E
Çevrimdışı
Eserlerinde Seyyid Kutub`un ruhunu yansıtmaya çalışan hem tarihçi hem de muasır alimlerden Ahmed Faiz ile hayatı, İslam alemindeki son olaylar ile tefrikaya sebebiyet veren tarihi olaylara bakış açısını konuştuk. Faydalı olmasını Allah Teala`dan dileyerek yaptığımız röportajı sunuyoruz.
Hocam, Türkiye’de Türkçeye tercüme edilen eserlerinizle tanınmaktasınız kendinizden ve kaleme aldığınız eserlerden bahsedebilir misiniz?
Tabi ben de diğer öğrenciler gibi ilkokul, ortaokul ve lise eğitimini gayet normal bir şekilde tamamladım. Bu arada her Müslüman ailede olduğu gibi babamdan helal haram bilgilerini aldım. Babam orduda görevliydi ama zamanında Suriye’de olan inkılâplardan dolayı görevden alınmıştı. Buna rağmen çalışıp geçimimizi sağlıyordu. İlmi seven birisiydi. Benim okumama yardımcı oldu ve Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden 1966’da mezun oldum, daha sonra bir arkadaşın tavsiyesiyle tarihi eserler alanında çalışmaya başladım.
İslam’la pek alakam yoktu. Bu anlamda hayatımı değiştiren şu olay oldu; üniversitedeyken Araplar ve İslam adı altında bir dersimiz vardı. Bu derse giren hoca ise Komünist birisiydi. Bir dersinde Peygamber Efendimizden bahsederken peygamber olmadığını, bilakis önderlik isteyen başarılı bir insan olduğunu söylüyordu.
Bu olay beni çok etkilemişti. Bu olayın ardından Şam`ın büyük âlimlerinden Şam Üniversitesinde hadis dersleri veren Dr. Emin El-Mısri’nin yanına gittim ve bu konuyu ona sorunca bana Seyyit Kutub’un Fi-Zilal İl-Kur’an tefsrini okumamı tavsiye etti ve dedi ki; “Kur’an’ı tam olarak anlarsan İslam’ı anlama noktasında hiç bir sorunun kalmaz. Bu tavsiye üzerine Fi Zilal’i okumaya başladım.
O sıralarda Seyyid Kutub tutukluydu. Bu kitap beni çok etkiledi, özellikle Seyyid Kutub’un şehadetinden sonra bu kitaba olan bağlılığım daha bir arttı. Fi Zilal’i defalarca okudum. 20 yaşında hocalığa başladıktan sonra öğrencilerime Fi Zilal’den aldığım bilinci vermeye ve vaazdan çok onlara yaşamlarında takip edecekleri bir metod vermeye çalışıyordum. Bu metodu kitaplaştırmak için Kur’an’ın Gölgesinde Davet Yolu (Fi Zilal’de Davet Yolu) kitabını kaleme aldım.
Bu kitabın büyük bir etkisi oldu. Bu bilince sahip çok sayıda öğrenci yetiştirdim. Günümüze kadar hala benim ile irtibat içerisindeler. Bu çalışmalarımı adım çıksın diye değil de sırf insanlara doğru bir metod vermek için yaptım. Tabi bana bu çalışmalarımda başarı veren Allah Teâlâ’dır. Şu anda (orta ve lise eğitimi veren) Şeyh Bedreddin El-Hasani okulunda eğitim işlerinden sorumlu müdür yardımcısı olarak hizmet etmeye devam etmekteyim. Şunu da belirtmeliyim ki Suriye’de ben İslami yazar kimliğimden çok, tarihçi ve İslami yapılar uzmanı olarak bilinmekteyim. Bu da Suriye devletinin bana karşı baskı sağlamamasında büyük rol oynamaktadır.
Kaleme aldığım eserlere gelince… Eserlerimden birisi ahiret inancının öneminden bahseden Kur`an’da ahiret günü ve Ku’ran’daki kıssaları ele alan Kısas Er-Rahman Fi-Zilal İl-Kur’an’dır. Bu eserden amacım tarihi olayları kader inancına bağlamaktır. Zira tarihi, kaderden uzak düşünmek tarihi anlamada insanı hataya düşürecektir, çünkü tarih kaderin bir yansımasıdır. Rahatlıkla söyleyebiliriz ki; tarih kaderden uzak düşünülemez.
Ayrıca Seyyit Kutub’un başlayıp da tamamlayamadığı Allah, Kâinat ve İnsan adındaki çalışmasını tamamladım, yakında basılacaktır inşaallah. Bu kitapta Allah’ın yaratıcı sıfatıyla, bir sistem olarak kâinat ile alakası, insanın kâinat ile alakası ve kâinatın insana olan etkisi, onu nasıl anlaması gerektiği, onunla nasıl dost olabileceği konuları ele alınmaktadır. Şu anda da bir heyet ile çalışmalarım var. Yakında 400 sayfalık Bedir Savaşı’nı, hem tarihi açıdan hem de ibretleri ve dersleri açısından anlatan bir eser yayınlanacaktır inşaallah.
Ayrıca merkezi Lübnan’da bulunan Müessesetu Er-Risalen yayınevinin Şam’daki basım danışmanlığını yapmaktayım. Kitaplarımın birçoğu da Lübnan’daki bu yayınevi tarafından basılmaktadır ve Ürdün’de bulunan bir çizgi film yapım şirketine senaryolar yazmaktayım. Bu çalışmalar Rabbimin fazlındandır. Tabii ki insan yaşadığı sürece bir şeyler yapması, çalışması gerekmektedir.
Hocam siz bir tarihçi ve bir davetçi olarak İslam ümmetinin sorunu ve özellikle günümüzde Arap dünyasında gerçekleşen olaylar açısından bakarak ümmetin gidişatı hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Allah Teâlâ İslam ümmetinin zayıf kalmasını istemez çünkü Allah Teâlâ zafiyeti sevmez. Kur’an’da zayıf kalmayı kabullenmişlerin sonunun tağutlar gibi cehennem olduğu belirtilmektedir. Allah kuvveti sever ve İslam ümmetinin güçlü olmasını ister. Müslümanlar Allah yolunda oldukları zaman güçlüydüler ve dünyayı fethedip dünyaya hükmettiler.
Bu da tabii ki Allah’ın yardımıyla oldu. Osmanlı kardeşlerimiz Avrupa’daki fetihlerine devam ederken Avrupalılar yok olma endişesine kapıldılar, bundan dolayı İslam’ın ve Müslümanların neden böyle güçlü olduklarının sebeplerini araştırmaya koyuldular ve sene 1705’te Avrupa’nın birçok yerinde Fransa, İtalya, İngiltere, Almanya gibi yerlerde zeki ve yetenekli gençlerden oluşan heyetler kurdular, bu heyetler başlıca Arapça olmak üzere bütün Müslüman dillerini öğrenmeye başladılar ve daha sonradan sene 1770’lerde eğitim görmek için İslam topraklarına geldiler ve bayağı mesafe kat edip üstün konumlara geldiler.
Hatta bunların arasından Ezher Şeyhi vekili olan bile vardı ve Napolyon’un 1798’de Mısır’a girmesinde büyük rolü olmuştu. Bu gruba müsteşrikler (oryantalistler) denilmektedir.
İslam düşmanlarını anlamak için oryantalistleri iyi anlamak gerekmektedir, zira İslam düşmanı yöneticiler bunlara danışmadan kesinlikle hareket etmemektedirler. Böylece dünyaya hükmeden Müslümanların gücünü bitirip İslam devletinin merkezi Türkiye’yi ele geçirdikten sonra Atatürk ile anlaşıp hilafeti ortadan kaldırdılar.
Müslümanların güç sebebi olan hilafeti ortadan kaldırdıktan sonra Müslümanlar halife isteminde bulununca Müslümanları susturmak ve halife anlayışını zayıflatmak için zamanın Mısır kralı Faruk’u halife tayin etmek istediler, ama daha sonra halife kötü de olsa Müslümanlara güç verebilir diye bundan vazgeçtiler ve böylece Müslümanlara hilafet fikrini unutturdular.
Günümüzde olan Arap dünyasındaki hareketlenmelere gelince bu hareketlenmeler insanların uyandıklarını ve artık özgürlük adına ölümü göze aldıklarını göstermektedir. Bunun sebebi ise basın, televizyon ve iletişim araçlarının yaygınlaşmasıdır. Bu araçlar sayesinde Avrupa ve Amerikadaki özgürlükleri görmeleri bu halkları harekete geçirmiştir. Artık bu diktatör tağutların hükmü son bulmuştur.
Bu olaylar İslam bayrağını taşımamakla beraber Müslümanlar için büyük bir fırsat olduğu da bir gerçektir. Bu tür olaylar gerçekten Müslümanları uyandıracak, kâfirleri ise korkutacaktır. Mesela Mısır’da Tahrir Meydanı’nda bir milyon insanın saf tutup namaz kılması tarihte görülmemiş bir olaydır.
Bu da düşmanların kalbine korku salmaktadır. Ama İslam düşmanları bu devrimlerden sonra bile Müslümanları başıboş bırakmayacaktır. Müslümanlara karşı olan savaşlarına devam edeceklerdir. Tabii ki her zamanın kendine göre savaş taktikleri vardır. Batı yaptığı yardımlarda iyi niyetli değil bilakis kendi çıkarları için yardım ediyor görünmektedir.
Peki, hocam Suriye’deki olaylar ve Şam âlimlerinin bu olaylara yönelik duruşu hakkında neler diyeceksiniz?
Şunu diyebilirim ki Devlet şu an bazı özgürlükler getireceğini müjdeliyor, ama devletin en büyük sorunu insanlara karşı keyfi muamelede bulunan istihbarat güçleridir. Devletin yönetimi aslında Beşşar Esed‘ten çok, istihbarata aittir.
Özgürlük ancak yönetimi istihbaratın elinden kurtarmakla olacaktır, ama istihbaratın halka karşı sahip oldukları bu yetkilerini bırakmaları ve bu istihbarat gücünü kırmak bayağı bir zor gözükmekte ve zaman istemektedir. İlk olarak insanların silahlı karşılık görmeden gösteri yapabilmeleri gerekiyor, gösteri yapmak insanların en doğal hakkıdır.
Bu olaylara yönelik âlimlerin duruşu hakkında şunları belirtebilirim: Şam’da devlete karşı ilk olarak açık bir şekilde konuşan âlimler çıktı Şeyh Üsame Er-Rifai (ilk haftalarda gösterilerin çıktığı Rifai camisinin hatibi) ve meydandaki Şeyh Hasan Habenneke camisinin hatibi Şeyh Kerim Racih (camisi gösterilere tanıklık ettiği için insanları bu camiye gelmekten engelleyen emniyet güçlerine tepkisini belirtmek için istifa etti) devlete karşı açık konuştular.
Siz zulmediyorsunuz, insanların parasını haksız yere yiyorsunuz diye 40 sene boyunca bu hayatı yaşadık. Uyandık artık diyerek halkı uyandırmaya çalıştılar. Bunun yanı sıra Dr.Sait Ramazan El-Buti ise çok saf davranıp devletin kendisine dediklerine inanıp gösteri olaylarını eleştirmektedir. Dr. Buti çok saf bir insan ve devlet tarafından kendisine ne deniyorsa inanmaktadır.
Son olarak da Müslümanların uyanması için bu zorlukların olması gerekmektedir. Zorluklar olmadan Müslümanlar uyanmayacaktır. Bundan daha önemlisi insanların bu olaylarda daha fazla Allah’a yönelmeleri hayatlarına Allah’ın istediği gibi şekil vermeye çalışmaları gerekmektedir.
Hocam siz bir tarihçi olarak size şu soruyu yöneltmek istiyoruz: Tarihi nasıl okumalıyız? Özellikle Müslümanları bölmüş ve yanlış aşırı düşüncelerin oluşmasına sebep olmuş olayları nasıl değerlendirmeliyiz?
İlk olarak tarihi okurken bütün boyutlarıyla okumamız gerekiyor. Çünkü tarihin hepsi sağlam eller tarafından yazılmamıştır. İslam tarihindeki birçok olay çarpıtılmıştır, ama şu an günümüzde tarihi olayları ciddi bir şekilde sentezleyen ve bu alanda çalışmalar sunan bir grup araştırmacı tarihçi bulunmaktadır.
Bu grubun en önemli simgelerinden biri de Libyalı tarihçi Dr.Ali Sallabi’dir. Ben de bu grubun ufak simgelerinden birisi olmaya çalışıyorum. Müslümanları bölen olaylara gelince Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Müminlerden iki grup savaştıkları zaman aralarını düzeltin” Peygamber efendimiz döneminde Müslümanlar arasında herhangi bir savaş gerçekleşmemiştir.
Bu ayette belirtilen gerçekler ancak Hz.Ali zamanında gerçekleşmiştir. Yani bu ayet bu olaylara işaret etmektedir Bu da gösteriyor ki bu savaşlarda -Hz. Ali haklı olmasıyla beraber- her iki gruba da Müslümandan ziyade mümin diyebiliriz ki Allah Teâlâ böyle demiştir. Hz. Ali her iki grubun şehitlerine de dua etmiş ve cenaze namazı kılmıştır.
Hz. Âli’nin karşısında duran Zübyr b. Avvam’ı Hz. Ali tarafında savaşan birisi öldürüp Hz. Ali’ye; “Seni müjdelerim! Düşmanın Zübeyr’i öldürdüm” deyince Hz. Ali; “Ben de seni cehennemle müjdelerim” demiştir. Çünkü Peygamber Efendimiz kendisine; “Safiyye’nin oğlunu (Zübeyr B. Avvam) öldüreni cehennemle müjdele” demiştir.
Bu da gösteriyor ki sahabeler savaşmalarına rağmen kendi aralarında düşmanlık yapmamışlardır. Bizim bazı sahabelere düşmanlık yapmamız abes olacaktır. Bilakis bu tür olaylardan ders ve ibret alıp dilimizi bu müslümanları kötülemeye bulaştırmamalıyız. Sahabeler Allah’ın övgüsüne mazhar olmuş insanlardır.
Allah hepsinden razı olsun. Allah Teala şöyle buyuruyor: “Muhammed Allah’ın resulüdür. Onun yanındakiler ise düşmanlarına karşı şiddetli, kendi aralarında ise merhametlidirler”
Hocam son olarak Türkiye halkına neler demek istersiniz?
Tarihi araştırmalar için devlet tarafından heyet olarak Almanya’ya gitmiştim. Orada Türkiye’liler ile beraber uzun süre yaşadım, onlara ders verdim ve onların vefakârlık ve samimiyet ve fedakârlıklarını gördüm.
Özellikle Necmeddin Erbakan hocayla bir araya geldim ve çalışmalarını kendi gözlerimle gördüm ve takdir ettim. Samimi bir davetçi olarak gördüm kendisini. Türkiye halkında cesaret ve doğruluk var, bundan dolayı onlardan ümitvarız. Hilafeti tekrar geri getireceklerdir inşaallah.
İnzardergisi - Hüseyin Sudan / Haziran 2011
Hocam, Türkiye’de Türkçeye tercüme edilen eserlerinizle tanınmaktasınız kendinizden ve kaleme aldığınız eserlerden bahsedebilir misiniz?
Tabi ben de diğer öğrenciler gibi ilkokul, ortaokul ve lise eğitimini gayet normal bir şekilde tamamladım. Bu arada her Müslüman ailede olduğu gibi babamdan helal haram bilgilerini aldım. Babam orduda görevliydi ama zamanında Suriye’de olan inkılâplardan dolayı görevden alınmıştı. Buna rağmen çalışıp geçimimizi sağlıyordu. İlmi seven birisiydi. Benim okumama yardımcı oldu ve Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden 1966’da mezun oldum, daha sonra bir arkadaşın tavsiyesiyle tarihi eserler alanında çalışmaya başladım.
İslam’la pek alakam yoktu. Bu anlamda hayatımı değiştiren şu olay oldu; üniversitedeyken Araplar ve İslam adı altında bir dersimiz vardı. Bu derse giren hoca ise Komünist birisiydi. Bir dersinde Peygamber Efendimizden bahsederken peygamber olmadığını, bilakis önderlik isteyen başarılı bir insan olduğunu söylüyordu.
Bu olay beni çok etkilemişti. Bu olayın ardından Şam`ın büyük âlimlerinden Şam Üniversitesinde hadis dersleri veren Dr. Emin El-Mısri’nin yanına gittim ve bu konuyu ona sorunca bana Seyyit Kutub’un Fi-Zilal İl-Kur’an tefsrini okumamı tavsiye etti ve dedi ki; “Kur’an’ı tam olarak anlarsan İslam’ı anlama noktasında hiç bir sorunun kalmaz. Bu tavsiye üzerine Fi Zilal’i okumaya başladım.
O sıralarda Seyyid Kutub tutukluydu. Bu kitap beni çok etkiledi, özellikle Seyyid Kutub’un şehadetinden sonra bu kitaba olan bağlılığım daha bir arttı. Fi Zilal’i defalarca okudum. 20 yaşında hocalığa başladıktan sonra öğrencilerime Fi Zilal’den aldığım bilinci vermeye ve vaazdan çok onlara yaşamlarında takip edecekleri bir metod vermeye çalışıyordum. Bu metodu kitaplaştırmak için Kur’an’ın Gölgesinde Davet Yolu (Fi Zilal’de Davet Yolu) kitabını kaleme aldım.
Bu kitabın büyük bir etkisi oldu. Bu bilince sahip çok sayıda öğrenci yetiştirdim. Günümüze kadar hala benim ile irtibat içerisindeler. Bu çalışmalarımı adım çıksın diye değil de sırf insanlara doğru bir metod vermek için yaptım. Tabi bana bu çalışmalarımda başarı veren Allah Teâlâ’dır. Şu anda (orta ve lise eğitimi veren) Şeyh Bedreddin El-Hasani okulunda eğitim işlerinden sorumlu müdür yardımcısı olarak hizmet etmeye devam etmekteyim. Şunu da belirtmeliyim ki Suriye’de ben İslami yazar kimliğimden çok, tarihçi ve İslami yapılar uzmanı olarak bilinmekteyim. Bu da Suriye devletinin bana karşı baskı sağlamamasında büyük rol oynamaktadır.
Kaleme aldığım eserlere gelince… Eserlerimden birisi ahiret inancının öneminden bahseden Kur`an’da ahiret günü ve Ku’ran’daki kıssaları ele alan Kısas Er-Rahman Fi-Zilal İl-Kur’an’dır. Bu eserden amacım tarihi olayları kader inancına bağlamaktır. Zira tarihi, kaderden uzak düşünmek tarihi anlamada insanı hataya düşürecektir, çünkü tarih kaderin bir yansımasıdır. Rahatlıkla söyleyebiliriz ki; tarih kaderden uzak düşünülemez.
Ayrıca Seyyit Kutub’un başlayıp da tamamlayamadığı Allah, Kâinat ve İnsan adındaki çalışmasını tamamladım, yakında basılacaktır inşaallah. Bu kitapta Allah’ın yaratıcı sıfatıyla, bir sistem olarak kâinat ile alakası, insanın kâinat ile alakası ve kâinatın insana olan etkisi, onu nasıl anlaması gerektiği, onunla nasıl dost olabileceği konuları ele alınmaktadır. Şu anda da bir heyet ile çalışmalarım var. Yakında 400 sayfalık Bedir Savaşı’nı, hem tarihi açıdan hem de ibretleri ve dersleri açısından anlatan bir eser yayınlanacaktır inşaallah.
Ayrıca merkezi Lübnan’da bulunan Müessesetu Er-Risalen yayınevinin Şam’daki basım danışmanlığını yapmaktayım. Kitaplarımın birçoğu da Lübnan’daki bu yayınevi tarafından basılmaktadır ve Ürdün’de bulunan bir çizgi film yapım şirketine senaryolar yazmaktayım. Bu çalışmalar Rabbimin fazlındandır. Tabii ki insan yaşadığı sürece bir şeyler yapması, çalışması gerekmektedir.
Hocam siz bir tarihçi ve bir davetçi olarak İslam ümmetinin sorunu ve özellikle günümüzde Arap dünyasında gerçekleşen olaylar açısından bakarak ümmetin gidişatı hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Allah Teâlâ İslam ümmetinin zayıf kalmasını istemez çünkü Allah Teâlâ zafiyeti sevmez. Kur’an’da zayıf kalmayı kabullenmişlerin sonunun tağutlar gibi cehennem olduğu belirtilmektedir. Allah kuvveti sever ve İslam ümmetinin güçlü olmasını ister. Müslümanlar Allah yolunda oldukları zaman güçlüydüler ve dünyayı fethedip dünyaya hükmettiler.
Bu da tabii ki Allah’ın yardımıyla oldu. Osmanlı kardeşlerimiz Avrupa’daki fetihlerine devam ederken Avrupalılar yok olma endişesine kapıldılar, bundan dolayı İslam’ın ve Müslümanların neden böyle güçlü olduklarının sebeplerini araştırmaya koyuldular ve sene 1705’te Avrupa’nın birçok yerinde Fransa, İtalya, İngiltere, Almanya gibi yerlerde zeki ve yetenekli gençlerden oluşan heyetler kurdular, bu heyetler başlıca Arapça olmak üzere bütün Müslüman dillerini öğrenmeye başladılar ve daha sonradan sene 1770’lerde eğitim görmek için İslam topraklarına geldiler ve bayağı mesafe kat edip üstün konumlara geldiler.
Hatta bunların arasından Ezher Şeyhi vekili olan bile vardı ve Napolyon’un 1798’de Mısır’a girmesinde büyük rolü olmuştu. Bu gruba müsteşrikler (oryantalistler) denilmektedir.
İslam düşmanlarını anlamak için oryantalistleri iyi anlamak gerekmektedir, zira İslam düşmanı yöneticiler bunlara danışmadan kesinlikle hareket etmemektedirler. Böylece dünyaya hükmeden Müslümanların gücünü bitirip İslam devletinin merkezi Türkiye’yi ele geçirdikten sonra Atatürk ile anlaşıp hilafeti ortadan kaldırdılar.
Müslümanların güç sebebi olan hilafeti ortadan kaldırdıktan sonra Müslümanlar halife isteminde bulununca Müslümanları susturmak ve halife anlayışını zayıflatmak için zamanın Mısır kralı Faruk’u halife tayin etmek istediler, ama daha sonra halife kötü de olsa Müslümanlara güç verebilir diye bundan vazgeçtiler ve böylece Müslümanlara hilafet fikrini unutturdular.
Günümüzde olan Arap dünyasındaki hareketlenmelere gelince bu hareketlenmeler insanların uyandıklarını ve artık özgürlük adına ölümü göze aldıklarını göstermektedir. Bunun sebebi ise basın, televizyon ve iletişim araçlarının yaygınlaşmasıdır. Bu araçlar sayesinde Avrupa ve Amerikadaki özgürlükleri görmeleri bu halkları harekete geçirmiştir. Artık bu diktatör tağutların hükmü son bulmuştur.
Bu olaylar İslam bayrağını taşımamakla beraber Müslümanlar için büyük bir fırsat olduğu da bir gerçektir. Bu tür olaylar gerçekten Müslümanları uyandıracak, kâfirleri ise korkutacaktır. Mesela Mısır’da Tahrir Meydanı’nda bir milyon insanın saf tutup namaz kılması tarihte görülmemiş bir olaydır.
Bu da düşmanların kalbine korku salmaktadır. Ama İslam düşmanları bu devrimlerden sonra bile Müslümanları başıboş bırakmayacaktır. Müslümanlara karşı olan savaşlarına devam edeceklerdir. Tabii ki her zamanın kendine göre savaş taktikleri vardır. Batı yaptığı yardımlarda iyi niyetli değil bilakis kendi çıkarları için yardım ediyor görünmektedir.
Peki, hocam Suriye’deki olaylar ve Şam âlimlerinin bu olaylara yönelik duruşu hakkında neler diyeceksiniz?
Şunu diyebilirim ki Devlet şu an bazı özgürlükler getireceğini müjdeliyor, ama devletin en büyük sorunu insanlara karşı keyfi muamelede bulunan istihbarat güçleridir. Devletin yönetimi aslında Beşşar Esed‘ten çok, istihbarata aittir.
Özgürlük ancak yönetimi istihbaratın elinden kurtarmakla olacaktır, ama istihbaratın halka karşı sahip oldukları bu yetkilerini bırakmaları ve bu istihbarat gücünü kırmak bayağı bir zor gözükmekte ve zaman istemektedir. İlk olarak insanların silahlı karşılık görmeden gösteri yapabilmeleri gerekiyor, gösteri yapmak insanların en doğal hakkıdır.
Bu olaylara yönelik âlimlerin duruşu hakkında şunları belirtebilirim: Şam’da devlete karşı ilk olarak açık bir şekilde konuşan âlimler çıktı Şeyh Üsame Er-Rifai (ilk haftalarda gösterilerin çıktığı Rifai camisinin hatibi) ve meydandaki Şeyh Hasan Habenneke camisinin hatibi Şeyh Kerim Racih (camisi gösterilere tanıklık ettiği için insanları bu camiye gelmekten engelleyen emniyet güçlerine tepkisini belirtmek için istifa etti) devlete karşı açık konuştular.
Siz zulmediyorsunuz, insanların parasını haksız yere yiyorsunuz diye 40 sene boyunca bu hayatı yaşadık. Uyandık artık diyerek halkı uyandırmaya çalıştılar. Bunun yanı sıra Dr.Sait Ramazan El-Buti ise çok saf davranıp devletin kendisine dediklerine inanıp gösteri olaylarını eleştirmektedir. Dr. Buti çok saf bir insan ve devlet tarafından kendisine ne deniyorsa inanmaktadır.
Son olarak da Müslümanların uyanması için bu zorlukların olması gerekmektedir. Zorluklar olmadan Müslümanlar uyanmayacaktır. Bundan daha önemlisi insanların bu olaylarda daha fazla Allah’a yönelmeleri hayatlarına Allah’ın istediği gibi şekil vermeye çalışmaları gerekmektedir.
Hocam siz bir tarihçi olarak size şu soruyu yöneltmek istiyoruz: Tarihi nasıl okumalıyız? Özellikle Müslümanları bölmüş ve yanlış aşırı düşüncelerin oluşmasına sebep olmuş olayları nasıl değerlendirmeliyiz?
İlk olarak tarihi okurken bütün boyutlarıyla okumamız gerekiyor. Çünkü tarihin hepsi sağlam eller tarafından yazılmamıştır. İslam tarihindeki birçok olay çarpıtılmıştır, ama şu an günümüzde tarihi olayları ciddi bir şekilde sentezleyen ve bu alanda çalışmalar sunan bir grup araştırmacı tarihçi bulunmaktadır.
Bu grubun en önemli simgelerinden biri de Libyalı tarihçi Dr.Ali Sallabi’dir. Ben de bu grubun ufak simgelerinden birisi olmaya çalışıyorum. Müslümanları bölen olaylara gelince Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Müminlerden iki grup savaştıkları zaman aralarını düzeltin” Peygamber efendimiz döneminde Müslümanlar arasında herhangi bir savaş gerçekleşmemiştir.
Bu ayette belirtilen gerçekler ancak Hz.Ali zamanında gerçekleşmiştir. Yani bu ayet bu olaylara işaret etmektedir Bu da gösteriyor ki bu savaşlarda -Hz. Ali haklı olmasıyla beraber- her iki gruba da Müslümandan ziyade mümin diyebiliriz ki Allah Teâlâ böyle demiştir. Hz. Ali her iki grubun şehitlerine de dua etmiş ve cenaze namazı kılmıştır.
Hz. Âli’nin karşısında duran Zübyr b. Avvam’ı Hz. Ali tarafında savaşan birisi öldürüp Hz. Ali’ye; “Seni müjdelerim! Düşmanın Zübeyr’i öldürdüm” deyince Hz. Ali; “Ben de seni cehennemle müjdelerim” demiştir. Çünkü Peygamber Efendimiz kendisine; “Safiyye’nin oğlunu (Zübeyr B. Avvam) öldüreni cehennemle müjdele” demiştir.
Bu da gösteriyor ki sahabeler savaşmalarına rağmen kendi aralarında düşmanlık yapmamışlardır. Bizim bazı sahabelere düşmanlık yapmamız abes olacaktır. Bilakis bu tür olaylardan ders ve ibret alıp dilimizi bu müslümanları kötülemeye bulaştırmamalıyız. Sahabeler Allah’ın övgüsüne mazhar olmuş insanlardır.
Allah hepsinden razı olsun. Allah Teala şöyle buyuruyor: “Muhammed Allah’ın resulüdür. Onun yanındakiler ise düşmanlarına karşı şiddetli, kendi aralarında ise merhametlidirler”
Hocam son olarak Türkiye halkına neler demek istersiniz?
Tarihi araştırmalar için devlet tarafından heyet olarak Almanya’ya gitmiştim. Orada Türkiye’liler ile beraber uzun süre yaşadım, onlara ders verdim ve onların vefakârlık ve samimiyet ve fedakârlıklarını gördüm.
Özellikle Necmeddin Erbakan hocayla bir araya geldim ve çalışmalarını kendi gözlerimle gördüm ve takdir ettim. Samimi bir davetçi olarak gördüm kendisini. Türkiye halkında cesaret ve doğruluk var, bundan dolayı onlardan ümitvarız. Hilafeti tekrar geri getireceklerdir inşaallah.
İnzardergisi - Hüseyin Sudan / Haziran 2011