Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Ahad Hadis ve Buhari'de Rafizi Ravi var mıydı?

Abdullah el Hanbeli Çevrimdışı

Abdullah el Hanbeli

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Es selamu aleykum,

1. Ahad hadis her ne kadar sika ve zabt vasfına sahip bir sahabi tarafından rivayet edilse de, peygamberimizin sözünü yanlış hatırlama ve yanılma ihtimali, az da olsa yine de var, bu durumda ahad hadisteki hükmü tevil etmeden inkar edenin bidatçi ve fasık olmasının nedeni zannı galibi inkar etmesinden dolayı mıdır?

2. Allah bu dini koruduğundan ahad hadis dahi olsa şazz olmayan, sahih şartlarını taşıyan bir hadis ve bu hadise aykırı daha kuvvetli bir nass da bulunmuyorsa yakîni ilim ifade eder, bu durumda yanılma ihtimali yoktur demek doğru mudur?

3. Buhari'de sahabe'ye buğzeden, onları tekfir eden yada rububiyet tevhidinde sıkıntıları olan isna aşeriyye şiileri (rafiziler) olduğu doğru mudur?

Muhaddis Şeyh İbni Hacer El-Askallani (rahimehullah) derki: “Şialık, daha öncekilerin örfünde Ali’yi Osman’dan daha faziletli görmek, Ali’nin yaptığı savaşlarda isabetli, muhaliflerin hatalı olduklarına, Şeyheyn (Ebu ve Ömer)’in daha önde olduklarını inanmak idi. Belki bazıları Ali’in mahlukat arasında Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den sonra en faziletli insan olduğuna inanırlardı. Eğer bu kişi özellikle bid’atine davet edenlerden değil, dinine bağlı, takva ehli, dürüst ve ictihad ehliyse rivayeti reddedilmez.

Ama sonrakilerin örfünde Şia’lık, tam bir Rafizi’liktir. Aşırı giden Rafızi’nin rivayeti kabul edilmez. Onun hiçbir değeri yoktur!.” (Tehzip Ettehzip 1/81)

Muhaddis İmam Zehebi’ninde bu konuyla ilgili benzer sözleri vardır.
...

Önceki rafizilerin sonraki rafizilerden farklı olduğunu kabul etmekle birlikte, İbni Hacer (rh) hata yapmış olabilir mi çünkü alimlerden buna aykırı sözler de mevcut. Raviler arasında sahabeyi tekfir edenler de var diyorlar.

Ahad hadisten kastettiğim ahadın sınıfından olan garib hadistir. İttifakla sahih olan bir garib hadisi akideye almamak bidat midir? Veya genel olarak ahad hadisi akideye almamak, sahih oldugunda ittifak olsa bile, bidat midir?
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Âleykum selam we rahmetullah

C 3-

Ehl-i Bid’atın Rivayetinin Değeri

Muhaddisler bid’atı kufre düşüren ve düşürmeyen diye iki kısma ayırırlar. Bir çok âlim ve muhaddise göre, bid’atından dolayı küfre düştüğü ileri sürülen kişilerin rivayeti makbul değildir. Çünkü bid’atından dolayı kufre düşen kişinin adâlet vasfı ortadan kalkmaktadır. Bid’atla vasıflanan kişi ya tekfir edilir ya da fâsık sayılır. Fakat tekfire yol açan bid’at hakkında bütün âlimlerin ittifakı şarttır. Gulat-ı Şia buna örnektir. Bid’atı ile küfre düşmeyenler ise, hariciler ve zâhirî anlamda sünnetin asıllarına muhalif olup te’vile dayanan ve bu hususta da aşırı gitmeyen diğer fırkalardır. (İbn Hacer, Hedyu’s-sârî, s. 404; Türkçe bir makale olarak, Bid’atçı ve rivayetiyle ilgili geniş bilgi: Ahmet Demirci, “Bidatcılık”, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:5, Kayseri-1988, sf: 71-86)

Ehl-i Sünnet âlimleri, bid’atıyla küfre düşmeyen kişinin rivayetinin kabûlü noktasında ihtilaf etmişlerdir. Bid’atıyla küfre düşmeyen kişi yalandan kaçınmakla birlikte, mürüvveti zedeleyen şeylerden uzak duran, diyânet ve ibâdetle vasıflandırılmış kimselerden ise, bazı âlimler bunların rivayetlerinin mutlak anlamda makbul olduğunu söylerken, bazıları da mutlak anlamda merdud olduğunu ifade etmişlerdir. Diğer bazı âlimler ise, dâî (mezhebinin propagandisti) olan ile dâî olmayanı ayırmak gerektiğini ve dâî olmayanın rivayetinin makbul, dâî olanın rivayetinin merdud olduğunu belirtmişlerdir. Âlimlerden bir grubun bu görüşte olduğu ve hatta İbn Hibbân’ın muhaddislerin bu görüş üzerinde icma ettikleri iddiasında bulunduğu dile getirilmiştir. (İbn Hacer, Hedyu’s-sârî, sf: 404)
İbn Hibbân’ın icma iddiası ileri sürülse de, yukarıdan beri aktarmış olduğumuz bilgiler meselenin öznel boyutunu önplana çıkarmaktadır. Bir müellif veya musannife yönelik tenkidler, aynı mezhebe veya ekole mensub birinden gelirse, bir dereceye kadar öznellikle ma’lul olmasına rağmen bu türden tenkid makul karşılanabilir. Fakat tenkidler, aykırı fikirlere sahib farklı ekollere mensub kişiler tarafından birbirlerine yöneltilirse, o zaman bu tenkidlere karşı son derece ihtiyatlı olmak gerekebilir. Meselâ Buhârî, bir taraftan Şiî ravilerden hadis almakla tenkid edilirken, diğer taraftan kendisi de Şia’dan olan Muhammed Sadık Necmî tarafından tenkid edilmiştir. Necmî ravinin itikadının hadis rivayetinde önemli bir nokta olduğunu ifade etmiş; buradan hareketle, Buhârî ravilerinin bir kısmının -yalancılık ve hadis uydurmacılığının yanında- Ali (r.anh)’ye düşmanlıklarından dolayı, sağlam imana sahib olmayan kimseler olduğunu belirtmiştir. (Sofuoğlu, sf: 90)
Muhammed Sadık Necmî Şia’ya mensub olduğu ve itikâdî konulara yaklaşımı Şia’nın iman nazariyesi paralelinde olduğu için, Buhârî ravilerini sağlam imana sahib olmayan kişiler olarak addetmiştir. Bu türden bir değerlendirme, son derece öznel olarak kabul edilebilir. Yapılan bazı değerlendirmelere göre, Buhari ravileri arasında bid’atıyla tekfir edilen bir kişinin bulunmadığı ifâde edilmiştir. Buna ilaveten, Hâvâricten olub bid’atlarda aşırı gitmeyen ravilerin durumunun te’vile dayalı olduğu söylenmiş; âlimler nazarında dindar ve yalandan sakınan kişilerin rivayetlerinin makbul olduğu belirtilmiştir. (İbn Hacer, Hedyu’s-sârî, sf: 404) Ayrıca, Buhârî’de siyasi ve itikadî olmak üzere bid’at dâîliğiyle cerhedilmiş hiçbir kişiye rastlanmayacağı da ifade edilmiştir. (Uğur, Muctebâ, “Cerh ve Ta’dil Yönünden Buhârî Ravileri”, Büyük Türk İslam Bilgini Buhârî: Uluslararası Sempozyumu (18-20 Haziran 1987), Kayseri-1996, sf: 77)



Buhârî’nin Cerh-Tâdildeki Metodu ve Bazı Râviler Hakkındaki Sukûtu

Buhârî’nin tarih alanında üç önemli eseri vardır. Bunlar et-Târîhu’lkebîr, et-Târîhu’l-evsat ve et-Târîhu’s-sağîr adlı eserleridir. Bu eserlerde raviler, haklarında cerh-tâdil hükmü verilenler ve Buhârî’nin cerh-ta’dil açısından sukût ettikleri (Adâb Mahmud el-Hameş, Ruvâtu’l-hadîsi’llezîne sekete aleyhim eimmetu’l-cerhi ve’tta’dîli beyne’t-tevsîki ve’t-techîli, Riyad: Dâru’l-emânî, 1987, sf: 35) olmak üzere iki grupta mutâlaa edilebilir. Söz konusu raviler hakkında Buhârî’nin bizzat kendisinin cerh-ta’dil açısından düşünceleri önemli olmakla birlikte, sukût ettiği ravilerle ilgili tutumunun ifade ettiği anlam da konumuz açısından önemlidir. Buhârî’nin eserlerinden hareketle ilgili raviler hakkındaki tutumunu isimler bazında incelemeye geçmeden önce, onun cerh ve ta’dil metoduna kısaca değinmekte fayda görmekteyiz. et-Târîhu’l-kebîr, Buhârî’nin en önemli eserlerinden biridir. (Buhârî’nin bu eseri de bazı yönlerden tenkid edilmiştir. Bu tenkidlerle ilgili Yusuf Ziya Keskin, “Buhârî’nin et-Târîhu’l-Kebîrine Yönelik Tenkidler”, Ma’rife, Yıl: 3, Sayı:2, Güz 2003, sf: 103-120 de geniş bilgi mevcuddur.) Buhârî bu eserinde sahâbî ve tabiî olanları belirtmekte titizlik göstermekle birlikte, meşhur olmayan sahâbeye mutlaka “Peygamberle sohbeti vardır” ( له صحبة ) (Buhârî, Ebu Abdillah Muhammed b. İsmail b. İbrahîm, et-Târîhu’l-kebîr, Haydarâbâd: Dairatu’l-Meârifi’l-Osmaniyye, Trs., I, 12, 15, 440, 450; II, 15, 20 vs.) ibaresiyle işarette bulunmuştur. Tanıttığı kişi hadis ravisi ise, onun hangi bölgenin muhaddisi olduğuna işaret etmiş; şahısların itikadî ve siyasî açıdan muhalif fikir ve düşüncelerine de değinmiştir. et-Tarîhu’l-kebîr’in en önemli özelliklerinden biri, hiç şubhesiz rivâyetlerin sıhhat derecesini belirlemede gerekli olabilecek bilgilerin kaydedilmiş olmasıdır. Ravilerin âdâlet ve zabt açısından herhangi bir kusuru söz konusu ise, bunlara da yer verilmiştir. Zehebî’nin ifadesine göre, Buhârî ravilerin cerh ve ta’dili konusunda son derece vera sahibi olub, cerhedib zayıf saydığı kişiler hakkında insaf sahibi biridir. Râvîlerin cerhinde en fazla احلديث منكر (hadisleri munkerdir), (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, I, 37, 40, 64, 70 vs) ُ ْ (hakkında bir şey söylemediler/sustular) (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, I, 64, 115; III, 404; V, 96 vs) , (hakkında şubhe vardır) (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, I, 50, 69; II, 17; III, 25) ifadelerini kullanmıştır. كذاب (yalancı) (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, II, 299; IV, 314) veya

(hadis uydururdu) (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, V, 195) gibi ifadeleri az kullanmıştır. (Zehebî, Muhammed b. Ahmed b. Osman, Siyeru a’lâmi’n-nubelâ, Kâhire: Dâru’l-Hadîs, 2006, X, 104) Hatta ,كذاب, ضعيف احلديث منكر ve (Buhârî de dâhil olmak üzere bazı âlimlerin bu türden cerh lafızlarını hangi anlamda kullandıkları ve bunlar hakkında yapılan çalışmalarla ilgili geniş bilgi için : Ahmet Yücel, Hadis İlminde Tenkit Terimleri ve İlgili Çalışmalar, İstanbul: İfav, 1998) كان ثقة صدوقا gibi cerh-ta’dil ifadelerinin genellikle Buhârî’ye âit olmadığı, bunların daha önceki münekkidlerin görüşleri olarak verildiği ve bu tarzdaki ifadeler arasında Buhârî’ye ait olanların yok denecek kadar az olduğu belirtilmiştir. Bunun yanında, kendi görüşlerini diğerlerinden ayırmak için “Ebu Abdullah (Buhârî) da der ki” (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, I, 11, 12, 13 vs ) şeklinde bir ifade kullandığı ifade edilmiştir. (Ali Yıldırım, “Buhârî ve et-Târîhu’l-Kebîr’i”, DEÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:5, İzmir-1989, sf: 188-189)
Buhârî, bütün raviler hakkında açıkça cerh veya ta’dil hükmü vermemiştir. Bazı raviler hakkında sukût etmiştir. Burada cevab bekleyen soru, Buhârî bir ravi hakkında cerh ve ta’dil lafzı kullanmamışsa, bu durum o ravinin reddine mi, kabulüne mi, yoksa Buhârî’nin ilgili ravi hakkında çekimser kaldığına mı işaret etmektedir?
Buhârî’nin bazı raviler hakkındaki sukûtuyla ilgili çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bu bağlamda Buhârî’nin, meselâ Ahmed b. Hanbel’de (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, II, 5) olduğu gibi, sika imamlar hakkında bile sukût ettiği ve İmam Şafii hakkında sadece iki satırlık terceme (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, I, 42) ile yetindiği ifade edilmelidir. Muhammed b. Eş’as b. Kays el-Kindî, (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, I, 22) Muhammed b. İbrahim el-Yeşkurî (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, I, 26) gibi zayıflık ve nekâretiyle meşhur şahıslar hakkında da Buhârî sukût etmiştir. Meçhul şahıslar hakkında sukût ettiği söylenmiş, isimlerini ayırt edememekten dolayı tanımadığı şahıslar hakkında sustuğu (Adâb Mahmud el-Hameş, sf: 35-36) da dile getirilmiştir. Ravi hakkındaki sukûtun ravinin tanınmamasından kaynaklandığı ileri sürülse de, cehâlet ile sukûtu birbirinden ayıran görüşler mevcuddur. Buna göre ravi hakkındaki her sukût, ravinin mechûliyeti şeklinde yorumlanamaz. (Adâb Mahmud el-Hameş, sf: 243-247) Zira ileride görüleceği üzere Buhârî, cerhe maruz kalan söz konusu ravilerin hoca-talebe ilişkilerinden ölüm tarihlerine kadar kısa da olsa bilgiler aktarmaktadır. Buhârî nazarında ravinin mechûliyeti söz konusu olsaydı, muhtemelen kitabında bu tür bilgilere yer vermezdi. Adâb Mahmûd el-Hameş’in ifadesine göre, sukût edilen raviler (meskûtun anh) birkaç gruba ayrılmaktadır. Birinci grupta, zahiren âdil olan ve ilim ehli arasında tanınanlar yer almaktadır. İkinci grupta mestûr raviye benzeyenler yer almaktadır; ki bu raviler hadislerin mütâbî ve şâhid olarak kabulü bakımından mestûr hükmünü alırlar. Üçüncü grupta, bir sika ravi dışında kendilerinden hiç kimsenin rivayette bulunmadığı mechûlu’l hâl’e benzeyen ve haklarında cerh veya ta’dil hükmü verilmemiş olan raviler bulunmaktadır. Belli şartlar dâhilinde bunların hadisine sahih diye itibar olunur. Dördüncü grupta ise mechûl, mechûlü’l-hâl, mestûr, metrûk, zayıf, gâfil, su-i hıfz gibi adâleti sabit olmayan kişinin kendisinden rivayeti haricinde tanınmayan raviler yer almaktadır. Bu kişilerin hadisiyle ihticâc olunmaz. (Adâb Mahmûd el-Hameş, sf: 244) Burada sorun, Buhârî’nin sukût ettiği söylenen ravilerin hangi gruba dâhil edileceğidir. Herhangi bir gruba ait hükmü, sukût edilen bütün ravilere teşmil etmek genellemeci bir yaklaşım olacaktır.

Bir munekkidin sukût ettiği ravilerle ilgili cerh-ta’dil metodunu açıklığa kavuşturabilmek için çeşitli ihtimallerden hareket etmek gerekir. Buna göre, munekkid, kitablarından birinde ravi hakkında sukût etmiş; başka bir kitabında ise cerh veya ta’dil hükmü vermiş olabilir. İlaveten, munekkid elde mevcut bütün kitablarında ravi hakkında sukût etmekle birlikte, kendisine ilgili ravi hakkında yöneltilen soru ve bu soruya verdiği cevab başkasına âit herhangi bir kitabda bulunabilir. Bunlar, Buhârî’nin sukût ettiği ravilerle ilgili metodunu tesbit için düşünülmesi gereken ihtimaller dâhilindedir. Fakat öncelikle yapılması gereken, Buhârî’nin kendi cerh-ta’dil metoduna ilişkin açık ifadelerinin bulunub bulunmadığına bakmaktır. Görebildiğimiz kadarıyla, Buhârî et-Târîhu’l-kebîr’e herhangi bir mukaddime yazmamış, sadece kitabın tertibi hakkında bilgi vermiştir. etTarîhu’s-sağîr’de ise muhteva ile ilgili olarak çok kısa bir önsöz bulunmaktadır. Hangi bilgilere ne ölçüde yer verildiğinin sınırlarını belirleyen bu ifadelerin et-Târîhu’l-kebîr için de geçerli olduğu söylenebilir. (Ali Yardım, “Buhârî ve et-Târîhu’l-Kebîr’i”, DEÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:5, İzmir-1989, sf: 181-182) Buhârî’nin et-Tarîhu’s-sağîr’deki söz konusu ifadeleri şöyledir: “Bu eser, Peygamber (a.s.)’in, muhâcirlerin ve ensarın tarihi, güzelce onların yolundan giden tabiîlerin ve onlardan sonra gelenlerin vefatları, bir kısım nesebleri ve künyeleri ile, sözlerine rağbet edilen kimselerin tabakâtı hakkında muhtasar bir kitaBDır. Bazı insanların soy kütükleri (ensab) o sahanın mUtehassısları arasında yayılmakta ve kullanılagelmekte olduğundan, toplum onları şöhretleri ile tanımaktadır. Eğer onlarla ilgili bir hususta ihtilafa düşmüşlerse, o zaman açıklama yapmaya ve delil serdetmeye ihtiyaç duyulmuştur.” (Buhârî, et-Târîhu’s-sağîr, Haleb: Dâru’l-Va’y-1397, I, 1) Bu ifadelere göre, herhangi bir ravi ile ilgili bir meselede ihtilaf söz konusu değilse, Buharî ilave bir açıklama yapmaya ihtiyaç duymamıştır. İhtilafın bulunduğu noktalarda açıklama yapma gereği duymuştur. Her iki kitabın müellifi Buhârî olduğuna göre, et-Târîhu’s-sağîr’in başında yer alan bu ifadeleri, et-Târîhu’l-kebîr’e de teşmil edebiliriz. Dolayısıyla, Buhârî’nin hoca ve talebelerine, ölüm tarihlerine ilişkin bilgiler aktarıb da cerh-ta’dil hükmü vermediği ravilerin, onun nazarında meçhul olmadıklarını ve haklarında cerh-tâ’dil açısından ihtilaf bulunmayan raviler grubuna dâhil olduklarını ifade edebiliriz. Bununla birlikte, Buhârî’nin “Benim nazarımda bir kıssası bulunmayan isim Tarih’te gerçekten azdır; fakat kitabı uzatmaktan korktum” (Hatîb el-Bağdâdî, Ebû Bekir Ahmed b. Ali, Târîhu Bağdâd (thk. Mustafa Abdulkâdir Atâ), Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1417, II, 7; Mizzî, Yusuf b. Abdurrahmân, Tehzîbu’l kemâl fî esmâi’r-ricâl (thk. Beşşâr Avvâd Ma’rûf), Beyrut: Muessesetu’r-Risâle, 1980, XXIV, 440.) dediği rivayet edilmektedir. Buhârî’nin et-Târîhu’l-kebîr’inde Ahmed b. Hanbel, İshak b. Râheveyh ve Ali b. el-Medînî gibi meşhur hocaları hakkında bile tevsik edici ifadeleri çok az kullandığını dikkate alan muhaddisler, cerh ifadesi kullanmadıkça onun ravi hakkındaki sukûtunun tevsik anlamı taşıdığını belirtmişlerdir. İbn Hacer, Ahmed Muhammed Şâkir, Tehânevî ve Habiburrahman el-‘Azamî bu görüşü benimseyenlerden bir kaçıdır. (Ömerî, Muhammed Ali Kasım, “el-Buhârî ve menhecuhû fi’l-cerh ve’t-ta’dîl”, Dirâsât fî menheci’n-nakd inde’l-muhaddisîn, 99-100) Bunlara ilaveten, Buhârî’nin bir ravi hakkındaki sukûtunun, o ravi hakkında herhangi bir bilgisinin olmadığı (ravinin cehaleti) anlamını taşımadığı tekrar vurgulanmalıdır. Çünkü Buhârî, tanımadığı kişiler hakkında yer yer “onun kim olduğunu bilmiyorum” ”Onun fulanın oğlu veya kardeşi olduğunu bilmiyorum” (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, I, 196 (Biyografi no: 601); II, 166 (Biyografi no: 1708); III, 45 (Biyografi no: 172); IV, 132 (Biyografi no: 2217); V, 435 (Biyografi no: 1416) demektedir. Burada önem arzeden husus, Buhârî’nin bir ravi hakkında gerçekten sukût edib etmediğinin tesbitidir. Yukarıda belirtmiş olduğumuz üzere, Buhârî’nin bir kitabında ravi hakkında hiçbir şey söylemezken, diğerinde ilgili raviyi cerh veya ta’dile tabi tutması, onun hakkında sukût ettiği anlamına gelmez. (Buhârî’nin bir kitabında sukût edib, diğer bir kitabında açıkça tenkid ettiği ravilere dair örnekler için: Adâb Mahmud el-Hameş, sf: 246-247) Zira başka bir kitabında Buhârî, ilgili ravi hakkında doğrudan açık lafızlarla veya dolaylı olarak cerh veya ta’dilde bulunmuş olabilir. Eğer başka bir kitabında cerhe hükmetmemişse ve cerh-ta’dil kitaplarının birinde Buhârî’den ilgili ravi hakkında cerhe ilişkin bir bilgi aktarılmamışsa, söz konusu ravinin Buhârî nazarında meçhûl olmadığı ve âdil olduğuna kanaat getirilebilir. Ehl-i bid’at olmakla itham edilen raviler hakkında Buhari’nin verdiği bilgiler Aşağıda Buhari’nin Sahih’inde yer alıp da, bid’atçılıkla tenkid edilen ravileri ölüm tarihlerine göre liste halinde vermekteyiz. Bu liste İbn Hacer’in Hedyu’s-sâri (İbn Hacer, Hedyü’s-sârî, sf: 405-479) ve Suyûtî’nin Tedrîb’de (Suyûtî, Celâluddîn Abdurrahman b. Ebî Bekr, Tedrîbu’r-râvî fî şerhi Takrîbu’n-Nevevî (thk. Abdulvehhâb Abdullatîf), Beyrut: Dâru’l-fikr, 1988, I, 328-329; Bid’atçılıkla tenkid edilen bu ravilerin listesi için; Dayhan, Ahmet Tahir, Buhari’ye Yöneltilen Bazı Tenkidler, İzmir-1995 (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), sf: 77-79) bid’atıyla tenkid edilen ravileri zikrettiği kısımdan faydalanmak suretiyle tesbit edilmiştir. Ehl-i bid’at olmakla itham edilen söz konusu raviler hakkında Buhârî’nin kendi düşünce ve tutumunu önemsediğimiz için, aşağıdaki tabloda onun ilgili ravilere dâir verdiği bilgileri et-Tarihu’l-kebîr’e dayalı olarak kısaca birkaç kelime ile aktarmaktayız. Görüleceği üzere, Buhârî etTârîhu’l-kebîr’de söz konusu ravilerin çoğu hakkında cerh-ta’dil açısından herhangi bir değerlendirme yapmamış; hoca veya talebeleri, ölüm tarihleri hakkında detaylı olmayan kısa bilgiler vermiştir. Buhârî’nin söz konusu ravilerin hoca-talebe bilgisi, cerh veya ta’dili ile ilgili görüşlerini et-Târîhu’l-kebîr’den aktarmakla birlikte, bu kitabında haklarında herhangi bir cerh-ta’dil değerlendirmesi yapmadığı ravilere ilişkin varsa görüşlerini diğer kitaplarından inceleyib, tabloda ayrı bir sutun halinde verdik. Tabloda ravilerin hoca ve talebelerine ilişkin isim bazında detaylı bilgi aktarmayı gerekli görmeyib, varsa bu bilgilere sadece işaret etmekle yetindik. Buhârî’nin diğer kitablarından haklarında herhangi bir bilgiye rastlamadığımız ravilerin isimlerinin karşısına da çizgi çektik. Buhârî’nin et-Târîhu’l-kebîr dışında ravilerle ilgili matbu olarak bize ulaşan diğer kitabları, et-Tarîhu’l-kebîr’in muhtasarı olan et-Târîhu’s-sagîr, (et-Târîhu’s-sağîr alfabetik olmayıb ravilerin vefat tarihlerine göre tertip edilmiştir. Bu kitabda, diğerlerinde bulunmayan bilgiler yer almaktadır. İki cilt halinde eserin çeşitli baskıları yapılmıştır. et-Târîhu’l-evsat ise, tam olarak günümüze ulaşmış olmayıb, çok eksik bir nushası Hindistan’da mevcuttur. (A’zamî, M. Mustafa, “Buhârî”, TDVİA, İstanbul-1992, VI, 371) A’zami’nin verdiği bu bilgilerle dijital ortamdaki bilgiler karşılaştırıldığında, aralarında uyumsuzluk olduğu görülecektir. Dijital ortamda (Mesela Şamile adıyla meşhur programda) et-Târîhu’s-sağîr isimli eser, et-Târîhu’l-evsat olarak verilmektedir. Buna ilaveten bazı internet sitelerinde et-Tarihu’l-evsat’ın et-Tarîhu’ssağîr ismiyle hatalı olarak basıldığı ifade edilmektedir ki, internet ortamında verilen bu bilgiler hatalıdır. Zira, et-Târîhu’s-sağîr isimli eser, yanlışlıkla et-Târîhu’l-evsat ismiyle basılmıştır. ( التاريخ الأوسط • الموقع الرسمي للمكتبة الشاملة ) Bazı internet sitelerinde de bu hata, et-Tarihu’s-sağîr’in et-Târîhu’l-evsat olarak isimlendirildiği şeklinde aktarılan yanlış bilgi ile devam ettirilmektedir. ( التاريخ الصغير [ الأوسط ] - محمد بن إسماعيل البخاري - طريق الإسلام األوسط-الصغري ) Dolayısıyla, hem Şamile programında hem de internet ortamında et-Târîhu’l evsat adıyla tedavülde bulunan kitab, et-Târîhu’s-sağîr’den başkası değildir. Biz etTârîhu’s-sağîr’in Şamile programında hatalı olarak et-Târihu’l-evsat adıyla matbu olan nüshasından faydalandık) et Târîhu’l-kebîr’in mutemmimi olan Kitâbu’l-kunâ (Buhârî, el-Künâ (thk. Es-Seyyid Hâşim ed-Nedvî), Beyrut-Dâru’l-Fikr-Trs) ile ed-Duafâu’ssagîr’den (Buhârî, ed-Duafâu’s-sağîr (thk. Mahmud İbrahim Zayid), Haleb: Dâru’l-va’y-1396) ibarettir. (Söz konusu eserler ve Buhârî’nin diğer eserlerinin tanıtımıyla ilgili : A’zamî, M. Mustafa, “Buhârî”, TDVİA, İstanbul-1992, VI, 371-372)




buharideşiiraviler.jpg
Buhari'de
i2JvIZ.jpg

------------


Buhârî’nin Değerlendirmede Bulunduğu Bazı Raviler’in CerhTa’dil Durumları Hakkında İbn Hacer’in Görüşü

Yukarıdaki tabloda aktarmış olduğumuz bilgileri göz önünde tutarak, Buhârî’nin cerh-ta’dil açısından haklarında doğrudan (açık ifadelerle) ve dolaylı olarak değerlendirmede bulunduğu ravilere dikkat çekmek istiyoruz. Zira Buhârî’nin ifadelerinden anlaşılan o ki, bu raviler hakkında cerh-ta’dil açısından ihtilaf mevcuddur. İlgili raviler hakkındaki bilgileri, Buhârî’nin Sahih’ini, Sahih’teki râvîlerin ve rivâyetlerinin durumunu en iyi bilenlerden biri olması sebebiyle şârihi İbn Hacer’in Hedyu’s-sârî isimli eserinden vermek istiyoruz. (İbn Hacer, Hedyu’s-sârî’nin dokuzuncu faslında Sahih’te rivayetleri yer alıb da ta’na uğramış söz konusu ravîler ve onların Sahih’teki rivayetlerinin durumu hakkında bilgiler vermektedir. Bkz. İbn Hacer, Hedyu’s-sârî, sf: 403-488.) Buhârî’nin yukarıdaki tabloda haklarında cerh-ta’dil açısından değerlendirme yapmadığı ravilere gelince, kendi ifadesinden anlaşıldığı üzere, onun nazarında bu raviler hakkında ihtilaf bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu raviler hakkında tekrara düşmek istemiyoruz. Yukarıdaki tabloda görüldüğü üzere, Buhârî, Şiîlikle cerhedilenlerden Abdurrazzak b. Hemmâm’ın (ö.211/826) sadece hocalarını zikretmekte, hakkında açıkça cerh veya ta’dile dönük bir değerlendirmede bulunmamaktadır. Bunlara ilaveten, kitabından rivayetinin daha sahih olduğunu ifade etmektedir. (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, VI, 130) İbn Hacer, el-Abbas b. Abdilazîm el-Anberî (ö.246/860) hâricinde bütün imamların Abdurrazak’ı tevsîk ettiğini belirtmektedir. İbn Hacer’in verdiği bilgilere göre, Ahmed b. Hanbel (ö.241/855), âmâ olduktan sonra ondan işitilenlerin değersiz ve kitabındaki hadislerin sahih olduğunu, kitabında bulunmayanlar hakkında telkine maruz kalmış olabileceğini ifade etmiştir. Ayrıca İbn Hacer, İbn Adî’nin ondan ilim almak için müslümanların yolculuk ettikleri bir kimse olduğu, Şiîliğe nisbet edilse bile doğru sözlülüğünü ümid ettiği kanaatini de aktarmıştır. İbn Hacer’in düşüncesine göre, hicrî 200’den önce kendisinden işitilmiş olan hadisler mazbût, 200’den sonra işitilmiş olanlar ise ihtilat ve telkinden dolayı değişmiş olabilir. Buhârî ve Müslim ise ihtilatından önce ondan işitilmiş olan hadislerle ihticâc etmişlerdir. (İbn Hacer, Hedyu’s-sârî, s. 440.) Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr’de Hâlid b. Mahled el-Katavânî’nin (ö.213/828) hocalarını zikretmiş, ancak hakkında doğrudan bir değerlendirmede bulunmamıştır. (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, III, 174.) et-Târîhu’s-sagîr’de ise, bazı raviler arasında ismini zikretmiş, âlimlerin bu raviler hakkında sukût ettiklerini belirtmiştir. (Buhârî, et-Târîhu’s-sağîr, II, 331) Hâlid b. Mahled, Buhârî’nin yaşlı şeyhlerinden olub, ondan hem doğrudan hem de dolaylı olarak rivayette bulunmuştur. İclî (ö.261/875), Şiiliğe eğilimli olmakla birlikte sika olduğunu söylemiş; İbn Sa’d (ö.230/845) aşırı Şia taraftarı olduğunu belirtmiş; Salih Cezere (ö. 293/306) sika olduğunu, ancak Şiilikte aşırılıkla suçlandığını söylemiştir. Ahmed b. Hanbel münker rivayetleri olduğunu, Ebû Davud (ö.275/889) doğru sözlü fakat Şiiliğe meyilli olduğunu, Ebu Hâtim (ö.277/890) ise hadisinin yazılabileceğini, ancak ihticac edilemeyeceğini söylemiştir. İbn Hacer, tahammül ve edası sağlam olduğu zaman Şiiliğin ona zarar veremeyeceğini ve Şiiliğe davet eden biri olmadığını belirtmiş; İbn Adî’nin onun hadislerinden munker olanları araştırdığını ve Kâmil’inde serdettiğini söylemiştir. İbn Hacer, Buharî’nin bu munker haberlerden tahricte bulunmadığını, onun ferd haberlerinden sadece birini tahric ettiğini belirtmiştir. Bu hadisin de Ebû Hurayra vasıtasıyla nakledilen (Buhârî, “Rikâk”, 38 (VII, 190); Buhârî bu hadisi, Muhammed b. Osman b. Kerâme vasıtasıyla Halid b. Mahled’den dolaylı olarak rivayet etmiştir) "Kim benim velî kuluma düşmanlık ederse" hadisi olduğunu, (Bu hadisin Halid b. Mahled’in ferd hadislerinden biri olup olmadığı, Buhârî’nin onu tahric etmesi bakımından durumun İbn Hacer’in belirttiği gibi olub olmadığı ayrı araştırma konusudur) Ebu Davud dışında diğerlerinin bu hadisi tahric ettiklerini belirtmiştir.(İbn Hacer, Hedyu’s-sârî, sf: 420) Görüldüğü üzere, Şia taraftarı olduğu belirtilmekle birlikte Hâlid b. Mahled hakkında hem cerh hem de ta’dil yönünde değerlendirmeler mevcuddur. Fakat durumun Buhârî’nin et-Târîhu’s-sagîr’de belirttiği gibi olmadığı, âlimlerin Hâlid b. Mahled hakkında susmadıkları görülmektedir. Yukarıda İbn Hacer’in görüşlerine muracaat ettiği âlimlerin hepsinin üçüncü asırda da yaşadıkları ve ravi hakkındaki cerh-ta’dil bilgilerine doğrudan veya hocaları vasıtasıyla ulaştıkları dikkate alınırsa, Buhârî’den önce, onun döneminde ve sonrasında Hâlid hakkında çekimser kalmayıb değerlendirmeler yaptıkları sonucuna ulaşılır.

Buhârî’nin, hocalarını zikredip de hakkında sadece “sadûktur” değerlendirmesinde bulunduğu (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, I, 347) İsmail b. Ebân Ebû İshak el-Varrâk (ö.216/831), kendisinden çok rivayette bulunmadığı hocalarından biridir. Nesâî, İbn Maîn, el-Hâkim Ebû Ahmed, Ca’fer es-Sâiğ ve Dârekutnî gibi âlimler onu tevsîk etmişler. Cûzecânî, onun haktan saptığını, fakat hadise yalan bulaştırmadığını ifade etmiştir. İbn Maîn, Cuzecânî’nin haktan sapmakla Kûfelilerin Şiiliğe meylini kastettiğini belirtmiştir. İbn Hacer, Cuzecânî’nin Ali’den ayrılmış bir nâsıbî olduğunu ve bunların Osman’dan ayrılmış olanların zıddı olduklarını, dolayısıyla bir bid’atçının diğer bir bid’atçı hakkındaki sözünü dinlemenin gereksiz olduğunu belirtmiştir. Burada dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus, Dârekutnî vb. âlimlerin terkinde icma ettikleri İsmail b. Ebân Ebû İshâk el-Ğanevî’ye yönelik tenkitlerin yanlışlıkla İsmail b. Ebân Ebû İshâk el-Varrâk’a atfedilmiş olma ihtimalidir. (İbn Hacer, Hedyü’s-sârî, sf: 409-410) Zaten Buhârî, et-Târîhu’s-sağîr isimli eserinde İsmâîl b. Ebân Ebû İshâk el-Ğânevî el-Kûfî’nin hadislerini Ahmed b. Hanbel ve başkalarının terkettiğini, İsmâîl b. Ebân el-Varrâk’ın da sadûk olduğunu belirtmekle bu uyarıyı yapmış olmaktadır. (Buhârî, et-Târîhu’s-sağîr, II, 337) Buhârî, Ebû İshâk el-Varrâk ile Ebû İshâk el Ğanevî’nin birbiriyle karıştırılmaması için bu bilgileri vermekle birlikte, yine aynı amaca yönelik olarak Ebû İshâk el-Varrâk hakkında açıkça “sadûktur” değerlendirmesinde bulunmuş olabilir. Yani buradaki “sadûktur” nitelemesi, Ebû İshâk el-Varrâk’ın cerh ve ta’dili konusunda ihtilaf bulunduğu için değil de, başka bir şahısla karıştırılma ihtimaline binâen yapılmıştır.



İnşeAllah devam edecek




Ahad Hadis ve Mutevatir Hadis Târifi, Özellikleri Nedir?
Çözüldü - Ahad Hadis ve Mütevatir Hadis Tarifi ve Özellikleri Nedir?
 
Son düzenleme:
Abdullah el Hanbeli Çevrimdışı

Abdullah el Hanbeli

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Âleykum selam we rahmetullah

C 3-

Ehl-i Bid’atın Rivayetinin Değeri

Muhaddisler bid’atı kufre düşüren ve düşürmeyen diye iki kısma ayırırlar. Bir çok âlim ve muhaddise göre, bid’atından dolayı küfre düştüğü ileri sürülen kişilerin rivayeti makbul değildir. Çünkü bid’atından dolayı kufre düşen kişinin adâlet vasfı ortadan kalkmaktadır. Bid’atla vasıflanan kişi ya tekfir edilir ya da fâsık sayılır. Fakat tekfire yol açan bid’at hakkında bütün âlimlerin ittifakı şarttır. Gulat-ı Şia buna örnektir. Bid’atı ile küfre düşmeyenler ise, hariciler ve zâhirî anlamda sünnetin asıllarına muhalif olup te’vile dayanan ve bu hususta da aşırı gitmeyen diğer fırkalardır. (İbn Hacer, Hedyu’s-sârî, s. 404; Türkçe bir makale olarak, Bid’atçı ve rivayetiyle ilgili geniş bilgi: Ahmet Demirci, “Bidatcılık”, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:5, Kayseri-1988, sf: 71-86)

Ehl-i Sünnet âlimleri, bid’atıyla küfre düşmeyen kişinin rivayetinin kabûlü noktasında ihtilaf etmişlerdir. Bid’atıyla küfre düşmeyen kişi yalandan kaçınmakla birlikte, mürüvveti zedeleyen şeylerden uzak duran, diyânet ve ibâdetle vasıflandırılmış kimselerden ise, bazı âlimler bunların rivayetlerinin mutlak anlamda makbul olduğunu söylerken, bazıları da mutlak anlamda merdud olduğunu ifade etmişlerdir. Diğer bazı âlimler ise, dâî (mezhebinin propagandisti) olan ile dâî olmayanı ayırmak gerektiğini ve dâî olmayanın rivayetinin makbul, dâî olanın rivayetinin merdud olduğunu belirtmişlerdir. Âlimlerden bir grubun bu görüşte olduğu ve hatta İbn Hibbân’ın muhaddislerin bu görüş üzerinde icma ettikleri iddiasında bulunduğu dile getirilmiştir. (İbn Hacer, Hedyu’s-sârî, sf: 404)
İbn Hibbân’ın icma iddiası ileri sürülse de, yukarıdan beri aktarmış olduğumuz bilgiler meselenin öznel boyutunu önplana çıkarmaktadır. Bir müellif veya musannife yönelik tenkidler, aynı mezhebe veya ekole mensub birinden gelirse, bir dereceye kadar öznellikle ma’lul olmasına rağmen bu türden tenkid makul karşılanabilir. Fakat tenkidler, aykırı fikirlere sahib farklı ekollere mensub kişiler tarafından birbirlerine yöneltilirse, o zaman bu tenkidlere karşı son derece ihtiyatlı olmak gerekebilir. Meselâ Buhârî, bir taraftan Şiî ravilerden hadis almakla tenkid edilirken, diğer taraftan kendisi de Şia’dan olan Muhammed Sadık Necmî tarafından tenkid edilmiştir. Necmî ravinin itikadının hadis rivayetinde önemli bir nokta olduğunu ifade etmiş; buradan hareketle, Buhârî ravilerinin bir kısmının -yalancılık ve hadis uydurmacılığının yanında- Ali (r.anh)’ye düşmanlıklarından dolayı, sağlam imana sahib olmayan kimseler olduğunu belirtmiştir. (Sofuoğlu, sf: 90)
Muhammed Sadık Necmî Şia’ya mensub olduğu ve itikâdî konulara yaklaşımı Şia’nın iman nazariyesi paralelinde olduğu için, Buhârî ravilerini sağlam imana sahib olmayan kişiler olarak addetmiştir. Bu türden bir değerlendirme, son derece öznel olarak kabul edilebilir. Yapılan bazı değerlendirmelere göre, Buhari ravileri arasında bid’atıyla tekfir edilen bir kişinin bulunmadığı ifâde edilmiştir. Buna ilaveten, Hâvâricten olub bid’atlarda aşırı gitmeyen ravilerin durumunun te’vile dayalı olduğu söylenmiş; âlimler nazarında dindar ve yalandan sakınan kişilerin rivayetlerinin makbul olduğu belirtilmiştir. (İbn Hacer, Hedyu’s-sârî, sf: 404) Ayrıca, Buhârî’de siyasi ve itikadî olmak üzere bid’at dâîliğiyle cerhedilmiş hiçbir kişiye rastlanmayacağı da ifade edilmiştir. (Uğur, Muctebâ, “Cerh ve Ta’dil Yönünden Buhârî Ravileri”, Büyük Türk İslam Bilgini Buhârî: Uluslararası Sempozyumu (18-20 Haziran 1987), Kayseri-1996, sf: 77)




Buhârî’nin Cerh-Ta’dildeki Metodu ve Bazı Raviler Hakkındaki Sukûtu

Buhârî’nin tarih alanında üç önemli eseri vardır. Bunlar et-Târîhu’lkebîr, et-Târîhu’l-evsat ve et-Târîhu’s-sağîr adlı eserleridir. Bu eserlerde raviler, haklarında cerh-tâdil hükmü verilenler ve Buhârî’nin cerh-ta’dil açısından sukût ettikleri (Adâb Mahmud el-Hameş, Ruvâtu’l-hadîsi’llezîne sekete aleyhim eimmetu’l-cerhi ve’tta’dîli beyne’t-tevsîki ve’t-techîli, Riyad: Dâru’l-emânî, 1987, sf: 35) olmak üzere iki grupta mutâlaa edilebilir. Söz konusu raviler hakkında Buhârî’nin bizzat kendisinin cerh-ta’dil açısından düşünceleri önemli olmakla birlikte, sukût ettiği ravilerle ilgili tutumunun ifade ettiği anlam da konumuz açısından önemlidir. Buhârî’nin eserlerinden hareketle ilgili raviler hakkındaki tutumunu isimler bazında incelemeye geçmeden önce, onun cerh ve ta’dil metoduna kısaca değinmekte fayda görmekteyiz. et-Târîhu’l-kebîr, Buhârî’nin en önemli eserlerinden biridir. (Buhârî’nin bu eseri de bazı yönlerden tenkid edilmiştir. Bu tenkidlerle ilgili Yusuf Ziya Keskin, “Buhârî’nin et-Târîhu’l-Kebîrine Yönelik Tenkidler”, Ma’rife, Yıl: 3, Sayı:2, Güz 2003, sf: 103-120 de geniş bilgi mevcuddur.) Buhârî bu eserinde sahâbî ve tabiî olanları belirtmekte titizlik göstermekle birlikte, meşhur olmayan sahâbeye mutlaka “Peygamberle sohbeti vardır” ( له صحبة ) (Buhârî, Ebu Abdillah Muhammed b. İsmail b. İbrahîm, et-Târîhu’l-kebîr, Haydarâbâd: Dairatu’l-Meârifi’l-Osmaniyye, Trs., I, 12, 15, 440, 450; II, 15, 20 vs.) ibaresiyle işarette bulunmuştur. Tanıttığı kişi hadis ravisi ise, onun hangi bölgenin muhaddisi olduğuna işaret etmiş; şahısların itikadî ve siyasî açıdan muhalif fikir ve düşüncelerine de değinmiştir. et-Tarîhu’l-kebîr’in en önemli özelliklerinden biri, hiç şubhesiz rivâyetlerin sıhhat derecesini belirlemede gerekli olabilecek bilgilerin kaydedilmiş olmasıdır. Ravilerin âdâlet ve zabt açısından herhangi bir kusuru söz konusu ise, bunlara da yer verilmiştir. Zehebî’nin ifadesine göre, Buhârî ravilerin cerh ve ta’dili konusunda son derece vera sahibi olub, cerhedib zayıf saydığı kişiler hakkında insaf sahibi biridir. Râvîlerin cerhinde en fazla احلديث منكر (hadisleri munkerdir), (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, I, 37, 40, 64, 70 vs) ُ ْ (hakkında bir şey söylemediler/sustular) (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, I, 64, 115; III, 404; V, 96 vs) , (hakkında şubhe vardır) (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, I, 50, 69; II, 17; III, 25) ifadelerini kullanmıştır. كذاب (yalancı) (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, II, 299; IV, 314) veya
(hadis uydururdu) (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, V, 195) gibi ifadeleri az kullanmıştır. (Zehebî, Muhammed b. Ahmed b. Osman, Siyeru a’lâmi’n-nubelâ, Kâhire: Dâru’l-Hadîs, 2006, X, 104) Hatta ,كذاب, ضعيف احلديث منكر ve (Buhârî de dâhil olmak üzere bazı âlimlerin bu türden cerh lafızlarını hangi anlamda kullandıkları ve bunlar hakkında yapılan çalışmalarla ilgili geniş bilgi için : Ahmet Yücel, Hadis İlminde Tenkit Terimleri ve İlgili Çalışmalar, İstanbul: İfav, 1998) كان ثقة صدوقا gibi cerh-ta’dil ifadelerinin genellikle Buhârî’ye âit olmadığı, bunların daha önceki münekkidlerin görüşleri olarak verildiği ve bu tarzdaki ifadeler arasında Buhârî’ye ait olanların yok denecek kadar az olduğu belirtilmiştir. Bunun yanında, kendi görüşlerini diğerlerinden ayırmak için “Ebu Abdullah (Buhârî) da der ki” (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, I, 11, 12, 13 vs ) şeklinde bir ifade kullandığı ifade edilmiştir. (Ali Yıldırım, “Buhârî ve et-Târîhu’l-Kebîr’i”, DEÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:5, İzmir-1989, sf: 188-189)
Buhârî, bütün raviler hakkında açıkça cerh veya ta’dil hükmü vermemiştir. Bazı raviler hakkında sukût etmiştir. Burada cevab bekleyen soru, Buhârî bir ravi hakkında cerh ve ta’dil lafzı kullanmamışsa, bu durum o ravinin reddine mi, kabulüne mi, yoksa Buhârî’nin ilgili ravi hakkında çekimser kaldığına mı işaret etmektedir?
Buhârî’nin bazı raviler hakkındaki sukûtuyla ilgili çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bu bağlamda Buhârî’nin, meselâ Ahmed b. Hanbel’de (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, II, 5) olduğu gibi, sika imamlar hakkında bile sukût ettiği ve İmam Şafii hakkında sadece iki satırlık terceme (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, I, 42) ile yetindiği ifade edilmelidir. Muhammed b. Eş’as b. Kays el-Kindî, (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, I, 22) Muhammed b. İbrahim el-Yeşkurî (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, I, 26) gibi zayıflık ve nekâretiyle meşhur şahıslar hakkında da Buhârî sukût etmiştir. Meçhul şahıslar hakkında sukût ettiği söylenmiş, isimlerini ayırt edememekten dolayı tanımadığı şahıslar hakkında sustuğu (Adâb Mahmud el-Hameş, sf: 35-36) da dile getirilmiştir. Ravi hakkındaki sukûtun ravinin tanınmamasından kaynaklandığı ileri sürülse de, cehâlet ile sukûtu birbirinden ayıran görüşler mevcuddur. Buna göre ravi hakkındaki her sukût, ravinin mechûliyeti şeklinde yorumlanamaz. (Adâb Mahmud el-Hameş, sf: 243-247) Zira ileride görüleceği üzere Buhârî, cerhe maruz kalan söz konusu ravilerin hoca-talebe ilişkilerinden ölüm tarihlerine kadar kısa da olsa bilgiler aktarmaktadır. Buhârî nazarında ravinin mechûliyeti söz konusu olsaydı, muhtemelen kitabında bu tür bilgilere yer vermezdi. Adâb Mahmûd el-Hameş’in ifadesine göre, sukût edilen raviler (meskûtun anh) birkaç gruba ayrılmaktadır. Birinci grupta, zahiren âdil olan ve ilim ehli arasında tanınanlar yer almaktadır. İkinci grupta mestûr raviye benzeyenler yer almaktadır; ki bu raviler hadislerin mütâbî ve şâhid olarak kabulü bakımından mestûr hükmünü alırlar. Üçüncü grupta, bir sika ravi dışında kendilerinden hiç kimsenin rivayette bulunmadığı mechûlu’l hâl’e benzeyen ve haklarında cerh veya ta’dil hükmü verilmemiş olan raviler bulunmaktadır. Belli şartlar dâhilinde bunların hadisine sahih diye itibar olunur. Dördüncü grupta ise mechûl, mechûlü’l-hâl, mestûr, metrûk, zayıf, gâfil, su-i hıfz gibi adâleti sabit olmayan kişinin kendisinden rivayeti haricinde tanınmayan raviler yer almaktadır. Bu kişilerin hadisiyle ihticâc olunmaz. (Adâb Mahmûd el-Hameş, sf: 244) Burada sorun, Buhârî’nin sukût ettiği söylenen ravilerin hangi gruba dâhil edileceğidir. Herhangi bir gruba ait hükmü, sukût edilen bütün ravilere teşmil etmek genellemeci bir yaklaşım olacaktır.

Bir munekkidin sukût ettiği ravilerle ilgili cerh-ta’dil metodunu açıklığa kavuşturabilmek için çeşitli ihtimallerden hareket etmek gerekir. Buna göre, munekkid, kitablarından birinde ravi hakkında sukût etmiş; başka bir kitabında ise cerh veya ta’dil hükmü vermiş olabilir. İlaveten, munekkid elde mevcut bütün kitablarında ravi hakkında sukût etmekle birlikte, kendisine ilgili ravi hakkında yöneltilen soru ve bu soruya verdiği cevab başkasına âit herhangi bir kitabda bulunabilir. Bunlar, Buhârî’nin sukût ettiği ravilerle ilgili metodunu tesbit için düşünülmesi gereken ihtimaller dâhilindedir. Fakat öncelikle yapılması gereken, Buhârî’nin kendi cerh-ta’dil metoduna ilişkin açık ifadelerinin bulunub bulunmadığına bakmaktır. Görebildiğimiz kadarıyla, Buhârî et-Târîhu’l-kebîr’e herhangi bir mukaddime yazmamış, sadece kitabın tertibi hakkında bilgi vermiştir. etTarîhu’s-sağîr’de ise muhteva ile ilgili olarak çok kısa bir önsöz bulunmaktadır. Hangi bilgilere ne ölçüde yer verildiğinin sınırlarını belirleyen bu ifadelerin et-Târîhu’l-kebîr için de geçerli olduğu söylenebilir. (Ali Yardım, “Buhârî ve et-Târîhu’l-Kebîr’i”, DEÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:5, İzmir-1989, sf: 181-182) Buhârî’nin et-Tarîhu’s-sağîr’deki söz konusu ifadeleri şöyledir: “Bu eser, Peygamber (a.s.)’in, muhâcirlerin ve ensarın tarihi, güzelce onların yolundan giden tabiîlerin ve onlardan sonra gelenlerin vefatları, bir kısım nesebleri ve künyeleri ile, sözlerine rağbet edilen kimselerin tabakâtı hakkında muhtasar bir kitaBDır. Bazı insanların soy kütükleri (ensab) o sahanın mUtehassısları arasında yayılmakta ve kullanılagelmekte olduğundan, toplum onları şöhretleri ile tanımaktadır. Eğer onlarla ilgili bir hususta ihtilafa düşmüşlerse, o zaman açıklama yapmaya ve delil serdetmeye ihtiyaç duyulmuştur.” (Buhârî, et-Târîhu’s-sağîr, Haleb: Dâru’l-Va’y-1397, I, 1) Bu ifadelere göre, herhangi bir ravi ile ilgili bir meselede ihtilaf söz konusu değilse, Buharî ilave bir açıklama yapmaya ihtiyaç duymamıştır. İhtilafın bulunduğu noktalarda açıklama yapma gereği duymuştur. Her iki kitabın müellifi Buhârî olduğuna göre, et-Târîhu’s-sağîr’in başında yer alan bu ifadeleri, et-Târîhu’l-kebîr’e de teşmil edebiliriz. Dolayısıyla, Buhârî’nin hoca ve talebelerine, ölüm tarihlerine ilişkin bilgiler aktarıb da cerh-ta’dil hükmü vermediği ravilerin, onun nazarında meçhul olmadıklarını ve haklarında cerh-tâ’dil açısından ihtilaf bulunmayan raviler grubuna dâhil olduklarını ifade edebiliriz. Bununla birlikte, Buhârî’nin “Benim nazarımda bir kıssası bulunmayan isim Tarih’te gerçekten azdır; fakat kitabı uzatmaktan korktum” (Hatîb el-Bağdâdî, Ebû Bekir Ahmed b. Ali, Târîhu Bağdâd (thk. Mustafa Abdulkâdir Atâ), Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1417, II, 7; Mizzî, Yusuf b. Abdurrahmân, Tehzîbu’l kemâl fî esmâi’r-ricâl (thk. Beşşâr Avvâd Ma’rûf), Beyrut: Muessesetu’r-Risâle, 1980, XXIV, 440.) dediği rivayet edilmektedir. Buhârî’nin et-Târîhu’l-kebîr’inde Ahmed b. Hanbel, İshak b. Râheveyh ve Ali b. el-Medînî gibi meşhur hocaları hakkında bile tevsik edici ifadeleri çok az kullandığını dikkate alan muhaddisler, cerh ifadesi kullanmadıkça onun ravi hakkındaki sukûtunun tevsik anlamı taşıdığını belirtmişlerdir. İbn Hacer, Ahmed Muhammed Şâkir, Tehânevî ve Habiburrahman el-‘Azamî bu görüşü benimseyenlerden bir kaçıdır. (Ömerî, Muhammed Ali Kasım, “el-Buhârî ve menhecuhû fi’l-cerh ve’t-ta’dîl”, Dirâsât fî menheci’n-nakd inde’l-muhaddisîn, 99-100) Bunlara ilaveten, Buhârî’nin bir ravi hakkındaki sukûtunun, o ravi hakkında herhangi bir bilgisinin olmadığı (ravinin cehaleti) anlamını taşımadığı tekrar vurgulanmalıdır. Çünkü Buhârî, tanımadığı kişiler hakkında yer yer “onun kim olduğunu bilmiyorum” ”Onun fulanın oğlu veya kardeşi olduğunu bilmiyorum” (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, I, 196 (Biyografi no: 601); II, 166 (Biyografi no: 1708); III, 45 (Biyografi no: 172); IV, 132 (Biyografi no: 2217); V, 435 (Biyografi no: 1416) demektedir. Burada önem arzeden husus, Buhârî’nin bir ravi hakkında gerçekten sukût edib etmediğinin tesbitidir. Yukarıda belirtmiş olduğumuz üzere, Buhârî’nin bir kitabında ravi hakkında hiçbir şey söylemezken, diğerinde ilgili raviyi cerh veya ta’dile tabi tutması, onun hakkında sukût ettiği anlamına gelmez. (Buhârî’nin bir kitabında sukût edib, diğer bir kitabında açıkça tenkid ettiği ravilere dair örnekler için: Adâb Mahmud el-Hameş, sf: 246-247) Zira başka bir kitabında Buhârî, ilgili ravi hakkında doğrudan açık lafızlarla veya dolaylı olarak cerh veya ta’dilde bulunmuş olabilir. Eğer başka bir kitabında cerhe hükmetmemişse ve cerh-ta’dil kitaplarının birinde Buhârî’den ilgili ravi hakkında cerhe ilişkin bir bilgi aktarılmamışsa, söz konusu ravinin Buhârî nazarında meçhûl olmadığı ve âdil olduğuna kanaat getirilebilir. Ehl-i bid’at olmakla itham edilen raviler hakkında Buhari’nin verdiği bilgiler Aşağıda Buhari’nin Sahih’inde yer alıp da, bid’atçılıkla tenkid edilen ravileri ölüm tarihlerine göre liste halinde vermekteyiz. Bu liste İbn Hacer’in Hedyu’s-sâri (İbn Hacer, Hedyü’s-sârî, sf: 405-479) ve Suyûtî’nin Tedrîb’de (Suyûtî, Celâluddîn Abdurrahman b. Ebî Bekr, Tedrîbu’r-râvî fî şerhi Takrîbu’n-Nevevî (thk. Abdulvehhâb Abdullatîf), Beyrut: Dâru’l-fikr, 1988, I, 328-329; Bid’atçılıkla tenkid edilen bu ravilerin listesi için; Dayhan, Ahmet Tahir, Buhari’ye Yöneltilen Bazı Tenkidler, İzmir-1995 (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), sf: 77-79) bid’atıyla tenkid edilen ravileri zikrettiği kısımdan faydalanmak suretiyle tesbit edilmiştir. Ehl-i bid’at olmakla itham edilen söz konusu raviler hakkında Buhârî’nin kendi düşünce ve tutumunu önemsediğimiz için, aşağıdaki tabloda onun ilgili ravilere dâir verdiği bilgileri et-Tarihu’l-kebîr’e dayalı olarak kısaca birkaç kelime ile aktarmaktayız. Görüleceği üzere, Buhârî etTârîhu’l-kebîr’de söz konusu ravilerin çoğu hakkında cerh-ta’dil açısından herhangi bir değerlendirme yapmamış; hoca veya talebeleri, ölüm tarihleri hakkında detaylı olmayan kısa bilgiler vermiştir. Buhârî’nin söz konusu ravilerin hoca-talebe bilgisi, cerh veya ta’dili ile ilgili görüşlerini et-Târîhu’l-kebîr’den aktarmakla birlikte, bu kitabında haklarında herhangi bir cerh-ta’dil değerlendirmesi yapmadığı ravilere ilişkin varsa görüşlerini diğer kitaplarından inceleyib, tabloda ayrı bir sutun halinde verdik. Tabloda ravilerin hoca ve talebelerine ilişkin isim bazında detaylı bilgi aktarmayı gerekli görmeyib, varsa bu bilgilere sadece işaret etmekle yetindik. Buhârî’nin diğer kitablarından haklarında herhangi bir bilgiye rastlamadığımız ravilerin isimlerinin karşısına da çizgi çektik. Buhârî’nin et-Târîhu’l-kebîr dışında ravilerle ilgili matbu olarak bize ulaşan diğer kitabları, et-Tarîhu’l-kebîr’in muhtasarı olan et-Târîhu’s-sagîr, (et-Târîhu’s-sağîr alfabetik olmayıb ravilerin vefat tarihlerine göre tertip edilmiştir. Bu kitabda, diğerlerinde bulunmayan bilgiler yer almaktadır. İki cilt halinde eserin çeşitli baskıları yapılmıştır. et-Târîhu’l-evsat ise, tam olarak günümüze ulaşmış olmayıb, çok eksik bir nushası Hindistan’da mevcuttur. (A’zamî, M. Mustafa, “Buhârî”, TDVİA, İstanbul-1992, VI, 371) A’zami’nin verdiği bu bilgilerle dijital ortamdaki bilgiler karşılaştırıldığında, aralarında uyumsuzluk olduğu görülecektir. Dijital ortamda (Mesela Şamile adıyla meşhur programda) et-Târîhu’s-sağîr isimli eser, et-Târîhu’l-evsat olarak verilmektedir. Buna ilaveten bazı internet sitelerinde et-Tarihu’l-evsat’ın et-Tarîhu’ssağîr ismiyle hatalı olarak basıldığı ifade edilmektedir ki, internet ortamında verilen bu bilgiler hatalıdır. Zira, et-Târîhu’s-sağîr isimli eser, yanlışlıkla et-Târîhu’l-evsat ismiyle basılmıştır. ( http://shamela.ws/index.php/book/5782 ) Bazı internet sitelerinde de bu hata, et-Tarihu’s-sağîr’in et-Târîhu’l-evsat olarak isimlendirildiği şeklinde aktarılan yanlış bilgi ile devam ettirilmektedir. ( http://ar.islamway.net/book/1467/-التاريخ األوسط-الصغري ) Dolayısıyla, hem Şamile programında hem de internet ortamında et-Târîhu’l evsat adıyla tedavülde bulunan kitab, et-Târîhu’s-sağîr’den başkası değildir. Biz etTârîhu’s-sağîr’in Şamile programında hatalı olarak et-Târihu’l-evsat adıyla matbu olan nüshasından faydalandık) et Târîhu’l-kebîr’in mutemmimi olan Kitâbu’l-kunâ (Buhârî, el-Künâ (thk. Es-Seyyid Hâşim ed-Nedvî), Beyrut-Dâru’l-Fikr-Trs) ile ed-Duafâu’ssagîr’den (Buhârî, ed-Duafâu’s-sağîr (thk. Mahmud İbrahim Zayid), Haleb: Dâru’l-va’y-1396) ibarettir. (Söz konusu eserler ve Buhârî’nin diğer eserlerinin tanıtımıyla ilgili : A’zamî, M. Mustafa, “Buhârî”, TDVİA, İstanbul-1992, VI, 371-372)


Buhari'de

i2JvIZ.jpg

------------


Buhârî’nin Değerlendirmede Bulunduğu Bazı Raviler’in CerhTa’dil Durumları Hakkında İbn Hacer’in Görüşü

Yukarıdaki tabloda aktarmış olduğumuz bilgileri göz önünde tutarak, Buhârî’nin cerh-ta’dil açısından haklarında doğrudan (açık ifadelerle) ve dolaylı olarak değerlendirmede bulunduğu ravilere dikkat çekmek istiyoruz. Zira Buhârî’nin ifadelerinden anlaşılan o ki, bu raviler hakkında cerh-ta’dil açısından ihtilaf mevcuddur. İlgili raviler hakkındaki bilgileri, Buhârî’nin Sahih’ini, Sahih’teki râvîlerin ve rivâyetlerinin durumunu en iyi bilenlerden biri olması sebebiyle şârihi İbn Hacer’in Hedyu’s-sârî isimli eserinden vermek istiyoruz. (İbn Hacer, Hedyu’s-sârî’nin dokuzuncu faslında Sahih’te rivayetleri yer alıb da ta’na uğramış söz konusu ravîler ve onların Sahih’teki rivayetlerinin durumu hakkında bilgiler vermektedir. Bkz. İbn Hacer, Hedyu’s-sârî, sf: 403-488.) Buhârî’nin yukarıdaki tabloda haklarında cerh-ta’dil açısından değerlendirme yapmadığı ravilere gelince, kendi ifadesinden anlaşıldığı üzere, onun nazarında bu raviler hakkında ihtilaf bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu raviler hakkında tekrara düşmek istemiyoruz. Yukarıdaki tabloda görüldüğü üzere, Buhârî, Şiîlikle cerhedilenlerden Abdurrazzak b. Hemmâm’ın (ö.211/826) sadece hocalarını zikretmekte, hakkında açıkça cerh veya ta’dile dönük bir değerlendirmede bulunmamaktadır. Bunlara ilaveten, kitabından rivayetinin daha sahih olduğunu ifade etmektedir. (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, VI, 130) İbn Hacer, el-Abbas b. Abdilazîm el-Anberî (ö.246/860) hâricinde bütün imamların Abdurrazak’ı tevsîk ettiğini belirtmektedir. İbn Hacer’in verdiği bilgilere göre, Ahmed b. Hanbel (ö.241/855), âmâ olduktan sonra ondan işitilenlerin değersiz ve kitabındaki hadislerin sahih olduğunu, kitabında bulunmayanlar hakkında telkine maruz kalmış olabileceğini ifade etmiştir. Ayrıca İbn Hacer, İbn Adî’nin ondan ilim almak için müslümanların yolculuk ettikleri bir kimse olduğu, Şiîliğe nisbet edilse bile doğru sözlülüğünü ümid ettiği kanaatini de aktarmıştır. İbn Hacer’in düşüncesine göre, hicrî 200’den önce kendisinden işitilmiş olan hadisler mazbût, 200’den sonra işitilmiş olanlar ise ihtilat ve telkinden dolayı değişmiş olabilir. Buhârî ve Müslim ise ihtilatından önce ondan işitilmiş olan hadislerle ihticâc etmişlerdir. (İbn Hacer, Hedyu’s-sârî, s. 440.) Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr’de Hâlid b. Mahled el-Katavânî’nin (ö.213/828) hocalarını zikretmiş, ancak hakkında doğrudan bir değerlendirmede bulunmamıştır. (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, III, 174.) et-Târîhu’s-sagîr’de ise, bazı raviler arasında ismini zikretmiş, âlimlerin bu raviler hakkında sukût ettiklerini belirtmiştir. (Buhârî, et-Târîhu’s-sağîr, II, 331) Hâlid b. Mahled, Buhârî’nin yaşlı şeyhlerinden olub, ondan hem doğrudan hem de dolaylı olarak rivayette bulunmuştur. İclî (ö.261/875), Şiiliğe eğilimli olmakla birlikte sika olduğunu söylemiş; İbn Sa’d (ö.230/845) aşırı Şia taraftarı olduğunu belirtmiş; Salih Cezere (ö. 293/306) sika olduğunu, ancak Şiilikte aşırılıkla suçlandığını söylemiştir. Ahmed b. Hanbel münker rivayetleri olduğunu, Ebû Davud (ö.275/889) doğru sözlü fakat Şiiliğe meyilli olduğunu, Ebu Hâtim (ö.277/890) ise hadisinin yazılabileceğini, ancak ihticac edilemeyeceğini söylemiştir. İbn Hacer, tahammül ve edası sağlam olduğu zaman Şiiliğin ona zarar veremeyeceğini ve Şiiliğe davet eden biri olmadığını belirtmiş; İbn Adî’nin onun hadislerinden munker olanları araştırdığını ve Kâmil’inde serdettiğini söylemiştir. İbn Hacer, Buharî’nin bu munker haberlerden tahricte bulunmadığını, onun ferd haberlerinden sadece birini tahric ettiğini belirtmiştir. Bu hadisin de Ebû Hurayra vasıtasıyla nakledilen (Buhârî, “Rikâk”, 38 (VII, 190); Buhârî bu hadisi, Muhammed b. Osman b. Kerâme vasıtasıyla Halid b. Mahled’den dolaylı olarak rivayet etmiştir) "Kim benim velî kuluma düşmanlık ederse" hadisi olduğunu, (Bu hadisin Halid b. Mahled’in ferd hadislerinden biri olup olmadığı, Buhârî’nin onu tahric etmesi bakımından durumun İbn Hacer’in belirttiği gibi olub olmadığı ayrı araştırma konusudur) Ebu Davud dışında diğerlerinin bu hadisi tahric ettiklerini belirtmiştir.(İbn Hacer, Hedyu’s-sârî, sf: 420) Görüldüğü üzere, Şia taraftarı olduğu belirtilmekle birlikte Hâlid b. Mahled hakkında hem cerh hem de ta’dil yönünde değerlendirmeler mevcuddur. Fakat durumun Buhârî’nin et-Târîhu’s-sagîr’de belirttiği gibi olmadığı, âlimlerin Hâlid b. Mahled hakkında susmadıkları görülmektedir. Yukarıda İbn Hacer’in görüşlerine muracaat ettiği âlimlerin hepsinin üçüncü asırda da yaşadıkları ve ravi hakkındaki cerh-ta’dil bilgilerine doğrudan veya hocaları vasıtasıyla ulaştıkları dikkate alınırsa, Buhârî’den önce, onun döneminde ve sonrasında Hâlid hakkında çekimser kalmayıb değerlendirmeler yaptıkları sonucuna ulaşılır.

Buhârî’nin, hocalarını zikredip de hakkında sadece “sadûktur” değerlendirmesinde bulunduğu (Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, I, 347) İsmail b. Ebân Ebû İshak el-Varrâk (ö.216/831), kendisinden çok rivayette bulunmadığı hocalarından biridir. Nesâî, İbn Maîn, el-Hâkim Ebû Ahmed, Ca’fer es-Sâiğ ve Dârekutnî gibi âlimler onu tevsîk etmişler. Cûzecânî, onun haktan saptığını, fakat hadise yalan bulaştırmadığını ifade etmiştir. İbn Maîn, Cuzecânî’nin haktan sapmakla Kûfelilerin Şiiliğe meylini kastettiğini belirtmiştir. İbn Hacer, Cuzecânî’nin Ali’den ayrılmış bir nâsıbî olduğunu ve bunların Osman’dan ayrılmış olanların zıddı olduklarını, dolayısıyla bir bid’atçının diğer bir bid’atçı hakkındaki sözünü dinlemenin gereksiz olduğunu belirtmiştir. Burada dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus, Dârekutnî vb. âlimlerin terkinde icma ettikleri İsmail b. Ebân Ebû İshâk el-Ğanevî’ye yönelik tenkitlerin yanlışlıkla İsmail b. Ebân Ebû İshâk el-Varrâk’a atfedilmiş olma ihtimalidir. (İbn Hacer, Hedyü’s-sârî, sf: 409-410) Zaten Buhârî, et-Târîhu’s-sağîr isimli eserinde İsmâîl b. Ebân Ebû İshâk el-Ğânevî el-Kûfî’nin hadislerini Ahmed b. Hanbel ve başkalarının terkettiğini, İsmâîl b. Ebân el-Varrâk’ın da sadûk olduğunu belirtmekle bu uyarıyı yapmış olmaktadır. (Buhârî, et-Târîhu’s-sağîr, II, 337) Buhârî, Ebû İshâk el-Varrâk ile Ebû İshâk el Ğanevî’nin birbiriyle karıştırılmaması için bu bilgileri vermekle birlikte, yine aynı amaca yönelik olarak Ebû İshâk el-Varrâk hakkında açıkça “sadûktur” değerlendirmesinde bulunmuş olabilir. Yani buradaki “sadûktur” nitelemesi, Ebû İshâk el-Varrâk’ın cerh ve ta’dili konusunda ihtilaf bulunduğu için değil de, başka bir şahısla karıştırılma ihtimaline binâen yapılmıştır.



İnşeAllah devam edecek



Ahad Hadis ve Mutevatir Hadis Târifi, Özellikleri Nedir?
https://www.islam-tr.org/konu/ahad-hadis-ve-mutevatir-hadis-tarifi-ve-ozellikleri-nedir.47665/

Allah razı olsun hocam.
 
Üst Ana Sayfa Alt