Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Bana kafir dedi...

E Çevrimdışı

Ebu & Dücane

Misafir
Birşey sorucam.Şöyle dua etmekte bir sakınca görüyor musunuz? 'Ya Rabbi senin katında en kıymetli olan Nebin(sav) hakkı için,onun senin katındaki değeri hürmetine şu işimi hallet , (veya) beni affet''

kişiler değil,salih ameller,allahın isimleri,ve kişilerin duaları haricinde aracı kılma yada tevessül sünnette yok.Olmayan ve şirke girebilecek bir şey icat etmek sakıncalı.Çünkü her insanın kendi amelinden sorumlu olduğu ayet ve hadislerle sabittir.Bu halde iken kişilerin ne kadar ameli olduğu konusunda henüz mizan kurulmamışken,biz ne biliyoruz ki amel bakımından peygamberimizin Allah katındaki derecesi hakkında bir ölçü koyabiliyoruz ve onun üzerinden hacetimizin giderilmesini istiyoruz.Elbette peygamberimizin Allah katında değeri büyük,lakin o değer hakkında bizim ileri geri konuşarak onu aracı kılmak ondan hak talep etmek bizim hakkımız değil.O hak peygamberimize ait.Eğer onun Allah katındaki değeri hürmetine istediğin bir dua kabul edilmemiş olsaydı,yada hacetinizin yerine gelmediğinde,bu durumda peygamberimizin Allah katında değerinin olmadığı sonucuna mı varacaktınız.(haşa) İsteğinizin sizi nereye götüreceğini hiç düşündünüz mü?.Peygamberimiz zamanında hiç böyle başkasının amelleri ve allah katındaki değeri üzerinden bir hacet istenmiş midir.Allahın Alim sıfatına biz sahip değiliz.aşağıdaki linkte meşru tevessül konusu anlatılmıştır.

https://www.islam-tr.org/tasavvuf-v...z-muhammed-s-a-v-hatiri-ile-tevessulleri.html
 
A Çevrimdışı

Ahmed1

Üyeliği İptal Edildi
Banned
1- Âdem işlediği günahı işlediğinde başını semâya kaldırdı ve “(Allah’ım) Muhammed hakkı için beni bağışlamanı istiyorum”

أسألك بحق محمد إلا غفرت لي) dedi. Allah ona “Muhammed kimdir?” diye vahiyle sordu. Âdem “Beni yarattığın zaman başımı arşına

kaldırdığımda orada ‘Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed onun resûlüdür’ "لا إله إلا الله محمد رسول الله" yazılı olduğunu

gördüm. Bundan bildim ki, senin katında ismini ismin ile beraber yazdığın bu zâttan daha şerefi yüce kimse yoktur.” dedi.

Allah ona “Ey Âdem! O senin zürriyetinden gelecek peygamberlerin sonuncusudur. Eğer o olmasaydı seni yaratmazdım”

buyurdu.

(Ed-Dürrül Mensur c.1, s.142 ;Hâkim, el-Müstedrek, 2/615; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 5/488, 499; Tabarânî, el-Mu’cemü’s-Sağir, 2/82-83; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 8/253)

Hakim kendi rivayet ettikten sonra hadis için sahih demiştir.Bu hadis zayıf bile olsa ileride göreceğiniz bu hadisi

destekleyen sahih hadisler mevcuttur.


أتاني جبريل فقال: يا محمد! لولاك ما خلقت الجنة، ولولاك ما خلقت النار
الديلمي - عن ابن عباس

2-Deylemî, İbn Abbas (r.a.)’tan merfu hdis olarak şunu rivayet etmiştir:

"Cibril bana geldi ve dedi ki: Ya Muhammed! Sen olmasaydın cennet yaratılmazdı, sen olmasaydın nâr (cehennem)

yaratılmazdı."(Kenzu’l-Ummal, h. No:32025) Bu hadis yukarıdaki hadisin manasını desteklemektedir.

İbn Asâkir'in rivayetinde ise şöyle geçmektedir : 'Sen olmasaydın dünyayı yaratmazdım.' (El-Esrârul Merfuah,385)

Başka kaynaklarda geçen 'Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım' diye geçen rivayet hakkında Sağğâni uydurma

demiştir.Fakat hadisin manasının sahih olduğunu da belirtmiştir.(El-Esrârul Merfuah,385)


3-Hâkim ve Beyhaki’nin İbn Abbas’tan yaptığı rivayette : Yahudilerin “Ahir zamanda bize göndereceğini vaat ettiğin ümmî

peygamberin hürmetine bize yardım eyle” (اللهم إنا نستنصرك بحق النبي الأمي) diye duâ ediyorlardı.


4-Ebû Nuaym Delail-i Nübüvve adlı kitabında Ata, Dahhak tarikiyle İbn Abbas (ra)’dan şöyle rivayet etmiştir: “Benî

Kureyza ve Nadir Yahudileri Muhammed (asm) peygamber olarak gönderilmezden önce kafirlere karşı Allah’tan fetih

istiyorlar ve şöyle duâ ediyorlardı: “Allah’ım! Ümmî peygamber hürmetine senden düşmanlarımıza karşı bize yardım

etmeni istiyoruz. (اللهم إنا نستنصرك بحق النبي الأمي)”. Allah da onlara yardım ediyor ve muzaffer oluyorlardı. (Ed-Dürrül Mensur c.1,

s.216)


5-Ebû Ümame El-Bahili, “Resûlullah sabahladığı ve akşamladığı zaman şöyle duâ ederdi” diyerek uzun bir duâ zikreder.

Duânın sonunda yine “senden isteyenler hakkı için” ifadesi zikredilir. (Taberani, M. Kebir, c.8, s.264)

Benzer bir hadis İbn Merduye tarafından yine Ebû Said El-Hudri (ra)’dan rivayet edilmiştir: “Resûlullah (asm) namazını

bitirdiği zaman, Allah’ım! İsteyenlerin senin üzerindeki hakkı için istiyorum. Muhakkak ki isteyenlerin senin üzerinde

hakkı vardır.” (Eddürrül Mensur c.2, s.224)


5-Ebû Said El-Hudri (ra)’dan yapılan rivayetin bir kısmında Peygamberimiz (asm) “Kim evinden namaza çıktığında “Allah’ım

senden isteyenlerin hakkı için, bu yürüyüşüm hakkı için (اللهم إني أسألك بحق السائلين)… istiyorum derse…” denilmiştir.

(İbn Mace, c.1, s.256, Ahmed s.3, s.21, Müsned-i Ebûl Cad, 1-299, Musannef İbn Ebi Şeybe, 6-25)

6-Peygamber efendimiz(sav), 'Allahümme innî es’elüke bihakkıssâilîne aleyke : Ya Rabbi, senden isteyip de, verdiğin

kimselerin hatırı için, senden istiyorum, diye dua ediniz' buyururdu.(Sünen-i İbn Mace)

7-Peygamberimiz (asm)’ın annem dediği, Hz. Ali’nin annesi Fatıma binti Esed vefat ettiğinde onun için Allah’a duâ etmiş ve

duâsında “Peygamberin ve benden önceki peygamberler hakkı için (بحق نبيك والأنبياء الذين من قبلي)” demiştir.(Taberâni, Mu’cem-i Kebir, c.24, s.351, Mu’cem-i Evsat c.1, s.67)


8-Enes (ra) şöyle demiştir: Ömer b. Hattab (ra) kıtlık olduğu zaman Abbas b. Abdülmuttalip’i vesile ederek yağmur istedi ve

“Allah’ım! Biz sana Peygamberimiz (asm) ile tevessül eder ve sen de bize yağmur ihsan ederdin. (Şimdi) sana

Peygamberimizin amcasıyla tevessül ediyoruz. (نتوسل إليك بعم نبينا), bize yağmur ihsan eyle” dedi. Enes (ra) der ki; bu duânın

ardından Allah yağmur ihsan etti. (Buhari c.1, s.342, c.3, s.1360) (Bu hadis Beyhaki, İbn Huzeyme, Taberâni, İbn Hibban ve başkaları tarafından da rivayet edilmiş sahih bir hadistir.)

Hz. Ömer bu duâyı kalabalık bir cemaatin huzurunda yapmış ve hiçbir sahabe de onu ‘bidat’ ve ‘şirk’le itham etmemiştir.

Burada rivayetin (استسقى بالعباس) “Abbas’la yağmur istedi” ifadesini “Abbas’ın duâ etmesini istedi” şeklinde anlamak veya izah etmek Arapçayı bilmemekten kaynaklanan bir cehalettir.


9-Peygamberimizin amcası Ebû Talip, nübüvvetten önce yağmur duâsına Peygamberimizle çıkıp onu vesile yapmıştı. Daha

sonra müşriklere karşı peygamberimizi müdafaa ederken bir şiir söyleyerek onu methetmiş ve “Onun yüzü suyu

hürmetine bulutlardan yağmur istenir” (يستسقي الغمام بوجهه) demişti. Şiirin bu kısmını daha sonraları Hz. Aişe ve Hz. Ebû Bekir

(ra) çokça söylerlerdi. (Ahmed C.1, s.7, Musannef İbn Ebi Şeybe C.6, s.353, Bezzar C.1, s.128)


10-İbn Ömer (ra) de bu sözü çokça söylerdi. (Beyhaki Süneni Kübra 3-352) Hatta o şöyle demiştir: “Resûlullah’ın yüzüne baktığım zaman çoklukla şairin bu sözünü hatırlamışımdır.” (Buhari c.1, s.342)

11-Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadisi kudsîde şöyle buyurmuştur:

"ALLAH : "Seni kendi nurumdan, diğer şeyleri de senin nurundan yarattım."buyurdu."

(Îmân Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404; Aclûnî, Keşfü'l-

Hâfâ I-265/827)


12-Ebu Hureyre(ra) şöyle demiştir ; Seyyidul Enbiya (Peygamberlerin Efendisi) beş tanedir.Ve Muhammed sallallahu aleyhi

ve sellem de bu beşin seyyididir.(Bu beş Peygamber şu kişilerdir) ; Nuh,İbrahim,Musa,İsa,Muhammed (Salavatullahi ve

Selamuhu Aleyhim)

(Hâkim,El Müstedrek,no:4061)

13-Osman b. Huneyf (ra)’ten şöyle rivayet edilmiştir: Gözleri âmâ olan bir adam Peygamber (asm)’a gelerek “Allah’ın beni

afiyete kavuşturması (gözlerimin açılması) için duâ et!” dedi. Peygamber (asm) da “Eğer istersen duâ edeyim, eğer

istersen (sana yapacağım duâyı) tehir edeyim. Bu senin için daha hayırlıdır” dedi. Adam; “Duâ et!” dedi. Peygamber (asm)

ona güzelce abdest alıp, iki rekât namaz kılmasını ve şöyle duâ etmesini emretti: “Allah’ım! Senden istiyorum ve rahmet

peygamberi olan peygamberin Muhammed ile sana yöneliyorum. Ey Muhammed! Bu ihtiyacımın yerine getirilmesi için

senin ile Rabbime yöneldim. Allah’ım onun benim hakkımdaki şefaatini kabul eyle.” (Adam Peygamberimizin dediği gibi

yaptı ve gözleri açıldı.) (Ahmed c.4, s.138, Tirmizi c.5, s.569, İbn Mace c.1, s.441)

Ahmed b. Hanbel bu hadis için “İsnadı sahih ve râvileri sikadır” demiştir.


Peki bu kadar rivayeti bir kenara atmak doğru mudur?
 
A Çevrimdışı

Ahmed1

Üyeliği İptal Edildi
Banned
..yada peygamberden gelen yüzde yüz sahih hadislerle amel etmiyorsunuz..

Sahih hadis mi istiyorsun?

1-Hz.Ömer(ra)'ın “Allah’ım! Biz sana Peygamberimiz (asm) ile tevessül eder ve sen de bize yağmur ihsan ederdin. (Şimdi) sana Peygamberimizin amcasıyla tevessül ediyoruz. (نتوسل إليك بعم نبينا), bize yağmur ihsan eyle”duası için (bk.Buhari c.1, s.342, c.3, s.1360)

(Bu hadis Beyhaki, İbn Huzeyme, Taberâni, İbn Hibban ve başkaları tarafından da rivayet edilmiş sahih bir hadistir.)

Hz. Ömer bu duâyı kalabalık bir cemaatin huzurunda yapmış ve hiçbir sahabe de onu ‘bidat’ ve ‘şirk’le itham etmemiştir.

Burada rivayetin (استسقى بالعباس) “Abbas’la yağmur istedi” ifadesini “Abbas’ın duâ etmesini istedi” şeklinde anlamak veya izah etmek Arapçayı bilmemekten kaynaklanan bir cehalettir.

2-Gözleri âmâ olan adamın 'Allah’ım! Senden istiyorum ve rahmet peygamberi olan peygamberin Muhammed ile sana yöneliyorum. Ey Muhammed! Bu ihtiyacımın yerine getirilmesi için senin ile Rabbime yöneldim. Allah’ım onun benim hakkımdaki şefaatini kabul eyle' duası için (bk.Ahmed c.4, s.138, Tirmizi c.5, s.569, İbn Mace c.1, s.441)

Ahmed b. Hanbel bu hadis için “İsnadı sahih ve râvileri sikadır” demiştir.

3-Peygamberimizin amcası Ebû Talip, nübüvvetten önce yağmur duâsına Peygamberimizle çıkıp onu vesile yapmıştı. Daha

sonra müşriklere karşı peygamberimizi müdafaa ederken bir şiir söyleyerek onu methetmiş ve “Onun yüzü suyu

hürmetine bulutlardan yağmur istenir” (يستسقي الغمام بوجهه) demişti. Şiirin bu kısmını daha sonraları Hz. Aişe ve Hz. Ebû Bekir

(ra) çokça söylerlerdi. (Ahmed C.1, s.7, Musannef İbn Ebi Şeybe C.6, s.353, Bezzar C.1, s.128)

İbn Ömer (ra) de bu sözü çokça söylerdi. (Beyhaki Süneni Kübra 3-352) Hatta o şöyle demiştir: “Resûlullah’ın yüzüne baktığım zaman çoklukla şairin bu sözünü hatırlamışımdır.” (Buhari c.1, s.342)
 
E Çevrimdışı

Ebu & Dücane

Misafir
Allah’ın Kulları Üzerine Hakkı

TEVHİD ve KISIMLARI

Hamd, Alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. Salâtü Selâm, enbiyâların sonuncusu Resulullah’ın, Ehlinin, Sahabesinin ve de kıyamete kadar, onları dost edinenlerin üzerine olsun.
İlimlerin en hayırlı ve üstün olanı Tevhid ilmi olduğu gibi; bu ilmin berraklığını gideren şüphe ve bid’atları temizlemek için Hak Ehlinin verdiği mücadele de cihatların en üstünüdür. Gafletin hüküm sürdüğü dönemlerde berrak İslâm akidesinden uzak bir takım ilim ve fikir adamlarının
yönetimleri ele almalarıyla ümmet çöküşe sürüklenmiştir. .
Batılın süsüne dalan, onun inanç sisteminin öncülüğünü yapan bu insanlara karşı gerçekleri savunmak İslam Ehlinin, özellikle de Ehli Sünnet ve’l Cemaat’in “Emri bi’l ma’ruf Nehy’i ani’lmünker” (iyiliği emretmek, kötülükten nehyetme) kılıcını kuşanmasını bir zorunluluk haline getirmiştir.
Kitap ve Sünneti bilen her Muvahhid bilir ki, ümmetin eski gücüne, izzetine ve de üstünlüğüne kavuşmasının tek yolu; bu kaynakları bulandıran batıl inançları, hurafe ve bidatları yok etmekten geçer. O halde İslam akidesinde yeri olmayan bu yanlış inançları beyan etmek Müslümanlar için bir görevdir.
İşte bu noktayı esas alarak dini yalnız Allah’a has kılmak ve İslamı kaynaklarıyla bilmenin ehemmiyetinin şuuru içinde Allah’tan kabul etmesini niyaz ederek elinizdeki bu risaleyi sizlerin istifadesine sunmuş bulunuyoruz. Şüphesiz tevfik Allah’tandır.
«Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım» (Zariyat, 56)
Yalnızca Allah’a kulluk etmek, ibadete sadece O’nu layık görmek. İşte bu, Nû’h Aleyhisselıam’dan, Nebîmiz Muhammed (S.A.V.)’
e kadar gelen tüm enbiyâların Tevhid anlayışıdır.
Tevhid, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat akidesinin en önemli noktası olduğundan, eksiksiz olarak bilinmesi gerekir. Böylece ifade ettiği anlam kısımlarını da kuşatır, lafız ve mâna bir bütün teşkil eder. Bu da şu iki kurala uygun olmalıdır;
(1) Tevhid’in nazari kavramlarını delilleriyle, Allah’ın Kitabı ve
Rasûlü (S.A.V.)’in sünnetinden ve de sahih aklî hareketle idrak edilmesi.
(2) Bunun Allah kullarının amellerinde, belirgin bir şekilde ortaya çıkması için hayata uygulanması.
Tevhid, nazari kavramları bakımından; İsim ve Sıfat, Uluhiyet ve de Rububiyet Tevhidi olmak üzere üç kısma ayrılır.
RUBUBİYET TEVHİDİ
Allah’ın “Rabb” ismi celîline nisbettir. Rububiyet kelimesi lügat itibariyle, terbiye edici, yardımcı, mâlik, islah eden
, efendi, vali gibi anlamlara gelmektedir. Terim itibariyle de, Allah’ın insanları yarattığına, onlara rızık verdiğine, diriltip öldürdüğüne, Allah’ın kazâ, kaderine ve de zatında vahdâniyetine, birliğine iman etmektir.
Bunun delillerinden bazıları ise şu ayetlerde görüldüğü gibidir:
«Hamd Alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur»
«Yaratma ve emir O’nun değil midir?»
«Yeryüzünde olan her şeyi sizin için yarattı»
«Şüphesiz ki Allah rızkı verendir. Kuvvet sahibidir, Metîn’dir»
İkram sahibi olan Allah’ın Rububiyetinde şüphe edecek cahillere şunu söyleyebiliriz; îzan sahibi bir insan tesirsiz hiçbir şeyin, hiçbir fiilin kendiliğinden oluşumunu ve de
bir yaratıcı olmadan mahlukatın varlığını da kabul etmez. Bir iğne gördüğümüzde nasıl onu bir vücuda getiren olduğunu bir sanatkârın onu yaptığını anlıyorsak, bu muazzam ve akıllara durgunluk veren kainatın kendiliğinden olduğunu asla düşünemeyiz. Bir yaratıcı olmadan böyle bir düzenin olması mümkün değildir. Ayrıca böylesi bir evreni yaratan, onu terbiye edenVarlığın elbette kusursuz, yegâne hüküm ve hikmet sahibi olması gerektir. Şayet O da mahluk olsaydı yaratıcısına ihtiyaç duyardı ki bu acziyettir, âciz olanın da böylesi bir kainatı yarattığı iddiası kesinlikle tasdik edilesi bir gerçek değildir. Tüm noksanlıklardan uzak olan Allah, şüphesiz yüceler yücesidir.
«Allah’ın Rububiyetinin delilleri saymakla bitmez, Onlar, yaratan olmaksızın mı yaratıldılar yoksa
yaratanlar kendileri midir?» (Tur,35)
Mekke müşrikleri bu tevhidi kabul etmişlerdi. Yahudiler, Hıristiyanlar ve benzeri diğer kavimler de aynı tevhidi ikrar ediyorlardı. Bu tevhidi eskiden Dehriler ile çağımızda Ateistlerden başka hiç kimse inkar etmemiştir. Bu Kur’ân’da, «Onlara (müşriklere) “gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorarsan kesinlikle, “Allah” derler» (Lokman, 25) şeklinde yer alır.
è
Müşrikler, Allah’ın Rabb oluşunu kabul ediyorlar ancak ibadette, medet ummada, sevgide, itaatte tapındıkları ilahlarını, Allah katında onların birer şefaatçileri olduklarını iddia ederek ortak koşuyor, böylece onları Allah’a denk tutuyorlardı. Her şeyin yaratıcısı olarak Allah’a inanmalarına rağmen müşrik olma sıfatları kendilerinden kalkmıyordu!
«Onlar, Allah’
ı bırakarak, kendilerine fayda da zarar da veremeyen putlara taparlar, “Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir” derler. De ki: “Göklerde ve yerde, Allah’ın bilmediği bir şeyi mi O’na haber veriyorsunuz?” Allah, onların ortak koşmalarından münezzeh ve yücedir» (Yunus,18)
Tevhid’in bu kısmı insanı İslam’a dahil etmediği gibi kanını, malını ma’sum kılıp onu cehennem azabından da kurtarmaz. O ki insan, Tevhide bir bütün olarak sarılsın!..
ULUHİYET TEVHİDİ
Uluhiyet, “ilah” kökünden türemiş bir kelimedir. Kendisine itaat edilen Ma’bud anlamındadır. “İlah” kelimesi Allah hakkında kullanılabilir, «Allah, O’ndan başka ilah olmayan, Hayy (diri), Kayyûm’dur (yarattıklarını her an gözetendir)» (A’li imran, 2)
Terim anlamıyla Uluhiyet; namaz, oruç, zekat, hac ve kurbanda, duâda, adakta, korkuda, ümit ve sevgide, ibadet ve itaatte sadece Allah’ı birlemek, bu ibadetleri yalnız O’nun için yapmaktır. Bunu yapan mü’minler, sadece Allah’a itaat etmek ve O’nun rızasını kazanmak için yaparlar.
Bu tevhidin gerçekleşmesinde gerekli iki unsur vardır,
(1) İbadetleri kullardan herhangi birine değil, yalnız Allah’a has kılmalı, Allah’a mahsus olan isim ve sıfatları kullara izafet etmemelidir. Mü’min yalnız Allah’a ibadet eder.
Allah’tan başkası için asla namaz kılmaz, secde etmez, yalvarıp yakarmaz. Allah’tan başkasıyla yemin etmez, adakta bulunmaz ve Allah’tan başkasına tevekkül etmez.
(2) İbadetin, Allah’ın emirlerine itaate sevketmesi, yasaklarından alıkoyması ve Nebi’si (S.A.V.)’in Sünneti’ne uygun olması gerekir. Tevhid-i Uluhiyetin zorunlu kıldığı en önemli unsur, insanın tam anlamıyla Kitap ve Sünnete teslim olmasıdır. İşte Kelime-i Tevhid’in; anlamı budur.
Allah’a ibadet; itaat ve emirlerine boyun eğmekle olur. Bu da Lâ ilâhe ill’allah kelimesinin gerçekleşmesidir. Allah Rasûlü’ne uymak, O’nun emir ve yasaklarına itaat etmek, Muhammed (S.A.V.)’in Allah’ın Rasûlü olduğunu gerçekten kabul etmiş olmaktır. Bu iki temel husus Müslümanın ancak kendisiyle kurtuluşa ereceği bir esastır. Müslümana vacip olan, hükümde Allah
ve Rasülü’nden başkasına baş vurmamak ve başkasının hükmüne razı olmamaktır.
«Emrolunduğun gibi, dosdoğru ol!»
(Hud,112) Allah azze ve celle, Rasulüne istikamet üzere olmasını emretmiştir. Bu da ancak Kitap ve Sünnet doğrultusunda amel etmekle mümkündür. Kur’an ve Sünnetin dışındaki yollar sapıklığa götüren yollardır. Sonunda da cehennem ateşi vardır. (Allah korusun)
“Tevhid-i Ulûhiııet”i destekleyen hususlar
F
İhlas: Kulun tüm sözlerinde zahir ve batın amellerinde tek dileğinin Allah’ın rızası olup başkasına önem vermemesi, makam mevkii hırsı olmadan ve insanların övgüsünü göze almadan kulluk etmesidir. Şirk, ihlasa aykırıdır. Kalpte riyânın olması için, ihlassız olmak yeter. Riyâ, amelde Allah’tan başkasının beğenisini kazanma isteğidir ki, bu da küçük şirkdir!
FTevekkül:
Kökü, “vekâlet”tir. Her şeyde vekile itimat edip güvenme anlamına gelir. Allah’a tevekkülün gerçek anlamda tahakkuk ede bilmesi için, önce Allah’tan başkasının; tağutun tümden inkar edilmesi ve Allah’ın emrettiği vesilelere yapışılması gerekir Bundan dolayı, tevekkül için; sebepleri inkar ederek amel etmek” denilir. (Sebepleri devre dışı bırakmamak ancak onlara da değil Allah’a güvenmek).
FMuhabbet:
Allah sevgisi, uluhiyet tevhidinin gerektirdiği en önemli hususlardan olup onun özel bir makamıdır. Sahibine müjdeler olsun!
FHavf ve recâ:
Korku ve Ümit, tevhidin temel esaslarındandır. Müslümana farz olan, başkasından değil yalnız Allah’tan korkmasıdır.
Korkunun yeri kalptir ancak izleri insanın davranışlarında ortaya çıkar, Mü’min korku içerisinde olduğu sürece hayırdadır. Korkusu gidince sapıtır ve şaşkınlığa düşer. Allah’tan başkasından korkmak, rezilliklerin en alçağıdır. İnsanın fitneye düşmesi, ihlasına halel gelmesi gibi hallerde bu korku düşer.
F
Sabır: Sürekli türlü belalara maruz olması hasebiyle sabır, önemli esaslardan sayılır. Sabrın; öfkede, itaatte, günahtan kaçınmada ve de Allah’ın takdirinde olmak üzere bazı türleri vardır.
Müslümanın sabrından dolayı kendisine hayırlı bir karşılık, bir çıkış yolunun olduğuna inanması, başına gelen belaları hafif görmesi gerekir. Zira bazı musibetler diğerlerinden daha ağırdırlar.
F
Şükür ve Hamd: İmanın, yarısı şükür, yarısı da sabırdır şeklinde bir tanım vardır. Şüphesiz kul, her zaman Rabbini hamdetmelidir. Şükür de Allah nimetlerinin kulun dilinde, eserinin ikrarıdır. Hamd hem nimet, hem de musibet için; şükürse yalnız nimete yapılır.
F
Allah için öfkelenmek ve O’nun için kıskanmak: Müslüman nasıl Rabbi rızası için severse öfkelenmesini de O’nun rızası için kılar. O’nun hudutları çiğnendiği zaman kesinlikle hiddetlenir. Kıskanma hakkında ise, Rasûlullah (S.A.V.)“Allah kıskanır, Mü’min de kıskanır. Allah’ın kıskanması, haram kıldığı şeyleri kulun yapmasıdır” buyurmuştur (Buhari, Müslim) .
Kulun Rabbi için kıskanması şunları gerektirir;
*
Söz ve fiillerini Rabbinden başkası için yapmaması,
*Allah’a, sâ’yu tâat’ten hâlî (tâatsiz) geçen zamanları kıskanması. Çünkü Müslüman için vakit çok kıymetlidir her ânı değerlendirilmelidir,
*Allah’ın yasaklarına düştüğü veya O’nun hakkını edâ etmede ihmalkâr davrandığı zamanlara müte’essif olur, üzülür ve pişmanlık duyar.
FDuâ:
Duâyı tamamıyla Allah’a mahsus kılmalıdır. Duâ, kulun dünya ve ahiret işlerinde Rabbinden kendisine yardımcı olmasını dilemesidir. Duânın çok önemi ve anlamı vardır: Allah’a muhtaç olduğunu açığa vurmak, güç kuvvet ve tasarruftan acziyetini ikrar ederek nefsini soyutlayıp bu yüceliği Allah’a vermektir. Duâ kulluğun ve insan olarak zayıflığımızın alâmetidir. Duâda Allah’a övgü ve O’nu, ziyade Kerem sahibi görme vardır.
F
İstiğâse: Yardım, kurtuluş ve belaların giderilmesini dilemektir. Bu ise Allah’a mahsus olduğundan O’ndan başkası için olmaması gerekir.
İstiğase biri haram diğeri meşru olmak üzere iki kısımdır,
*Meşrû (Mubah) İstiğâse: Kulların güçlerinin yettiği, suda boğulmak üzere olan kimsenin yardım istemesi gibi bir durumda onlardan yardım istemektir. Bunun meşruluğunda ise şüphe yoktur.
*Haram İstiğâse: Kulun gücünün üstünde olan bir şeyi, ondan dilemektir. Bu, hiç bir kula izafetinin câiz olmadığı, yalnız Allah mahsus bir haktır. Ölülerden yardım dilemek bu ölüler kim olurlarsa olsunlar, (hem konu, hem de içerik olarak) haramdır.
F
Şefaât: Şefaat, mağfiret talep eden kişinin, şefaatçinin duası ile ihtiyacını Allah’a arz etmesidir.
Yine bu da ikiye ayrılır,
*Şer’an sahih olan şefaat: Allah’ın izniyle gerçekleşecek şefaâttir. O’nun izni olmadan asla gerçekleşmez.
*Şirk olan şefaat: Kim olursa olsun, ölülerden şefaat dilemek, medet ummak buna örnektir. Çünkü ölülerden şefaat bekleyenler, ölülerin bir şeye güçlerinin yeteceğine inanan kimselerdir ki bu kesinlikle caiz değildir. Onlardan şefaat dileyenler adak ve kurban gibi amellerle onlara yakınlaşmayı hedeflerler. (Allah korusun)
FTevessül:
Allah’tan, bir vesile edinerek şefaât istemek; dinî veya dünyevî ihtiyacının giderilmesini talep ve niyaz etmektir. Kul, edindiği vesileyle Allah’a yakın olmayı umar, O’ndan ihtiyacını gidermesini ister.
Kur’ân ve Sünnette sabit olan sahih tevessül: kulun yalnız Allah’ın rızasını gözeterek yaptığı salih ameller, hayatta olan salih bir kuldan kendisi için duâda bulunmasını talep etmesi gibi vesileler edinmek suretiyledir. Öte yandan; [“...falan’ın hürmetine”, “...filan’ın himmetiyle” gibi] kim olursa olsun şahısların zatlarıyla, makamlarla, mevkilerle vesile edinmek şeklindeki tevessül
ise, ne Allah’ın Kitabı’nda ne de Rasûlü’nün Sünneti’nde yeri olmayan birer bidattırlar ki, bunlardan sakınmak farzdır.
FYemin:
Kendisine yemin edilenin yüceltilmesidir. Tâzim (yüceltme) ise bir tür ibadettir. İbadet de ancak Allah’a yapılır. Allah’tan başkası adına yemin etmek şirktir, kendisine yemin edilen şeyi Allah’a eş tutmaktır. Bu da tevhid akidesine zarar verir. Allah Rasulü (S.A.V.) “Kim Allah’tan gayrısıyla yeminde bulunursa, şirk koşmuş (Allah’a eş tutmuş)tur” buyurmuşlardır (Sahihtir, Ebu Davud).
FBesmele:
Her söz ve işe Allah’ın adı ile başlamaktır. Allah’tan başkasının adıyla başlamak caiz olmadığı gibi, “Allah ve halk adına” demek gibi O’nun adıyla beraber başkalarının da adını anmak caiz değildir.
FNezir (Adak):
Müslümanın aslında kendisine vacip olmayan bir ameli, Allah rızası için yapmayı kendisine vacip kılmasıdır. Nezrin Allah’tan başkası için yapılması da; bir ibadet olduğu için câiz değildir. Daha önce geçtiği gibi Allah’tan başkasına hiçbir zaman ibadet edilmez:
èUluhiyet tevhidi, Allah azze ve celle’nin
tebliği için Peygamberler gönderdiği, Kitaplar indirdiği, uğruna Cennet ve Cehennemi yarattığı, yine bunun için cihadın meşru kılınıp muvahhidlerle müşrikler arasında savaşlar verilen tevhidin en üstün mertebesidir. Bu tevhid akidesine sahip olmadan ölenler; müşrik olarak hayatlarını noktalayarak ebedi Cehennemi seçmek suretiyle hüsrana uğrayacak, dünya hayatları boşa gidecek kimselerdir! (Allah korusun!)
Özetle:
Müslümanın, izzeti; ibadet ve sevgisini başkasına değil yalnız Allah’a mahsus kılarak araması, Allah korkusunu tüm korkulara tercih etmesi, mutlak surette itaata layık Allah’tan başka kimseyi tanımaması ve sözünde, duâsında, nezrinde, yemininde kısaca tüm ibadetlerinde hiç bir şeyi O’na eş koşmadan, hakimiyeti yalnızAllah’a vererek dosdoğru bir kul olmak Uluhiyet tevhidinin kapsadığı hususlar arasında yer alır! (Allah bizleri buna muvaffak kılsın)
İSİM VE SIFAT TEVHİDİ
Allah’ın İsim ve sıfatlarını konu eden
tevhidin , bu kısmının özü, Allah azze ve celle’nin Kur’ân ve Sünnette bildirilen isim ve sıfatlarının tümünü olduğu gibi ispat ve ikrar etmektir.
Bu konuda Selef’i Salihin’in, sahabe ve tâbiin’in dayandığı esas; Allah
azze ve celle’nin Kur’ân’da bildirdiği ve Rasûlullah (S.A.V.)’in sünnetinde yer alan sahih delillerden öğrendiğimiz, tüm isim ve sıfatları: iptal (tâ’til), kullarınkine benzetme (teşbih), kullarınkiyle bir görme (tecsim), değiştirme (te’vil)yapmaksızın bildirildiği gibi ikrar etmek şeklindedir.
«O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O Semî (işiten) ve Basîr (gören)’dir» (Şurâ,11
)
«Benzeri hiçbir şey yoktur» ayeti, Allah’ın sıfatlarının mislinden söz etmek isteyen ve O’na bir keyfiyyet biçmek isteyen (Müşebbihe, Mücessime vs. gibi)’lere bir reddiyedir. “O Semî (çok işiten) ve Basîr (gören)’dir» ayetin bu kısmı ise, Allah’ın sıfatlarını iptal, tevil ve tahrif eden
(Muattile, Cehmiye, Mutezile vs. gibi)’lere bir cevaptır. Selef-i Salihîn (Allah’ın rahmeti üzerlerine olsun) şeriatın naslarıyla sabit olanı ayrıntılarıyla kabul eder ve kabul etmediğini de genel olarak ayrıntılarına girmeden reddederdiler.
Onlar, Allah hakkında duymak ve görmeyi ispat ederlerken, kullara benzetmeyi de (teşbih) O’nun mukaddes kemaline aykırı olduğu için toptan reddettiler. Görülüyor ki, Selefin yolu iki batıl (te’vil ve tâ’til) arasındaki tek hak yoldur. Bunlardan biri Allah’ın sıfatlarını kullarınkine benzetiyor (teşbih, tecsim), diğeri de bu sıfatları yok kabul ederek iptal (ta’til, te’vil )’e kaçıyor.
«Allah’ı gereği ve lâyıkı vechiyle takdir etmediler...» (Zümer, 67)
Sıfaları kullarınkine benzeten (Müşebbihe, Mücessime vb.): puta; sıfatları iptal eden (Muattile, Cehmiye vb.) de yokluğa/adem’e kulluk etmektedirler. İsim ve sıfatları Kur’ân ve Sünnet’te yer aldığı şekliyle kabul eden (Ehli Sünnet Ve’l-cemaat) ise, gökler
in ve yerin ilahı olan Allah’a kulluk etmektedir.
İsim ve sıfat tevhidi şu esaslar üzerine bina edilir,
*Allah azze ve celle’nin isim ve sıfatları, naslar (Kur’ân’ı Kerimden ayetler, Sünnetten sahih hadisi şerifler)’le belirtilmiştir.
*Allah’ın isim ve sıfatlarında teşbihten kaçınmalı, bunlara olduğu gibi inanıp kullarınkine benzetmeyi kesin olarak inkar etmeliyiz.
*Allah’ın sıfatlarının keyfiyetini (nasıllığını) araştırmaktan kesinlikle sakınmalıyız.
«O, kulların yapmakta oldukları ve önceden yaptıklarını bilir. (O’na hiçbir şey gizli kalmaz) O’nun dilemesi hariç, insanlar O’nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler» (Bakara, 255).
Allah’ın isim ve sıfatlarının anlamı, sözlük anlamıyla hepimizce bilinen bir gerçektir. Ancak gerçeği Allah
azze ve celle kendi katında bir ilim olarak saklı tutmuştur. Allah bize isim ve sıfatlarını bildirmiş, fakat bunun keyfiyetini (nasıllığını) haber vermemiştir.
İmam Mâlik Radıyallahu anhu zamanındaki ve de kendinden önceki tüm ilim ehli gibi «Rahman Arş’a istivâ etti»
(Tâhâ, 5) ayetinden sorulduğunda: “İstivâ bilinir (malum); nasıllığı bizce bilinmez (keyfiyeti meçhul); buna iman etmek vacip; hakkında soru sormak ta, bidattır” yanıtını vererek bu konudaki Ehl’i Sünnet Ve’l-cemaat akidesini bizlere bildirmiştir. Tevfik Allah’tandır.
Sahabe ve Tâbün’in metodunun özünde te’vilden kaçınmak vardır. Çünkü te’vil bir sıfatı iptal edip yerine başka bir sıfatı kabul etmektir, bir tahriftir.
Kitap ve Sünnette bildirilen isim ve sıfatları Cehmiyye ve Mu’tezile iptal ve te’vile gitmişlerdir; “Yed”i “nimet”, “istivâ”yı “istita” (Güç kullanıp hükmü dışında olmayan bir şeyi sonradan hükmüne geçirmek için kullanılır) şeklinde tahrif yaparak Ebu Hanife, İmam Şâfî, İmam Mâlik, İmam Ahmed’in de (Radıyallahu Anhum) içlerinde bulunduğu Se
lefi Salihin’in yolunu terk etmişlerdir.
Onlar bu ve benzeri dalâlet ehli felsefecilerin te’villerinden uzak durmuşlardır. Biz de Sahabe ve tâbîinin itikad ettikleri gibi itikad ederiz. Çünkü onlar, nübüvvet çağına bizden daha yakın olmaları nedeniyle, diğerlerinden daha çok bilgili ve anlayışlıdırlar. Nehir, kaynağına yaklaştıkça daha duru ve berrak akar!
Onların; teşbih, tâ’til, tecsim ve te’vil’i reddetmesinin nedeni Rasulullah (S.A.V.)’den öyle öğrenmeleridir!
è
İşte bunun için, İmam Ebu Hanife, İmam Şâfî, İmam Mâlik, İmam Ahmed, Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesâi, Ebu Davud, Sevrî, Süfyan İbn Uyeyne ve İbni Huzeyme vb. gibi ümmetin ulemâsı bu akideyi korumaya ömürlerini verdiler ve İslâmı, O’nun akide yapısını günümüze kadar aynı saflıkta ulaştırdılar. Dini cahillerin elinde bir oyuncak olmaktan kurtardılar (Allah hepsinden razı olsun).
“Sallallahu alâ Muhammedin ve alâ âlihi ve Sahbihi ecmâîn”
VE’L-HAMDÜ LİLAHİ RABBİ’L ALEMİN
 
L Çevrimdışı

lafons7275

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Havf ve recâ:

Korku ve Ümit, tevhidin temel esaslarındandır. Müslümana farz olan, başkasından değil yalnız Allah’tan korkmasıdır.
Korkunun yeri kalptir ancak izleri insanın davranışlarında ortaya çıkar, Mü’min korku içerisinde olduğu sürece hayırdadır. Korkusu gidince sapıtır ve şaşkınlığa düşer. Allah’tan başkasından korkmak, rezilliklerin en alçağıdır. İnsanın fitneye düşmesi, ihlasına halel gelmesi gibi hallerde bu korku düşer.





Mûsâ: “Yok, (önce) siz atın” dedi. Bir de ne görsün, onların ipleri ve değnekleri yaptıkları sihirden dolayı kendisine hızla sürünür gibi görünüyor.

Bunun üzerine Mûsâ, içinde bir korku hissetti.

Şöyle dedik: “Korkma (ey Mûsâ!). Çünkü, sensin en üstün olan.” ( Taha 66,67,68 )
 
A Çevrimdışı

Ahmed1

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Peygamberimiz (asm)’ın annem dediği, Hz. Ali’nin annesi Fatıma binti Esed vefat ettiğinde onun için Allah’a duâ etmiş ve

duâsında “Peygamberin ve benden önceki peygamberler hakkı için (بحق نبيك والأنبياء الذين من قبلي)” demiştir.(Taberâni, Mu’cem-i Kebir, c.24, s.351, Mu’cem-i Evsat c.1, s.67)

-Peygamberimiz(sav) bunu derken diğer Peygamberler hayatta mıydı ?
 
A Çevrimdışı

Ahmed1

Üyeliği İptal Edildi
Banned
1-Peygamberimiz (asm)’ın annem dediği, Hz. Ali’nin annesi Fatıma binti Esed vefat ettiğinde onun için Allah’a duâ etmiş ve

duâsında “Peygamberin ve benden önceki peygamberler hakkı için (بحق نبيك والأنبياء الذين من قبلي)” demiştir.(Taberâni, Mu’cem-i Kebir, c.24, s.351, Mu’cem-i Evsat c.1, s.67)

-Peygamberimiz(sav) bunu derken diğer Peygamberler hayatta mıydı ?

2-Hafiz Ebu Bekir el-Beyhakî, Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiş*tir: "Hz. Ömer, zamanında Müslümanlar kıtlığa maruz kaldılar. Ada*mın biri, Peygamber (s.a.v.)'m mezarının yanına gelip:
- Ya Rasûlallah! Ümmetine yağmur vermesini Allah'tan iste. Çün*kü helak oldular,dedi.
Daha sonra Rasûlullah, o adamın rüyasına girip şöyle dedi:
- Ömer'e git, ona benden selam söyle ve kendilerine yağmur yağdı*rılacağım haber ver ve ona de ki: "Ey Ömer, aklım basma al, aklını başı*na al" .(El-Bidaye Ve'n-Nihaye,Cilt:7)

3-Seyf b.Ömer, Abdurrahman b. Kab b. Malik'in şöyle dediğini riva*yet etmiştir:
"Kıtlık, hicri onyedinci senenin sonu ile hicri onsekizinci senenin başında oldu. Medinelilerle Medine çevresindeki insanlar açlığa maruz kaldılar. Bu yüzden birçok insan öldü. Öyle ki vahşi hayvanlar, Medi*ne'ye gelip insanlara sığınıyorlardı. İnsanlar ve Hz. Ömer, bu durumda diğer şehirlerle ilişkileri kesilmiş, âdeta mahsur bir halde iken Bilal b. Haris el-Müzenî gelip Hz. Ömer'le görüşmek için izin istedi. Huzura ka*bul edilen Bilal b. Haris:
- Ben, Rasûlullah'm sana gönderdiği bir elçiyim. Rasûlullah, sana diyor ki: "Ben seninle sözleşmiş idim. Sen sözünde duran, ahitlerini ye*rine getiren bir kişisin." dedi. Hz. Ömer, ona:
- Sen bu rüyayı ne zaman gördün, diye sorunca adam: —Dün gece gördüm, diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer, in*sanlara namaz için camide toplanmaları duyurusunu yaptırdı...(El-Bidaye Ve'n-Nihaye,Cilt:7)

4-Seyf b. Ömer, Asım b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Bir seferinde Müzeyne kabilesinden bir kadın eşine şöyle dedi:
- Helak olduk. Bize hiç olmazsa bir koyun kesiver, deyince kocası Bilal, ona:
- Bu koyunlarda yenecek birşey kalmadı ki, diye cevap verdiyse de hanımı ısrar edince o da kalkıp koyunu kesmek zorunda kaldı. Derisi*nin altında sade ve kırmızı renkli bir kemik görünce :
- Ah ya Muhammed! diye seslendi. Gece olunca rüyasında Rasûlullah (s.a.v.)'ı gördü. Rasûlullah (s.a.v.), onun yanına gelerek:
- Yağmurun yağacağını sana müjdeliyorum. Ömer'in yanına git, benden ona selam söyle ve kendisine:"Ben seninle sözleştim. Sen, sö*zünde duran ve ahitlerini yerine getiren bir kişisin. Aklını başına al ey Ömer, de." dedi. (El-Bidaye Ve'n-Nihaye,Cilt:7)

Evet bu hadislere ne cevabın var.Diyordun ki Peygamberimiz öldükten sonra da vesile yapılmaz...Ne oldu şimdi?
 
A Çevrimdışı

Ahmed1

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Ben sana Buhariden sahih hadis söyledim sen de bana 'Allahın Resulunu vesile ederek dua etmek şirktir' anlamında bir hadis söyle bakayım ? Söyleyemezsin.Bu konuyu mutlak surette kabul etmeniz gerekiyor.En azından böyle yapanlara şirke giriyorsunuz diyorsanız.Bunu demeyi de tamamen bırakmalısınız.Ben hiçbir cemaatten değilim,hiçbir yere bağlı değilim.Fakat göz göre göre bu sahih hadisleri bir kenara atmam.Ki Hz.Ömer vesile ederek Allahtan yağmur istemiş bunu ebediyyen inkar edemezsiniz.Şunu da söyliyeyim ki müslümanlara kafir veya müşrik demeyin.Kimseyi tekfir etmeyin.Biz herşeyden önce müslümanız.Araştırıp,okumalı daima ilim öğrenmeli ama ilimde tevazu göstermeliyiz.Siz böyle yaparken kafir boş durmuyor.Bu gibi konuları bırakarak kardeşlik duygularını pekiştirecek şeyler yapmanızı öneriyorum.
 
A Çevrimdışı

Ahmed1

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Muhammed o hadisi çarpıtma...İnkar edemiyorsunuz artık çarpıtmaya başlıyorsunuz.

Hafiz Ebu Bekir el-Beyhakî, Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiş*tir: "Hz. Ömer, zamanında Müslümanlar kıtlığa maruz kaldılar. Ada*mın biri, Peygamber (s.a.v.)'m mezarının yanına gelip:
- Ya Rasûlallah! Ümmetine yağmur vermesini Allah'tan iste. Çün*kü helak oldular,dedi.
Daha sonra Rasûlullah, o adamın rüyasına girip şöyle dedi:
- Ömer'e git, ona benden selam söyle ve kendilerine yağmur yağdı*rılacağım haber ver ve ona de ki: "Ey Ömer, aklım basma al, aklını başı*na al" .(El-Bidaye Ve'n-Nihaye,Cilt:7)

3-Seyf b.Ömer, Abdurrahman b. Kab b. Malik'in şöyle dediğini riva*yet etmiştir:
"Kıtlık, hicri onyedinci senenin sonu ile hicri onsekizinci senenin başında oldu. Medinelilerle Medine çevresindeki insanlar açlığa maruz kaldılar. Bu yüzden birçok insan öldü. Öyle ki vahşi hayvanlar, Medi*ne'ye gelip insanlara sığınıyorlardı. İnsanlar ve Hz. Ömer, bu durumda diğer şehirlerle ilişkileri kesilmiş, âdeta mahsur bir halde iken Bilal b. Haris el-Müzenî gelip Hz. Ömer'le görüşmek için izin istedi. Huzura ka*bul edilen Bilal b. Haris:
- Ben, Rasûlullah'm sana gönderdiği bir elçiyim. Rasûlullah, sana diyor ki: "Ben seninle sözleşmiş idim. Sen sözünde duran, ahitlerini ye*rine getiren bir kişisin." dedi. Hz. Ömer, ona:
- Sen bu rüyayı ne zaman gördün, diye sorunca adam: —Dün gece gördüm, diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer, in*sanlara namaz için camide toplanmaları duyurusunu yaptırdı...(El-Bidaye Ve'n-Nihaye,Cilt:7)

4-Seyf b. Ömer, Asım b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Bir seferinde Müzeyne kabilesinden bir kadın eşine şöyle dedi:
- Helak olduk. Bize hiç olmazsa bir koyun kesiver, deyince kocası Bilal, ona:
- Bu koyunlarda yenecek birşey kalmadı ki, diye cevap verdiyse de hanımı ısrar edince o da kalkıp koyunu kesmek zorunda kaldı. Derisi*nin altında sade ve kırmızı renkli bir kemik görünce :
- Ah ya Muhammed! diye seslendi. Gece olunca rüyasında Rasûlullah (s.a.v.)'ı gördü. Rasûlullah (s.a.v.), onun yanına gelerek:
- Yağmurun yağacağını sana müjdeliyorum. Ömer'in yanına git, benden ona selam söyle ve kendisine:"Ben seninle sözleştim. Sen, sö*zünde duran ve ahitlerini yerine getiren bir kişisin. Aklını başına al ey Ömer, de." dedi. (El-Bidaye Ve'n-Nihaye,Cilt:7)
 
A Çevrimdışı

Ahmed1

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Peygamberimiz (asm)’ın annem dediği, Hz. Ali’nin annesi Fatıma binti Esed vefat ettiğinde onun için Allah’a duâ etmiş ve

duâsında “Peygamberin ve benden önceki peygamberler hakkı için (بحق نبيك والأنبياء الذين من قبلي)” demiştir.(Taberâni, Mu’cem-i Kebir, c.24, s.351, Mu’cem-i Evsat c.1, s.67)

Bu hadisi çarptırma lütfen.Hadis açıkça ortada.Sen bana bu hadislerin zıddı ile ilgili bir hadis söyleyemedin.Ben hepsini söylediğim halde inkar etmesende hadisin manası başka diyorsun hala...

El-Bidaye hadis kitabı değil dedin.Hadis kitabı olması hadis kitaplarından hadis nakletmeyeceği anlamına gelmez.

Hz. Ömer'in hilâfeti devrinde Mâlik b. Iyâz(ed-dâr) Rasulûllâh'ın (sav) kabrine gelmiş ve "Ya Rasulûllâh (sav) ümmetin mahvoluyor, onlar için Allah'tan yağmur iste" demiştir.
Bu hadîsi Beyhakî, Sûbkî, Buhâri (Tarih'inde) İbn Ebî Heyseme, İbn Ebî Şeybe rivâyet etmişlerdir.
 
E Çevrimdışı

ebu ûmeyr

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Ahmed 1 senin hadis diye yazdıkların tarih kitaplarında geçen olaylardır.çoğu zayıf ve bir kaçı uydurmadır. Sahih olanlar ise sena reddiye babındadır buhari dadisi gibi..kusura bakma siteye genelde telefondan girdiğimden dolayı konuları detaylı olarak yazamıyorum. Ama arama yaparsan yazdıklarınla ilgili sitede tatmin edici cevaplar bulacaksın......Nefislerinizi temize çıkarmak için kur an dan ve sünnetten delil getirmeyin.Nefislerinizi kur ana ve sünnete götürün..Mewdudi
 
A Çevrimdışı

Ahmed1

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Ayrıca Hâfız ibni Kesîr (Rahimehullâh)ın naklettiğine göre Yemame vakasında Müslümanların şiârı (nişanı): «يَا مُحَمَّدَاهْ» “Ey Muhammed yetiş!” sözleriydi. (el-Bidâye ve’n-Nîhaye, 6/324)

Buhârî’nin rivayetine göre Abdurrahmân ibni Sa‛d (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatıyor: “Bir kere Abdullah ibni Ömer (Radıyallâhu Anhümâ)nın ayağı uyuştu, o zaman bir adam ona: ‘En sevdiğin insanı an’ dedi. O da: ‘Yâ Muhammed!’ deyince bağlardan kurtulmuş gibi rahatladı.” (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no:993, sh:262)

Bu şekilde değişik bir rivayet de imam Mücahid (Radıyallâhu Anh) vasıtasıy¬la, İbni Abbas (Radıyallâhu Anhümâ)dan nakledilmiştir.

Peygamberimiz(sav) : 'Senin peygamberin ve benden evvel geçen nebilerin hakkı için Esed kızı Fâtıma annemi affet.na hüccetini telkin et (meleklere vereceği cevabı öğret), gireceği yeri genişlet' diye dua etmiştir.(Taberanî, el-Mu‛cemü’l-Kebîr, no:871, 24/351; Evsat, no:191, 1/152)
 
M Çevrimdışı

morueqq

لا إله إلا الله
İslam-TR Üyesi
bu getirdiğin delilleri soru cevap bölümüne açıp yaz inşaAllah işin ehli sana cevap versin bu nakillerin çoğunu forukda gördüm hem lafız olarak farklıydı hem de zayıf ya da uydurma senedinde kopukluk vardı...şu an için selef imamlarının nakillerini aklıma getirdiğimde en az olarak birisinin hakkı için... şeklinde dua etmeyi imam ebu hanife mekruh olarak görüyor bu bildiğim en hafif görüş diğer türlü yetiş ya muhammed diyerek ondan yardım istemek(medet ummak,duayı ona etmek) ise şirktir hiç ihtilaf yok
 
A Çevrimdışı

Ahmed1

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Ben sadece (İçinde sahih hadisler olmakla beraber) hadisleri gösterdim ki Böyle yapanlara şirke giriyorsunuz diyorsanız.Bunu demeyi de tamamen bırakmalısınız.Tekfirci hastalığı çok yaygın bu dönemde.Ben bu konuları açmasam bile sitenizde gördüğüm kadarıyla sürekli , insanlara kafir,müşrik deniliyor.Bunun yapılmasını tamamen yanlış buluyorum.Kafir demek o kadar kolay mı ? İnsanları kafir deyip düşman edinmek birşey kazandırmaz.Asıl bizi birbirimize düşürmeye çalışan kafirlerle uğraşmamız lazım.

Müslüman Müslümana lanet okumaz,onu tekfir etmez,ona sırt çevirmez...
 
M Çevrimdışı

morueqq

لا إله إلا الله
İslam-TR Üyesi
insanların birleşmesi gereken yer tevhiddir...Tevhidi bozan amelleri işleyen bir insanla kişi nasıl dostluk kurabilir ve ona buğzetmez bunun şirk olduğu durumlarda elbette hak ile batılı ayırmak gerekir yetiş ya gavs diyen ve onların evrende tasarruf sahibi olduğuna inanan bir insanla ben hiç bir noktada birleşemem ta ki bu amelinden vazgeçene kadar...
tekfir dediğin gibi aşırı şekilde ilimsizce kullanılabiliyor ama bunun şer'i bir hüküm olduğunu inkar edilemez ihtilaflı konularda ihtiyatlı davranmak gerekir mesela birinin hakkı için ... diye dua eden kişi tekfir edilmez ayrıca meseleyi iyi bilmek gerek yani şer'i delilleri kişinin durumunu vs. ama yetiş ya gavs diyerek duayı ona etmek ve yalnızca Allahîn sahip olduğu özellikleri vermek onu kafir eder eğer müslümansa,hüküm konusunda ve Allah'ın kitabında açıkça bildirdiği meselelerde o kategoriye girenler örn. tağutlar, onların tekfirinde hiç bir sakınca yok bunu zaten Allah istiyor -bakara 256-
 
M Çevrimdışı

morueqq

لا إله إلا الله
İslam-TR Üyesi
bu tekfir konusu genelde selef menhecinde olanlara nisbet edilse de bunu sofileri tanıyan herkes bilir ki onların şeyhlerinin bir sözüne karşı olana görüşlerini benimsemeyen ve islamda yeri olmadığını söyleyenlere direk kafir diyorlar ve sövüyorlar bunu çok defa gördüm malesef
 
farkındayız Çevrimdışı

farkındayız

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
Birşey sorucam.Şöyle dua etmekte bir sakınca görüyor musunuz? 'Ya Rabbi senin katında en kıymetli olan Nebin(sav) hakkı için,onun senin katındaki değeri hürmetine şu işimi hallet , (veya) beni affet''

Neden ALLAH swt nin merhametini, vs tum sifatlarini oncelik alan duamiz olmuyor da , illa araya bir vesile ihtiyacimiz oluyor. Araya duanin kabul edecegini zannettigimiz bir hatirli kisiye ihtiyac duyuyoruz. Hatirli kisinin Torpilinin pedsinde miyiz . Torpilimiz ALLAH in merhametinden daha mi buyuk. ALLAH swt duamizi kabul etmeyecek olsa torpilimiz olunca kabul mu edecek. Torpilimizin merhameti ALLAHswt ninkinden daha mi buyuk.

Birakin hadisi , oyle hatalara dusulebilir ki bu hassas konuda , Kuranda gecen dualarla bile gunaha dusebilir insan. KURANda gecen bir duayi edip , sonra da kenara cekilip; "hadi bakalim . Ben duami ettim.nasilsa ALlah da bu duami kabul edecek." demek bile tek basina tehlikeli degilmi.

Birakin tefsiri Kurani kerimin mealini bile okuyunca bunca sorunun cevabini bulabilir insan. Haa yok kardesim birisi okuyup benim anlayacagim halde kitaplar yazmis diye kolayciliga kacilirsa , o zamsn da seytan vesveselere bogar insani.

Kurani hic okumamis bile olsa bir insanin zorda kaldiginda 2 insan tipi soyleyeyim.
1-samimi sekilde Sadece yardimi ondan bilerek Allaha derdini arzederek o an icinden gecen cumlelerle samimi sekilde , ortak kosmadan yardim istemesi
2-kurani hadisi ezbere bilen , duasini sadece hz muhammed in seffati ile eden , duasinin nasilsa kabul edilecegini zanneden birisi.......


AllahSwt ona imanimizda zihnimizin bize kurdugu tuzaklardan bizi korusun. (Bu yazdigim son cumle bile 2 sekilde anlasilabilir mesela. Turkce kuralina gore emir kipinde bu cumle. Ama ben bunu yazarken dusundugum emir kipi hali degil, umit etme, merhametine siginmak seklinde idi)


Oyle keskin ve tehlikeli konularda dolasiyorsunuz ki. Once birseye inaniyor sonra da bunun mesnetini ariyorsunuz kuran da , hadiste.


Fatiha suresinin tefsirini okuyun . O bile kafi bircok sualin cevabina
 
K Çevrimdışı

Kuşçu

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
Şefaat meselesi şudur aslında:

İnsanlar kazanacaklarını kazanmış allah ödülleri zaten önceden belirlemiştir. O esnada kişiyeödülünü taksim etmek için birilerini vesile ediyordur.

Mesela düşünün siz altın örüncek ödüllerine layık görülmüşsünüz. O esnada falanca kişiye ödülünü vermek üzere atıyorum Hakan Şükür'ü sahneye davet ediyorum. Dersunucu. İşte şefaat böyle bir şeydir.

Şefaatte iki kural vardır: birincisi izin, ikincisi rızadır.

1. Allah dilediği kimseye izin verir. Bunların en önde geleni peygamber a.s'dir.

2. Rıza olayıdır. Velevki allah bir kimseden razı olmasa şefaat verenin allahın üzerinde haşa zorlayıcı gücü yoktur. Allah o kişiden razı omadı mı o kişiye de şefaat edilmez yani.
 
L Çevrimdışı

lafons7275

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
İbni Abbas radıyallahu anhümâ, “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim” demiştir: “Hangi müslümanın cenâzesinde Allah’a şirk koşmamış kırk kişi hazır bulunup namazını kılarsa, Allah, onların ölü hakkındaki şefaatini mutlaka kabul eder.” Müslim, Cenâiz 59
 
L Çevrimdışı

lafons7275

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Übey İbni Kâ’b radıyallahu şöyle dedi: Gecenin üçte biri geçince, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem uyanıp kalktı ve şöyle buyurdu: “İnsanlar! Allah’ı zikredin! Yeri yerinden oynatan birinci sûr üflenecek. Arkasından ikincisi gelecek. Ölüm bütün şiddetiyle gelip çatacak. Ölüm bütün şiddetiyle gelip çatacak.” Übey diyor ki, Hz. Peygamber’e: - Yâ Resûlallah! Ben sana çok salavât-i şerîfe getiriyorum. Acaba bunu ne kadar yapmam gerekir? diye sordum. - “Dilediğin kadar”, buyurdu. - Dualarımın dörtte birini salavât-i şerîfeye ayırsam uygun olur mu? diye sordum. - “Dilediğin kadarını ayır. Ama daha fazla zaman ayırırsan senin için iyi olur”, buyurdu. - Öyleyse duamın yarısını salavât-i şerîfeye ayırayım, dedim. - “Dilediğin kadar yap. Ama daha fazla zaman ayırırsan senin için hayırlı olur”, buyurdu. Ben yine: - Şu halde üçte ikisi yeter mi? diye sordum. - “İstediğin kadar. Ama artırırsan senin için hayırlı olur”, buyurdu. - Öyleyse duaya ayırdığım zamanın hepsinde sana salavât-ı şerîfe getirsem nasıl olur? deyince: - “O takdirde Allah bütün sıkıntılarını giderir ve günahlarını bağışlar” buyurdu. Tirmizî, Kıyamet 23
 
Üst Ana Sayfa Alt