B - ASRI SAADET´TE TASAVVUF VARMIYDI ?
Arapça suf, yunanca sophia (hikmet) veya Ashabı Suffa`ya izafeten verildiği söylenen bu isim aslını nereden alırsa alsın, çıktığından, kullanılmaya başlanıldığından bu yana bilhassa müslümanlıkta önem kazanmış, yayılmış ve nerede ise asıl İslam veya İslam’ın aslı sayılagelmiştir.
Araştırmacılar tasavvufun en erken hicrı ikinci asırda çıktığını söylüyorlarsa da, daha sonra yapılan araştırmalar bu sanının yanlışlığını ortaya çıkarmış, başlangıcının miladı sekizinci yüzyıl sonu ve dokuzuncu yüzyıl başları olduğunu ortaya koymuşlardır.
Tasavvufun her ne kadar başlangıcını Hz. Peygamber'in (sav) şahsına, onun en yakın arkadaşlarından Hz.Ebu Bekir ve Hz.Ali’ye ve daha sonra başkalarına dayamak isterlerse de gerek Kur'an'ı ahlak edinen Peygamber'de, gerekse kendilerini ona benzetmeye çalışan arkadaşlarında ve tabii en temelde Kur'an'da tasavvufla ilgili açık ve anlaşılır motiflere rastlamak mümkün değildir.
Zaten Rabbimiz Takva ve Zühd`ün sınrırlarını çizmişekli oruç tutmayı, geceleri yatmamayı ve sürekli ibadet edip dünyayla ilgiyi kesmeyi müminlere men etmiştir. Bu konuda Mâide 87,88 ayetleri bize bir bakış açısı vermektedir. Allahü Teala şöyle buyurur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْلاَ تُحَرِّمُواْ طَيِّبَاتِ مَا أَحَلَّ اللّهُ لَكُمْ وَلاَ تَعْتَدُواْ إِنَّ اللّهَ
لاَ يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ {87} وَكُلُواْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّهُ حَلاَلاً طَيِّباً وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِيَ أَنتُم بِهِ مُؤْمِنُونَ {88}
87- Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez.
88- Allah'ın size helal ve temiz olarak verdiği rızıklardan yeyin ve kendisine iman etmiş olduğunuz Allah'tan korkun.
Bu Ayeti Kerimelerin nuzul sebebine baktığımızda şunları görüyoruz: Peygamberimiz (sav) birgün arkadaşlarına Cehennemi ve dehşetini anlatmış ve onları cehennemden sakındırmıştı.
Ashabdan bazıları bundan etkilenerek Osman bin Mazun`un (r.a) evinde toplanmışlar, daima oruçlu olmaya, döşek üzerinde uyumamamya, et ve yağlı yememeye, kadınlara yaklaşmamaya, koku sürünmemeye ve sürekli ibadet etmemeye aralarında karar verirler. Bu haber Rasulullah`a (sav) ulaşınca : “ Ben böyle emrolunmadım, muhakkak ki nefsinizin üzerinizde hakkı vardır. Oruç tutunuz, iftar da ediniz, Namaz kılinız, uykuda uyuyunuz. Ben Namaz kılarım, uyku uyurum, oruç da tutarım, iftar da ederim, et de yerim yağ da yerim, kadınlarada yaklaşırım ve Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir” buyurmuştur.
Bunu dışında Sahabelerden bazılarının günlerce belki aylarca kimseden habersiz ve kendi kendilerine mütemâdiyen akşama kadar oruç tuttukları ve sabaha kadar da nafile namaz kıldıkları, hanımları tarafından kendisine aktarılınca Peygamber'in: "Size ne oluyor? Ben size gönderilmiş Allah'ın elçisi değil miyim? Ben oruç da tutuyorum, yemek de yiyorum. Namaz da kılıyorum, hanımlarımla da yatıyorum" dediğini kaynaklar aktarıyor.
Her ne kadar Sahabeyi Kiram`ın bazılarında tasavvufu çağrıştıracak bazı temayüller görülmüşse de buna muttali olan Hz. Peygamberin bu yönelişleri hemen önlemeye çalışması da göstermektedir ki sûfiliğin İslamla doğrudan bir alakası bulunmamaktadır.
C - HİCRİ 1.YÜZYIL : KİŞİSEL ZÜHD HAREKETLERİ [1]
Mensubu olduğu inancın nazı unsurlarına ağırlık veren, bireysel konularda daha fazla yoğunlaşan kişilerin her toplumda bulunduğunu belirtmiştik. Bu yargımızın Rasulullah (sav)`ın dönemi içinde geçerli olduğunu görüyoruz.
Kaynakların bildirdiğine göre sahabeden bazıları gündüzleri hep oruçlu olmak, çokca namaz kılmak, evli olduğu halde bekar hayatını yaşamak gibi kararlar verirler. Bazı sahabelerin kendilerini böyle zor ibadetler ve davranışlar altına sokmak istemeleri başta Rasulullah (sav) tarafından tasvip görmez ve bu durum engellenir. Kendisini bu tür yükümlülükler altına sokmak isteyen Ebu Derda`ya karşı Selman-ı Farisi`nin şu sözleri Rasulullah (sav) tarafından aynen tasvip görür :“ Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır, ailenin senin üzerinde hakkı vardır. O halde sen de her hak sahibine hakkını ver. „[2]
Rasulullah (sav)`ın tasvip etmediği sözkonusu durum, onun vefatından sonra tekrar oluşur. Bunun başlıca nedeni, müslüman toplumu etkileyen yeni şartlardır. Siyasi, ekonomik, ideolojik açıdan meydana gelen başdöndürücü değişiklikler zühd eğilimli kişileri etkiler. Böylelikle, özellikle siyasi hayatın açtığı olumsuzluklardan uzak kalmak isteyenler, içe kapanmayı tercih ederler. Ayrıntılarını önceki sayfalarda işlediğimiz değişikliklerin kişisel zühd hareketlerini oluşturması tabiidir. Ancak bunun kişisel bir durum olmaktan çıkıp, ayrı bir inanç ve yaşantı biçimi hale gelmesinde başka nedenler aramak gerekir. Bu yöndeki en önemli etki de ideolojik etkileşme sonucunda farklı kültürlerden gelen mistik unsurlar ve bunların zühd hayatını benimsemiş olanlarca kabul görmesidir.
Hayata karşı bir konum belirleme olan zühd anlayışı, siyasi hayatın getirdiği karışıklıklar ve sorumsuz davranışlar nedeniyle bir otokritik olarak başlar. Anlamsız ve cüretkar davranışlar, olaylar, karışıklıklar zühd hareketi mensuplarını sadece ahiret hesabında yoğunlaşmaya iter ve cehennem korkusu bunların kalp ve kafakarını en çok meşgul eden unsur olur.
Bu doğru temeller üzerine oluşan tavrın yanlışı, ahiret hesabının konusu olarak sadece kişisel yaşantının gerektirdiği özelliklerin düşünülmesi, toplumsal konulardan kaçınılmasıdır. Ancak yine de bu insanların normal eğilimden farklı isim almayı gerektirecek kadar faklı özelliklere sahip oldukları tam olarak söylenemez. Kuvvetli günah şuuru, kalplere hakim olan Allah korkusu ve ortama hakim olan haksızlıklar karşısında dünyadan yüz çevirme eğilimi zamanla bir disiplin olma eğilimi haline gelir. [3]
Bu dönemin, sonrakilerden ayıran en temel özelliklerinden bazıları şunlardır ; sufi ismi hala mevcut değildir, Naslarla belirlenen sınırlar hiç bir zaman aşılmaz veya onu aşmaya yönelik farklı yorumlar oluşturulmaz. Zahir-Batın ayrımı(birbirine zıt olacak boyutlarda) , fena, beka, şeyh, marifet, keşf, mürid, tarikat, sath, cem-fark ve sonraki tasavvuftaki anlamıyla veli, keramet, şefaat gibi kavram ve fikirlere rastlanmaz. Dönemin temel karakteri kişisel ibadetlere ağırlık veren, sosyal hayatla olan ilişkileri asgariye indirmiş tutum ve davranışlardır.
KAYNAKLAR
[1] Bu ve bundan sonraki bazı bölüm değerli hocamız Celaleddin Vatandaş`ın VAHİYDEN KÜLTÜRE isimli kitabından alınmıştır. Konuyu detaylı incelemek isteyenler şiddetle tavsiye edilir. [Vahiyden Kültüre, Celaleddin Vatandaş, Pınar yy, ist. 2001]
[2] - Buhari`nin rivayet ettiği bu sözlerle ilgili olarak ayrıca bkz: İbn Haldun, 148, Tasavvufun Mahiyet, Çev Süleyman Uludağ, Dergah Yy, İst. 1984
- İslam Hukuku Metodolojisi, 324, [Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, Çev : Prof. Dr. Abdulkadir Şener, Fecr Yy. 4:baskı, Ank. 1986]
[3] - İşari Tefsir Okulu 16,17 [Doç. Dr. Süleyman Ateş, AÜİF Yy. Ank. 1974]
-Tefsir Tarihi 2/ 5-6 , [Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, DİB Yy. 2 cilt, Ank. 1988]
Arapça suf, yunanca sophia (hikmet) veya Ashabı Suffa`ya izafeten verildiği söylenen bu isim aslını nereden alırsa alsın, çıktığından, kullanılmaya başlanıldığından bu yana bilhassa müslümanlıkta önem kazanmış, yayılmış ve nerede ise asıl İslam veya İslam’ın aslı sayılagelmiştir.
Araştırmacılar tasavvufun en erken hicrı ikinci asırda çıktığını söylüyorlarsa da, daha sonra yapılan araştırmalar bu sanının yanlışlığını ortaya çıkarmış, başlangıcının miladı sekizinci yüzyıl sonu ve dokuzuncu yüzyıl başları olduğunu ortaya koymuşlardır.
Tasavvufun her ne kadar başlangıcını Hz. Peygamber'in (sav) şahsına, onun en yakın arkadaşlarından Hz.Ebu Bekir ve Hz.Ali’ye ve daha sonra başkalarına dayamak isterlerse de gerek Kur'an'ı ahlak edinen Peygamber'de, gerekse kendilerini ona benzetmeye çalışan arkadaşlarında ve tabii en temelde Kur'an'da tasavvufla ilgili açık ve anlaşılır motiflere rastlamak mümkün değildir.
Zaten Rabbimiz Takva ve Zühd`ün sınrırlarını çizmişekli oruç tutmayı, geceleri yatmamayı ve sürekli ibadet edip dünyayla ilgiyi kesmeyi müminlere men etmiştir. Bu konuda Mâide 87,88 ayetleri bize bir bakış açısı vermektedir. Allahü Teala şöyle buyurur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْلاَ تُحَرِّمُواْ طَيِّبَاتِ مَا أَحَلَّ اللّهُ لَكُمْ وَلاَ تَعْتَدُواْ إِنَّ اللّهَ
لاَ يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ {87} وَكُلُواْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّهُ حَلاَلاً طَيِّباً وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِيَ أَنتُم بِهِ مُؤْمِنُونَ {88}
87- Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez.
88- Allah'ın size helal ve temiz olarak verdiği rızıklardan yeyin ve kendisine iman etmiş olduğunuz Allah'tan korkun.
Bu Ayeti Kerimelerin nuzul sebebine baktığımızda şunları görüyoruz: Peygamberimiz (sav) birgün arkadaşlarına Cehennemi ve dehşetini anlatmış ve onları cehennemden sakındırmıştı.
Ashabdan bazıları bundan etkilenerek Osman bin Mazun`un (r.a) evinde toplanmışlar, daima oruçlu olmaya, döşek üzerinde uyumamamya, et ve yağlı yememeye, kadınlara yaklaşmamaya, koku sürünmemeye ve sürekli ibadet etmemeye aralarında karar verirler. Bu haber Rasulullah`a (sav) ulaşınca : “ Ben böyle emrolunmadım, muhakkak ki nefsinizin üzerinizde hakkı vardır. Oruç tutunuz, iftar da ediniz, Namaz kılinız, uykuda uyuyunuz. Ben Namaz kılarım, uyku uyurum, oruç da tutarım, iftar da ederim, et de yerim yağ da yerim, kadınlarada yaklaşırım ve Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir” buyurmuştur.
Bunu dışında Sahabelerden bazılarının günlerce belki aylarca kimseden habersiz ve kendi kendilerine mütemâdiyen akşama kadar oruç tuttukları ve sabaha kadar da nafile namaz kıldıkları, hanımları tarafından kendisine aktarılınca Peygamber'in: "Size ne oluyor? Ben size gönderilmiş Allah'ın elçisi değil miyim? Ben oruç da tutuyorum, yemek de yiyorum. Namaz da kılıyorum, hanımlarımla da yatıyorum" dediğini kaynaklar aktarıyor.
Her ne kadar Sahabeyi Kiram`ın bazılarında tasavvufu çağrıştıracak bazı temayüller görülmüşse de buna muttali olan Hz. Peygamberin bu yönelişleri hemen önlemeye çalışması da göstermektedir ki sûfiliğin İslamla doğrudan bir alakası bulunmamaktadır.
C - HİCRİ 1.YÜZYIL : KİŞİSEL ZÜHD HAREKETLERİ [1]
Mensubu olduğu inancın nazı unsurlarına ağırlık veren, bireysel konularda daha fazla yoğunlaşan kişilerin her toplumda bulunduğunu belirtmiştik. Bu yargımızın Rasulullah (sav)`ın dönemi içinde geçerli olduğunu görüyoruz.
Kaynakların bildirdiğine göre sahabeden bazıları gündüzleri hep oruçlu olmak, çokca namaz kılmak, evli olduğu halde bekar hayatını yaşamak gibi kararlar verirler. Bazı sahabelerin kendilerini böyle zor ibadetler ve davranışlar altına sokmak istemeleri başta Rasulullah (sav) tarafından tasvip görmez ve bu durum engellenir. Kendisini bu tür yükümlülükler altına sokmak isteyen Ebu Derda`ya karşı Selman-ı Farisi`nin şu sözleri Rasulullah (sav) tarafından aynen tasvip görür :“ Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır, ailenin senin üzerinde hakkı vardır. O halde sen de her hak sahibine hakkını ver. „[2]
Rasulullah (sav)`ın tasvip etmediği sözkonusu durum, onun vefatından sonra tekrar oluşur. Bunun başlıca nedeni, müslüman toplumu etkileyen yeni şartlardır. Siyasi, ekonomik, ideolojik açıdan meydana gelen başdöndürücü değişiklikler zühd eğilimli kişileri etkiler. Böylelikle, özellikle siyasi hayatın açtığı olumsuzluklardan uzak kalmak isteyenler, içe kapanmayı tercih ederler. Ayrıntılarını önceki sayfalarda işlediğimiz değişikliklerin kişisel zühd hareketlerini oluşturması tabiidir. Ancak bunun kişisel bir durum olmaktan çıkıp, ayrı bir inanç ve yaşantı biçimi hale gelmesinde başka nedenler aramak gerekir. Bu yöndeki en önemli etki de ideolojik etkileşme sonucunda farklı kültürlerden gelen mistik unsurlar ve bunların zühd hayatını benimsemiş olanlarca kabul görmesidir.
Hayata karşı bir konum belirleme olan zühd anlayışı, siyasi hayatın getirdiği karışıklıklar ve sorumsuz davranışlar nedeniyle bir otokritik olarak başlar. Anlamsız ve cüretkar davranışlar, olaylar, karışıklıklar zühd hareketi mensuplarını sadece ahiret hesabında yoğunlaşmaya iter ve cehennem korkusu bunların kalp ve kafakarını en çok meşgul eden unsur olur.
Bu doğru temeller üzerine oluşan tavrın yanlışı, ahiret hesabının konusu olarak sadece kişisel yaşantının gerektirdiği özelliklerin düşünülmesi, toplumsal konulardan kaçınılmasıdır. Ancak yine de bu insanların normal eğilimden farklı isim almayı gerektirecek kadar faklı özelliklere sahip oldukları tam olarak söylenemez. Kuvvetli günah şuuru, kalplere hakim olan Allah korkusu ve ortama hakim olan haksızlıklar karşısında dünyadan yüz çevirme eğilimi zamanla bir disiplin olma eğilimi haline gelir. [3]
Bu dönemin, sonrakilerden ayıran en temel özelliklerinden bazıları şunlardır ; sufi ismi hala mevcut değildir, Naslarla belirlenen sınırlar hiç bir zaman aşılmaz veya onu aşmaya yönelik farklı yorumlar oluşturulmaz. Zahir-Batın ayrımı(birbirine zıt olacak boyutlarda) , fena, beka, şeyh, marifet, keşf, mürid, tarikat, sath, cem-fark ve sonraki tasavvuftaki anlamıyla veli, keramet, şefaat gibi kavram ve fikirlere rastlanmaz. Dönemin temel karakteri kişisel ibadetlere ağırlık veren, sosyal hayatla olan ilişkileri asgariye indirmiş tutum ve davranışlardır.
KAYNAKLAR
[1] Bu ve bundan sonraki bazı bölüm değerli hocamız Celaleddin Vatandaş`ın VAHİYDEN KÜLTÜRE isimli kitabından alınmıştır. Konuyu detaylı incelemek isteyenler şiddetle tavsiye edilir. [Vahiyden Kültüre, Celaleddin Vatandaş, Pınar yy, ist. 2001]
[2] - Buhari`nin rivayet ettiği bu sözlerle ilgili olarak ayrıca bkz: İbn Haldun, 148, Tasavvufun Mahiyet, Çev Süleyman Uludağ, Dergah Yy, İst. 1984
- İslam Hukuku Metodolojisi, 324, [Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, Çev : Prof. Dr. Abdulkadir Şener, Fecr Yy. 4:baskı, Ank. 1986]
[3] - İşari Tefsir Okulu 16,17 [Doç. Dr. Süleyman Ateş, AÜİF Yy. Ank. 1974]
-Tefsir Tarihi 2/ 5-6 , [Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, DİB Yy. 2 cilt, Ank. 1988]