D
Çevrimdışı
Lafız Müslim'e ait olmak üzere hadis imamlarının rivayet ettiklerine göre Ebu Hurayra (r.a.), Peygamber (s.a.v.)dan şöyle buyurduğumı nakletmektedir:
"Adem ile Musa birbirleriyle tartıştılar. Musa: Ey Adem, dedi. Sen bizim atamızsın, fakat bizi hüsrana uğrattın, bizi cennetten çıkarttın.
Bunun üzerine Adem: Ey Musa dedi. Aziz ve celil olan Allah kelamı ile seni seçti ve eli ile sana (Tevrat'ı) yazdı. Ey Musa, sen beni Yüce Allah'ın benim hakkımda, beni yaratmadan kırk yıl öncesinden takdir etmiş bulunduğu bir iş dolayısıyla mı kınıyorsun? Böylece Adem getirdiği delille Musa'yı yenik düşürmüş oldu. (Peygamber -s.a.v.- bu sözünü) üç defa tekrar etti." el-Mühelleb dedi ki: Hz. Peygamber'in: "Adem getirdiği delille Musa'yı yenik düşürmüş oldu" ifadesi delil ile onu yendi, demektir.
el-Leys b. Sa'd dedi ki: Bu kıssadan Adem'in Musa (ikisine de selam olsun) ya karşı getirmiş olduğu delilin sağlıklı oluş sebebi, Yüce Allah'ın Adem'e günahını bağışlamış olması ve tevbesini kabul etmiş olmasıdır. Musa (as)ın Yüce Allah'ın kendisine bağışlamış olduğu bir günahı dolayısıyla onu ayıplamaması gerekirdi. Bundan dolayıdır ki Adem: Sen Allah'ın kendisine Tevrat'ı vermiş olduğu Musa'sın. O Tevrat'ta herşeye dair bir bilgi vardır. Sen orada Allah o masiyeti benim hakkımda takdir ettiğine dair ifadeyi de görmüşsün. Yine ondan dolayı tevbe etmeyi takdir ettiğini de. Böylelikle benden kınamayı kaldırmış oluyordu. Şimdi Allah beni kınamazken sen mi beni kınıyorsun! dedi.
Nitekim İbn Ömer de: Osman Uhud günü kaçtı, diyen kişiye benzer bir ifadeyle delil getirmiş ve şöyle demişti: Osman'ın bir günahı yoktur. Çünkü Yüce Allah: "Andolsun Allah onları affetmiştir." (Al-i İmran, 155) diye buyurmuştur.
Şöyle de denilmiştir: Adem (as) bir babadır. Bir başkası dahi olsaydı ve bundan ötürü o başkasını ayıplamak bile ona karşı gösterilmesi gereken hürmete aykırı olurdu. Çünkü şanı Yüce Allah kafir olan anne-baba hakkında bile: "Dünyada onlarla güzel bir şekilde geçin." (Lukman, 15) diye buyurmaktadır. İşte bundan dolayı İbrahim (as), kafir olan babası kendisine:
"Eğer vazgeçmezsen seni mutlaka taşlarım. Bir süre benden uzaklaş, yanımdan git!" (Meryem, 46) dediğinde o: ''Dedi ki: Selam olsun sana." (Meryem, 47) Ya Rabbi tarafından seçilmiş, tevbesi kabul olunmuş ve hidayete iletilmiş bir peygamber olan bir babaya karşı nasıl davranmak gerekir?
Sahihul Buharide ayni konu hakkinda şunlar söylenmektedir: Adem'in bu münazarada galip gelmesi iki yönden olmuştur:
Birincisi: Hakkında takdir edilenden dolayı hiç kimsenin bir başkasını kınamaya hakkı yoktur. Bu kınama ancak Allah'ın izniyle olur, yani kınayan Allah olur. Musa kendisine izin verilmeden kınadığı için Adem de kaderi öne sürerek Musa ile münazara yapmış ve onu susturmuştur.
İkincisi: Adem'in fiilinde hem kader hem kesp vardır. Tevbe, ameli (kesbedileni) silmiştir. Allah onun tevbesini kabul etmiş geriye sadece kaderi sebebiyle işlediği kalmıştır. Kaderden dolayı da insan kınanamaz. Çünkü kader Allah'ın fiilidir. Allah, yaptığı bir şeyden dolayı sorguya çekilemez.
Üçüncüsü: İbn Abdilber şöyle demiştir: Bana göre bu durum Adem'e hastır.
Çünkü bu münazara Allah Adem'in tevbesini kabul ettikten sonra gerçekleşmiştir. Nitekim ayette şöyle buyrulmaktadır: "Derken Adem Rabbinden bazı kelimeler belleyip aldı ve bu kelimeleri tekrarladı, pişmanlık duyduğunu ifade edip Rabbinden af ve mağfiret dileyerek eksiksiz bir tevbe ile tevbe etti. Allah da tevbesini kabul buyurdular. Aynı şekilde eğer Musa adam öldürmüş, zina yapmış ya da hırsızlık yapmış olsaydı Adem'in bunları hoş görmemesi güzel olurdu: Bunlar• Allah'ın ilminde önceden vardı, beni yaratmadan önce bunları takdir etmişti. Senin beni kınamaya hakkın yoktur. Ümmet bu gibi amelleri işleyenlerin kınanmasının caiz olacağı konusunda icma etmiştir. Hatta devamlı itaat edeni övmek nasıl müstehap ise, bu fiilleri işleyenleri kınamak da aynı şekilde müstehabır.
Dördüncüsü: Musa Adem'i öldükten sonra kınamıştır. Oysa kınama mükellefe mükellefiyet yurdunda olduğu sürece yöneltilir. Ahkam o zaman yürürlüktedir. İsyan eden kınanır, ona had, kısas ve diğer cezalar uygulanır. Ölülere sövmek ise yasaklanmıştır. "Ölülerinizi ancak hayırla anınız. " Onların ne olacağını ancak Allah bilir. Kendisine had uygulanan kişiye ikinci bir ceza verilmeyeceği nassla belirlenmiştir. Zina sebebiyle kendisine had uygulanan bir cariyenin kınanması yasaklanmıştır. Musa'nın Adem'i kınaması ise Adem'in mükellefiyet yurdundan irtihal etmesinden sonra olmuştur. Oysa Allah'ın onun tevbesini kabul ettiği nassla sabit olmuştur, artık kınanamayacağı ortadadır. Bu nedenle Adem kaderle ihticac etmiş, Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onun getirdiği delilin Musa'ya galip geldiğini belirtmiştir.
Buradaki cevapların en doğruları ikinci ve üçüncüsüdür. Bu iki cevap arasında çelişki yoktur, bir tek cevap halinde toplanabilider. Bu da tevbe edenin tevbekar olduğu konuda kınanamayacağıdır. Hele bir de ahirete intikal etmişse hiç kınanmamalıdır.
Nevevi de bu fikri benimseyerek şöyle demiştir: Adem'in Musa'ya söylediği söz, Ey Musa, sen de biliyorsun ki ben yaratılmadan önce bunlar benim hakkimda yazıldı. Bu nedenle gerçekleşmesi kaçınılmazdı. Ben ve tüm mahlukat bunlardan bir miskal ağırlığında bir şey değiştirmeye çalışsak bunu başaramazdık. Beni kınama. Kınamak aklı değil şer'ı nedenlerle olmalıdır. Allah benim tevbemi kabul etmiş, beni bağışlamıştır. Bu da kınama nedenini ortadan kaldırır. Beni kınayan şer'an mahcup olur.
Bu Konuda Suneni Ebu Davudda şunlar geçmektedir:
Hattâbî'ye göre "Hz. Âdem'in, Hz. Musa'ya galebesi Hz. Musa'nın onu kınamaya hakkı olmaması noktasındadır. Çünkü hiç kimsenin bir rabb tavrıyla diğer bir kulu günahından dolayı kınamaya hakkı yoktur. Bu hakk Allah'a aiddir".
Aliyyu'l-Kâri'ye göre "Hz. Adem'in galip geldiği nokta Allah'ın ezeli ilminin şaşmayacağı noktasıdır"[Bk. Aliyy-ül Karî. Mirkatul-Mefâtîh, I, 125.]
Binâenaleyh her ne kadar insanlar, kaderlerini göstererek Allah'a karşı kendilerini savunamazlarsa da insanların birbirlerini Allah'a karşı olan günahından dolayı muahezeye de hakları yoktur.
Bu bakımdan; "kulların günahına bir rabb bakışıyla bakmayınız, ancak onlara bir kul tavrıyla bakınız" buyurulmuştur.[Bk. Hattabî. Meâlimu’s-Sünen, V, 78.]
Ayrıca Âdem (a.s.)'ın bu münakaşada haklı olmasının bir yönü de Musa (a.s.)'ırı O'nu Allah tarafından affedilmiş olan bir günahından dolayı hesaba çekmiş olmasıdır. Elbette Allah'ın affettiği bir günahtan dolayı, bir kulu hesaba çekmeye ya da kınamaya kimsenin hakkı ve saîahiyyeti yoktur.
Günah işleyenler Kaderi Delil Gösterebilirler mi?
Günah işleyip, mağfirete mazhar olmamış kimselere gelince, ilim adamları icma ile şunu belirtmişlerdir: Böyle bir kimsenin Adem (a.s.)'ın gösterdiği delil gibi delil ileri sürerek: Allah bu işi hakkımda takdir ettiğine göre beni; adam öldürdüm, zina ettim yahut hırsızlık yaptım diye kınıyor musun? deyip Adem (a.s.)'ın delil ileri sürdüğü gibi delil getirmesi caiz değildir.
Yine ümmetin icma' ile kabul ettiğine göre iyilikte bulunan kimseyi iyiliği dolayısıyla öğmek, kötülükte bulunan kimseyi de kötülükleri dolayısıyla kınamak ve onun aleyhine olmak üzere günahlarını sayıp dökmek caizdir.
Sahihul Buharide bu konu şöyle geçmektedir:
İsyankar kimse, bu isyanın kendisi hakkında takdir edildiğini ileri sürecek olur ve kınanamayacağını söylerse şöyle denir: isyankar kişi ile Adem'in durumu arasında fark vardır. İsyankar kişi hala dünyadadır, hakkında kınama, cezalandırma gibi hükümler yürürlülüktedir. Gerek onun hakkında gerek başkası hakkında engelleme ve öğüt vermek söz konusudur. Oysa Adem ölmüştür ve dünyadan ayrılmıştır. isyanının engellenmesi imkansızdır. Kınanmasının da bir faydası yoktur. Aksine kınanınca eziyet edilmiş ve utandırılmış olur. Bu nedenle getirdiği delil onu haklı çıkarmıştır.
et-Tibi şöyle demektedir: Cebriye mezhebi asli anlamıyla kudreti Allah hakkında ispat, kul hakkında nefyeder. Mutezile ise tam aksinedir. İkisi de ifrat ve tefrite düşmüşlerdir. Bir ateş çukurunun kenarındadırlar. Dosdoğru olan yol ise orta yoldur.
Bu konuda İbn Teymiyye de şunu söylemiştir: Kader, ayıplarda değil, musibetlerde delil getirilir. (İbn Kayyım, Şifâu'1-Alîl, s. 185) Yani kul, kendisine isabet eden bir musibet neticesinde (meselâ) organlarından birini kaybetmek gibi bir arıza ile karşılaştığı zaman, kaderi delil getirerek, "benim yazgım bu" diyebilirse de, kendi iradesiyle şirk koşması, Allah'a isyan etmesi gibi hallerde kadere sığınamaz.
Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki; insanlar kaderlerini ileri sürerek kendilerinin Allah katında günahlarından sorumlu olmamaları gerektiğini iddia edemezler.
Ehl-i sünnet ulemasının görüşü budur.
Kaynak:Taha 120-122 Kurtubi tefsiri; Sahihul Buhari Kitabul Kader 2154; Suneni Ebu Davud Sunne bahsi 4702
"Adem ile Musa birbirleriyle tartıştılar. Musa: Ey Adem, dedi. Sen bizim atamızsın, fakat bizi hüsrana uğrattın, bizi cennetten çıkarttın.
Bunun üzerine Adem: Ey Musa dedi. Aziz ve celil olan Allah kelamı ile seni seçti ve eli ile sana (Tevrat'ı) yazdı. Ey Musa, sen beni Yüce Allah'ın benim hakkımda, beni yaratmadan kırk yıl öncesinden takdir etmiş bulunduğu bir iş dolayısıyla mı kınıyorsun? Böylece Adem getirdiği delille Musa'yı yenik düşürmüş oldu. (Peygamber -s.a.v.- bu sözünü) üç defa tekrar etti." el-Mühelleb dedi ki: Hz. Peygamber'in: "Adem getirdiği delille Musa'yı yenik düşürmüş oldu" ifadesi delil ile onu yendi, demektir.
el-Leys b. Sa'd dedi ki: Bu kıssadan Adem'in Musa (ikisine de selam olsun) ya karşı getirmiş olduğu delilin sağlıklı oluş sebebi, Yüce Allah'ın Adem'e günahını bağışlamış olması ve tevbesini kabul etmiş olmasıdır. Musa (as)ın Yüce Allah'ın kendisine bağışlamış olduğu bir günahı dolayısıyla onu ayıplamaması gerekirdi. Bundan dolayıdır ki Adem: Sen Allah'ın kendisine Tevrat'ı vermiş olduğu Musa'sın. O Tevrat'ta herşeye dair bir bilgi vardır. Sen orada Allah o masiyeti benim hakkımda takdir ettiğine dair ifadeyi de görmüşsün. Yine ondan dolayı tevbe etmeyi takdir ettiğini de. Böylelikle benden kınamayı kaldırmış oluyordu. Şimdi Allah beni kınamazken sen mi beni kınıyorsun! dedi.
Nitekim İbn Ömer de: Osman Uhud günü kaçtı, diyen kişiye benzer bir ifadeyle delil getirmiş ve şöyle demişti: Osman'ın bir günahı yoktur. Çünkü Yüce Allah: "Andolsun Allah onları affetmiştir." (Al-i İmran, 155) diye buyurmuştur.
Şöyle de denilmiştir: Adem (as) bir babadır. Bir başkası dahi olsaydı ve bundan ötürü o başkasını ayıplamak bile ona karşı gösterilmesi gereken hürmete aykırı olurdu. Çünkü şanı Yüce Allah kafir olan anne-baba hakkında bile: "Dünyada onlarla güzel bir şekilde geçin." (Lukman, 15) diye buyurmaktadır. İşte bundan dolayı İbrahim (as), kafir olan babası kendisine:
"Eğer vazgeçmezsen seni mutlaka taşlarım. Bir süre benden uzaklaş, yanımdan git!" (Meryem, 46) dediğinde o: ''Dedi ki: Selam olsun sana." (Meryem, 47) Ya Rabbi tarafından seçilmiş, tevbesi kabul olunmuş ve hidayete iletilmiş bir peygamber olan bir babaya karşı nasıl davranmak gerekir?
Sahihul Buharide ayni konu hakkinda şunlar söylenmektedir: Adem'in bu münazarada galip gelmesi iki yönden olmuştur:
Birincisi: Hakkında takdir edilenden dolayı hiç kimsenin bir başkasını kınamaya hakkı yoktur. Bu kınama ancak Allah'ın izniyle olur, yani kınayan Allah olur. Musa kendisine izin verilmeden kınadığı için Adem de kaderi öne sürerek Musa ile münazara yapmış ve onu susturmuştur.
İkincisi: Adem'in fiilinde hem kader hem kesp vardır. Tevbe, ameli (kesbedileni) silmiştir. Allah onun tevbesini kabul etmiş geriye sadece kaderi sebebiyle işlediği kalmıştır. Kaderden dolayı da insan kınanamaz. Çünkü kader Allah'ın fiilidir. Allah, yaptığı bir şeyden dolayı sorguya çekilemez.
Üçüncüsü: İbn Abdilber şöyle demiştir: Bana göre bu durum Adem'e hastır.
Çünkü bu münazara Allah Adem'in tevbesini kabul ettikten sonra gerçekleşmiştir. Nitekim ayette şöyle buyrulmaktadır: "Derken Adem Rabbinden bazı kelimeler belleyip aldı ve bu kelimeleri tekrarladı, pişmanlık duyduğunu ifade edip Rabbinden af ve mağfiret dileyerek eksiksiz bir tevbe ile tevbe etti. Allah da tevbesini kabul buyurdular. Aynı şekilde eğer Musa adam öldürmüş, zina yapmış ya da hırsızlık yapmış olsaydı Adem'in bunları hoş görmemesi güzel olurdu: Bunlar• Allah'ın ilminde önceden vardı, beni yaratmadan önce bunları takdir etmişti. Senin beni kınamaya hakkın yoktur. Ümmet bu gibi amelleri işleyenlerin kınanmasının caiz olacağı konusunda icma etmiştir. Hatta devamlı itaat edeni övmek nasıl müstehap ise, bu fiilleri işleyenleri kınamak da aynı şekilde müstehabır.
Dördüncüsü: Musa Adem'i öldükten sonra kınamıştır. Oysa kınama mükellefe mükellefiyet yurdunda olduğu sürece yöneltilir. Ahkam o zaman yürürlüktedir. İsyan eden kınanır, ona had, kısas ve diğer cezalar uygulanır. Ölülere sövmek ise yasaklanmıştır. "Ölülerinizi ancak hayırla anınız. " Onların ne olacağını ancak Allah bilir. Kendisine had uygulanan kişiye ikinci bir ceza verilmeyeceği nassla belirlenmiştir. Zina sebebiyle kendisine had uygulanan bir cariyenin kınanması yasaklanmıştır. Musa'nın Adem'i kınaması ise Adem'in mükellefiyet yurdundan irtihal etmesinden sonra olmuştur. Oysa Allah'ın onun tevbesini kabul ettiği nassla sabit olmuştur, artık kınanamayacağı ortadadır. Bu nedenle Adem kaderle ihticac etmiş, Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onun getirdiği delilin Musa'ya galip geldiğini belirtmiştir.
Buradaki cevapların en doğruları ikinci ve üçüncüsüdür. Bu iki cevap arasında çelişki yoktur, bir tek cevap halinde toplanabilider. Bu da tevbe edenin tevbekar olduğu konuda kınanamayacağıdır. Hele bir de ahirete intikal etmişse hiç kınanmamalıdır.
Nevevi de bu fikri benimseyerek şöyle demiştir: Adem'in Musa'ya söylediği söz, Ey Musa, sen de biliyorsun ki ben yaratılmadan önce bunlar benim hakkimda yazıldı. Bu nedenle gerçekleşmesi kaçınılmazdı. Ben ve tüm mahlukat bunlardan bir miskal ağırlığında bir şey değiştirmeye çalışsak bunu başaramazdık. Beni kınama. Kınamak aklı değil şer'ı nedenlerle olmalıdır. Allah benim tevbemi kabul etmiş, beni bağışlamıştır. Bu da kınama nedenini ortadan kaldırır. Beni kınayan şer'an mahcup olur.
Bu Konuda Suneni Ebu Davudda şunlar geçmektedir:
Hattâbî'ye göre "Hz. Âdem'in, Hz. Musa'ya galebesi Hz. Musa'nın onu kınamaya hakkı olmaması noktasındadır. Çünkü hiç kimsenin bir rabb tavrıyla diğer bir kulu günahından dolayı kınamaya hakkı yoktur. Bu hakk Allah'a aiddir".
Aliyyu'l-Kâri'ye göre "Hz. Adem'in galip geldiği nokta Allah'ın ezeli ilminin şaşmayacağı noktasıdır"[Bk. Aliyy-ül Karî. Mirkatul-Mefâtîh, I, 125.]
Binâenaleyh her ne kadar insanlar, kaderlerini göstererek Allah'a karşı kendilerini savunamazlarsa da insanların birbirlerini Allah'a karşı olan günahından dolayı muahezeye de hakları yoktur.
Bu bakımdan; "kulların günahına bir rabb bakışıyla bakmayınız, ancak onlara bir kul tavrıyla bakınız" buyurulmuştur.[Bk. Hattabî. Meâlimu’s-Sünen, V, 78.]
Ayrıca Âdem (a.s.)'ın bu münakaşada haklı olmasının bir yönü de Musa (a.s.)'ırı O'nu Allah tarafından affedilmiş olan bir günahından dolayı hesaba çekmiş olmasıdır. Elbette Allah'ın affettiği bir günahtan dolayı, bir kulu hesaba çekmeye ya da kınamaya kimsenin hakkı ve saîahiyyeti yoktur.
Günah işleyenler Kaderi Delil Gösterebilirler mi?
Günah işleyip, mağfirete mazhar olmamış kimselere gelince, ilim adamları icma ile şunu belirtmişlerdir: Böyle bir kimsenin Adem (a.s.)'ın gösterdiği delil gibi delil ileri sürerek: Allah bu işi hakkımda takdir ettiğine göre beni; adam öldürdüm, zina ettim yahut hırsızlık yaptım diye kınıyor musun? deyip Adem (a.s.)'ın delil ileri sürdüğü gibi delil getirmesi caiz değildir.
Yine ümmetin icma' ile kabul ettiğine göre iyilikte bulunan kimseyi iyiliği dolayısıyla öğmek, kötülükte bulunan kimseyi de kötülükleri dolayısıyla kınamak ve onun aleyhine olmak üzere günahlarını sayıp dökmek caizdir.
Sahihul Buharide bu konu şöyle geçmektedir:
İsyankar kimse, bu isyanın kendisi hakkında takdir edildiğini ileri sürecek olur ve kınanamayacağını söylerse şöyle denir: isyankar kişi ile Adem'in durumu arasında fark vardır. İsyankar kişi hala dünyadadır, hakkında kınama, cezalandırma gibi hükümler yürürlülüktedir. Gerek onun hakkında gerek başkası hakkında engelleme ve öğüt vermek söz konusudur. Oysa Adem ölmüştür ve dünyadan ayrılmıştır. isyanının engellenmesi imkansızdır. Kınanmasının da bir faydası yoktur. Aksine kınanınca eziyet edilmiş ve utandırılmış olur. Bu nedenle getirdiği delil onu haklı çıkarmıştır.
et-Tibi şöyle demektedir: Cebriye mezhebi asli anlamıyla kudreti Allah hakkında ispat, kul hakkında nefyeder. Mutezile ise tam aksinedir. İkisi de ifrat ve tefrite düşmüşlerdir. Bir ateş çukurunun kenarındadırlar. Dosdoğru olan yol ise orta yoldur.
Bu konuda İbn Teymiyye de şunu söylemiştir: Kader, ayıplarda değil, musibetlerde delil getirilir. (İbn Kayyım, Şifâu'1-Alîl, s. 185) Yani kul, kendisine isabet eden bir musibet neticesinde (meselâ) organlarından birini kaybetmek gibi bir arıza ile karşılaştığı zaman, kaderi delil getirerek, "benim yazgım bu" diyebilirse de, kendi iradesiyle şirk koşması, Allah'a isyan etmesi gibi hallerde kadere sığınamaz.
Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki; insanlar kaderlerini ileri sürerek kendilerinin Allah katında günahlarından sorumlu olmamaları gerektiğini iddia edemezler.
Ehl-i sünnet ulemasının görüşü budur.
Kaynak:Taha 120-122 Kurtubi tefsiri; Sahihul Buhari Kitabul Kader 2154; Suneni Ebu Davud Sunne bahsi 4702