmeye, zarar ve şerden kurtulmaya muhtaçtır. Nîmet ancak O'nun rahmetiyle elde edilir ve şer ancak O'nun bağışlamasıyla uzaklaştırılır. Çünkü şerrin sebebi kulların işledikleri günahlardan başka bir şey değildir.



Cenâb-ı Hak buyurur ki :
«Sana ne gibi bir iyilik dokunursa o Allah'tandır. Ne gibi bir kötülük dokunursa, o da sendendir» (4 Nisa 79).


Kötülük (seyyiât), kulun hoşuna gitmeyen felâket ve belâlardır. İyilik (hasenat) ise, kulu sevindiren nimetlerdir. Şu âyette olduğu gibi:
«Biz onları hem iyiliklerle, hem kötülüklerle imtihan ettik» (7 A'râf 168).
Nimetlerin, hayrın ve rahmetin tamamı Allah'tandır; sırf O'nun lütfü ve bağışıdır. Hiçbir varlık kendi yönünden Allah'a karşı bir hakka sahip değildir. Ancak Allah'ın kulları üzerinde hakkı vardır. Bu hakkı zâtına ait kılan O'dur. Yaratıklardan kaynaklanmıyor bu. Yine O'ndandır. Nitekim bu konu da yer yer açıklanmıştı.
Felâketler kulların günahları ve işledikleri kötülükler nedeniyle meydana gelir. Buyurur ki:
«Size hangi bir musibet dokunsa hep ellerinizin kazandığı, işlediğiniz şeyler sebebiyledir. Gerçi O, bir çoğunu da affediyor» (42 Şûra 30).
Nimetlere gelince, her ne kadar kulun yaptığı ibâdet ve tâat sebebiyle oluyorsa da, Allah o ibâdet ve tâatlerin sevabını zaten veriyor. O halde Allah Teâlâ kuluna nimet veriyor: İtaat ettirerek nimet veriyor, sevab yazarak nimet veriyor. Çünkü kulunu yaratan O, müslüman kılan O, boyun eğici ve itaatkâr kılan O'dur. İbrahim Halilullah (a.s.) da böyle söylüyor:
«Beni yaratan... O, beni hidâyete erdiriyor... Bizi Sana teslimiyyet gösteren (müslüman)lar kıl... Beni namaz kılan eyle» (26 Şuarâ 78, 2 Bakara 128, 14 İbrahim 40).
Allah buyurur ki:
«Onlar sabredip âyetlerimize hep kesin îman üzere olunca, onları bizim tasarrufumuzla yol gösteren hidâyet rehberleri kıldık» (32 Secde 24).
İbrahim (a.s.), Rabbinden, kendisini teslîmiyyetli ve namaz kılıcı etmesini diledi. Yine Allah şöyle buyurur:
«Fakat Allah size imânı sevdirdi ve onu kalbinize bezedi... Allah'tan bir lütuf ve nimet olarak»(49 Hucurad 7)
Ebû Dâvûd ve İbn Hıbbân'ın Sahîh'lerinde şu hadîs geçer :
«Bizi selâmet yollarına ilet. Karanlıklardan kurtar, aydınlığa ulaştır. Bizi nimetlerine şükreden, bundan dolayı sana hamdeden kullar et. Nimetlerine muhâtab kıl ve bize nimetlerini tamamla» (Ebû Davûd, Salât 178)
Fatiha'da da şu geçer:
«Bizi sırât-ı müstakime ilet» (1 Fatiha 6).
Taberânl, İbn Abbas ' tan şunu rivayet eder:
«Resûlüllah (s.a.v.)'in arefe akşamı yaptığı dualardan birisi de şu: Allah'ım, sözlerimi sen işitir, bulunduğum yeri sen görür, gizlimi ve açığımı sen bilirsin. Hiçbir işim sana gizli kalmaz. Ben, yoksun ve muhtacım. Yardım isteyen, iltica eden, korkan, çekinen, günahını itiraf eden kulunum. Senden bir yoksul gibi dilenir, aşağı bir günahkâr edasıyla sana yalvarır; korkan, titreyen bir mazlum, boynu bükük, boynu sana kıldan ince, varlığı emrine amade bir kul tavrıyla sana dua ederim. Allah'ım beni dualarımla bedbaht etme, bana rahmet et, acı; ey dilenilenlerin en hayırlısı, verenlerin en iyisi!»
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt