Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Ankebut Suresi İniş Sebebi

Ummu Aişe Çevrimdışı

Ummu Aişe

حسبي الله ونعم الوكيل
Site Emektarı
29- ANKEBÛT SURESİ


Sûrenin başından itibaren on âyet Medine-i Munevvere'de, kalan kısmı ise Mekke'de nazil olmuştur.[1] Bu, İbn Abbâs ve İbnu'z-Zubeyr'den rivayet edilmiştir[2] ve bu Yahya ibn Sellâm'ın da kavlidir. Başından itibaren on âyet, Mekke-i Mukerreme'de kalıp hicret etmeyen muslumanların durumu hakkında nazil olmuştur. Ali bin Ebî Talib bu on âyet-i kerimenin ne Mekke'de, ne Medine'de değil, ikisinin arasında nazil olduğunu söylemektedir.[3]
Bunun tersi yani ilk on âyetinin Mekke'de, kalan kısmının da Medine'de nazil olduğu da söylenmiştir.[4] Bu ikinci görüş Bahr'de yine İbn Abbâs ve Katâde'den rivayetle zikredilmiştir.
Bazıları, Mekke-i Mukerreme'de son nazil olan sûrenin el-Ankebût Sûresi olduğunu söylemişlerdir.[5]
Nuzûl sırası itibariyle Rûm Sûresinden sonra nazil olmuştu."[6]

l. Elif Lâm Mîm. Yoksa insanlar, "İnandık." demeleriyle bırakılıverileceklerini ve kendilerinin denenmeyeceklerini mi zannettiler?
Bu âyet-i kerimenin nuzûl sebebinde üç rivayet vardır:
Şa'bî der ki: İslâm'ı kabul edip de Mekke'de kalan bir takım insanlar hakkında nazil olmuştur. Peygamber'in (sas) Medine-i Munevvere'de bulunan ashabı bunlara: "Hicret etmedikçe ne ikrarlarının, ne islâmlarının kendilerinden kabul edilmeyeceğini" yazdılar. Onlar da bunun üzerine hicret etmek üzere yola çıktılar. Ancak muşrikler peşlerine düşerek bunları yakaladılar, onlara eziyet ettiler ve geri çevirdiler. İşte bunun üzerine onlar hakkında bu âyet-i kerime nazil oldu.
Bu âyet nazil olunca Medine-i Munevvere'de bulunan ashab onlara, kendileri hakkında bu âyet-i kerimenin nazil olduğunu bildiren bir mektub yazdılar. Onlar da tekrar hicret etmek üzere yola çıktılar. Bu sefer: "Eğer muşrikler yine peşimize düşerlerse onlarla savaşırız (ve geri dönmeyiz)." dediler. Nitekim onların Mekke'den çıktıklarını haber alan muşrikler peşlerine düştüler ve onlara yetiştiler. Onlardan kimisi aralarında vuku bulan çatışmada şehid olurken kimisi de kurtuldu. İşte bunun üzerine de "Sonra senin Rabbın, işkencelere uğratıldıktan sonra hicret edenlerin, sonra da savaşanların, göğüs gerenlerin lehinedir..." (Nahl, 16/110) âyet-i kerimesini indirdi.[7] Yine Şa'bî'den gelen başka bir rivayette bu âyet-i kerimelerin Hudeybiye'de nazil olduğu ve muslumanların bu âyet-i kerimeleri hicret etmeyerek Mekke'de kalan mu'minlere Hudeybiye'den gönderdikleri ayrıntısı vardır.[8]
2. Mukâtil der ki: Umer ibnu'l-Hattâb'ın kölesi ve Amr ibnu'l-Hadramî'nin attığı bir okla ölerek Bedr Ğazvesinde ilk İslâm şehidi olan Mihca' ibn Abdullah hakkında nazil olmuştur. Peygamber'in (sas) "Mihca' şehidlerin efendisidir." buyurduğu işte bu Mihca'dır. Bedr Ğazvesinde şehid edilince ana-babası ve hanımı feryad etmişler ve işte onlar hakkında Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirerek Allah yolunda mutlaka imtihana tabi tutulacaklarını ve sıkıntılara uğrayacaklarını haber vermiştir.[9]
3. Abdullah ibn Ubeyd ibn Umeyr'den rivayette o şöyle diyor: Bu âyet-i kerime Allah yolunda eziyete uğrayan, işkence gören Ammâr ibn Yâsir, Ayyaş ibn Ebî Rabîa, el-Velîd ibnu'l-Velîd ve Seleme ibnu'l-Hişâm hakkında nazil oldu.[10]
Üç ayrı nuzûl sebebi gibi görünmekle birlikte hepsinin de ortak yanı muşrikler tarafından işkence gören ve imanları yolunda her türlü zorluğa göğüs geren zayıf muslumanlar olmaları itibariyle üç hadisenin de meâli birdir ve âyet bunlar ve benzerleri hakkında inmiş, yani hukmu bunlar ve benzerlerine şâmil olmuş demektir.
4. Yoksa o kötülük yapanlar Biz'den kaçıp kurtulabileceklerini mi sanırlar? Ne kötü hukum veriyorlar!
Ayet-i kerimenin zahiri, kâfirler hakkında nazil olduğunu gösteriyor. İbn Abbâs, âyet-i kerimenin haklarında nazil olduğu kâfirleri sayar ve der ki: Bu âyet-i kerime el-Velîd ibnu'l-Muğîra, Ebu Cehl, el-Esved, el-Asî ibn Hişâm, Şeybe, Utbe, el-Velîd ibn Utbe, Ukbe ibn Ebî Muayt, Hanzala ibn Vâil ve benzeri Kureyş ileri gelenleri hakkında nazil oldu. Bahr'de der ki: Her ne kadar bu kişiler hakkında nazil olmuşsa da elbette onların benzeri bütün kâfirler hakkında hukmu geneldir (Alûsî, age. xx,136). Yani sebebin hususiliği hukmun umumî oluşuna engel değildir ve bu anılanlara benzeyen, onların yaptıklarını yapan her kâfir ve mu'min hakkında âyet umumidir.[11]

8. Biz insana, anasına ve babasına güzellik (ve iyilik yapmasını) tavsiye ettik. Eğer o ikisi (annen ve baban), hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için uğraşırlarsa kendilerine (bana şirk koşma hususunda) itaat etme. Bana'dır dönüşünüz ve Ben size yapmakta olduklarınızı bildireceğim.
l. Daha önce (Enfâl Sûresinin birinci âyetinin nuzûl sebebinde) geçtiği üzere bu âyet-i kerime Sa'd ibn Ebî Vakkâs hakkında nazil olmuştur.
Ebu Davud et-Tayâlisî'nin Mus'ab ibn Sa'd'den, o da babasından rivayetinde o şöyle anlatıyor: Annem Ummu Sa'd: "Allah, ana-babaya itaati emretmiyor mu? Madem öyle sen girmiş olduğun Muhammed'in dinini inkâr edip eski dinine dönmedikçe yemek yemeyeceğim, bir şey içmeyeceğim (tâ ki öleyim de sana anasının katili desinler.)" dedi. Yemekten içmekten imtina etti. Sonunda ağzını (zorla) sopayla açmaya (ve ağzına bir şeyler akıtmaya) başladılar da "Biz insana anasına ve babasına güzellik (ve iyilik yapmasını) tavsiye ettik. Eğer o ikisi (annen ve baban), hakkında bilgin olmayan bir şeyi Bana ortak koşman için uğraşırlarsa kendilerine (Bana şirk koşma hususunda) itaat etme." âyet-i kerimesi nazil oldu.[12]
Yine Mus'ab ibn Sa'd ibn Ebî Vakkâs'tan gelen başka bir rivayette Sa'd'ın anasının bu inadının üç gün sürdüğü, üçüncü günü açlıktan ve susuzluktan bayıldığı[13], başka bir rivayette de Sa'd ibn Ebî Vakkâs'ın annesinin adının Cemîle olduğu, Sa'd ibn Ebî Vakkâs'ın, Peygamber'e (sas) gelip annesinin bu davranışından dolayı şikâyette bulunması üzerine bu âyet-i kerimenin nazil olduğu[14]; Katâde'den gelen bir rivayette de annesinin, onun hicret etmesi üzerine "O dönünceye kadar beni hiçbir ev gölgelemeyecek (eve girmeyip hep güneşin altında duracağım)." demesi üzerine bu âyet-i kerimenin nazil olduğu[15] ayrıntılarına da yer verilmiştir.
"Eğer o ikisi (annen ve baban), hakkında bilgin olmayan bir şeyi Bana ortak koşman için uğraşırlarsa kendilerine (Bana şirk koşma hususunda) itaat etme." âyet-i kerimesinin nuzûl sebebinde Sa'd ibn Mâlik'ten rivayette o şöyle anlatıyor: "Eğer o ikisi (annen ve baban), hakkında bilgin olmayan bir şeyi Bana ortak koşman için uğraşırlarsa kendilerine (Bana şirk koşma hususunda) itaat etme." âyet-i kerimesi benim hakkımda nazil oldu. Ben, anneme iyilik yapan bir çocuktum. Ben musluman olunca: "Ey Sa'd, bu yeni ihdas ettiğin din de nedir? Ya bu dinini terk edersin, ya da ölünceye kadar yemem, içmem de insanlar seni kınayarak: "Ey annesinin katili!" derler." dedi. Ben: "Anneciğim yapma, ben, dinimi hiçbir şey için bırakacak değilim." dedim. Yemeden bir gün geçirdi, ertesi gün sabaha çıktığında sıkıntısı başlamıştı. Bir gün ve gece daha yemeden geçirdi, sabaha çıktığında sıkıntısı şiddetlenmişti. Onun bu halini görünce ben: "Anneciğim, Allah'a yemin ederim ki, sen de iyi biliyorsun ki senin yüz tane canın olsa ve birer birer çıksa ben yine de bu dinimi hiçbir şey için terk etmem. İstersen ye, istersen yeme." dedim. Benim bu kesin tavrımı görünce direnmeyi bıraktı ve yedi. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime indirildi.[16]
Bu arada Sa'd ibn Ebî Vakkâs ile Sa'd ibn Mâlik'in aynı kişi olduğunu da hatırlatalım.
2. Bu âyet-i kerimenin Ayyâş ibn Ebî Rabîa hakkında nazil olduğu da söylenir. Bu âyetin inmesine sebep olan ve onun başından geçen hadise şöyle anlatılır:
Ayyâş ibn Ebî Rabîa, Umer ibn Hattâb ile birlikte Medine-i Munevvere'ye hicret etmişti. Ayyâş'ın ana bir kardeşleri Ebu Cehl ibn Hişâm ve el-Hâris ibn Hişâm Medine-i Munevvere'ye gelerek Ayyâş'a misafir olmuşlar ve ona: "Muhammed'in dininde sıla-i rahim ve ana-babaya iyilik yok mu? Sen anneni Mekke'de bırakıp geldin ve o senin ayrılığına üzüntüsünden yemeden içmeden kesildi. Seni görünceye kadar eve girmemeye yemin etti. Bilirsin seni ne kadar sevdiğini. Haydi bizimle birlikte Mekke'ye gel." dediler ve çok ısrar ettiler. Bunun üzerine Ayyâş, Umer'le istişare etti de Umer: "Onlar sana tuzak hazırlıyorlar, seni kandırmaya çalışıyorlar. Onlarla gitmez burada kalırsan işte malımı seninle paylaşmaya hazırım. Malımın yarısını sana vereceğim, gitme kal." dedi. Ancak Ebu Cehl ve Hâris'in ısrarlarına dayanamayıp Mekke'ye annesine gitmeye karar verdi. Bu kararını Umer'e söylediğinde Umer: "Madem ki beni değil onları dinliyorsun peki onlarla git ama şu devemi al, ona bin git. Bu öyle bir devedir ki dünyada onu geçebilecek bir deve daha yoktur. Sana bir tuzak kurduklarını hissedersen hemen ona bin ve ellerinden kurtul." diyerek kendi devesini Ayyâş'a verdi. Ayyaş onlarla birlikte yola çıktı. Çöle çıktıklarında Ebu Cehl, Ayyâş'a: "Devem yoruldu. Seninle birlikte senin deveye binsem de benim deve biraz dinlense." dedi. Ayyaş da devesinden inerek iki kişi binecek hale getirmeye çalışırken ikisi birden üzerine çullanıp onu bağladılar ve dövmeye başladılar. İkisi de ayrı ayrı olmak üzere yüzer sopa vurdular ve o şekilde bağlı olarak annesine getirdiler. Muhammed'in dininden dönünceye kadar da ona işkenceye devam edeceklerini söylediler. İşte bu olay üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[17] Bu Ayyâş ibn Ebî Rabîa Yermuk'te şehid olmuştur. Mekke'de vefat ettiği de söylenir. O Mekke'de mahbûs olduğu günlerde Peygamber (sas) Mekke'de bulunan ve hicret edemeyen zayıf muslumanlar için kunut okuduğunda bu Ayyâş ibn Ebî Rabîa'nın da ismini özellikle zikrettiği rivayetlerde belirtilmiştir.[18]

10. İnsanlardan öyleleri vardır ki "Allah 'a iman ettik." derler de Allah yolunda eziyete uğratıldıklarında insanların fitnesini Allah'ın azabı imiş gibi tanır. Rabbından bir yardım gelecek olursa andolsun ki "Doğrusu biz, sizinle beraberdik." derler. Allah, herkesin kalbinde olanları en iyi bilen değil midir?
1. Zayıf muslumanlardan bazıları hakında nazil olmuştur. Bunlar muşriklerin eziyetlerine dayanamayacak durumdaki muslumanlardı ve muşriklerin baskıları üzerine onların istediklerini (yani Muhammed'in dinini terk ederek atalarının dinine döndüklerini) söylüyorlar ve bunu da Peygamber'den (sas) ve muslumanlardan gizliyorlardı. İşte onlar bu davranışları ile munafık sayılmışlar ve haklarında bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[19]
2. Daha önce de geçtiği üzere (Nisa, 4/97 ve Nahl, 16/110 âyetlerinin nuzûl sebebinde) İbn Cerîr, İbnu'l-Munzir, İbn Ebî Hatim ve Sunen'inde Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan rivayetle tahriclerinde o şöyle anlatıyor: Mekkelilerden bazıları musluman olmuş ve fakat imanlarını gizlemişlerdi. Bedr günü muşrikler bunları da beraberlerinde çıkarmışlar ve muşrikler safında yer alan bu gizli muslumanlardan bazıları savaşta ölmüştü. Muslumanlar: "Onlar da bizim arkadaşlarımızdılar. Muşrikler safında savaşmaya zorlandılar; binaenaleyh onlar için istiğfarda bulunun." demişlerdi. Bunun üzerine "Kendilerinin zâlimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler derler ki:.." (Nisa, 4/97) âyet-i kerimesi nazil oldu. Medine'deki muslumanlar bu âyet-i kerimeyi, Mekke'de kalıp imanlarını gizleyen kimselere yazıp gönderdiler ki onların muşrikler arasında kalarak ölmeleri halinde özürleri kabul edilmeyecektir. Bunun üzerine kalan mu'minler Mekke'den Medine'ye gitmek üzere yola çıktılar. Onların Mekke'den çıktığını duyan muşrikler onları takible yakaladılar ve tekrar Mekke'ye götürdüler. Onlardan bazıları bu fitneye kapılıp imanlarından döndüler. Bunlar hakkında da bu âyet: "İnsanlardan öyleleri vardır ki "Allah'a iman ettik derler de Allah yolunda eziyete uğratıldıklarında insanların fitnesini Allah'ın azabı imiş gibi tanır..." âyet-i kerimesi nazil oldu. Medineli muslumanlar bu sefer bu âyet-i kerimeyi yazıp Mekke'de kalan gizli mu'minlere gönderdiler de o imanlarını gizleyenler iyice üzülüp bütün hayırlardan umutlarını kestiler. Bunun üzerine onların hakkında "Hem Rabbın, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah yolunda savaşan ve sabredenlerle birliktedir. Muhakkak ki Rabbın bundan sonra da Ğafûr'dur, Rahîm'dir." (Nahl, 16/110) âyet-i kerimesi nazil oldu. Medineli muslumanlar bu âyet-i kerimeyi de yazarak Mekke'de imanlarını gizleyenlere gönderdiler ve dediler ki: "Allah sizin için bir çıkış yolu gösterdi." Bu mektub üzerine kalan mu'minler Mekke'den, Medine'ye gitmek üzere yola çıktılar. Bu sefer de muşrikler çıkışlarını işitip peşlerine düştüler. Onlara yetiştiler, kaçıp kurtulabilenler kurtuldu, kaçamayanlar da muşrikler tarafından öldürüldü.[20] Bu son olay üzerine bu Sûrenin 69. âyetinin nazil olduğu rivayeti de biraz sonra gelecektir.
3. Biraz önce (8. âyetin nuzûl sebebi olarak) verilen ve Ayyâş ibn Ebî Rabîa'nın başından geçen olay İbnu'l-Cevzî tarafından bu âyet-i kerimenin nuzûl sebebi olarak verilmiştir. Burada Ayyâş'ın kendisine yapılan işkencelere dayanamayarak Hak dinden döndüğü ilâvesi yanında Ayyâş'ın daha sonra (esaret ve işkenceden kurtulduktan sonra) hicret edip yeniden musluman olduğu da belirtilmektedir.[21]

12. O kufretmiş olanlar inananlara derler ki: "Bizim yolumuza tabi olun da sizin günahlarınızı biz taşıyalım." Halbuki onların günahlarından hiçbirini yüklenecek değillerdir. Doğrusu onlar mutlaka yalancılardır.
Mucahid der ki: Bu âyet-i kerime mu'minlere: "Ne biz, ne de siz yeniden diriltilecek filân değiliz. Gelin atalarınızın dinine geri dönün. Eğer bu bir günah ise bunun günahı bize ait olsun." diyen Kureyş kâfirleri hakkında nazil olmuştur.
İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Munzir'in İbnu'l-Hanefiyye'den rivayetlerinde ise o şöyle demiştir: Ebu Cehl ve Kureyş ileri gelenleri birisini musluman olmak üzere Peygamber'in (sas) yanına giderken gördüler mi hemen yolunu keserler ve: "Bu adam içkiyi haram kılıyor, zinayı haram kılıyor, Arabların daha önceden yapmakta olduğu birçok şeyi haram kılıyor. Geri dönün, onun yanına gitmeyin. Eğer bunda sizin için bir vebal ve günah varsa o bizim boynumuza olsun." derlerdi. İşte bu âyet-i kerime bunun üzerine nazil olmuştur.
Bu sözü söyleyenin el-Velîd ibnu'l-Muğîra olduğu da söylenmiştir.[22]

51. Kendilerine okunan bu kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda elbette inanan bir kavim için rahmet ve öğüt vardır.
Yahya ibn Ca'de'den rivayete göre Peygamber'in (sas) ashabından bazı kimseler, yahudilerden duyarak bir kürek kemiğine yazmış oldukları bazı yazıları Peygamber'e (sas) getirmişlerdi, Allah'ın Rasûlu (sas) onlara baktı, yere attı ve: "Kendi peygamberlerinin kendilerine getirmiş olduğundan, başkalarına gelmiş olan peygamberlerin getirmiş olduklarına veya kitablanndan başka bir kitaba meylederek onlara rağbet etmeleri bir kavmin dalâletine (veya aptallığına) yeter alâmettir." buyurmuş ve işte bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[23]

52. De ki "Şahid olarak benimle sizin aranızda Allah yeter. O, göklerde ve yerde olanı bilir. Bâtıla inanıp Allah'a kufredenler, işte onlar husrana uğrayanların ta kendileridir.
Ka'b ibnu'l-Eşref ve arkadaşlarının: "Ey Muhammed, senin Allah'ın elçisi olduğuna kim şahitlik eder?" demeleri üzerine bu âyet-i kerimenin nazil olduğu rivayet edilmişse de Alûsî bu rivayetin pek güvenilir olmadığını kaydetmektedir.[24]

53. Senden azabı çarçabuk isterler. Eğer belirlenmiş bir süre olmasaydı azâb onlara hemen gelirdi. Ama onlar farkına varmadan o, kendilerine ansızın gelecektir.
1. Bu âyet-i kerimenin, Abdullah ibn Ebî Umeyye ve arkadaşlarının "Yahut iddia ettiğin gibi gökyüzünü üstümüze parça parça düşüresin..." (İsrâ, 17/92) demesi üzerine nazil olduğu söylenir.[25]
2. Mukatil ise "Gökten üstümüze taş yağdır..." (Enfal, 8/32) diyen en-Nadr ibnu'l-Hâris hakkında nazil olduğunu söylemiştir.[26]

56. Ey iman etmiş olan kullarım, şubhesiz ki Benim yerim (arzım, sizin için yaratmış olduğum yeryüzü) geniştir. O halde yalnız bana kulluk edin.
Mufessirlerin çoğunun Mukatil ve Kelbî'den rivayetle zikrettiklerine göre zayıflıkları sebebiyle hicret edemeyip de Mekke-i Mukerreme'de kalan zayıf, güçsüz muslumanlar hakkında nazil olmuş ve onlar da bu âyet-i kerime ile oradan hicret etmekle emrolunmuşlardır.[27]

60. Nice canlılar vardır ki rızkını kendisi taşımaz; sizin de onların da rızkını Allah verir. Ve O, Semî'dir, Alîm'dir.
1. Rivayete göre "Ey iman etmiş olan kullarım, şüphesiz ki Benim yerim (arzım, sizin için yaratmış olduğum yeryüzü) geniştir. O halde yalnız Bana kulluk edin." âyet-i kerimesinin inmesi üzerine Peygamber'in (sas), Mekke-i Mukerreme'de kalan güçsüz muslumanlara, "Medine'ye gelin hicret edin zâlimlere komşuluğu bırakın." buyurarak hicret etmeleri gerektiği haberini gönderince onlar: "Bizim Medine'de ne evimiz, ne yurdumuz, ne akarımız var. Bize orada kim yedirecek, kim içirecek? Hiçbir geçim imkânımızın olmadığı Medine'ye nasıl hicret edelim?!" demeleri üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[28]
2. İbn Ebî Hâtim'in İbn Umer'den rivayetle tahric ettiği bir haberde o şöyle anlatıyor: Bir gün Rasûlullah (sas) ile Medine'den çıkmıştık. Şehir dışında Ensar'dan birinin bahçesine girdik. Hurma koparıp yemeye başladı. Bana da: "Ey İbn Umer, neden sen de yemiyorsun?" diye sordu. Ben: "Ey Allah'ın elçisi, canım çekmiyor." dedim, "Fakat benim canım çekiyor, bu dördüncü günün sabahıdır ki herhangi bir yemek tatmadım, yemedim ve bulmadım. Dileseydim Rabbıma dua ederdim de Kisra ve Kayser gibi kıratlara verdiğinin mislini bana da elbette verirdi. Ey İbn Umer, bir senelik rızıklarını biriktirip saklayan ve (iman) ve yakînleri zayıflamış bir kavim içinde kaldığında halin nice olacak!" buyurdu. Vallahi daha oradan yerimizden ayrılmamıştık ki "Nice canlılar vardır ki rızkını kendisi taşımaz; sizin de onların da rızkını Allah verir. Ve O, Semî'dir, Alîm'dir." âyet-i kerimesi nazil oldu.[29] Ancak ibn Kesîr bu hadisin ğarîb olduğunu, ravileri içinde Ebu'1-Atûf el-Cezerî -ki el-Cerrâh ibn Minhâl el-Cezerî'dir.-nin zayıf olduğunu da ekler.[30]

67. Çevrelerindeki insanların zorla kapılıp götürülmelerine rağmen orayı güvenli bir harem yaptığımızı onlar görmediler mi? Yoksa bâtıla iman edip de Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?
Cuveybir'in İbn Abbâs'tan rivayetine göre Mekke muşrikleri Peygamber'e (sas): "Ey Muhammed, Bizim, senin dinine girmemizi engelleyen ancak insanların bizi öldürmek üzere yakalaması korkusudur. Arablar (ya da bedevi arablar) bizden çokturlar. (Biz, onların tamamına birden dayanabilecek durumda değiliz. Binaenaleyh ) onlara, bizim senin dinine girdiğimiz haberi ulaşır ulaşmaz bizi yakalar ve öldürürler." dediler de bunun üzerine Allah Tealâ (cc): "Çevrelerindeki insanların zorla kapılıp götürülmelerine rağmen orayı güvenli bir harem yaptığımızı onlar görmediler mi?" âyet-i kerimesini indirdi.[31]

69. Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette yollarımıza iletiriz. Şubhesiz ki Allah muhsinlerle beraberdir.
Katâde'den rivayette o şöyle anlatıyor: İman ettikleri halde Mekke-i Mukerreme'de kalan bazı kimseler hakkında "Elif Lâm Mîm. Yoksa insanlar, İnandık, demeleriyle bırakılıverileceklerini ve kendilerinin denenmeyeceklerini mi zannettiler?" âyet-i kerimeleri nazil olunca bu mu'minler, Peygamber'in (sas) bulunduğu Medine-i Munevvere'ye hicret etmek üzere yola çıktılar. Ancak muşrikler bunları yakalayıp tekrar Mekke-i Mukerreme'ye dönmeye mecbur ettiler. Bu döndürülmeleri üzerine yine onlar hakkında inen âyeti Medine'deki arkadaşları onlara yazıp gönderince bu sefer yine hicret için yola çıktılar ve peşlerinden yetişen muşriklerle savaştılar; içlerinden kimisi öldürülürken bir kısmı da kurtuldu. İşte bunun üzerine "Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette yollarımıza iletiriz..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[32]

[1] Taberî, age,xx,86.
[2] Alûsî, age. xx,B2.
[3] Kurtubî, age. xm,214.
[4] Râzî, age. xxv,25.
[5] Alûsî, age. xx,132.
[6] Kurtubî, age.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/685.
[7] Taberî, age. xx,83; Vahidî, age. s. 240.
[8] Kurtubî, age. XIH,216.
[9] Vahidî, age. s. 240.
[10] Taberî, age. XX,83; Râzî, age. XXV,27.
[11] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/685-686.
[12] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fî Tertîbi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, el-Mektebetu'l-İslâmiyye, (İkinci baskı) Beyrut 1400,11,18; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 29/1, hadis no: 3189.
[13] Vahidî, age. s. 241
[14] Vahidî, age. s. 240.
[15] Taberî, age. xx,85.
[16] Vahidî, age. s. 241.
[17] Alûsî, age. xx,139.
[18] İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, iv,321.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/687-688.
[19] Alûsî, age. XX, 140.
[20] Taberî, age. V,148, XX,86; İbnu'l-Cevzî, age. 11,176-177, 1 numaralı dip not
[21] Bak: Zâdu'l-Mesîr, VI,259.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/689-690.
[22] Alûsî, age. XX,141.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/690.
[23] Dârimî, Mukaddime, 42, hadis no: 484; Taberî, age. XXI,6.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/690.
[24] Alûsî, age. XXI,7.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/691.
[25] Kurtubî, age. xra,236.
[26] İbnu'l-Cevzî, age. vi,280.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/691.
[27] Alûsî, age. xxi,9.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/ 691.
[28] Kurtubî, age. XIII,23 8-239; Alûsî, age. XXI, 11.
[29] Vahidî, age. s. 242; İbn Kesîr, age. vi,300.
[30] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/692.
[31] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 11,53-54.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/692.
[32] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 11,51.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/693.
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt