Esselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berakatühü,
EbuDher akhi Allah c.c. senden razı olsun.. Bu tür haberleri yaymakta epeyce fayda görüyorum..
İslam’ın gerek bugün Avrupa ve dünyanın birçok yerinde yayılmasının en büyük nedeni de bu ve bunun gibi kardeşlerimizin tebliğ metodunun anlam ve önemini benimseyerek, bunu kutsal bir vazife atfedip Allah’ın rızasına nail olmak için yürüttükleri tebliğ cihadının ürünüdür..
Geçen bin yıl içinde vukubulan İslam ve Avrupa arasındaki tarihsel ilişkileri 4 safhaya bölerek açıklayabiliriz.. Geçen bin yıl içinde değişen paradigmalar sırasıyla şunlardır: "İslam’ın Avrupa’yla çatışması"; "Avrupa’nın İslam’la çatışması"; "İslam ve Avrupa"; ve "İslam Avrupa’da".. Bu tarihsel sürecin günümüzdeki sonucu İslam’ın lehine sonuçlanmıştır.. Son yıllara kadar “İslam ve Avrupa” kavramı yerini “Islam Avrupa’da” kavramına bırakmıştır.. Bazı tahminlere göre sadece Batı Avrupa’daki müslüman sayısı 25-30 milyon civarındadır ve Avrupa’daki müslüman nüfusunun 2040’ta %55’i geçeceği tahmin edilmektedir.. O zaman akla şöyle bir soru geliyor: Osmanlı 1529 ve 1683’te Viyana’yı 2 kez kuşatıp – ilk kuşatma Kanuni Sultan zamanında olmasına rağmen – neden bütün imkanlarına rağmen Avrupa’da İslam’ın bugünkü hızlı yayılmasını sağlayamamıştı? Elbetteki bunun birçok nedenleri var, maksadım burada uzun bir yazı yazıp nedenlerine değinmek değil.. Ama şunun altını çizmek gerekir ki, Osmanlı’nın fethedemediği kıtayı bugün oradaki müslümanlar Avrupalılar’ın gönüllerini ve akıllarını fethederek başarılı olmuşlardır.. Bir zamanlar kılıç ve kalkanla fethedilmeye çalışılan Avrupa, bütün çabalara rağmen fethedilememiş ve fethedilen beldeler de – Bosna, Arnavutluk, Kosova, vs. dışında – tekrar İslam öncesi durumlarına geri dönmüşlerdir.. Fakat öte yandan tebliğ metoduyla fethedilen beldeler – Endonezya, Malezya, Nijerya, vs. – bugün sadece varolan İslam’i varlıklarını korumakla kalmamış, İslam’ın daha da yayılmasına olanak sağlamışlardır.. Bugün müslüman nüfusunun en büyük olduğu ülke Endonezya’dır.. Tebliğ ve davet metodu sonucu, İslam Arabistan veya Ortadoğu merkezli bir sınırlamadan çıkarak, kanatlarla da kalmayarak dünyanın her yanına yayılmış durumdadır.. Yine bunun sonucunda, merkez, tebliğ dışı metodların uygulanmasından dolayı zayıflamış ve istikrarsız bir duruma düşmüşken, kanat veya dış bölgeler neredeyse - İslam'ın dinsel sütunları dışında - siyasi, ekonomik, ve içtimai noktalarda İslam medeniyetinin merkezi konumu görevini icra eder hale gelmişlerdir..
Kuran’da ve Hz. Muhammed s.a.v.’in hayatı boyunca tebliğ metodunun ne derece vurgulandığı ve neden bu metodun pozitif sonuçlar verdiği malumumuzdur.. Kuran bu noktada şunları demektedir: “Artık sen, öğüt verip hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici, bir hatırlatıcısın. Onlara 'zor ve baskı' kullanacak değilsin. Ancak kim yüz çevirir ve inkâr ederse Allah, onu en büyük azab ile azablandırır. Şüphesiz onların dönüşleri bizedir. Sonra onları hesaba çekmek de elbette bize aittir.” [Gaşiye:21-26] Dikkat edilirse buradaki öğüt verme ve hatırlatma görevi kesin ve açık bir emirdir.. Kuran sadece belli bir zumre ve kavme indirilmiş değildir.. Kuran’ın evrenselliği ve tüm insanları kapsayan mesajı ancak ve ancak Kuran’ın emrettiği biçimde, yani öğüt ve hatırlatmadan ibarettir, zor ve baskı kullanmakla değil.. Başka bir ayette Allah c.c. şöyle buyurur, “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde tartış. Muhakkak ki Rabbın; yolundan sapanları en iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.” [Nahl:125] (Ey Muhammed!) Sen,Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi.” [Âl-i İmran:159] Yine başka bir ayette, “Onlar, Allah'ın kalplerindekini bildiği kimselerdir. Öyleyse onlara aldırma. Onlara öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında etkili ve güzel söz söyle.” [Nisa:63] buyurarak tebliğ metodunun bütün aldırış ve olumsuz şartlara rağmen devam edilmesini emretmiştir..
Yukaridaki ayetler bazında konuyu biraz açarsak, Isa Al Muhajir, Burak Karan, Ebu Talha El Almani gibi sonradan müslüman olan veya Almanya’da yaşayan akhilerin en öncelikli görevi, İslam’ı en güzel bir şekilde öğrenmek ve bunu yakınlarındakinden başlayarak tebliğ etmek olmalıydı.. Allah c.c. en iyisini bilir, fakat bu kardeşlerimizin Suriye’den ziyade asıl amaçları İslam’ı çevresindeki müslüman olmayanlara öğretmek ve yaymak olmalıydı.. Çünkü dikkat edilirse, Peygamber s.a.v.’in tebliğ metodundaki en önemli noktalarda biri de, tebliğin en yakınından başlayarak yapılması ve yayılmasıydı.. Bu noktadan bakıldığında denilebilir ki, Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde yaşayan müslümanların önceliği islam’ı en güzel biçimde öğrenmek, yaşamak ve bunları yaparken de tebliğ faaliyetlerinde bulunmak olmalıdır..