Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Allah'ın Tevfîki ve Hızlânı Nedir?

Abdullah el Hanbeli Çevrimdışı

Abdullah el Hanbeli

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Es selamu aleykum,

Allah'ın tevfiki ve hızlanı nedir? Allah'a her itaat ettiğimizde Allah'ın tevfiki ve her günah işlediğimizde Allah'ın hızlanı ile mi oluyor yoksa mesela hızlanı günah da ısrar edip Allah'ın artık o kulu yardımsız bırakması mı demektir yani günahta ısrar etmesinin bir cezası mıdır? Aynı şekilde tevfiki ne zaman vuku bulur, her itaat amelimiz onun tevfikiyle midir yoksa mesela "Allah'a yardım ederseniz, Allah da size yardım eder" ayetinde olduğu gibi özel ameller için mi geçerlidir ve amellerimizin mükafatı mıdır?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Âleykum selam we rahmetullahi we berakâtuh ;

الخذلان Hızlân

Sözlükte “yardımını kesmek, kendi haline bırakmak” anlamında masdar olan hızlân genellikle nusret, tevfîk ve lutuf kelimelerinin karşıtı olarak “Cenâb-ı Hakk’ın itaatsiz kullarını kendi haline terketmesi” şeklinde târif edilir.

Hızlânın ifade ettiği mâna Kur’ân-ı Kerîm’de nisyan (unutmak) kavramıyla da işlenmiştir. Birçok âyette, insanın kendisini dünya ve âhiret mutluluğuna götüren yoldan sapmasının sebebi unutkanlık olarak gösterilmiştir

Râgıb el-İsfahânî’nin “zihnî ve irâdî zaaf, gaflet veya kasıt sebebiyle kişinin kendisine tevdi edilen şeyi muhafaza etmemesi” şeklinde tarif ettiği nisyan (el-Mufredât, “nsy” md.) alışkanlık haline getirilmiş bir ilgisizlik ve umursamazlık halidir. Kur’an’da, bu davranış içinde bulunan kimselerin Allah’ı ve âhiret gününü unuttukları için Allah tarafından da unutulacakları haber verilmektedir (el-A‘râf 7/51; et-Tevbe 9/67; es-Secde 32/14; el-Câsiye 45/34).


Kur’anda Hızlân:


اِنْ يَنْصُرْكُمُ اللّٰهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْۚ وَاِنْ يَخْذُلْكُمْ فَمَنْ ذَا الَّذٖي يَنْصُرُكُمْ مِنْ بَعْدِهٖؕ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
"Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Mûminler, ancak Allah'a tevekkül etsinler." (Âl-i İmrân 160)

İbn Cerîr, İbnu'l-Munzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn İshâk bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Eğer Yüce Allah sana yardım ederse insanlardan hiç kimse seni artık yenemez. Senden yardımını kesenlerin de bu durumda sana bir zararları olmaz. Ancak Yüce Allah yardımını senden keserse bu durumda insanlardan hiç kimse sana yardım edemez. İnsanlar için benim emirlerimi bırakma, aksine benim emirlerimi yerine getirmek için insanları bırak. Mûminler de insanlara değil bana tevekkül etsinler.” (İbn Cerîr, C. 6, Sf: 193; İbnu'l-Munzir, Sf: 1123 ve İbn Ebî Hâtim, C. 3, Sf: 803 - 4425-4427 ; Suyûti, Durru’l Mensur fi t-Tefsîr bi’l- Me'sûr, C.4 , Sf: 98)

Eğer Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, O’ndan sonra size kim yardım edebilir? Mûminler yalnız Allah’a tevekkül etsinler. (Âl-i İmran 160)

اِنْ يَنْصُرْكُمُ اللّٰهُ
"İnyansurkumullahu": İbn Faris şöyle demiştir: Nasr yardım etmek, hızlan da yardım terk etmektir. "Minbadihi’deki zamirin hızlana raci olduğu söylenmiştir. (Ebul Ferec ibnul Cevzi, Zadu’l-Mesir fi İlmi’t Tefsir, C. 1 Sf: 468)

لَا تَجْعَلْ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَ فَتَقْعُدَ مَذْمُومًا مَخْذُولًا۟
"Allah’la beraber başka bir İlah kılma. Sonra kınanmış, kendi başına bırakılmış olarak oturursun." (İsra 22)

"Allah'la beraber baka bir İlah kılma”: Hitab, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e ise de mâna bütün mükellefler için geneldir.

Mahzul da: Yardımcısı olmayandır.

Hizlân: Birine yardım etmemektir.

Mukâtil şöyle demiştir: Bu ayet, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i atalarının dinine davet etmeleri üzerine inmiştir. (Ebul Ferec ibnul Cevzi, Zadu’l-Mesir fi İlmi’t Tefsir, C. 3, Sf: 487)

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:
مَذْمُومًا مَخْذُولً "Kınanmış ve yalnız başına bırakılmış olarak oturup kalırsın" (isra 22) buyruğunu açıklarken: “Allah'ın intikamıyla Allah’ın azabında oturup kalırsın, mânâsındadır” dedi. (İbn Cerîr , C. 14, Sf: 536, 541; Suyûti, Durru’l Mensur fi t-Tefsîr bi’l- Me'sûr, C.9 , Sf: 257)

"Sonra kınanmış ve kendi başına bırakılmış" yardımcısı, dostu bulunmayan bir halde terkedilmiş "olursun." (İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 10/361)

"Tevhid inancından sapar herkesi bekleyen akıbeti ise, daha önce işlediği kötü fiillerden dolayı "oturması" ve "kınanması"dır. Kınanmış durumda otura kalmasıdır. Yardımcısız bırakılmasıdır. Allah'ın yardım etmediği kimsenin çok yardımcısı olsa da yalnız kalmış demektir. "Otura kalırsın" sözcüğü, kınanan ve yalnız bırakılan adamın halini tasvir ediyor. Yalnızlık kendisini kuşattığı için oturmuştur. Bu ifade aynı zamanda acizliğini zayıflığını da ortaya koymaktadır. Çünkü bu şekildeki bir hal, insanın en zayıf halidir. Acizlik ve yerine çakılıp kalmanın en güzel tasviridir. Bu aynı zamanda onların bu yalnızlık ve itilmişlik hallerinin sürekliliğine işaret etmektedir. Zira oturuş; hareket ve durum değişikliğini çağrıştırmaz. Öyleyse bu söz, özellikle burası için seçilmiş bir sözdür." (Seyyid Kutub, Fi Zilal)

Ayet-i Kerimede, akıl sahibi bütün varlıklara, Allahtan başka hiçbirşeyi ilah olarak kabul etmemeleri emrediliyor. Böylece tevhid inancı dışında her türlü düşünce reddediliyor. Ve bu inancın dışına çıkanların, sonunda mutlaka kınanacakları ve rezil olacakları, Allaha ortak koştukları için putlanyla başbaşa bırakılacakları beyan ediliyor." (Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/271)



اَلْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُمْ مِنْ بَعْضٍۘ يَأْمُرُونَ بِالْمُنْكَرِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ وَيَقْبِضُونَ اَيْدِيَهُمْؕ نَسُوا اللّٰهَ فَنَسِيَهُمْؕ اِنَّ الْمُنَافِقٖينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
"Munâfık erkeklerle munafık kadınlar birbirlerindendir. Kötülüğü emreder, iyilikten men eder ve ellerini (cimrilikle) sıkarlar. Kendileri Allah’ı unuttular; Allah da kendilerini unuttu. Şubhesiz munafklar fâsıkların ta kendileridir." (Tevbe 67)
نَسُوا اللّٰهَ فَنَسِيَهُمْؕ

"Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu”: Zeccac şöyle demiştir: O’nun emrini terk ettiler, O da onları rahmet ve tevfîkinden terk etti. (Ebul Ferec ibnul Cevzi, Zadu’l-Mesir fi İlmi’t Tefsir, C. 2 Sf: 570)

İbn Ebî Hâtim ve Ebu Şeyh’in bildirdiğine göre İbn Abbâs:
نَسُوا اللّٰهَ فَنَسِيَهُمْؕ "...Onlar Allah’ı unuttular. Allah da Onları unuttu..." (Tevbe 67) buyruğunu açıklarken: “Onlar Allah’ı bırakıp uzak durunca Yüce Allah da onları ihsan ve mukâfatlarından mahrum bıraktı” demiştir. (İbn Ebî Hâtim, C. 6, Sf: 1832)

Ebu’ Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk: نَسُوا اللّٰهَ فَنَسِيَهُمْؕ "...Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu..." (Tevbe 67) buyruğunu açıklarken şöyle demiştir: "Onlar Allah’ın emirlerini bırakınca Yüce Allah da onları rahmetinden mahrum bıraktı. İman ile salih amelleri onlara nâsib etmedi.”

İbn Ebî Hâtim’in bildirdiğine göre Saîd b. Cubeyr bu âyeti açıklarken şöyle demiştir "Yüce Allah yaratıklarını unutmaz, ancak kıyamet gününde hayırlı şeylerden mahrum bırakır.”

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mucâhid bu âyeti açıklarken: “Azabın içinde unutulurlar" demiştir.’ (Suyûti, Durru’l Mensur fi t-Tefsîr bi’l- Me'sûr, C.7 , Sf: 401, 402)

"Onlar Allah'ı unuttular, O da onları unuttu." Onlar Allah'a itaati bıraktılar, Allah da Onları rahmetinden mahrum etti.
"Nasibleri kadar faydalanmak istediler": Ahiret mutluluğunu ve akıbetlerini düşünmeyip geçici şeylerle meşgul oldukları için, zem ve azarlama kasdolunmaktadır... (Vehbe Zuhayli, et-Tefsiru’l-Munir, Risale Yayınları: 5/454-455)




Hadiste Hızlân:

Hadislerde, kulun kendi haline terkedilmesi vekl kökünden türeyen fiillerle de anlatılmış ve kişinin Allah’tan, kendini kendi haline terketmemesini niyaz etmesi tavsiye edilmiştir (Musned, I, 412; V, 191; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 35).

Kulların fiilleri ve Allah-insan ilişkisi meselelerinde hızlân, değişik kelâm ekollerine mensub âlimlerce erken dönemlerden itibaren az çok farklı şekillerde açıklanmıştır.

Özetle Hızlân
1. Hızlân, Allah’ın mûminlere fazladan ihsan ettiği lutufları kâfirler için dünyada bir ceza olarak terketmesi veya onları kendi başlarına bırakacağına hükmedip “mahzûlûn” diye adlandırmasıdır.

Hızlân, Allah’ın kâfirleri hak yoldan uzaklaştırması (idlâl-iğvâ) veya gerçeği anlamalarına mâni olmak için zihnî engeller yaratması şeklinde açıklanamaz. Zira bu, kişinin dinen yükümlü tutulması hususu ile bağdaşmaz. Dolayısıyla hızlân, iman etmek istemeyen insanların ilâhî yardım ve lutuftan mahrum bırakılması tarzında anlaşılmalıdır. Çünkü kulun kendi başına terkedilmesi bir tür cezadır. Hızlân aynı zamanda, muminlerle mucâdele eden kâfirlerin kalbine korku salınması şeklinde olabileceği gibi bunların fikrî açıdan güçsüz bırakılması veya eleştirilip kötülenmesi tarzında da gerçekleşebilir. Mu‘tezile âlimleri bu görüştedir (Eş‘arî, Sf: 264-265; Kādî Abdulcebbâr, Muteşâbihu’l-Ḳurʾân, Sf: 164, 726-727; İbn Metteveyh, el-Mecmûʿ, C. II, Sf: 397-398; Şehristânî, Sf: 411).

2. Ebû Hanîfe’ye ve onun fikirlerini benimseyenlere göre hızlân, kişinin Allah rıdâsına uygun düşen fiilleri yapmaya muvaffak kılınmamasıdır. Aslında Allah kullarını iman ve inkârdan soyutlanmış olarak yaratmış, daha sonra onlara emirler göndermiş, inkâr yolunu tutanlar buna kendi fiilleriyle yönelmiş, ancak bu yöneliş, kulun inkâr etmeyi istemesi sonucu Allah’ın hızlânıyla gerçekleşmiştir. İman eden de kendi fiiliyle iman etmekle birlikte bu fiil onun imanı istemesine bağlı olarak Allah’ın yardımıyla (tevfîk) vücuda gelmiştir. (Beyâzîzâde, Sf: 57-58)

3. Hızlân, Allah’ın kâfirlerde inkâr etme gücü yaratıp onları kâfir olmaya muktedir kılmasıdır. İnkâr etme gücünün aşağısında kalan itaatsizlik ve isyan etme gücüne ise hırmân denir. Bundan dolayı Allah’ın hızlânı sadece kâfirlere mahsustur. Mûminleri yardımsız bırakıp onlara kötülük işleme gücü vermesi hırmân olarak kabul edilmelidir. Ebu’l-Hasan el-Eş‘arî ile ona tâbi olanlar bu görüştedir (İbn Fûrek, Sf: 36, 109, 123; Şehristânî, Sf: 412) Eş‘arî’ye göre hızlânın kâfirleri helâk edip cezalandırmakla bir ilgisi yoktur.

4. Hızlân Allah’ın kâfirlerin küfrünü yaratmasıdır. Eş‘arî’nin ehl-i isbâtın bir kısmına nisbet ettiği bu görüş Cebriyye’ye ait olmalıdır. (Maḳālât, Sf: 265)

5. İbn Hazm’a göre hızlân, Allah’ın, kötülük yapmaları için yarattığı fâsıklara bunu kolaylaştırmasıdır. Zira Peygamber (a.s.), herkese üzerinde yaratıldığı işin kolaylaştırıldığını haber vermiştir. (el-Faṣl, C. III, Sf: 50) Hızlâna, dolayısıyla kulların fiilleri meselesine bu şekilde yaklaşılması Kur’an’a, dil kurallarına, aklın temel ilkelerine ve muctehid âlimlerin görüşlerine uygundur.

6. Hızlân Allah’ın, bütün işlerinde kullarına yardımını kesip onları kendi başlarına terketmesidir. Kullar, ilâhî tevfîk ile hızlân arasında dolaşıp farklı tecellilerle karşılaşırlar. İman ve itaat eden bunu ilâhî tevfîk sayesinde yapar, inkâra ve isyana sapan ise ilâhî hızlân sebebiyle bu duruma düşer. Bu da ilâhî adaletin gereği olur. Zira Allah kula ait hiçbir şeyi onun elinden almaz. İbn Kayyim el-Cevziyye sûfî temayüllerinin gâlib geldiği eserlerinde bu görüşü savunmuştur. (Medâricu’s-sâlikîn, C. I, Sf: 445-446)

Kaynaklarda yer alan bilgilerden anlaşıldığına göre, hızlânın “ilâhî yardımın kesilmesi ve kulun kendi başına terkedilmesi” anlamına geldiği âlimler arasında genellikle kabul edilen bir husustur. Bu konudaki görüş ayrılığı daha çok hızlânın bütün beşerî fiilleri kapsayıp kapsamadığı noktasında toplanmaktadır. Kelâm literatürü açısından bakıldığında meselenin odak noktasını ilâhî buyruklara boyun eğme hususu oluşturur.
Bu çerçevede ileri sürülen görüşler içinde, hızlânın sadece ilâhî emirleri kabul edip itaat etmek istemeyen kâfirler için geçerli olduğunu savunan görüş isabetli görünmektedir. İman ve itaat, inkâr ve isyan gibi dinî konularla ilgili olmayan hususların ise hızlâna konu teşkil etmediğini, bu alanda sünnetullahın geçerli olduğunu söylemek mümkündür.



التَّوْفِيقِ Tevfîk

Sözlükte “isteğe uygun olmak; isteğe uygun bulmak” anlamındaki vefk kökünden türeyen tevfîk “farklı şeyleri ortak bir ilgi aracılığıyla bir araya getirmek; barıştırmak” mânasına gelir. (Kāmus Tercümesi, III, 1031-1033; el-Muʿcemu’l-vasîṭ, “vfḳ” md.) Terim olarak “Allah’ın kulların fiillerini sevdiği ve radı olduğu şeye uygun kılması” demektir. (et-Taʿrîfât, “vfḳ” md.)

Benzer anlamlar taşıyan inâyet, nusret ve lutf kelimeleri gibi tevfîk de hayır ve iyiliğe yönelik davranışlara özgü kılınmıştır. (Râgıb el-İsfahânî, el-Mufredât, “vfḳ” md.)

Tevfîk “Allah’ın isyankâr kullarından yardımını kesmesi” anlamındaki hızlânın karşıtıdır.



Kur’anda Tevfîk:


قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَرَزَقَن۪ي مِنْهُ رِزْقًا حَسَنًاۜ وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ اُخَالِفَكُمْ اِلٰى مَٓا اَنْهٰيكُمْ عَنْهُۜ اِنْ اُر۪يدُ اِلَّا الْاِصْلَاحَ مَا اسْتَطَعْتُۜ وَمَا تَوْفِيقِي اِلَّا بِاللّٰهِۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ
Şuayb da şöyle dedi: "Ey kavmim, söyleyin bana, Rabb'im tarafından apaçık bir delilim varsa ve benî, güzel bir rızıkla katından rızıklandırıyorsa, ona nasıl karşı gelebilirim? Ben, sizlere yasak ettiğim şeyleri kendim yapmak istemem. Sadece gücümün yettiği kadar, ıslah etmeyi isterim. Muvaffakiyetim ancak Allah’tandır, Sadece ona güvendim ve ona yönelirim." (Hud 88)

Şuayb kendi ummetine peygamberlik görevini ve sorumluluklarını anlatırken başarısının (tevfîk) ancak Allah’ın yardımıyla gerçekleşebileceğini söylemiştir.


وَمَا تَوْفِيقِي اِلَّا بِاللّٰهِۜ
"benim muvaffakiyetim ancak Allah iledir”: Medine'lilerle ibn Amir ye’nin harekesiyle "tevfikye” okumuşlardır. Kelamın manası şöyledir: Sizi ıslah etmeye çalışırken haklı çıkmam ancak Allah’ın yardımı iledir. (Ebul Ferec ibnul Cevzi, Zadu’l-Mesir fi İlmi’t Tefsir, C. 3 Sf: 5146)



Hadisde Tevfîk:

Bir hadiste Cenâb-ı Hakk’ın hayır murat ettiği kulunu ölmeden önce sâlih amel işlemeye muvaffak kıldığı bildirilmektedir. (Musned, III, 106, 120, 230; Tirmizî, “Ḳader”, 8)

Hadislerde ayrıca, “Başarı sadece Allah’tandır(ve billâhi’t-tevfîk); “Başarıyı sağlayan Allah’tır” (Allāhu veliyyu’t-tevfîk) gibi dua cümleleri bulunmaktadır. (Nesâî, “Eşribe”, 25, 48; “Feyʾ”, 1)

Rasûl-u Ekram’in hilâli gördüğü zaman yeni ay süresince Allah’ın rıdasını kazanmasının nâsib edilmesi yolunda dua ettiği nakledilmektedir. (Dârimî, “Ṣavm”, 3)

İnsana ihtiyarî fiillerinde yaratma gücü nisbet eden ve lutuf kavramına özel bir yer veren Mû‘tezile tevfîki de bu anlayış çerçevesinde açıklamaktadır. Buna göre Allah’ın tevfîki inanan kimseye verilen mükâfat veya kişinin başarılı olduğuna Allah’ın hükmetmesidir, dolayısıyla kâfirin başarılı kılınması söz konusu değildir.

Câfer b. Harb’e göre tevfîk ve “tesdîd” Allah’ın iki lutfudur, ancak bunlar herkes için tecelli etmez. Ebû Ali el-Cubbâî’ye göre ise tevfîk Allah tarafından bilinen bir lutuftur, O bu lutufta bulunduğu zaman kişi iman etmeye muvaffak olur (Eş‘arî, Maḳālât, Sf: 262-263).

Kādî Abdulcebbâr, tevfîkin sevab veya mukâfat ya da ilâhî hüküm olduğu biçimindeki yorumu isabetli görmez. Ona göre sorumluluk taşıyan insanın itaati seçmesi halinde lutuf kavramı tevfîk diye isimlendirilir. (Ebu’l-Hasen Kādı’l-kudât Abdulcebbâr b. Ahmed b. Abdilcebbâr el-Hemedânî, Muteşâbihu’l-Ḳurʾân, Sf: 735)
Mûtezile’ye ait bu görüşler doğrultusunda tevfîk, Cenâb-ı Hakk’ın insana dinî gerçekleri görüp anlama ve iradesiyle onları benimseme kabiliyeti vermesi, ayrıca söz konusu gerçekleri önceden açıklaması ve kesin delillerini ortaya koymasıdır. (Şehristânî, Sf: 411)

İnsanların iradî fiillerini ilâhî bir mudahale olmadan meydana getirme gücüne sahib bulunmadığını kabul eden Eş‘arî kelâmcılarına göre tevfîk kula Allah tarafından fiil anında verilir ve sadece hayır yönünde kullanılabilir, kötülüğe dönüşemez. Diğer bir ifadeyle Allah’ın tevfîki O’nun insanlarda hayra yönelmeye elverişli kudreti yaratmasıdır (Şehristânî, Sf: 412); dolayısıyla tevfîk iman etmeleri konusunda Allah’ın mûminlere bir lutfu olup sadece onları kapsar (Eş‘arî, el-İbâne, Sf: 68; İbn Fûrek, Sf: 123)

Tevfîki hayır işlemesi için kula verilen güç şeklinde açıklayan İbn Hazm, hidayetin bir kısmının aynı anlamı taşıdığını, buna “te’yîd” ve “ismet” de denildiğini belirtir. (el-Fasl, C. III, Sf: 42, 56, 65)

Fiile ilişkin kudretin hayır ve şer olarak iki yönde kullanılabildiğini söyleyen Hanefî ve Mâturîdîler’e göre tevfîk ; Allah’ın insanlarda hayırlı amelle onu yapabilme gücünü bir araya getirmesidir. Allah mûminin hayra olan isteğini ve yönelişini bildiğinden onu bu yönde davranmaya muvaffak kılar, bir anlamda onu sevkeder. (Mâturîdî, Teʾvîlâtu’l-Ḳurʾân, VII, 223; IX, 166)

Nitekim Beyâzîzâde Ahmed Efendi tevfîkin insanlar için yardım ve kolaylaştırma demek olduğunu kaydeder. (İşârâtu’l-merâm, Sf: 233)

Kelâm âlimleri tevfîk kavramını hidayet ve kader konularıyla ilişkilendirmiş, ilâhî ilim, kudret ve irade sıfatlarını açıklarken bunun yanında kulun sorumluluğunu temellendirmeye çalışmış, onun iradî fiillerdeki rolunün sınırıyla ilgili farklı yaklaşımlar ortaya koymuştur.

Ancak İslâm âlimleri, kişinin dünyada ve âhiretteki başarısının ilâhî lutuf ve tevfîkten bağımsız şekilde gerçekleşemeyeceği hususu ile iyiliğe yönelenlerin seçtikleri fiili işleme gücünü Allah’tan aldıkları konusunda görüş birliğine varmıştır.

Bu durumda insana düşen görev, iyi ve güzel olana yönelerek bu yolda gayret göstermek ve hayırlı sonucun gerçekleşmesini Allah’tan beklemektir; tevfîk de bu beklentinin yerine gelmesi demektir.
 
Üst Ana Sayfa Alt