Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Abdullah Bin Mes’ûd (r.a)

E Çevrimdışı

Ebu Bekir

Üye
İslam-TR Üyesi
İlk müslümanlardan, muhaddis, fakîh ve müfessir sahâbî.



Adı Abdullah, künyesi Abdurrahman'dır. Babası Mes'ud, annesinin adı Ümm-i Abd'dir. Babası hakkında fazla bir bilgi yoktur. Onun, Zühreoğullarından Abd b. Hâris'in müttefiki olduğu bilinmektedir.



Abdullah, Mekke'nin fakîh âilelerinden birine mensuptu. Gençliğinde Ukbe b. Ebi Muayt'ın koyunlarını güderek çobanlık yapmıştır. Abdullah b. Mes'ud Hz. Peygamber ile ilk tanışması ve karşılaşmasını şöyle anlatır: Ben Ukbe b. Ebi Muayt'ın koyunlarını güdüyordum. Bir gün Rasûlullah (s.a.s.) ve Hz. Ebu Bekir (r.a.) yanımdan geçiyorlardı. Rasûlullah bana sütümün olup olmadığını sordu. Ben de ona çoban olduğumu ve bu koyunların emânet olduklarını söyledim. Bunun üzerine Rasûlullah: "Yavrulamamış ve süt vermeyen bir koyunun var mı? Bana gösterir misin?" dedi. Ben de koç yüzü görmemiş bir koyun yanaştırdım. Rasûlullah koyunun memesini tutup sağmaya başladı. Gerçekten yavrulamamış ve sütü olmayan bu koyundan süt sağıp Ebu Bekir'e verdi. Hz. Ebu Bekir içti; sonra kabı Rasûlullah alıp o da içtikten sonra koyunu saldı. " (İbn Sa'd, Tabakat, 111, 150-151)



İşte İbn Mes'ud o günden sonra Hz. Peygamberin yanından ayrılmadı.



İslâm'ı kabul edenlerin altıncısıdır. O müslüman olduğu zaman Peygamberimiz (s.a.s.) henüz Erkam'ın evine taşınmamıştı.



İslâm'ı kabul ettikten sonra hep Kur'ân-ı Kerim ezberlemiştir. Kendi ifâdesiyle hıfzettiği yetmiş sûreyi Hz. Peygamber (s.a.s.)'in huzurunda okumuştur. Sahâbeler arasında hiç kimse bu konuda kendisiyle rekabete girişememiş, daha sonra Abdullah Kur'an'ın tamamını ezberlemiştir.



İbn Mes'ud, müslüman olduğu sıralarda müslümanlar Hz. Peygamber ile açıktan açığa ibâdet edemiyor, istedikleri yerde yüksek sesle Kur'an okuyamıyorlardı. Müslümanların böyle bir hareketi, müşriklerin bütün câhilî duygularını kabartır, onları müslümanlara karşı şiddetli ve canice saldırılarda bulunmaya sürüklerdi. Bunun içindir ki müslümanlar, bu gibi tehlikelerden sakınmak isterler, müşrikleri aleyhlerinde harekete teşvik ve tahrik edecek hareketlerden kaçınırlardı. İşte bu zor günlerde Abdullah İbn Mes'ud, Kâbe'de Kur'ân okumak istemişti. Hz. Peygamber ve Ashâbı bunun tehlikeli bir hareket olduğunu, özellikle Mekke'de kendisini himaye edecek büyük bir âilenin bulunmadığını, müşriklerin ona karşı pervasızca hareket ederek kendisini işkenceye uğratacaklarını söylemişler, fakat İbn Mes'ud'un iman coşkunluğu bütün bunları geçmiş: "Beni, onların şerrinden Allah korur!" diyerek kalkmış ve Kâbe'ye gitmişti.



Bu sırada Kureyş müşriklerinin büyükleri toplanmış, Harem'de bir meseleyi görüşüyorlardı. Onlar konuşurlarken, yüksek ve güzel bir ses besmele çekmiş ve Kur'ân-ı Kerîm'den Rahman sûresini okumaya başlamıştı. Herkes hayret etmiş ve bu cesur adamın kim olduğunu ögrenmek üzere ona yöneldiklerinde İbn Mes'ud olduğunu görmüşlerdi. Kureyş'liler kızmış, bu hareketi en şiddetli cezalarla karşılamak istemişlerdi. İbn Mes'ud'u kızgın kumlara yatırıp islâm'ı terketmeye davet ettiler. Fakat İbn Mes'ud, bu ezalara zerre kadar önem vermedi. Müşrikler de işkencelerinin bir fayda vermeyeceğini anlayarak onu bıraktılar .



Abdullah İbn Mes'ud (r.a.) Kureyşliler'in bu haince hareketleri yüzünden hastalandı ama içinde yanan iman ateşi zerre kadar sönmemiş, mâneviyatı asla sarsılmamıştı. İbn Mes'ud, ilk fırsatta aynı hareketi tekrarlamış; yine Kureyşliler'in toplandıkları yerlerde Allah kelâmını en yüksek sesle okuyup Hz. Peygamber'den sonra ilk kez Kâbe'de Kur'ân okuyarak müşriklere islâm mesajını tebliğ etmişti. (İbnü 'I-Esîr, Üsdü '1-Gâbe, I I I, 256-257).



Abdullah İbn. Mes'ud'un bu imanı ve cesareti müşriklerin ona büyük düşman kesilmesine neden olmuştu. Kureyş'in bu tutumu karşısında İbn Mes'ud (r.a.) Mekke'yi terketmeye ve hicrete mecbur kaldı ve Habesistan'a gitmek üzere çöllere düştü. Daha sonra Habesistan'dan Medine'ye hicret ederek Muaz b. Cebel'e misâfir oldu.



Rasûlullah Medine'ye gelince, ona bir yer göstererek Medine'de yerleşmesini sağlamıştı.



İbn Mes'ud, bütün büyük savaşlara katılmış ve hepsinde de önemli fedâkârlıklar göstermiştir. Bedir savasında, Ensâr'dan iki genç, İbn Mes'ud'a gelerek, kendilerine Ebu Cehil'i göstermesini istemiş, sonra da küfür ordusunun başını temizlemişlerdi.



İbn Mes'ud (r.a.) Uhud, Hendek, Hudeybiye, Hayber gazveleriyle Mekke'nin fethinde Rasûlullah ile birlikte bulundu. Huneyn gazvesindeki bozgun esnasında Rasûlullah'ın yanından hiç ayrılmadı. Rasûlullah onun bu fedâkârlığını takdir buyurmuştu. Abdullah İbn Mes'ud, her gazada, Allah yolunda şehîd olmak gayreti ile savaşan sahâbîlerdendi. Ondaki iman kuvveti, onu daima ileriye atıyor, ancak müslümanların zaferi ve müşriklerin yenilgisi gerçekleştikten sonra rahat ediyordu. Hz. Peygamber'in vefatından sonra kısa bir müddet, inzivaya çekildi. Fakat Ömer devrinde yeni fetihlere başlandığı zaman heyecanı yeniden uyanan İbn Mes'ud, cihad için Suriye cephesine gitti.



Hz. Ömer, hicrî yirminci yılda İbn Mes'ud'u, Kûfe kadılığına tayin etti. Kadılık görevinin yanı sıra Beytülmâl'ın muhafazası ile ilgilenecek, öte yandan halkın dinî eğitimine de önem verecekti. Hz. Ömer bununla ilgili olarak Kûfe halkına gönderdiği mektupta şöyle diyordu:



"Size Ammâr b. Yâsir'i Emir, İbn Mes'ud'u da öğretici olarak gönderiyorum. Beytü'l-mâl'ınıza da İbn Mes'ud'u tayin ettim. Bunların her ikisi de Bedir ehlindendirler. Onları dinleyin ve onlara itaat ediniz. İbn Mes'ud'u yanımda alıkoymak istiyordum ama sizi kendime tercih ettim."



İbn Mes'ud (r.a.), üzerine aldığı bu görevi son derece liyakat ve ehliyet ile yerine getirdi. Kûfe, mahsullerinin çokluk ve çeşitliliği, gelirinin genişliğiyle tanınmış bir merkezdi. Onun için buranın 'beytü'l-mâl'ı önemliydi . Çünkü burası, binlerce Mücahidin tahsisâtını karşılıyordu. Horasan, Türkistan ve bunlara benzer diğer yerlerde, cihada katılan müslümanlar en uzak cephelerde çarpışan ordular, buradan teçhiz ediliyordu. Bu durum, İbn Mes'ud tarafından yürütülen vazifenin ne kadar zor olduğunu göstermeye yeterlidir. İbn Mes'ud'un bu kadar mühim bir işi üstlenmesi onun ne kadar hünerli biri olduğunu gösterir.



Abdullah İbn Mes'ud, aynı zamanda son derece zâhid ve müttakî idi. Dünyevî hiçbir zevk onu çekememişti. Bundan dolayı onun emin eline verilen bütün vazifeleri en yüksek doğrulukla yerine getirir; beytü'l-mâl'ın her şeyini korur ve her şeyi ancak yerine, ehil ve hakkı olana verirdi. Bu hususta o kadar itina ederdi ki: Bir defasında Sa'd b. Ebi Vakkas ile arasında bir ihtilaf oldu. Sa'd, beytü'lmâl'den bir miktar borç para almış, ödeme zamanı geldiğinde borcunu ödemediğini görünce, ona ağır sözler söylemiş ve kalbini kırmıştı.



İbn Mes'ud altmış yaşındayken hastalandı. Bir gece rüyasında Rasûlullah'ı gördü. Hz. Peygamber onu davet ediyordu.



İbn Mes'ud'un vefatı yaklaştığı zaman Hz. Zübeyr ile oğlu Abdullah yanına gelmişlerdi. Hicrî otuzikinci yılda vefat etti. Onu Hz. Zübeyr ve oğlu teçhiz ve tekfin ettiler. Sahih rivâyetlere göre cenaze namazını bizzat Hz. Osman kıldırdı. Hz. Osman b. Mazun ise onu kabrine indirdi.



İbn Mes'ud, islâm'a girdiği günlerden beri ilimle uğraşmakla kendini göstermişti. Rasûlullah ondaki bu ilgi ve şevki sezerek: "Sen, muallim olacak bir gençsin" buyurmuşlardı. Gerçekten İbn Mes'ud her ânını ilim tahsili ile geçirmiş, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in deniz gibi ilminden yararlanmak için fırsatı ganimet bilmişti.



İbn Mes'ud, Rasûlullah'ın en özel, en mahrem dostlarından ve adamlarındandı. O, Rasûlullah'a hizmetle övünürdü. Bazen Rasûlullah'ın misvakını taşır, takdim ederdi. Bazen âsasını getirirdi. Buna benzer birçok özel hizmetlerini yapardı. Ayrıca o, Rasûlullah'ın sırdaşlarındandı. Rasûlullah'ın o kadar yakınlarındandı kı, meclisine izinsiz girer, onunla konuşur, emirlerini dinler ve bütün arzularını yerine getirirdi. (İbn Sa'd, Tabakat, 111, 153).



İbn Mes'ud, ilâhî vahyi, bizzat onu alan ve telâffuz eden Hz. Peygamber' den öğrenmiştir. Bunun içindir ki o, Kur'an'ı en iyi bilen, en mükemmel ezberleyen zatlardandı. Herkes onun bu husustaki bilgisini ve kabiliyetini takdir ederdi; ashâb'ın hepsi, onun Kur'ân'a olan vukûfiyetini ve bundaki üstünlüğünü kabul ederlerdi. (Buhâri, Fadâilu Ashâbi'n-Nebi, 37).



Ebu Ahves der ki: "Bir gün Ebu Musa'l-Eş'âri'nin evinde bulunuyorduk. Orada İbn Mes'ud'un arkadaşlarından bazı zatlar vardı. Mushaf'a bakıyorlardı. Abdullah kalkarak, İbn Mes'ud hakkında şunları söyledi: "Rasûlullah'ın ilâhî vahyi İbn Mes'ud'dan daha iyi tanıyan birini bırakmadığı kanaatindeyim." Ebu Musa bu sözleri dinledikten sonra: "Biz bulunmadığımız zaman o, Rasûlullah'ı görür, biz kabul olunmadığımızda o, huzura kabul olunurdu" dedi.



Amr b. As'ın oğlu Abdullah'ın meclisine devam eden Mesruk der ki: Abdullah b. Amr'a gider, konuşurduk. Bir gün Abdullah İbn Mes'ud'dan söz açıldı. Abdullah dedi ki: 'Öyle bir adamdan bahsediyorsunuz ki, onu çok seviyorum, seveceğim de. Çünkü Rasûlullah onun hakkında şöyle buyurmuştu: "Kur'an'ı dört kişiden öğreniniz: İbn Mes'ud'dan, Muaz b. Cebel, Übey b. Kaab ve Ebu Huzeyfe'nin mevlâ'sı Sâlim'den." Rasûlullah bu açıklamasına İbn Mes'ud ile başlamıştı . " (Buhârî, Fezâilü'l Kur'ân, 8)



İbn Mes'ud, Kur'an'ın yayılmasına, onu, Rasûlullah'dan aldığı şekilde öğretmeye çalışırdı. Öte yandan tefsir ilminde de mühim hizmetleri olmuştu. İbn Mes'ud der ki: "Habeşistan'a hicret etmeden önce, Mekke'de bulunduğumuz sırada, Rasûlullah'a, namaz kılarlarken selâm verirdik, o da selâmımızı alırdı. Habeşistan'dan dönüşümüzde yine aynı şekilde namaz kılarlarken selâm verdik, selâmımızı almadı. Namazını bitirdikten sonra Rasûlullah'a sebebini sordum: "Cenâbı Hak, namazda konuşmayı yasakladı", buyurdular. (İbn Hanbel, Müsned, 1, 377).



Yine İbn Mes'ud anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.s.)'e şöyle soruldu: "En büyük günah şunlardan hangisidir? Allah'a ortak koşmak, kendi çocuğunu öldürmek, komşunun karısı ile zina etmek. " O zaman Rasûlullah'a şu âyet-i kerime indi: "Onlar ki Allah ile beraber başka bir ilâha ibâdet etmezler, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina yapmazlar. Her kim de bunları yaparsa kıyâmet günü ağır cezaya çarptırılır. " (el-Furkan, 25/67).



İbn Mes'ud kendi re'yi ile Kur'ân'ı tefsir etme hususunda son derece ihtiyatla hareket ederdi. Kendisi bunu izah ederek der ki: "Mescitteydim. Orada Kur'ân'ı kendi re'yiyle tefsir eden bir adamı gördüm ve hemen oradan ayrıldım. Bu adam: "Göğün açık bir duman ile geleceği günü bekle, o insanları sarar, bu, acıklı bir azaptır." (ed-Duhan, 44/10), âyetini tefsir ederken, kıyâmet gününde herkesin nefesini tıkayacak ve onları nezleye uğratacak bir dumandan söz ediyordu. Hâlbuki bir insanın bilmediği bir şey için Allah bilir, demesi, onun ilmine delâlet eder. Bu âyet-i kerime ise Kureyş'in Rasûlullah'a karşı son derece şiddetli davrandıkları zamanlarda inmişti.



İbn Mes'ud, Kur'an-ı Kerim'i bizzat Rasûlullah'dan öğrenenlerdendi. Onun için kıraatinde başka bir mükemmellik vardı. Rasûlullah onun kıraatinden bahseder ve onu överdi. Bir gün Mescidte İbn Mes'ud, güzel sesle Nisâ sûresini okuyordu. Rasûlullah (s.a.s.) Hz. Ebu Bekir ve Ömer ile birlikte mescide gelmiş ve onu zevkle dinledikten sonra şöyle demişlerdi: "İbn Mes'ud! ne dilersen dile nâil olursun!"



Ebu Bekir'den sonra Hz. Ömer gelmiş ve Rasûlullah'dan duyduklarını İbn Mes'ud'a müjdelemek istemişti. İbn Mes'ud ona: "Ebu Bekir seni geçti" demişti. Hz. Ömer de: "Allah Ebu Bekir'den razı olsun, onun daha önce sana geldiğinden haberim yoktu" demişti (İbn Hanbel, Müsned, 1, 454)



Gerçekten İbn Mes'ud'un kıraati son derece güzeldi. Rasûlullah, Kur'an'ı ona talim ettikten sonra, sesinden dinlemek isterdi. İbn Mes'ud, bir gün Rasûlullah'a: "Biz Kur'an'ı sizden okuduk, sizden öğrenmedik mi?" demiş, Rasûlullah da şöyle buyurmuştu: "Evet ama ben Kur'an'ı başkalarından dinlemek isterim."



İbn Mes'ud diyor ki: "Bir gün Rasûlullah'ın huzurunda Nisâ sûresinden bir bölüm okuyordum. "Her ümmetten bir şâhid getirdiğimiz, seni de onların üzerine şâhid getirdiğimiz vakit, bakalım onların hali nice olacak?" (en-Nisâ, 4/41). Âyeti kerimesine geldiğim zaman, Rasûlullah'ın gözleri yaşarmıştı ."



İbn Mes'ud, Rasûlullah'a yakınlığı dolayısıyla son derece geniş bilgiye sahipti. "Onun, o devre ait bilmediği yoktu" dersek mübalâğa etmiş olmayız. Bununla beraber o, asr-ı saâdet'e ait rivâyetlerde son derece ihtiyatlı davranırdı. Amr b. Meymun şöyle der: "Abdullah ile tam bir yıl kaldım. Bu müddet içinde onun 'Rasûlullah buyurdu' dediğini duymadım. Şâyet böyle bir söze başlarsa bütün vücudu ürperir ve alnından terler akardı." (İbn Sa'd, Tabakat, 111, 156).



İbn Mes'ud'un talebelerine olan en büyük nasihati ve vasiyeti; Rasûlullah'ın hadislerini rivâyet ederken son derece dikkatli olmalarıydı. O, talebelerine derdi ki: "Rasûlullah'dan bir söz naklettiniz mi, o sözün nübüvvet ve risâlet şanına en lâyık, ümmetinin hidâyetine en faydalı ve takvâya en uygun olanını gözetiniz." (İbn Hanbel, Müsned, I, 385).



İbn Mes'ud'un, çok ihtiyatlı davranmasına ve talebelerine de hadis rivâyeti konusunda sıkı sıkı tembihlerde bulunmasına rağmen, ondan çok hadis rivâyet edilmiştir. Üstelik o, çok rivâyetiyle tanınan Muksirun sahâbîlerden biridir. Buna rağmen İbn Mes'ud, mutlak hadis rivâyet etmez, onun rivâyetleri çoğunlukla Rasûlullah'dan öğrendiği farzları açıklayan ve dini emirlerin kolayca anlaşılmasına yardımcı olan talimatlardır. Sahih hadis kitapları ve müsnedlerde ondan rivâyet edilen hadislerin toplamı sekizyüzkırksekizdir. Bunların altmışdördünü Buhârî ve Müslim müştereken rivâyet ederler. Ayrıca yirmibirini Buhârî, otuzsekizini Müslim nakletmiştir. Böylece Buhârî, İbn Mes'ud'dan toplam seksen beş, Müslim, toplam doksandokuz hadis rivâyet etmişlerdir.



İbn Mes'ud, fıkıh ilminin kurucularından olan fakîh sahâbilerden biridir. O, özellikle Hanefi fıkhının temel taşıdır. Önce de belirttiğimiz gibi, o, bütün Kûfe eyaletinin kadısıydı. Onun içindir ki İbn Mes'ud, halka, fıkıh meselelerini ve içtihadlarını öğretir, bütün mürâacatlarını cevaplar ve problemlerini hâllederdi. Irak kıtasının bütün âlimleri, İbn Mes'ud'u rehber tanırlardı. Çünkü fıkıhta en çok istifâde ettikleri zat oydu. Hz. İbn Mes'ud'un başlıca talebelerinden olan Alkame b. Kays ile Esved b. Yezid, özellikle fıkıh ilmindeki derinlikleriyle şöhret kazanmışlardı. Bunlardan sonra İbrahim enNahaî, Kûfe fıkhına genişlik vermiş ve Irak fakîhi ünvanını almıştı. İbrahim en-Nahâî'nin bütün dayanağı İbn Mes'ud'un içtihadlarıydı. İbn Mes'ud'un bu ilim hazinesi, en-Nahâî'den, Hammâd b. Süleyman'a intikâl etmiş, ondanda İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'ye geçmişti. İmâm-ı A'zam bunları genişletmiş, ilim ve ictihadıyla yaymıştı. Böylece islâm âleminin önemli bir bölümü, bunların ilminden yararlanmıştır.



Abdullah İbn Mes'ud, kıyas ile muasırlarının birçok problemlerini çözmüş, bu kaidenin yerleşmesinde son derece büyük hizmetlerde bulunmuş ve böylece usul-u fıkıh ilminin ortaya çıkmasına, istinbat melekesinin kuvvetlenmesine büyük katkılarda bulunmuştur.



İbn Mes'ud, bu suretle kıyas'ın en önemli esaslarını tesbit etmiştir.



İbn Mes'ud'un bu önemli fıkhî görüş ve içtihadları Mısırlı âlim Muhammed Ravvâs Kal'acı tarafından "Mevsû'atu Fıkhî Abdullah İbn Mes'ud " (Abdullah İbn Mes'ud'un Fıkhî Ansiklopedisi, Kahire 1984) adıyla toplanmış ve ilim hayatına kazandırılmıştır.



Hz. İbn Mes'ud'un muasırları ondan birçok meselelerde faydalanmışlardır. İmam Muhammed b. Hasan es-Seybânî; "Ashâb içinde fıkıh meselelerinde derinlik sahibi olanlar Hz. Ali, Ubey b. Ka'b, Ebu Musa el-Eş'ari, Hz. Ömer, Zeyd b. Sabit ve Abdullah İbn Mes'ud'tur" der. İmam Şa'bi: "Hz. Ömer, Zeyd b. Sabit ve Abdullah İbn Mes'ud'un bütün ümmetin ufkunu açan fikhî meseleleri çözdüklerini ifâde eder. Zamanının bütün âlimleri Abdullah İbn Mes'ud'u büyük fakih bilirlerdi. Hz. Ömer onu gördükçe güler: "Bu, ilimle dolu bir zattır." derdi.



İbn Abbas da, İbn Mes'ud hakkında şöyle der: "Kur'ân'ın en büyük tercümanıdır."



İbn Mes'ud'un ileri gelen talebelerinden biri Alkame b. Kays idi. Alkame, dimağının tazeliği, malûmatının genişliği ile seçkindi. İbn Mes'ud, onun kendisinden daha çok malûmatlı olduğunu söylerdi:



İbn Mes'ud, Kûfe'de bütün talebelerine Kur'ân'ı Kerim, hadîs ve fıkıh okuturdu. Dersine devam edenler büyük bir halka oluştururlardı. Ondan ders okuyanlar arasında büyük şöhret kazananlar da vardı. Alkame, Mesruk, Esved, Abîde, Kâdı Süreyh, Ebu Vâil bunlar arasındadırlar. Her biri büyük bir âlim olan bunlar arasında özellikle Alkame, daima İbn Mes'ud'u hatırlatan bir simâ olmuştu. İbn Mes'ud yola çıktığı zaman talebelerinin çoğu onunla beraber hareket ederler ve ona yoldaş olurlardı.



Bir gün Habbâb b. Eret, İbn Mes'ud'un son derece geniş olan ders halkasına gelmiş, oraya devam eden gençlerin çokluğundan memnun olmuş ve İbn Mes'ud'a en liyakatli talebesini sormuştu. İbn Mes'ud da Alkame'yi göstermişti. Hz. Habbab, Alkame ile görüşmüş ve onun malûmatının genişliğinden çok derin bir zevk duymuştu.



İbn Mes'ud'un talebeleri, kendisini derin bir iştiyakla dinlerler ve derslerini aşk ve şevkle alırlardı. Başlıca talebelerinden olan Sakık der ki: "Mescitte İbn Mes'ud'u bekler, onun derse çıkması için yolunu gözetlerdik. Bir gün biz böyle bekleşirken Yezid b. Muaviye en-Nehai gelmiş ve bize: 'Dilerseniz evine gidip bakayım, evdeyse alıp getirmeye çalışayım' demiş ve gitmişti. İbn Mes'ud gelmiş, bize: 'Ben sizi bıktırmamak için gelmedim. Rasûlullah bize vaazlarını fasıla ile verirdi. Çünkü bıkkınlığa uğramamızı istemezdi.' demişti."



İbn Mes'ud, sünnet-i seniyye'ye uygun bir ahlâk sahibiydi. O, ahlâk ve yaşayış tarzını bizzat Rasûlullah'dan öğrenmişti. Çünkü o, Rasûlullah'ın en yakın dostlarındandı. Her zaman Rasûlullah'ın yanına girer, hizmetlerini görür, ayakkabılarını çevirir, önünde yürür, yıkanacağı zaman perde tutar önünde siper olurdu. Rasûlullah ona, kayıtsız şartsız bir müsaade vermişti. İbn Mes'ud'a: "Her zaman yanıma girebilirsin, ancak benim mani olacağım zamanlar hariç" derdi. (İbn Sa'd, Tabakat, 111, 153-154). Bunun içindir ki onun, Rasûlullah'ı yegâne uyulacak insan bilmesi, onun her hâliyle hâllenmesi kadar tabii bir şey olamaz. İbn Mes'ud, Kûfe'den ayrıldığı hâlde ünü orada uzun zaman yaşamış; herkes onun ilim ve irfanının yanı sıra takvasını, iffetini, güzel huyluluğunu, kalbinin rikkatini ve övgüye değer ahlâkını anmaya devam etmişti. Hz. Ali, Kûfe'ye gittiği zaman İbn Mes'ud'un övgüye değer vasıflarla anıldığını duyduktan sonra onun Kur'ân'ı Kerim'e vukûfunu, helâli helâl, haramı haram tanıdığını, dinde fakih ve sünnette âlim olduğunu ilâve etmişti.



Abdullah İbn Mes'ud, Ebu Umeyr adında bir dostunu ziyaret etmek üzere çıkmış, fakat evinde bulamayarak âilesine selâm göndermiş ve kendisine bir miktar su verilmesini rica etmişti. Evin hanımı, hizmetçisini komşuya göndererek su istetmişti. Hizmetçi geciktiği için hanım ona lânet okumuştu. İbn Mes'ud hanımın hizmetçiye lânet okuduğunu duymuş ve evden çıkmıştı. Çıkarken dostu Ebu Umeyr ile karşılaşmıştı. Ebu Umeyr "Ya Ebu Abdurrahman! Sen kendisinden kadınların kıskanılacağı bir adam değilsin, niçin kardeşinin hanımına selâm vererek içerde oturmadın ve su içmedin?" demişti. İbn Mes'ud'un cevabı: "Öyle yaptım fakat zevceniz ya su bulunmadığı veyahut evdeki su kâfi gelmediği için hizmetçiyi komşuya gönderdi, hizmetçi geç kaldığı için de ona lânet okudu. Hâlbuki ben Rasûlullah'dan şu sözleri duydum: "Lânet kime gönderilmişse ona gider, ona kazılmak ister. Şayet buna bir yol bulamazsa: Ya Rabbi, beni falana gönderdiler, kalktım gittim, ona hulûl için bir yol bulamadım! Şimdi ne yapayım? der. Cenab-ı Hak da ona: Nereden geldinse oraya dön der. " Onun içindir ki, hizmetçinin bir mazereti olabileceğini düşündüm ve lânetin geri dönmesinden korktum. Buna sebep olmak istemedim."



Bir defasında adamın biri vefat etmiş ve hiçbir hayrı olmadığı söylenmişti. İbn Mes'ud, bunu duyar duymaz, elinde bulunanları sadaka olarak vermişti. Rasûlullah'ın Ashâb'ından birçokları, onun sünnetine yapışmakla büyük bir şerefe kavuştular. Fakat Abdullah İbn Mes'ud, hiçbir zaman dünyayı istemedi. O hep ahireti gözetirdi. Hz. İbn Mes'ud, son derece misafirperverdi. Kûfe'de ikâmet ettiği sırada evi hiç misafirsiz kalmazdı.



İbn Mes'ud, namazlarını vaktinde kılmaya o kadar riayet eder ki, bir kere Vali Velid b. Ukbe, Kûfe mescidinde halkı bir süre bekletmişti. İbn Mes'ud hemen kalkarak, halka namazı kıldırmıştı. Vali, buna üzülerek, niçin böyle yaptığını sormuş ve "Mü'min'lerin emirinden bir buyruk mu aldın? Yoksa bir bid'at mı icat ettin?" demişti. İbn Mes'ud, ona şu cevabı vermişti: "Ben, mü'minlerin emirinden bir buyruk almadığım gibi, bir bid'at de icat etmedim. Fakat senin bir işin vardır, diye bizim de namazımızı geciktirmene Allah razı olmaz."



İbn Mes'ud, Ramazan'dan başka çoğu günler oruç tutar, Aşûre günlerini de oruçlu geçirirdi. Abdurrahman b. Yezid der ki: "İbn Mes'ud, günlerinin çoğunu oruçlu geçirirdi. Oruca ve namaza devamdan ayrıca bir zevk alırdı. İbn Mes'ud, son derece külfetsiz bir hayat sürer, gayet basit yemeklerle beslenir, külfetsizliği ve sadeliği hayatının düstûru bilirdi. Talebesi Alkame, bu hususta İbn Mes'ud'un harfiyen Rasûlullah'a uyduğunu söyler. İbn Mes'ud; senelerce beytü'lmâl idare etmiş, bir gün, bir dakika da olsa adalet ve insaftan ayrılmamıştır.
 
A Çevrimdışı

Abdullah Yusuf

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
ABDULLAH b. MES’ÛD

Kur’ân’ı Açıktan Okuyan İlk Sahâbî

Abdullah b. Mes’ûd, Resûlullah (s.a.v.) Darü’l-Erkam’a girmeden önce iman etmiş ve Resûl’e iman edip, ona tâbi olan ilk altı kişiden biri olmuştur. Allah’ın salât ve selâmı onların üzerine olsun.
O hâlde Abdullah b. Mes’ûd ilk müslümanlardandır.
Resûlullah’la ilk karşılaşmalarını şu şekilde anlatmaktadır:
“Yetişkin bir çocuktum. Ukbe b. Ebû Muayt’ın koyunlarını otlatı*yordum. Resûlullah (s.a.v.) ve Hz. Ebû Bekir yanıma geldiler ve bana: “Ey delikanlı, bize ikram edecek sütün var mı’?” dediler.
Ben ise: “Ben bir emanetçiyim, size süt veremem.” dedim. Bunun üzerine Resûlullah: “Yanında henüz yavrulamamış, sütü olmayan bir koyun var mı?” dedi. Ben de: “Evet, var.” dedim. Koyunu yanlarına getirdim. Nebî (s.a.v.) koyunu bağladı, memesini sıvazladı ve Allah’a dua etti. Koyunun memesinde hemen süt toplanıverdi. Sonra Hz. Ebû Bekir içi oyuk bir taş getirdi, sütü sağdı. Kendisi içti, sonra ben içtim. Daha sonra memeye “Çekil.” dedi ve süt kesildi...
Bu olaydan sonra Resûlullah’a “Bana bu sözleri öğret.” dedim.
O da bana: “Sen eğitilebilir (öğretebilir) bir çocuksun.” dedi.
* * *

Abdullah b. Mes’ûd, Allah Resûlü’nün, Rabbi’ne yakarışı ve henüz sütü gelmemiş memeyi sıvazlaması neticesinde bu memenin -Allah’ın rızkından- hâlis ve içenler için içimi kolay bir süt verişi karşısında hay*rette kalmıştı…
Oysa o, bu gördüğü mucizenin küçük ve basit bir şey olduğunun, Resûlullah’ın dünyayı sarsacak, kâinatı nur ve hidâyete gark edecek esas mucizesinin ise yaklaşmakta olduğunun henüz farkında değildi...
Yine o, Ebû Muayt’ın koyunlarını otlatan bu zayıf ve fakir çocuğun, bir gün gelip Resûlullah’a iman edeceğini ve imanıyla Kureyş’in ileri gelenlerini ve ulularını hezimete uğratarak, Allah Resûlü’nün bu muci*zelerinden birisi olacağının da henüz farkında değildi...
O müslüman olduktan sonra -hiç kimsenin yanından dahi geç*meye cesaret edemediği- Kureyş’in ileri gelenlerinin, Kâbe’nin yakının*daki meclislerine gidip, başlarına dikilir ve o tatlı, akıcı sesiyle okumaya başlardı:
Esirgeyen, bağışlayan Allah’ın adıyla...
Kur’ân’ı Rahmân olan Allah öğretti...
İnsanı O yarattı...
Ona beyanı O öğretti...
Güneş de, ay da hesapladır...
Nebat da, ağaç da O’na secde ederler .” (Rahmân, 1-6)
Ve böylece okumasına devam ederdi. Kureyş’in ileri gelenleri ise, bu olay karşısında dehşete düşüp, gördüklerine ve duyduklarına ina*namazlar ve içlerinden birinin ücretli işçisi, çobanı olan böyle fakir biri*nin kendilerine meydan okumasına bir türlü akıl erdiremezlerdi.
Gelin bu etkileyici sahneyi bizzat müşâhede eden Abdullah b. Zübeyr’in ağzından dinleyelim:
“Resûlullah’tan sonra Mekke’de Kur’ân’ı açıktan okuyan ilk kişi, Abdullah b. Mes’ûd idi. Bir gün Resûlullah’ın ashabı toplanmış, kendi aralarında konuşurlarken şöyle dediler: “Vallahi, Kureyş bu Kur’ân’ın açıktan okunduğunu hiç duymadı, bunu onlara kim duyurabilir?” dedi*ler. Abdullah b. Mes’ûd: “Ben!” diye cevap verdi. Bunun üzerine orada bulunanlar: “Sana bir zarar vermelerinden korkarız. Bize bu işi yapacak aşireti güçlü birisi lazım. Böyle olmalı ki, Kureyş ona zarar vermekten çekinsin.” dediler. Abdullah b. Mes’ûd: “Bırakın bu işi ben yapayım, Allah beni onlardan korur.” dedi. Netice Abdullah b. Mes’ûd onları ikna etti. Kuşluk vakti Kureyş’in ileri gelenlerinin toplandığı yere geldi. On*lara doğru yöneldi ve yüksek sesle Kur'ân okumaya başladı:
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
Kur’ân’ı Rahman olan Allah öğretti...
İnsanı O yarattı...
Ona beyanı O öğretti...”
Bu şekilde okumasına devam etti. Bu durum karşısında Kureyş’in ileri gelenleri söylenmeye başladılar: “Bu, kölenin oğlu neler söylüyor böyle? Yoksa Muhammed’e inen âyetlerden mi okuyor?!”
Hepsi birden ayağa kalktılar ve Abdullah b. Mes’ûd’u dövmeye başladılar. O ise, hâlâ gücü nispetinde okumasına devam ediyordu.
Sonra yaralı bir vaziyette arkadaşlarının yanına döndü. Onun bu hâlini gören arkadaşlarına: “Allah düşmanlarını hiç bu kadar zayıf gör*memiştim. Eğer isterseniz yarın gidip, aynı şeyi tekrarlayayım.” dedi. Ashab ise: “Bu yeterlidir, sen vazifeni yaptın. Onların kerih gördükleri şeyi onlara zorla işittirdin.” dediler.
Evet... Artık Abdullah b. Mes’ûd, henüz vakti gelmemiş memeden aniden süt geldiğini görüp hayrette kalan o eski Abdullah b. Mes’ûd değildi. O vakit kendisinin ve arkadaşlarının bir gün gelip de Resûlullah’ın mucizelerinden bir mucize olacaklarını, Allah’ın dininin bayraktarlığını yaparak, bu bayrakla güneşin nurunu ve gündüzün ay*dınlığını bile gölgede bırakacak hizmetler ortaya koyacaklarını bilmiyordu. O günlerin çok yakında olduğunun da farkında değildi.
Fakat zaman çabuk geçti, vakit geldi çattı. Ve bu yoksul, zavallı ço*cuk mucizelerden bir mucize hâline geliverdi.
Kalabalıklar içerisinde hemen fark edilecek bir insan değildi. Ne malı, ne iri yarı bir cüssesi, ne de mevkii ve makamı vardı. İnsanlar içe*risinde fakir, zayıf ve sıradan bir kişiydi.
Fakat İslâm kendisine fakirliğin yerine, Kisra’nın hazinelerinden ve Kayser’in definelerinden çok daha değerli ve kıymetli şeyler nasip etti.
Bünyesi zayıftı; fakat İslâm kendisine tarihin akışını değiştirecek ve azgınları kahredecek güçlü bir irade kazandırmıştı.
Belki mevki ve makam sahibi değildi, halk arasında fazla göze çarpmıyordu; ama İslâm kendisine tarihin önde gelen şahsiyetleri ara*sında anılmayı ve ilim ve şerefi ihsan etmişti.
Hz. Peygamber onun hakkında “Sen eğitilebilir bir çocuksun.” derken ne kadar da doğru söylemiş. Zira Rabbi’nin lütfu sayesinde Ab*dullah b. Mes’ûd çok şey öğrenmiş, ümmetin fakihi olmuştu. Şöyle derdi:
“Yetmiş sûreyi bizzat Resûlullah’ın ağzından öğrendim. Bu konuda kimse benimle çekişemez.”
Abdullah b. Mes’ûd’un o işkence ve ıstırap günlerinde Kur’ân’ı Mekke’de -hayatı pahasına- her mekanda açıktan okuma ve yayma gayretine binaen elde edeceği sevap yanında Allah kendisine bir de Kur’ân’ı güzel okuma ve anlama yeteneği ihsan etmişti.
Hz. Peygamber, ashabına İbn Mes’ûd’a uymalarını tavsiye eder ve:
İbn Mes’ûd’un tarikine tutunun, onu takip edin.” derdi.
Yine Hz. Peygamber, ashabına, onun kıraatını yaymalarını ve Kur’ân’ın nasıl okunacağını ondan öğrenmelerini tavsiye ederdi.
Hz. Peygamber bu konuyla ilgili olarak şöyle buyururmuştur:
Kim Kur’ân’ı inzal olduğu üzere dinlemek isterse, Abdullah b. Mes’ûd’dan dinlesin. Yine kim Kur’ân’ı inzal olunduğu üzere okumak isterse, Abdullah b. Mes’ûd’un kıraatı üzere okusun.”
Hz. Peygamber Kur’ân’ı Abdullah b. Mes’ûd’dan dinlemeyi severdi.
Resûlullah bir gün onu yanına çağırdı ve:
Bana biraz Kur’ân oku.” dedi.
Abdullah:
“Ya Resûlullah Kur’ân sana indirildi, ben nasıl sana Kur’ân okuya*bilirim?” diye şaşkınlığını ifade edince Allah Resûlü:
Ben onu başkasından dinlemeyi daha çok seviyorum.” bu*yurdu. Abdullah b. Mes’ûd da Nisa sûresinden okumaya başladı:
Her ümmetten leh ve aleyhlerinde konuşacak birer şahit, onla*rın üzerine de Habibim seni bir şahit olarak getirdiğimiz zaman onla*rın hâlleri nice olacak! Küfredenlerle, o Peygamber’e âsi olanlar, o gün yerle bir edilselerdi de keşke Allah’tan bir sözü gizlememiş olsa*lardı temennisinde bulunacaklardır.” (Nisa, 41- 42)
Âyetine geldiğinde Hz. Peygamber’in gözleri doldu, ağlamaya baş*ladı. Ve eliyle İbn Mes’ûd’a işaret ederek: “Yeter, yeter ya İbn Mes’ûd!” buyurdu.
Abdullah b. Mes’ûd, Allah’ın kendisine bir lütuf ve keremi olarak: “Vallahi Kur’ân’dan indirilen her şeyi biliyorum. Allah’ın kitabını benden daha iyi bilen bir kimse yoktur. Kur’ân’ı benden daha iyi bilen birisini bilseydim, gider ondan öğrenirdim. Bununla birlikte ben sizin en hayır*lınız da değilim.” derdi.
Onun bu konudaki önceliği ve önderliği ashab tarafından da kabul edilmiştir.
Mü’minlerin Emiri Hz. Ömer, onun hakkında: “İlim ve anlayışla dolu bir insandı.” derken, Ebû Musâ el-Eş’arî de: “İçinizde Abdullah b. Mes’ûd gibi bir âlim varken bize bir şey sormayın.” derdi.
Onun önderliği sadece Kur’ân ve fıkıhla sınırlı değildi, takva ve verâ konusunda da eşsiz bir insandı.
Onun hakkında Huzeyfe: “Sekinet, vakar ve siretinde Resûlullah’a Abdullah b. Mes’ûd’dan daha çok benzeyen birini görmedim.” demiştir.
Hz. Peygamber’in ashabı iyi bilmektedir ki, Abdullah b. Mes’ûd, Al*lah’a da en yakın olanlardandır.
Bir gün: bir gurup insan, Ali b. Ebû Tâlib’in yanında toplandılar ve:
“Ey mü’minlerin Emiri! İlim, ahlâk, arkadaşlık ve verâ bakımından Abdullah b. Mes’ûd’dan daha iyisini görmedik.” dediler. Hz. Ali de on*lara: “Allah için söyleyin, bunu inanarak mı söylüyorsunuz?” dedi. On*lar: “Evet.” cevabını verince Hz. Ali: “Allah’ım! Sen şahit ol. Allah’ım! Ben de onların dediklerinin aynısını hatta daha fazlasını söylüyorum… Kuşkusuz o Kur’ân’ı okudu, öğrendi, helâlini helâl, haramını da haram kabul etti. O dinde fakih, Sünnet’te âlimdi…” dedi.
* * *

Hz. Peygamber’in ashabı Abdullah b. Mes’ûd’dan bahsederler ve şöyle derlerdi:
“Bize izin verilmezken ona izin verilir; bizim bulunmadığımız yer*lerde o bulunurdu.”
Onlar bu sözleriyle, Hz. Peygamber’in başkasına tanımadığı fırsat*ları ona tanıdığını anlatmak istiyorlardı. Bu cümleden olarak o, Hz. Pey*gamber’in evine herkesten daha çok girerdi. Onlarla başkasından daha fazla beraber olurdu. O hiç kimsenin bilmediği peygamber’in sırlarını ve özel hâllerini bilirdi. Bu yüzden ona “sahib-i sevâd” yani sırlarını bilen lakabı uygun görülmüştü.
Ebû Musa el-Eş’arî şöyle anlatıyor:
“Ben Hz. Peygamber’e tanık oldum. İbn Mes’ûd’u Hz. Peygam*ber’in ailesinden sayardım.”
Bunun nedeni, Hz. Peygamber’in Abdullah b. Mes’ûd’u çok seviyor olmasıydı. Onun uyanık, zeki oluşunu, verâsını ve yüceliğini beğeni*yordu… O derece seviyordu ki, onun hakkında şunları söylemişti:
Eğer birini, müslümanlarla şûra yapmaksızın emir atayacak ol*saydım, bu İbn Mes’ûd olurdu.”
Daha önce Hz. Peygamber’in şu vasiyetini aktarmıştık:
İbn Mes’ûd’un tarikine tutunun, onun izinden gidin.”
Bu sevgi… ve bu güven, onu Hz. Peygamber’e bu denli yakınlaş*tırmıştı. Başkasına verilmeyen izinler bundan dolayı ona verilmişti.Hz. Peygamber: “Senin bizden izin alman, (kapıyı örten) perdeyi kaldır*mandır.” buyurmuştu. O (s.a.v.), bu sözüyle, gece veya gündüz hangi vakitte dilerse gelip, kapısını çalabileceğini anlatmış oluyordu…
Evet, ashab işte onun hakkında böyle söylüyordu:
“Bize izin verilmezken ona izin verilir; bizim bulunmadığımız yer*lerde o bulunurdu.”
İbn Mes’ûd bu fazilete lâyık bir insandı… İki insan arasındaki bu de*rece yakınlığın beraberlikteki resmiyet ve saygıyı ortadan kaldırması beklenirken, aksine onun her geçen gün Hz. Peygamber’e karşı saygısı, hürmeti ve edebi daha çok artıyordu.
Hz. Peygamber’in onun yanındaki konumunu, vefatından sonra ondan bir hadis rivayet etmek istediği zaman sergilediği tutumu çok iyi ortaya koymaktadır…
Hz. Peygamber’den çok fazla hadis rivayet etmezdi. Rivayet etmeye başlarken, dudaklarını oynatıp, “Hz. Peygamber’i şöyle derken dinle*dim…” dediği an onu bir titreme, sıkıntı ve kaygı kaplardı. Korkusu, hadisteki bir harfin yerine yanlışlıkla başa bir harf koyması ve böylece rivayet etmesinden ileri geliyordu…
Gelin, şimdi onun bu hâlini arkadaşlarından dinleyelim.
Amr b. Meymûn anlatıyor:
“Bir yıl Abdullah b. Mes’ûd’a gidip geldim. Bir gün bile Resûlullah*tan bir şey rivayet ettiğini duymadım. Ancak bir kez bir hadis rivayet etmek istedi. “Resûlullah şöyle buyurdu...” der demez onu sıkıntı bastı ve terlemeye başladı. Sonra hadisi rivayet etmeye baştan başladı ve bu kez “Resûlullah şuna benzer bir şey söyledi...” diyerek devam etti.”
Alkame b. Kays da şöyle anlatıyor:
“Abdullah b. Mes’ûd her perşembe akşamı sohbet eder, konu*şurdu. Bu konuşmaların hiçbirinde “Resûlullah şöyle buyurdu...” dedi*ğini duymadım. Ancak bir kere bunu söyledi, onda da baktım ki dayan*dığı asâ titriyordu.”
Mesruk ise Abdullah b. Mes’ûd’un hadis rivayet edişini şöyle anlatı*yor:
“Bir gün Abdullah b. Mes’ûd, “Resûlullah şöyle buyurdu…” diyerek bir hadis rivayet etti. Sonra birden irkildi, titredi. Öyle ki bu titremesi elbiselerinden bile hissediliyordu. Akabinde sözünü değiştirdi ve “Resûlullah buna benzer bir şey buyurdu...” dedi.”
Buraya kadar anlattıklarımızdan da anlaşılmaktadır ki, Abdullah b. Mes’ûd Resûlullah’a karşı son derece hürmetkâr ve saygılı idi. Onun Resûlullah’a olan bu hürmeti, takvasının da ötesinde zeka ve ince anla*yışının göstergesiydi.
Abdullah b. Mes’ûd, Resûlullah’la aynı dönemde yaşamış, ömrü*nün çoğunu onun yanında geçirmişti. Dolayısıyla ona karşı nasıl davra*nılmasını gerektiğini, ona gösterilecek saygıda en iyi ve en doğruyu bilen kişiydi. Bu sebeple olsa gerek, Resûlullah hayatta iken sergilediği o eşsiz değer ve hürmeti, onun vefatından sonra da aynen devam et*tirmiştir.
* * *

Abdullah b. Mes’ûd, ne hazarda ne de seferde Resûlullah’tan bir an bile ayrılmamıştır. Tüm büyük savaşlarda ve gazvelerde bulunmuştur. Kutlu Bedir günü, müslümanların kılıçları altında can veren Ebû Cehil’le olan macerası herkesçe malûmdur.
Resûlullah’tan sonra onun halifeleri de İbn Mes’ûd’un kadrini ve kıymetini bildiler. Hz. Ömer, onu Kûfe’ye, beytülmalin başına tayin etti. Onu gönderirken Kûfelilere hitaben şunu yazdı:
“Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a yemin ederim ki, Abdul*lah b. Mes’ûd’u size göndermekle sizi -kendi nefsime- tercih ettim. Ona sahip çıkın, ondan öğrenin, istifade edin.” dedi.
Kûfe halkı, Abdullah b. Mes’ûd’a öyle bir sevgi gösterdi ki, daha önce hiç kimseye karşı böyle davranmamışlardı.
Kûfe halkının bir insanı sevme konusundaki birliktelikleri ise, mu*cize kabilinden bir şeydir.
Zira Kûfe halkı kavgacı ve isyancı olup, bırakın bir insanın sevgisi üzerinde birleşmelerini, onlar normalde bir çeşit yemeğe bile tahammül edemezler. Barış ve sükûnete ise hiç dayanamazlar. İşte böyle bir top*luluk Abdullah b. Mes’ûd’u bağrına basıp sevebilmişti. Hatta Hz. Osman onu Kûfe’den azledeceği zaman Kûfeliler, İbn Mes’ûd’a: “Bizimle kal, gitme. Ondan sana bir zarar gelmesine biz engel oluruz.” demişlerdir.
Fakat İbn Mes’ûd onlara -şahsiyetinin ve takvasının yüceliğini ifade eden- şu beliğ cevabı vermiştir:
“Benim ona (halifeye) itaat etmem gerekir. Yakında bazı garip olaylar ve fitneler olacaktır ki, bunların kapısını ilk aralayan kişi ben ol*mak istemiyorum.”
İbn Mes’ûd’daki bu örnek davranışa, şahsiyete ve verâya bakınız ki Hz. Osman’la tartışmalarına, ihtilaflarına ve neticede rütbesinden ve maaşından olmasına rağmen Hz. Osman hakkında bir tek kötü söz bile söylememiştir.
Hz. Osman dönemindeki kargaşa ve huzursuzluklar, bir isyana dö*nüşürken de sadece müdafaa ve sakındırma yolunu tercih etmişti.
Kulağına Hz. Osman’ın öldürüldüğü yolunda haberler geldiğinde de şu seçkin sözünü söylemişti:
“Eğer onu öldürürlerse, hilafet için onun bir benzerini daha bula*mazlar.”
Bir arkadaşı da onun hakkında:
“İbn Mes’ûd’un Hz. Osman hakkında bir tek kötü söz söylediğini duymadım.” demektedir.
* * *

Allah Teâlâ ona takva ile birlikte hikmet de ihsan etmişti. En derin mânaları, en güzel ve en doğru şekilde ifade gücüne sahipti. Hz. Ömer hakkında söylediği:
“Müslüman olması bir fetih, hicreti bir zafer ve hilafeti de rahmet idi.” şeklindeki özlü sözleri bunun en güzel örneğidir.
Bugün bizim “zamanın izafiliği” dediğimiz şeyle ilgili olarak o şöyle diyordu: “Allah katında gece ve gündüz yoktur... Göklerin ve yerin nuru, O’nun vechinin nurundandır.”
Amelden ve amelin sahibini edeben yükseltmesinden bahseder ve şöyle derdi: “En çok, ne dünya ne de ahiret için hiçbir amel yapmayıp da boş duran kişilere kızarım.”
Onun özlü sözlerin bazıları da şunlardır:
“Gerçek zenginlik, gönül zenginliğidir
En hayırlı azık, takvadır.
En kötü körlük, kalp körlüğüdür.
Yalan, en büyük hatadır.
Faiz, kazançların en kötüsüdür.
Yiyeceklerin en kötüsü, yetim malı yemektir.
Affedeni Allah da affeder; müsamaha gösterene Allah da müsa*maha gösterir.”
* * *

İşte bu, Resûlullah’ın arkadaşı Abdullah b. Mes’ûd ve onun yüce destansı hayatından bir kesit… Öyle bir hayat ki, baştan sona Allah’ın, Resûlü’nün ve dininin yolunda kullanılmış...
İşte zayıf, boyu oturan bir insanın boyuna denk ve neredeyse cismi bir serçe büyüklüğünde olan; fakat imanı ve İslâm’ıyla gerçek büyük*lüğü ve güçlülüğü tatmış ve yaşamış yüce insan...
Abdullah b. Mes’ûd’un bacakları çok inceydi. Bir gün Resûlullah için misvak toplamak üzere bir ağaca tırmanmıştı. Bu arada onun ba*caklarını gören ashab gülüşmeye başladı. Bunu gören Allah Resûlü:
“İbn Mes’ûd’un bacaklarına mı gülüyorsunuz? Onlar kıyamet günü mizanda Uhud dağından dağa ağır geleceklerdir.” buyurmuştu.
Evet, Abdullah b. Mes’ûd, fakir, işçi, zayıf bir insandı. Fakat imanı ve yakîni sayesinde nur, hidâyet ve hayır önderleri arasındaki eşsiz yerini almış ve Resûlullah’ın, ashabından daha dünyada iken cennetle müj*delenen kişilerden biri olmuştu.
Hem Allah Resûlü ile hem de onun halifeleriyle birçok savaşlara katılmış, zaferlere ortak olmuştu.
O dönemin iki büyük imparatorluğunun İslâm orduları önünde he*zimete uğrayıp, çöküşlerine ve İslâm sancağı altına girişlerine şahit ol*muştu.
Birçok mevki ve makam görmüş, fethedilen yerden elde edilen mallar elinin altından gelip geçmiş; fakat bunların hiçbiri onu Allah ve Resûlü’ne bağlılıktan alıkoyamamış, tevazu ve vakarından hiçbir şey kaybettirememişti. Zira onun mevki, makam ve malda gözü yoktu.
Onun bir tek emeli vardı ki, bunu sık sık tekrarlar, “ah..!” çekerdi. Bu arzusunun ne olduğunu, isterseniz gelin, onun ağzından dinleyelim:
“Tebük gazvesi sırasındaydı. Bir gece yarısı uyandım. Askerin ko*nakladığı bölgede bir ateş parçası gözüme ilişti. Acaba nedir diye bak*maya gittim. Baktım Resûlullah, Ebû Bekir ve Ömer, üçü birlikte, o sırada ölmüş olan Abdullah Zülbicadeyn el-Müzeni’yi defnetmekle meş*guller. Bir çukur kazmışlardı ve Hz. Peygamber çukurun içindeydi. Hz. Ebû Bekir ve Ömer de cenazeyi ona sarkıtıyorlardı. Resûlullah onu kabre yerleştirirken şöyle diyordu: “Allah’ım! Ben ondan razıyım, sen de razı ol...” Keşke o gün, o çukura ben gömülseydim...”
İşte Abdullah b. Mes’ûd’un dünyada iken yegâne arzusu buydu...
Gördüğünüz gibi ne şan, ne şeref, ne de makam... Tek dileği, Allah ve Resûlü’nün kendisinden razı olduklarını bilerek ölmek...
İşte bu; kalbi geniş, şahsiyeti yüksek, yakîn ehli, Allah’ın hidâyete erdirdiği, Resûlü’nün terbiye ettiği ve Kur’ân’ın yol gösterdiği bir insanın Abdullah b. Mes’ûd’un yegâne dileğiydi..!!


60 Seçkin Sahabe / Beka Yay./Halid Muhammed Halid
 
Üst Ana Sayfa Alt