Aslında Yüzümüzün Gülüşü, Yüreğimizin Gözyaşlarıdır
Bugün sizlere; bana ölümün her anımızda bizi bulacağını hatırlatan, 50 yaşını aşmış bir amca ile yaptığım muhabbetten bahsetmek istiyorum. Kendisi gerek güldüren gerek güldürmeyen birçok espriyi yapan, sürekli tebessümü yüzünde bulunduran ve çok samimi tipik bir Anadolu insanı. Bana yapmış olduğu sıradan bir espriye, basit bir espriyle karşılık verince yüzü tebessümle doldu, sonra bir iç çekti ve uzun süre konuşmadı. Bu hali beni düşüncelere sevk etmiş, 'Acaba ne derdi var' diye aklımı kurcalamaya başlamıştı. Aklımdaki sorulara 'Neyse Allah sabır versin' diyerek amcayı düşüncelerinden kurtaracak bir soru yönelmek istedim ve sordum:
'Amca çocuk var mı?'
Soruyu sorduktan sonra gözleri kendisini hüznün kıyısına bırakarak ufak ufak dolmaya başladı ve iç çekerek cevapladı:
'Var evladım. 3 tane kızım vardı. Biri 16 yaşında vefat etti. Birini okuttum evlendirdim, diğeri de bu sene üniversiteye başladı'
Cevap verdikten sonra göz göze geldik, ne diyeceğimi bilmez bir vaziyette ölen kızı hakkında ki meraklı bakışlarımı yere indirdim. Soruyu sorduğuma çok pişman olmuştum, amca bunu anlamış olacak ki elini omzuma koydu ve gözlerinden damlayan yaşlarla anlatmaya başladı;
'Bizim hanım büyük kızın(ölen kız) üzerinde çok durdu. Onun yanlış ortamlarda bulunmaması için onu gözünden ayırmadı. Sürekli ilgilendi. 12-13 yaşlarına geldiğinde ev işlerini yapacak kadar tecrübeli, bizim sözümüzden çıkmayacak kader edepli, oturaklı bir kız olmuştu. Yaşından olgun davranıyor ve bu durumu bizi çok sevindiriyordu. O yıllarda gözümüzden sakındırmadığımız bu kızımız bir hastalık geçirdi. Sürekli ateşi çıkıyor ve eklem yerleri ağrıyordu. Hastahaneye götürdük sonuçlarında herhangi bir aksilik çıkmadı, ilaçları alarak eve döndük. İlaçların hiçbir etkisi olmuyor, birden ateşi çıkıyor ve ağrıları başlıyordu. Bu böyle olmaz deyip tanıdık bir hekime götürdüm. Bizim hekim izne ayrılmış yerine bir bayan doktor bakıyordu. Neyse ona gösterdik. Tahlil vs derken inceledi ve bir sonuca varamadı. Bizi Ankara'daki eğitim ve araştırma hastanesine sevk etti ve hiç bekletmeden götürdüm. Oraya gittiğimizde kızımı hemen yatırdılar. Kızımdan alınmadık bir tahlil kalmadı. Tam elli gün boyunca yatılı kaldı ve hastalığının ne olduğuna dair hiçbir sonuç alınmadı. O zamanlar diğer çocuğumda okul çağına gelmiş okula gidiyordu. Benim ve hanımın aklı ister istemez onda kalıyordu. Bir başına oradaydı… Gittim doktor ile konuştum durumu anlattım kızımı alıp eve dönmek için izin istedim ve zor belada olsa izni aldım. Ama en ufak bir ateş çıkmasında kızımı geri getirmemiz gerektiğini, bunun şaka olmayacağını izah etti. Velhasıl aklımızda sorularla döndük. Okul dönemi açılmış kızım 2 ay okuldan uzak kalmıştı. Gider gitmez bu psikoloji ile okula gidemeyeceğini düşünüyorduk ama yanıldık. Kızım okula başladı o dönemi(lise 1) sınıf birinciliği ile, ikinci dönemi ise okul 2.liğiyle bitirdi. Allah'ın takdiri kızım iyileşmişti. Artık ateşi çıkmıyor, eklem yerleri ağrımıyordu. Bizde bunun psikolojik olabileceğini düşünerek bayağı sevindik.'
Gözlerinden damlayan yaşları silen amca bakışlarını yere indirdi ve elinde ki işi yapmaya devam ederek tekrar anlatmaya başladı;
'Bu durum bir yıl sürdü. Bu dönemde kızım kilo almış yüzü eski güzelliğine ulaşmıştı. Bir gün birden ateşi çıktı ve halsiz düştü. Hemen tanıdık hekimin yanına götürdüm. Ellerine serum taktılar. Hekim Ankara'ya götürmemi istedi. Bende aradım doktora durumu anlattım.
'Arabanız varmı' diye sordu. Bende olduğunu söyledim. Bana 'kızınızı alın ve hemen gelin' dedi. Kızımın durumunun buna müsait olmadığını söyledim. Bunun üzerine kızımı ambulans aldı ve Ankara'ya doğru yola çıktı. Bende ardından kendi arabamla takip etmeye başladım. Ve Ankara'ya vardık. Ne olacağını, ne biteceğini bilmiyordum. Dağılmış, düşünemez olmuştum. Tek tesellim kızımın nefes alıyor oluşuydu. Kızımı yine yatırdılar. Aradan bir kaç gün geçmişti. Durumu tam düzeldi dediğimizde yeniden ateşi çıkıyordu. Doktorla konuşup tekrar kızımı geri götürmeyi düşündüm. Tam taburcu olacağımız zaman kızım daha kötü oldu. Yeniden yatırdılar. Bizde Ankara'da bir akrabada kalıyorduk. Refakatçi kabul etmiyorlardı. O akşam hanımla beraber kızımı gördükten sonra çıktık. Yarım saat sonra eve varmıştık ki telefon geldi;
'Acil hastahaneye gelin çocuğunuzun durumu çok kötü'
Apar topar vakit kaybetmeden gittik. Kızımı gördüğümde suya uzanamayacak kadar kötüydü. Bir hafta boyunca eşim kızımın yanı başında ben de arabada uyuyarak bu durumun geçmesini bekledik. Cumartesi sabahıydı hiç unutmam o günü... Ben arabada uyumaya çalışıyordum eşim yukarıda... Gece telefon çaldı arayan eşimdi ağlayan ve titreyen bir sesle 'kızımızın kalbi durdu' dedi. Arabam pencerenin yanı başındaydı tek fark onların 5. Katta olmalarıydı. Basımı hafifçe cama doğru kaldırdım ve eşimle göz göze geldik. Sonra bilmez bir vaziyette arabaya bindim, ne yaptığımı bilmiyordum. Sonra gene telefon çaldı. Elektro şok vererek kalbinin tekrar atmaya başladığını söyledi. Sabahın 4-5 ine kadar kızımın kalbi üç defa durdu. Üçünde de elektro şok vererek tekrar atmaya başladı. Takdiri ilahi bizi sınıyordu... Sabah altıya doğru geliyordu. Yukarı çıktım, doktorların eşime;
'Lütfen dışarı çıkın dayanamazsınız! Lütfen çıkın' dediğini gördüm.
Eşim kabul etmiyordu. O kadar çok elektro şok vermişlerdi ki kızımın ağzından kan geliyordu. O görüntü hala gözlerimin önünde' diyerek sustu.
Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemedim. Amca gözlerimin önünde inci tanelerini döküyordu. Yüreğini ne kadar çok incittiğimi düşünüyordum. Teselli edeyim derken bu hale geldik, işte bu yüzden bir daha teselli edecek cesareti bulamadım kendimde. Bekledim 3-5 dakika sessizce bekledim. 5 dakika bizim için çok uzundu ve bu süre zarfında ikimizde bir kelime dahi etmemiştik. Mahcubiyetimi resmeden bakışlarımla amcaya döndüm. Ne diyecektim ki? 'Ee sonra ne oldu?' mu diyecektim. Ağzımdan dökülen cümle Rabbim ona merhameti ile muamele etsin ve size sabır versin oldu. Sanki ‘hikâyem bitmedi’ der gibi baktı. Artık anlatmasını istemiyordum, anlatıp üzülmesini istemiyordum… Tam o ara amcamız o bakışıyla başladı;
'Kızımı o şekilde görüşüm son görüşüm oldu. Ölmüştü. Hani derler ya 'Hastalık şaşırtır, ölüm yıkar' diye. İşte bizde öyle yıkılmıştık. O gün anlam veremediğim tek şey ağlayamıyor oluşumdu. Ağlayamıyordum... Eşim feryat figan içinde, bayıldı bayılacak. Ben ise arabaya indim… Yakın bir akrabayı aradım ve olan biteni anlattım. Sağ olsunlar her şeyi onlar ayarladı; imamı, cenazeyi her şeyi... Benim aklım durmuştu... Ne yapacaktım ki? İsyan mı edecektim? Allah veriyor yavrum Allah ve işte böyle kimsenin anlamadığı bir şekilde de geri alıyor' dedi.
Amcanın bu tavrı bana ayeti hatırlatmış, bir iç çekerek 'innalillahi we innaileyhi raciun' diyebildim. Sonra sustum. Kötü olmuştum, çok kötü… Aklıma Hz. Ömer'in ölümü hatırlatması için tuttuğu adam geldi. 'Bu amca bana ölümü hatırlatıyor' dedim. Amcaya döndüğümde bana bakıyordu. Acaba bir şey mi diyecek derken. Gözlerini sildi, bitirdiği işi bırakarak yenisini aldı ve başladı o hüznü biriktirdiği içini dökmeye;
'Kızınızı birazdan morga indireceğiz' dedi görevli. Bende kafa sallayabildim. Sonra morga indim. Kızımın her yeri kapalı ama o gül yüzü açıktı. Yıllarca bakmaya kıyamadığımız kızımıza morgda bir örtünün altında bakıyorduk. Var sen düşün o durumu' diyerek beni bitirdi amcamız.
Düşünmedim, düşünemedim... Daha annemin hastalığına tahammül edemiyorken onu kaybetmenin acısını bir an olsun düşünemedim… Benim çok kötü olduğumu anlamış olacak ki;
'Ya işte böyle... Bende böyle olmuştum. Neyse hanım, kızımızın hastalığını öğrenmek istiyordu. Bende yıllardır bir teşhis konulmadığını söyledim. Hanım otopsi yaptırmamızı teklif etti, o acı yüklü yüreğiyle. Bende biran düşündüm sonra 'Olmaz kızımızın bedenine acı vermesinler. Hem sağken bulamadıkları şey kızımızı bir daha getirmeyecek' dedim. 'Hem onu eksik bir şekilde defnetmek istemiyorum' dedim. Hanım buna saygı duymuş bir şekilde üzerime gelmedi ve otopsi yaptırmadık. Kızım cumartesi sabahı gözlerini yumdu. Pazar günü cenazesi oldu. Cenaze günü hanıma sakinleştirici yapmak istediklerinde bizim hanım;
'Olmaz onu aklım başımdayken uğurlayacağım bana sakinleştirici yapmayın kendimi tutacağım' diyerek geri çevirmiş bu isteklerini. Cenaze günü geldi. Cenazeyi defnetmek için memlekete götürdük. Abim, yengem akrabalar hepsi oradaydı. Eşim ayakta duramayacak kadar kötüydü. Biran olsun ağlamadan durmuyordu. Ben ise garip bir durumdaydım. Kızım ölmüş onun cenazesinde düşündüklerim şeylere bak diyerek yakınıyordum. Ağlamıyor, ağlayamıyordum. Düşündüğüm ise 'Yahu akrabalar ne der şimdi. Hepsinin gözü üzerindedir şimdi. Neden ağlayamıyorum, neden?' gibi saçma bir düşünceydi' dedi.
Amcamız bunu söylediğinde aklıma; İsmet Özel'in 'Ne derler acaba diye kahrolasıca bir put vardır' sözü geldi. Bu put öyle bir put ki hem Rabbe yönelmeyi kısıtlıyor, hem de yaşanacak duyguları kısıtlıyor. Oysa ne saçma insanların düşündükleri şeyler... Tabii amca düşündüklerimden habersiz devam ediyordu;
'Cenaze bitti eve gittik. Evin her bir köşesi kızımın anılarıyla doluydu. Cenazede ki dik duruşum içimde bir volkana dönüştü. Dayanamıyordum. Nasıl dayanacaktım ki? Her yerde o vardı: masada, koltukta, mutfakta... Biz erkekler kadınlar gibi değiliz yavrum. Onlar duygularını gizleyemezler, ağlarlar içindekileri boşaltırlar. Peki biz? Biz yüreğimize gizleriz. Her şeyi orada yaşarız, belli ettirmeyiz. Aslında yüzümüzün gülüşü, yüreğimizin gözyaşlarıdır. Bunu bilmezler, bunu bilmezler yavrum. İşte bende o durumdaydım. Evin her köşesinde ki kızım şimdi karanlık bir odada Allah ona yardım etsin, bizlere de ibret olsun. İbret olsun, ölüm sebep aramıyor, her an bizimle, bizimle geziyor. O yüzden kızım neden öldü diye hiç sormadım, o bende olabilirdim' diyerek kızlarının ölümünden sonra ki yaşantısından bahsetti, çektiği zorluklar, eşinin rahatsızlık geçirmesi, intihara teşebbüsü vs... Bütün durumu anlattıktan sonra;
'İşte yavrum. Esprim bence komik. Zira benim bunca acımı gizleyen tek şey o espriler' diyerek yapmış olduğum 'komik mi?' esprisine tokat gibi cevap vermiş, beni bitirmişti. Öyle bir dalmıştım ki zil çalsa da eve gitseydim. Eve geldim, hala unutmuş değilim. İşte bunu yazıp sizlerle paylaşmak ve bir daha unutmamak istedim. Çünkü Hz. Ömer için o adam ne ise Benim içinde bu yaşanmış olay o... Evet ölüm bu dünya için bir son ama unutmamalıyız ki ahiret içinde bir başlangıç. Bunu unutmamak ve gerekli ibretleri almamız duasıyla Allah'a emanet olun.
21.10.2016/SAKARYA
Bugün sizlere; bana ölümün her anımızda bizi bulacağını hatırlatan, 50 yaşını aşmış bir amca ile yaptığım muhabbetten bahsetmek istiyorum. Kendisi gerek güldüren gerek güldürmeyen birçok espriyi yapan, sürekli tebessümü yüzünde bulunduran ve çok samimi tipik bir Anadolu insanı. Bana yapmış olduğu sıradan bir espriye, basit bir espriyle karşılık verince yüzü tebessümle doldu, sonra bir iç çekti ve uzun süre konuşmadı. Bu hali beni düşüncelere sevk etmiş, 'Acaba ne derdi var' diye aklımı kurcalamaya başlamıştı. Aklımdaki sorulara 'Neyse Allah sabır versin' diyerek amcayı düşüncelerinden kurtaracak bir soru yönelmek istedim ve sordum:
'Amca çocuk var mı?'
Soruyu sorduktan sonra gözleri kendisini hüznün kıyısına bırakarak ufak ufak dolmaya başladı ve iç çekerek cevapladı:
'Var evladım. 3 tane kızım vardı. Biri 16 yaşında vefat etti. Birini okuttum evlendirdim, diğeri de bu sene üniversiteye başladı'
Cevap verdikten sonra göz göze geldik, ne diyeceğimi bilmez bir vaziyette ölen kızı hakkında ki meraklı bakışlarımı yere indirdim. Soruyu sorduğuma çok pişman olmuştum, amca bunu anlamış olacak ki elini omzuma koydu ve gözlerinden damlayan yaşlarla anlatmaya başladı;
'Bizim hanım büyük kızın(ölen kız) üzerinde çok durdu. Onun yanlış ortamlarda bulunmaması için onu gözünden ayırmadı. Sürekli ilgilendi. 12-13 yaşlarına geldiğinde ev işlerini yapacak kadar tecrübeli, bizim sözümüzden çıkmayacak kader edepli, oturaklı bir kız olmuştu. Yaşından olgun davranıyor ve bu durumu bizi çok sevindiriyordu. O yıllarda gözümüzden sakındırmadığımız bu kızımız bir hastalık geçirdi. Sürekli ateşi çıkıyor ve eklem yerleri ağrıyordu. Hastahaneye götürdük sonuçlarında herhangi bir aksilik çıkmadı, ilaçları alarak eve döndük. İlaçların hiçbir etkisi olmuyor, birden ateşi çıkıyor ve ağrıları başlıyordu. Bu böyle olmaz deyip tanıdık bir hekime götürdüm. Bizim hekim izne ayrılmış yerine bir bayan doktor bakıyordu. Neyse ona gösterdik. Tahlil vs derken inceledi ve bir sonuca varamadı. Bizi Ankara'daki eğitim ve araştırma hastanesine sevk etti ve hiç bekletmeden götürdüm. Oraya gittiğimizde kızımı hemen yatırdılar. Kızımdan alınmadık bir tahlil kalmadı. Tam elli gün boyunca yatılı kaldı ve hastalığının ne olduğuna dair hiçbir sonuç alınmadı. O zamanlar diğer çocuğumda okul çağına gelmiş okula gidiyordu. Benim ve hanımın aklı ister istemez onda kalıyordu. Bir başına oradaydı… Gittim doktor ile konuştum durumu anlattım kızımı alıp eve dönmek için izin istedim ve zor belada olsa izni aldım. Ama en ufak bir ateş çıkmasında kızımı geri getirmemiz gerektiğini, bunun şaka olmayacağını izah etti. Velhasıl aklımızda sorularla döndük. Okul dönemi açılmış kızım 2 ay okuldan uzak kalmıştı. Gider gitmez bu psikoloji ile okula gidemeyeceğini düşünüyorduk ama yanıldık. Kızım okula başladı o dönemi(lise 1) sınıf birinciliği ile, ikinci dönemi ise okul 2.liğiyle bitirdi. Allah'ın takdiri kızım iyileşmişti. Artık ateşi çıkmıyor, eklem yerleri ağrımıyordu. Bizde bunun psikolojik olabileceğini düşünerek bayağı sevindik.'
Gözlerinden damlayan yaşları silen amca bakışlarını yere indirdi ve elinde ki işi yapmaya devam ederek tekrar anlatmaya başladı;
'Bu durum bir yıl sürdü. Bu dönemde kızım kilo almış yüzü eski güzelliğine ulaşmıştı. Bir gün birden ateşi çıktı ve halsiz düştü. Hemen tanıdık hekimin yanına götürdüm. Ellerine serum taktılar. Hekim Ankara'ya götürmemi istedi. Bende aradım doktora durumu anlattım.
'Arabanız varmı' diye sordu. Bende olduğunu söyledim. Bana 'kızınızı alın ve hemen gelin' dedi. Kızımın durumunun buna müsait olmadığını söyledim. Bunun üzerine kızımı ambulans aldı ve Ankara'ya doğru yola çıktı. Bende ardından kendi arabamla takip etmeye başladım. Ve Ankara'ya vardık. Ne olacağını, ne biteceğini bilmiyordum. Dağılmış, düşünemez olmuştum. Tek tesellim kızımın nefes alıyor oluşuydu. Kızımı yine yatırdılar. Aradan bir kaç gün geçmişti. Durumu tam düzeldi dediğimizde yeniden ateşi çıkıyordu. Doktorla konuşup tekrar kızımı geri götürmeyi düşündüm. Tam taburcu olacağımız zaman kızım daha kötü oldu. Yeniden yatırdılar. Bizde Ankara'da bir akrabada kalıyorduk. Refakatçi kabul etmiyorlardı. O akşam hanımla beraber kızımı gördükten sonra çıktık. Yarım saat sonra eve varmıştık ki telefon geldi;
'Acil hastahaneye gelin çocuğunuzun durumu çok kötü'
Apar topar vakit kaybetmeden gittik. Kızımı gördüğümde suya uzanamayacak kadar kötüydü. Bir hafta boyunca eşim kızımın yanı başında ben de arabada uyuyarak bu durumun geçmesini bekledik. Cumartesi sabahıydı hiç unutmam o günü... Ben arabada uyumaya çalışıyordum eşim yukarıda... Gece telefon çaldı arayan eşimdi ağlayan ve titreyen bir sesle 'kızımızın kalbi durdu' dedi. Arabam pencerenin yanı başındaydı tek fark onların 5. Katta olmalarıydı. Basımı hafifçe cama doğru kaldırdım ve eşimle göz göze geldik. Sonra bilmez bir vaziyette arabaya bindim, ne yaptığımı bilmiyordum. Sonra gene telefon çaldı. Elektro şok vererek kalbinin tekrar atmaya başladığını söyledi. Sabahın 4-5 ine kadar kızımın kalbi üç defa durdu. Üçünde de elektro şok vererek tekrar atmaya başladı. Takdiri ilahi bizi sınıyordu... Sabah altıya doğru geliyordu. Yukarı çıktım, doktorların eşime;
'Lütfen dışarı çıkın dayanamazsınız! Lütfen çıkın' dediğini gördüm.
Eşim kabul etmiyordu. O kadar çok elektro şok vermişlerdi ki kızımın ağzından kan geliyordu. O görüntü hala gözlerimin önünde' diyerek sustu.
Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemedim. Amca gözlerimin önünde inci tanelerini döküyordu. Yüreğini ne kadar çok incittiğimi düşünüyordum. Teselli edeyim derken bu hale geldik, işte bu yüzden bir daha teselli edecek cesareti bulamadım kendimde. Bekledim 3-5 dakika sessizce bekledim. 5 dakika bizim için çok uzundu ve bu süre zarfında ikimizde bir kelime dahi etmemiştik. Mahcubiyetimi resmeden bakışlarımla amcaya döndüm. Ne diyecektim ki? 'Ee sonra ne oldu?' mu diyecektim. Ağzımdan dökülen cümle Rabbim ona merhameti ile muamele etsin ve size sabır versin oldu. Sanki ‘hikâyem bitmedi’ der gibi baktı. Artık anlatmasını istemiyordum, anlatıp üzülmesini istemiyordum… Tam o ara amcamız o bakışıyla başladı;
'Kızımı o şekilde görüşüm son görüşüm oldu. Ölmüştü. Hani derler ya 'Hastalık şaşırtır, ölüm yıkar' diye. İşte bizde öyle yıkılmıştık. O gün anlam veremediğim tek şey ağlayamıyor oluşumdu. Ağlayamıyordum... Eşim feryat figan içinde, bayıldı bayılacak. Ben ise arabaya indim… Yakın bir akrabayı aradım ve olan biteni anlattım. Sağ olsunlar her şeyi onlar ayarladı; imamı, cenazeyi her şeyi... Benim aklım durmuştu... Ne yapacaktım ki? İsyan mı edecektim? Allah veriyor yavrum Allah ve işte böyle kimsenin anlamadığı bir şekilde de geri alıyor' dedi.
Amcanın bu tavrı bana ayeti hatırlatmış, bir iç çekerek 'innalillahi we innaileyhi raciun' diyebildim. Sonra sustum. Kötü olmuştum, çok kötü… Aklıma Hz. Ömer'in ölümü hatırlatması için tuttuğu adam geldi. 'Bu amca bana ölümü hatırlatıyor' dedim. Amcaya döndüğümde bana bakıyordu. Acaba bir şey mi diyecek derken. Gözlerini sildi, bitirdiği işi bırakarak yenisini aldı ve başladı o hüznü biriktirdiği içini dökmeye;
'Kızınızı birazdan morga indireceğiz' dedi görevli. Bende kafa sallayabildim. Sonra morga indim. Kızımın her yeri kapalı ama o gül yüzü açıktı. Yıllarca bakmaya kıyamadığımız kızımıza morgda bir örtünün altında bakıyorduk. Var sen düşün o durumu' diyerek beni bitirdi amcamız.
Düşünmedim, düşünemedim... Daha annemin hastalığına tahammül edemiyorken onu kaybetmenin acısını bir an olsun düşünemedim… Benim çok kötü olduğumu anlamış olacak ki;
'Ya işte böyle... Bende böyle olmuştum. Neyse hanım, kızımızın hastalığını öğrenmek istiyordu. Bende yıllardır bir teşhis konulmadığını söyledim. Hanım otopsi yaptırmamızı teklif etti, o acı yüklü yüreğiyle. Bende biran düşündüm sonra 'Olmaz kızımızın bedenine acı vermesinler. Hem sağken bulamadıkları şey kızımızı bir daha getirmeyecek' dedim. 'Hem onu eksik bir şekilde defnetmek istemiyorum' dedim. Hanım buna saygı duymuş bir şekilde üzerime gelmedi ve otopsi yaptırmadık. Kızım cumartesi sabahı gözlerini yumdu. Pazar günü cenazesi oldu. Cenaze günü hanıma sakinleştirici yapmak istediklerinde bizim hanım;
'Olmaz onu aklım başımdayken uğurlayacağım bana sakinleştirici yapmayın kendimi tutacağım' diyerek geri çevirmiş bu isteklerini. Cenaze günü geldi. Cenazeyi defnetmek için memlekete götürdük. Abim, yengem akrabalar hepsi oradaydı. Eşim ayakta duramayacak kadar kötüydü. Biran olsun ağlamadan durmuyordu. Ben ise garip bir durumdaydım. Kızım ölmüş onun cenazesinde düşündüklerim şeylere bak diyerek yakınıyordum. Ağlamıyor, ağlayamıyordum. Düşündüğüm ise 'Yahu akrabalar ne der şimdi. Hepsinin gözü üzerindedir şimdi. Neden ağlayamıyorum, neden?' gibi saçma bir düşünceydi' dedi.
Amcamız bunu söylediğinde aklıma; İsmet Özel'in 'Ne derler acaba diye kahrolasıca bir put vardır' sözü geldi. Bu put öyle bir put ki hem Rabbe yönelmeyi kısıtlıyor, hem de yaşanacak duyguları kısıtlıyor. Oysa ne saçma insanların düşündükleri şeyler... Tabii amca düşündüklerimden habersiz devam ediyordu;
'Cenaze bitti eve gittik. Evin her bir köşesi kızımın anılarıyla doluydu. Cenazede ki dik duruşum içimde bir volkana dönüştü. Dayanamıyordum. Nasıl dayanacaktım ki? Her yerde o vardı: masada, koltukta, mutfakta... Biz erkekler kadınlar gibi değiliz yavrum. Onlar duygularını gizleyemezler, ağlarlar içindekileri boşaltırlar. Peki biz? Biz yüreğimize gizleriz. Her şeyi orada yaşarız, belli ettirmeyiz. Aslında yüzümüzün gülüşü, yüreğimizin gözyaşlarıdır. Bunu bilmezler, bunu bilmezler yavrum. İşte bende o durumdaydım. Evin her köşesinde ki kızım şimdi karanlık bir odada Allah ona yardım etsin, bizlere de ibret olsun. İbret olsun, ölüm sebep aramıyor, her an bizimle, bizimle geziyor. O yüzden kızım neden öldü diye hiç sormadım, o bende olabilirdim' diyerek kızlarının ölümünden sonra ki yaşantısından bahsetti, çektiği zorluklar, eşinin rahatsızlık geçirmesi, intihara teşebbüsü vs... Bütün durumu anlattıktan sonra;
'İşte yavrum. Esprim bence komik. Zira benim bunca acımı gizleyen tek şey o espriler' diyerek yapmış olduğum 'komik mi?' esprisine tokat gibi cevap vermiş, beni bitirmişti. Öyle bir dalmıştım ki zil çalsa da eve gitseydim. Eve geldim, hala unutmuş değilim. İşte bunu yazıp sizlerle paylaşmak ve bir daha unutmamak istedim. Çünkü Hz. Ömer için o adam ne ise Benim içinde bu yaşanmış olay o... Evet ölüm bu dünya için bir son ama unutmamalıyız ki ahiret içinde bir başlangıç. Bunu unutmamak ve gerekli ibretleri almamız duasıyla Allah'a emanet olun.
21.10.2016/SAKARYA