“Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla”
Hamd yalnız ve yalnız âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve selâm Allah’ın Rasûlüne ve Onun pak aile halkına ve ashabına olsun. Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü sen her şeyi işitensin, her şeyi bilensin.
29/ANKEBÛT 2, 3: “Andolsun, biz kendilerinden öncekileri de denemişken, insanlar, “İnandık” deyince, denenmeden bırakılacaklarını mı sanarlar? Allah elbette doğruları ortaya koyacak ve elbette yalancıları da ortaya koyacaktır.”
İnsanlar sadece amenna deyivermekle terk edileceklerini mi zannettiler? İman ettik deyivermekle salıverileceklerini mi zannediyorlar? Öyle mi hesap ediyorlar? Öyle mi umuyorlar ki amenna deyiverecekler, inandık deyiverecekler de salınıverecekler öyle mi? Hesaplarını kitaplarını buna göre mi yapıyorlar? İman ettik deyiverecekler ve sonra hemen cennete gidecekler öyle mi? Dünyada hiçbir sıkıntı çekmeyecekler ve âhirette de kurtulacaklar. İmtihan edilmeyecekler, denenmeyecekler öyle mi?
İman ettik diyenlere sesleniyor Rabbimiz. Diyor ki iman ettik demeniz yetmiyor. Bu iman iddialarımızın pratiğini, amelini isteyecek Rabbimiz. İman iddiasında bulunan herkesi deneyecek Rabbimiz. Acaba böyle bir iddiada bulunan insanların sözleriyle amelleri, iddialarıyla hayatları, düşünceleriyle hareketleri bir mi? Değil mi? Öyleyse kişi Kur’an’ın bir konudaki uyarısına iman ettim dese de, sonra o konuda Allah imkân verip de imtihan edince, deneyince sanki kâfirler gibi o konuda herhangi bir uyarı yokmuş gibi davranıyorsa, Kur’an’dan habersiz yaşıyorsa ya da kitabının o âyetinden haberi yoksa o zaman o da onlardan olacaktır Allah korusun. Yâni hangi konunun imanını gündeme getirmişsek o konuda mutlaka bir denenme gelecektir karşımıza. Neye inandığımızı söylemişsek o konuda deneneceğiz ki sağlam mı inanmışız, yoksa değil mi? Bu ortaya çıksın. Meselâ bir müslüman infaka veya zekâta inandığını mı iddia ediyor? Eğer bolca param olsaydı ben onu Allah yolunda infak ederdim mi diyor? O konuda mutlaka kendisine denenme gelecektir. Allah günün birinde ona bolca bir para verecek, bu imkânı yaratacak ve onun sağlam mı inandığını, yoksa cıvık mı inandığını ortaya çıkaracaktır.
Veya bir müslüman eğer boş zamanım olsaydı ben de onu Allah’ın kitabını ve Resûlünün sünnetini öğrenmeye harcardım mı diyor? Bu konuda bir iman mı ortaya koyuyor? Allah günün birinde onun karşısına bolca bir zaman çıkarıp onun inanıp inanmadığını ortaya çıkaracaktır. Veya meselâ bir kadın eğer Allah beni iyi bir ortamda yaratsaydı ben de tepeden tırnağa örtünürdüm mü diyor? Allah mutlaka onun karşısına böyle bir ortam çıkaracak ve onun bu konudaki samimiyetini deneyecektir. Yâni hangi konunun imanını gündeme getirmişsek, hangi konuda ne tür bir iddiada bulunmuşsak, o konuda Allah bize denenme gönderecektir. Fırsat verip sağlam mı, yoksa bozuk mu inandığımızı ortaya koyma imkânı yaratacaktır. Değilse o konuda imkân vermese kimin ciddi, kimin yalancı olduğu ortaya çıkmaz.
Ama eğer şu anda inandık dediğimiz pek çok konuda Allah bizim karşımıza denenme imkânı çıkarmıyorsa, o konuda bizim karşımıza fırsat çıkarmıyorsa o zaman şu iki şeyden birisi geçerlidir:
a: Ya ciddi inanmadığımız için Allah o konuda bizim karşımıza gerçekleştirme imkânı çıkarmıyor.
b: Ya da daha önce aynı konuda Rabbimiz bizim karşımıza imkânlar çıkararak bizi denedi denedi de biz hiç bir şey yapmadık artık yeni imkânlar çıkarmıyor demektir.
Öyle değil mi? Eğer hayatımız hep aynı noktadaysa, bilgilenmemiz hep aynı yerdeyse, hep aynı iman seviyesinde duruyorsak, kitap ve sünnetten yeni yeni iman birimleri öğrenip imanımızı artırmıyorsak, aynı iman seviyesinde duruyorsak elbette yeni imtihanlar gelmeyecektir.
Meselâ bir adam çocukluğunda Kur’an’dan bazı sûreleri öğrenmiş ama kırk senedir içindekileri tanımaya yanaşmıyorsa ne denemesi gelecek de ona? Yeni bir şeyler öğrenecek, yeni bir iman iddiasında bulunacak, bu duyduğuma da iman ettim ya Rabbi diyecek ve hemen arkasından denenme gelecektir. Evet sadece mücerret iman deyivermekle kurtulacağınızı sanmayın.
Unutmayın ki: Onlardan öncekileri de denedik. Baksanıza Biz nicelerini denemekteyiz. Sizden öncekileri de imtihana tabi tuttuk. Sıkıntılar, dertler, hastalıklar, savaşlar, zenginlikler, fakirlikler, ölümler, yaralanmalarla denedik ki, kim sadâkatle Allah’a bağlı? Kim sahte inanmış?
Ben de müslümanım diyen, biz de müslümanız diyen herkes mutlaka denenecektir. Neyle, nasıl denenecekler? Rab Ben mi? Değil mi? Yaratıcı Ben mi? değil mi? Bunları veren ben mi? değil mi? Bu bedenin, bu canın, bu hayatın Benim mi? senin mi? Şu elindeki mallar, mülkler, fırsatlar, imkânlar senin mi? Benim mi? Şu evlâtların senin mi? Benim mi? Baba, ana, dükkan, tezgah senin mi? Benim mi? Hayata egemen olan sen misin? Ben miyim? Ya Rabbi sen bana akıl vermişsin, hayat vermişsin, mal, mülk, evlât vermişsin ama ben onları senin yolunda değil de başka şeyler peşinde kullanıyorum mu diyeceksin? Yoksa Benim yolumda mı kullanacaksın? İşte tüm bu konularda kullarını dener Allah.
Yâni inandım dediği sözünün eri midir? Değil midir? Ben Allah’a ve Allah’tan gelenlere inandım diyen bir kişi ve toplum bu sözünde samimi mi? değil mi? Rabbimiz bunu deneyecektir. İnsanlar müslümanlıklarında samimi mi? değil mi? bunu zaten Rabbimiz biliyor da bizi bize ispat edecek. Yarın bir itiraz hakkımız kalmayacak. Allah sadıkları da, yalancıları da denemelerden geçirerek böylece ortaya koymaktadır.
Bugün herkes kendini beğeniyor, herkes biz en iyi müslümanız, bizden daha iyi müslüman olamaz diyor. Bizler şu anda Allah’ın istediği bir hayatın içindeyiz, elbette Allah bizi cennetine koyacaktır. Bizi koymayıp da cennetine sığırları mı koyacak diyor. Halbuki bakın Rabbimiz buyuruyor ki; Sizler denenmeden, imtihana çekilmeden bırakılacağınızı mı zannediyorsunuz?
Bu âyet Mekke’de hicret edemeyerek oldukları yerde kalanlar hakkında nâzil olmuştur. Allah’ın Resûlü hangi coğrafyada olurlarsa olsunlar bütün müslümanların bulundukları ortamları terk edip Medine’ye İslâm devletine hicret edip müslümanların gücünü artırmalarını emretmişti. Mekke’de yaşayan bir kısım müslüman önce bu emre uyarak Mekke’den hicret için harekete geçmişler, ama müşriklerin engellemesiyle geri dönmüşlerdi. İşte onları kınamak üzere gelen bu âyetleri müslümanlar onlara yazıp gönderdiler. Dikkat edin, durumunuz iyi değildir diye onları uyardılar. Bu uyarı üzerine o müslümanlar tekrar yola çıktılar, kendilerini engellemeye çalışan müşriklerle savaştılar, bir kısmı şehid olurken, bir kısmı da Medine’ye, hicret yurduna ulaşabildi. Evet bu âyet onlar hakkında inmiştir, ama âyetin hükmü umumidir ve kıyamete kadar hükmü bâki olarak bütün müslümanlara şamildir.
İnandık deyivermekle iş bitti mi zannediyorsunuz? İnanç yolunuzda, iman yolunuzda ailenizden, çevrenizden, toplumunuzdan, düşmanlarınızdan, tâğutlardan bir takım belâlar, musibetler, tepkiler gelmeden, işinizden, aşınızdan, malınızdan, mülkünüzden, sosyal statülerinizden bir şeyler kaybetmeden salınıverileceğinizi mi zannediyorsunuz diyor Rabbimiz.
Şurasını hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmayalım ki, zaten bizler iman davasında denenmek için bu dünyaya geldik. Öyle değil mi? Eğer inandık deyivermekle iş bitmiş olsaydı, zaten bunu “galu belâ”da söylemiştik. İman ettik ya Rabbi, sen bizim Rabbimizsin demiştik. Eğer iş sadece bunu söylemekse, o zaman niye bu dünyaya geldik? Bu sözümüzde samimi miyiz, değil miyiz denenmek için geldik bu dünyaya. İmtihan için, ibtilâ için, belâ için geldik bu âleme.
İmam Kurtubî der ki; Belâ en çok peygamberlere, peygamber yolunun yolcuları olan âlimlere ve onların yolunda olan samimi mü’minlere gelir. Belâ insanların imanlarının derecesine göre gelir. Unutmayalım ki şu anda kanları akıtılanlar, zindanlara tıkılanlar, çeşitli belâlara maruz kalanlar imanları bizden çok daha kuvvetli olanlar oldukları için bu tür imtihanlara tabi tutuluyorlar. Din yönünden salâbet sahipleridir onlar. Ama din yönünden tavizkâr olanlar, ufak tefek sıkıştırmalar karşısında geri adım atmaya hazır olanlar daha az belâya uğrayacaklardır. İşleri tıkırında olacaktır onların. Kasaları keseleri dolmaya, makamları koltukları büyümeye devam edecektir. İşte şu anda bizler de müslümanız, ama imanımız müslümanlığımızı tümüyle ortaya koyamadı. İmanımız dinimizin tümünü uygulama alanına koymaya gelemedi. Hani Yusuf sûresinde öyle deniyordu:
“Onların çoğu ortak koşmadan Allah'a inanmazlar.” (Yunus 106)
İnansalar bile onların pek çoğu Allah’a ancak müşrik olarak inanırlar. Şirk koşar da öyle inanırlar Allah’a. Müşrikçe bir mü’minlikten yanadırlar. Müşrikçe bir iman, hıristiyanca bir imandan yanadırlar. Yaratıcı olarak Allah’a inanırlar, ama yönetici olarak inanmazlar. Göklerde hakim ve egemen bilirler Allah’ı, ama yerde başka egemenlerin varlığına inanırlar. Yâni illa Allah’a ortaklar bulurlar. Kendilerinin de tanrılıklarını iddia ederler. Kendileri gibi olanları da tanrı makamında görürler. Bazen güneşi, bazen ayı, bazen yıldızları, bazen insanları, idarecileri, tâğutları, bazen onların yasalarını, yönetmeliklerini, bazen âdetleri, bazen modayı tanrı makamında görürler. Hem Allah’ı dinleyelim hem de bunları derler. Hayatımızın bazı bölümlerine Allah, bazı bölümlerine de bunlar karışsın derler. Allah yoluna, peygamber yoluna, vahiy yoluna kurban olacakları yerde Allah ve peygamberi karşısında eğilenler karşısında eğiliyorlar.
Allah’a kul olacakları yerde kendi hevâ ve hevesleriyle uydurdukları sistemlere, kendi diktikleri putlara kul köle olurlar. Ama sonunda o uydurdukları tanrılar kendilerine hiç bir fayda sağlamaz. Allah’ın namazına inanırlar, ama ekonomisine inanmazlar. Orucuna inanırlar, ama hukukuna inanmazlar. Haccına inanırlar, ama tesettürüne inanmazlar. Kendilerini mülkün sahibi görürler. Sadece Allah yetkisinde olan zekâtta, infakta Allah’tan başkalarına hisse ayırırlar. Sadece Allah’ı dinlemeleri gerekirken, başkalarını da dinlerler. Sadece Allah yasalarını uygulamaları gerekirken, başkalarının yasalarını da uygularlar. Allah’a inanırlar, ama sebeplere de inanırlar. Allah’ı severler, ama tağutları da severler. Neticede inanmazlar mı çıkıyor, dilim varmıyor onu söylemeye.
Peki sebebi nedir bunun? Benim anladığım o ki, imanlar kalplerde kökleşmemiş, ya da kökleşen imanlar henüz dışa taşacak, amele dönüşecek noktaya gelmemiş. Her ne kadar amel imandan bir cüz sayılmamışsa da, bazı âlimlerce amel imanın muhafızıdır. Yâni o zaman amelsiz iman muhafızsız kaldığı için sönmeye, yok olmaya mahkum olmuştur Allah korusun. Rabbimizin kitabında; “Ey iman edenler, iman edin!” hitabı galiba bunu anlatıyor. Eğer bir insanın kalbini yarıp bakabilsek iş biraz kolay olacak. O zaman; eh benim imanım iyi, yahut kötü diyebilecek ve kontrol edebileceğiz, ama bu mümkün değil. O halde başka çaremiz yok, amellerimize bakacağız, düşüncemize bakacağız, meyil ve arzularımıza bakacağız, kabul ve retlerimize bakacağız. Çünkü biliyoruz ki önüne konan cenazenin namazını kıldıracak adam, her halde onun kalbini yarıp içine bakıp öyle karar vermez de sorar çevresine; cemaat, bu adamı nasıl bilirsiniz? Namaz kılar mıydı? Filan diye.
Eh şöyle haftada bir kere, bir Cuma gecesi kalbimizi bir kontrol ettik yetmez mi? Hayır, bakın Resûlullah efendimiz buyurur ki; “Kalp bir tüye benzer, her an sağa sola oynayabilir, onu her an kontrol edin.” Unutmayalım ki mürtetlik mü’minin kapı komşusudur. Yâni mürtetlik mü’min için söz konusudur, kâfir için değil.
Besairü'l Kur'an / Ali Küçük
Hamd yalnız ve yalnız âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve selâm Allah’ın Rasûlüne ve Onun pak aile halkına ve ashabına olsun. Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü sen her şeyi işitensin, her şeyi bilensin.
29/ANKEBÛT 2, 3: “Andolsun, biz kendilerinden öncekileri de denemişken, insanlar, “İnandık” deyince, denenmeden bırakılacaklarını mı sanarlar? Allah elbette doğruları ortaya koyacak ve elbette yalancıları da ortaya koyacaktır.”
İnsanlar sadece amenna deyivermekle terk edileceklerini mi zannettiler? İman ettik deyivermekle salıverileceklerini mi zannediyorlar? Öyle mi hesap ediyorlar? Öyle mi umuyorlar ki amenna deyiverecekler, inandık deyiverecekler de salınıverecekler öyle mi? Hesaplarını kitaplarını buna göre mi yapıyorlar? İman ettik deyiverecekler ve sonra hemen cennete gidecekler öyle mi? Dünyada hiçbir sıkıntı çekmeyecekler ve âhirette de kurtulacaklar. İmtihan edilmeyecekler, denenmeyecekler öyle mi?
İman ettik diyenlere sesleniyor Rabbimiz. Diyor ki iman ettik demeniz yetmiyor. Bu iman iddialarımızın pratiğini, amelini isteyecek Rabbimiz. İman iddiasında bulunan herkesi deneyecek Rabbimiz. Acaba böyle bir iddiada bulunan insanların sözleriyle amelleri, iddialarıyla hayatları, düşünceleriyle hareketleri bir mi? Değil mi? Öyleyse kişi Kur’an’ın bir konudaki uyarısına iman ettim dese de, sonra o konuda Allah imkân verip de imtihan edince, deneyince sanki kâfirler gibi o konuda herhangi bir uyarı yokmuş gibi davranıyorsa, Kur’an’dan habersiz yaşıyorsa ya da kitabının o âyetinden haberi yoksa o zaman o da onlardan olacaktır Allah korusun. Yâni hangi konunun imanını gündeme getirmişsek o konuda mutlaka bir denenme gelecektir karşımıza. Neye inandığımızı söylemişsek o konuda deneneceğiz ki sağlam mı inanmışız, yoksa değil mi? Bu ortaya çıksın. Meselâ bir müslüman infaka veya zekâta inandığını mı iddia ediyor? Eğer bolca param olsaydı ben onu Allah yolunda infak ederdim mi diyor? O konuda mutlaka kendisine denenme gelecektir. Allah günün birinde ona bolca bir para verecek, bu imkânı yaratacak ve onun sağlam mı inandığını, yoksa cıvık mı inandığını ortaya çıkaracaktır.
Veya bir müslüman eğer boş zamanım olsaydı ben de onu Allah’ın kitabını ve Resûlünün sünnetini öğrenmeye harcardım mı diyor? Bu konuda bir iman mı ortaya koyuyor? Allah günün birinde onun karşısına bolca bir zaman çıkarıp onun inanıp inanmadığını ortaya çıkaracaktır. Veya meselâ bir kadın eğer Allah beni iyi bir ortamda yaratsaydı ben de tepeden tırnağa örtünürdüm mü diyor? Allah mutlaka onun karşısına böyle bir ortam çıkaracak ve onun bu konudaki samimiyetini deneyecektir. Yâni hangi konunun imanını gündeme getirmişsek, hangi konuda ne tür bir iddiada bulunmuşsak, o konuda Allah bize denenme gönderecektir. Fırsat verip sağlam mı, yoksa bozuk mu inandığımızı ortaya koyma imkânı yaratacaktır. Değilse o konuda imkân vermese kimin ciddi, kimin yalancı olduğu ortaya çıkmaz.
Ama eğer şu anda inandık dediğimiz pek çok konuda Allah bizim karşımıza denenme imkânı çıkarmıyorsa, o konuda bizim karşımıza fırsat çıkarmıyorsa o zaman şu iki şeyden birisi geçerlidir:
a: Ya ciddi inanmadığımız için Allah o konuda bizim karşımıza gerçekleştirme imkânı çıkarmıyor.
b: Ya da daha önce aynı konuda Rabbimiz bizim karşımıza imkânlar çıkararak bizi denedi denedi de biz hiç bir şey yapmadık artık yeni imkânlar çıkarmıyor demektir.
Öyle değil mi? Eğer hayatımız hep aynı noktadaysa, bilgilenmemiz hep aynı yerdeyse, hep aynı iman seviyesinde duruyorsak, kitap ve sünnetten yeni yeni iman birimleri öğrenip imanımızı artırmıyorsak, aynı iman seviyesinde duruyorsak elbette yeni imtihanlar gelmeyecektir.
Meselâ bir adam çocukluğunda Kur’an’dan bazı sûreleri öğrenmiş ama kırk senedir içindekileri tanımaya yanaşmıyorsa ne denemesi gelecek de ona? Yeni bir şeyler öğrenecek, yeni bir iman iddiasında bulunacak, bu duyduğuma da iman ettim ya Rabbi diyecek ve hemen arkasından denenme gelecektir. Evet sadece mücerret iman deyivermekle kurtulacağınızı sanmayın.
Unutmayın ki: Onlardan öncekileri de denedik. Baksanıza Biz nicelerini denemekteyiz. Sizden öncekileri de imtihana tabi tuttuk. Sıkıntılar, dertler, hastalıklar, savaşlar, zenginlikler, fakirlikler, ölümler, yaralanmalarla denedik ki, kim sadâkatle Allah’a bağlı? Kim sahte inanmış?
Ben de müslümanım diyen, biz de müslümanız diyen herkes mutlaka denenecektir. Neyle, nasıl denenecekler? Rab Ben mi? Değil mi? Yaratıcı Ben mi? değil mi? Bunları veren ben mi? değil mi? Bu bedenin, bu canın, bu hayatın Benim mi? senin mi? Şu elindeki mallar, mülkler, fırsatlar, imkânlar senin mi? Benim mi? Şu evlâtların senin mi? Benim mi? Baba, ana, dükkan, tezgah senin mi? Benim mi? Hayata egemen olan sen misin? Ben miyim? Ya Rabbi sen bana akıl vermişsin, hayat vermişsin, mal, mülk, evlât vermişsin ama ben onları senin yolunda değil de başka şeyler peşinde kullanıyorum mu diyeceksin? Yoksa Benim yolumda mı kullanacaksın? İşte tüm bu konularda kullarını dener Allah.
Yâni inandım dediği sözünün eri midir? Değil midir? Ben Allah’a ve Allah’tan gelenlere inandım diyen bir kişi ve toplum bu sözünde samimi mi? değil mi? Rabbimiz bunu deneyecektir. İnsanlar müslümanlıklarında samimi mi? değil mi? bunu zaten Rabbimiz biliyor da bizi bize ispat edecek. Yarın bir itiraz hakkımız kalmayacak. Allah sadıkları da, yalancıları da denemelerden geçirerek böylece ortaya koymaktadır.
Bugün herkes kendini beğeniyor, herkes biz en iyi müslümanız, bizden daha iyi müslüman olamaz diyor. Bizler şu anda Allah’ın istediği bir hayatın içindeyiz, elbette Allah bizi cennetine koyacaktır. Bizi koymayıp da cennetine sığırları mı koyacak diyor. Halbuki bakın Rabbimiz buyuruyor ki; Sizler denenmeden, imtihana çekilmeden bırakılacağınızı mı zannediyorsunuz?
Bu âyet Mekke’de hicret edemeyerek oldukları yerde kalanlar hakkında nâzil olmuştur. Allah’ın Resûlü hangi coğrafyada olurlarsa olsunlar bütün müslümanların bulundukları ortamları terk edip Medine’ye İslâm devletine hicret edip müslümanların gücünü artırmalarını emretmişti. Mekke’de yaşayan bir kısım müslüman önce bu emre uyarak Mekke’den hicret için harekete geçmişler, ama müşriklerin engellemesiyle geri dönmüşlerdi. İşte onları kınamak üzere gelen bu âyetleri müslümanlar onlara yazıp gönderdiler. Dikkat edin, durumunuz iyi değildir diye onları uyardılar. Bu uyarı üzerine o müslümanlar tekrar yola çıktılar, kendilerini engellemeye çalışan müşriklerle savaştılar, bir kısmı şehid olurken, bir kısmı da Medine’ye, hicret yurduna ulaşabildi. Evet bu âyet onlar hakkında inmiştir, ama âyetin hükmü umumidir ve kıyamete kadar hükmü bâki olarak bütün müslümanlara şamildir.
İnandık deyivermekle iş bitti mi zannediyorsunuz? İnanç yolunuzda, iman yolunuzda ailenizden, çevrenizden, toplumunuzdan, düşmanlarınızdan, tâğutlardan bir takım belâlar, musibetler, tepkiler gelmeden, işinizden, aşınızdan, malınızdan, mülkünüzden, sosyal statülerinizden bir şeyler kaybetmeden salınıverileceğinizi mi zannediyorsunuz diyor Rabbimiz.
Şurasını hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmayalım ki, zaten bizler iman davasında denenmek için bu dünyaya geldik. Öyle değil mi? Eğer inandık deyivermekle iş bitmiş olsaydı, zaten bunu “galu belâ”da söylemiştik. İman ettik ya Rabbi, sen bizim Rabbimizsin demiştik. Eğer iş sadece bunu söylemekse, o zaman niye bu dünyaya geldik? Bu sözümüzde samimi miyiz, değil miyiz denenmek için geldik bu dünyaya. İmtihan için, ibtilâ için, belâ için geldik bu âleme.
İmam Kurtubî der ki; Belâ en çok peygamberlere, peygamber yolunun yolcuları olan âlimlere ve onların yolunda olan samimi mü’minlere gelir. Belâ insanların imanlarının derecesine göre gelir. Unutmayalım ki şu anda kanları akıtılanlar, zindanlara tıkılanlar, çeşitli belâlara maruz kalanlar imanları bizden çok daha kuvvetli olanlar oldukları için bu tür imtihanlara tabi tutuluyorlar. Din yönünden salâbet sahipleridir onlar. Ama din yönünden tavizkâr olanlar, ufak tefek sıkıştırmalar karşısında geri adım atmaya hazır olanlar daha az belâya uğrayacaklardır. İşleri tıkırında olacaktır onların. Kasaları keseleri dolmaya, makamları koltukları büyümeye devam edecektir. İşte şu anda bizler de müslümanız, ama imanımız müslümanlığımızı tümüyle ortaya koyamadı. İmanımız dinimizin tümünü uygulama alanına koymaya gelemedi. Hani Yusuf sûresinde öyle deniyordu:
“Onların çoğu ortak koşmadan Allah'a inanmazlar.” (Yunus 106)
İnansalar bile onların pek çoğu Allah’a ancak müşrik olarak inanırlar. Şirk koşar da öyle inanırlar Allah’a. Müşrikçe bir mü’minlikten yanadırlar. Müşrikçe bir iman, hıristiyanca bir imandan yanadırlar. Yaratıcı olarak Allah’a inanırlar, ama yönetici olarak inanmazlar. Göklerde hakim ve egemen bilirler Allah’ı, ama yerde başka egemenlerin varlığına inanırlar. Yâni illa Allah’a ortaklar bulurlar. Kendilerinin de tanrılıklarını iddia ederler. Kendileri gibi olanları da tanrı makamında görürler. Bazen güneşi, bazen ayı, bazen yıldızları, bazen insanları, idarecileri, tâğutları, bazen onların yasalarını, yönetmeliklerini, bazen âdetleri, bazen modayı tanrı makamında görürler. Hem Allah’ı dinleyelim hem de bunları derler. Hayatımızın bazı bölümlerine Allah, bazı bölümlerine de bunlar karışsın derler. Allah yoluna, peygamber yoluna, vahiy yoluna kurban olacakları yerde Allah ve peygamberi karşısında eğilenler karşısında eğiliyorlar.
Allah’a kul olacakları yerde kendi hevâ ve hevesleriyle uydurdukları sistemlere, kendi diktikleri putlara kul köle olurlar. Ama sonunda o uydurdukları tanrılar kendilerine hiç bir fayda sağlamaz. Allah’ın namazına inanırlar, ama ekonomisine inanmazlar. Orucuna inanırlar, ama hukukuna inanmazlar. Haccına inanırlar, ama tesettürüne inanmazlar. Kendilerini mülkün sahibi görürler. Sadece Allah yetkisinde olan zekâtta, infakta Allah’tan başkalarına hisse ayırırlar. Sadece Allah’ı dinlemeleri gerekirken, başkalarını da dinlerler. Sadece Allah yasalarını uygulamaları gerekirken, başkalarının yasalarını da uygularlar. Allah’a inanırlar, ama sebeplere de inanırlar. Allah’ı severler, ama tağutları da severler. Neticede inanmazlar mı çıkıyor, dilim varmıyor onu söylemeye.
Peki sebebi nedir bunun? Benim anladığım o ki, imanlar kalplerde kökleşmemiş, ya da kökleşen imanlar henüz dışa taşacak, amele dönüşecek noktaya gelmemiş. Her ne kadar amel imandan bir cüz sayılmamışsa da, bazı âlimlerce amel imanın muhafızıdır. Yâni o zaman amelsiz iman muhafızsız kaldığı için sönmeye, yok olmaya mahkum olmuştur Allah korusun. Rabbimizin kitabında; “Ey iman edenler, iman edin!” hitabı galiba bunu anlatıyor. Eğer bir insanın kalbini yarıp bakabilsek iş biraz kolay olacak. O zaman; eh benim imanım iyi, yahut kötü diyebilecek ve kontrol edebileceğiz, ama bu mümkün değil. O halde başka çaremiz yok, amellerimize bakacağız, düşüncemize bakacağız, meyil ve arzularımıza bakacağız, kabul ve retlerimize bakacağız. Çünkü biliyoruz ki önüne konan cenazenin namazını kıldıracak adam, her halde onun kalbini yarıp içine bakıp öyle karar vermez de sorar çevresine; cemaat, bu adamı nasıl bilirsiniz? Namaz kılar mıydı? Filan diye.
Eh şöyle haftada bir kere, bir Cuma gecesi kalbimizi bir kontrol ettik yetmez mi? Hayır, bakın Resûlullah efendimiz buyurur ki; “Kalp bir tüye benzer, her an sağa sola oynayabilir, onu her an kontrol edin.” Unutmayalım ki mürtetlik mü’minin kapı komşusudur. Yâni mürtetlik mü’min için söz konusudur, kâfir için değil.
Besairü'l Kur'an / Ali Küçük