HZ. ALİ'YE (R.A) SUHUF İNDİ Mİ? (18. LEM'A)
“Gizlidir herkese gösterilemez. Otuz birinci mektubun onsekizinci lem'ası Risale-i Nur şakirtlerine (talebelerine) işaret eden Hz. Ali (r.a.)nin bir keramet-i gaybiyesidir. (Gaybi, bilinmeyenleri bildirmesidir).[1]
Said Nursi'nin, Hz. Ali'ye suhuf indiğine dair bazı iddiaları mevcuttur. Bu iddialarını on sekizinci lem'ada şöyle ifade ediyor:
Hazret-i Gavs-ı Âzam Şeyh Geylani'nin sarahat (açıklık) derecesindeki keramet-i gaybiyesini te'yid ve takviye eden (sağlamlaştıran) Hazret-i Esedullah-ul Galib Ali ibn-i Ebu Talib (r.a.) ve keremullahu vechehü kaside-i Ercüze-i Meşhuresinde aynen İhbarat-ı Gavsiyeyi tasdik edip işaret ediyor.
Bu surette İmam-ı Ali'nin (r.a.) hicretten otuz sene sonra Kufe'de yazdığı bu Ercüze'deki dokuz defa altmış, otuz ilave edilse beş yüz yetmiş olur ki, Cengiz'in ve Hülağû'nun hücum ve tahribat zamanıdır. Sonra Hz. Cebrail'in, Âlâ Nebiyyina (a.s.m.) huzur-u nebevide getirip Hz. Ali'ye sekine namıyla bir sahirede yazılı ism-i âzam, Hz. Ali (r.a.)'nin kucağına düşmüş:
“Ben Cebrail'in şahsını yalnız alaim-üs-sema (gök kuşağı) suretinde gördüm. Sesini işittim. Sahifeyi aldım; bu isimleri içinde buldum” diyerek bu ism-i azamdan bahs ile hadisat-ı zikirden sonra tahdis-i nimet suretinde diyor ki: Yani “evvelki dünyadan kıymete kadar ulumu esrar-ı mühimme (bilinmeyen gizli ilimler) bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş. Kim ne isterse sorsun, sözümüzde şüphe edenler zelil olur.
Vahiy ile ALLAH tarafından gönderilen Zebur, Tevrat, İncil, Kur'an gibi büyük kitaplar, suhuf (sahifeler) kimlere gönderilir diye bir soru yöneltsek şüphe yok ki, çoğunluğu peygamberlere diye cevap verirler. Peygamber olmayan herhangi bir kimseye kitap ve sahife gönderilir mi? Hayır derler. Bu ALLAH'ın adet kanunlarına aykırıdır. Bakınız ALLAH bu hususta şöyle diyor:
“Sizden öncede nice sünnetler (yasalar) gelip geçmiştir (uygulanmıştır). Yeryüzünde dolaşın da yalancıların sonunun nasıl olduğunu görün.” (3/137)
“Bu, ALLAH'ın öteden beri süre gelen sünneti (yasası)dır. ALLAH sünnetinde (yasasında) bir değişme bulamazsın” (48/23)
“Sizden önce geçenler arasında da ALLAH'ın yasası böyle idi. ALLAH'ın emri, olup bitmiş bir şeydir.” (33/38)
Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'inde herhangi bir sahabiye, özel olarak da Hz. Ali'ye bir sahife (suhuf) gönderdiğini söylemediğine göre Said Nursi'nin Hz. Ali'ye Cebrail vasıtasıyla sekine adında bir sahife gönderdiğine ait bir delili olmalıdır. Bir delil göstermediğine göre böyle bir inanış ALLAH'a, Resulüne, kitabına ve Hz. Ali'ye iftira olur.
NURCULARI İKAZ
Sapık olan Gulat-ı Şia'nın bu batıl inancının ilk önce bu millete telkin edilmesinin öncülüğünü Said Nursi ve Nurcular yapmıştır.
İşte bu şeni yalanlara ancak Gulat-ı Şia'sından sayılan Gurabiyye fırkası (Rafiziler) inanabilir. Gurabiyye fırkasının iddiasına göre: “Nasıl bir karga diğerine çok benziyorsa, Hz. Peygamber de Hz. Ali'ye öylesine benziyor” der. Bu bakımdan Cebrail şaşırdı, peygamberliği (haşa) yanlışlıkla Muhammed (a.s)'e verdi. Onlardan bir kısmı, bu fiili hata ile işlediği için Cebrail'e lanet etmezken, diğer bir kısmı bu işi kasten yapmıştır, der, lanet ederler.[2]
“Sapık olan Gulat-ı Şia'nın bu batıl inancını ilk önce bu millete telkin edilmesinin öncülüğünü Said Nursi ve Nurcular yapmıştır. Nurcular, Said Nursi'ye son Mehdi ve Risale-i Nur'lara da son kitap diye inanmaktadırlar. Aynen nurcular gibi Şia fırkalarına göre Mehdi zuhur ettiği zaman yanında Musa Peygamberin ordusunu, onun vasıtasıyla yedirip içirdiği meşhur.!!
Tus (asıl) -büyük ve küçük- iki cefr[3], Hz. Ali'nin mushafı[4], Hz. Fatıma'nın mushafı[5], el Camia[6] ve birinde kıyamete kadar ki dostları, diğerinde de düşmanları yazılı olan iki sahife bulunacaktır. Hz. Peygamberin ve kılıcı zülfıkar[7] onun yanında olacaktır.
Said Nursi ve Nurcular, Hz. Ali'ye ALLAH tarafından Sekine adıyla yazılı sahife geldiğine inanmalarına mukabil; ilk cahilliye müşrikleri de ALLAH'ın Resulü olan Hz. Muhammed'e ALLAH tarafından kağıtlara yazılı bir kitap göndermesini istemişlerdi. Müşriklerin bu itirazına karşı Cenab-ı Hak, Rasulüne şu âyet-i kerimeyi gönderdi:
“Eğer sana kağıt üzerinde yazılı bir kitap indirmiş olsaydık da onu elleriyle tutsalardı, yine inkar ederler, ‘Bu, apaçık bir büyüden başka bir şey değildir!’ derlerdi.”(En’am 7)
Aynen bu müşrikler gibi, Şi'anın bir kolu olan Gurabiyye fırkası Hz. Ali'nin peygamber olduğunu, ondan sonra oğullarının peygamber olacaklarını ileri sürmüşlerdir.[8]
Nurcuların, bunlardan daha ileri giderek Hz. Ali'ye, ALLAH tarafından içinde ism-i â'zam bulunan Sekine adlı yazılı sahifenin geldiğine inanmaları sapıklığın ve şirke düşmenin bir örneği değil midir?
Diğer taraftan Nurcular, Hz. Ali'nin kim ne isterse sorsun, dünyanın yaratılışından kıyamete kadar olacak hadiseleri gördüğünü, geçmişte neler olduğunu, gelecekte neler olacağını bilip cevap verdiğine inanmaktadırlar.
ALLAH'ın bir muhlis ve veli kulu olan Hz. Ali bu gibi iftiralardan uzaktır. Aslında bir ilim sahibi olan bu büyük sahabi, kendi asrında uzun bir devre düşmanları tarafından kendine yapılan bu gibi iftiraları önlemek için uğraşmıştır.
Şimdi Nurcuların, Hz. Ali'nin kendi zamanında bizzat kendi lisanından, gelecekten haber veren sapıkları ikaz ettiğini ve bu düşüncelerden vazgeçmezlerse cezalandırılacaklarını duyduktan sonra tevbe etmeyip halen müslüman olduklarına inanmaları şirkin başka bir çeşidi değil midir?
Bakınız Ashabın, ALLAH'a tevekkülünü ve ehl-i batılın yalanlarını Hz. Ali'den dinleyelim:
Abdullah bin Avf Bin Ahmer rivayet ediyor; Ali r.a.’ın yanında Musafir Bin Avf Bin Ahmer vardı. Nehrevan’a gitmek isteyince dedi ki; “Ey müminlerin emiri! Şu saatte yola çıkma yoksa senin ve arkadaşlarının başına zararlı bir iş gelir. Fakat üç saat geçtikten sonra gidersen zaferyab olursun.” Ali r.a. dedi ki;
“Sen şu atın karnındakinin erkek mi, dişi mi olduğunu bilir misin?” dedi ki; “Hesaplayarak bilirim.” Ali r.a.;
“Senin bu sözünü Kur’an yalanladığı halde kim tasdik edecek? Sen Muhammed sallALLAHu aleyhi ve sellem’in iddia etmediği ilmi iddia ediyorsun. ALLAH Azze ve Celle buyuruyor ki;
“Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak ALLAH'ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz ALLAH, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.”(Lukman 34) sen hangi saatte yola çıkılınca faydalı veya zararlı olacağını bildiğini mi iddia ediyorsun?” o da; “Evet” dedi.
“Bu sözünü kim tasdik eder? Çünkü sen bela ve musibetleri ALLAH’ın defettiğine inanmıyorsun; bunu saatlara bağlıyorsun. Kim de bu konuda sana inanırsa o ALLAH’a değil sana güvenmiş olur. Sen yola çıkan kimselerin her türlü kötülükten kurtulacağı saati bildiğini söylüyorsun ki ben bu sözüne inanan kimselerin ALLAH’a şirk koşmuş sayılmayacağından emin değilim: Rabb’im! Kötülük ve şer ancak senin takdirinle olduğu gibi hayır da ancak sendendir. Senden başka ilah yoktur. Ey müneccim! Biz seni yalanlıyoruz! Bunun için de sana muhalefet ederek bu saatta yola çıkıyoruz”. Sonra da insanlara dönerek şunları söyledi:
Ey insanlar! Müneccimin misali sihirbaz gibidir, sihirbaz kahin gibidir, kahin de kafir gibidir. Kafir ise ateştedir. VALLAHi bir daha senden böyle bir şey duyarsam sağ oldukça seni hapseder, bağış almaktan mahrum ederim.”
Sonra Ali r.a. yola çıktı ve zafer kazandı. Sonra dedi ki; “şayet müneccimin dediği saatte çıksaydık, insanlar; “müneccimin sayesinde zafer kazandı” diyeceklerdi. Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’in müneccimi yoktu, ondan sonra bizim de olamaz.”[9]
Müminlere yaptığı hutbesinde Hz. Ali diyor ki: "Bak ey sonraki kişi! Onun sıfatlarından Kur'an'ın gösterdiğine uy ve Kur'an'ın hidayet-i nuru ile ziyalan. Bundan gayri her ne varsa şeytanın teklifidir ki, ALLAH onu sana kitabında teklif etmemiş ve Resulullah sünnetinde bildirmemiş ve hidayet imamları (hidayete vesile olanlar) bu hususta bir eser ortaya koymamışlardır. Bilmediğin yerde dur ve onu bilmeyi ALLAH'a havale et. ALLAH'ın sen de nihayet hakkı budur. Bil ki, ilimde rusuh bulmuş (ilmin fenninin derinliğine vukufiyet kazanmış) olanlar onlardır ki, örtü olan gaybın tefsir ve tevilini bilmemeyi ikrar ve itiraf etmek, onları gaybın üzerine vurulmuş kalıplara hücumdan da alıkoymuştur. İlimlerin ihatası dışında kalan maddeler hususunda aczlerini itiraftan dolayı ALLAH, o kişileri methetti. Ve onların bu mükellef olmadıkları meselelere dair araştırmayı bırakmalarına, rüsuh adını verdi. [10]
Ey arkadaş, Hz. Ali'nin ordusu içinde gaybı bildiğini iddia eden bir askeri ile aralarında geçen tartışmaları dinledin. Bakınız Müneccimin; şu kısrağın karnında ne olduğunu sormasını iyi düşün ve gerçek veliye yakışan sözün bu olduğunu anla.
Cehalet ne kadar büyük bir suçtur; Hz. Ali'nin ordusunda dahi böyleleri çıkabiliyor. Hz. Ali (r.a.) onu ikaz edip tövbeye davet ediyor. Dinlemezse müebbet hapis ile cezalandırıp, ganimetten hissesini vermeyeceğini beyan ediyor.
Lokman suresinin son ayeti ile o kişiyi ikaz ederken kıyamete kadar son sözünü söylemiş oluyor. "Sen çıkanın zarardan kurtulacağı saati tayin ettiğini söylüyorsun. Bu sözüne inanan kimsenin, ALLAH'a şirk koşan müşrikler gibi olamayacağından emin olamam" demektedir. Müneccimler (gaybı bildiğini iddia eden) kafirler gibidir, kafirler ise cehennemdedir.
Ne yazık ki, bu gün Hz. Ali'nin askeri Müsafir gibi düşünenleri yeryüzünde ikaz edip cezalandıracak bir merci yoktur. Şu anda inancınızın temel kitapları olan Risale-i nurların en üçte birinde, Hz. Ali ve Abdulkadir Geylani'nin gaybı biliyorlardı, diye yaptığınız yalan isnatlardan dolayı sizleri kim cezalandıracaktır.
Elbette dünyada cezalandıracak bir otorite olmadığı herkesçe bilinen bir gerçektir. Bir gün mutlaka kurulacak olan mahşerde Hz. Peygamber, Hz. Ali, Cebrail (a.s.) sizlerden, ALLAH adına davacı oldukları zaman ne cevap vereceksiniz.
Dinin içinde şirk koşanlar, kendilerini dindar ve doğru yolda sandıkları için müşrik olduklarının farkında değillerdir, buna ihtimal vermezler. Hatta ahirete gittiklerinde bile şirk koştukları kendilerine haber verildiği zaman müşrik olduklarını kabullenmek istemezler. Onların bu durumunu âyet şöyle bildirmiştir:
“Onların tümünü toplayacağımız gün; sonra şirk koşanlara diyeceğiz ki: ‘Nerede (o bir şey) sanıp da ortak koştuklarınız?’ Sonra onların: ‘Rabbimiz ALLAH'a and olsun ki, biz müşriklerden değildik’ demelerinden başka bir fitneleri olmadı.” (En'am: 22-23)
Kur'an ifadesiyle kitaplar ve suhuf ancak peygamberlere indirilmiştir. Peygamberler dışında hiç kimseye kitap ve suhuf indiğine dair bir kayıt yoktur. Bunun varlığını iddia edenler, kitapta delilini göstermek zorundadır.
“İlimsizler dediler ki: ‘ALLAH bizimle konuşmalı veya bize de bir âyet gelmeli değil miydi?’ Onlardan öncekiler de, onların bu söylediklerinin benzerini söylemişlerdi.
Kalpleri birbirine benzedi. Biz, kesin bilgiyle inanan bir topluluğa âyetleri apaçık gösterdik." (Bakara 118)
“İnsanlar tek bir ümmetti. ALLAH, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi.” (Bakara 213)
“Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahiy ettiğimiz gibi sana da vahy ettik. İbrahim’e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahy ettik Davud'a da Zebur'u verdik.” (Nisa 163)
“Onlar dediler ki: (Muhammed) bize bir âyet getirmeli değil miydi? Önceki suhuftan kendilerine apaçık bir burhan gelmedi mi?”(Taha 133)
“İşte o apaçık delil, ALLAH tarafından gönderilen, içinde doğru yazılmış hükümler bulunan suhufu okuyan Resul'dür.” (Beyyine 2/3)
“Güya onlardan her biri, kendilerine (özünde) açılmış suhuf (ilahi vahiy) verilmesini istiyor. Elbette olacak şey değil! Aslında onlar ahiretten korkmuyorlar.” (El-Müddesir 52-53)
Gerçekten olacak şey değil... ALLAH ancak kitaplarını ve suhufu peygamberlere göndermiştir. Bununda sebebi şöyle belirtilmiştir:
“Öyle ki Resullerden sonra, insanların ALLAH'a karşı (savunacak) delilleri olmasın.”(Nisa 165)
Demek ki peygamberlerden sonra böyle bir kitap ve suhuf gelmeyecek ki, bu şekilde ifade kullanılmıştır. Eğer vahiy devam etmiş olsaydı, kitaplar ve sayfalar gelmiş olsaydı, niçin ALLAH böyle söylesin idi? Nitekim kitapta son nebinin Hz. Muhammed olduğu apaçık ilan edilmiyor mu? Yüce ALLAH şöyle buyuruyor:
“Muhammed, sizin erkeklerinizden birinin babası değildir. Fakat ALLAH'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. ALLAH her şeyi hakkıyla bilir.” (Ahzab 40)
Yine ALLAH'ın Resulü de sahih bir hadiste, “benden sonra peygamber gelmeyecektir” buyurmuştur. Her ümmete peygamber gönderilmiş ve şöyle denilmiştir:
“Her ümmetin bir rasulü vardır.” (Yunus 47)
Son peygamber ise, âlemlere rahmet olarak indirilmiştir. Bütün toplumların son peygamberidir. Kendisine kitap olarak da Kur'an verilmiştir. Onun için iman edenlerin önemli özelliklerinden biri şöyle ifade edilir:
“Onlar sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler.” (Bakara 4)
Bu yüzden Kur'an'ın hiçbir yerinde, “Son peygamber Muhammed'den indirilene iman ederler” şeklinde bir ifadeye rastlamak mümkün değildir. Çünkü bu, risaletin tamamlanması ve kemale ulaşması açısından da imkansızdır. Yüce Rabbimiz bu ikbal ile ilgili şöyle buyuruyor:
“Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım. Ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim?” (Maide 3)
Âyette görüldüğü üzere din, tamamlanmış ve ALLAH'ın nimeti son nebi ve son kitap ile kemale ermiştir. Dinde hiçbir eksiklik ve risaletin eksik bıraktığı hiçbir nokta kalmamıştır. Eğer böyle olsaydı son peygamber görevini yapmamış olacaktı. Bu da bir peygamber için muhaldir. Öyleyse peygamberin varlığı ile birlikte böyle bir suhufün veya sekinenin indiğini söylemek, boş ve çürük bir iddiadır, safsatanın ta kendisidir. Ancak bu tür iddiaları, yukarıdaki ayette de belirtildiği üzere ilimsizlerden başkaları ortaya atamazlar.
Yine ALLAH şöyle buyuruyor: “Biz, senden önce, şehirler halkına kendilerine vahy ettiğimiz kimseler dışında göndermedik.”(Yusuf 109)
Kendilerine vahy edilenler de, Kur'an'da isimleri geçenlerdir, peygamberlerdir. Eğer Hz. Ali'ye bir suhuf inmiş olsaydı, o da mutlaka Kur'an'da geçecek ve bize bildirilmiş olacaktı. Vahiy ile ilgili şu âyet-i kerime, bu ilişkinin nasıllığı konusunda bize bilgi veriyor:
“Kendisiyle ALLAH'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir, ancak bir vahiy ile ya da perde arkasından veya bir Resul gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi başkadır. Gerçekten O, yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Şura 51)
Ondan sonra Cebrail bir melek olarak suhuf indirecek ve bu âyetler Kur'an'da yazılı olmayacak. Acaba bu mümkün müdür? Yoksa ALLAH'a karşı yalan ve iftira uydurmaktan başkası değil midir?
Halbuki bir şey âyet ise, son kitapta bunun bilgisine rastlamak gerekir. Son nebinin bunu ilan etmesi ve tebliğ etmesi gerekir. Hz. Ali'ye böyle bir suhuf (sahifeler ve kitap), hem de yazılı olarak indiğine dair ne kitapta ne de Resulün sahih hadislerinde bir ifadeye rastlamıyoruz. O halde bu tür ifadeler, bir hezeyandan öte bir şey değildir. Bunların varlığına inanmak dahi insanın imanını tehlikeye düşürür. Son risalete karşı, ALLAH'ın kitabına karşı cürüm işlemiş olur. Yüce ALLAH bizleri böylesi uydurma ve safsatalardan uzak tutsun. Âmin.
Rabbimizin şu âyetiyle bu hususu bitirmemiz yerinde olacaktır: “ALLAH'a karşı yalan uydurup iftira düzenler veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken ‘Bana da vahiy geldi’ diyen ve ‘ALLAH'ın indirdiğinin bir benzerini ben de indireceğim’ diyenden daha zalim kim vardır”. (Enam 93)
Âyette de ifade edildiği gibi, ister bana vahiy geldi denilsin, isterse başka bir şahsa vahiy geldi denilsin veya bana ALLAH'ın indirdiğinin benzeri indirildi denilsin, fark etmez. Hepsi de ALLAH'a karşı yalan uydurmak ve iftira atmaktan başka bir şey değildir.
Netice itibariyla, “Hz. Ali'ye suhuf indirildi”, demek bir yalan ve iftiradır. Asılsız ve delilsiz, boş ve çürük bir iddiadır.
[1] Bu kısım, arap harfleriyle yazılı lem'alarda mevcuttur.
[2] Avni İlhan, Mehdilik Akyay Kaynak Yayınları, 1976 s. 50. El-İmam Ebu Mansur Abdulkadir b. Tahir b. Muhammed El-Bağdadi. Doç. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı. Kalem Yayınları 1979, s. 230.
[3] Şia'ya göre: Dünyanın sonuna kadar her şeyi kavrayan batini ve dini bilgi mecmuasıdır ki, Hz. Ali'den ahfadına (torunlarına, oğullarına) intikal etmiştir. Sütten kesilmiş bir oğlak veya kuzu derisi üzerine yazılmış bir kitap olup, Hz. Peygamber ailesinden olanlar diğer kimselerin bilmediklerini işte buradan öğrenirler.
Bunun içinde gerek Zebur, Tevrat ve incil ile Resullerin ve varislerin ilimleri vardır. Geçmiş beni İsrail alimlerinin ilimleri oradadır. Bütün haram ve helal olmuş ve olacak her şey orada kayıtlıdır.
[4] Bazı Şii'lere göre Hz. Ali'nin Kur'an'ı, Cebrail'in getirdiği gerçek Kur'an'dır. Bkz. Abdulkadir el-Bağdadi Usulu'd-Din, s. 19 İst 1928; İbn. Hazm el Fasl, İV/182.
[5] Hz. Fatma'nın Kur'an'ı bir başka Kurandır. Mehdi'nin zuhuruna kadar ehl-i Beyt'te saklı kalacaktır. Kuleyni'nin nakline göre: Resulullah'ın vefatından sonra Hz. Patıma yetmiş beş gün daha yaşamıştır. Bu günlerde ALLAH'tan hiç kimsenin bilemeyeceği derecede fazla üzülmüştür. ALLAHü Teâlâ onu teselli etmek için, babasından ve ilerde gelecek çocukların hallerinden bahsetmesi için Cebrail-i gönderdi. Ali de söylenenleri işitiyordu. Bu suretle bu yazılanlardan elimizdeki Kur'an'ın üç misli hacimde bu mushaf meydana geldi. Bunun içinde, helal ve haramla ilgili bir şey yoktur. Gelecekte olacak şeylere dair bilgi vardır. El/Kafi, 1/115.
[6] Uzunluğu 70 zira (75cm) olan bir sahifedir ki, içinde insanların muhtaç olduğu her şey vardır. Hz. Peygamberin söyleyip Hz. Ali'nin yazdığı nüshalardır (Sahife). El-Kafi, 1/10 Mehdilik Avni İlhan Akyay, Kaynak Yayınlan 1976 s. 46-47
[7] Bakınız İmam Humeyni, Hz. Fatıma'mn doğum günü aynı inançları şu şekilde ifade etmektedir: "Cebrail (a.s.)'ın, İbrahim Halilullah, Musa Kelimullah, İsa Ruhullah ve Muhammed Hamidullah gibi peygamberlerden ayrı olarak, ancak Hz. Fatima'ya geldiğini, bu hususta sağlıklı senetleri bulunan rivayetlere sahip olduklarını, büyük ruh olan Cebrail'in bir kimseye gelmesi için onun büyüklüğüyle mütenasip bir ruh yüceliğine sahip olması gerektiğini; esasen masum imamlardan dahi hiç kimsenin Cebrail ile görüşmediğini, Resulullah (s.a.v.)'dan sonra sadece Hz. Zehra'nın bir istisna teşkil ederek Cebrail ile görüştüğünü ve Cebrail'in ona gelecekteki bir çok olacakları ve onun neslinin başına gelecekleri bildirdiğine dair kanaatler izhar etti. Keyhan Gazetesi Recep: 1406 Mart 1986. İran
[8] El-Fark Beynel Fark-el Bağdadi Kalem Yayınlan 1979, s. 230 Mısri Niyazi İrfan Sofraları çev: Süleyman Ateş. Hasanla Hüseyin'in Hz. Peygamberden sonra iki peygamber olduğunu beyan etmektedir.
[9] Ebuş Şeyh Azamet(4/1231) Taberi Tarihi(3/119-120) Müsnedi Hâris(Buğyetul Bahis-2/601 no:564) Busayri İthaf(4700) Kurtubi Tefsiri(19/29) Alusi Ruhul Meani(23/106) İbni Kayyım Miftahu Daris Seade(2/135,215) Hâtibul Bağdadi Kitabu’n-Nücûm’da; Kenzul Ummal(5/235) Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe(4/440-441) bunu Ebuş Şeyh’in rivayet metnine göre Terceme ettim. Haris’in metninde az bir farklılık vardır. Taberi ise başka bir tarikten daha detaylı şekilde rivayet etmiştir.
[10] Hz. Ali, Hazırlayan: Veli Ertan Diyanet İşleri Başkanlığı Yav. 1963. s. 56-57
“Gizlidir herkese gösterilemez. Otuz birinci mektubun onsekizinci lem'ası Risale-i Nur şakirtlerine (talebelerine) işaret eden Hz. Ali (r.a.)nin bir keramet-i gaybiyesidir. (Gaybi, bilinmeyenleri bildirmesidir).[1]
Said Nursi'nin, Hz. Ali'ye suhuf indiğine dair bazı iddiaları mevcuttur. Bu iddialarını on sekizinci lem'ada şöyle ifade ediyor:
Hazret-i Gavs-ı Âzam Şeyh Geylani'nin sarahat (açıklık) derecesindeki keramet-i gaybiyesini te'yid ve takviye eden (sağlamlaştıran) Hazret-i Esedullah-ul Galib Ali ibn-i Ebu Talib (r.a.) ve keremullahu vechehü kaside-i Ercüze-i Meşhuresinde aynen İhbarat-ı Gavsiyeyi tasdik edip işaret ediyor.
Bu surette İmam-ı Ali'nin (r.a.) hicretten otuz sene sonra Kufe'de yazdığı bu Ercüze'deki dokuz defa altmış, otuz ilave edilse beş yüz yetmiş olur ki, Cengiz'in ve Hülağû'nun hücum ve tahribat zamanıdır. Sonra Hz. Cebrail'in, Âlâ Nebiyyina (a.s.m.) huzur-u nebevide getirip Hz. Ali'ye sekine namıyla bir sahirede yazılı ism-i âzam, Hz. Ali (r.a.)'nin kucağına düşmüş:
“Ben Cebrail'in şahsını yalnız alaim-üs-sema (gök kuşağı) suretinde gördüm. Sesini işittim. Sahifeyi aldım; bu isimleri içinde buldum” diyerek bu ism-i azamdan bahs ile hadisat-ı zikirden sonra tahdis-i nimet suretinde diyor ki: Yani “evvelki dünyadan kıymete kadar ulumu esrar-ı mühimme (bilinmeyen gizli ilimler) bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş. Kim ne isterse sorsun, sözümüzde şüphe edenler zelil olur.
Vahiy ile ALLAH tarafından gönderilen Zebur, Tevrat, İncil, Kur'an gibi büyük kitaplar, suhuf (sahifeler) kimlere gönderilir diye bir soru yöneltsek şüphe yok ki, çoğunluğu peygamberlere diye cevap verirler. Peygamber olmayan herhangi bir kimseye kitap ve sahife gönderilir mi? Hayır derler. Bu ALLAH'ın adet kanunlarına aykırıdır. Bakınız ALLAH bu hususta şöyle diyor:
“Sizden öncede nice sünnetler (yasalar) gelip geçmiştir (uygulanmıştır). Yeryüzünde dolaşın da yalancıların sonunun nasıl olduğunu görün.” (3/137)
“Bu, ALLAH'ın öteden beri süre gelen sünneti (yasası)dır. ALLAH sünnetinde (yasasında) bir değişme bulamazsın” (48/23)
“Sizden önce geçenler arasında da ALLAH'ın yasası böyle idi. ALLAH'ın emri, olup bitmiş bir şeydir.” (33/38)
Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'inde herhangi bir sahabiye, özel olarak da Hz. Ali'ye bir sahife (suhuf) gönderdiğini söylemediğine göre Said Nursi'nin Hz. Ali'ye Cebrail vasıtasıyla sekine adında bir sahife gönderdiğine ait bir delili olmalıdır. Bir delil göstermediğine göre böyle bir inanış ALLAH'a, Resulüne, kitabına ve Hz. Ali'ye iftira olur.
NURCULARI İKAZ
Sapık olan Gulat-ı Şia'nın bu batıl inancının ilk önce bu millete telkin edilmesinin öncülüğünü Said Nursi ve Nurcular yapmıştır.
İşte bu şeni yalanlara ancak Gulat-ı Şia'sından sayılan Gurabiyye fırkası (Rafiziler) inanabilir. Gurabiyye fırkasının iddiasına göre: “Nasıl bir karga diğerine çok benziyorsa, Hz. Peygamber de Hz. Ali'ye öylesine benziyor” der. Bu bakımdan Cebrail şaşırdı, peygamberliği (haşa) yanlışlıkla Muhammed (a.s)'e verdi. Onlardan bir kısmı, bu fiili hata ile işlediği için Cebrail'e lanet etmezken, diğer bir kısmı bu işi kasten yapmıştır, der, lanet ederler.[2]
“Sapık olan Gulat-ı Şia'nın bu batıl inancını ilk önce bu millete telkin edilmesinin öncülüğünü Said Nursi ve Nurcular yapmıştır. Nurcular, Said Nursi'ye son Mehdi ve Risale-i Nur'lara da son kitap diye inanmaktadırlar. Aynen nurcular gibi Şia fırkalarına göre Mehdi zuhur ettiği zaman yanında Musa Peygamberin ordusunu, onun vasıtasıyla yedirip içirdiği meşhur.!!
Tus (asıl) -büyük ve küçük- iki cefr[3], Hz. Ali'nin mushafı[4], Hz. Fatıma'nın mushafı[5], el Camia[6] ve birinde kıyamete kadar ki dostları, diğerinde de düşmanları yazılı olan iki sahife bulunacaktır. Hz. Peygamberin ve kılıcı zülfıkar[7] onun yanında olacaktır.
Said Nursi ve Nurcular, Hz. Ali'ye ALLAH tarafından Sekine adıyla yazılı sahife geldiğine inanmalarına mukabil; ilk cahilliye müşrikleri de ALLAH'ın Resulü olan Hz. Muhammed'e ALLAH tarafından kağıtlara yazılı bir kitap göndermesini istemişlerdi. Müşriklerin bu itirazına karşı Cenab-ı Hak, Rasulüne şu âyet-i kerimeyi gönderdi:
“Eğer sana kağıt üzerinde yazılı bir kitap indirmiş olsaydık da onu elleriyle tutsalardı, yine inkar ederler, ‘Bu, apaçık bir büyüden başka bir şey değildir!’ derlerdi.”(En’am 7)
Aynen bu müşrikler gibi, Şi'anın bir kolu olan Gurabiyye fırkası Hz. Ali'nin peygamber olduğunu, ondan sonra oğullarının peygamber olacaklarını ileri sürmüşlerdir.[8]
Nurcuların, bunlardan daha ileri giderek Hz. Ali'ye, ALLAH tarafından içinde ism-i â'zam bulunan Sekine adlı yazılı sahifenin geldiğine inanmaları sapıklığın ve şirke düşmenin bir örneği değil midir?
Diğer taraftan Nurcular, Hz. Ali'nin kim ne isterse sorsun, dünyanın yaratılışından kıyamete kadar olacak hadiseleri gördüğünü, geçmişte neler olduğunu, gelecekte neler olacağını bilip cevap verdiğine inanmaktadırlar.
ALLAH'ın bir muhlis ve veli kulu olan Hz. Ali bu gibi iftiralardan uzaktır. Aslında bir ilim sahibi olan bu büyük sahabi, kendi asrında uzun bir devre düşmanları tarafından kendine yapılan bu gibi iftiraları önlemek için uğraşmıştır.
Şimdi Nurcuların, Hz. Ali'nin kendi zamanında bizzat kendi lisanından, gelecekten haber veren sapıkları ikaz ettiğini ve bu düşüncelerden vazgeçmezlerse cezalandırılacaklarını duyduktan sonra tevbe etmeyip halen müslüman olduklarına inanmaları şirkin başka bir çeşidi değil midir?
Bakınız Ashabın, ALLAH'a tevekkülünü ve ehl-i batılın yalanlarını Hz. Ali'den dinleyelim:
Abdullah bin Avf Bin Ahmer rivayet ediyor; Ali r.a.’ın yanında Musafir Bin Avf Bin Ahmer vardı. Nehrevan’a gitmek isteyince dedi ki; “Ey müminlerin emiri! Şu saatte yola çıkma yoksa senin ve arkadaşlarının başına zararlı bir iş gelir. Fakat üç saat geçtikten sonra gidersen zaferyab olursun.” Ali r.a. dedi ki;
“Sen şu atın karnındakinin erkek mi, dişi mi olduğunu bilir misin?” dedi ki; “Hesaplayarak bilirim.” Ali r.a.;
“Senin bu sözünü Kur’an yalanladığı halde kim tasdik edecek? Sen Muhammed sallALLAHu aleyhi ve sellem’in iddia etmediği ilmi iddia ediyorsun. ALLAH Azze ve Celle buyuruyor ki;
“Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak ALLAH'ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz ALLAH, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.”(Lukman 34) sen hangi saatte yola çıkılınca faydalı veya zararlı olacağını bildiğini mi iddia ediyorsun?” o da; “Evet” dedi.
“Bu sözünü kim tasdik eder? Çünkü sen bela ve musibetleri ALLAH’ın defettiğine inanmıyorsun; bunu saatlara bağlıyorsun. Kim de bu konuda sana inanırsa o ALLAH’a değil sana güvenmiş olur. Sen yola çıkan kimselerin her türlü kötülükten kurtulacağı saati bildiğini söylüyorsun ki ben bu sözüne inanan kimselerin ALLAH’a şirk koşmuş sayılmayacağından emin değilim: Rabb’im! Kötülük ve şer ancak senin takdirinle olduğu gibi hayır da ancak sendendir. Senden başka ilah yoktur. Ey müneccim! Biz seni yalanlıyoruz! Bunun için de sana muhalefet ederek bu saatta yola çıkıyoruz”. Sonra da insanlara dönerek şunları söyledi:
Ey insanlar! Müneccimin misali sihirbaz gibidir, sihirbaz kahin gibidir, kahin de kafir gibidir. Kafir ise ateştedir. VALLAHi bir daha senden böyle bir şey duyarsam sağ oldukça seni hapseder, bağış almaktan mahrum ederim.”
Sonra Ali r.a. yola çıktı ve zafer kazandı. Sonra dedi ki; “şayet müneccimin dediği saatte çıksaydık, insanlar; “müneccimin sayesinde zafer kazandı” diyeceklerdi. Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’in müneccimi yoktu, ondan sonra bizim de olamaz.”[9]
Müminlere yaptığı hutbesinde Hz. Ali diyor ki: "Bak ey sonraki kişi! Onun sıfatlarından Kur'an'ın gösterdiğine uy ve Kur'an'ın hidayet-i nuru ile ziyalan. Bundan gayri her ne varsa şeytanın teklifidir ki, ALLAH onu sana kitabında teklif etmemiş ve Resulullah sünnetinde bildirmemiş ve hidayet imamları (hidayete vesile olanlar) bu hususta bir eser ortaya koymamışlardır. Bilmediğin yerde dur ve onu bilmeyi ALLAH'a havale et. ALLAH'ın sen de nihayet hakkı budur. Bil ki, ilimde rusuh bulmuş (ilmin fenninin derinliğine vukufiyet kazanmış) olanlar onlardır ki, örtü olan gaybın tefsir ve tevilini bilmemeyi ikrar ve itiraf etmek, onları gaybın üzerine vurulmuş kalıplara hücumdan da alıkoymuştur. İlimlerin ihatası dışında kalan maddeler hususunda aczlerini itiraftan dolayı ALLAH, o kişileri methetti. Ve onların bu mükellef olmadıkları meselelere dair araştırmayı bırakmalarına, rüsuh adını verdi. [10]
Ey arkadaş, Hz. Ali'nin ordusu içinde gaybı bildiğini iddia eden bir askeri ile aralarında geçen tartışmaları dinledin. Bakınız Müneccimin; şu kısrağın karnında ne olduğunu sormasını iyi düşün ve gerçek veliye yakışan sözün bu olduğunu anla.
Cehalet ne kadar büyük bir suçtur; Hz. Ali'nin ordusunda dahi böyleleri çıkabiliyor. Hz. Ali (r.a.) onu ikaz edip tövbeye davet ediyor. Dinlemezse müebbet hapis ile cezalandırıp, ganimetten hissesini vermeyeceğini beyan ediyor.
Lokman suresinin son ayeti ile o kişiyi ikaz ederken kıyamete kadar son sözünü söylemiş oluyor. "Sen çıkanın zarardan kurtulacağı saati tayin ettiğini söylüyorsun. Bu sözüne inanan kimsenin, ALLAH'a şirk koşan müşrikler gibi olamayacağından emin olamam" demektedir. Müneccimler (gaybı bildiğini iddia eden) kafirler gibidir, kafirler ise cehennemdedir.
Ne yazık ki, bu gün Hz. Ali'nin askeri Müsafir gibi düşünenleri yeryüzünde ikaz edip cezalandıracak bir merci yoktur. Şu anda inancınızın temel kitapları olan Risale-i nurların en üçte birinde, Hz. Ali ve Abdulkadir Geylani'nin gaybı biliyorlardı, diye yaptığınız yalan isnatlardan dolayı sizleri kim cezalandıracaktır.
Elbette dünyada cezalandıracak bir otorite olmadığı herkesçe bilinen bir gerçektir. Bir gün mutlaka kurulacak olan mahşerde Hz. Peygamber, Hz. Ali, Cebrail (a.s.) sizlerden, ALLAH adına davacı oldukları zaman ne cevap vereceksiniz.
Dinin içinde şirk koşanlar, kendilerini dindar ve doğru yolda sandıkları için müşrik olduklarının farkında değillerdir, buna ihtimal vermezler. Hatta ahirete gittiklerinde bile şirk koştukları kendilerine haber verildiği zaman müşrik olduklarını kabullenmek istemezler. Onların bu durumunu âyet şöyle bildirmiştir:
“Onların tümünü toplayacağımız gün; sonra şirk koşanlara diyeceğiz ki: ‘Nerede (o bir şey) sanıp da ortak koştuklarınız?’ Sonra onların: ‘Rabbimiz ALLAH'a and olsun ki, biz müşriklerden değildik’ demelerinden başka bir fitneleri olmadı.” (En'am: 22-23)
Kur'an ifadesiyle kitaplar ve suhuf ancak peygamberlere indirilmiştir. Peygamberler dışında hiç kimseye kitap ve suhuf indiğine dair bir kayıt yoktur. Bunun varlığını iddia edenler, kitapta delilini göstermek zorundadır.
“İlimsizler dediler ki: ‘ALLAH bizimle konuşmalı veya bize de bir âyet gelmeli değil miydi?’ Onlardan öncekiler de, onların bu söylediklerinin benzerini söylemişlerdi.
Kalpleri birbirine benzedi. Biz, kesin bilgiyle inanan bir topluluğa âyetleri apaçık gösterdik." (Bakara 118)
“İnsanlar tek bir ümmetti. ALLAH, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi.” (Bakara 213)
“Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahiy ettiğimiz gibi sana da vahy ettik. İbrahim’e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahy ettik Davud'a da Zebur'u verdik.” (Nisa 163)
“Onlar dediler ki: (Muhammed) bize bir âyet getirmeli değil miydi? Önceki suhuftan kendilerine apaçık bir burhan gelmedi mi?”(Taha 133)
“İşte o apaçık delil, ALLAH tarafından gönderilen, içinde doğru yazılmış hükümler bulunan suhufu okuyan Resul'dür.” (Beyyine 2/3)
“Güya onlardan her biri, kendilerine (özünde) açılmış suhuf (ilahi vahiy) verilmesini istiyor. Elbette olacak şey değil! Aslında onlar ahiretten korkmuyorlar.” (El-Müddesir 52-53)
Gerçekten olacak şey değil... ALLAH ancak kitaplarını ve suhufu peygamberlere göndermiştir. Bununda sebebi şöyle belirtilmiştir:
“Öyle ki Resullerden sonra, insanların ALLAH'a karşı (savunacak) delilleri olmasın.”(Nisa 165)
Demek ki peygamberlerden sonra böyle bir kitap ve suhuf gelmeyecek ki, bu şekilde ifade kullanılmıştır. Eğer vahiy devam etmiş olsaydı, kitaplar ve sayfalar gelmiş olsaydı, niçin ALLAH böyle söylesin idi? Nitekim kitapta son nebinin Hz. Muhammed olduğu apaçık ilan edilmiyor mu? Yüce ALLAH şöyle buyuruyor:
“Muhammed, sizin erkeklerinizden birinin babası değildir. Fakat ALLAH'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. ALLAH her şeyi hakkıyla bilir.” (Ahzab 40)
Yine ALLAH'ın Resulü de sahih bir hadiste, “benden sonra peygamber gelmeyecektir” buyurmuştur. Her ümmete peygamber gönderilmiş ve şöyle denilmiştir:
“Her ümmetin bir rasulü vardır.” (Yunus 47)
Son peygamber ise, âlemlere rahmet olarak indirilmiştir. Bütün toplumların son peygamberidir. Kendisine kitap olarak da Kur'an verilmiştir. Onun için iman edenlerin önemli özelliklerinden biri şöyle ifade edilir:
“Onlar sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler.” (Bakara 4)
Bu yüzden Kur'an'ın hiçbir yerinde, “Son peygamber Muhammed'den indirilene iman ederler” şeklinde bir ifadeye rastlamak mümkün değildir. Çünkü bu, risaletin tamamlanması ve kemale ulaşması açısından da imkansızdır. Yüce Rabbimiz bu ikbal ile ilgili şöyle buyuruyor:
“Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım. Ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim?” (Maide 3)
Âyette görüldüğü üzere din, tamamlanmış ve ALLAH'ın nimeti son nebi ve son kitap ile kemale ermiştir. Dinde hiçbir eksiklik ve risaletin eksik bıraktığı hiçbir nokta kalmamıştır. Eğer böyle olsaydı son peygamber görevini yapmamış olacaktı. Bu da bir peygamber için muhaldir. Öyleyse peygamberin varlığı ile birlikte böyle bir suhufün veya sekinenin indiğini söylemek, boş ve çürük bir iddiadır, safsatanın ta kendisidir. Ancak bu tür iddiaları, yukarıdaki ayette de belirtildiği üzere ilimsizlerden başkaları ortaya atamazlar.
Yine ALLAH şöyle buyuruyor: “Biz, senden önce, şehirler halkına kendilerine vahy ettiğimiz kimseler dışında göndermedik.”(Yusuf 109)
Kendilerine vahy edilenler de, Kur'an'da isimleri geçenlerdir, peygamberlerdir. Eğer Hz. Ali'ye bir suhuf inmiş olsaydı, o da mutlaka Kur'an'da geçecek ve bize bildirilmiş olacaktı. Vahiy ile ilgili şu âyet-i kerime, bu ilişkinin nasıllığı konusunda bize bilgi veriyor:
“Kendisiyle ALLAH'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir, ancak bir vahiy ile ya da perde arkasından veya bir Resul gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi başkadır. Gerçekten O, yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Şura 51)
Ondan sonra Cebrail bir melek olarak suhuf indirecek ve bu âyetler Kur'an'da yazılı olmayacak. Acaba bu mümkün müdür? Yoksa ALLAH'a karşı yalan ve iftira uydurmaktan başkası değil midir?
Halbuki bir şey âyet ise, son kitapta bunun bilgisine rastlamak gerekir. Son nebinin bunu ilan etmesi ve tebliğ etmesi gerekir. Hz. Ali'ye böyle bir suhuf (sahifeler ve kitap), hem de yazılı olarak indiğine dair ne kitapta ne de Resulün sahih hadislerinde bir ifadeye rastlamıyoruz. O halde bu tür ifadeler, bir hezeyandan öte bir şey değildir. Bunların varlığına inanmak dahi insanın imanını tehlikeye düşürür. Son risalete karşı, ALLAH'ın kitabına karşı cürüm işlemiş olur. Yüce ALLAH bizleri böylesi uydurma ve safsatalardan uzak tutsun. Âmin.
Rabbimizin şu âyetiyle bu hususu bitirmemiz yerinde olacaktır: “ALLAH'a karşı yalan uydurup iftira düzenler veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken ‘Bana da vahiy geldi’ diyen ve ‘ALLAH'ın indirdiğinin bir benzerini ben de indireceğim’ diyenden daha zalim kim vardır”. (Enam 93)
Âyette de ifade edildiği gibi, ister bana vahiy geldi denilsin, isterse başka bir şahsa vahiy geldi denilsin veya bana ALLAH'ın indirdiğinin benzeri indirildi denilsin, fark etmez. Hepsi de ALLAH'a karşı yalan uydurmak ve iftira atmaktan başka bir şey değildir.
Netice itibariyla, “Hz. Ali'ye suhuf indirildi”, demek bir yalan ve iftiradır. Asılsız ve delilsiz, boş ve çürük bir iddiadır.
[1] Bu kısım, arap harfleriyle yazılı lem'alarda mevcuttur.
[2] Avni İlhan, Mehdilik Akyay Kaynak Yayınları, 1976 s. 50. El-İmam Ebu Mansur Abdulkadir b. Tahir b. Muhammed El-Bağdadi. Doç. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı. Kalem Yayınları 1979, s. 230.
[3] Şia'ya göre: Dünyanın sonuna kadar her şeyi kavrayan batini ve dini bilgi mecmuasıdır ki, Hz. Ali'den ahfadına (torunlarına, oğullarına) intikal etmiştir. Sütten kesilmiş bir oğlak veya kuzu derisi üzerine yazılmış bir kitap olup, Hz. Peygamber ailesinden olanlar diğer kimselerin bilmediklerini işte buradan öğrenirler.
Bunun içinde gerek Zebur, Tevrat ve incil ile Resullerin ve varislerin ilimleri vardır. Geçmiş beni İsrail alimlerinin ilimleri oradadır. Bütün haram ve helal olmuş ve olacak her şey orada kayıtlıdır.
[4] Bazı Şii'lere göre Hz. Ali'nin Kur'an'ı, Cebrail'in getirdiği gerçek Kur'an'dır. Bkz. Abdulkadir el-Bağdadi Usulu'd-Din, s. 19 İst 1928; İbn. Hazm el Fasl, İV/182.
[5] Hz. Fatma'nın Kur'an'ı bir başka Kurandır. Mehdi'nin zuhuruna kadar ehl-i Beyt'te saklı kalacaktır. Kuleyni'nin nakline göre: Resulullah'ın vefatından sonra Hz. Patıma yetmiş beş gün daha yaşamıştır. Bu günlerde ALLAH'tan hiç kimsenin bilemeyeceği derecede fazla üzülmüştür. ALLAHü Teâlâ onu teselli etmek için, babasından ve ilerde gelecek çocukların hallerinden bahsetmesi için Cebrail-i gönderdi. Ali de söylenenleri işitiyordu. Bu suretle bu yazılanlardan elimizdeki Kur'an'ın üç misli hacimde bu mushaf meydana geldi. Bunun içinde, helal ve haramla ilgili bir şey yoktur. Gelecekte olacak şeylere dair bilgi vardır. El/Kafi, 1/115.
[6] Uzunluğu 70 zira (75cm) olan bir sahifedir ki, içinde insanların muhtaç olduğu her şey vardır. Hz. Peygamberin söyleyip Hz. Ali'nin yazdığı nüshalardır (Sahife). El-Kafi, 1/10 Mehdilik Avni İlhan Akyay, Kaynak Yayınlan 1976 s. 46-47
[7] Bakınız İmam Humeyni, Hz. Fatıma'mn doğum günü aynı inançları şu şekilde ifade etmektedir: "Cebrail (a.s.)'ın, İbrahim Halilullah, Musa Kelimullah, İsa Ruhullah ve Muhammed Hamidullah gibi peygamberlerden ayrı olarak, ancak Hz. Fatima'ya geldiğini, bu hususta sağlıklı senetleri bulunan rivayetlere sahip olduklarını, büyük ruh olan Cebrail'in bir kimseye gelmesi için onun büyüklüğüyle mütenasip bir ruh yüceliğine sahip olması gerektiğini; esasen masum imamlardan dahi hiç kimsenin Cebrail ile görüşmediğini, Resulullah (s.a.v.)'dan sonra sadece Hz. Zehra'nın bir istisna teşkil ederek Cebrail ile görüştüğünü ve Cebrail'in ona gelecekteki bir çok olacakları ve onun neslinin başına gelecekleri bildirdiğine dair kanaatler izhar etti. Keyhan Gazetesi Recep: 1406 Mart 1986. İran
[8] El-Fark Beynel Fark-el Bağdadi Kalem Yayınlan 1979, s. 230 Mısri Niyazi İrfan Sofraları çev: Süleyman Ateş. Hasanla Hüseyin'in Hz. Peygamberden sonra iki peygamber olduğunu beyan etmektedir.
[9] Ebuş Şeyh Azamet(4/1231) Taberi Tarihi(3/119-120) Müsnedi Hâris(Buğyetul Bahis-2/601 no:564) Busayri İthaf(4700) Kurtubi Tefsiri(19/29) Alusi Ruhul Meani(23/106) İbni Kayyım Miftahu Daris Seade(2/135,215) Hâtibul Bağdadi Kitabu’n-Nücûm’da; Kenzul Ummal(5/235) Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe(4/440-441) bunu Ebuş Şeyh’in rivayet metnine göre Terceme ettim. Haris’in metninde az bir farklılık vardır. Taberi ise başka bir tarikten daha detaylı şekilde rivayet etmiştir.
[10] Hz. Ali, Hazırlayan: Veli Ertan Diyanet İşleri Başkanlığı Yav. 1963. s. 56-57