Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Bidat Ehli Ve Tevil

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
E Çevrimdışı

EBU SEHRAN

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Bid'at Ehli Tevilleri Sebebiyle Mazur Görüldükleri Halde Niçin Hamas Parlamenterleri ve Hamas Hükümetinin Üyeleri Tevilleri Sebebiyle Mazur Görülmemektedir?
Selamun Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu
Mutezile ve Eşariler hakkında görüşünüz nedir? Kendilerine defalarca hüccet ikame edilmeleriyle birlikte onlar kafir midirler? Nitekim sizin de bildiğiniz gibi Ehli Sünnet alimlerinden bir çoğu onlarla tartışmış ilk asırlardan beri onların şüphelerinin batıl olduğuna dair bir çok delil getirmişler ve fakat bununla beraber onları tevilleri sebebiyle mazur görmüşler ve tekfir etmemişlerdir. Malum olduğu üzere onların Ehli Sünnete muhalif oldukları konuların çoğu akide üzerindedir. Bu böyle iken günümüzde Hamas parlamenterleri niçin tevilleri sebebi ile mazur görülmemektedir? Hem onlar büyük alimlerin fetvaları neticesinde şirk parlamentolarına girmişler, beşeri kanunlarla hükmetmişlerdir. Hamas'ın liderleri bu alimlerin ilmine ve ihlasına güveniyor, hak üzerinde olduklarını düşünüyor, kendilerinin doğru bir şekilde hareket ettiklerini zannediyorlar. Diğer taraftan öncelikle bu konuda fetva veren İbn-i Useymin, İbn-i Baz, Abdurrahman Abdulhalik, Ali Aşkar gibi alimlerin tekfir edilmesi gerekmez mi?
Asım eş-Şami
Cevap:
Wa Aleykum Selam ve Rahmetullahi ve Berakatuhu
Allah'ın adıyla… Salât ve selam Rasulullah'ın üzerine olsun.
Ey Kardeşim! Allah seni sevdiği ve razı olduğu şeylerle rızıklandırsın.
1- Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, tekfir hakkında bahsedeceğimiz zaman şu üç meselenin göz önünde bulundurulması gerekir.
a- Kişiyi küfre götüren amelin cinsi nedir? Acaba işlenilen bu küfür ameli, zahir bir konuda mıdır yoksa hafi bir konuda mıdır? Yine bu küfür ameli ictihadi bir meselede mi sadır olmuştur yoksa ictihada yer olmayan bir meselede mi sadır olmuştur?
b- Küfür amelini işleyen kimse özür sahibi bir kimse midir yoksa özür sahibi bir kimse değil midir?
c- Küfür amelinin işlendiği zaman ve mekan ilmin kaybolduğu, cehaletin hakim olduğu bir zaman ve mekan mıdır yoksa ilmin yaygın olduğu bir zaman ve mekan mıdır?
Tekfir meselesi hakkında konuşurken ya da tekfirin ahkamı ile amel ederken bu üç noktayı göz önüne alırsak bizler Allah’ın “Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun” (6 En’am/152) ayetinde bildirdiği emrine imtisal etmiş olur, bu emre muhalif davranmamış oluruz.
2- Gerek Eş’ari ve Mutezile gerekse diğer bid’at fırkaları Ehli Sünnette itikadi meselelerde muhalefet etmişlerdir. Bu meselelerin başında da isim ve sıfat tevhidi ile imana dair meseleler gelmektedir. Ehli sünnet alimleri ile bu bid’at fırkalarının tabileri arasında bir çok münazara cereyan etmiştir. Bununla beraber şüpheler giderildiği, hak kendilerine açıklandığı zaman ve üzerinde tekfirin şartları tahakkuk edip engelleri kaldırılan kimseler Ehli Sünnet alimleri tarafından muayyen olarak tekfir edilmişlerdir. Şayet bir kimsenin şüpheleri giderilmişse, hak kendisine açıklanmışsa, tekfirin şartları tahakkuk etmişse ve tekfirin engelleri yok ise günümüzde bazı kimselerin zındıkları ve mülhidleri tekfir etmekten yüz çevirdikleri gibi Ehli sünnet alimleri bid’atinde ısrar eden böylesi kimseleri tekfir etmekten yüz çevirmemişlerdir.
İbn-i Teymiye (rahimehullah) İmam Ahmed bin Hanbel’in bid’at ehlinden bazı kimseleri tekfir ettiği konusunda şöyle demiştir:
“İmam Ahmed’den –Kur’an mahluktur- diyenleri muayyen olarak tekfir ettiği nakledilmiştir. O’ndan bu konuda iki görüş zikredilse de bu tartışılır. Ya da bu konuda bir tafsilatın olduğuna hamledilir. Şöyle ki; İmam Ahmed bin Hanbel “Kur’an mahluktur” diyen bir kimseyi tekfir etmişse o kimsenin üzerinde tekfirin şartları tahakkuk etmiş, engeller kalkmış kendisine hüccet ikame edilmiştir. Umumi olarak “Kur’an mahluktur” diyenleri tekfir etmesine rağmen muayyen olarak bu konuda bir kimseyi tekfir etmemiş ise o kimse üzerinde tekfirin engelleri mevcuttur.” (Mecmuul Fetava 12/489)
İbn-i Teymiye’nin bu sözünden anlarız ki Ehli sünnet alimleri şayet bid’at ehlini tekfir etmemiş ise bunun sebebi tekfirin şartlarının tahakkuk etmemesi ve tekfirin engellerinin varlığıdır.
Bid’at ehlinin tekfir edilmesinin şartlarına gelince; bunlar hüccetin ikamesi ve şüphelerin giderilmesidir. Bid’at ehlini tekfirin engelleri ise şunlardır:
a- Hakkı bilmeyi gerekli kılan nasların ulaşmaması
b- Naslar ulaşsa dahi kişinin katında sabit olmaması (subutun kat’i olmaması)
c- Naslar sabit olsa bile kişinin onu anlayamaması ya da onu gerekli kılan bir tevilden dolayı yanlış anlaması
d- Allah’ın mazur göreceği bir şüphenin hasıl olması
e- Kişinin hakkı talep eden bir müctehid olması
Tüm bunlar bid’at ehlinin tekfirine dair engellerdendir. Ancak bunlar tabiatıyla hafi meselelerde aranacak engellerdir.
3- Burada hatırlatmam gereken diğer bir nokta tekfir konusunda zahir meseleler ile hafi meseleler arasında bir farkın bulunduğudur. Zira zahir meselelerde kişinin şu iki özrü dışında hiç bir özrü yoktur. Bunlar;
a- İslam’a yeni girmiş olmak
b- İlme ulaşamamak. Ne ilim kişiye ulaşmıştır ne de kişinin ilme ulaşma imkanı vardır.
Ancak zahir meselelerde bu iki engel büyük şirkte aranmaz. Zira büyük şirkte bu iki engel kişi için bir özür değildir. Hafi meselelere gelince bu konularda kişinin özür sahibi olması daha geniş bir çerçevededir.
Diğer taraftan Ehli Sünnet alimleri hangi konuların zahir, hangi konuların ise hafi meseleleri kapsadığını da uzun uzadıya izah etmişlerdir. Zahir meselelerin kapsamına şunlar girer:
a- Dinde zarureten bilinmesi gereken konular... Akıl sahibi bir mükellefin bu meselelerden cahil kalması mümkün değildir.
b- Üzerinde ne bir şüphenin ne de tevilin olmadığı delili muhkem meseleler...
c- Allah’ın kitabında ve Rasulu’nün sünnetinde nas olarak mevcut olan ve meseleler... Bu konuların üzerinde Müslümanların gerek avamından gerekse alimlerinden nakledilen bir icma mevcuttur. Bu konularda bir hatanın, bir yanılmanın ya da bir tevilin olması mümkün değildir.
d- Mükellefin cehaletini gidermesinin oldukça kolay olduğu meseleler zahir meselelerdir. Allah bu meseleleri tebliğ etmesi için kullarına rasuller göndermiştir. Bunlar dinin sutunları ve asılları mesabesinde olan konulardır ki Müslümanların gerek avamının gerekse alimlerinin hepsi bu konuları bilir.
Hafi meselelere gelince onlarda şunlardır:
a- Ümmet arasında şöhret bulmaması ve kapalı olması sebebiyle dinde zorunlu olarak bilinmesi gerekmeyen konular. Bunlar ümmetin alimlerinin bildiği avamın ise bilmediği meselelerdir.
b- Kitap ve Sünnet’e dayanan bir muhalefetin olduğu, üzerinde hata ya da tevil imkanı bulunan meseleler.
c- Ehli Sünnet alimleri ile bid’at ehli arasında ihtilafın olması ve kapalı kalması sebebiyle mükellefin cehaletini gidermesinin oldukça zor olduğu meseleler.
Büyük şirke gelince... Bu sadece Allah’a tahsis edilmesi gereken bir vasfı Allah’tan başkasına tahsis etmektir. Örneğin kurban kesmek, dua, yardım istemek, Allah’ın indirdiği ile hükmetmek gibi ibadetin nevilerinden olan konularda Allah’tan başkasına yönelmek büyük şirktir. Kim bu konularda günah işlerse (Allah’tan başkasına yönelirse) sadece bu fiili sebebiyle müşrik olarak isimlendirilir. İkrah hali dışında bu kişi için hiç bir özür yoktur. İşte bu Ehli Sünnet’in mezhebidir.
Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmemek, hükmü beşeri parlamentolara vermekte büyük şirktir. Kim böylesi bir amelde bulunursa Allah’a şirk koşmuştur. Çünkü o sadece Allah’a has olan hükmetme yetksini Allah’a tahsis etmemiştir. Allah (sb) şöyle buyurur:
"Dikkat edin, yaratmak da, emretmek de yalnız O’na mahsustur." (7 Araf/54)
"Hüküm, yalnızca Allah'ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur." (12 Yusuf/40)
Allah (sb)’nın “Hüküm, yalnızca Allah'ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir” ayeti tıpkı la ilahe illallah kelimesi gibidir. Nitekim bundan dolayı ayetin sonunda şöyle buyrulmaktadır:
"Dosdoğru olan din işte budur."
Bundan dolayı Allah (sb) hükmü sadece Allah’a tahsis etmeyi dosdoğru din olarak isimlendirmiştir.
Buraya kadar söylediklerimize binaen şunu diyebiliriz ki; Ehli Sünnet alimleri ile bid’at ehli arasında muhalefetin olduğu isim ve sıfat konuları özür sınırlarının oldukça geniş olduğu isim ve sıfata dair meselelerdir. Ancak Hamas hükümetinin muhalefet ettiği uluhiyet tevhidine gelince bu üzerinde hiç bir meşru özrün olmadığı zahir meselelerdendir. Özellikel de Hamas millet vekillerinin Allah’ın izin vermediği konularda teşride bulunması şeklinde somutlaşan büyük şirk konusunda bir özürden asla bahsedilemez. İsim ve sıfat meselesinde meydana gelen bir muhalefet ile bizzat uluhiyet tevhidine dair olan apaçık şirki bir biri ile kıyaslamak kesinlikle caiz değildir. Bu ikisi arasındaki fark açıktır. Bu şekilde kıyasta bulunmak yukarıda vermiş olduğumuz En'am Suresi'nin 152. ayetinde bize emredilen adalet ilkesine muhaliftir.
4- Hüccet ikamesi şartına gelince... Tekfire sebep olan şer’i bir muhalefet hasıl olduğu zaman hüccetin ikame edilmesi tekfirin şartlarındandır. Ancak bu kişinin acziyetini gidermesinin mümkün olmadığı durumdadır.
Bugün Hamas Hükümeti, onların tekfirlerini gerektiren bir çok muhalefet göstermişlerdir. Hamas hükümeti Allah’ın şeriatinin dışında bir yasa ile hükmetmeye rıza göstermişler, kendilerini kanun koyucu ilan etmişler, insanlar için Allah’ın izin vermediği konularda kanunlar koymuşlar, Allah’a has olan birt vasfı Allah’tan gaspetmişlerdir. Allah onların şirkinden çok çok uzaktır. Şayet onların böylesi büyük bir şirkin içinde olmalarının sebebinin ilimden acziyet içinde olduğu söylense bile bu meşru değildir. Zira acziyetlerini giderme imkanları mevcuttur ve bu noktada bilgi oldukça yaygındır. Hamas çok iyi bilmektedir ki, ilim ehlinden bir çok kimse teşri meclisine katılmanın şirk olduğuna dair fetva vermiş ve bu noktada Hamas hükümetini inkar etmiştir. Bu uzak ya da yakın herkesin bildiği yaygın bir konudur. Böylesi bir durumda onlara hüccetin ulaşmadığını söylemek nasıl mümkündür.
Tüm bunlara bir de şunu ilave edebiliriz. Bugün Hamas hükümeti mümteni (bir güç arkasına sığınan) konumundadır. Bundan dolayı genel kural gereği mümteni konumunda olanların özürlerinin giderilmesi adına hüccet ikamesinde bulunulması vacip değildir.
Saydığımız tüm bu gerekçelerle birlikte Hamas Hükümeti ayrıca Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmemek gibi büyük bir küfrün içine de düşmüştür. Hamas hükümeti Allah'ın izin vermediği konularda teşride bulunmakla, insanlar arasında nefisler, mallar ve ırzlara dair konularda bu hükümleri uygulamakla, insanları bu hükümlere bağlanmaya zorlamakla, şirk ve küfür ahkamlarını mustazaf Müslümanlara uygulamakla kendilerini İslam milletinden çıkaran büyük bir küfrün içine girmiştir. Hiç şüphesiz ki böylesi amellerde bulunan bir kimse için Allah katında ikrah haricinde hiçbir özür yoktur.
İşin aslı şöyle desem hiç abartmış olmam. Hamas hükümeti yapmış olduğu tüm bu fiillerin küfür, getirdikleri tevillerin ise kendisi ile delil getirilmeye asla uygun olmayan merdut teviller olduğunu bilmektedir. Bundan dolayıdır ki onlar bu konuda getirdikleri her yeni şüphe de bu apaçık şirki ve riddeti caizmiş gibi gösterme gayretine girmektedirler.
5- Onların şeraiti tatbik etme adına parlamentoya girmelerine dair getirdikleri tüm tevillerin sahih olduğunu farzetsek bile parlamentoya girmelerinin ardından onların bu tevillerinin sıhhatini bozan iki unsur daha vardır.
Birincisi; Şeraiti tatbik etmemeleri, İslami bir emirlik kurmamaları, her yerde beşeri kanunların üstünlüğünü dile getirmeleri onların bu tevillerini iptal etmektedir.
İkinci olarak ise; Cezai müeyyidelere dair Allah'ın şeriatine muhalif kanunlar koymaları da onların tevillerini iptal etmektedir. Zira böylesi bir amel Allah (sb)'nın tekfir ettiği Yahudilerin fiillerinin aynısıdır.
"Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler, işte onlar kafirlerin ta kendileridir." (5 Maide/44)
Aslen onların tevillerinin sahih olduğunu farzetsek bile bizzat kendi elleri ile sıhhatini bozdukları tevillerini nasıl kabul edebiliriz. Bununla beraber onların tevilleri aslen sahih değil batıl tevildir. Caiz olan tevil şer'i delilleri anlama noktasında yapılan bir hatadan ya da bir şüpheden kaynaklanan tevildir. Bu ise bilerek muhalefet etmeksizin, yalanlamaksızın, reddetmeksizin, inat etmeksizin hakka ittiba etmeye yönelik bir eylemin sonucudur.
Tevil batıl olduğu zaman hiçbir itibarı yoktur ve sahibi de mazur değildir. Böylesi kimseye küfür hükmünü vermek caizdir. Bundan dolayı ilim ehli Batinileri, Rafizileri, Karamitaları, Hululcu zındıkları şer'i naslardan sadır olan bir tevilleri olmasına rağmen icmaen tekfir etmişlerdir. Zira onların tevilleri tevilin sıhhati için şart olan iki esastan birisini ya da her ikisini de iptal ettiği için kabul görülmemiştir.
Şeyh Abdullatif Alu-ş şeyh "Minhacu-t Te'sis ve't Takdis" isimli eserinde şöyle der:
"Cahil ve tevil ehli ancak acziyet içinde olduğu zaman mazurdur. Bundan dolayı İbn-i Kayyim el-Cevziyye tevili şu şekilde sınırlandırmıştır: Her tevil ya da her cehalet sahibini özür sahibi kılmaz. Ve yine tevil ve cehalet sonucu sadır olan her günah kişi için bir özür değildir. Hz. Nuh (as)'dan günümüze kadar geçen bütün müşrik ve kafirler hem cahil idi hem de tevil ehli idi. Ve hakeza İbn-i Arabi, İbn-i Faris, Tilmisani ve sufilerden diğerleri gibi bir çok hulul akidesine sahip kimse de tevil ehlidirler. Diğer taraftan kabirlere tapan müşrikler "Büyük bir hükümdarın yanına vasıtasız girmek mümkün değildir" diyerek ya da "Kabir ziyareti esnasında tıpkı güneşe tutulan aynanın yansıması gibi kabirde bulunanın ruhundan ziyaret edenin kalbinede bu şekilde bir yansıma olur" diyerek tevilde bulunmuşlardır. Aynı şekilde Hrıstiyanlar da tevilleri sonucunda büyük bir iftira atarak şirke düşmüşlerdir."
Tüm bunlara şunu da ilave etmemiz mümkündür. Günümüz parlamenterlerinin bir başka küfürleri de Allah'ın haklarında hiçbir delil indirmediği küfür anayasalarına saygı göstereceklerine dair yemin etmeleridir. Bilindiği üzere kişinin küfrü yücelteceğine dair yemin etmesi de küfürdür. Zira bu yemin; akideye, dinin zarureten bilinmesi gereken esaslarına muhalefet eden anayasalara itaat etmeyi, onunla amel etmeyi, ona bağlanmayı ve bu anayasalara karşı çıkmamayı içerir. Kim bu şekilde bir amelde bulunursa İslam milletinden çıkmış ve kafir olmuştur.
Bazı kendini bilmezlerin "Biz bu yemin esnasında bu anayasaları koruyacağımıza niyet etmiyoruz bilakis İslam anayasasını koruyacağımıza yemin ediyoruz ya da bu anayasaların içinde Kur'an ve Sünnet'e muhalif kanunlara değil bilakis Kur'an ve Sünnet'e uygun kanunları koruyacağımıza yemin ediyoruz.Bizim kalbimizden geçen niyet bu şekildedir" şeklinde iddialarına gelince bunlar bütünüyle boş iddialardır. Zira günümüzde bu yeminlerde sadece anayasalar üzerine değil apaçık bir şekilde sözlü olarak beşeri kanunların korunması üzerine bir yemindir. Diğer taraftan yemin, yemin ettirenin niyetine göredir. Yemin edenin niyetine göre değildir ki… Nitemim İmam Müslüm Ebu Hureyre'den merfu olarak "Yemin, yemin ettirenin niyetine göredir" hadisini rivayet etmiştir. Şayet aksini düşünecek olursak bütün hukuk iptal olur.
Diğer taraftan onların bu tevillerini geçerli kabul etsek dahi günümüz parlamenterlerinin birçoğunun yemin esnasında böyle bir niyetlerinin olmadığı malumdur. Bundan dolayı içlerinden bir kısmının gerçek niyetini gizleyerek farklı bir şekilde yemin etmeleri onlar hakkında hükmün diğerlerine verilmesine engel değildir.
Ayrıca bizler yeminde, yemin ettirenin değilde yemin edenin niyetinin geçerli olduğunu farzetsek dahi durum yine değişmez. Zira bizler zahire göre hüküm veririz. Onların kalplerinden geçirdikleri gizli niyetler ise Allah'a aittir. Böylesi bir amelin zahiri ise hiçbir özrün olmadığı küfür ameli olduğu yönündedir. Bundan dolayı biz kalpleri yarmakla, insanların içinden geçirdikleri ile mükellef değiliz.
6- Bazı alimlerin parlamentoya girme konusunda fetva vermeleri meselesine gelince;
Öncelikle bilmemiz gerekir ki yaratıcıya isyanda yaratılmışa itaat yoktur. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den başka herkesin görüşü alınır da terkediler de… Alimlerin kavilleri aslen bir delil değildir. Delil ancak Allah'ın kitabı ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sünnetidir.
Diğer taraftan apaçık şirkte ve zahir küfür konularında taklid tekfirin engellerinden bir engel değildir. Taklit ancak hafi meselelerde tekfirin engelidir.
Sorunda zikrettiğin parlamentoya girmeye dair fetva veren alimlere gelince, bu alimler koymuş oldukları bir takım şartlar, kaide ve kurallar çerçevesinde buna cevaz vermişlerdir ki bu şartlar şunlardır:
Hakkı ayakta tutmak ve batılı yok etmek için girmek.
Teşri şirki gibi bir şirkte onlarla mutabakat sağlamamak.
Beşeri kanunlarla hükmetmemek.
Alimlerin bu fetvalarına bakan kişi görür ki onlar günümüz parlamentolarına girmeyi caiz görmemekte bilakis böylesi parlamentolara girmeyi men etmektedirler. Zira günümüz parlamentolarının vakıası hakkı iptal etmekte batılı ise kaim kılmaktadır. Bu parlamentolarda teşri şirkinde bulunulmakta, Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmedilmemektedir. Şartlar bu olduğuna göre alimlerin fetvalarının bu parlamentolara girilmemesi yönünde olduğuna hamletmek gerekir. Ya da alimlerin günümüz parlamentolarına cevaz vermelerini vakıayı bilmemelerine hamletmek gerekir.
İşin aslı bu alimlerin fetvaları bir vadi de günümüz parlamenterlerinin amelleri başka bir vadidedir. Onlar sadece belirli şartlar dahilinde parlamentoya girmenin caiz olduğuna dair verilen fetvayı aldılar ancak böylesi bir ameli caiz kılan şartları, kural ve kaideleri bir kenara attılar sonra da böylesi bir şer'i muhalefeti alimlerin fetvalarına dayandırarak, kendilerine karşı çıkanlara "Biz alimlerin fetvaları ile hareket ediyoruz" diyerek susturmaya çalıştılar.
7- Son olarak; onların dinledikleri, fetvalarına güvendikleri kimselerin birçoğu bu asrın belamlarıdır. Elbette ben burada sizin sorunuzda sorduğunuz alimlerin hepsini kastetmiyorum. Zira günümüzde bir çok parlamenter zaten sizin ismini verdiğimiz alimlerin fetvalarını kabul etmiyorlar. Bilakis ben belamlar demekle Hamas'ın kendi cemaati içindeki alimlerini kastediyorum ki bunlar İmam Buhari'nin Huzeyfe bin Yeman'dan rivayet ettiği Rasulullah (sallallahu aleyi ve sellem)'in şu hadisinde bildirdiği kimselerdendir:
Huzeyfe b. Yeman der ki: Ben Rasulullah'a "Peki bu hayırdan başka bir şer gelecek mi" diye sordum. Rasulullah şöyle dedi:
"Evet! Cehennemin kapılarına cağıran davetçiler olacak. Kim onlara icabet ederse onu cehenneme atacaklar."
Sevgili kardeşim! Bizim senin soruna verebileceğimiz en kolay cevap bu şekildedir. Ancak konu oldukça uzun ve üzerinde çok söz sarfedilmesi gereken detaylı bir meseledir.
Allah'tan dünyada aff ve afiyet dileriz. Hiç şüphesiz Allah en doğrusunu bilir.
Ey Cebrail, Mikail ve İsrafil’in rabbi! Ey yeryüzünün ve gökyüzünün yaratıcısı, görünen ve görünmeyeni bilen Allah’ım! İhtilafa düştükleri hususlarda kullarının arasında hüküm verecek olan sensin. İhtilaf ettiğimiz hususlarda bizi hidayete ulaştır, sen dilediğini dosdoğru olan yola iletensin.
Hamd alemlerin Rabbi olan Allah'a özgüdür.
Ebu Velid el-Makdisi
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Allah soruyu sorana da cevap verenede hidayet etsin....

Eş'ariler bu ümmetin ta kendisidir..Ehli-sünnet dairesinden çıkan kendileridir.İspatlasınlar....

Tarih,Eş'ari ile Maturudiye alimlerine kaydettiği mücadelenin zaferi gibi,herhangi bir Mücessime, Kaderiyye veya Dehriyye (maddecilik) veya ehl-i kitaba mensup olan (Hristiyan ve Yahudi) taifesine öyle bir zafer kaydetmemiştir.Her hangi bir muhakkik alime mudakkik bir fakihe rastlarsan,illa kendisi ya Eş'ari veya Maturidir.Şüpheciler ise kitaplarında ''Eş'ariyye ve Maturudiler Allahın isim ve sıfatlarının tamamını ve bir kısmını inkar eden Muattıladandır'' derler.Mefahim adlı eserden iktibasla cevap verelim,''Eş’ârî mezhebinin akaiddeki mevkii hakkındaki cehaletlerinden dolayı onları Allah’ın sıfatları ile alakalı görüşlerinden dolayı dinden çıkmış sapkın fırkalardan biri olarak görenler vardır.Eş’ârî mezhebi hakkında var olan bu cehalet, Ehli Sünnet’in birliği ve beraberliğine zarar verici boyutlara ulaşmıştır.Anlamakta güçlük çekiyorum, nasıl oluyor da bazıları, hakiki iman ehli olan ehl-i sünnet ile bazı sapkın grupları birbirine bu kadar yaklaştırabiliyor, Mutezile ve Cehmiye gibi fırkaların ileri sürdükleri görüşler ile Ehli Sünnet’in dediklerini birbiriyle aynı kabul edebiliyorlar.أَفَنَجْعَلُ الْمُسْلِمِينَ كَالْمُجْرِمِينَ مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ“Müslümanları mücrimler gibi mi kabul ediyorsunuz. Size ne oluyor; nasıl hüküm veriyorsunuz.” (35–6)Eş’ârî’ler, ilimleri ile dünyayı bir uçtan bir uca doldurmuş olan Müslümanların hidayet imamlarıdır. İnsanlar onların ilim fazilet ve dindarlıklarına şahittirler. Onlar Mutezile’nin sapkınlıkları karşısında durmuş, Ehlisünnet’in en faziletli üstadlarıdırlar''.(Mefahim)

Değerli Alim el-Maliki'nin bu sözlerinden sonra sorduğu sorunun bir değişiğini biz soralım İmam Eş'ari mezhebinden İzz b.Adusselam İbnu'l Cevzi,İmam Nevevi,İbni Hacer Askalani, İmam Suyuti,Kurtubi, Bakillani, Fahru’r-Razi, İbni Hacer Heytemi, Şehrestani,İmam Subki,Îmam'ul-Harameyn Cüveyni,Hüccet'ül İslam İmam Gazzali,Ebu Bekr İbni Arabi,İmam Rabbani vd. ile Maturudi mezhebinden olan Peygamberimizin müjdesine(sahihtir) nail olmuş Fatih Sultan Mehmet başta ,İmam Kastallani, Sadru'l-İslam Pezdevî, Sâbûnî, Ömer en-Nesefî ,Ebû’l-Mu’în en-Nesefî,Molla Aliyyul Kari,İbnu’l-Humâm,Zebidi,İbni Abidin,Kevseri vd. büyük âlim ve eşsiz üstadlar, eğer Ehli sünnet değillerse, söyler misiniz o zaman kim Ehli sünnet ? Oysa ''Malikilerin tamamı ,Şafiilerin dörtte üçü,Hanifilerin üçte biri,Hanbelilerin bir kısmı,Bakıllani döneminden bu yana Eşari mezhebindendir. Hanifilerin üçte ikisi, Maverünnehir diyarında , Türk illerinde ,Afganistan,Hindistan,Çin ve Uzakdoğuda Mutezileye kayanlar hariç, Maturudi mezhebindendir... Eşariyye ,Mutezile ile Haşviyye arasında orta yolu tutmuştur.Ne Mutezile'nin yaptığı gibi nakilden, ne de Haşviyye'nin yaptığı gibi akıldan uzaklaşmıştır...Eş'ari'yle Maturidi dünyanın her tarafında Ehl-i Sünnetin imamlarıdırlar.' '(Muhammed Zâhid Kevseri-Mezheplerin doğuşuna bir bakış- sh;44-46 -47)

İmam Şehrestânî 'de el-Milel ve'n-Nihal' de diyor ki;;-''Seleften bir topluluk da söz konusu sıfatların ''zahirî tefsirine'' meylederek teşbihe düşmüşlerdir.Selef içinde hem tevile bulaşmayan hem de teşbih hatasına düşmekten sakınanlar da olmuştur. Mâlik b. Enes bunlardan biridir ve şöyle demiştir: "İstiva malûm , nasıl olduğu ise meçhuldür. Ona olduğu gibi inanmak vacip, hakkında soru sormak ise bidattir." Ahmed b. Hanbel, Süfyân es-Sevrî, Dâvud b. Ali el-İsfahânî ve onları izleyenler de bu görüştedir.Abdullah b. Saîd el-Küllâbî, Ebu'l-Abbâs el-Kalânisî ve el-Hâris b. Esed el-Muhâsibî'nin devrine gelindiğinde bunlar Seleften bir topluluk olarak Kelâm ilmine dalmış ve Selefî akideleri kelâmı deliller ve usûlî burhanlarla desteklemeye çalışmışlardır. Bunlardan bazıları kitaplar telîf etmiş, bazıları da tedrisât faaliyetinde bulunmuştur. Örneğin Ebu'l-Hasan el-Eş'arî ile hocası arasında salâh-aslah meselesinde bir münazara yaşanmış ve aralarındaki görüş ayrılığı açığa çıkmıştır. el-Eş'arî bu son gruba meyletmiş ve onların görüşlerini kelâm yöntemleriyle desteklemeye çalışmıştır. Onun tarafından ortaya konulan bu çabalar Ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebinin temellerini oluşturmuştur.''-(el-Milel ve'n-Nihal)
 
E Çevrimdışı

EBU SEHRAN

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Eşariler isim ve sıfat konusunda ehli sünnetten ayrılmıştır.Ancak İmam Eşari daha sonraları Selefin menhecine dönmüştür.fahreddin razi de bunlardan biridir.İbn-i Teymiyye nin Akidetul hameviye adlı eserini inceleyebilirsin.Ayrıca yukarda saydığın alimler usul olarak Eşari usulünü almışlardır fakat yeri geldiğinde kendi mezhep alimlerini eleştirmiştir.İmam kurtubi bunlardan biridir.Tefsirinin giriş bölümünü okursan hangi konularda mezhebine muhalefet ettiğini görürsün.Ayrıca bahsettiğin alimler ehli sünnet alimleridir.(zahid el kevseri,imam rabbani.kastallani,zebidi bunları tanımıyorum)Ancak isim ve sıfat konusunda ehli sünnetin ta kendisi olan sahabe tabiin ve tebei tabiine muhalefet etmişlerse o zaman bu konuda ehli sünnetten çıkmışlardır denir.
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Raviyet'ül asr ,Son asrın muhaddisi İmam Kevseri'yi- Müceddi elf-sani İmam Rabbani'yi-Hanefi alimlerinden Zebidi'yi tanımıyan bir kişinin birilerini Ehl-i Sünnetten sayıp saymamasının ne önemi olabilir ki?İlim dünyasına yabancı olduğunu gösterir o kadar..

Bir diğer husus İmam Kurtubi dahil olmak üzere yukarıda ismini saydığım bütün ulema isim sıfatlar konusunda aynı çizgidiedirler..(tenzih esas olmak üzere tafvid vaya tevil) Arzu edersen tek tek örneklendirebilirim.......

Ama lütfen konuşurken duvara dayanmayalım ,okuyucu arkadaşları yanlış yönlendirmeyelim.Biraz ciddiyet lütfen
 
E Çevrimdışı

EBU SEHRAN

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Yazıyı düzgün oku ben muhalefet ediyorsa dedim muhalefet ediyorlar demedim.Kevseri nin sapık biri oduğunu duydum.İmam Rabbani nin vahdeti vücüd akidesine sahip bazı söyleri herkes tarafından bilinmekte,hayatını internetten okudum.Ancak bir önceki söylediklerimin kesin olarak onun söylediğini bilmiyorum.O yüzden tanımıyorum yazdım.Zebidi ye gelince tanımayabilirim yani sen şimdi bütün islam alimlerini tanıyomusun.
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
İmam Rabbani vahdeti vucud görüşüne karşı çıkan biridir.

Kevseri şeyhulislam vekilidir.Şu zamanda onun çaılışmalarından faydalanmayan insan sayısı azdır.Selefiler sevmez onlara karşı reddiyesi vardır.Bizde İbni Teymiyye için sapık dediklerini duymuştuk ,lakin kitaplarını okuduk her insan gibi hatalarıyla beraber dedikleri gibi olmadıını gördük.Sende Kevseri'yi oku ve faydalan.Alleme İmam Kevseri Ebu Gudde gibi bir muhaddisi ilim dünyasına kazandırmıştır.Tevil konusuna gelince yukarıda ismi geçenler dahil ehli sünnet ulema senin yazdığın yazıdan farklı düşünüyorlar.
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Kurduğun cümle bile cahaletin için yeterlidir...Birde delil bekliyor...İyice seviye düştü...

Lakin yinede İmam Yusuf ve İmam Muhammed acaba biz hanefiyiz demişlermidir..Bir tek delil getirebilirmisin.Lakin onların Hanefi mezhebinden olmadığını söylemek geceye gündüz demek gibi bir şey olur....Onların ashabımız veya üstadımız sözleri bu anlamlara gelir hayatlarını oku ve kimin hangi mezhepten olduğuna bari bak'!
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Hangisi selef alim hangis sapık be ahmak! (Lütfen bu lafımı hakaret olarak anlamayın,çünki isimlari geçen ulemadan birine sapık demek en büyük hakarettir.)
 
JiHaD Çevrimdışı

JiHaD

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Ferdiosman atıp durma ve kopyala yapıştır yapma çünkü çok gülünç oluyorsun...Sallama yazılanları getirme karşımıza...

Ebu hanife(r.h) Maturidi mi yoksa eş'arimi bunun cevabını ver bakalım
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Ebu Hanifenin İmam Maturudi'den önce yaşadığını bilmiyormu yoksa şakamı yapıyor?

İmanda, itikatta tek mezhep vardır.O'da Ehl-i sünnet ve'l cemaattir (Fırka-i Naciye).İmam-ı Matüridi ve İmam-ı Eşari hazretleri ayrı bir mezhep kurmamışlar,Kelami tartışmaların popiler olduğu ve zararda zirve yaptığı dönemde,İmam Maturudi bu tartışmaların merkezine uzak bir coğrafyadan,İmam Eş'ari ise tam içlerinden dini savunmak ve bid'ata engel olmak için,Ehli sünnet itikadını Eshab-ı kiramın, Tabiinin, dört mezhep imamının ve sonra Ehl-i sünnet âlimlerinin nakil ve tevatür yolu ile bildirdikleri iman ve itikad bilgilerini açıklamışlar, anlaşılmasını kolaylaştırmak için kısımlara bölmüşler ve sistemleştirmişlerdir ve herkesin anlayabileceği şekilde yaymışlardır. Bunlardan imam-ı Eşari, imam-ı Şafi hazretlerinin talebe zincirinde bulunmaktadır. İmam-ı Matüridi ise İmam-ı A’zam hazretlerinin talebe zincirindedir.Ehl-i sünnet itikadının açıklamasında bu iki imam meşhur olmuş, yaşadıkları zamanlarda itikatta doğru yoldan ayrılmış sapıkların ve yunan felsefesinin bataklıklarına saplanmış maddecilerin bozuk düşüncelerine karşı Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadını izah etmekte, bazı bakımlardan farklı usuller takip etmişlerdir. Daha sonraki asırlarda gelen Ehl-i sünnet âlimleri, bu iki imamın koyduğu usullere uyarak, Ehl-i sünnet itikadını nakletmişlerdir.İmam Eş'ari ve İmam Maturudi'ye tabi olmamız,Sahabe, tabiinin ve dört imamın akidesini yansıttığı içindir.Dört imamın mezhebine bağlı olupta onların akidesini almamak bizlere has değildir.
 
Abu_ibrahim Çevrimdışı

Abu_ibrahim

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Ebu hanife(r.h) Maturidi mi yoksa eş'arimi bunun cevabını ver bakalım

Ebu Hanifenin İmam Maturudi'den önce yaşadığını bilmiyormu yoksa şakamı yapıyor?

İmanda, itikatta tek mezhep vardır.O'da Ehl-i sünnet ve'l cemaattir (Fırka-i Naciye).İmam-ı Matüridi ve İmam-ı Eşari hazretleri ayrı bir mezhep kurmamışlar,Kelami tartışmaların popiler olduğu ve zararda zirve yaptığı dönemde,İmam Maturudi bu tartışmaların merkezine uzak bir coğrafyadan,İmam Eş'ari ise tam içlerinden dini savunmak ve bid'ata engel olmak için,Ehli sünnet itikadını Eshab-ı kiramın, Tabiinin, dört mezhep imamının ve sonra Ehl-i sünnet âlimlerinin nakil ve tevatür yolu ile bildirdikleri iman ve itikad bilgilerini açıklamışlar, anlaşılmasını kolaylaştırmak için kısımlara bölmüşler ve sistemleştirmişlerdir ve herkesin anlayabileceği şekilde yaymışlardır. Bunlardan imam-ı Eşari, imam-ı Şafi hazretlerinin talebe zincirinde bulunmaktadır. İmam-ı Matüridi ise İmam-ı A’zam hazretlerinin talebe zincirindedir.Ehl-i sünnet itikadının açıklamasında bu iki imam meşhur olmuş, yaşadıkları zamanlarda itikatta doğru yoldan ayrılmış sapıkların ve yunan felsefesinin bataklıklarına saplanmış maddecilerin bozuk düşüncelerine karşı Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadını izah etmekte, bazı bakımlardan farklı usuller takip etmişlerdir. Daha sonraki asırlarda gelen Ehl-i sünnet âlimleri, bu iki imamın koyduğu usullere uyarak, Ehl-i sünnet itikadını nakletmişlerdir.İmam Eş'ari ve İmam Maturudi'ye tabi olmamız,Sahabe, tabiinin ve dört imamın akidesini yansıttığı içindir.Dört imamın mezhebine bağlı olupta onların akidesini almamak bizlere has değildir.


بسم الله الرحمن الرحيم


Hanefiler itikadi konularda genellikle Maturidiyye fırkasına tabi olmaktadırlar. gerek iman ile ilgili konularda gerekse isim sıfatlarla iligili konularda bir çok sapıklık hanefilerin akidelerinde mevcuttur. Ebu Hanife'ye yakın zamanda bir çok ehl-i sünnet alimi Ebu Hanife'nin itikada dair Kitap ve Sünnete, selefin menhecine aykırı olan bir kaç görüşüne reddiyeler vermişlerdir. Ebu Hanife'den senelerce sonra dünyaya gelen Ebu Mansur el-Maturidi'nin akidesi ise Selefin yolundan çok daha uzak idi. Ebu Hanife imanı "dil ile tasdik, kalp ile tasdik" olarak tanımlamakla ve ameli imandan saymamakla selefin yoluna muhalefet etmiş, "Fukaha mürciesi" denilen bir ekole tabi olmuştu. Maturidi ise iman konusunda tamamen mürcie ekolünü benimsemiş, Allah'ın isimleri ve sıfatlarının tevhidi meselesinde ise Cehmiyye fırkasına yaklaşmıştır.
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Bazı alimlere göre Mürcie ismi iki şıkta toplanabilir:
A- Bid'atçı Mürcie: Mürcie ismiyle, özellikle bu grup dile getirilmektedir. Mürtekib-i kebîrenin hükmünü Allah'a havale eden bu grup, imanın yanında günahın bir zarar vermeyeceğini iddia edip, taat ve ibadetlerin gereksizliğine inanmıştır.
B- Sünnî Mürcie: Mürtekib-i kebireyi kâfir saymayıp, günahkâr mü'min olarak telakki edenlere de,birincisinden daha özel bir anlamda mürcie denmiştir. Bazı sahabiler, Ehl-i sünnet âlimlerinden Ebu Hanife ve takipçileri, sünnî mürcie mensupları olarak vasıflandırılmıştır (M. Ebu Zehra, a.g.e., s. 171; eş-Şehristanî, a.g.e., I, 146).


Şehristânî ise Ebû Hanîfe’nin, günah işlemenin mümi¬ne zarar vermediğini ve imanın yeterli olduğunu iddia eden Mürcie’den sayılmadığını belirtmiş, aksine günah işleyen kişinin Allah’ın azabından korkması gerektiğini savunduğundan onu Ehl-i sünnet Mürciesi’nden kabul etmiştir (el-Milel, I, 141, 146).


Şunu da belirtmek gerekir ki: Ebu Hanife "mürciî" vasfını kesinlikle kabul etmemektedir. "Mürcie" ifadesinin, bir Kelâm ve Mezhepler Tarihi kavramı olarak ilk etapta çağrıştırdığı anlam gözönünde bulundurulursa, İmam-ı Azam'a mürcie demenin doğru olmayacağı açıktır. Fakat, ameli imandan bir parça kabul etmediğinden dolayı onda da irca görüşünün bulunduğu bir gerçektir. Bununla beraber, bazı alimler bu ismin İmam-ı Azam'a muarızları tarafından, özellikle de Mutezile tarafından verildiğini ifade etmektedirler. Kendi düşüncelerini kabul etmeyen herkesi mürciîlikle itham eden Mutezile, mürtekib-i kebirenin kâfir olmadığını söyleyen İmam-ı Azam'ı da bu isimle vasıflandırmıştır (M.Ebu Zehra, a.g.e., s. 171; Subhi es-Salih, a.g.e., s. 115).


Kaldıki bunun (İmanın artması eksilmesi/amel imandan syılması) lafzi bir ayrılık olduğunu İbni Ebi'l İzz Akidetüttahaviyye adlı eserin şerhinde çok güzel anlatmıştır.Abu-İbrahim oraya bakmanı rica ederim...İmam Tahavi ve İmam Maturudide aynı itikattadır.



Gerçi Ebû Hanîfe’nin akaid risalelerinde “irca” terimi, günah işleyenlerin akıbetini ilâhî iradeye havale etme anlamında kullanılmıştır (el-Âlim ve’l-müteallim, s. 24). Ancak bunun mezhepler tarihi kaynaklarında tarifi yapılan ve iman eden kişiye günah işlemenin hiçbir zarar vermediğini temel görüş olarak benimseyen Mürcie ile bir ilgisi yoktur. Öyle olsaydı akidesini benimseyip nakleden öğrencileri de aynı görüşü savunurlardı. Halbuki onlar Mürcie’yi eleştirmişlerdir. Ebû Hanîfe’nin, günah işleyenlerin mümin olduğuna dair görüşünün Selefıyye de dahil olmak üzere bütün Ehi-i sünnet’çe benimsendiği dikkate alınırsa onun Mürcie’ye nisbet edilişinin, mezheplerle ilgili kavramların o devirde henüz yerleşmemesinden kaynaklandığı ortaya çıkar. Esasen Ebû Hanîfe döneminde yeni teşekkül etmeye başlayan Ehl-i sünnet mezhebi için bu ad henüz kullanılmadığından akaid meselelerinin her biriyle ilgili olarak Ehl-i sünnet âlimlerine farklı isimlerin veriidiği de bilinmektedir.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Ana Sayfa Alt