S.A kardeşler Ubeydullah Arslan ın oy vermek hakkında açıkladığı bilgiler sizinle paylaşmak istedim bu konuda yorumlarınızı öğrenebilirmiyim acaba ?
Hamd Allah'a salât ve selam Resule, ashabına olsun.
Bundan bir ay önce bana böyle bir soru sorulmuş cevap vermiştim, bu konu hakkında verdiğim cevaptan dolayı, bazıları verdiğim cevabı alaya alarak, küçümseyerek, talebelerimi üzerime kışkırtarak tepki oluşturmaya çalıştılar. Hamd olsun talebelerim usul ve fıkıh ilkelerini aldılar, okudular, bu yüzden de delille amel etmektedirler, fakat bu konuyu öğrenmek ve okumak isteyen siteden GAVAİDUL FIKHIYYE adlı çalışmayı okuyabilirler, bu kimselerin cemaatime ve şahsıma karşı yakışmayacak sözler söylediğini işittim, hakkım helal olsun, önemli değil, inşallah bazı meseleleri ölçülü tartışmak iyidir, bizler haktan sapmaktan, müslümana zulmetmekden, ona haksız yakıştırmalardan korkmaktayız. Allah elimizin ve dilimizin fitnesinden muhafaza etsin.
Değerli kardeşlerim,
selef her zaman nassın gölgesinde iman ve amel eder, nassların dairesinde yenilikçidir, çokça okuyandır, detaylı araştırandır, donuk ve kişisel bir düşünce taşımaz, alimler arası içtihadi meselelerde keskin karar vermez, âlimlerin sözlerine ve fetvalarına müracaat eder, onların ilmine ve engin düşüncelerine müracaat eder, yıllarca dayatılmış delile dayanmayan bazı fikirleri yeniden nassların ışığında gözden geçirme boyutunda azimlidir.
Bilinmeli ki,
"Demokrasi İslamın onaylamadığı bir düzendir, kim demokrasiyi tek hak düzen, en layık sistem, hayata en uygun nizam olarak görürse dinden çıkar, zira bu Allah'ın hâkimiyetini reddetmektir, fakat Demokrasiden faydalanmak konusuna gelince ihtilaf edilmiştir, faydalanmak ayrı şey onu kabullenmek ayrı şeydir.
Günümüzde bazı Müslümanlar geçiş sürecinde, demokrasiyi araç olarak
görmektedir. Bu görüşü benimseyen kimseyi, demokrasiyi kabullendi, onayladı, diyerek suçlamak, dinden çıkartmak, küfre sokmak, sahih değildir. Bu yolu siz istemeye bilirsiniz, fakat onun tercihini küfre götüren sebep olarak görmek, size haklı bir gerekçe taşımaz.
Benim âcizane bildiğim, okuduğum, dünya üzerinde tanıdığım âlimler arasında, Seçimlerde Müslüman şahıslara/liderlere oy vermek konusunda iki görüş bulunmaktadır.
1.Görüş, Müslüman bir kimsenin ıslah etmek amaçlı Meclise girmesini kabul edenler, caiz olduğuna inananlar.
Bu âlimler Selef olsun halef olsun bir hayli fazladır, Selefi Müslümanlar nezdinde, Büyük Âlimlerden Abdurrahman Sadi, Muhaddis Nasiruddin Elbani, Fakih İbn Baz, Alleme İbn Useymin, Şeyh Abdurrahman ibn Mahmud(İbn Teymiyye ve İbn Kayyım'ın eserlerini en iyi tahlil eden alim), Çad alimlerinden Hasan ed-Dud Şankıtı, Büyük İslam Alim ve Davetçi Muhammed Salih el-Muneccid, Kuveytli Alim Abdurrahman Abdulhalık(konuyla alakalı Meşruiyetu'd Duhuli ile'l Mecelisi' Teşriiyyeti adlı değerli bir eseri de bulunmaktadır), Şeyh kadı Abdurrezzak el-Hafifi, Şeyh Abdurahman el-Gadyan, Allame Yusuf el-Karadavi, Şeyh Muhammed el-Gazali, Şeyh Semir Murad, İhvanul Muslimin Hareketine müntesip âlimler ve düşünürler ve daha birçok kişi (Türkiye'den Ebu Said Yarbuzi ve Prof. Hayrettin Karaman gibi meşhur ilim ehli de bu görüştedir.);
şerri kaldırma, hayrı hâkim kılma, zulmü def etme, adaleti tesis etme, haksızlıklara dur deme, halkı ve beldeyi ıslah etme, Müslümanların halk nezdinde kaybolan dürüst imajını yeniden takdim etme ve ileriye doğru adımlar ve hamleler atma şuuruyla ve maksatlarla
parlamentoya girmek için aday olunabileceğini, meclise de bu sebeple girilebileceğine inanmışlar ve bunun caiz olduğunu söylemişlerdir. İslam dünyasının birçok beldelerinde müslüman âlimler ve düşünürler, bu meselenin
içtihadi bir mesele
olduğunu söylemektedir. Bu alimler, seçimlere katılmanın demokrasiyi seçmek/onaylamak/kabullenmek olmadığını, bunun zalim, azgın, islam düşmanı bir asi lider yerine, daha hayırlı, daha adil, daha dürüst kişinin seçilmesi olduğunu kabul ederler.(üstelik bu kimse ben müslümanım diyor, namaz kılıyor, eşinin başını örtüyor, oruç tutuyor, islama ve ehline muhabbet gösteriyor, çalınmış hakları yeniden gündeme getirerek hakları savunuyor-(başörtüsü-özel mescid-özel vakıf-dernek-araştırma merkezi gibi..) ve müslüman lider imajından dolayı gururlanıyorsa, v.s……bu kimseye oy vermenin küfür olduğunu söylememektedirler. Bu konuda oy vermenin içtihadi mesele olduğunu hatırlatmaktadırlar.
Şeyh Muhaddis Allame Elbani (r.h.) Laiklerin ve İslamcıların katılacağı Cezayir seçimleri hakkında kendisine sorulan bir soruya, "Cezayirli islamcıları seçiniz" cevabını vermiştir. Yine Şeyh İbn Useymin(r.h.) kendisine sorulan bu konuyla alakalı soruya " Laiklere ve Fasıklara idareceliği mi terk edeceksiniz demiş İslah için meclise girmeyi doğrulamıştır.
(Bkz; Abdurahman bin Abdulhalık, Meşruiyetu'd Duhuli ile'l Mecelisi' Teşriiyyeti)
Bu görüş ehlinin delilleri şunlardır,
1-Kâfir Kralın egemenliği altında, Maliye bakanlığı yapan Yusuf(a.s.) ekonomiyi kendi istediği gibi yönlendirirken, değiştirmeye güç yetiremediği diğer kanunlarda gayri islamın kanunlara istemeyerek de olsa uymuş, islamla mutabık olmayan kanunlara sessiz kalmış, bu durum vahiyle sakıncalı görülmemiştir. Peki nasıl olurda bir Peygamber bazı hallerde islamın kanununa uyarken, bazı hallerde de batıl kanunlara sessiz kalır ? bu durum neden kuranda tenkid edilmez, o zaman bu hal kınanmamayı gerektiren bir haldir diye inanmaktadırlar.
2-Kuranın da bidirdiği gibi, İslam tarihine bakarsak Ehl-i Kitap ve Mekke Müşrikleri arasında bir savaş olmuştur, Peygamber ve ashabı daha az düşmanlık gösteren, müslümanlara karşı savaşmayan ehl-i Kitap'ın kazanmasını arzu etmişdi, çünkü müşrikler daha büyük düşmandı, Peki Peygamberin ve ashabının bu arzuları onların şirkini-küfrünü-batıl yollarını onaylamak anlamına mı gelmektedir, bilakis düşman içinde en az zarar vereni tercih etmek anlamına gelmektedir. Alimler küfrü şiddetli olanla küfrü az olan arasında bile tercih yapılacağını nakletmektedir, bu durumda müslüman bir kimsenin zalim kimselere nispeten seçilmelesinin hiçbir sakıncası yoktur diyerek inanmaktadırlar, lütfen bu konuyla alakalı Rum suresinin başından itibaren tefsirlere bakınız,
3-Mekke'de 13 yıl boyunca kalan Peygamber Kabenin önünde 360 adet putu görüyor, bun rağmen ibadet ediyor, onları yıkmayı düşünmüyor, haline güçlenerek sabrediyordu, bu durum onun güçsüzlüğünden dolayı yaşanmaktaydı, aynı durum Taif dönüşünde Kafirlerden yardım alarak Mekke'ye girmesinde de gerçekleşmişti, Yine Peygamber Hudeybiye önünde Allah'ın verdiği Peygamberlik görevini, anlaşma metninden silerek ortaya koymuştur, bu durum onun kafire razı olduğunu mu ispat eder ? dinde taviz verdiğini mi belirler ? denmektedir, bilakis müslümanların maslahatı gereği bunu yapmıştır, O halde, bazı hallerde güç yetmezse islama ters şeylere istemeyerek sessiz kalınır, düşmanın zayıflaması beklenir, güç yettiği oranda da hayırlı adımlarla değişime gidilir denilmiştir.
4-Necaşi Habeşistan Kralı olarak, Müslümanlığını gizlemiş, İslamın kanunlarını uygulayamamış, ölünce de Peygamber onun Müslümanlığına hükmetmiş, cenaze namazını kılmıştır. Oysa O, hiçbir İslami kuralı hem devlet bazında hem kendi hayatında bunu uygulayamamıştı, çünkü kral olsa bile buna güç yetirememişti. Fakat, tevhid kelimesini söylemiş olması müslümanlığına zarar vermemiştir, bu yüzden de müslüman kimliğiyle islam tarihinde sevilmiş, adaletiyle övülmüş, Müslümanlara sunduğu adaletiyle timsal olmuştur." Mademki kişi islamın kanunlarını reddetmiyorsa ve gücü de onu uygulamada yeterli değilse, bu durumda dinden çıkartılması, kafir olarak isimlendirilmesi doğru değildir diye inanmaktadırlar.
5- İslam dini maslahatı elde etmek ve zararı def etmek, üst üste gelen iki maslahatın en yararlı olanını seçmek, mefsedeler üst üste gelirse de iki mefsededen en az mefsede’yi almak üzerine kurulmuştur, Bunlar Şeriatta Fıkhın İlkeleridir, İslam hukuku müslümana en yararlı olanını emreder.
İki hayrı bir arada tutmak mümkün değilse de, en üstününü tutmak gerektiğini emreder. Eğer iki şerri def etmek mümkün değilse de gücümüz yeten en az şerri kabul etmek gerekir.
Allah, dinde müslümana zorluklar dilememiş, ona en kolay yolu göstermiştir, yine şu da şeri bir ilkedir, Maksad/Gaye/Hedef vacipse vesile de vaciptir, Maksad haramsa vesile de haramdır, Diyelim ki maksadımız zülüm altında bulunan bir İslam beldesinin kurtarılmasıysa, cihad vaciptir, cihad burada maksaddır, maksadın hükmü vacipse, bu durumda ona giden-ona hizmet eden-onun yolunu açan meşru her şey vacip hükmünü alır, yani ata binme, koşu, ilim meclisleri, dershaneler, medreseler…..gibi meseleler. Allah kuluna gücünün yettiğini yüklememiş, güç yetiremediğinde, gücü oranında yapmasını istemiştir, bu hususta Rasulullah sünnetiyle örnek olmuş, zorlukların kolaylıkla aşılmasını sağlamıştır.
Tüm bu bilgiler ışığında bugün kâfir ve islam düşmanı bir şahıs veya topluluklar geleceğine, müslüman kimseler idareciler/yöneticiler olarak gelse, bu durum maslahat, zaruret, ihtiyaç, adalet açısından daha iyidir denilmiştir.
Bu maddeler ilmi deliller ışığında çıkartılmış, hepsi de kuran ve sünnet nasslarına mutabıktır.
6-Bu görüş mensubu müslümanlar, İslami yapılı partilere oy vermeyi asıl değil, ruhsat görmektedir, islamın önünü açabileceklerine inanmaktadır, ben oyumu vermezsem dinime düşman olanlar gelecektir, hamd olsun bunlar islama düşman olmadıkları gibi islamı yaşamaya gayret etmektedirler, güçleri yettikçe de müslümana hayır sağmaktadırlar, maslahatımız İslami ağırlıklı kimseleri başa getirmeyi daha uygun göstermektedir diyerek yaklaşmaktadır. Bu yüzden de dinde müslümanlara karşı savaşmayan, yurtlarından ve mescidlerinden çıkartmayan, dinin değerlerine karşı düşmanlık ederek sövmeyen, islama ve ehline zararlı olmak amaçlı planlar kurmayan kimselere karşı iyilikte ve adaletli davranmakta sakınca yoktur demektedirler ve şu delilleri referans almaktadırlar,
"Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah adalet yapanları sever."
"Allah, ancak din konusunda sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkaranları ve sürülüp-çıkarılmanız için arka çıkanları dost (veli) edinmenizden sakındırır. Kim onları dost edinirse, artık onlar zalimlerin ta kendileridir."
(Mümtehine,8-9)
Bu yaklaşımların yabana atılır olmadığını düşünmelidir. Sonra böyle bir kimse hakkında kâfir demek büyük bir vehim, yanılgı, tehlikelidir.
7-Yine bu müslümanlar, Türkiye'de yaşanılan bir takım yüzyılın değişimlerini(Ergenekon Terör Örgütünü çökertme v.b.) daha kalıcı ve daha kararlı adımlarla devam ettirmek, kanlı ve gaddar darbecileri ve elebaşlarını susturmak, müslüman nesilleri ve geleceği onların tuzaklarından korumak, yarın daha rahat bir ortam oluşturmak amacıyla Ak Partiye veya Saadet Partisine oy vermenin büyük bir fırsat olduğuna inanmaktalar, birilerinin intikam hırsıyla yeniden adım atabilirler korkusunu derinden taşımaktadırlar. Allah bu korkuyu taşıyan kimselere zorluk diler mi ? Din daha zalim ve fasıklara idari-yönetme hakkını bunlara teslim etmeyi emreder mi ? Dinin amacı, nesli-aklı-dini-malı-canı-müslüman beldelerini kafirin küfründen, zalimin zülmünden, fasıkın fuskundan korumak değil midir diye sormaktadırlar, hakikatte ilimle uğraşanların bu sorulara sessiz kalması biraz zor olsa gerek.
8-Bu müslüman liderlerin(Geçmişte Erbakanı'ın, şimdi de Erdoğan'ın) halka dönük hayırlı çalışmaları islamı da güçlendirmekte, müslüman milletin yeniden özüne dönmesine vesile olmakta, bu yüzden hayırlı -olumlu -kararlı ve korkusuz icraatlarının güzelliği de desteklemeye davet etmektedir, ayrıca onların uygulayageldiği hayırlı gelişmeler ise, kendi geleceğimizi din düşmanlarına terk etmemiz gerektiğini, onların oyuncağı konumuna düşmemek için (az veya çok) gücü yeten salih insanlara yardımcı olmak gerektiğini emretmektedir demektedirler.
2.Görüş, Bazı âlimlerde seçimlere katılmanın demokrasiyi seçmek, Allah'ın indirdiği hükmü reddetmek olduğunu söylemektedir, Örneğin Şeyh Abdülkerim el-Hudeyr ve Şeyh Abdullah el-Gunayman ve diğer cihad ağırlıklı düşünen âlimler buna cevaz vermemektedir. Bu görüşün deliline gelince, Oy vermek Demokrasiyi kabullenmektir, Allah'ın kanuna muhalefet etmektir, mecliste bulunmak Allah'a ortak koşmaktır olarak değerlendirilmiştir. 1.görüşün âlimleri bu düşünceye şöyle cevap vermektedir, "kişi demokrasiyi islamdan üstün görürse, onun en layık nizam olduğuna inanırsa küfre düşer, her ne kadar kabul etmedikleri bazı kuralları uygulamış olsalar da, eğer islama hizmette demokrasiyi araç görürlerse bu sakıncalı değildir, zira Necaşi Habeşistan Kralı olarak, İslamın kanunlarını uygulayamamış, Müslümanlığını gizlemiş, ölünce de Peygamber onun cenaze namazını kılmıştır. Oysa o hiçbir İslami kuralı devlet bazında uygulayamamıştı, çünkü kral olsa bile güç yetirememişti. "
Bu iki görüşün zuhuru, bu meselenin içtihadi olduğunu belirler, bu yüzden iki görüşünde birbirine saygı duyması gerekir. Yıllardır bazı değerli ilim ehli olan, mümtaz şahsiyetler, yüce takdirlerimize rağmen dernekler, vakıflar, açmak küfürdür, haramdır diye fetva vermişlerdi, sonra zaman ve mekânın şartlarını gözeterek fetvalarının Aksini gerçekleştirmişlerdir.
Yaşadıkları illerde, dernekler ve vakıflar açmaya cevaz vermişlerdir. Bu Fetva değişikliği nedeniyle de; bugün herkes dernek ve vakıf açmıştır, bunu açanların kendilerini yenilediği malumdur, bu ilim ehli nazarında İslamın maslahatı bunu gerekli görmüştür, Onlar 1990–2000 yılları arasında bu fetvayı vermiş olsalardı, kâfir damgasını yerlerdi, Müslümanların ilim serüvenleri ilerledikçe, ümmet üzerinde bazı ilimsizlik ve basiretsizlik halleri kalktıkça, katı ve atıl fikirlerin yerini nassa uygun düşünceler aldı, düşünce ufukları açıldı ve hala açılmaktadır, meseleler yeniden gözden geçirilerek olumlu değişimlere adım atıldı.
Lütfen bu iki görüş arasında tercih yapanları anlayışla karşılayalım, kin için malzeme edinmeyelim, birbirimizi içtihadi bir konuda yadırgamayalım, ilimle bakalım, âlimlere gidelim, birbirimize "sen bu
Düşünceye delille ulaştın bende saygı duyuyorum" diyelim, fikirlerimizi cemaatlerin ve ağabeylerin baskıları altında kalmadan yeniden nassın ışığında iyi düşünerek ele alalım, günümüz Türkiyesinde tanımış olduğum onlarca ilim ehli de, bu zaviyeden bakarak seçimlere katılmanın maslahat boyutuyla alakalı olduğunu nakletmiş, katılmanın dinden çıkartan bir durum olmadığını söylemişlerdir.
Bu konuda tartışmayı büyütmemek, tercihlerimize saygı duymak, Müslümanları tekfirden kaçınmak, genç nesillere nassı öğütlemek, kendi kişisel görüşümüzü nasssın muradı gibi tevil etmemek, hakka doğru bir erdemlilik yakalamak zorunluluğunu gösterelim, biz hizmetle ve davetle gayret edelim, aktif siyaset bizim işimiz değildir, biz dava adamıyız, tebliğ adamıyız, gençliği kuran ve sünnet ışığında eğitmek yanlısıyız, bu ise, benim dışımda ki müslüman kitleye haksızlık edebilirim, bir damga vurabilirim, kötüleyebilirim demek değildir.
Sözlerini nassın ışığında yeniden gözden geçirmek olgunluğunu başaranlara selam olsun, hatalarını erdemlilikle düzeltenlere selam olsun, taassuplarını Müslümanların hayrı için atanlara selam olsun, kardeşine karşı sevgi ve adalet duygularını yitirmeyenlere selam olsun Onlar ne güzel ilim ehlidir, Allah Müslümanları hakkın davetçileri kılsın.
asrı saadet sitesinden alıntıdır