Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Abdullah Bin Amr Bin Âs (r.a)

E Çevrimdışı

Ebu Bekir

Üye
İslam-TR Üyesi
Ashâbın ileri gelen fâkihlerinden ve aynı zamanda Abâdile*den olan sahâbi. Ebu Muhammed veya Ebu Abdurrahman künyesiyle tanınan Abdullah, Amr b. As'ın oğlu idi. Annesi de Râita (Reyta) binti Münebbih'tir. Abdullah, babası Amr b. el-As'dan önce müslüman oldu ve onunla birlikte Hicri yedinci yılda Medîne'ye hicret etti.



Abdullah b. Amr (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.s.)'in meclislerine devam ederdi. Onun tanındığı özelliklerden biri, Rasûlullah'ın sözlerini ezberlemek ve kaydetmekti. Ashâb, Abdullah'ın her şeyi yazdığını görerek, onu, bundan vazgeçirmek istemişler ve ona şöyle demişlerdir: "Sen Rasûlullah'tan işittiğin her şeyi yazıyorsun. Halbuki Allah Resûlü, gazap ve hoşnutluk hallerinde de söz söylemektedir. "Bunun üzerine tereddüde düşen Abdullah, durumu Hz. Peygambere anlatınca Rasûlullah, onu dinledikten sonra şöyle buyurdu: "Yaz, çünkü canımı kudret elinde tutan yüce Allah'a yemin ederim ki, ağzımdan haktan başka bir şey çıkmamıştır." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 158).



Abdullah b. Amr, gece ve gündüzünü Allah yoluna vakfeden sahâbelerdendi. Bütün vaktini oruç ve namaza adamıştı. Abdullah bu hâliyle ilgili olarak şunları anlatır:



"Babam, beni Abdullah b. Abbâs'ın kızı Umre ile evlendirdi. Fakat ben hep namaz ve oruçla vakit geçirdiğimden eşimle ilgilenememiştim. Bir gün babam, gelinini ziyarete geldi. Beni nasıl bulduğunu sormuş, eşim ona şu cevabı vermişti: "Kocam, erkeklerin en şereflilerindendir, fakat bizi arayıp sorduğu yok..." Babam, zevcemin bu sözlerinden üzülerek, beni arayıp sordu ve şöyle dedi: "Oğlum, sana, Kureyş'in en şereflilerinden bir kadın aldım. Sen ise şöyle yaptın, böyle yaptın!.." Daha sonra da, Rasûlullah'a giderek beni şikâyet etti. Rasûlullah, babamı dinledikten sonra beni çağırdı. Hemen yüce huzurlarına vardım. Hz. Peygamber (s.a.s.):



- Sen gündüzleri oruç mu tutarsın?



- Evet, ya Rasûlullah!



- Geceleri namaz mı kılarsın?



- Evet, ya Rasûlullah!



Bunun üzerine Rasûlullah şunları söyledi:



"- Fakat ben, oruç tutar ve yerim; namaz kılar ve uyurum, zevcelerimle de ilgilenirim. Benim sünnetim budur. Benim sünnetimden ayrılan benden değildir."



Rasûlullah bana:



- Sen Kur'an'ı ayda bir kere hatmet!... dedi. Ben de:



"Fakat ben kendimi daha kuvvetli hissediyorum" dedim.



"O halde on günde bir kere hatmet" buyurdular.



"Fakat ben daha fazla da okuyabilirim" dedim.



"O halde üç günde bir hatmet", buyurdular.



Sonra oruca değinen Hz. Peygamber:



"Ayda üç gün oruç tut!" dedi.



Ben, "Daha fazla tutmaya gücüm yeter." dedim.



Ancak Rasûlullah, daha fazlasına müsâade etmedi. Ben ise daha fazlasını rica ettim. O zaman müsâade buyurdu. Ne var ki ben daha fazla tutmakta ısrar ettim. Sonunda Allah Resûlü şöyle buyurdular:



"Orucun en faziletlisi, kardeşim Davud (a.s.)'ın orucudur. O, bir gün oruç tutar, bir gün yerdi."



Bunu da ilâve ettiler "Her abîdin, ibadet için atılımlar duyduğu anlar vardır. Fakat bunu bir bezginlik takip eder. O zaman insan ya sünnete doğru gider, ya bid'ate. Bezginlik anında sünnete doğru giden hidayete ermiş demektir. Başka bir yola giden ise helâk olur." (Buhâri, Savm, 55, Nikâh, 89, Teheccüd, 20; Müslim, Sıyâm, 192; Nesâi, Sıyâm, 76; İbn Hanbel, II, 194, 198)



Bu hadis-i şerîfin râvisi der ki: Abdullah b. Amr, bütün hayatını Rasûlullah'ın bu tavsiyeleri çerçevesinde geçirdi. İhtiyarlığında bile, aynı şekilde hareket etti. Bazen de günlerce oruç tutar, sonra orucunu bozar ve şöyle derdi: "Rasûlullah'dan bu hâl üzere ayrıldım. Bu hâli bırakıp başka bir hâle girmek istemem."



Abdullah b. Amr, Hz. Peygamber (s.a.s.) devrinde birçok gazaya katıldı. Genellikle süvarilerle birlikte hareket ederdi. Son derece cömert, eli açık bir adam olduğundan, eline geçen her şeyi dağıtır ve herkesi memnun ederdi. Onun cihada katıldığını gösteren hadîsler pek çoktur. Bunlardan, onun, gazaya çıkan mücahidleri hazırlama görevini yürüttüğünü de anlıyoruz.



Amr b. Hâris ez-Zebîdi diyor ki: Bir gün Abdullah b. Amr b. el-Âs'a sordum:



- Ya Eba Muhammed! Biz öyle bir yerdeyiz ki, burada bir dirhem ve dinar namına para yoktur. Bütün malımız davarlarımızdan ibarettir. Bunları değiştirerek alış-veriş yapıyoruz.



Bir ineği, bir müddet için koyun karşılığında alıyoruz. Yahut bir deveyi birkaç inek karşılığında veriyoruz. Deve karşılığında at ve kısrak alıyoruz. Fakat bunların hepsi zamanla kayıtlıdır. Bunda bir zarar var mı?



-Tam adamını buldun, dedi. "Rasûlullah bir gün yanımda bulunan develere askerleri bindirerek, bir tarafa sevketmemi emir buyurdu. Develerin askerlere yetmeyeceğini gördüm. Rasûlullah'a vararak, bazı askerlerin bineksiz kaldıklarını söyledim. O zaman Rasûlullah, bana şu cevabı verdi: "Sadakalardan gelen erkek develer karşılığında dişi develer satın al ve askerlere binek temin et!.. " Ben de bir erkek deve karşılığında üç dişi deve satın alarak, bütün askere binek sağlamış oldum. Daha sonra Rasûlullah, sadakalara ait olan develerin bedelini ödedi."



Asr-ı Saadet'ten sonra, Abdullah b. Amr'ın katıldığı en önemli cihad Yermük'tür. Abdullah'ın babası Amr b. el-Âs, bu cihad hareketinin kumandanlarından biriydi. Abdullah bu savaşta büyük yararlıklar göstermişti. (İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Câbe, 111, 234).



Kendisi Amr b. As'ın oğlu olduğundan, tabii olarak babasının hareket çizgisini takip etmişti. Ne var ki, Abdullah'ın babasının yanında bulunması, Muâviye'yi körü körüne desteklediği anlamına gelmez. Çünkü o, sonuna kadar tarafsızlığını koruyan büyüklerdendi. Kendisi babasıyla birlikte Muâviye'nin tarafında bulunmasına rağmen, Sıffın'da savaşa katılmadı. Hiçbir müslümanın kanını dökmedi ve hiçbir zaman bir müslümana karşı silah çekmedi.



Sıffın'da Ammâr b. Yâsir'in şehîd olması üzerine, Hz. Abdullah'dan gelen şu rivayet her şeyi açıklamaktadır:



Hanzala b. Huveylid şöyle anlatır: "Muaviye'nin yanındaydım. Ammâr'ın kesik başı için birbiriyle tartışan iki adam geldi. Bunlar, birbirleriyle Ammâr'ı ben öldürdüm, diye çekişiyorlardı. Abdullah, onlara şu sözleri söyledi: İçinizde onu öldüren kimse sevinsin! Çünkü Rasûlullah: "Ammâr'ı azgın bir topluluk öldürecektir. " buyurmuştur. (İbn Sa'd, Tabakat, 111, 252). Abdullah'ın bu hadisi rivayet etmesi Muâviye'yi endişelendirmiş ve Abdullah'a şöyle demişti:



-O halde, sen niçin bizimle berabersin? Abdullah:



- Babam beni, bir gün Rasûlullah'a şikâyet etti. Rasûlullah da bana şöyle emretti: "Baban hayatta oldukça ona itaat et ve onu dinlememezlik etme." İşte bunun için sizinle beraberim. Fakat asla savaşa katılmam! (Ahmed b. Hanbel, II, 166).



Aynı olayı, Abdullah b. Hâris de naklediyor ve diyor ki: "Ben, Abdullah b. Amr ve Muâviye ile birlikte yürüyordum. Abdullah, babası Amr b. el-As'a bakarak dedi ki: Rasûlullah'ın şu sözleri söylediğini duydum: "Ammâr'ı azgın bir topluluk katledecektir!.. " Bunun üzerine Amr b. el Âs Muâviye'ye bakarak: "Duydun mu ne dediğini?" dedi. Muâviye hemen durumu kurtarmak için: "Ammâr'ı biz mi öldürdük ya? Onu buralara getirenler öldürdü!" dedi. (İbn Sa'd, Tabakat, 111, 252, İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, 111, 311).



Bütün bu sahih rivâyetlerden anlıyoruz ki, Abdullah b. Amr fitneye karışmayıp, müslüman kanı dökmedi. Hattâ müslümanların birbiriyle uğraşmasını, birbirlerine saldırmalarını daima üzüntüyle karşılayıp bu hareketleri kötülemekten geri durmadı. (İbnü'l-Esîr, 111, 234).



Bu iki olay, Abdullah'ın yalnız bir mecliste değil, birçok topluluklarda bildiğini söylemekte tereddüt etmediğini göstermektedir. Nitekim bir gün Abdullah ile Ebu Saîd el-Hudrî ve Hz. Hüseyin (r.a.) Mescid-i Nebevî'de bulundukları sırada, Sıffîn olayı hatırlanmış ve söz konusu edilmişti. Ebu Saîd Abdullahta, "Sıffin harbinde Şamlılarla bulunmasının ne gibi bir hikmete dayandığını" sordu. Abdullah'ın verdiği cevap şuydu: Ben Sıffin savaşına katılmadım. Çünkü böyle bir savaşa katılmak bizim Allah Resûlü'nden aldığımız terbiye ve hidayete aykırıydı. Fakat Rasûlullah bana, "Babana itaatsizlik etme!" buyurmuştu. İşte bunun için babamın yanından ayrılmadım. Ancak asla savaşa katılmadım ve hiçbir müslümana silah çekmedim."



Abdullah b. Amr hicrî altmışbeş'inci yılda yetmişiki yaşındayken Mısır'ın Füstat şehrinde vefat etti ve oraya defnolundu.



Abdullah (r.a.) ashâb arasında ilim ve fazîletiyle tanınırdı. Arapça'nın yanı sıra İbrâni'ce ve Süryânice bilirdi. Böylece Tevrat ve İncil'i de okuyup, tetkik etme imkânı bulmuştu. Hz. Ebu Hûreyre (r.a.) Abdullah'tan bahsederken; Abdullah'ın daha fazla hadis bildiğini, zira onun hadisleri yazdığını, fakat kendisinin yazmadığını söylemektedir. (Buhâfi, Ilim, 39).



Abdullah Rasûlullah'dan duyduklarını yazarak bu hadisleri bir arada toplayan bir kitap meydana getirmişti. Bu kitaba "es-Sahifetü's-Sadıka" adı verilirdi. Kendisine bir şey sorulduğunda buna bakarak cevap verirdi.



Ebu Kubeyl şunu rivâyet ediyor: Abdullah'ın yanında bulunuyorduk. Kendisine bir soru soruldu: "Hangi şehir daha önce fetholunacaktır? Kostantiniyye mi, Roma mı?.." Abdullah, soruyu dinledikten sonra bir sandık getirdi, içinden bir kitap çıkarttı ve ona bakarak şu cevabı verdi: "Bir gün Rasûlullah'ın çevresinde oturmuş yazı yazıyorduk. Derken Rasûlullah'a bir soru soruldu: "Şu iki şehirden hangisi daha evvel fetholunacak; Kostantiniyye mi, Roma mı?" Allah Rasûlü, şu cevabı verdiler: "Önce Herakl'in şehri (Kostantiniyye yani İstanbul) feth olunacaktır." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 176).



Abdullah b. Amr Rasûlullah'tan yediyüzyirmiiki hadis rivâyet etmiştir. Bunlardan on yedisini Buhârî ve Müslim müştereken rivâyet ederler. Ayrıca ondan Buhâri'de sekiz, Müslim'de yirmi kadar hadîs kaydedilmiştir. Çok hadîs rivayet ettiği için Muksirundan sayılmaktadır.



Abdullah b. Amr bizzat işiterek Rasûlullah'tan hadis-i şerif rivayet ettiği gibi, Hz. Ömer'den, Abdurrahman b. Avf'dan, Muaz b. Cebel'den, Ebû'd-Derdâ, gibi birçok sahâbeden hadis rivâyet etmiştir. Kendisinden de, Enes b. Mâlik, Ebû Umâme, Sehl b. Hanif, Abdurrahman b. Hâris b. Nevfel, Mesrûk b. Ecdâ, Sâid b. elMüsevveb, Cübeyr b. Nüfeyr, Sâbit b. İyâd el-Ahnef, Kayseme b. Abdurrahman el-Ca'fi, Humeyd b. Abdurrahman b. Avf, Zîr b. Hubeys, kendi oğlu Muhammed, Tâvus, Salih b. Keysân, Âmir b. Surâhil, Sa'bî, İbn Ebi Müleyka, Urve b. Zübeyr, Abdurrahman b. Cübeyr, İkrime, Ebû Seleme b. Abdurrahman, Ebû Zur'a b. Amr b. Cerir, Ebu'z-Zübeyr el Mekki, Amr b. Dinâr Hasan-ı Basri ve daha pek çok âlim hadis rivâyet etmiştir.



Abdullah'ın ders halkaları son derece genişti. Hadis öğrenimi görmek isteyenler uzak ve yakın diyarlardan gelerek ondan ders okurlardı.



Naha âlimlerinden biri der ki: İlya mescidine giderek, bir cemaatle birlikte iki rekât namaz kıldım. Derken adamın biri geldi. Bana yakın bir yerde namaza durdu. Herkes bu adamın yanına koştu. Meğer bu zat, Abdullah b. Amr b. el-Âs'mış. O, namazdan sonra oturup, halka ders vermek istedi. Fakat Muâviye'nin oğlu Yezid'in elçisi gelerek onu çağırdı. Bunun üzerine Hz. Abdullah, cemaate bakarak: "Bu adam (Yezid) benim size Allah Rasûlünün hadislerini öğretmemi istemiyor. Onun babası da bunu istemezdi. Halbuki ben Allah Rasûlünden şunu işittim: "Ya Rabbi şu dört husustan sana sığınırım: Fayda vermeyen ilimden, huşua varmayan kalpten, doymayan nefisten ve kabul olunmayan duadan..."(Nesâi, İstiâze, 18, 21, Tirmizî, Deavât, 68; İbn Mâce, Dua, 2; Ahmed b. Hanbel II, 167, 198, 340).



Abdullah'ın talebeleri, onu son derece sever, etrafında oturup ders dinlerlerken, birisinin gelip, bu dersi bozmasını istemezlerdi. Bir gün adamın biri, Abdullah'ı görmek istedi. Bunun için de safları yararak ilerlemesi gerekti. Talebeleri hemen bu adamı durdurmak istemişlerse de, Abdullah: "Bırakınız gelsin" deyince adam safları yara yara Hz. Abdullah'ın yanına varıp;



- Bana, Rasûlullah'dan dinleyerek ezberlediğin bir söz söyle! dedi. Abdullah b. Amr bu adama şunları söyledi:



- Rasûlullah' (s.a.s.)'ın şöyle buyurduğunu ondan dinledim: "Müslüman, müslümanların, onun dilinden ve elinden emin olduğu kimsedir. Muhâcir, Allah'ın yasakladığı her şeyden uzak olan kişidir." Abdullah (r.a.)'ın ilminden en çok istifade eden şehirlerden biri de Basra idi. Basra'da, herkesten önce oranın valileri derslerine koşarlardı. Onun rivâyetlerinden ümmet istifâde etmiştir.



Abdullah b. Amr b. el-Âs'tan Rivâyet Edilen Hadisler



"Dünyada adâlet tevzi edenler, kıyamette bu davranışlarının mükâfatı olarak inciden minberler üzerinde dururlar."



"Merhamet edenlere, Allah rahmetini esirgemez. Yerdekilere acıyınız ki, göktekiler de size acısınlar."



"Cebrâil, bana, komşu hakkını gözetmeyi o kadar tavsiye etti ki, komşunun komşuya mirasçı olacağını sandım."



"Allah, ilmi, insanlardan çekerek kaldırmaz. İlmi, alimlerin ölümüyle çeker. Ortada âlim kalmayınca, câhiller başa geçerler; sorulanlara ilimsiz cevaplar verirler, hem kendileri sapar, hem başkalarını saptırırlar."



"Ümmetimin zâlimden korktuğunu ve ona 'sen zâlimsin' denmekten çekindiğini görürseniz, onda bir hayır kalmamıştır."



"Kalbinde bir hardal tanesi kadar kibir olan cennete giremez."



"Rüşvet alanla veren mel'undur."



"Azı sarhoş edenin, çoğu da haramdır."



Rasûlullah'a sordum: Bazı kâfirlerin cenazeleri geçiyor, onlara ayağa kalkalım mı? Allah Rasûlü buyurdular: "Evet, kalkınız, çünkü siz ona değil, ruhları kabzedene ta'zimen kalkıyorsunuz."



"Namazına devam edenlerin namazı, kıyâmet günü, onlara nur, burhan ve kurtuluş olur. Ona devam etmeyenler, kıyâmet günü, nursuz, burhansız ve kurtuluşsuz kalırlar."



Rasûlullah'a soruldu: Amellerin hangisi hayırlıdır? Buyurdular: "Yemek yedirmek, tanıdığına ve tanımadığına selâm vermek."



"Camiye cemaate gidenin attığı her adım günahlarından birini giderir; her adımda onun amel defterine bir iyilik yazılır."



Rasûlullah şöyle dua ederdi: "Ya Rabbi! Borç galebesinden, düşman galebesinden ve düşman sevinmesinden sana sığınırım!"



"Allah'a ve âhirete iman eden, misafirine ikramda bulunsun. Allah'a ve âhirete inanan, komşusuna hürmet etsin. Allah'a ve âhirete inanan, ya hayrı söylesin ya da sussun!.."



Rasûlullah'a sordular: Cennete götüren amel nedir? Buyurdular: "Doğruluk!. İnsan doğru olursa itaatli olur, itaatli olunca mü'min olur, mü'min olunca da Cennete girer. Rasûlullah'a tekrar sordular: Cehennem ameli nedir? Buyurdular: "Yalan!. İnsan, yalan söylerse fâcir olur, fâcir olursa kâfir olur, kâfir olunca da Cehenneme gider."



Bir gün Rasûlullah'ın yanındaydım. "Gariplere ne mutlu!.." buyurdular. Bunlar kimlerdir? diye sorduk. Buyurdular ki: "Bunlar, sürü sürü fena adamlar arasında bir takım iyi adamlardır. Onları dinlemeyenler, dinleyenlerden kat kat fazladır."



"Dört sıfatla muttasıf olduktan sonra, dünyadan başka bir şey kazanmadığına önem verme. Bunlar: Emâneti koruma, doğru konuşma, güzel huy ve iffet..."



"Yiyiniz, içiniz, sadaka veriniz, israfsız ve tekebbürsüz giyininiz Allah, nimetlerinin kulları üzerinde görünmesini ister."



"Bize karşı silah taşıyan, bizden değildir."



"Küçüğümüze acımayan, büyüğümüze hürmet etmeyen bizden değildir."



"Sizin, kıyâmet günü bana en yakınınız ve en sevgili olanınızın kim olduğunu haber vereyim mi? En iyi huylu olanlarınızdır..."



"Zimmet ehlinden birini öldüren cennet kokusunu alamaz. Cennet kokusu ise kırk yıllık mesafeden duyulur."



Rasûlullah bana buyurdular: "Senin gündüzlerini oruç, gecelerini namaz ile geçirdiğini haber aldım. Böyle yapma. Çünkü cesedinin senin üzerinde hakkı vardır, gözlerinin hakkı vardır, zevcenin hakkı vardır. Ayda üç gün oruç tut kâfi..."



Adamın biri, Allah Rasûlüne gelmiş ve ona: Sana bey'at için geldim. Geride anne ve babamı ağlar-bıraktım, dedi. Rasûlullah buyurdular: "Geri dön, onları ağlattığın gibi güldür."



Adamın biri, Rasûlullah'a gelmiş ve ondan cihâd için müsaade istemişti. Rasûlullah sordu: Senin ebeveynin hayatta mı? Adam, evet, dedi. Rasûlullah emretti: "Dön ve onlara bak!.."



Bir gün Allah Rasûlü, cemaate sordular:



"- Müslim kime derler, biliyor musunuz?"



"- Allah ve Rasûlü daha iyi bilir."



"- Müslim, müslümanların elinden ve dilinden emin oldukları kimsedir."



"- Mü'min kime denir biliyor musunuz?"



"- Allah ve Rasûlü daha iyi bilir."



"- Mü'min, mü'minlerin malları ve canları konusunda kendisinden emin oldukları kimsedir. Muhacir, fenalığı terkedendir."



"Şehit olanın bütün günahları affolunur. Borç hariç..."



Bir gün Allah Rasûlü, Hz. Sa'd'ı abdest alırken gördü ve ona şöyle dedi: "Sa'd, bu ne israf!.." Hz. Sa'd: Ya Rasûlullah, abdestte de mi israftan sakınacağız? dedi. Rasûlullah buyurdular: "Akan bir nehir önünde olsanız bile suyu israftan sakınınız."



Bir gece rüyamda, parmağımın birinde yağ, birinde bal gördüm. İkisini de yalıyordum. Sabah rüyamı Allah Rasûlüne arzettim. Buyurdular: "Sen iki kitabı; Kur'an-ı da Tevrat'ı da okursun. " Ben, her ikisini de okudum.



Rasûlullah'a sordular: Hicret nedir? Allah Rasûlü cevap verdiler: "Hicret, gizli ve açık her fenâlığı terketmektir, namazı kılmak ve zekatı vermektir. Böyle yaparsanız, her nerede olursanız olun muhacirsinizdir..."



(Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 158-226 arasında yer alan Abdullah b. Amr b. el- Ass'ın Müsnedi).
 
A Çevrimdışı

Abdullah Yusuf

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
ABDULLAH b. AMR b. ÂS

Kullukta Zirvede Bir Şahsiyet
Şimdi, çok tövbe eden, âbid, zahid gerçek bir kuldan söz ediyoruz: Abdullah b. Amr b. Âs’dan...

Babası Amr b. Âs, zekâ, deha ve kurnazlıkta üstad olduğu gibi, o da âbidler, zahidler, açık sözlü ve açık gönüllü kimseler arasında yüce bir mevkiye sahipti...

Bütün vaktini ve hayatını ibadete adamıştı...

İmanın tadıyla öylesine ibadet ediyordu ki, geceler ve gündüzler ona yetmez olmuştu.

* * *

Babasından önce müslüman oldu. Biat etmek üzere Hz. Peygamber (s.a.v.)’e elini uzattığından beri Allah’ın nuru ve itaatının feyziyle kalbi, taze sabah aydınlığı gibiydi.

Önce Kur’ân’a yöneldi. Kur’ân parça parça iniyordu. Ve o, nazil olan âyetleri hemen ezberliyor, kavramaya çalışıyordu. Böylece Kur’ân’ın nüzûlü tamamlandığında, o da tamamını ezberlemişti.

O, Kur’ân’ı sadece kuvvetli bir hafız olsun ya da ezberinde bir kitap bulunsun diye ezberlemedi...

Bilakis kalbini imar etmek, sonra da Allah’ın itaatkâr bir kul olmak için ezberlemişti. Ve onun helal kıldığını kendine helal, haram kıldığını da haram kılmak ve emirlerine uymak için... Sonra onu tertîl üzere okumaya, okuduklarını düşünmeye yöneldi... Meyveleri olgun bahçelerde dolaşır gibi, Kur’ân’ın mübarek âyetlerinin kendisine bahşettiği feyizle kalbi mesrur, onun tesiriyle gözleri yaşlı olarak...

Abdullah âdeta Allah’ı, takdis etmek ve O’na kulluk etmek için yaratılmıştı. Dünyadaki hiçbirşey onu bu durumdan uzaklaştırmaya güç yetiremezdi.

* * *

İslâm ordusu müşriklerle savaşmak üzere cihada çıktığı zaman da onu ön saflarda görüyoruz. Seven bir ruh ile arzulayan bir aşık gibi şehâdeti temenni ederek...

Peki, savaş sona erince nerede görüyoruz onu… Ya bir camide ya da evinin mescidinde... Gündüz oruçlu, gece namaz hâlinde… Lisanı mübah da olsa dünya kelamı nedir bilmez. Kalbi zikir, hamd ve istiğfar ile yumuşak ve olgun...

Onun kulluğunun derecesini anlamak için, insanları Allah’a kulluğa davet etmek üzere gelmiş olan Peygamber (s.a.v.)’in, onun ibadetine bir sınırlama getirmek için ona müdahalede bulunduğunu bilmek yetmez mi?

Allah Resûlü (s.a.v.) Abdullah b. Amr b. Âs’ın hayatının böyle bir süreç içerisinde olduğunu öğrenir...

O herhangi bir gazveden dönünce, artık bütün zamanını gece-gündüz demeden, namaz, oruç ve Kur’ân okumakla geçirmektedir…

Nebî (s.a.v.) onu yanına çağırdı ve ibadette mutedil olmaya davet etti.

Resûlullah şöyle buyurur:

“Sen gündüzleri iftarsız oruç tutuyor, geceleri de uyumadan sürekli namaz kılıyormuşsun öyle mi?

Hayır böyle yapma. Her ay üç gün oruç tutman yeterlidir.”

Bunun üzerine Abdullah:

“Ama ben daha fazlasına güç yetiririm.”

“Öyleyse haftada iki gün oruç tut.”

“Ben bundan da fazlasına güç yetiririm”

“Öyleyse oruçların en hayırlısı, Davud orucuna ne dersin? O, bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı.”

Resûlullah (s.a.v.) konuşmasına devam etti:

“İşittim ki, sen bir gecede Kur’ân’ı hatmediyormuşsun. Korkarım ki, ömrün uzun olur da onu okumaktan bıkarsın.

Her ay bir hatim yap...

Az gelirse,

Her on günde bir hatim yap.

Bu da az gelirse,

Her üç günde bir hatim yap.”

Sonra şöyle buyurdu:

“Ben bazan oruç tutar, bazan tutmam. Bazan namaz kılar, bazan uyurum.

Ve kadınlarla da evlenirim. Binaenaleyh kim benim sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir.”

Ve Abdullah b. Amr’ın ömrü uzun oldu. Yaşlanıp kemikleri zayıfladığında daima Resûlullah’ın kendisine verdiği öğütü hatırlar ve şöyle derdi:

“Keşke Resûlullah’ın verdiği ruhsatı kabul etseydim.”

* * *

İki müslüman topluluk arasında meydana gelen bir çatışmada böyle bir mü’min hakkında doğruyu bulmak ne kadar zordur.

Hz. Ali ile mücadelesinde Muaviye safında yer almak üzere onu Medine’den Sıffin’e hangi etkenler yöneltmişti?

Gerçekten Abdullah’ın bu durumu düşünülmeye değer… Onun durumunu anladıktan sonra da vakar ve yüceliğini takdir etmek gerektiği gibi…

Abdullah b. Amr’ın, hayatını tehlikeye atarcasına ibadete nasıl yöneldiğini daha önce gördük. Öyle ki, babası onun bu durumundan Resûlullah’a çokça şikayette bulunuyordu.

Nihayet bir gün Resûlullah ona ibadette itidalli olmasını ve ibadeti belli vakitlerle sınırlamasını emreder. Babası Amr da oradadır. Resûlullah onun elini tutup, babasının eli üzerine koyar ve şöyle buyurur:

“Sana emrettiğimi yap ve babana da itaat et.”

Abdullah, dindarlığı ve ahlâkının gereği olarak zaten anne babasına itaatkar olmasına rağmen Resûlullah ona böyle emretti. Bu yolla ve münasebetle onda özel bir etki uyandırmak için...

Abdullah b. Amr uzun bir hayat yaşadı. Ve ömrü boyunca da bu veciz ifadeyi bir an olsun aklından çıkarmadı:

“Sana emrettiğimi yap ve babana da itaat et.”

* * *

Zaman içinde günler ve yıllar birbirini takip etti.

Şam’daki Muaviye, Hz. Ali’ye biatı reddetti.

Hz. Ali de meşru olmayan bir isyana boyun eğmedi.

Ve iki müslüman topluluk arasında savaş oldu. “Cemel Savaşı” geçti... “Sıffin Savaşı” geldi.

Amr b. Âs Muaviye’nin yanında olmayı seçmişti. Ve o, oğlu Abdullah’ın müslümanların gözünde ne derece saygın ve dindarlığına güvenilen bir kimse olduğunu iyi biliyordu. Bu yüzden birçok kimseyi Muaviye tarafına çekmek için oğlunu da bu savaşa katılmaya teşvik ediyordu. Ve aynı zamanda Amr, oğlu Abdullah’ın yanında bulunması dolayısıyla savaşta çok şeye nail olacağını umuyordu. Zira onun Şam’ın fethindeki ve Yermük günündeki kahramanlıklarını henüz unutmuş değildi.

Ve nihayet Sıffin’e gitmeye karar verince, onu yanına çağırıp:

“Abdullah! Harbe çıkmaya hazırlan, sen de bizimle birlikte savaşacaksın.” dedi.

Abdullah cevapladı:

“Nasıl olur? Resûlullah (s.a.v.) hiçbir müslümanın boynuna kılıç vurmayacağıma dair benden söz aldı...”

Bunun üzerine Amr, kurnazlık yaparak onu ikna etmeye çalıştı. Güya onlar bu savaşa çıkmakla Hz. Osman’ın katillerini yakalayıp, onun temiz kanının öcünü alacaklarmış...

Sonra ani bir hareketle, anlamlı bir şekilde sözünü şöyle bitirdi:

“Resûlullah’ın, senin elini benim elimin içine koyarak yaptığı nasihatin sonunda “Ve babana itaat et” dediğini hatırlıyor musun?

Şimdi ise ben sana, bizimde birlikte çıkıp savaşmanı emrediyorum!”

Bunun üzerine Abdullah, sırf babasına itaat etmek üzere yola çıktı. Kesinlikle kılıç taşımamak ve hiçbir müslümanı öldürmemek üzere...

Fakat bu nasıl mümkün olacaktı?

Evet, şimdilik sadece bu şekilde babasıyla çıkmış olması yeterli idi... Ama savaş başladığı zaman… işte o zaman yerine getireceği emir de Allah için olmalıydı...

Şiddetli ve ateşli bir şekilde savaş başladı...

Tarihçiler, Abdullah’ın savaşın ilk başlangıcına katılıp katılmadığı konusunda ihtilaf ediyorlar.

Biz savaşın başında katıldığı görüşündeyiz. Çünkü savaş zaten kısa sürmüştü. Ayrıca onu savaşa ve Muaviye’ye karşı açıkça yer almaya sevkeden bir başka durum daha vardı. O da şudur:

Sahâbenin yanında saygın bir yere sahip olan Ammâr da Hz. Ali ile birlikte savaşıyordu. Dahası onun ileride nasıl bir topluluk tarafından öldürüleceği Hz. Peygamber tarafından haber verilmişti.

Olay şöyle gerçekleşmişti:

Resûlullah ve ashabı, Medine’ye hicretlerinin hemen ardından mescidlerini inşa ediyorlardı. Taşlar, kuvvetli bir insanın bile birden fazlasını bir seferde taşıyamayacağı kadar büyük ve ağırdı. Fakat Ammâr, aşırı sevinç ve neşesinin tesiriyle ikişer ikişer taşıyordu. Resûlullah onu gözleri yaşlı olarak bir süre süzdükten sonra şöyle demişti:

“Vah Sümeyye’nin oğluna..! Onu asi bir topluluk öldürecek..!”

O gün inşaata katılan bütün sahâbîler bu haberi duymuştu ve hâlâ hatırlıyorlardı.

Abdullah b. Amr da bunu duyanlardandı.

Hz. Ali ve Muaviye arasında meydana gelen savaşın başlarında, Ammâr yüksek tepelerin üzerine çıkarak gür bir sesle şöyle haykırıyordu:

“Bugün sevgililere kavuşuyoruz,

Muhammed’e ve ashabına…!!”

Muaviye’nin ordusundan bir grup, onu öldürmek üzere anlaştılar. Ve onu günahsız şehidlerin dünyasına ulaştıracak olan günahkar bir oku doğrulttular...

Ammâr’ın ölüm haberi bir rüzgar gibi her tarafa yayıldı...

Abdullah b. Amr, dehşet ve heyecan içinde yerinde duramaz olmuştu:

“Ammâr öldürüldü ha..?! Onu siz öldürdünüz ha..?

Öyleyse siz, evet o hâlde sizsiniz o âsi topluluk!.. Sapıklık üzere savaşanlar evet sizlersiniz!..”

Bir uyarıcı ve haberci gibi Muaviye ordusunun arasına daldı. Onların azimlerini kırmak, âsi bir topluluk durumuna düşmüş olduklarını onlara anlatmak için. Çünkü onlar Ammâr’ı öldürmüşlerdi ve yirmi yedi yıl önce Resûlullah, ashabından bir grubun arasında Ammâr’ı âsi bir topluluğun öldüreceğini haber vermişti.

Abdullah’ın söyledikleri Muaviye’ye ulaşınca, onu ve babasını çağırttı ve babasına:

“Bu deliyi bizim yakamızdan uzaklaştırmayacak mısın?” dedi. Abdullah ise şöyle cevap verdi:

“Ben deli değilim. Ancak bir zaman Resûlullah’ın Ammâr’a: “Seni âsi bir topluluk öldürecek!” dediğini duymuştum.”

Bu sefer Muaviye ona:

“Peki, bizimle birlikte niye çıktın o zaman?” dedi.

Abdullah bunu da şöyle cevapladı:

“Çünkü Resûlullah bana, babama itaat etmemi emretti. Ben de ona İtaat ederek çıktım, ama sizinle birlikte savaşamam.”

Onlar bu şekilde konuşurlarken, bir adam içeri girip, Ammâr’ın katilinin huzura girmek için izin istediğini söyleyince Abdullah haykırdı:

“Ona izin ver ve cehennemi müjdele!”

Oldukça sabırlı ve yumuşak olmasına rağmen Muaviye hiddetlenerek Amr’a çıkıştı: “Şu oğlunun söylediklerini duymuyor musun be adam?”

Fakat Abdullah müttakilere yakışır bir sakinlik ve rahatlık içinde Muaviye’ye, sadece gerçeği söylediğini vurgulayarak, Ammâr’ı öldürenlerin ancak âsi kimseler olabileceğini tekrar etti. Sonra babasına dönüp:

“Eğer Resûlullah bana sana itaat etmemi emretmemiş olsaydı, seninle buraya kesinlikle gelmezdim.” dedi.

Bu konuşmadan sonra Muavyie ve Amr, askerleri teftiş için çıktılar. Fakat herkesin, Hz. Peygamber’in Ammâr hakkındaki “Seni âsi bir topluluk öldürecek!” haberinden söz ettiklerini görünce dehşete kapıldılar.

Ve bu kargaşanın Muaviye’den yüz çevirmeye ve hatta ona isyana dönüşmek üzere olduğunu hissettiler... Bunun üzerine insanları yatıştıracak bir hile buldular. Şöyle diyorlardı:

“Evet, Resûlullah bir gün Ammâr’a “Seni âsi bir topluluk öldürecek” demiştir.

Ve Resûlullah ‘ın verdiği haber doğrudur...

Ve işte gerçekten Ammâr da öldürülmüştür...

Fakat onu kim öldürmüştür?

Onu ancak savaşa çıkaranlar ve kendileriyle birlikte savaşa sürükleyenler öldürmüştür.”

Böyle bir karmaşada hangi mantık böyle çalışabilir? Muaviye ve Amr’ın mantığı çalıştı. ..

Bunun üzerine iki topluluk savaşa, Abdullah b.Amr ise mescidine ve ibadetine yöneldi...

***

O, hayatına kulluk ve ibadetten başka bir şey sokmadan yaşadı.

Fakat yine de Sıffin’e gitmiş olması, oraya sadece gitmiş olması bile onda sürekli bir sıkıntı sebebi oldu... Nitekim bunu hatırlayınca ağlar ve şöyle derdi:

“Bana ne oldu da Sıffin’e gittim?

Bana ne oldu da müslümanlarla savaşa gittim?”

* * *

Bir gün, Abdullah arkadaşlarıyla Mescidi Nebevî’de otururken, Hz. Hüseyin onların yanından geçti ve selâmlaştılar.

Hz. Hüseyin uzaklaşınca, Abdullah yanındakilere şöyle konuştu:

“Size yeryüzündekilerin semadakilere en sevimli insanını haber vereyim, ister misiniz? İşte o, biraz önce buradan geçen Hüseyin’dir.

O Sıffin’den beri benimle konuşmamıştı...

Onun benden hoşnut olması, birçok kızıl develerimin olmasından benim için daha iyidir...”

Daha sonra Abdullah, Ebû Saîd el-Hudrî ile Hüseyin’i ziyaret etmek üzere anlaştı.

Ve Hüseyin’in evinde büyük insanların buluşması gerçekleşti.

Abdullah b. Amr konuşmaya başlamıştı. Sıffin olayından söz açılınca, Hüseyin sitemli bir şekilde ona:

“Seni Muaviye’nin yanında savaşa iten sebep neydi?” diye sordu.

Abdullah şöyle cevap verdi:

“Bir gün babam olacak o adam, Amr b. Âs, beni Resûlullah’a şikayet etti. “Abdullah gündüzlerini oruçla, gecelerini de namazla geçiriyor.” dedi.

Bunun üzerine Resûlullah bana şöyle buyurdu:

“Ey Abdullah! Namaz kıl; ama uykunu da uyu. Bazen oruç tut; ama bazen da tutma. Ve babana da itaat et.”

Sıffin gününde de babam beni kendileriyle birlikte çıkmaya zorlayınca mecburen çıktım.

Fakat Allah’a yemin ederim ki, ne bir kılıç, ne bir mızrak, ne de bir ok kullandım...”

* * *

Mübarek ömründen yetmiş iki sene geçmişti…

Namazgâhında, Rabbine tazarru, niyaz ve hamdde bulunuyordu. Böyleyken ebedî yolculuğa çağrıldı. O da bu çağrıya büyük bir arzuyla icabet etti...

Ruhu, kendisinden önce geçen güzellik ve iyilik sahibi kardeşlerine doğru kanat açarak uçup gitti...

Müjdeci olan Yüce Dost (Allah) ona şöyle hitap ediyordu:

“Ey huzur içinde olan can!

O senden sen de O’ndan hoşnut olarak Rabbine dön!

İyi kullarımın arasına katıl, cennetime gir.” (Fecr, 27-30)
 
ibnikayyim Çevrimdışı

ibnikayyim

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
İmam Şa'bî'ye göre; Amr b. Âs Arapların dört dahisinden, cin fikirlisinden birisi olup, karışık ve için¬den çıkılmaz sorunları çözmekte maharetli idi. [21] Hz. Ömer, bir kimsenin aklını ve görüşünü zayıf gördüğü ve beğenmediği zaman:
"Ben seni de, Amr b. Âs'ı da yaratanın Bir olduğuna şehadet ederim!" der ............babası çok geç müslüman oldu... onu uyandıran necaşinin burnunun üzeribe çaktığı bir toakttı :D rabbim ne de güzel rızıklandırmı.... müslümanlara karşı nefret dolu kalbi nasılda islamla şereflendirmiş ki; amr b. as uhuda bedire katılmış belkide çıok sahabeyi şehit etmişti...
 
Üst Ana Sayfa Alt