Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Ankebût 2-3 Tefsiri (Ali Küçük)

Nevfelah Çevrimdışı

Nevfelah

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
“Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla”

Hamd yalnız ve yalnız âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve selâm Allah’ın Rasûlüne ve Onun pak aile halkına ve ashabına olsun. Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü sen her şeyi işitensin, her şeyi bilensin.

29/ANKEBÛT 2, 3: “Andolsun, biz kendilerinden öncekileri de denemişken, insanlar, “İnandık” deyince, denenmeden bırakılacaklarını mı sanarlar? Allah elbette doğruları ortaya koyacak ve elbette yalancıları da ortaya koyacaktır.”

İnsanlar sadece amenna deyivermekle terk edileceklerini mi zannettiler? İman ettik deyivermekle salıverileceklerini mi zannediyorlar? Öyle mi hesap ediyorlar? Öyle mi umuyorlar ki amenna deyiverecekler, inandık deyiverecekler de salınıverecekler öyle mi? Hesaplarını kitaplarını buna göre mi yapıyorlar? İman ettik deyiverecekler ve sonra hemen cennete gidecekler öyle mi? Dünyada hiçbir sıkıntı çekmeyecekler ve âhirette de kurtulacaklar. İmtihan edilmeyecekler, denenmeyecekler öyle mi?

İman ettik diyenlere sesleniyor Rabbimiz. Diyor ki iman ettik demeniz yetmiyor. Bu iman iddialarımızın pratiğini, amelini isteyecek Rabbimiz. İman iddiasında bulunan herkesi deneyecek Rabbimiz. Acaba böyle bir iddiada bulunan insanların sözleriyle amelleri, iddialarıyla hayatları, düşünceleriyle hareketleri bir mi? Değil mi? Öyleyse kişi Kur’an’ın bir konudaki uyarısına iman ettim dese de, sonra o konuda Allah imkân verip de imtihan edince, deneyince sanki kâfirler gibi o konuda herhangi bir uyarı yokmuş gibi davranıyorsa, Kur’an’dan habersiz yaşıyorsa ya da kitabının o âyetinden haberi yoksa o zaman o da onlardan olacaktır Allah korusun. Yâni hangi konunun imanını gündeme getirmişsek o konuda mutlaka bir denenme gelecektir karşımıza. Neye inandığımızı söylemişsek o konuda deneneceğiz ki sağlam mı inanmışız, yoksa değil mi? Bu ortaya çıksın. Meselâ bir müslüman infaka veya zekâta inandığını mı iddia ediyor? Eğer bolca param olsaydı ben onu Allah yolunda infak ederdim mi diyor? O konuda mutlaka kendisine denenme gelecektir. Allah günün birinde ona bolca bir para verecek, bu imkânı yaratacak ve onun sağlam mı inandığını, yoksa cıvık mı inandığını ortaya çıkaracaktır.

Veya bir müslüman eğer boş zamanım olsaydı ben de onu Allah’ın kitabını ve Resûlünün sünnetini öğrenmeye harcardım mı diyor? Bu konuda bir iman mı ortaya koyuyor? Allah günün birinde onun karşısına bolca bir zaman çıkarıp onun inanıp inanmadığını ortaya çıkaracaktır. Veya meselâ bir kadın eğer Allah beni iyi bir ortamda yaratsaydı ben de tepeden tırnağa örtünürdüm mü diyor? Allah mutlaka onun karşısına böyle bir ortam çıkaracak ve onun bu konudaki samimiyetini deneyecektir. Yâni hangi konunun imanını gündeme getirmişsek, hangi konuda ne tür bir iddiada bulunmuşsak, o konuda Allah bize denenme gönderecektir. Fırsat verip sağlam mı, yoksa bozuk mu inandığımızı ortaya koyma imkânı yaratacaktır. Değilse o konuda imkân vermese kimin ciddi, kimin yalancı olduğu ortaya çıkmaz.

Ama eğer şu anda inandık dediğimiz pek çok konuda Allah bizim karşımıza denenme imkânı çıkarmıyorsa, o konuda bizim karşımıza fırsat çıkarmıyorsa o zaman şu iki şeyden birisi geçerlidir:

a: Ya ciddi inanmadığımız için Allah o konuda bizim karşımıza gerçekleştirme imkânı çıkarmıyor.
b: Ya da daha önce aynı konuda Rabbimiz bizim karşımıza imkânlar çıkararak bizi denedi denedi de biz hiç bir şey yapmadık artık yeni imkânlar çıkarmıyor demektir.

Öyle değil mi? Eğer hayatımız hep aynı noktadaysa, bilgilenmemiz hep aynı yerdeyse, hep aynı iman seviyesinde duruyorsak, kitap ve sünnetten yeni yeni iman birimleri öğrenip imanımızı artırmıyorsak, aynı iman seviyesinde duruyorsak elbette yeni imtihanlar gelmeyecektir.
Meselâ bir adam çocukluğunda Kur’an’dan bazı sûreleri öğrenmiş ama kırk senedir içindekileri tanımaya yanaşmıyorsa ne denemesi gelecek de ona? Yeni bir şeyler öğrenecek, yeni bir iman iddiasında bulunacak, bu duyduğuma da iman ettim ya Rabbi diyecek ve hemen arkasından denenme gelecektir. Evet sadece mücerret iman deyivermekle kurtulacağınızı sanmayın.
Unutmayın ki: Onlardan öncekileri de denedik. Baksanıza Biz nicelerini denemekteyiz. Sizden öncekileri de imtihana tabi tuttuk. Sıkıntılar, dertler, hastalıklar, savaşlar, zenginlikler, fakirlikler, ölümler, yaralanmalarla denedik ki, kim sadâkatle Allah’a bağlı? Kim sahte inanmış?
Ben de müslümanım diyen, biz de müslümanız diyen herkes mutlaka denenecektir. Neyle, nasıl denenecekler? Rab Ben mi? Değil mi? Yaratıcı Ben mi? değil mi? Bunları veren ben mi? değil mi? Bu bedenin, bu canın, bu hayatın Benim mi? senin mi? Şu elindeki mallar, mülkler, fırsatlar, imkânlar senin mi? Benim mi? Şu evlâtların senin mi? Benim mi? Baba, ana, dükkan, tezgah senin mi? Benim mi? Hayata egemen olan sen misin? Ben miyim? Ya Rabbi sen bana akıl vermişsin, hayat vermişsin, mal, mülk, evlât vermişsin ama ben onları senin yolunda değil de başka şeyler peşinde kullanıyorum mu diyeceksin? Yoksa Benim yolumda mı kullanacaksın? İşte tüm bu konularda kullarını dener Allah.

Yâni inandım dediği sözünün eri midir? Değil midir? Ben Allah’a ve Allah’tan gelenlere inandım diyen bir kişi ve toplum bu sözünde samimi mi? değil mi? Rabbimiz bunu deneyecektir. İnsanlar müslümanlıklarında samimi mi? değil mi? bunu zaten Rabbimiz biliyor da bizi bize ispat edecek. Yarın bir itiraz hakkımız kalmayacak. Allah sadıkları da, yalancıları da denemelerden geçirerek böylece ortaya koymaktadır.

Bugün herkes kendini beğeniyor, herkes biz en iyi müslümanız, bizden daha iyi müslüman olamaz diyor. Bizler şu anda Allah’ın istediği bir hayatın içindeyiz, elbette Allah bizi cennetine koyacaktır. Bizi koymayıp da cennetine sığırları mı koyacak diyor. Halbuki bakın Rabbimiz buyuruyor ki; Sizler denenmeden, imtihana çekilmeden bırakılacağınızı mı zannediyorsunuz?
Bu âyet Mekke’de hicret edemeyerek oldukları yerde kalanlar hakkında nâzil olmuştur. Allah’ın Resûlü hangi coğrafyada olurlarsa olsunlar bütün müslümanların bulundukları ortamları terk edip Medine’ye İslâm devletine hicret edip müslümanların gücünü artırmalarını emretmişti. Mekke’de yaşayan bir kısım müslüman önce bu emre uyarak Mekke’den hicret için harekete geçmişler, ama müşriklerin engellemesiyle geri dönmüşlerdi. İşte onları kınamak üzere gelen bu âyetleri müslümanlar onlara yazıp gönderdiler. Dikkat edin, durumunuz iyi değildir diye onları uyardılar. Bu uyarı üzerine o müslümanlar tekrar yola çıktılar, kendilerini engellemeye çalışan müşriklerle savaştılar, bir kısmı şehid olurken, bir kısmı da Medine’ye, hicret yurduna ulaşabildi. Evet bu âyet onlar hakkında inmiştir, ama âyetin hükmü umumidir ve kıyamete kadar hükmü bâki olarak bütün müslümanlara şamildir.

İnandık deyivermekle iş bitti mi zannediyorsunuz? İnanç yolunuzda, iman yolunuzda ailenizden, çevrenizden, toplumunuzdan, düşmanlarınızdan, tâğutlardan bir takım belâlar, musibetler, tepkiler gelmeden, işinizden, aşınızdan, malınızdan, mülkünüzden, sosyal statülerinizden bir şeyler kaybetmeden salınıverileceğinizi mi zannediyorsunuz diyor Rabbimiz.

Şurasını hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmayalım ki, zaten bizler iman davasında denenmek için bu dünyaya geldik. Öyle değil mi? Eğer inandık deyivermekle iş bitmiş olsaydı, zaten bunu “galu belâ”da söylemiştik. İman ettik ya Rabbi, sen bizim Rabbimizsin demiştik. Eğer iş sadece bunu söylemekse, o zaman niye bu dünyaya geldik? Bu sözümüzde samimi miyiz, değil miyiz denenmek için geldik bu dünyaya. İmtihan için, ibtilâ için, belâ için geldik bu âleme.
İmam Kurtubî der ki; Belâ en çok peygamberlere, peygamber yolunun yolcuları olan âlimlere ve onların yolunda olan samimi mü’minlere gelir. Belâ insanların imanlarının derecesine göre gelir. Unutmayalım ki şu anda kanları akıtılanlar, zindanlara tıkılanlar, çeşitli belâlara maruz kalanlar imanları bizden çok daha kuvvetli olanlar oldukları için bu tür imtihanlara tabi tutuluyorlar. Din yönünden salâbet sahipleridir onlar. Ama din yönünden tavizkâr olanlar, ufak tefek sıkıştırmalar karşısında geri adım atmaya hazır olanlar daha az belâya uğrayacaklardır. İşleri tıkırında olacaktır onların. Kasaları keseleri dolmaya, makamları koltukları büyümeye devam edecektir. İşte şu anda bizler de müslümanız, ama imanımız müslümanlığımızı tümüyle ortaya koyamadı. İmanımız dinimizin tümünü uygulama alanına koymaya gelemedi. Hani Yusuf sûresinde öyle deniyordu:

“Onların çoğu ortak koşmadan Allah'a inanmazlar.” (Yunus 106)

İnansalar bile onların pek çoğu Allah’a ancak müşrik olarak inanırlar. Şirk koşar da öyle inanırlar Allah’a. Müşrikçe bir mü’minlikten yanadırlar. Müşrikçe bir iman, hıristiyanca bir imandan yanadırlar. Yaratıcı olarak Allah’a inanırlar, ama yönetici olarak inanmazlar. Göklerde hakim ve egemen bilirler Allah’ı, ama yerde başka egemenlerin varlığına inanırlar. Yâni illa Allah’a ortaklar bulurlar. Kendilerinin de tanrılıklarını iddia ederler. Kendileri gibi olanları da tanrı makamında görürler. Bazen güneşi, bazen ayı, bazen yıldızları, bazen insanları, idarecileri, tâğutları, bazen onların yasalarını, yönetmeliklerini, bazen âdetleri, bazen modayı tanrı makamında görürler. Hem Allah’ı dinleyelim hem de bunları derler. Hayatımızın bazı bölümlerine Allah, bazı bölümlerine de bunlar karışsın derler. Allah yoluna, peygamber yoluna, vahiy yoluna kurban olacakları yerde Allah ve peygamberi karşısında eğilenler karşısında eğiliyorlar.

Allah’a kul olacakları yerde kendi hevâ ve hevesleriyle uydurdukları sistemlere, kendi diktikleri putlara kul köle olurlar. Ama sonunda o uydurdukları tanrılar kendilerine hiç bir fayda sağlamaz. Allah’ın namazına inanırlar, ama ekonomisine inanmazlar. Orucuna inanırlar, ama hukukuna inanmazlar. Haccına inanırlar, ama tesettürüne inanmazlar. Kendilerini mülkün sahibi görürler. Sadece Allah yetkisinde olan zekâtta, infakta Allah’tan başkalarına hisse ayırırlar. Sadece Allah’ı dinlemeleri gerekirken, başkalarını da dinlerler. Sadece Allah yasalarını uygulamaları gerekirken, başkalarının yasalarını da uygularlar. Allah’a inanırlar, ama sebeplere de inanırlar. Allah’ı severler, ama tağutları da severler. Neticede inanmazlar mı çıkıyor, dilim varmıyor onu söylemeye.

Peki sebebi nedir bunun? Benim anladığım o ki, imanlar kalplerde kökleşmemiş, ya da kökleşen imanlar henüz dışa taşacak, amele dönüşecek noktaya gelmemiş. Her ne kadar amel imandan bir cüz sayılmamışsa da, bazı âlimlerce amel imanın muhafızıdır. Yâni o zaman amelsiz iman muhafızsız kaldığı için sönmeye, yok olmaya mahkum olmuştur Allah korusun. Rabbimizin kitabında; “Ey iman edenler, iman edin!” hitabı galiba bunu anlatıyor. Eğer bir insanın kalbini yarıp bakabilsek iş biraz kolay olacak. O zaman; eh benim imanım iyi, yahut kötü diyebilecek ve kontrol edebileceğiz, ama bu mümkün değil. O halde başka çaremiz yok, amellerimize bakacağız, düşüncemize bakacağız, meyil ve arzularımıza bakacağız, kabul ve retlerimize bakacağız. Çünkü biliyoruz ki önüne konan cenazenin namazını kıldıracak adam, her halde onun kalbini yarıp içine bakıp öyle karar vermez de sorar çevresine; cemaat, bu adamı nasıl bilirsiniz? Namaz kılar mıydı? Filan diye.

Eh şöyle haftada bir kere, bir Cuma gecesi kalbimizi bir kontrol ettik yetmez mi? Hayır, bakın Resûlullah efendimiz buyurur ki; “Kalp bir tüye benzer, her an sağa sola oynayabilir, onu her an kontrol edin.” Unutmayalım ki mürtetlik mü’minin kapı komşusudur. Yâni mürtetlik mü’min için söz konusudur, kâfir için değil.

Besairü'l Kur'an / Ali Küçük
 
Nevfelah Çevrimdışı

Nevfelah

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
29/Ankebût 1-4 Tefsiri (Ebu'l Al'a Mevdudi /Tefhîmu'l Kur'ân)

Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla

1- Elif, Lâm, Mîm.
2- İnsanlar, (yalnızca) "İman ettik" diyerek, sınanmadan bırakılıverecekerini mi sandılar?(1)
3- Andolsun, onlardan öncekileri sınamadan geçirdik,(2) Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.(3)
4- Yoksa kötülükleri yapanlar,(4) bizi (aşıp) geçeceklerini mi sandılar?(5) Ne kötü hükmediyorlar?

AÇIKLAMA

1. Bu söz söylendiğinde Mekke'de hüküm süren şartlar çok ağır ve yıpratıcıydı. İslâm'ı kabul eden herkes zulüm, hakaret ve işkence hedefi oluyordu. Eğer İslâm'ı kabul eden kimse fakir veya köle ise dövülüyor ve dayanılmaz işkencelere maruz bırakılıyor; eğer tacir ve zenaatkâr ise ekonomik kısıtlamalara hedef oluyor ve neredeyse aç kalıyor; eğer ileri gelen ailelerden birine mensupsa kendi akrabaları çeşitli şekillerde rahatsız edip eziyet veriyorlar ve hayatı çekilmez hale getiriyorlardı. Bu durum Mekke'de bir korku ve tedirginlik havası yaratmıştı ve bu nedenle kalpleriyle peygamberin hak olduğunu kabul eden birçok kişi açıktan ona iman etmeye korkuyorlardı, iman eden bazıları da sonraları cesaretlerini yitiriyor ve çok ağır işkencelerle karşılaştıklarında kafirlere boyun eğip taviz veriyorlardı. Gerçi bu yıpratıcı şartlar sağlam imanlı sahabîlerin kararlılığını sarsamıyordu ama bazen onlar da beşeri zaaflar dolayısıyla yoğun bir tedirginlik ve ümitsizlik duygusuna kapılıyorlardı. Buhari, Ebu Davud ve Nesei de zikredilen Habbab bin Eret hadisi, bu durumu gösteren bir örnektir.
Habbab şöyle der: "Artık müşriklerin bize işkence yapmasından yıldığımız bir sırada, bir gün Nebi'yi (s.a) Kabe'nin gölgesinde otururken gördüm. Yanına gittim ve "Ey Allah'ın Rasûlü bizim için dua etmeyecek misin?" dedim. Bunu duyunca yüzü kıpkırmızı oldu ve şöyle dedi: "Sizden önce geçen müminler bundan da büyük işkencelere maruz kaldılar. Bazıları hendeklere atıldı, bazıları baştan ayağa iki parçaya biçildi. Bazıları ise imanlarından döndürülmek için demir taraklarla tarandılar. Vallahi, bu din tamamlanacak ve bir kimse hiç endişe etmeksizin San'a dan Hadramut'a kadar seyahat edebilecek, bu arada Allah'tan başka korkacağı hiç kimse olmayacaktır."
Bu ümitsizlik bezginlik halini sabra dönüştürmek için Allah müminlere şöyle der: "Hiç kimse sadece sözle iman ettiğini söyleyerek va'dettiğimiz dünya ve ahiret nimetlerine layık olamaz. Bilakis iman ettiğini söyleyen herkes, söylediğinin doğruluğunu ispatlaması için bir dizi deney sınavdan geçirilir. Va'dettiğimiz cennet bu kadar ucuz değil, dünyada va'dettiğimiz nimetler de söz ile iman ettiğini söyleyen herkese ihsan edilecek kadar değersiz değil. İmtihan bunların ön-şartıdır. Bizim uğurumuzda zorluklara katlanmalı, mal ve can kaybı yaşanmalı, tehlikelere, engellere ve felaketlere göğüs germelisiniz; siz hem korku hem de (dünyaya karşı gösterdiğiniz) aç gözlülükle imtihan olunacaksınız. Sizin için değerli olan her şeyi bizim rızamız için feda etmeli, bizim yolumuz için bütün zorluklara katlanmalısınız. İşte ancak o zaman gerçekten iman edip etmediğiniz açığa çıkar." Kur'an'da, müslümanların zorluklar ve güçlüklerle karşı karşıya kaldıkları, korku ve dehşete kapıldıkları her durumda hemen hemen aynı şeyler tekrarlanır. Hicretten sonra, Medine'deki ilk dönemde müslümanların ekonomik zorluklar, dış tehlikeler ve içte yahudilerin ihaneti gibi büyük meselelerle karşı karşıya bulundukları bir sırada Allah onlara şöyle seslenmiştir:
"Yoksa siz, sizden öncekilerin durumu başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuş, öyle sarsılmışlardı ki, nihayet peygamber ve onunla birlikte inananlar: "Allah'ın yardımı ne zaman?" demişlerdi." (Daha sonra onlara şu müjde verilmişti.) "İyi bilin ki Allah'ın yardımı yakındır." (Bakara: 214)
Aynı şekilde Uhud'dan sonra da müslümanlar bir keder ve üzüntü dönemi ile karşı karşıya kaldıklarında onlara şöyle denmiştir:
"Yoksa siz hiçbir denemeye tabi tutulmadan cennet'e gireceğinizi mi sandınız? Allah henüz içinizden hayatlarını O'nun yoluna verecekleri ve O'nun yolunda sabredecekleri seçip ayırmadı." (Al-i İmran: 142)
Al-i İmran- 179, Tevbe-16 ve Muhammed-31'de de hemen hemen aynı şeyler söylenmektedir. Allah bu ayetlerde müslümanlara, imtihanın, temiz ile pisin ayrıldığı bir ateş ocağı, mihenk taşı olduğunu söylemektedir. Pis olan, Allah tarafından bir kenara bırakılacak, temiz olan ise seçilecek ve Allah onu sadece samimi müminlerin hakettiği nimetlerle şereflendirecektir.
2. Yani, "Bu sadece sizin tecrübe ettiğiniz yeni bir şey değildir. Aynı şey daha önceden de hep vaki oluyordu. Kim iman ettiğini söylemişse, imtihan ve zorluklardan geçmek zorunda bırakılmıştır. Diğerlerine imtihansız hiçbir şey verilmediğine göre, siz de sadece iman ettiğinizi söyleyerek mükafatlandırılıp nimeta kavuşturulacak özel bir topluluk değilsiniz."
3. "Elbette Allah doğruları bilecek, yalancıları da bilecektir." Bu durumda şöyle bir soru yöneltilebilir: "Allah doğru söyleyenin doğruluğunu, yalancının da yalanını bildiği halde neden insanları bunu anlamak için imtihan etme gereğini duyuyor?" Bu sorunun cevabı şudur: Bir kimse potansiyel olarak varolan yetilerini pratikte kullanmadıkça, adalet gereği o kimse ne ceza ne de mükafat hakedemez. Mesela bir adam güvenilirlik, diğeri ise güvenilir olmama yeteneklerine sahiptir. İkisi de denenmedikçe ve biri güvenilirliğini diğeri ise bunun yokluğunu pratikte göstermedikçe, Allah'ın sadece gaybî bilgisine dayanarak, birisinin güvenilirliği, diğerinin ise bu özelliğin yokluğu nedeniyle mükafatlandırılması veya cezalandırıması Allah'ın adaletine yakışmaz. O halde Allah'ın insanların yetenekleri ve gelecekteki davranışları ile ilgili bilgisi, insanlar sahip oldukları bu yetileri pratikte uygulamadıkça adaletin gereklerinin yerine getirilmesi için yeterli olmaz. Allah katında adalet bir adamın hırsızlık yapma veya çalma eğilimi olduğu konusundaki bilgiye değil, o adamın gerçekten bir hırsızlık yapıp yapmadığı konusundaki bilgiye dayanır. Aynı şekilde Allah, bir insanın samimi bir mümin ve kendi yolunda büyük bir savaşçı olma potansiyel ve yeteneği konusundaki ilmi nedeniyle nimet ve mükafatlar ihsan etmez. Bu nimet ve mükafatlar ancak o kimse bir mümin ve Allah yolunda cesur bir savaşçı olduğunu amel ve davranışlarıyla ispat ederse söz konusu olur. İşte bu nedenle ayetteki kelimeleri: "Allah muhakkak bilecek" diye tercüme ettik.
4. Bu ifade, Allah'a isyan eden herkesi kastedebilir. Fakat burada özellikle İslâm'a düşmanlıkta ve müslüman olanlara işkence yapmakta başı çeken Velid bin Muğire, Ebu Cehil, Utbe bin Şeybe, Ukbe bin Ebi Muayt ve Hanzala bin Vâil gibi Kureyş'in ileri gelenleri kastedilmektedir. Konunun akışı da, müslümanları imtihan ve denemelere sabırla karşı koymaya teşvikten sonra, müminlere işkence eden bu kafirlerin de azarlanıp uyarılmasını gerektirmektedir.
5. Bu " ... Bizim yakalamamızdan kurtulacaklarını mı sandılar?" anlamına da gelebilir. Ayetteki "Yesbugûna" kelimesi şu iki anlama da gelebilir: 1) "Bizim dileğimiz (yani Rasûlümüzün görevini başarıyla sonuçlandırması) boşa çıkacak ve onların dilediği şey (yani Rasûlümüzün görevinin engellenmesi) başarıyla sonuçlanacak." 2) "Biz onları aşırılıklarından dolayı cezalandırmak istediğimizde, onlar bizden kaçıp kurtulabilirler."
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt