Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Bidat Konusuna Genel Bakış

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
samanpan Çevrimdışı

samanpan

.
Site Emektarı
MUKADDİME

Şüphesiz hamd yalnız Allah'adır. O'na hamd eder, O'ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefisleri mizin şerlerinden, amellerim izin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın hidayet verdiğini kimse saptıramaz. O'nun saptırdığını da kimse doğru yola iletemez. Şehadet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O, bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed Allah'ın kulu ve Rasûlüdür.

"Ey iman edenler! Âllah'tan nasıl korkmak gerekirse öyle korkun ve siz ancak müslümanlar olarak ölünüz." (Al-i İmran; 3/103)

"Ey insanlar! Sizi tek bir candan yaratan ve ondan da eşini var eden, her ikisinden birçok erkek ve kadın türeten Rabbinizd en korkun. Kendisi adına birbirini zden dileklerd e bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarını kesmekten de sakının. Şüphesiz Allah üzerinizde tam bir gözetleyicidir." (en-Nisâ; 4/1),

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve dosdoğru söz söyleyin. O da amellerin izi lehinize olmak üzere düzeltsin, günahlarınızı da mağfiret etsin. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşla kurtulmuş olur." (el-Ahzâb; 33/70-71)

Bundan sonra, Şüphesiz sözlerin en güzeli Allah’ın Kelam’ı, yolların en hayırlısı Muhammed Sallallah u aleyhi ve sellem’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlarıdır. Her sonradan çıkarılan şey bid’attir ve her bid’at sapıklıktır. Her sapıklık ta ateştedir.

Şüphesiz, sünnete sarılan kimse için tevhidden sonra en önemli şey bidatten sakınmak ve onunla mücadele etmektir. Kitabın mukaddime sine aldığımız, Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in her hutbesind e okuyup sahabeler ine öğrettiği, yukarıda geçen “Hutbetul Hace” de bunun delilleri nden birisidir .

Maalesef buna rağmen ümmet içinde; akide, ibadetler ve muamelele r gibi çeşitli sahalarda bidatler yayılmıştır. Bu yayılmanın en büyük sebebi, bidatın güzel ve çirkin diye iki kısma ayrılmış olmasıdır.

Alimlerim iz – Allah onları hayırla mükafatlandırsın – bidatlerd en sakındırmak için genel ve özel kapsamlı eserler yazmışlardır. Ben de bu konuda bidati tarif eden ve farkında olunmadan ümmetin işlemeye devam ettiği bidatlerd en bahseden bir çalışma olarak elinizdek i eseri hazırlamaya gayret ettim. Allah Azze ve Celle’den bu kitabı faydalı kılmasını dilerim.

GİRİŞ: BİDATİN TARİFİ

İmam Tartuşî r.a. der ki; “Bu kelimenin aslı; önceden bir aslı olmadan yeni bir şey türetmek demektir. Allah Teala’nın; “Gökleri ve yeri benzersiz olarak yaratandır”(Bakara 117) ve; “De ki; ben o peygamber lerden farklı olan biri değilim”(Ahkaf 9) yani; “Ben yeryüzündekilerin ilk rasulü değilim” ayetlerin deki gibi. Şer’î tarifine gelince; “Dinde bir yol icad etmek, şeriattakine benzer bir yol edinerek onunla şeriat yolunda yürümek istemek” demektir.[1]

İmam Şatıbî de bu tarif şeklini tercih etmiş ve “Bu, bidat tarifinin en kapsamlısıdır.” Demiştir.[2]

Bu yüzden araba, uçak gibi dünyevî yenilikle r bu tarifin kapsamında değildir. Dünyevî yenilikle r dînî bidat olmayıp; vacip, haram, müstehap, mekruh ve mübah olmak üzere beş hüküm üzere taksim edilmiştir.
 
samanpan Çevrimdışı

samanpan

.
Site Emektarı
Birinci Bölüm:
Bütün Bidatleri n Sapıklık Oluşu ve Bunlarda Hiçbir Güzellik Olamayacağının Delilleri:
Bidatin güzel ve çirkin diye ikiye taksim edilmesin in dinde bir dayanağı yoktur. Nasıl olsun ki, Kur’an’a ve sahih hadislere zıttır bu?

1- İnanılması ve bilinmesi mutlaka şart olan din esaslarından biri; İslam’ın Allah Teala tarafından bina edilmiş ve tamamlanmış olmasıdır. İnsanlara düşen şey ancak dinlemek ve itaat etmektir. Bu apaçık ortada olan bir gerçektir.[3]

Allah Azze ve Celle buyuruyor ki; “Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim.”(Maide 3)

Bu ayeti kerime şeriatın tam ve kamil olduğunu, ihtiyacı olan herkese Allah’ın indirdiğinin yeterli olduğunu gösterir. Nitekim Allah Teala; “Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım”(Zariyat 56) buyurmuştur.

İmam İbni Kesir Tefsirind e der ki; “Bu, Allah Teala’nın bu ümmete lutfettiği en büyük nimettir. Allah bu ümmetin dinini kemale erdirmiştir. Artık dinlerind en başka bir dine ve peygamber lerinden başka bir peygamber e ihtiyaç duymayaca klardır. Bu yüzden Allah peygamber ini, peygamber lerinin sonuncusu kılmış, insanlara ve cinlere elçi göndermiştir. Onun helal kıldığından başka helal, onun haram kıldığından başka haram yoktur. Onun getirdiği dinden başka da din yoktur.”[4]

Dinin yeterli olmadığını, kemale erdirilme diğini ve sonradan çıkarılan bidatlere ihtiyaç olduğunu iddia etmek çirkin bir cürettir. Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in ashabı ve onlardan sonraki alimler asla böyle bir anlam çıkarmamışlardır. İbni Mesud r.a. diyor ki; “Tâbî olunuz, bidat çıkarmayınız. Bu size yeter. Her bidat sapıklıktır.”[5]

İmam Buharî, Huzeyfe bin el-Yeman r.a.’den rivayet ediyor; “Ey Kurrâlar topluluğu! İstikamet üzere olunuz. Böyle olursanız öne geçersiniz. Sağa sola ayrılırsanız büyük bir sapıklığa düşersiniz.”[6]

Sözün kısası, bidati güzel görüp ona devam eden kimselere göre “Din tamamlanm amıştır” ve onlara göre Allah’ın; “Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım”(Maide 3) ayetine itibar edilmez” demektir(!)[7]

Şayet böyle olursa, bidatçi; “Din tamamlanm amıştır, onda eksik kalan bazı şeyleri eklemek gerekir.” demiş gibi oluyor. Zira dinin kemale ermiş olduğuna iman etseydi, bidat çıkarmazdı. Böylece bunu diyen kimse dosdoğru yoldan sapmış olur.

2- Şüphesiz Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem, risalet görevini eksiksiz olarak, hakkıyla yerine getirmiştir. Allah Teala buyuruyor ki; “İnsanlara, kendileri ne indirilen i açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik.”(Nahl 44) O da bunu yapmış ve kendisind en razı olunmuş bir halde Rabbinin katına intikal etmiştir. Din kemal bulmuş olup ziyadeye ihtiyacı yoktur.[8]

Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem de şu hadisinde buna işaret etmiştir; “Benden öncekiler içinde hiçbir peygamber yoktur ki, ümmetine bilmedikl eri hayrı göstermek ve bilmedikl eri kötülüklerden onları sakındırmak üzerine vazife olmasın.”[9]

Ebu Zerr r.a.’den; Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Sizi cennete yaklaştıracak her şeyi ve sizi cehennemd en uzaklaştıracak her şeyi size açıkladım.”[10] Yine buyurdu ki; “Sizleri gecesi de gündüzü gibi olan bir aydınlık yolda bıraktım. Benden sonra kim bu yoldan saparsa helak olur.”[11]

Aişe r.a. dedi ki; “Kim size peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in vahiyden bir şey gizlediğini söylerse onu tasdik etmeyin. Zira Allah Teala buyuruyor ki; “Ey Resûl! Rabbinden sana indirilen i tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun.”(Maide 67)”[12]

Bazı müşrikler Selman el-Farisî r.a.’e; “Görüyoruz ki arkadışınız size hela edeplerin e kadar her şeyi öğretiyor” deyince, o da; “Evet, bize kıbleye dönmememizi, sağımızla intinca etmememiz i, üç taştan azıyla yetinmeme mizi, kemik ve tezekle de istinca etmememiz i öğretti.” Demiştir.[13]

İbnul Macişun der ki; “İmam Malik’in şöyle dediğini işittim; “Kim güzel bularak islam’da bir bidat çıkarırsa, Muhammed sallallah u aleyhi ve sellem’in risalet görevine ihanet ettiğini iddia etmiş olur. Zira Allah Teala; “Bugün dininizi kemale erdirdim” buyurmuştur. O gün dinden olmayan bir şey bugün de dinden olamaz.”[14]

3- Şeriat koymak beşerin değil, âlemlerin Rabbinin hakkıdır. Şayet şeriat koyma insanlara bırakılsaydı, şeriat nazil olmaz, peygamber gönderilmezdi. Bu yüzden dinde bidat ortaya koyan, kendini Allah’a denk görmüş olur. Böylece ihtilaf kapısını da açar.[15]

Allah Teala buyuruyor ki; “Rabbinizd en size indirilen e uyun. O'nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az ibret alıyorsunuz!”(A’raf 3)

“Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var?”(Şura 21)

“Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.”(En’am 153)

Tabiinin büyüklerinden imam Mücahid r.a. dedi ki; “Bu ayette geçen “Sizi ondan ayıracak yollara uymayın” kavlindek i “yollar” bidat ve müteşabihlerdir.[16]

Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Kim bu işimizde (dinimizde) olmayan şeyler çıkarırsa o reddolunu r.”[17]

“Kim emrimiz üzere olmayan bir şeyle amel ederse o reddolunu r.”[18]

Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem, kendi nefsinden şeriat koyucu değildir; Allah Teala buyuruyor ki; “Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik.”(Nisa 105)

“İnsanlara, kendileri ne indirilen i açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik.”(Nahl 44)

“O hevayu hevesinde n konuşmaz, o ancak kendisine bildirile n bir vahiy ile konuşur.”(Necm 3-4)

“De ki: "Ben, ancak Rabbimden bana vahyoluna na uyuyorum.”(A’raf 203)

“Rabbinden sana vahyoluna na uy. O'ndan başka tanrı yoktur. Müşriklerden yüz çevir.”(En’am 106)

Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem, Allah’ın emretmediği şeyler yapanları kötülemiştir; İbni Mesud r.a. rivayet ediyor; Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem şöyle buyurdu; “Allah Azze ve Celle’nin benden önce gönderdiği her peygamber in kendi sünnetine uyan ve emrine sarılan seçkin havariler i ve ashabı vardı. Bunlardan sonra gelenler ise yapmadıklarını söyleyen ve emrolunma dıklarını yapan kimseler oldular. Onlarla eliyle cihad eden mümindir, diliyle cihad eden mümindir, kalbiyle cihad eden mümindir. Bu kadarını da yapmayan kimse de artık hardal tanesi kadar bile iman yoktur.”[19]

Kim kendiliğinden bir ibadet yaparak bidat çıkarırsa, bu sapıklık kendisine reddolunu r. Zira şüphesiz Allah, kendisine yaklaştıraak olan ibadetler i koymaya hak sahibi olandır.

İbni Kayyım der ki; “Bilinmekt edir ki, Allah ve Rasulünün bildirdiğinden başka haram, Allah ve Rasulünün kötü gördüğü dışında kötülük olmadığı gibi, Allah’ın vacip kıldığından başka farz da yoktur. Allah’ın koyduğundan başka şeriat olamaz. İbadetlerde asıl olan, onun meşru olduğunu gösteren bir delil olmadığı müddetçe o ibadetin geçersiz oluşudur. Akidler ve muamelele rde asıl olan ise, yasaklığına dair bir delil olmadığı müddetçe sahih olmasıdır. (Eşyada asıl olan mübahlıktır.)”[20]

Şeyhulislam İbni Teymiye der ki; “Şer’î bir delil olmaksızın hiç kimse için bir ibadet veya bir yakınlık vesilesi edinme imkanı yoktur.”[21]

İmam İbni Kesir, Kuran okuma sevabının ölüye hediye edilmesi meselesin deki ihtilaf hakkında der ki; “Kuran okuma ölünün amelinden ve kazancından değildir. Bu sebepledi r ki, Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem ümmetini ölüler için Kuran okumaya, ne açık bir ifadeyle ne de îmâ ile teşvik etmemiştir. Sahabeler in hiçbirisinden de bu konuda bir nakil yoktur. Şayet bu hayırlı bir amel olsaydı, şüphesiz onlar bu hayırda bizi geçerlerdi. Allah’a yaklaştıran ameller ancak nass ile sabit olur ve bu hususta kıyas ile veya birtakım görüşlerle karar verilemez .”[22]

Sahabe ve Tabiinden salih selefimiz işte bu yol üzere idiler.”[23]

Ali Bin Ebu Talib r.a. der ki; “Şayet din, görüş ile olsaydı mestlerin üzerini değil, altını mesh ederdim. Fakat ben Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in mestlerin in üzerini mesh ettiğini gördüm.”[24]

Ömer bin el-Hattab r.a. hacerul evsedi öptükten sonra şöyle demişti; “Şüphesiz biliyorum ki, sen faydası ve zararı olmayan bir taşsın. Şayet Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in seni öptüğünü görmeseydim seni öpmezdim.”[25]

Bir kadın Aişe r.a.’ya; “Bizden biri temizleni nce namazını neden kaza etmiyor?” diye sorunca; “Sen harûrî (Hâricî) misin? Biz peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in zamanında hayız olduğumuz zaman bize bunu emretmezd i.”[26]

Nafi anlatıyor; İbni Ömer r.a.’nın yanında birisi hapşırdı ve “Elhamduli llah ves selamu ala Rasulih” dedi. Bunun üzerine İbni Ömer r.a.; “Ben de derim ki, Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in bize öğrettiği böyle değildir. Biz deriz ki; “Elhamduli llahi ala kulli hal”[27]

Bu nebevî hadisler ve seleften gelen rivayetle r, şeriatı anlamadak i doğru yolu açıklamaktadır. Şüphesiz aklın bunun aksini güzel görmesine veya şahsi görüşün bunun zıddını süslemesine mecal yoktur. Şüphesiz şer’î naslar bu şekilde varid olmuştur.

İmam Şafiî r.a. der ki; “Kim bir konuda istihsan ile (Şahsi görüşle güzel bularak) hükmederse şeriat koymuş olur.”[28]

4- Şüphesiz bidat çıkarmak, hevaya tabi olmaktır. Zira akıl, eğer şeriata tâbî değilse, onda heva ve şehvetten başka bir şey yoktur. Bilirsin ki hevâya uymak, apaçık bir sapıklıktır. Allah Teala’nın şu kavlini görmez misin; “Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma, sonra bu seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır.”(Sa’d 26)

Neticede hüküm, hak ve heva olmak üzere iki şık arasındadır. Bir üçüncü şık yoktur. Yine Allah Azze ve Celle buyuruyor ki;

“Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme.”(Kehf 28)

“Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir!”(Kasas 50)

“Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenl erin istekleri ne uyma.”(Casiye 18)

İbni Mesud r.a.’den; “Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem bize bir çizgi çizdi ve buyurdu ki; “İşte Allah’ın yolu” sonra bu çizginin sağına ve soluna da çizgiler çizerek buyurdu ki; “İşte bu yollardan her birinin üzerinde şeytan vardır ve kendisine çağırır.” Sonra şu ayeti okudu; “Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.”(En’am 153)[29]

İbni Mesud r.a. dedi ki; “Şüphesiz bizler, uyarız, yenilik çıkarmayız, tâbî oluruz, bidat çıkarmayız. Emre sarıldığımız sürece sapıtmayız.”[30]

5- Amelin kabul olunması için ihlâs yeterli değildir. Zira şüphesiz, İslam iki dînî esas üzere kuruludur; ortağı olmayan tek Allah’a kulluk etmemiz ve dinde meşru olan, Rasulün emri olan şeyle ibadet etmemiz.[31]

Yani sahih amel iki şart ile makbul olur; ihlâs ve Rasule tâbi olmak. Fudayl bin Iyaz r.a. der ki; “Şüphesiz amel samimî olup doğru olmazsa kabul edilmez. Yine amel, doğru olup samimi olmazsa kabul edilmez. Samimi olması; yalnız Allah için yapılmasıdır. Doğru olması ise sünnete uygun olmasıdır.”[32]

Bunun delilleri çoktur. İbadetin Allah’a has kılınması şu ayetlerle vaciptir; “Halbuki onlara ancak, dini yalnız O'na has kılarak ve hanifler olarak Allah'a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur.”(Beyine 5)

Bir adam Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’e gelerek; “Hem sevabını hem de övülmeyi umarak savaşan kimse hakkında ne dersin?” dedi. Buyurdu ki; “Ona karşılık yoktur” adam bunu üç sefer sordu ve hepsinde aynı cevabı aldı. Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem sonunda şöyle buyurdu; “Şüphesiz Allah ancak kendisi için halis olarak yapılan ameli kabul eder.”[33]

Rasule tabi olmanın gereğine gelince; Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur; “(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsa nız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyic idir.”(Âl-i İmran 31)

“Allah'a ve Allah'ın bütün kelâmlarına iman etmiş bulunan o ümmî peygamber e, evet ona uyun ki, hidayete erebilesi niz.”(A’raf 158)

Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissa lâtu vesselâm)'in zevce-i pâklerinin hâne-i saâdetlerine bir gurub erkek gelerek Resûlullah (aleyhissa lâtu vesselâm)'ın (evdeki) ibadetind en sordular. Kendileri ne sordukları husus açıklanınca sanki bunu az bularak:

"Resûlullah (aleyhissa lâtu vesselâm) kim, biz kimiz? Allah O'nun geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affetmiştir (bu sebeple O'na az ibadet de yeter) dediler. İçlerinden biri: "Ben artık hayatım boyunca her gece namaz kılacağım" dedi. İkincisi: "Ben de hayatımca hep oruç tutacağım, hiç bir gün terk etmeyeceğim" dedi. Üçüncüsü de: "Kadınları ebediyen terk edip, onlara hiç temas etmeyeceğim" dedi. (Bilâhere durumdan haberdar olan) Hz. Peygamber (aleyhissa lâtu vesselâm) onları bularak:

"Sizler böyle böyle söylemişsiniz. Halbuki Allah'a yemin olsun Allah'tan en çok korkanınız ve yasaklarından en ziyade kaçınanınız benim. Fakat buna rağmen, bazan oruç tutar, bazan yerim: namaz kılarım, uyurum da; kadınlarla beraber de olurum. (Benim sünnetim budur), kim sünnetimi beğenmezse benden değildir" buyurdu.[34]

Muaviye r.a. Kabe’nin dört rüknünü selamlayınca İbni Abbas r.a.; “Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem bu iki rüknü selamlama zdı” dedi. Muaviye r.a.; “Bu ikisi Kabe’den ayrı değil ki” dedi. İbni Abbas r.a.; “Sizin için Allah Rasulünde en güzel örnek vardır” dedi. Bunun üzerine Muaviye r.a.; “Doğru söyledin” dedi.[35]

Amr b. Yahya’dan; “babamı, babasından (naklen) şöyle rivayet ederken duydum: "Babam dedi ki; "Sabah namazından önce Abdullah b. Mes'ûd'un kapısının önünde otururduk . Çıktığında, onunla beraber mescide giderdik. Neyse (bir gün) Ebû Musa el-Eş'arî yanımıza geldi ve; "Ebû Abdirrahm an (yani Abdullah b. Mesûd) şimdiye kadar yanınıza çıktı mı?" dedi. "Hayır" dedik. O da bizimle beraber oturdu. Nihayet (Abdullah) çıktı. Çıkınca toptan ona ayağa kalktık. Sonra Ebû Musa ona şöyle dedi:

"Ey Ebû Abdirrahm an! Biraz önce mescidde yadırgadığın bir durum gördüm. Ama yine de, Allah'a şükür, hayırdan başka bir şey görmüş değilim." (Abdullah) "Nedir o?" diye sordu. O da; "Yaşarsan birazdan göreceksin. Mescidde halkalar halinde, oturmuş, namazı bekleyen bir topluluk gördüm. Her halkada (İdareci) bir adam, (halkadaki lerin) ellerinde de çakıl taşları var. (idareci): "Yüz defa Allahu ekber deyin" diyor, onlar da yüz defa Allahu Ekber diyorlar. Sonra, yüz defa La İlahe İllallah, deyin diyor, onlar da yüz defa La ilahe İllallah diyorlar. Yüz defa Sübhanallah deyin diyor, onlar da yüz defa Sübhanallah diyorlar."

Abdullah b. Mes'ûd; "Peki onlara ne dedin?" dedi. "Senin görüşünü bekleyere k -veya "senin emrini bekleyere k" -onlara bir şey söylemedim." dedi.

Dedi ki; "onlara kötülüklerini hesab etmelerin i emredip (bununla) iyilikler inden hiçbir şeyin de zayi edilmeyec eğine dair onlara güvence verseydin ya!" dedi. Sonra gitti, biz de onunla beraber gittik. Nihayet o, bu halkalard an birine geldi, başlarında durdu ve şöyle dedi: "Bu, yaptığınızı gördüğüm nedir?"

Dediler ki; "Ey Ebû Abdirrahm an! Bunlar çakıl taşları. Onlarla Allahu Ekber, La ilahe İllallah ve Sübhanallah deyişleri sayıyoruz." (Bunun üzerine Abdullah b. Mes'ûd) dedi ki;

"Artık kötülüklerinizi sayıp (hesab edin)! Ben, iyilikler inizden hiç bir şeyin zayi edilmeyec eğine kefilim. Yazıklar olsun size! Ey Ümmet-i Muhammed, ne çabuk helak oldunuz! Peygamber inizin -salallahu aleyhi ve sellem- şu sahabesi içinizde hâlâ bolca bulunmakt a. İşte onun elbiseler i, henüz eskimemiş; kapları, (henüz) kırılmamış. Canım elinde olan Allah'a yemin olsun ki, sizler kesinlikl e ya Muhammed'in dininden daha doğru yolda olan bir din üzerindesiniz (-ki bu imkânsızdır-) veya bir sapıklık kapısı açmaktasınız."

Onlar; "Vallahi, ey Ebû Abdirrahm an, biz, başka bir şey değil, sadece hayrı (elde etmeyi) İstedik" dediler.

O da şöyle karşılık verdi; "Hayrı (elde etmek) isteyen niceleri vardır ki onu hiç elde edemeyece klerdir. Resûlullah -salallahu aleyhi ve sellem- bize haber vermişti ki; Kur'an'ı okuyacak olan bir topluluğun bu okuyuşları sadece dilde kalacak, onların köprücük kemikleri ni ileriye geçmeyecek. Vallahi, bilmiyoru m, belki onların çoğu sizdendir ." Sonra Abdullah onlardan yüz çevirdi.

(Amr b. Yahya'nın dedesi) Amr b. Selime, bundan sonra şöyle dedi: Bu halkalard aki (insanların) tamamını, en-Nehrevân olayında, haricîlerin yanında bize karşı vuruşurken gördük." [36]

Bu kıssa, alim sahabeler in, ibadetler in vesile ve maksatları hakkındaki anlayışlarını göstermektedir. Bir topluluk, Allah Azze ve Celle’yi tesbih, tekbir, tehlil ve tahmid ile zikrediyo r, bu zikredişlerini saymak için taş kullanıyorlar. Bu amellerin de niyetleri Allah’a ibadet etmek olduğu halde İbni Mesud r.a. bunları sünnete muhalif bir bidat görerek onlara karşı çıkmıştır. Zira Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem böyle yapmamıştır. Onların niyetleri nin güzel oluşu, yaptıklarının sahih olduğunu göstermiyor. Zira niyetin güzel olması, bidatı sünnete çevirmez ve çirkini güzel yapmaz. Güzel niyetin yanında sünnete ve selefe uyma şartı da kaçınılmazdır.[37]

Said bin el-Müseyyeb radıyallahu anh, fecrin doğuşundan sonra namaz kılmaya devam eden birini gördü ve onu uyardı. Adam; “Ey Ebu Muhammed! Namaz kıldım diye Allah bana azab eder mi?” diye aklınca haklı bir gerekçe zikretti. İbnül Müseyyeb; “Hayır, fakat Allah sana Sünnet’e aykırı hareket ettiğin için azab eder.” Dedi.[38] Benzeri İbni Abbas r.a.’dan da rivayet edilmiştir.[39]

Elbanî r.a. der ki; “Said Bin el-Müseyyeb’in bu veciz cevabı, bidatleri güzel görene karşı ve sünnet ehlini “zikri ve namazı inkâr etmekle” suçlayanlara karşı kuvvetli bir silahtır. Hâlbuki sünnet ehli sadece sünnete muhalif olan namaz, zikir v.b. şeylere karşı çıkmaktadır.”[40]

Birisi imam Malik’e; “Ey Ebu Abdullah! Nerede ihrama gireyim?” dedi. O da; “Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in girdiği yer olan Zul-Huleyfe’den itibaren” dedi. Adam; “Ben, kabrin yanında, Mescidin yanından girmek istiyorum” dedi. İmam Malik; “Öyle yapma! Fitneye düşmenden korkarım.” Dedi. Adam; “Bunda ne gibi bir fitne olabilir ki? Ben daha fazla mesafeden ihrama gireceğim.” Deyince imam Malik; “Hangi fitne senin kendini Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’i fazilette geçmiş görmenden daha büyük olabilir? Allah Azze ve Celle buyuruyor ki; “O’nun emrine muhalefet edenler kendileri ne bir fitnenin veya elim bir azabın isabet etmesinde n sakınsınlar.”(Nur 63)”[41]

6- Sahih deliller bidati mutlak olarak kötülemektedir. Bidatın; “hasene=güzel” ve “seyyie=kötü” diye ikiye taksim edilmesin in delili yoktur.

Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem; “Şüphesiz sözlerin en güzeli Allah’ın Kelam’ı, yolların en hayırlısı Muhammed Sallallah u aleyhi ve sellem’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlarıdır. Her sonradan çıkarılan şey bid’attir ve her bid’at sapıklıktır. Her sapıklık ta ateştedir.” Buyurmuştur.[42]

Yine şöyle buyurmuştur; "Sizden kim Benden sonra yaşarsa birçok ihtilafla r görecektir. Bu yüzden sünnetime ve hidayete erdirilmiş raşid halifeler in sünnetine sarılmanız gereklidi r. Ona azı dişlerinizle ısırır gibi sarılıp, bırakmayın. Sizleri sonradan çıkarılanlardan sakındırırım. Zira şüphesiz her sonradan çıkarılan şey bidattir ve her bidat sapıklıktır."[43]

“Kim şu emrimizde olmayan bir şey çıkarırsa o reddolunu r.”[44]

“Kim emrimiz olmayan bir şeyle amel ederse, o reddolunu r.”[45]

Bu hadislerd e olduğu gibi bidatler arasında bir ayrım söz konusu değildir. Nekre (belirsiz) olarak gelen izafe umum ifade eder. ancak bir istisna varsa o başka. Peki burada istisna nerede? Bazılarının istisna iddialarına cevap inşallah ileride gelecek.

Bu, bütün salih selefin anlayışıdır. Nitekim İbnu Ömer r.a.; “İnsanlar güzel görse de bütün bidatler sapıklıktır.” Demiştir.[46]

İbni Mesud r.a.; “Ey İnsanlar! Sizler hadis anlatıyorsunuz ve size hadis anlatılıyor. Bir bidat gördüğünüz zaman ilk duruma sarılın.”[47]

İşte bu iki sahabe bidati umum manada almışlar, güzel-çirkin ayrımı yapmamışlardır. Usul ilminde sabit olmuştur ki; şeriatın küllî delili, pek çok yerde, farklı zamanlard a ve farklı durumlard a tekrar ederse, o tahsis edilmez ve sınırlandırılmaz. Böylece delilin getirdiği hüküm, mutlak olarak genellik ifade eder. Bidati kötüleyen ve ondan sakındıran hadisler de bu kabildend ir. Nitekim peygamber sallallah u aleyhi ve sellem, minber üzerinde Müslüman topluluğuna pek çok zaman ve farklı hallerde bütün bidatleri n sapıklık olduğunu belirtmiş, ne bir ayette, ne de bir hadiste bu konudaki genelleştiren ifadeyi sınırlandıran bir delil gelmemiştir. Bu da genel ifadenin, mutlak oluşunu gösterir.

Salih selef de bidatin kötülenmesinde icma etmiş, bundan hiçbir şeyi istisna etmemişlerdir. Sabit olan icma; bütün bidatleri n kötü oluşunu, hiçbir bidatin güzel olamayacağını göstermektedir.[48]

7- bidatın güzelinin de olduğunu iddia edenlerin, yapılan işin zahirde taat olduğunu mazeret göstermeleri geçersizdir. Aslında o tam aksine masiyetti r. Zira mücerred akıl, mesela öğlen namazını neşeli zamanlard a beş rekat kılmayı daha güzel görür. Bu, diğer farzlar için de aynıdır. Bidati güzel görenin, güzelini çirkininden ayırmaya şiddetli bir ihtiyacı vardır. Biz ittifakla diyoruz ki; zahiri taat olan her şey taat olmadığı gibi, zahiri masiyet olan her şey de masiyet değildir. Neticede bidatçi, isabet ettiği güzel bidat ile hatta ettiği çirkin bidat arasında döner durur. Durum böyle olunca, bu bidatin güzel olduğunu iddia etmek ancak Kitap ve Sünnet’ten bir delil ile mümkün olabilece ktir. Hâlbuki Kitap ve Sünnet’ten delil bulunan şey bidat değildir. O halde “güzel bidat” iddiası batıldır.

Herhangi bir amelin “güzel bidat” olduğunu iddia edene; “bir bidatin güzel mi, yoksa çirkin mi olduğunu nereden anladığını sorarız.

Güzel zannedile n pek çok amelin aslında çirkin bidat olduğuna sıkça şahid oluruz. Mesela Sahihu Müslim’de; Ukbe bin Amir r.a.’den şu rivayet gelmeseyd i anlayamaz dık; “Üç vakit vardır ki, Resülullah (aleyhissa latu vesselâm) bizi o vakitlerd e namaz kılmaktan veya ölülerimizi mezara gömmekten nehyetti:

— Güneş doğmaya başladığı andan yükselinceye kadar.

— Öğleyin güneş tepe noktasına gelince, meyledinc eye kadar.

— Güneş batmaya meyledip batıncaya kadar."[49]

Sahihayn’daki rivayette Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Allah namazı (ilk defa farz ettiği zaman iki rek'at olarak farz etmişti. Sonra onu hazer için (dörde) tamamladı. Yolcu namazı ilk farz edildiği şekilde sabit tutuldu."[50] Bu hadis ulaşmasaydı, seferde namazı tam kılmanın caiz olmadığını anlayamaz dık.

Rasululla h Sallallah u aleyhi ve sellem, abdest alırken azalarını üçer kere yıkadıktan sonra; “İşte abdest budur. Kim bundan fazla yaparsa kötülük ve zulüm etmiş olur.” Buyurmuştur.[51] Bu hadis olmasaydı abdest alırken azaları beş kez yıkamanın, akıl güzel gördüğü halde caiz olmadığını anlayamaz dık.

İbni Abbas r.a. rivayet ediyor; Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Dikkat edin! Ben rükû ve secdelerd e Kuran okumaktan nehyolund um”[52] bu hadis olmasaydı bu fiilin caiz olmadığını nereden anlayacak tık? Şeriatta taat zannedile n birçok şey aslında masiyetti r ve ceza gerektiri r.

8- insanların çoğu, genel manada gelen nasları bidatleri için delil getiriyor lar. Bu ise büyük bir hata olup, usul ilminin önemli kaideleri ile çelişmektedir.

Mesela; birkaç kişi mescide namaz kılmak için gelseler, içlerinden biri öne geçip onlara cemaatle tahıyyetul mescid namazı kıldırsa, içlerinden bazısı da buna karşı çıksa, diğerleri de kişinin cemaatle kıldığı namazın yalnız başına kıldığı namazdan daha faziletli olduğuna dair hadisleri delil getirse, iki ayrı görüşe bölünmüş olmazlar mı? Bunlardan birisi bu istidlale uygun, diğeri muhalifti r. Halbuki bu delil başka bir konuda varid olmuştur. Peki, burada ayırıcı kavil hangisidi r?

Şeyhulislam İbni Teymiye, Tefsir Usulü’ne Giriş adlı eserinde diyor ki; “Şu bilinmeli dir ki, Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem ashabına Kuran’ın manalarını, onun lafızlarını nasıl açıkladıysa öyle açıklamıştır. Çünkü Allah Teala’nın; “Biz sana zikr’i indirdik ki, insanlara ne indirildiğini açıklayasın.”(Nahl 44) ayeti, hem lafzın, hem de mananın açıklanmasını içine alır.

(Tabiîn’den) Ebu Abdurrahm an es-Sulemî demiştir ki; “Osman bin Affan ve Abdullah bin Mesud gibi, bize Kuran okutanlar bildirmişlerdir ki, onlar peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’den on ayeti ilim ve amelce öğrenmeden geçmezlerdi. Onlar bize dediler ki; “Bizler Kuran’ı ilim ve amel ile birlikte öğrendik.”[53]

Bundan dolayıdır ki, onlar, bir sureyi bellemek için uzun bir müddet o sure üzerinde dururlardı. Enes r.a. şöyle demiştir;

“Bizim zamanımızda birisi Bakara ve Al-i İmran surelerin i okuduğu zaman gözümüzde büyürdü.”[54]

Abdullah bin Ömer r.a., Bakara suresini öğrenmek (ezberleme k) için birkaç yılını, bir rivayete göre sekiz yılını vermiştir. Bunu İmam Malik rivayet etmektedi r.[55]

Çünkü Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur; “Sana bu mübarek Kitab'ı, ayetlerin i düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.”(Sad 29)

“Hâla Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi?”(Nisa 82)

“Onlar bu sözü (Kur'an'ı) hiç düşünmediler mi?”(Müminun 68)

Bu ayetlerde sözedilen “tedebbür; iyi düşünmek”, Kur’anın manalarını anlamadan gerçekleşmez. Yine Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur;

“Akıl erdiresin iz diye biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik.”(Yusuf 2) Bir söze akıl erdirmek için, onu anlamak gerekir. Malumdur ki, her söz mücerred lafızlarından öte, manasının anlaşılması için söylenir. Kuran ise anlaşılmaya daha layıktır.

Tıp, hesap gibi fen dallarıyla ilgili kitap okuyan bir topluluğun, okuduklarını anlamak istememel eri düşünülemez. O halde kurtuluşlarına, din ve dünya saadetler ine sebep olacak olan Allah Kelamı nasıl olur da anlaşılmak için okunmaz?”[56]

İmam Şatıbî de el-Muvafakat’ta genel manadaki delillerl e selefin anlayışına muhalif istidlald e bulunanla ra ve delili, varid oluş sebebinde n başka konulara hamledip onunla amele çağıranlara reddiyede bulunarak der ki;

“İlk nesilleri n hiçbir şekilde amel etmedikle ri deliller: Sonra gelenleri n (müteahhirûn) kendi kuruntula rına bunları delil olarak kullanmal arı asla yerinde değildir ve onlar hiçbir şekilde de*lil olamazlar . Zira eğer delil olsalardı, sahabe ve tabiîn nesilleri nin değerlendirmelerinden uzak kalıp da şunların onu anlaması gibi bir sonuç asla ortaya çıkmazdı. İlk nesilleri n amel ettiği veya terk ettiği şey, delil sanılan şeyin gereğine nasıl ters düşer ve onunla nasıl çatışa*bilir?

Sonra gelen nesilleri n bu türden delillerl e amel etmeleri, ilk nesilleri n icmâına muhalefet olmaktadır. İcmâa muhalefet eden her kim olursa olsun hatalıdır. Zira Muhammed ümmeti hata üzerinde görüş birliği etmez. Onların üzerinde bulundukl arı fiil ya da terk, sünnettir ve muteber bir durumdur, hidâyettir. İnsan ya hata eder ya da isabet eder. Selefe muhalefet eden kimseler hata üze*rindedir. Bu kadarı delil olarak yeterlidi r…

İşte bu noktadan hareketle dir ki, ehl-i sünnet âlimleri Râfızîlerin “Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem kendinden sonra halife olmak üzere Hz. Ali'yi tayin etti” şeklindeki iddialarına kulak asmamışlardır. Çünkü bütün sahabenin bu iddia aksine hareket etmiş olmaları, onun batıl ve dikkate alınmayacağına açık bir delildir. Çünkü sa*habe hata üzerinde görüşbirliği etmez. Çoğu zaman bid'at ve sapık mezhep sahipleri nin Kitap ve sünnet ile iddialarını desteklem eye çalıştıklarını görürsün; bunlar keyfî yorumlar yaparlar, onların müteşâbihlerine sarılarak havayı bulandırmak ve böylece halka karşı kendileri nin hak üzere oldukları intibaını vermek isterler.”[57]

Yine aynı eserde der ki; “Bundan dolayı, şer’i deliler üzerinde duran kimseleri n, mutlaka o delillerd en selefin ne anladıklarını gözönünde bulundurm ala*rı bir mecburiye ttir. Onların amel edegeldik lerine uygun düşen mana, doğru olmaya en layık olandır; ilim ve amel için en uygu*nudur.”[58]

Hafız İbn Abdilhadi r.a., der ki; "Bir ayeti veya bir hadisi, Selef zamanında onların bilmediği ve ümmete açıklamadıkları halde te'vil etmek caiz değildir. Aksi halde "selefin bu gerçeği bilmedikl eri ve bu konuda sapmış oldukları, sonraki asırlarda çıkmış olan bu iddia sahibinin ise hidayet üzere olduğu" gibi bir anlam çıkar."[59]

İbn Kayyım r.a. diyor ki; "Allah'ın Kitabındaki bir ayeti Selef ve imamların açıkladıklarına muhalif şekilde yorumlaya n kişi iki halden biri içindedir; ya kendisi hata etmiştir ya da bunu kendisini n söylediklerine muhalif olarak açıklayan selef hata etmiştir. Akıl sahibi bir kimse, bu kimsenin hata yapmaya seleften daha layık olduğunda şüphe etmez.

Bu konuda "Onlar bu işin ehli ise, biz de onun ehliyiz" diyerek gururlana n kişi, küstahlık ederek kapıları kendi yüzüne kapamıştır. Doğru yola eriştirecek olan Allah'tır." [60]

Derim ki, bu kaideyi anladıysan, bahsettik lerimiz içinde hangi fırkanın hidayet üzere olduğu ortaya çıkmış demektir.

İşte bu umumi delil, Selef r.a'un amelinde veya anlayışında varid olmayan bir şeyin (Farz namazlar ve teravih gibi cemaatle kılınan namazların diğer nafilele namazlara kıyaslanarak cemaatle kılınamayacağı gibi) cemaate delil getirilme sinde geçerli olmadığını gösteriyor. Öyleyse, umumun bir parçasında geçerli olan olan şey, bütün parçaları için geçerli olmayacak tır. Selefin uygulamasında bunun bir başka örneğini görelim;

Ebu Davud, Sünen'inde Mücahid r.a.'den rivayet ediyor; "İbni Ömer r.a. ile beraber idim. Bir adam öğle veya ikindi vaktinde tesvib yaptı. Bunun üzerine İbni Ömer r.a.; "Benimle gel de gidelim. Zira bu bidattir" dedi.[61]

Tesvib; onların mescidler in kapılarında durup "Namaza! Namaza!" diye nida etmelerid ir.[62]

Birisi gelip; "Namazı hatırlatmakta ne zarar var? Allah Teala; "Hatırlat, zira hatırlatmak müminlere fayda verir"(Zariyat 55) buyurmuştur." Derse, onun sözü kabul edilmez, bu anlayışı reddolunu r. Çünkü Selef radıyallahu anhum bu ayeti genele yorumlaya rak anlamamıştır. Malumdur ki, İbn Ömer r.a. Rasululla h Sallallah u aleyhi ve sellem'e uymada en dikkatli olan ve sünneti en iyi gözeten sahabeler den biridir.

Buna diğer bir örnek daha önce geçen şu rivayetti r; Nafi anlatıyor; İbni Ömer r.a.’nın yanında birisi hapşırdı ve “Elhamduli llah ves selamu ala Rasulih” dedi. Bunun üzerine İbni Ömer r.a.; “Ben de "Elhamduli llah ves selamu ala Rasulilla h diyorum ama, Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in bize öğrettiği böyle değildir. Biz deriz ki; “Elhamduli llahi ala kulli hal”[63]

Burada İbn Ömer r.a., "Şüphesiz Allah ve melekleri peygamber e salat ederler, ey iman edenler siz de ona salat ve selam verin"(Ahzab 56) ayeti umum ifade ettiği halde, bu adama karşı çıkıyor. Demek ki ayet umum ifade etmesi yanında, sahabenin ve onlardan sonra gelen salih selefin anlayışı önceliklidir.

Allah ona rahmet etsin, İmam el-Evzaî ne güzel demiş; "Sünnet üzere olmaya sabredini z! Sahabeler in durduğu yerde durunuz ve onların söylediklerini söyleyiniz. Onların açıklama yapmadığı şeyi açıklamaya çalışmayın. Salih selefin yolunu tut! Onlara geniş gelen şey sana da geniş gelir."[64]

Bunun üzerine diyoruz ki; Öncekilere muhalefet etmekten şiddetle sakın! Faziletli gibi görünse bile buna yanaşma! Onda bir fazilet olsaydı selef bunu yapmaya daha layıktır. Yardımcımız Allah'tır.[65]

9- Bidat'a "bidat-ı hasene" demek, kötülük getirir.

Birincisi; bir bidatın güzel görülmesi, onlar tarafından; Allah'ın kulları için tamamladığı ve razı olduğu bu dinde müstehap görülmesi demektir. Böyle bir iddianın batıl oluşu ise ortadadır. Zira ne Allah kullarına bu bidatı emretmiş, ne de Rasululla h Sallallah u aleyhi ve sellem emretmiştir. Raşid halifeler, diğer sahabeler ve onlara tabi olan Tabiin de bunu yapmamışlardır. İşte böylece, kim bir bidati dinde güzel bulursa, Allah'a, Kitabına ve Rasulüne bilmeden iftirada bulunmuş olur.

İkincisi; Peygamber sallallhu aleyhi ve sellem ve ashabının bazı amelleri terk etmeleri de övülmüş, güzel ve bereketli sünnetlerdir. Zira Rasululla h Sallallah u aleyhi ve sellem ve ashabı ondan uzak durmuşlardır.

Üçüncüsü; bidatı hasene diye iddia ederek yerleştirmek isteyenle r, ne Rasululla h Sallallah u aleyhi ve sellem'in övülmüş, mübarek sünnetinde ne de Sahabeler inin fiilinde olmayan bir şeyle amel etmeyle, sünnet ile amel etmenin kazandırdığı şeyin kazanılacağını iddia etmiş olurlar. Bunu ise, akıl ve din sahibi biri söylemez."[66]
 
samanpan Çevrimdışı

samanpan

.
Site Emektarı
İKİNCİ BÖLÜM:
BİDATLERİ TAKSİM EDENLERİN ŞÜPHELERİ
Birinci Şüphe;
"Kim İslâm dininde güzel bir sünnet başlatırsa, bu güzel işten dolayı kendisine sevap verilir. Ayrıca kendisind en sonra bu sünnetle amel edenlerin sevabı kadar da kendisine sevap yazılır; bu, diğerlerinin sevabından da bir şey eksiltmez . Kim de İslâm dininde kötü bir sünnet başlatırsa, kendisine hem kendi günahı hem de o işle amel edenlerin günahı kadar günah yazılır ve bu diğerlerinin günahından da bir şey eksiltmez ."[67] Mealindek i hadis hakkında anlayışlar;

Buna birkaç açıdan cevap verilebli r;

Birincisi; «men senne» ile kastedile n bir sünneti bizzat uygulamak tır; yoksa ortaya yeni bir şeyler çıkarmak, teşri yapmak değildir. Yani hadis, yeni bir şeyler ortaya koymakla ilgili değil, bizzat sünnette olanla amel etmeyi teşvik yönündedir. Buna delil, hadisin geliş sebebidir ki, o da meşrû kılınan sadakadır.

Hadisin geliş sebebi ile ilgili şöyle bir rivayet vardır: Cerir b. Abdullah şöyle demektedi r: Peygamber (s.a.s.), hutbesi esnasında bizleri sadaka vermeye teşvik etti. Ama insanlar bu konuyu biraz ağırdan aldılar. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s.)’in yüzünde kızgınlık ifadesi belirdi. Ensardan birisinin bir kese getirmesi üzerine insanlar da ona uydular, öyle ki, onun yüzünde sevinç görüldü ve şöyle dedi:« Kim güzel bir sünnet başlatırsa....» [68].

İkincisi; « kim İslâm dininde güzel bir sünnet başlatırsa » ifadesini kullanan la, «her bidat dalaletti r» ifadesini kullanan aynı kişidir; yâni Peygamber dir. Binaenale yh, Peygamber (s.a.s.)’in kendine ait bir sözü başka bir sözle tekzip etmesi veya sözlerinde bir çelişki olması söz konusu olamaz; bu mümkün değildir[69]

Dolayısıyla bizim bir hadisi alıp, diğer bir hadisten yüz çevirmemiz câiz değildir. Bu da, Kur’anın bir kısmını kabul edip diğer bir kısmını kabul etmeyenin haline benzer.

Üçüncüsü; Peygamber, (s.a.s.) « kim bir sünnet başlatırsa » demiş “kim bir bid’at çıkarırsa” dememiştir. Yine, «İslâm’da... » demiştir, zira bid’atler ise, İslâm’dan değildir. Ayrıca «güzel (hasene)» sıfatını kullanmıştır, bid’at ise güzel değildir[70].

Bid’at ile sünnet arasındaki fark son derece açıktır. Sünnet, uyulan, tatbik edilen yoldur; bid’at ise, dinde sonradan ortaya çıkarılan şeydir.

Dördüncüsü; seleften hiç bir kimsenin, insanların sonradan ortaya çıkardıkları şeyleri (bid’atı) “sünnet-i hasene” olarak adlandırdıklarına dâir bir nakil gelmiş değildir.

Beşincisi; «men senne » ifadesi dinde zaten mevcut olan ama ihmal edilen veya unutulan bir sünneti ihyâ etmek, yeniden yaşanılır hale getirmek manâsındadır. Dolayısıyla « senne » kelimesi, bu hadiste terkedile n bir sünetti ihyâ eden kimse hakkında izâfi olarak kullanılmıştır.

Buna şu hadis delildir: “Kim benim sünnetimden bir sünneti ihyâ eder ve insanlar onunla amel eder hale gelirse, amel edenlerin ecirleri kadar ona ecir yazılır; diğerlerinin ecirlerin den de hiçbir şey eksilmez. Kim de bir bid’at ihdas eder ve bununla amel edilirse, bu bid’atle amel edenlerin günahı kadar ona günah yazılır; diğerlerin günahlarından da hiç bir şey eksilmez” [71]

Altıncısı; Peygamber (s.a.s.)’in, “kim güzel bir sünnet başlatır" ve “kim kötü bir sünnet başlatır” ifadesini yeni bir sünnet “icat etme” anlamında kullanmay a imkan yoktur. Zira bir şeyin iyi mi yoksa kötü mü olduğunu tespit etmek ancak şer’î delillerl e mümkündür.

Bu durumda hadiste geçen sünnet, ya şeriatte güzel ya da çirkindir. Bu ifadeleri n “sadaka” veya benzeri hayırlar olarak anlaşılması çok yerinde olacaktır. Kötü sünnet (yol) ise, Adem oğullarının; «zira o ölüm olayını ilk olarak sünnet kılandır»[72] tarzında hadiste tenbih edildiği gibi, şeriatın masiyet saydığı günahlara götüren bir mertebe olarak kalır. Dolayısıyla bid’atler de öyledir. Zira din bunları kesin olarak zemmetmek te ve onlardan sakındırmaktadır.[73]

İkinci Şüphe :
Bid’atleri güzel gösterme gayretind e olanların yanlış telaki ettikleri bir delil de,

( مَا رَآهُ الْمُسْلِمُونَ حَسَناً فَهُوَ عَنْدَ اللهِ حَسَنٌ )

“Müslümanların güzel gördüğü şey Allah katında da güzeldir“[74] şeklindeki rivayetti r.

Cevap:
Birincisi; bu rivayetin Peygamber (s.a.s.)’e aidiyeti (merfû’) sahih değildir. Aksine bu ifade İbn Mes’ûd’a aittir, mevkûf bir rivayetti r.

İbn Kayyim şöyle der: “Bu ifade Peygamber (s.a.s.)’in sözü değildir. Bunu, hadis konusunda bilgisi olmayan kişiler ona nisbet etmişlerdir. Bu söz, İbn Mesud’dan bizzat kendi sözüyle sabittir ”[75].

İbn Abdulhâdî şöyle demiştir: “ Bu haber Enes’den sâkıt (zayıf) bir senedle Peygamber (s.a.s.)’e nisbet edilmiştir. Doğru olan, bu sözün İbn Mes’ûd’a ait mevkûf bir rivayet olduğudur ”[76]

ez-Zeylaî ise, bu konuda şöyle demektedi r: “ Bu haberin merfû olarak rivayeti gariptir; ben bu ifadenin sadece İbn Mes’ûd’a nisbet edildiğini gördüm”[77]

el-Elbânî; de bu konuda şunu söyler : “ Rivayetin merfû olarak bir aslı yoktur, ancak İbn Mes’ûd’dan mevkûf olarak gelmiştir ”[78]

Daha önce de işaret edildiği gibi, kim olursa olsun, hiç bir kimsenin sözünün Peygamber (s.a.s.)’in sözü ile çatışması caiz değildir.

İkincisi; “el-Müslimûn” kelimesin deki “el” takısı zaman bildirmek içindir ve sahabe zamanına ve bizzat sahabeye işaret etmektedi r. Rivayetin gelişi de buna işaret etmektedi r. Rivayetin tamamı şöyledir:

«Allah kullarının kalplerin e baktı, Muhammed (s.a.s.)’in kalbinin kulların kalpleri içerisinde en güzeli olduğunu gördü ve o kalbi kendisi için seçti. Risaletin i de onun vasıtasıyla gönderdi. Muhammed (s.a.s.)’in kalbinden sonra sair kullarının kalplerin e baktı, Muhammed (s.a.s.)’in ashabının kalplerin in kulların kalpleri içerisinde en güzelleri olduğunu gördü ve onları Peygamber ine yardımcılar kıldı. Bu yardımcılar Allah’ın dini uğrunda mücadele ettiler. Müslümanların iyi gördüğü Allah katında da iyidir, kötü gördükleri (tasvip etmedikle ri) Allah katında da kötüdür ».

Bazı rivayetle rde şu ilave de vardır:

«Bütün sahabîler Ebu Bekir’i halife olarak tayin etmek istediler»[79]

Bu da açıkça göstermektedir ki, burada “müslümanlar”la kastedile nler sahabîlerdir. Bunların sahabiler olduğuna dair bir başka delil ise, hadis konusunda eser veren ulemanın bu rivayeti sahabîlerle ilgili bölümde zikretmel eridir. el-Hâkim’in “el-Müstedrek”inde de durum böyledir[80]. el-Hâkim bu rivayeti Ma’rifetu’s-Sahâbe bölümüne almış, ancak ilk kısmını rivayet etmemiş ve rivayeti “ Müslümanların iyi gördüğü...” (mâ rea’l-muslimûne hasenen.. .) kısmından itibaren almıştır. Bu da gösteriyor ki, el-Hâkim, rivayette geçen “el-Müslimûn” dan sahabenin kastedild iği sonucunu çıkarmıştır.

Durum böyle olunca, bütün sahabîlerin bid’atlerin zemmi ve çirkinliği konusunda fikir birliği içinde olduğu ortaya çıkar. Hiçbir sahabîden bid’atleri hoş gören bir rivayet varid olmamıştır.

Üçüncüsü; “ el-Müslimûn ” deki “ el ” takısının belli bir zamanı tayin için değil de bir umumiyet ifadesi olarak kullanılması durumunda bile, bununla kastedile n icmâ olur ki, icmâ da hücccettir.

İzz b. Abdüsselâm şöyle demektedi r: “Hadis sahih ise, ‘ el-Müslimûn ’ ile kastedile n ehl-i icmâ’dır, doğrusunu Allah bilir ”[81]

Bu rivayeti bid’at-ı hasene’nin varlığına delil olarak öne sürenlere deriz ki; “Müslümanların, güzelliği üzerine ittifak ettikleri bir tek bid’at örneği gösterebilir misiniz? ” Şüphesiz bu mümkün değildir. Müslümanların güzel olduğu konusunda ittifak ettikleri bir tek bid’at yoktur. Aksine, İslâm’ın ilk asırlarında bütün bid’atlerin dalâlet vesilesi olduğu hususunda icmâ hasıl olmuştur. Allah’a sonsuz şükürler olsun ki bu icmâ hâlâ devam etmektedi r.

Dördüncüsü; Abdullah b. Mes’ûd (r.a.) gibi mümtaz bir sahabînin sözü ile nasıl bir bid’at güzel gösterilmek istenebil ir? Ki o sahâbiler içinde bid’atler konusunda en hassas olan ve insanları şiddetle bundan nehyeden ve sakındıran bir zattı. Daha önce;

«Sizden öncekilere tâbi olun, yeni şeyler icad etmeyin; bu size yeter, zira her bid’at sapıklıktır» şeklindeki sözü geçmişti. Bunun dışında bid’atlerden nehyeden daha birçok sözü vardır.
 
samanpan Çevrimdışı

samanpan

.
Site Emektarı
Üçüncü Şüphe:
“Hadiste geçen “Bütün bidatler sapıklıktır” sözü genelleştirilemez. Çünkü Allah Teala; “O (rüzgâr), Rabbinin emriyle her şeyi yıkar, mahveder.”(Ahkaf 25) buyurmuştur. Bu ayette geçen her şey lafzı rüzgârın her şeyi yıktığını ifade etmediği gibi bu hadiste kastedile n de bütün bidatler değildir”

Cevap:

Burada geçen “her şey” ifadesi de umumidir. Nitekim İbni Cerir Taberi Tefsirind e der ki; “Bu fırtına, rabbinin emriyle herşeyi harap etmektedi r. Böylece Hud kavmi tamamen helak olup gitti.”[82]

Kurtubi der ki; “Yani Ad kavminin insanlarından ve mallarından üzerinden geçtiği herşeyi bu hale ge*tiriyordu. İbn Abbas dedi ki: Üzerine gönderildiği herşey, demektir.”[83]

Diğer müfessirler de bu şekilde söylemişlerdir. Şeyhulislam İbn Teymiye der ki;

“Peygamber imiz (salât ve selâm üzerine olsun) “Her bid'at dalaletti r. (sapıklıktır)” sözünü sadece özellikle yasaklanmış bidatlere yormak, bu sözle sırf bu tip bidatleri n kastedild iğini ileri sürmek caiz değildir. Böyle düşünürsek bu hadisi anlamsız saymış oluruz. Çünkü her hangi bir küfür, her hangi bir fasıklık veya başka bir günah yasaklanınca bu yasaklama dan anlarız ki, ortada mubah sayılmış bir haram vardır. Bu haram bidat olabileceği gibi öyle olmayabil ir de.

Şimdi eğer ister peygamber imiz zamanında işlenmiş olsun, ister öyle olmasın dinde özel hükümle yasaklana nlar dışında münker (kötülük) yoksa ve ister bid'at olsun, ister olmasın sırf yasaklana n şeyler münker (kötülük) ise “bidat” ın hiç bir önemi, hiç bir özel etkinliği kalmaz. Yani ne varlığı bir davranışın kötü olduğunu ve ne de yokluğu bir hareketin güzel olduğunu göstermez.

Böyle olunca da Peygamber imizin (salât ve selâm üzerine olsun):

“Her bid'at dalaletti r. (sapıklıktır)” sözü: “Her adet bir sapıklıktır” veya: “Gerek arapların ve gerekse acemlerin (arap olmayanla rın) her geleneği sapıklıktır.” gibi bir söz olur ve anlamı da:

“Bu adet ve gelenekle r içinde yasaklana nlar sapıklıktır” şeklinde olur. Bu da normal yorum sınırlarını aşan bir belge tahrifi ve saptırması olur ki, başlıcaları şunlar olan bir takım zararlı gelişmelere ve yıkımlara yol açar.

1 - Söz konusu zararların ilki, bu hadise karşı olan güvenin zayıflamasıdır. Çünkü ayrı ve özel bir delil ile yasaklandığı bilinen bir davranışla ilgili hüküm, bu hadisin içeriğinden olmayan söz konusu yasakla bilinmiş olur. O zaman da bu hadisin hiç bir anlamı kalmamış olur. Oysa Peygamber imiz bu sözleri büyük bir kalabalığa seslenirk en ve genel karakterl i bir konuşma içinde söylemiştir.

2 - Böyle olunca “bid'at” terimi, özü ve sözü bakımından hiç bir etkisi olmayan içi boş bir kelimeye dönüşür. Bu takdirde de bu söz veya kavrama dayanarak hüküm vermek, diğer etkisiz kavramlar a dayanmakt a olduğu gibi, aslında dayanaksız bir yargıya varmak olur.

3 - Bir şey söylerken böyle bir terim kullanmak, eğer bu terimle başka bir kavram kasdedili yorsa -ki konumuz bakımından bu “başka” kavram yasaklanmış belirli davranıştır- belirtilm esi gereken bir anlamı belirtmek ten kaçınmak ve göründüğü gibi anlaşılmaması gereken bir sözü söylemek olur. Çünkü “bid'at” ile “özel hükümlü yasak” arasında “genellik” ve “özellik, belirlili k” ilişkisi vardır. Yani her bid'at hakkında özel bir yasaklayıcı hüküm yoktur. Bunun yanında, her hakkında özel yasaklayıcı hüküm bulunan davranış da bid'at değildir. Böyle olunca her hangi bir terimi söylerken aslında başka bir terimi kasdetmek, sadece aldatmaca amacı güden konuşmacılara yaraşabilecek katıksız bir lâf cambazlığıdır. Tıpkı “kara” derken at ve “at” derken kara demek istemek gibi.

4 - Böyle bir yorumun yolaçacağı bir başka sakınca da şudur.

Eğer Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) “Her bid'at dalaletti r. (sapıklıktır)” ve “Sonradan ortaya atılmış şeylerden uzak durunuz” sözleri ile özel hükümlerle yasaklanmış kötülükleri kasdettiğini düşünecek olursak, o zaman Rasûlüllah'ın bu hadisle neyi anlatmak istediğini tümü ile hiç kimse tarafından bilinmeye n ve ancak seçkin alimler tarafından kısmen bilinebil en bir davranış biçiminin (özel hükümlü yasaklar) kavranmasına havale etmiş olması gerekir ki, bu olabilece k bir şey değildir.

5 - Eğer Peygamber imizin (salât ve selâm üzerine olsun) bu sözleri ile sadece özel hükümle yasaklanmış davranışlar kasdedile cek olursa bu sözlerin kapsamların çok küçük bir kısmı göz önüne alınmış olur ki bu küçük kısım da özel hükümlü yasaklar olur. Çünkü eğer özellikle yasaklana n belirli bidatler ile haklarında özel yasak bulunmaya n bidatler, biribiri ile karşılaştırılacak olursa, hakkında özel yasak bulunmaya n bidatleri n kesin bir çoğunluk oluşturduğu görülür. Oysa genel karakterl i bir sözle, bu sözün kapsamının çok küçük kısmını veya bir kaç ender muhtevayı kasdetmek caiz değildir.

Gerek bu saydığımız sakatlıklar ve gerekse burada sözünü etmediğimiz daha birçok sakıncalar kesinlikl e bu yorumun yanlış olduğunu ve söz konusu hadisi bu anlama getirmeni n caiz olmamasını gerektiri r. Hadise böyle anlam veren kimsenin, giriştiği yoruma gerekçe oluşturacak bir delile dayanıp dayanmamış olması önemli değildir. Çünkü böyle bir manalandırma yapan kimsenin, yorumuna gerekçe saydığı delili açıklamadan daha önce söz konusu hadisin istediği anlamı vermeye elverişli olduğunu açıklaması gerekir. Oysa saydığımız sebepler, elimizdek i hadisten böyle bir anlam çıkarabilmeyi engeller nitelikte dirler.”[84]
 
samanpan Çevrimdışı

samanpan

.
Site Emektarı
Dördüncü Şüphe:
Bid’atleri güzel göstermeye çalışanların dayandıkları delillerd en biri de, Ömer (r.a.)’in, «bu ne güzel bid’attir »[85]şeklindeki sözüdür.

Cevap:
Birincisi; Faraza bu sözün bid’atleri güzel göstermeye delil olarak kullanılabileceğini kabul etsek bile –ki bu mümkün değildir-, hiç kimsenin sözünün Peygamber (s.a.s.)’in sözü ile çatışması caiz değildir. Bu sözün, Peygamber (s.a.s.)’den sonra ümmetin en faziletli insanı olan Ebu Bekir’e ve ondan sonra ümmetin en faziletli si olan Ömer’e yahut başkasına ait olması durumu değiştirmez.

Abdullah b. Abbas (r.a.) şöyle demektedi r: « Neredeyse gökten başınıza taş yağacak!. Ben size Allah’ın Rasûlü (s.a.s.) böyle söylüyor diyorum, siz ise, bana Ebu Bekir ve Ömer şöyle söyledi diyorsunu z ».

Ömer b. Abdulaziz şöyle der: «Peygamber (s.a.s.)’in sünnetine karşı hiç kimsenin re’yi geçerli değildir »[86].

İmam Şâfiî de şöyle der: « Müslümanlar, Peygamber (s.a.s.)’den bir sünnet açıkça beyan edildikte n sonra, bu sünnetin terk edilip başkasının sözüyle amel edilemeye ceği konusunda icmâ etmişlerdir »[87]

Ahmet b. Hanbel ise; « Peygamber (s.a.s.)’in sözünü reddeden kişi, helâkin eşiğindedir »[88] demektedi r.

İkincisi; Ömer (r.a.), bu sözü insanları teravih namazı için topladığın da söylemiştir. Teravih namazı ise, bid’at değil, sünnetin tâ kendisidi r. Bunun delili Aişe (r.a.)’nin rivayet ettiği olaydır:

“Peygamber (s.a.s.) bir gece mescitte namaz (teravih namazı) kılarken, ashab da onunla birlikte namaz kıldı. Ertesi günün gecesi de böyle yaptı ve cemaat arttı.. Üçüncü veya dördüncü günler de böyle oldu. Peygamber (s.a.s.) ashabının yanına çıkmadı. Sabah olunca Peygamber (s.a.s.), ashabına, ‘yaptığınızı gördüm, teravih namazının size farz olmasından korktuğum için yanınıza gelmedim’ dedi . Bu, ramazan ayında idi »[89].

Peygamber (s.a.s.), teravih namazını cemaatle kılmayı terk etmesinin illetini belirtmiştir. Ömer (r.a.) ise, bu illetin ortadan kalktığını görerek, teravih namazını cemaatle kılınmasını tekrar iade etmiştir. O halde Ömer (r.a.)’ın bu uygulaması, aslında Nebi (s.a.s.)’in uygulamasına dayanmakt adır.

Üçüncüsü; Ömer (r.a.)’ın bu uygulamasının bid’at olmadığı ortaya çıktığına göre, sözünde geçen « bid’at » kelimesi nasıl anlaşılmalıdır?

Ömer (r.a.)’in bu ifadesind e ki bid’at kelimesiy le şer’i anlam değil, lugavî anlam kastedilm iştir.

Lügatte bid’at[90]; geçmiş bir örneği olmaksızın yapılan şeydir. Teravihin cemaatle kılınması, bir uygulama olarak Ebu Bekir (r.a.)’in hilâfeti döneminde ve Ömer (r.a.)’in hilâfetinin ilk dönemlerinde mevcut değildi. Bu sebeple lugavî tanımlamaya uygun olarak bu yenilik (bid’at) sayılabilir; zira bunun geçmiş örneği yoktur.

Ama meseleye şer’i açıdan bakıldığında, durum farklıdır. Zira bu uygulama Peygamber (s.a.s.)’in tatbikatında dayanağı vardır.

eş-Şâtibî şöyle der: “ Bu itibarla bunu bid’at olarak adlandıran kişinin -ki isimlendi rme konusunda bir tartışma söz konusu değildir- bundan dolayı (şer’î) bid’at anlamında Ömer (r.a.)’in sözünün ifade ettiği manâ ile istidlâl etmesi caiz değildir. Zira bu, kelimeyi esas amacından saptırmak olur ”[91]

Bu konuda büyük imamların sözleri şöyledir:

İbn Teymiye şöyle der: “Ömer(r.a.)’in bu güzel uygulamayı bid’at olarak adlandırması, tamamen lugavî bir adlandırmadır; şer’i değildir.

Bunun sebebi, bid’at kelimesin in, lugat açısından geçmiş bir örneği olmaksızın yapılan her şeyi içermesidir. Şer’i olan bid’at ise, hakkında şer’î bir delil olmaksızın yapılan uygulamal ardır ”[92].

İbn Kesîr şöyle der, bid’atler iki türlüdür:

1- Bid’at kavramı bazen şer’î bir konu hakkında kullanılır. Peygamber (s.a.s.)’in; « sonradan ortaya çıkarılan her şey bid’attır ve her bid’at de sapıklıktır » ifadesi bunun örneğidir.

2- Bid’at, bazen de lugavî anlamda kullanılır. Ömer (r.a.)’ın, insanları teravih için topladığı ve onların da buna devam etmesi üzerine söylediği «bu ne güzel bid’attir » sözü de bunun örneğidir[93]

3- İbn Receb şöyle demektedi r: “Selefin bazı bid’atları hasene addetmesi şer’î anlamıyla değil, lugavî anlamıyladır. Ömer (r.a.)’in «bu ne güzel bid’attir» sözü bu cümledendir. Ömer (r.a.)’in kasdı, bu uygulamanın bu şekilde daha önce mevcut olmadığı, ancak dinde aslının bulunduğunu ifade etmekti ”[94]

4- Muhammed Reşid Rızâ‘da şöyle der ; “bid’at kelimesi iki şekilde kullanımı vardır:

a- Lugavî kullanımdır ki; yeni bir şey, geçmiş örneği olmayan şey manâsına gelir. Bu durumda ef’âl-i mükellefin adı verilen beş hüküm söz konusu olur.

Ömer (r.a.)’in, insanların toplanıp teravih için imama tabi olduklarını görünce, «bu ne güzel bid’attir » demesi bu cümledendir.

b- Şer’î ve dinî anlamdaki kullanımdır. Yani Peygamber (s.a.s.) döneminde mevcut olmayan ve dini kaynaklar da delili bulunmaya n akîde, ibâdet, dinî bir yasaklama vs. gibi alanlar için olan kullanımdır. Hadiste geçen «sonradan ortaya çıkan şeyler bid’attir ve bütün bid’atler sapıklıktır » ifadesi bu anlamdadır.

Bid’atin bu ikinci (şer’î) anlamda gündeme gelmesi şüphesiz sapıklıktır. Zira Allah Teâlâ dinini tamamlamış ve kulları için olan nimetini kemale erdirmiştir. Peygamber (s.a.s.)’den sonra hiç kimsenin dine, akîde ve ibâdet konusunda bir şey sokmaya, dinî bir şiar ihdâs etmeye veya ondan bir şey eksiltmey e, dinî bir uygulamanın niteliğini değiştirmeye (cehrî kıraat olmayan namazlard a cehrî kıraat ihdâs etmek gibi), mutlak bir hükmü zaman ve mekân açısından olsun, bireysel ve toplumsal açıdan olsun, Şarî’den bir delil gelmedikçe kayıtlandırmaya yetkisi yoktur[95]
Beşinci Şüphe:
Allah Teala Hadid suresi 27. ayetinde şöyle buyuruyor; “Uydurdukl arı ruhbanlığa gelince, onu biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.” Bazıları bu ayeti bidatlerd en bazısını güzel göstermek için delil getiriyor lar.

Cevap:

Bu ayette bidatları güzel göstermeye hiçbir yol yoktur. Eğer Allah Teala’nın “Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar” ifadesi “uydurdukl arı” lafzına raci olursa o halde ayetin anlamı; “Allah onlara yazmadı (emretmedi) fakat onlar Allah’a daha fazla yakınlaşmak için uydurdula r” demek olur ki, bu onlara bir kınamadır. Bu uydurdukl arı şeye riayet de etmedikle ri için daha fazla kötülenmişlerdir.

Şayet “onu biz yazmadık” lafzına raci olursa, bunun anlamı; “Onu uydurup devam ettikleri için Allah onlara onu farz kıldı fakat hakkını gözetmediler” demek olur. Yani Hüküm koyucu olan Allah tarafından meşru kılındığı ifade edilmiş olur. Bu takrir anlamına gelir. Bunun benzeri bizim şeriatımızda takrîrî sünnet denilen şeydir. Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem, ashabından birinin yaptığı veya söylediği bir şeye karşı çıkmaz ise, bu Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in takriri ile dinen meşru hale gelir. Sünnette bunun örneği çoktur. Fakat Allah Rasulünün vefatından sonra dinin eklemeye ihtiyacı yoktur. Çünkü Allah Azze ve Celle dini tamamladığını ve kemale erdirdiğini beyan etmiştir. Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem de daha önce naklettiğimiz hadiste geçtiği gibi, bizleri cennete yaklaştıracak veya cehennemd en uzaklaştıracak hiçbirşeyi açıklamadan bizi terk etmemiştir.

Neticede bu ayet, bizden öncekilerin şeriatına ait hükümlerdendir. Usul ilminde tercih edilen görüşe göre onların şeriatı bizim için bağlayıcı değildir. Bunun pek çok delilleri vardır. Onlardan birisi de Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in; “Benden önceki peygamber lere verilmeye n beş şey bana verildi.” Buyurup en sonunda da; “Peygamber ler sadece kendi kavimleri ne gönderilmiş iken ben bütün insanlara peygamber olarak gönderildim” buyurmasıdır.[96]

Geçmiş şeriatlarda mevcut olan hükmün bizim için bağlayıcı olmasını kabul edenler ise şu iki şartı öne sürmüştür;

1- Güvenilir nakil ile Allah’ın onlar için bu şeriattan razı olduğunun sabit olması

2- Bizim şeriatımızda ona muhalif bir hüküm bulunmama sı

Bidatleri güzel görmeye çalışanlar için bu ayette bir delil olmadığı anlaşılmış oldu. Zira İslam dini, her bidatin sapıklık olduğunu, her sapıklığın da cehennemd e olduğunu beyan etmiştir.
 
samanpan Çevrimdışı

samanpan

.
Site Emektarı
Beşinci Şüphe:
Allah Teala Hadid suresi 27. ayetinde şöyle buyuruyor; “Uydurdukl arı ruhbanlığa gelince, onu biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.” Bazıları bu ayeti bidatlerd en bazısını güzel göstermek için delil getiriyor lar.

Cevap:

Bu ayette bidatları güzel göstermeye hiçbir yol yoktur. Eğer Allah Teala’nın “Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar” ifadesi “uydurdukl arı” lafzına raci olursa o halde ayetin anlamı; “Allah onlara yazmadı (emretmedi) fakat onlar Allah’a daha fazla yakınlaşmak için uydurdula r” demek olur ki, bu onlara bir kınamadır. Bu uydurdukl arı şeye riayet de etmedikle ri için daha fazla kötülenmişlerdir.

Şayet “onu biz yazmadık” lafzına raci olursa, bunun anlamı; “Onu uydurup devam ettikleri için Allah onlara onu farz kıldı fakat hakkını gözetmediler” demek olur. Yani Hüküm koyucu olan Allah tarafından meşru kılındığı ifade edilmiş olur. Bu takrir anlamına gelir. Bunun benzeri bizim şeriatımızda takrîrî sünnet denilen şeydir. Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem, ashabından birinin yaptığı veya söylediği bir şeye karşı çıkmaz ise, bu Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in takriri ile dinen meşru hale gelir. Sünnette bunun örneği çoktur. Fakat Allah Rasulünün vefatından sonra dinin eklemeye ihtiyacı yoktur. Çünkü Allah Azze ve Celle dini tamamladığını ve kemale erdirdiğini beyan etmiştir. Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem de daha önce naklettiğimiz hadiste geçtiği gibi, bizleri cennete yaklaştıracak veya cehennemd en uzaklaştıracak hiçbirşeyi açıklamadan bizi terk etmemiştir.

Neticede bu ayet, bizden öncekilerin şeriatına ait hükümlerdendir. Usul ilminde tercih edilen görüşe göre onların şeriatı bizim için bağlayıcı değildir. Bunun pek çok delilleri vardır. Onlardan birisi de Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in; “Benden önceki peygamber lere verilmeye n beş şey bana verildi.” Buyurup en sonunda da; “Peygamber ler sadece kendi kavimleri ne gönderilmiş iken ben bütün insanlara peygamber olarak gönderildim” buyurmasıdır.[96]

Geçmiş şeriatlarda mevcut olan hükmün bizim için bağlayıcı olmasını kabul edenler ise şu iki şartı öne sürmüştür;

1- Güvenilir nakil ile Allah’ın onlar için bu şeriattan razı olduğunun sabit olması

2- Bizim şeriatımızda ona muhalif bir hüküm bulunmama sı

Bidatleri güzel görmeye çalışanlar için bu ayette bir delil olmadığı anlaşılmış oldu. Zira İslam dini, her bidatin sapıklık olduğunu, her sapıklığın da cehennemd e olduğunu beyan etmiştir.
 
samanpan Çevrimdışı

samanpan

.
Site Emektarı
Altıncı Şüphe:
Bazıları Kur’an’ın Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’den sonra toplanmış olduğunu ileri sürerek bidatlerd e güzellik aramaya delil getirdile r.

Cevap:

Birincisi; şüphesiz Kur’an Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem zamanında sahifeler de yazılı idi. Allah Teala; “Bu delil, tertemiz sahifeler i okuyan, Allah tarafından gönderilmiş bir Peygmaber dir.”(Beyine 2) buyurarak bunu bildirmiştir. Yine Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in; “Kim benden Kur’an dışında bir şey yazmışsa onu imha etsin”[97] emri de Kur’an’ın yazılmış olduğuna delildir. Lakin o zamanda sahifeler bir arada değildi. Buhari’nin rivayet ettiği Kuran’ın cem edilme haberinde Zeyd Bin Sabit r.a. demiştir ki; “Kur’anı bir araya getirmek için kemiklerd e ve levhalard a yazılı olan ve insanların ezberlemiş olduğu ne varsa araştırdım”

İkincisi: Sahabeler bu işe kendi nefisleri nden değil, Allah Teala’nın onu korumayı vaad ettiği gibi bir araya getirme vaadini de gerçekleştirmek için girişmişlerdi; “Onu bir araya toplamak ve okutmak şüphesiz bizim işimizdir.”(Kıyamet 17). Bu iki ayeti bir araya getirirse k bize çok büyük bir esas belirir; gaye meşru kılınmış ve vesile eksik bırakılmamıştır. Kuran’ın korunması gayesini Allah meşru kıldığı gibi, bunun vesilesin in onun bir araya toplanması olduğunu da Allah açıklıyor. Nitekim Peygamber zamanında Kuran kemikten ve kumaştan sahifeler de yazılıydı ve insanların ezberinde idi. Sahabeler, Kur’an hafızlarından birçok kimsenin Yemame gününde öldürüldüğünü görünce diğer vesileler e yöneldiler. O da Kur’anın bir araya toplanması idi. Bu Allah’ın Kuranı koruma ve cem etme hakkındaki vaadinin gerçekleşmesi demektir.

Üçüncüsü: Kur’anın cem edilmesi hususunda sahabeler icma etmişlerdir. Sahabenin icması ise şüphesiz hüccettir. Zira onlar sapıklık üzerinde ittifak etmeyecek leri bildirile n toplulukt ur. Nitekim Tirmizi’nin rivayet ettiği hadiste; “Ümmetim sapıklık üzerinde icma etmez” buyrulmuştur.

Dördüncüsü; Sahabenin Kuranı korumak adına sarıldıkları vesileler zaruri bir işti veya Müslümanların Kuran hakkında ihtilaf etmelerin den doğacak zararı def etmek için idi. Bu durumda “Vacibin ancak kendisi ile tamamlandığı şey de vaciptir” kaidesine dâhil olmaktadır bu. Yine “kötülüklerin önünü tıkamak” kaidesine dahildir. Bu kaideler Kitap ve sünnet kaynaklıdır.[98]

“O halde bunu neden Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem yapmadı?” denilecek olursa derim ki; “Çünkü mani sözkonusu idi. Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in hayatı boyunca Kuran nazil olmaya devam ediyordu ve Allah Azze ve Celle dilediği ayeti nesh ediyordu. Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in vefatı ile bu mani kalkınca sahabeler (Allah onlardan razı olsun) ittifakla bu işi yerine getirdile r.[99] Sahabeler in güzel gördüğü şey Allah katında da güzeldir.
Yedinci Şüphe:
Bazıları şöyle der; “Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in; “Kim emrimizde olmayan bir şey çıkarırsa o reddolunu r” sözü, “Her bidat sapıklıktır” sözünü tahsis etmiştir. Bundan da şu anlam çıkar; “İstisnasız olarak bidat sapıklık olsaydı hadiste; “Kim dinimizde bir şey çıkarırsa o reddolunu r” buyrulurd u. Ama hadiste öyle değil de “Kim emrimizde olmayan bir şey çıkarırsa” buyruluyo r. Demek ki sonradan çıkarılanlar iki çeşittir; dinden olmayıp dinin kaideleri ne ve delilleri ne muhalif olanlar ki bunlar merduttur . İşte bunlar sapıklık bidatidir . Bir de dinden olan, dinde aslı bulunan, delil ile desteklen en şeyler vardır ki bunlar sahihtir, makbuldür. İşte bunlar da (Sünneti hasene) güzel sünnet adını alır.”

Cevap:

İlmin kaideleri nden bilinmekt edir ki, nebevi hadisler birbirini tefsir eder. Birinde kapalı olan anlamı diğer hadis açıklar. Bu rivayet de sözkonusu kuruntula rı gidererek aşağıda geldiği gibi meseleyi açıklığa kavuşturuyor;

Birincisi: aynı hadisin diğer bir rivayet metninde; “Kim emrimiz olmayan bir ameli işlerse o reddolunu r” buyruluyo r. İşte bu hadis kendi kendini apaçık şekilde izah ediyor, sonradan çıkma bir amel ile amel etmenin merdud olduğunu ortaya koyuyor.

İkincisi; Selefi salihinin bu hadis hakkında uygulaması ve anlayışları –ki onların sözüne tutunan sapıtmaz- bu şekilde olmamıştır. Onlardan pek çoğundan rivayet edilmiştir ki; onlar, keyfiyet ve sıfat olarak aslı meşru olup da sonradan çıkarılan amelleri bidat olarak değerlendirip, şiddetle karşı çıkmışlardır.[100
Sekizinci Şüphe:
Gudayf b. el-Haris’ten şöyle rivayet edilmiştir: “Abdü’l-Melik b. Mervan beni huzuruna çağırdı ve şöyle dedi:

“Ey Ebu Esma, biz insanları iki şey üzerine birleştirdik. Bunlardan birisi Cuma günü minberde ellerini kaldırarak dua etmek, ikincisi de sabah ve ikindi namazından sonra kıssa anlatmak. Ben de şöyle dedim:

“Bunlar bana göre bid’atleriniz in en iyisidir. Ancak bunların hiçbirisini kabul etmiyorum’. Abdülmelik b. Mervan sebebini sorunca, şöyle cevap verdi:

“Çünkü Nebi (s.a.s.), «bir kavim bir bid’at ihdas ettiğinde, onun mukabili bir sünnet ortadan kalkar » buyurmuştur. O halde bir sünneti tatbik etmek bir bid’at ihdas etmekten daha hayırlıdır ”[101].

Cevap:
Birincisi; bu rivayet sabit, sağlam bir rivayet değildir. Bilakis isnadı zayıf olup iki açıdan illetlidi r:

a. Hadisin senedinde Ebu Bekr b. Abdullah b. Ebi Meryem vardır. Bu şahıs rivayette zayıftır. Ahmet b. Hanbel, Yahya b. Main, Ebu Zur’a, Ebu Hâtim, Nesaî ve ed-Darekutnî onu zayıf addetmişlerdir.[102] İbn Hacer de “et-Takrîb” adlı eserinde, “ o zayıftır”[103] der.

b.Yine isnat zincirind e “an” eda sigasıyla rivayet eden Bakiyye b. el-Velid bulunmakt adır. İbn Hacer: “ O, zayıf ve mechûl ravilerde n hadis rivayet ederken çokça tedlis yapan birisidir ”[104] der.

Ayrıca İbn Hacer, bu zatı müdellislerin dördüncü mertebesi nde zikretmek tedir. Bunlar da, rivayetin de işittiklerini tasrih etmeleri müstesna, hadisleri hiçbir şekilde hüccet olarak kabul edilmeyec eği noktasında ittifak edilen kişilerdir. Bunun sebebi de zayıf ve meçhul ravilerde n çok tedlis yapmalarıdır. Bakiyye b. el-Velid’in tedlisi tesviye türünden olup, en kötü tedlis türlerinden biridir. Bu tarz bir rivayet, ancak isnadın başından sonuna kadar işitildiğinin söylenmesi durumunda kabul edilebili r. Sadece kendisini n ravinin işittiğini söylemesi yeterli değildir. Zira isnadın başka bir yerinde de hazf yapmış olabilir. Dolayısıyla burada bizzat kendisi ‘an’ sîgasıyla rivayet etmişken, bu rivayet nasıl kabul edilsin?!

İkincisi; bu rivayet doğru kabul edilse bile, kim olursa olsun hiç kimsenin sözünün Peygamber (s.a.s.)’in sözü ile karşı karşıya getirilme sinin caiz olmadığı defalarca tekrar edilmiştir.

Üçüncüsü; Gudayf b. el-Haris’in sahabeden olup olmadığı konusunda ihtilâf edilmiştir. Bir kısmı onu sahabe’den sayarken bir kısmı da onu tabiinden saymıştır[105]

Dördüncüsü; Gudayf b. el-Haris söz konusu bid’atlere uymayı reddetmiştir. Şayet bid’atları hasen olarak görseydi amel etmekte tereddüd etmezdi.

Beşincisi; “bunlar bid’atleriniz in en iyisidir ” ibaresi nisbî bir ifadedir. Kastedile n, bunların sair bid’atlere göre daha az kötü ve daha az muhalif olmalarıdır.

İbn Hacer şöyle demiştir: “Sünnette aslı olan bir bid’at konusunda tavrı böyle olan bir sahabînin, aslı olmayan ve sünnete muhalif olan bir şey konusunda ki tavrı nasıl olurdu?”[106]

Altıncısı; Gudayf b. el-Haris, «Bir topluluk bir bid’at ihdas ettiğinde onun mukabili bir sünnet ortadan kalkar » mealindek i hadisle söz konusu bid’atlere karşı çıkmıştır. Şayet bu bid’atler hasen (güzel) olsaydı, o sünnetin bir misli kaldırılmazdı. Zira bir sünnetin ortadan kalkması bir cezalandırmadır. Güzel olan şeyler içinse ceza söz konusu değildir.
 
samanpan Çevrimdışı

samanpan

.
Site Emektarı
Bazıları Osman Bin Affan r.a.’ın Cuma günü şer’i ezandan önce bir ezan daha eklemesin i bidatleri güzel görmek için delil getirdi.

Cevap:

Birincisi: İnsanlar çoğaldığı ve evleri mescidden uzaklaştığı için Osman r.a. maslahat gereği bunu yapmıştır. Bu ezanın kalabalıklaşan halkın hazırlanabilmeleri için faydalı olacağını görmüştür.[107] Sahihi Buhari’de Saib Bin Yezid r.a.’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir;

“Cuma günleri) ezan, Rasûlullah (sav) döneminde diğer namazlard aki gi*bi idi. Peygamber (sav) minbere oturdu mu birisi ezan okurdu, Ebu Bekir, Ömer ve Kûfe'de Ali (Allah hepsinden razı olsun) de böyle yapıyorlardı. Da*ha sonra Osman (r.a) insanların Medine'de kalabalıklaşması üzerine "ez-Zevrâ" diye adlandırılan evinin üzerinde okunan üçüncü bir ezan ilave etti.[108]

Kurtubi dedi ki; “el-Maverdi dedi ki: Birinci ezan sonradan ortaya çıkarılmıştır. Medine'nin genişleyip ahalisini n çoğalması esnasında insanlar hutbeye yetişmek üzere hazırlansınlar diye bunu Osman b. Affân çıkardı.”[109]

Kim bu illeti görmezden gelir ve Osman r.a.’ın başlattığı ezanı mutlak olarak alıp buna tutunursa kendisine uyan olmaz. Aksine bu illete ibret nazarıyla bakılmazsa, Osman r.a. ‘ın Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in ve ondan sonraki iki halifesin in sünnetine muhalefet ettiği anlamına gelir.

Bunun için İmam Şafii r.a. “el-Ümm” adlı kitabında şöyle demiştir; “Atâ r.a. Osman r.a.’ın sonradan çıkardığı bu işe karşı çıkar ve şöyle derdi; “Bunu Muaviye (r.a.) sonradan çıkarmıştır. Ne olursa olsun, Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem zamanındaki uygulama benim için daha sevimlidi r. Müezzinlerden bir cemaat imam minber üzerinde iken ezan okusa ve bugün olduğu gibi imam minbere oturunca müezzinlerden önce bir ezan okunsa bunu çirkin bulurum…”[110]

Şeyhulislam İbn Teymiye r.a. der ki; “Doğrusunu Allah bilir ama bizim anladığımıza göre bu konuda bağlı kalınması gereken temel kural şudur:

İnsanlar sadece yararlı olduklarına inandıkları şeyleri, yenilik olarak ortaya atarlar. Herhangi bir yeniliğin zararlı olduğunu düşünseler onu ortaya atmazlar. Çünkü böylesine ters bir tutuma ne akıl ve ne de din yönünden gerekçe bulunamaz .

Şimdi, eğer müslümanlar bir şeyi yararlı görürler ise, bu şeye ihtiyaç hissettir en sebebe bakılır. Eğer bu ihtiyaç hissettir en sebep, Peygamber imizden (salât ve selâm üzerine olsun) sonra ortaya çıkmış yeni bir şey olur da Peygamber imiz kesin bir yasaklama belirtmed en o şeyi yapmamış ise böyle bir durumda söz konusu ihtiyaç duyulan yenilik ortaya konup uygulanab ilir.

Peygamber Efendimiz zamanında da ihtiyaç haline geldiği halde çeşitli engeller yüzünden ortaya atılmayan ve Peygamber imizin ölümünden sonra önleyici engelleri ortadan kalkan yararlı yenilikle r hakkında da aynı kural geçerlidir.

Fakat ihtiyaç niteliği kazandıracak bir sebebi olmayan veya kulların bazı günahları sebebi ile ihtiyaç haline geldiği ileri sürülen yenilikle re gelince, bunları ortaya çıkarıp benimseme k caiz değildir. Şunu hiç unutmamak gerekir ki, gerektiri ci sebebi Peygamber imiz zamanında da var olan bir davranış eğer buna rağmen o zaman işlenmemiş ise her ne kadar bize göre yararlı ise de aslında yararlı değildir. Buna karşılık gerektiri ci sebebi (gerekçesi) Peygamber imizden sonra -Allah'ın emrine karşı gelmek söz konusu olmaksızın- ortaya çıkan yenilikle r yararlı olabilirl er.”[111]

Neticede bu iş (Mesalihi Mürsele), zaruri bir emrin korunması veya dinde giderilme si gereken bir sıkıntının bulunmasına bağlıdır. Bidat ise böyle değildir. Zira bidatçi bu bidatle Allah’a daha fazla yakınlaşma maksadını gütmektedir. Halbuki Allah’a yakınlaşma için yeni bir fiile ihtiyaç sözkonusu değildir.

İkincisi; Şüphesiz Osman r.a. raşid halifeler dendir. Nitekim Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem; “Sizden yaşayacak olanlar pek çok ihtilaf görecektir. Size sünnetimi ve hidayet olunmuş raşid halifeler imin sünnetini tavsiye ederim. Ona azı dişlerinizle sıkıca sarılın. Sizleri sonradan çıkan şeylerden sakındırırım! Zira her sonradan çıkan bidattir. Her bidat da sapıklıktır.”[112]
Onuncu Şüphe:
İmam Şafiî’nin şu sözleridir: “Bid’at mahmûde (övülen) ve mezmûme (yerilen) olmak üzere iki gruba ayrılır. Sünnete uygun olan övülen, sünnete muhalif olan ise yerilen bid’attır”[113] , “Muhdesât (sonradan ortaya çıkan şeyler) iki gruptur. Biri kitap, sünnet, eser ya da icmâya muhalif olan bid’attır ki, bu dalâlettir. Diğeri ise hayırlı bir uygulama olarak ortaya çıkan ve az önceki maddelere muhalif olmayan, dolayısıyla da zemmedilm eyen bir yenilikti r ”[114].

Cevap:
Birincisi; Bu sözlerin İmam Şafii’ye nisbeti sahih değildir. Bunu nakleden Hafız Ebu Nuaym r.a.’in rivayet zincirind e Abdullah Bin Muhammed el-Ataşî vardır. El-Hatib el-Bağdadi Tarih’inde ve Sem’anî el-Ensab’da ondan bahsetmişler fakat cerh ve tadil olarak bir hüküm belirtmem işlerdir. Yani ravi hadis usulüne göre “Mechulül Hal” vasfında olduğu için rivayet zayıftır. İkinci rivayette ise Beyhaki’nin isnadında Muhammed Bin Musa el-Fadl adlı kim olduğu bilinmeye n birisi vardır.[115]

İkincisi; Kim olursa olsun hiç kimsenin sözünün Peygamber in (s.a.s.) sözü ile karşı karşıya gelmesi, çatışması caiz değildir. Peygamber in (s.a.s.) sözü bütün sözlerin üstünde olup hüccettir, ama hiç kimsenin sözü Peygamber in (s.a.s.) sözünün üstünde hüccet olamaz.

Abdullah b. Abbas (r.a.) şöyle demiştir: «Peygamber (s.a.s.) dışındaki herkesin sözü ya kabul edilir ya da reddedili r »[116]

Üçüncüsü; İmam Şafiî’nin sözü üzerinde düşünen onun bid’at-ı mahmûde tabirini şer’î anlamda değil, lugavî anlamda kullandığını anlar. Bunun delili, dinî alandaki bütün bid’atlerin kitap ve sünnete muhalif oluşudur. İmam Şafiî, bid’at-ı mahmûde’yi kitap ve sünnete muhalif olmayan şeklinde sınırlamıştır. Ama bu mümkün değildir. Zira dinî alandaki bütün bid’atler Cenab-ı Hakkın, «bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak da İslâm’dan razı oldum»(Maide 3) şeklindeki sözüne ve Peygamber in (s.a.s.) «kim bizim (bu) dinimizde olmayan bir şey ortaya atarsa o reddedili r» mealindek i hadisine bunların dışındaki diğer âyet ve hadislere muhalifti r.

İbn Receb şöyle demektedi r: “İmam Şafiî’nin(rh) bid’at-ı mezmûme sözüyle söylemek istediği yukarıda da söylediğimiz gibi şer’î bir temele istinat etmeksizi n ortaya atılan bid’attir. Bu, bid’atın şer’î anlamdaki tanımlamasıdır. Bid’at-ı mahmûde ise, sünnete muvafık olan yani sünnette bir asla dayanan bid’attır. Bu da sünnete uygunluğundan dolayı lugavî kullanım açısından aldığı isimdir ”[117]. Yoksa şer-î yönüyle bid’at değildir.

Şafiî’nin lugavî anlamda kullandığı ve “bid’at-ı mahmûde ” olarak adlandırdığı bid’ate gelince, bunun örnekleri mevcuttur: Hadisleri n yazıya geçirilmesi, teravih namazı vb... Bunların lugavî anlamda bid’at olarak adlandırılması câizdir, zira geçmiş örnekleri yoktur. Ama şerî anlamda bid’at olarak isimlendi rilmeleri caiz değildir. Zira bunların sünnette aslı ve uygulaması vardır.

Hulâsa, bid’at-ı mahmûde (güzel bid’at) olarak adlandırılan şeyler, ya gerçekte bid’at değil, ama bid’at sanılmaktadır; ya da kitap ve sünnete muhalefet i sebebiyle kesinlikl e bid’at olduğu sabit olmuştur, bundan dolayı seyyie’dir (kötüdür).

Dördüncüsü; İmam Şafiî, Peygamber in (s.a.s.) sünnetine olan bağlılığı ve buna karşı olanlara karşı şiddeti ile meşhurdur. Ona bir konuda soru sorulduğunda şöyle demiştir:

“Peygamber(s.a.s.)’den bu konuda şöyle bir rivayet gelmiştir ”

Soruyu soran: “Ey Ebâ Abdillah, sen de aynı görüşte misin?” deyince, İmam Şafiî titrer, ayağa kalkar ve şöyle derdi:

“Be adam Peygamber (s.a.s.)’den bir hadis rivayet edip de ona tabi olmazsam beni hangi yer taşır ve hangi gök gölgelendirir? Evet, Peygamber (s.a.s.)’in sözünün, baş ve gözümün üstünde yeri vardır ”[118]

Sünnet konusunda böyle bir tavır içinde olan birisinin, Hz. Peygamber in «bütün bid’atler dalâlettir » sözüne muhalif olması nasıl mümkün olabilir? Aksine, böyle bir kişinin sözünün Peygamber (s.a.s.) ‘in sözüne muarız olmayacak şekilde yorumlanm ası gerekir. Böyle bir anlam da, İmam Şafiî’nin bid’at-ı mahmûde deyimini, lugavî anlamda kullandığı sonucunu doğurur.

Ayrıca Şafiî şunları demiştir: “Benim kitabımda Peygamber (s.a.s.)’in sünnetine muhalif bir şey bulursanız, o sünnetle fetva verin ve benim söylediğimi terk edin. ”[119]

“Peygamber (s.a.s.)’den gelen her hadis, benden onu duymamış olsanız da benim sözümdür. ”[120]

“Söylediklerime muhalif olmak üzere Peygamber in (s.a.s.) sahih bir hadisi varsa, Peygamber in (s.a.s.) sözü benim sözümden daha üstündür; beni taklit etmeyin. ”[121]

“Benim söylediğimin hilâfına, Peygamber (s.a.s.)’den hadis ehlince sahih bir haber varid olan her konudaki sözümden, hem hayatta hem de ölümümden sonra dönmüşümdür. ”[122]
 
samanpan Çevrimdışı

samanpan

.
Site Emektarı
Bazı alimler bidatı beş kısıma ayırmışlardır; 1- Sapıkların reddedilm esi, şer’i ilim öğrenimi için dersler, kitapların tasnifi gibi vacip olanlar, 2- Ribatlar, medresele r, ezanın minareler den okunması gibi mendup olanlar, 3- mescidler in süslenmesi gibi mekruh olanlar, 4- yiyecek ve içeceklerde genişlik göstermek gibi mübah olanlar 5- Sünnete muhalif olan, şer’i bir delile ve şer’i maslahata dayanmaya n hususlar gibi haram olanlar.

Mesela İzz bin Abdusselâm bid’at konusunda şöyle demiştir: “Bid’atler vacip, haram, mendub, mekruh ve mübah bid’atler olarak çeşitli gruplara ayrılır. Bid’atleri tanımanın yolu ise, bunları şer’î kaidelere arzetmekt ir. Bir bid’at şayet icap (farz) gerektire n kaidelere giriyorsa vacip, haram grubuna dâhilse haram, mendup kısmına giriyorsa mendup, mübahlık kaidesine göre ise mübahdır.”[123]

Cevab:
Birincisi; Yukarıda defalarca ifade edildiği gibi, kim olursa olsun hiç kimsenin sözünün Peygamber (s.a.s.)’in sözü ile karşı karşıya gelmesi (getirilme si) caiz değildir.

İkincisi; eş-Şâtıbî şöyle demiştir; “Bid’at konusunda böyle bir ayrım sonradan ortaya atılmıştır. Şer’î bir delile dayanmadığı gibi, savunmaya da muhtaçtır. Zira bid’atın özelliği, ne şeriatın nasları ve ne de kaideleri nden hiç bir delile dayanmama sıdır. Şayet ortada vücub, nedb (mendub) veya ibâhe (mübah) bildiren şer’î bir nas varsa, bid’at söz konusu olmazdı ve bu da dinde emredilen veya muhayyer bırakılan amellerin geneline dâhil olurdu. Bu şeyleri bid’at olarak görüp, sonra da vacip, mendub veya mübah oluşu hakkında deliller öne sürmek, iki zıt şeyi bir araya getirmek anlamına gelir.”[124]

Üçüncüsü; Sapıkları reddetmek iyiliği emretmek ve kötülüğe karşı çıkmak vazifesin e dahildir. Zira Allah’a şirk koşmaktan sonra en büyük kötülük bidatlerd ir. Yine aynı şekilde Allah yolunda cihad ve Müslümanlara nasihat kapsamındadır.

Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur; “Allah Azze ve Celle’nin benden önce gönderdiği her peygamber in kendi sünnetine uyan ve emrine sarılan seçkin havariler i ve ashabı vardı. Bunlardan sonra gelenler ise yapmadıklarını söyleyen ve emrolunma dıklarını yapan kimseler oldular. Onlarla eliyle cihad eden mümindir, diliyle cihad eden mümindir, kalbiyle cihad eden mümindir. Bu kadarını da yapmayan kimse de artık hardal tanesi kadar bile iman yoktur.”[125]

Faydalı ilimlerin tasnifi de bidat olarak adlandırılamaz çünkü bu, Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in; “Bir ayet dahi olsa benden nakledini z”[126] ve “Benim sözümü işitip başkasına ulaştıranın yüzünü Allah nurlandırsın. Fakih olmadığı halde nice fıkıh taşıyıcısı vardır ve nice fıkıh taşıyıcısı onu kendisind en daha iyi anlayana nakleder.”[127] Buyurmuştur. Şer’i Kitapların tasnif edilmesi ise tebliğ vesileler indendir.

Zaten sahabeler Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem zamanında hadisleri yazıyorlardı. Tirmizi şunu rivayet etmiştir; Ebu Hureyre r.a. dedi ki; “Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in ashabı içinde Abdullah bin Amr r.a. kadar çok hadis bilen yok idi. Çünkü o hadisleri yazardı ben yazmazdım.” Siyer alimleri, sahabeler in Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem için Kuran vahyini ve başka şeyleri yazdıklarını zikretmişlerdir.[128]

Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem; “İlmi yazarak bağlayın”[129] buyurarak sahabeler ini yazmaya teşvik etmiştir.

Ribatlara gelince bunun bidat olmadığına delil ashabı suffedir.[130]

Medresele re gelince; ilmin sadece Mescidler de okunmasını Sünnet kabul etmek bidattir. Çünkü ilim mescidler de, evlerde, seferde ve hazarda hatta çarşılarda öğrenilmiştir.[131]

Ezanın minareler den okunmasına gelince; bu bidat kapsamına girmez. Çünkü ezanın yüksek bir mekanda okunması Bilal r.a.’den rivayet edilmiştir. Ebu Davud ve Beyhaki Urve bin Zübeyr’in Beni Neccar’dan bir kadından naklen şöyle dediğini rivayet etmişlerdir;

“Benim evim mescidin etrafındaki evlerin en yükseği idi. Onun üzerinde Bilal r.a. sabah ezanını okudu.”[132] Nitekim Ebu Davud bunu “Minare üzerinde ezan” başlığı altında ve Beyhaki de; “Minarede ezan” başlığı altında nakletmişlerdir.

Şayet ezanın lafızlarına Rafızilerin “Eşhedu enne Aliyyen Veliyulla h” demeleri veya bazılarının; “Hayye ala hayrul amel” demeleri ya da sonundaki “La ilahe illallah” lafzını iki kere söylemeleri, Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’e ezanın sonunda yüksek sesle salavat getirmele ri gibi ekleme yapılırsa bu bidat olur.

Mescidler in süslenmesi ise nass ile yasaklanmış bir şeydir. Bidat değil. İbni Abbas r.a.’dan; Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem buyurdu ki; “Mescidler i süslemekle emrolunma dım” İbni Abbas r.a dedi ki; “Yahudi ve hristiyan ların yapyığı gibi mescidler süslenecek”[133] bunu Ebu Davud rivayet etti. Ömer r.a. de, mescidin yapılmasını emrederke n şöyle demiştir; “İnsanları yağmurdan koruyacak şekilde olsun. Sizleri kırmızı ve sarıya boyamakta n sakındırırım. İnsanları fitneye düşürmeyin!”[134]

Yiyecek ve içecek konusunda genişlik gösterilmesinin mübah bidatlara örnek edilmesi de yersizdir . Zira bu taabbudi bir konu değildir. Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in; “Siz dünya işlerini daha iyi bilirsini z” sözünün kapsamındadır. Bunu Müslim rivayet etmiştir. Yine Allah Teala’nın; “yiyiniz içiniz fakat israf etmeyiniz”(Araf 31) ayeti kapsamındadır. Umumi naslar ile çelişmeyen dünyevi meseleler bidatın tarifine girmez.[135]

“Sünnete muhalif olan, umumi delilleri n kapsamına ve maslahata girmeyenl erin de haram olan bidatler olarak tarif edilmesin e gelince; Bidat hakkında bu şartları koşmak, bidatten umumi olarak sakındıran nebevi hadislere ve seleften gelen rivayetle re muhalifti r. Açıklaması daha önce geçtiği gibi hadiste “Her sonradan çıkan bidattir her bidat de sapıklıktır.” Buyrulara k genel bir ifade kullanılıyor. Giriş kısmında bu konu etraflı şekilde anlatılmıştı.

İzz b. Abdusselâm’ın kastettiği bid’at şer’î anlamda değil, lugavî anlamda bid’attir. Konuyu açıklamak için getirdiği örnekler bunu açıkça ortaya koymaktadır. Vaciple ilgili kısma örnek olarak nahivle meşgul olmayı vermiştir ki; nahiv, Allah ve Rasûlu’nun kelâmını anlamaya bir vesiledir . Peki nahivle uğraşmak şer’î bir bid’at mıdır? Yoksa nahiv, kendisiyl e bir vacip tamamlandığı için vacip mi olmaktadır? Bu durumda şu söylenebilir: “Nahiv lugavî açıdan bid’atttir, ama şer’î hükümler şer’î tanımlara bağlıdır, lugavî tanımlara değil

Mendup kısmına teravih namazı, okul inşa etmek, Kur’an ve sünnet’e uygun olan tasavvufu örnek vermiştir. Bütün bunlar şer’î planda bid’at değildir. İkinci şüphede cevaplandırıldığı gibi, teravih namazının cemaatle kılınması Peygamber (s.a.s.) tarafından bizzat tatbik edilmiştir. Okul inşa etmek ilim tahsiline bir vesiledir . İlmin fazileti ve öğretimi şüphesiz herkes tarafından bilinmekt edir. Kur’an ve sünnet’e uygun tasavvuf ise, dinî vaaz kısmına girmekted ir.

Mübah kısmına da, haz duyulan şeylerde genişliği örnek vermiştir. Bu da şer’î anlamda bir bid’at değildir. İsraf derecesin e varan bir uygulama olduğu zaman bid’at değil, haram ve günahlar grubuna girer ki, bid’atle günah arasındaki fark bellidir. eş-Şâtıbî bu örnekleri ayrıntılarıyla tartışmıştır[136].

Dördüncüsü; İzz b. Abdusselâm’ın bid’atlerle çok şiddetli olarak mücadele ettiği, onlardan nehyettiği ve sakındırdığı bilinmekt edir.. O, aşağıda örneklerini vereceğimiz ve bid’at ehlinin bid’at-ı hasene olarak adlandırdığı uygulamal ara karşı çıkmıştır.

Şihâbuddin Ebu Şâme (İzz b. Abdusselâm’ın öğrencilerinden) şöyle söylemektedir: “İnsanlar içerisinde imamete ve hutbe okumaya en ehliyetli kişi idi. Hatipleri n minberde kılıç takması türünden birçok bid’atı ortadan kaldırmış, Şaban’ın yarısında ve regâib gecesi kılınan namazları yasaklamıştır.”[137]

İnsanların bid’at-ı hasene olarak adlandırdığı ve İzz b. Abdusselâm’ın karşı çıktğı bazı uygulamal ar şunlardır:

“Kendisine sabah ve ikindi namazı sonrasında musafaha yapmak (tokalaşmak) mevzuunda soru sorulmuş, o da şöyle demiştir: “ Sabah ve ikindi namazı sonrasında tokalaşmak (musafaha) bid’attir, ama yolculukt an gelen birisi ile namazdan önce musafaha edilmemişse, namazdan sonra edilir. Zira birileri yolculukt an geldiğinde onlarla tokalaşmak meşrudur. Peygamber (s.a.s.) namazdan sonra meşru duaları okur, üç defa tevbe istiğfar eder, daha sonra mescitten ayrılırdı. Onun şöyle dediği rivayet edilmiştir:

«Ey Allah’ım! Kullarını haşr ettiğin günde beni azabından koru.» Bütün hayır ve güzellikler Peygamber e (s.a.s.) tâbi olmaktadır”. [138]

Duada elleri havaya kaldırma konusunda ise, İzz bin Abduselâm şöyle demiştir: “Peygamber in (s.a.s.) ellerini kaldırdığı zamanlar hariç, duada elleri havaya kaldırmak bid’attir ve sadece cahiller duadan sonra elleriyle yüzlerini meshederl er”.[139]

“Kunut’ta Peygamber (s.a.s.)’e salât getirilme si konusunda sahih bir şey yoktur[140]. Peygamber (s.a.s.)’e salat getirirke n ilâvede bulunmak veya bir şey eksiltmek uygun değildir” demiştir[141].

el-Elbanî bu sözü şöyle yorumlamıştır: “Bu sözünde, son dönemde bazı müteahhirin alimlerin yaptığı gibi, bid’at-ı hasene konusunda İzz b. Abdusselâm’ın daireyi geniş tutmadığına işaret vardır.”[142]

Geçen örneklerden de anlaşıldığı gibi, İzz b. Abdusselâm’ın bid’atleri taksim etmesi, tamamen lugavî anlamda bir tanımlama olup şer’î anlamda bir ıstılah tanımlaması değildir.

İbnu’s Salâh’ın regaib namazı ile ilgili sorusuna verdiği cevap, bid’at-ı hasene tabirini açıklayan açık bir ifadedir: Sonra İbnu’s Salah: “Regaib namazı sonradan uydurulan bid’atlerden olduğunu itiraf etmiştir. Bu durumda biz Peygamber (s.a.s.)’in;

“İşlerin kötü olanları sonradan ortaya atılanlardır ve bütün bid’atler dalâlettir” sözüyle ona delil getiririz, ancak güzel bid’atler bundan istisna edilmiştir. Bunlar da sünnete mutabık olan, sünnetle çelişmeyen bid’atlerdir. Bunun dışındakiler Peygamber in (s.a.s.) yukarıdaki sözünün kapsamına girer.”[143]

Bu durumda şunu sorarız: Bir şey sünnete mutabık olduğu zaman şer’î anlamda ona bid’at denilir mi? Bu konuda el-İzz’in bid’at-ı hasene tanımına bakarsak, “sünnete muhalif olmayan, mutabık olan” ifadesini görürüz.

Sünnete muvafık olan şey kesinlikl e şerî ıstılahta bid’at değildir; ama dil açısından bid’at olarak adlandırılabilir. Bundan da açıkça anlaşılır ki, el-İzz’in bid’at hasen’den, vacib, müstehab ve mübah ile kastettiği bid’at lugavî anlamda bid’attır. Şer’î ıstılahta ise, bütün bid’atler dalâlettir. Sonuç olarak; dinde bid’at-ı hasene görüşünü öne sürmenin en önemli sebepleri nden biri, bazı rivayetle rde ve ilim ehlinin sözlerinde yer alan bid’at-ı hasene tabirinin şer’î anlamda mı yoksa lugavî anlamda mı kullanıldığının birbirine karıştırılmasıdır. Bu ikisinin arasını ayırmaya Allah (c.c.) kimi muvaffak kılarsa, o, karışıklıktan kurtulur ve konunun mahiyeti kendisine zâhir olur.

1. Bid’atlerin men edilmesi (zemmi) ile ilgili deliller çok sayıda olmasına rağmen, mutlak umumiyet ifade eder şekilde gelmiştir. Bu rivayetle rde bid’atler genel olarak zemmedilm iş ve her hangi bir istisna zikredilm iştir. Yine bu rivayetle rde bid’atlerin bir kısmının hidayet vesilesi olduğu veya “ bu ve şu konular hariç bütün bid’atler dalâlettir ” şeklinde bir sınırlama söz konusu olmadığı gibi, bu manâya yakın ifadeler de gelmiş değildir. Şayet bid’atler içerisinde şer’î bakış açısıyla güzel sayılabilecek örnekler olsaydı bir âyet veya hadisle buna işaret edilirdi. Ama böyle bir şey söz konusu olmamıştır.

Bütün bu deliller, zahirî hakikati üzere olup, hiç bir ferdi istisna etmeksizi n umumi anlamlara delâlet etmektedi r.[144]

2. İlmî bir esas olarak kabul edilmiştir ki; küllî kaideler veya küllî şer’î kaideler farklı yer, zaman ve durumlard a tekrarlan dığı ve bunları sınırlayan, hususileştiren bir şey bulunmadığı zaman bu, onların lafzı üzere ve umumen, mutlak manasıyla geçerli olduğu anlam üzere kalır.

Bid’atleri zemmeden ve insanları onlardan sakındıran hadisler bu türdendir. Peygamber (s.a.s.) minberden farklı zamanlard a ve muhtelif durumlard a ashabını uyarıyor, «bütün bid’atler dalâlettir » diye tekrarlıyordu.

Hiçbir âyet veya hadiste, ne bir tahsis ne bir takyid ne de umumiyeti farklı anlamaya vesile olacak bir ifade gelmemiştir. Bu da bütün açıklığıyla bunların umumi ve mutlak anlamda kullanıldığına delâlet eder.[145]

3. Sahabe, tabiin ve daha sonra gelenleri n yâni selefin, bid’atlerin zemmi, bid’at ve bid’atın bulaştığı insanlard an sakındırma konusunda ki icma’ıdır. Onlardan bu konuda hiçbir istisna ve tereddüt varid olmamıştır. Araştırma neticesin de sabit olan bu icma, bid’atlerin tamamının kötü ve zararlı olduğuna, bid’at-ı hasene gibi bir şeyin bulunmadığına açıkça delâlet eder.[146]

4. Bid’atın taalluk ettiği şeyin de bid’at sayılması gerekir. Bu da şeriatin karşı çıktığı ve dışladığı türden bir çeşittir. Bu türden her şeyin güzel ve çirkin, övülen ve zemmedile n şeklinde ayrılması imkânsızdır. Zira aklen ve naklen şeriat’a muhalif olan bir şeyi güzel görmek doğru değildir.

5. Bid’at-ı hasene tabirini kabul etmek, bid’atte yarışanlara kapıyı sonuna kadar açar. Bu durumda herhangi bir bid’ate karşı çıkmak da mümkün olmaz. Zira herkes kendi bid’atının “ hasene ” olduğunu savunacak tır. Rafîziler, Mutezile, Cehmiyye, Hariciler ve diğerleri hep kendi bid’atlerini savunacak lardır. Bu nedenle, bizim onların hepsine birden «bütün bid’atler dalâlettir» diye karşı çıkmamız gerekmekt edir.

6. Bid’atleri güzel göstermenin dayanağı nedir? Bu konuda kime müracaat edilecekt ir?

Şayet ‘bu konudaki dayanak dinin muvafakat etmesidir’ denilirse, biz de, ‘şeriata muvafık olan aslında bid’at değildir’ deriz.

Şayet ‘bu konudaki kaynağımız akıldır’ derlerse, biz de, ‘akıllar farklı farklıdır, hangisi bu konuda kaynak olacaktır, hangisini n hükmü kabul edilecekt ir?’ deriz. Zira bid’at ihdas eden herkes kendi bid’atinin akıl açısından güzel, makul olduğunu iddia etmektedi r.

7. Bid’atleri hoş görenlere şunu söylemek gerekir: “Şayet bid’at-ı hasene adı altında dine bir takım ilâveler caizse, birileri de çıkar aynı gerekçeyle dinden bir şeyi kaldırır. Dine bir şey ilâve etmekle dinden bir şey çıkarmak aynı şeydir. Zira bid’at ya bir şeyi fiilen yapmak ya da terk etmek şeklinde olur. Her iki durumda da din ortadan kalkar; bu da bu işe vesile olana sapıklık olarak yeter. ”[147]

8. Bazıları şöyle der: “ Şayet dinde bid’at-ı hasene diye bir olay söz konusu ise, biz ona tâbi olmuyoruz; bunu dinimiz ve dünyamız açısından daha sağlıklı, birlik ve beraberliğe daha uygun görüyoruz. Şayet bu sözümüz bir delile dayanıyorsa buna karşılık vermek caiz olmaz, şayet bir delile dayanmıyorsa bu bid’at-ı hasene nevindend ir ve sizin nezdinizd e makbuldur . ”İyi bilinmeli dir ki, bid’at her zaman ve her durumda batıldır, bizim kanaatimi z de budur. [148]

9. Bid’at-ı hasene’nin varlığını kabul etmek dini tahrif ve ifsada yol açmaktır ; çünkü her yeni nesil için, dine birtakım ilâvelerde bulunma fırsatı verir ve onlar da bu yaptıklarını bid’at-ı hasene olarak adlandırırlar. Bu da, sonuçta bid’atlerin sayısını arttırır ve ibadetler e birtakım ilâveleri beraberin de getirir. Din değişir ve geçmiş dinlerde olduğu gibi fesada uğrar. O halde, bu uğurda bütün bid’atlere karşı kapıyı kapatmak dini tahriften korumak gerekir.

10. Rasûlullah’ın dini en iyi bilen, dini en iyi beyan eden ve halka en iyi nasihat eden otorite olduğunu kabul eden kişi, bütün ilmî vasıfların, beyan yeteneğinin ve kâmil bir iradenin onda toplanmış olduğunu bilir. Kemal derecesin de ilim, kudret ve iradeyi temsil eden bir zatın söyledikleri de en mükemmel şekli yansıtacaktır. Buradan da, zorunlu olarak, Peygamber’in (s.a.s.) dini konularda ki beyanının en güzel en doğru ve en üstün ifade olduğu sonucu çıkar.[149]

Bu durumda kim bunu kalbine yerleştirir ve kesin bir imanla inanırsa, yakinî bir bilgiyle bilsin ki, şayet gerçekten bid’at-ı hasene diye bir olay olsaydı Peygamber (s.a.s.) muhakkak surette bunu bildirir ve açıklardı. Böyle bir açıklama olmadığına göre bütün bid’atlerin dalâlet olduğu anlaşılır.

Sıralanan on maddeyi okuyan insaf sahibi birisi, İslâm’da bid’at-ı hasene diye bir şeyden bahsetmen in gerçekte mümkün olmadığını anlar. Daha önce delil olarak değerlendirilen âyet ve hadisleri de görünce, bunu daha iyi anlamış olması gerekir.

Şayet gerçekten insaf sahibi birisi ise, kendisind e bu konuda herhangi bir şüphenin kalmaması gerekir. Ama hevasına tabi olanlara bir şey söylenemez, zira onları sınırlayan bir şey yoktur.

On İkinci Şüphe:
Bazıları şöyle dediler; “Sarih bir delil olmadıkça Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in terk ettiği bir fiil o fiilin haram olduğunu göstermez. O halde Rasululla h’ın yapmamış olduğu delil gösterilerek bidatı haseneye nasıl karşı çıkılabilir?”

Cevap:

Birincisi; Allah Azze ve Celle; “Bu gün dininizi kemale erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’dan razı oldum”(Maide 3) buyurarak kullarına güvence vermiştir. Bu ayet, dinin bidat eklemye muhtaç olmadığını göstermektedir.

İkincisi; Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem; “İsrailoğulları yetmiş iki millete bölündüler. Benim ümmetim ise yetmiş üç millete bölünecektir. Biri dışında hepsi de ateştedir.” Buyurunca, “O (kurtulan) biri kimlerdir ey Allah’ın Rasulü?” diye sordular. Buyurdu ki; “Benim ve ashabımın üzerinde olduğumuz yolda olanlardır.” Bunu Tirmizi rivayet etmiştir.[150] Bu hadis bize, Rasululla h ve ashabının üzerinde olmadığı bir amel çıkarmanın caiz olmadığını gösteriyor.[151]

Üçüncüsü; Muhakkik âlimler indinde şu karara bağlanmış bir husustur; Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in kavli ile bize meşru kılmadığı bir ibadet şekli, Allah’a yaklaştırıcı değildir ve sünnete muhalifti r. Şüphesiz sünnet iki kısımdır; fiilî sünnet ve terkî sünnet. Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in bu ibadetler den terk ettiği şeyler terkî sünnetlerdir.

Mesela bayram ve cenaze namazları için ezan okunmaması gibi. Yine üç sahabenin Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in hanımlarına gidip onlardan Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in ibadetler inden sormaları, bunun üzerine birinin;

“Ben hiç uyumayıp sabaha kadar namaz kılacağım” diğerinin;

“ben her gün oruç tutacağım” öbürünün de

“ben hiç evlenmeye ceğim” demesi üzerine Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem; “Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir” buyurarak karşı çıkması bunun misalleri ndendir.

Ayrıca Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem; “Kim bizim emrimiz olmayan bir amel işlerse reddolunu r” buyurmuş fakat “Kim yasakladığımız bir amel işlerse” dememiştir
On Üçüncü Şüphe:
“Bazı Sahabeler özel delili olmayıp ibadete dahil olan bazı ameller işlemişler, Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem buna karşı çıkmayıp ikrar etmiştir. Mesela Buhari’nin rivayet ettiği Hubeyb Bin Adiy r.a. kıssasında müşrikler onu öldürmeden önce iki rekât namaz kılmak için kendisini bırakmalarını istemiş ve kılmıştır. Kıssayı rivayet eden Ebu Hureyre r.a.; “Hubeyb Bin Adiy, Müslüman kimsenin öldürülmeye karşı iki rekat sabır namazı kılmasını sünnet bırakmıştır.” Demiştir. Yine Bilal r.a. kıssasında o, her abdestten sonra iki rekât namaz kıldığını belirtinc e Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem ona karşı çıkmamıştır. Bütün bunlar, Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem yapmamış olsa bile taabbudi bir amel işlemenin cevazına delil olmuyor mu?”

Cevap:

Şüphesiz Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in kabul ettiği bu sahabe fiilleri, dinin kemale erdirildiğini açıklayan ayetin nuzulünden önce idi. Kaldı ki Rasululla h’ın vefatından sonra çıkarılan bir bidatin peygamber sallallah u aleyhi ve selem tarafından ikrar mı yoksa red mi edileceğini kim nereden bilecek? Keşf sahibi sufi mi haber verecek bunu?!

Zira Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem, Hubeyb ve Bilal r.a.’nın fiillerin i ikrar etmesine rağmen Bera r.a.’a dua öğretirken dua metninde onun yaptığı kelime değişikliğine karşı çıkmıştır. Peygamber sallallah u aleyhi ve selem, bu duayı öğretirken “Amentu bikitabik ellezi enzelte ve nebiyyike erselte” demiş, Bera r.a. ise “birasulik e erselte” şeklinde tekrar edince Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem Bera’nın göğsüne vurarak “Ben “nebiyyike” dedim, “rasulike” demedim” buyurmuş ve karşı çıkmıştır. Bunu Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.

Yukarıda bahsettiğimiz gibi peygamber in ibadetind en sorup, onun ibadetini azımsayan ve “Peygamber nerede biz nerede?” diyerek değişik ibadetler de bulunmaya karar veren üç sahabenin ibadet şekillerini kabul etmemiştir.

Neticede bahsi geçen sahabe filleri, Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in ikrarından geçmekle sünnet olmuştur. Mücerred fiilleri ile değil
 
samanpan Çevrimdışı

samanpan

.
Site Emektarı
Bazıları da; “Allah’ın veli kulları uyanık iken ve uykularında Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem ile görüşmektedirler. Dolayısıyla onların yaptıkları delilsiz fiiller bidat kapsamında değerlendirilemez. Çünkü Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem; “Kim beni rüyasında görürse, gerçekten beni görmüştür. Şeytan benim suretime giremez.” Buyurmuştur.” Diyerek Salih kullara nisbet edilen bazı bidatların reddedilm emesi gerektiğini iddia ederler.

Cevap:

Bu aynı Mutezilen in “Kur’an mahlûktur” diye patlattıkları fitne gibidir. Onlar bunu söylerken, “Muhammed Sallallah u aleyhi ve sellem’e inen vahiy, onun yaşadığı dönem için geçerliydi, şimdi biz aklımızla hükmederiz” demek istiyorla rdı. Sufiler de buna çok yakın olarak; “Biz de keşfimizle, rüyalarımızla hükmederiz” edasıyla “Kur’an mahlûktur” demiş gibi oluyorlar .

Hem sormak lazım; madem Allah bu dini tamamladığını belirtmiştir (Maide 3) ve yeni bir helal veya haram kılma sözkonusu olmadığına göre Rasululla h s.a.v’i uyanık iken gördüğünü iddia edenler Onun hayatı döneminde tebliğ ettiği dinden başkasını mı bildirdiğini söyleyecekler? Kim bunu söylerse o sözü alıp suratına çarparız! Zira Allah’ın koruyacağına bizzat kefil olduğu vahyi (Hicr 9), ümmetin sıhhatinde ittifak ettiği, pek çok sünneti ihtiva eden Sahihi Buhari ve Sahihi Müslim gibi hadis külliyatını, kerameti yalnız kendinden menkul bir sözle yalanlamıştır. İşte o, sünnet inkârcılarının en rezilidir!

“Ama uyanıkken Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem ile görüşebilenler rivayet edilen hadisleri n doğruluk derecesin i öğrenebilirler” denilirse; derim ki; İbni Arabi, Bursevi, ed-Debbağ, Suyuti gibilerin bu metodla sahih olduğuna hükmettikleri hadisleri karşılaştırırsanız, birinin keşfen sahih dediğine diğerinin keşfen bâtıl dediğini görürsünüz. Hatta Bursevi, hiçbir yerde aslı bulunmaya n birbirine zıt iki sözün ikisine de “keşfen hadistir” demektedi r[152]. Bu iki hadis(!); “Allah buyurdu ki; Ey Muhammed! Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım” sözü ile “Allah buyurdu; Ben gizli bir hazineydi m. Bilinmeyi istedim ve halkı yarattım” sözüdür.

Bu durumda Allah Azze ve Celle kâinatı bu ikisinden hangisi için yarattığı çelişki gibi oluyor. Allahı bundan tenzih ederiz. O buyuruyor ki; “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım”(Zariyat 56) Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem ile uyanık iken görüştüğü söylenen imam Suyuti’nin, bu iki hadisin de uydurma olduğunu söylemesi ayrı bir dikkat çekici husustur. Yine Abdulaziz ed-Debbağ “Gizli bir hazineydi m” hadisinin keşfen batıl olduğunu söyler.[153]

Konevi ve Bursevi gibi sapık tasavvufçular eserlerin de “İşlerinizde bunaldığınız vakit kabir ehlinden yardım isteyin” şeklinde isnadı bulunmaya n ve tevhide zıt olan bir sözü sahih diyerek nakletmek tedirler. Hadis usulüne göre isnadsız bir söze sahih denilemey eceği için bunun keşfen sahih olduğunu iddia etmiş oluyorlar! Hâlbuki bu Kur’an’a ve sahih hadislere zıttır.

Bursevi; Gazali’nin İhya adlı eseri hakkında; “İhya’da itiraz edilecek asla bir harf bile yoktur”[154] der, zira ona göre; “Gazali İhyau Ulum adlı telif-i celili itmamdan sonra âlem-i manada Fahr-i Âlem s.a.’e mülaki olup arz ve imza ettirmiştir.”[155] Rasululla h s.a.v’e hadisleri sorduğunu söyleyen Suyuti ise, Mirkatus Suud adlı eserinde “İhya’da aslı olmayan hadisleri n varlığı gayet açıktır.” Demiştir.[156]

Bunun örnekleri çok olup hepsini burada sayamam. Bursevi ve İbni Arabi hadis ravilerin in yanılmaları olabileceğini bu yüzden rivayet yoluyla gelen hadislere güvenilemeyeceğini, keşifle tesbit edilen hadislere itibar edilmesi gerektiğini söyleyerek hadis inkarcılıklarını ve uydurmacılıklarını ortaya koymuşlardır. Hadis inkârcılığının küfür olduğunun delilleri ni görmek isteyenle r, sünnet müdafasına dair yazmış olduğum “Allah’tan bir Nur ve Kitabı Mübin” adlı eserimi okumalıdırlar.

Bunların bu bidatı alevlendi rmelerind en önce tasavvufçuların “bu yoldaki öncülerinden” kabul ettikleri Ebu Süleyman ed-Darani (v.h.215) şöyle diyordu; “Gönlüme günlerce hakikat sırlarından bazı şeyler doğar, fakat iki adil şahit olan Kur’an ve Sünnet onu tasdik etmedikçe asla kabul etmem.”[157]

Uyanıkken Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’i görmenin imkânı ve mahiyeti hakkında âlimlerin söylediklerine gelince, bu konuda eser yazan Suyutî’ye göre; böyle bir rü’yet, Rasululla h’ın zatını değil, misalini görmektir ve rüya mesabesin dedir.

Bursevi’nin uykusu dışında insilah ve yakazada bir kimsenin Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’i görmesiyle sahabi olacağını söylemesine karşı İbni Hacer el-Heytemi de, “melekût âleminde Rasuli Ekrem’in görülmesiyle sahabeliğin gerçekleşmeyeceğini, sahabi olabilmek için onu mülk âleminde görmek gerektiğini aksi takdirde ruhlar âleminde Rasul’ün ümmetini, ümmetin de Rasul s.a.v’i görmüş olacağından bütün ümmetin sahabi olmasının söz konusu olduğunu, bunun da doğru olmadığını” söylemiştir.[158] İbni Hacer el-Askalani ve imam Suyuti de bunu böyle izah etmişlerdir.[159] Hatta İbni Arabî bile, sırf böyle bir rüyet ile sahabi olunması anlayışına karşı çıkmış, lakin bazı şartlarda o da asr-ı saadetten sonra keşif ile sahabe olunabile ceğini iddia etmiştir.[160]

Şüphesiz Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in vefatından sonra sahabeler arasında halifelik sebebiyle ihtilafla r çıkmıştır. Nasıl oldu da Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem onlara görünerek çekişmeyi gidermedi?

Ebu Bekr radıyallahu anh ile Fatıma radıyallahu anha arasında Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in mirası ihtilaf sebebi olmuş, Fatıma radıyallahu anha;

“Onun ölümüyle mirası oğullarına kalmıştır, neden onları babalarının mirasından alıkoyuyorsun?” demiş, O da;

“Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem; “Biz peygamber ler topluluğu miras bırakmayız, bizden kalan şey sadakadır” buyurdu” demiştir.[161]

Talha, Zubeyr ve Aişe radıyallahu anhum tarafı ile Ali bin ebi Talib ve ashabı radıyallahu anhumun tarafı arasında sonu Cemel savaşının çıkıp sahabe ile tabiinden pek çoğunun ölümüne varan şiddetli bir ihtilaf olmuştur. Neden peygamber sallallah u aleyhi ve sellem onlara görünerek bu kadar kan dökülmesine mani olmadı?

Ali bin Ebi Talib radıyallahu anh ile hariciler arasında çıkan ihtilafta pek çok kan döküldü. Şayet peygamber sallallah u aleyhi ve sellem hariciler in reisine görünüp imamına itaat etmesini emretseyd i bu kadar kan dökülür müydü?

Ali ile Muaviye radıyallahu anhuma arasında çıkan ihtilaf sebebiyle pek çok kan dökülmüş, aralarında Ammar bin Yasir radıyallahu anh’in de bulunduğu çok kimse ölmüştür. Neden peygamber sallallah u aleyhi ve sellem onlara görünerek Müslümanları tek kelimede toplamadı?

Ömer bin el-Hattab radıyallahu anh, kadrinin yüceliğine ve şanının büyüklüğüne rağmen, bazı fıkhî meseleler i bilmediğinden ötürü üzülerek şöyle demiştir; “Şu üç şeyi aramızdan ayrılmadan önce Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’e arz edip, onun da bizden ahid alarak sonuçlandırmasını ne kadar da isterdim; kelale, ceddin mirası ve faizin kısımları.”[162]

Şayet peygamber sallallah u aleyhi ve sellem ölümünden sonra bir kimseye görünseydi, mutlaka Ömer radıyallahu anh’e de görünür ve; “Üzülme! Şunun hükmü şöyle şöyledir..” derdi.

Bu Meselede Âlimlerin Görüşleri
1- Kadı Ebu Bekr İbnul Arabî der ki; “Bazı Salihler, vefatından sonra peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’i baş gözüyle hakikaten gördüklerini iddia ederek sapmışlardır.”[163]

2- İmam Ebul Abbas Ahmed bin Ömer el-Kurtubî, “el-Mufhim Li Şerhi Sahihi Muslim” adlı kitabında Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in zatının hakikaten görülmesini şiddetle inkar etmiş ve demiştir ki;

“Bu görmenin hakikat olduğunu zanneden ve diline dolayanın aklı bozuktur. Eğer görüntü hakiki anlamda olsaydı, herkesin peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’i başka bir surette değil, son nefesinde ki suretinde görmesi lazım geldiği gibi, iki kimsenin aynı anda Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’i görememeleri lazım gelirdi. Yine peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in şu an hayatta olup kabrinden çıkması, çarşılarda dolaşması, insanlara hitap etmesi gerekirdi . Bundan dolayı kabrinin boş olması, cesedinin orada bulunmama sı gerekirdi . Böylece onu kabri dışında gece gündüz hakikaten görmek mümkün olursa, kabrini ziyaret edip selam veren gaib olana selam vermiş olurdu. Bu ancak akıl sektesini n en düşük seviyesin de olanın iddiasıdır.”[164]

3- Şeyhulislam İbni Teymiye “el-İbadatuş Şer’iyye vel-Farku Beyneha ve Beynel Bid’iyye” adlı risalesin de der ki; “Onlardan Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in kabrinden çıkıp konuşacağını zannedenl er, bunun keramet olarak sayanlar vardır. Yine onlardan peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in kabrine sorulup cevap alınabileceğine inananlar vardır. Bazıları şöyle anlattı;

“İbni Mende’ye bir hadis müşkil geldiği zaman Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in kabrine gider ve O’na sorar, cevap alırdı.”[165] Magripli bir başkası için de bunun hâsıl olduğu söylenir ve onun kerameti olarak kabul edilir. İbni Abdilberr böyle zannedenl ere der ki;

“Yazıklar olsun! Önceki Muhacirle r ve Ensar’dan bunu daha mı üstün görüyorsun?! Onlardan biri Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in vefatından sonra O’na sorup cevap almışlar mıdır?! Sahabeler bazı meseleler de çekişecekleri yerde, peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’e sorup cevap alamazlar mıydı? İşte kızı Fatıma! Mirası hakkında O’na sorup cevap alamaz mıydı?”

Yine İbn Teymiye r.a. der ki; ““Bazı kimseler için bazen yakaza halinde de, uyuyan kimse için rüyada görülen şeylere benzer bir görme hali hâsıl olabilir. Bu kişi kalbi ile uyuyan kimsenin gördüğünün aynısını görür ve ona, kalbiyle müşahede ettiği bir takım hakikatle r tecelli eder. Bütün bunlar da dünyada iken vuku bulur.

Bazen kalbiyle müşahede ettiği şey, kişiye üstün gelir, onu tamamen sarar ve o şeyi bütün organları ile algılar; kişi de o şeyi bizzat gözleri ile gördüğünü zanneder. Bu hal uyanıncaya kadar devam eder; uyanınca bunun bir rüya olduğunu anlar. Ama bazen de kişi, uykuda gördüklerinin rüya olduğunu bilebilir .

İşte böyle abidlerde n kendisi için kalbi bir müşahede meydana gelmiş, bu müşahede kendisini tamamen kaplamış ve onun duygularıyla idrak etmesini ortadan kaldırmış kimseler vardır. Böyle bir durumda bu abid kalbi müşahedesini bizzat gözü ile görme işi zanneder, ama bu konuda yanılgı içindedir…”[166]

4- Hafız Zehebî, Mizanul İtidal’de, er Rabî bin Mahmud el-Mardînî’nin hal tercemesi ni verirken der ki; “Deccaldir, 599 yılında sahabelik iddia etmiştir.” Zehebî şunu kastediyo r; mezkûr şahsın Medine’de peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’i uyanık iken gördüğünü iddia ederek; “Dünyam ve ahiretim kurtuldu.” Dediği işitilmiştir.[167]

5- Hafız İbni Kesir el-Bidaye’de[168] Ebul Feth Ahmed bin Muhammed et-Tusi el Gazalî’nin hal tercemesi ni verirken der ki; “İbnul Cevzî ondan münker bazı sözler nakletti. Onlardan biri de şudur; “Ebul Feth Tusi’ye müşkil gelen bir mesele olduğunda Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’i uyanık iken görerek ona sorardı. O da ona doğrusunu gösterirdi.” İbni Kesir de, İbni Cevzî’nin buna münker demesine katılmıştır. İbni Cevzî bunu el-Kussas vel-Muzekkirin adlı kitabında belirtmiştir.[169]

6- Hafız İbni Hacer el-Askalanî Fethul Barî’de der ki[170]; “İbni Ebi Cemre tasavvufçu bir cemaatten, onların rüyada Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’i gördüklerini, bundan sonra da uyanık iken görerek ondan korktukla rı bazı şeyler hakkında sorduklarını ve kurtuluş yolunu öğrendiklerini nakletti.” Sonra İbni Hacer bu söze itiraz ederek şöyle der;

“İşte bu gerçekten problemli bir meseledir . Şayet zahirine yorumlana cak olursa, bütün bunların sahabe olması gerekir! Bu durumda kıyamet gününe kadar sahabe olma imkânı devam edecek anlamına gelir ki bu çamur atmaktır. Rüyada onu gören herkes sonra onu uyanık iken gördüğünü söylememiştir. Sadık haber ise böyle çelişkili olmaz.”

7- Sehavî, vefatından sonra peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in uyanık iken görülmesi hakkında der ki; “Sahabeler den ve onlardan sonrakile rden bize böyle bir şey ulaşmamıştır. Nitekim Fatıma radıyallahu anha Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in vefatından sonraki altı boyunca çok üzülmüş, ondan böyle bir şey nakledilm emiştir. “[171]

8- Molla Aliyul Kârî, Cem’ul Vesail Şerhuş Şemail Lit-Tirmizî adlı eserinde der ki; “Tasavvufçuların iddia ettiği gibi Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’i vefatından sonra uyanık iken görmek hakikat olsaydı, ondan işitilen emir veya yasakla amel etmek gerekirdi . Fakat malumdur ki bu icma ile caiz değildir. Bu tıpkı büyüklerden bir zat görse bile, hükmü rüyada görmenin hükmü gibidir. Nitekim bunu el-Mazerî ve başkaları; “Kim O’nun, katli haram olan birini öldürmesini emrettiğini görürse, bu görmek değil, hayaldir.”[172]

İddia Sahipleri nin Öne Sürdükleri Hadis ve İsnadı Hakkında;

Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in vefatından sonra uyanık iken görülebileceğini iddia edenlerin dayandığı tek delil; “Kim beni rüyasında görürse uyanık iken de görecektir” hadisidir . Buhari altı yerde naklettiği hadisi bu lafızla sadece bir yerde rivayet etmiştir. Bunu Ebu Hureyre radıyallahu anh’den beş farklı tabiin rivayet ettiyse de, bu lafızla sadece Ebu Seleme rivayet etmiştir. Ebu Hureyre radıyallahu anh’den bunu rivayet eden diğer dört tabiin; Muhammed bin Sirin, Ebu Salih Zekvan, Abdurrahm an el-Cuheni ve Kuleyb; “Kim beni rüyasında görürse gerçekten görmüştür. Zira şeytan benim şeklime giremez” lafzıyla rivayet ettiler.[173]

Ebu Seleme’den de iki ravi iki farklı lafızla rivayet etti. Muhammed bin Amr bin Alkame el-Leysî’nin Ebu Seleme’den, onun da Ebu Hureyre radıyallahu anh’den yaptığı rivayet, diğer dört tabiinin Ebu Hureyre’den rivayetin in lafzının aynısıdır. Fakat Ebu Seleme’den rivayet eden diğer ravi Zühri, bunu şek ile şu şekilde rivayet etti; “Kim beni rüyasında görürse uyanık iken görecektir veya uyanık iken görmüş gibidir.” Görüldüğü gibi “Uyanık iken görecektir” lafzı şüphelidir.

Ayrıca bu rivayet, Enes, Cabir, İbni Abbas, İbni Mesud ve Ebu Cuhayfe radıyallahu anhum’den de rivayet edilmiş olup lafzı şöyledir; “Kim rüyasında beni görürse gerçekten beni görmüştür” işte bu mahfuz olan lafzı olup, vefatından sonra Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in uyanık olarak görülebileceğini iddia edenlerin tutundukl arı lafız şazdır.

Şunu da belirteli m ki; Sufilerin ileri gelenleri nden “İmam Rabbani” diye meşhur Ahmed Faruk Sirhindî, peygamber ler dışındakilerin rüyalarına ve keşiflerine mutlaka şeytanın müdahalesi olduğunu belirtmiştir.

Ehl-i Sünnet indinde Rüya, ilham ve keşifler delil değildir. Bu İmam Şatıbi gibi usul âlimleri tarafından belirtilm iştir.[174] Kitap ve Sünnet’e uygun olanları da ancak o rüyayı göreni bağlar. Abdulvehh ab eş-Şa’ranî de Tenbihul Muğterrin’de böyle demiştir[175].

İbni Sirin radıyallahu anh’den sahih olarak rivayet edilmiştir ki, Peygamber Efendimiz sallallah u aleyhi ve sellem’i görme rüyası, İbni Sirin’e anlatıldığı zaman, O;

“Rüyada gördüğün zatı bana anlat” derdi. Eğer rüya sahibi o zatı, İbni Sirin’in bilmediği ve Peygamber Efendimiz sallallah u aleyhi ve sellem’in hilyesine muhalif görülen bir şekilde anlatırsa, İbni Sirin radıyallahu anh, rüya sahibine;

“Sen Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’i görmemişsin” diye cevap verirdi.[176]

Aynı uygulamayı İbni Abbas r.a, Ebut Tufeyl’in rüyasında Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’i gördüğünü zannettiğini söylemesi üzerine yapmış, ondan gördüğünü tarif etmesini istemiştir.[177]

İbni Arabî ve diğer bazı ulema; “Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’i bilinen sıfatları üzere görmek, bizzat Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’i görmektir. Başka şekil üzere görmek ise, Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in misalini idrak etmektir.” Dediler.[178]

Kadı Iyaz; “Bir kimse, Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’i hayatındaki suretinde görürse, rüyası doğrudur. Bilinen sıfatlarından başka şekilde görürse onun rüyası te’vile muhtacdır.” Dedi.[179]

Ali Bin Ebi Talib Radıyallahu anh buyurur ki; “Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’i rüyasında güzel surette görenin eğer layık olmayan surette görürse, o kimsenin fitneye duçar olacağına te’vil edilir.”

İmam Bedrüddin el-Ayni de; “Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem, rüyada bir kimseye bir emir verirse, o emir, hayatında bildirilm iş şeriata muvafıksa kabul edilir, değilse reddedili r.”[180] Der
TEMİZLİK HUSUSUNDA BİDATLER
1- Peygamber sallallah u aleyhi ve selem, vesvesye müptela olanların yaptıkları gibi; işeme organını çekiştirmek, sıvazlamak, boşaltmaya çalışmak, öksürmek, zıplamak, merdiven çıkmak, işeme organına pamuk tıkamak v.b. şeyleri yapmamıştır. Bütün bunlar vesvese sahipleri nin bidatleri nden ve şeytanın hilelerin dendir. Bunu Ebul Ferec İbnul Cevzî Telbisu İblis’te ve İbn Kayyım el-Cevziyye İğasetul Lehfan adlı eserinde böylece açıklamışlardır. Helaya girerken hadiste tavsiye edilen dua yerine “destur” denilmesi de aslı olmayan bir bidattir.

2- Abdest alırken boynun meshedilm esi bazı kitaplard a sünnet şeklinde geçiyor. Buna dair bir rivayet sabit olmamıştır.

3- Abdest alırken azaların yıkanması ile ilgili olarak yapılan duaların aslı yoktur, bidattir.

4- Özellikle cahil sufilerin “Ayakta bevledeni n namazı geçersizdir” demeleri batıl bir iddiadır. Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in ayakta bevlettiği sahih olarak rivayet edilmekle birlikte, ayakta bevletmek ten yasaklaya n bir rivayet de sabit olmamıştır.

5- Abdest alırken konuşulmaması gerektiğine dair inanç da batıldır.

6- Son asırlarda mezhep mutaassıpları tarafından uydurulan ve gece oduncusu gibi sahih-batıl ayırmadan işine gelen ne varsa kitabına koyan taklitçilerin rağbet ettiği bir rivayeti, ahmaklıklarını sergileme k için buraya almak istiyorum . Onların bu rivayete denize düşünce yılana sarılır gibi sarılmalarının sebebi, dört mezhebin dördünün de isabet ettikleri, hepsinin de hak olduklarını bu mezhepler den birini taklid etmeyenin sapık olduğunu iddia etmelerid ir. Hâlbuki Allah’ın dininde bir meselede birden fazla hak bulunmasından Allah’ı ve Rasulünü tenzih etmek gerekir. Bazen dört imamın birinin bu hakka isabet, diğerlerinin hata ettiği olduğu gibi hepsinin de hata edip başka bir imamın isabet ettiği vakidir. İçtihad eden âlim hata etse de sevap alır ama onun hata ettiği ictihadı taklid etmek caiz değildir. Yine sadece bir imamın görüşlerini mezhep (din) edinip diğer imamların delilleri ni görmezden gelmek çok tehlikeli bir bidattir, kör taklitçiliktir. Bunda hak bir taraf olsaydı bütün sahabeler in sadece Ebu Bekir ra.’ı taklid etmeleri başka âlim sahabeler e hiçbir mesele sormamala rı gerekirdi . Bunun ise batıl bir yol olduğu gayet açıktır. Zira Ebu Bekir r.a. sahabeler in en üstünü olmakla birlikte Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in bütün hadisleri ni işitmiş değildi. Dolayısıyla din, bir şahsın görüşlerine yada mezhebine indirgene mez.

Sözkonusu asılsız rivayete göre güya Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in alnı kanamış, bunu gören Aişe r.a. o kanı silmiş. Bunun üzerine Rasululla h s.a.v. abdest tazelemiş.” Taklitçilerin iddiasına göre Ebu Hanife r.a. bu hadise dayanarak kanamanın abdest bozduğu için Rasululla h’ın abdest tazelediğini, İmam Şafii r.a. de kadın eli değince abdest bozulduğu için abdest tazelediğini söylemiş, dolayısı ile mezhepler den birini taklit etmeyenin sapıtacağı anlamına gelirmiş! Ebu Hanife ve İmam Şafii bu rivayeti ömürlerinde işitmiş değillerdi. Son asırların sivri zekâlılarından biri mezhep taassubun u bu rivayeti uydurarak formulize etmiş ancak ince bir ayrıntıyı unutmuştur! Maliki, Hanbeli mezhepler i ve daha birçok ulema ne kadına dokunmanın ne de kan akmasının abdest bozmadığını belirtmişlerdir.[181] Yani bu kimselere göre bu imamlar da mı sapıtmış? Kaldıki sahih rivayetle r ne kadına dokunmanın ne de önden ve arkadan çıkmadıkça kan akmasının abdesti bozmayacağını göstermektedir.
 
samanpan Çevrimdışı

samanpan

.
Site Emektarı
EZAN HAKKINDAKİ BİDATLER
1- Müezzinlerin pek çoğu ezandan on dakika kadar önce teyp veya hoparlörden Kuran kıraati yayınlıyorlar. Bu adete öyle devam edildi ki, müezzin bunu terk edecek olsa cemaat itiraz ediyor. Bu peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in yoluna muhalif bir bidattir. Ne Rasululla h’tan ne de sahabe ve tabiinden ezandan önce Kuran okudukları sabit olmamıştır. İlim ehli katında herhangi bir ibadetin şerî bir delil olmadan muayyen bir vakte tahsis edilmesin in caiz olmadığı karara bağlanmış bir husustur.[182]

2- Bazı müezzin ve imamlar, meşhur müezzinlerin sesini kaydedip ezanı kasetten yayınlamaktadırlar. Yine bazı yerlerde merkezî hoparlör sistemi ile ezan okutulmak tadır. Bu bidattir. Malik Bin Huveyris r.a.’ın rivayet ettiği hadiste şöyle denilmekt edir; “Kavmimden bir grup içinde Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’e geldim. Yanında yirmi gece kaldık. Bize çok merhametl i ve arkadaşça davrandı. Bizim memlekete dönme arzumuzu hissedinc e buyurdu ki; “Dönün ve kavminizi n arasına katılın. Onlara öğretin. Namazı kılın. Namaz vakti geldiğinde biriniz ezan okusun ve en büyüğünüz imam olsun.”[183]

Ebu Hureyre r.a.’ın rivayet ettiği hadiste ise; “Ezan okuma ve ilk safın kıymetini bilselerd i ve bunun için kura çekmekten başka yol bulamasal ardı elbette kura çekerlerdi…”[184]

Rabıtatul Alemil İslami’ye bağlı Fıkıh Heyeti bu konudaki fetvalarında şunları belirtmişlerdir; “Mescidler de namaz vakti girince teyp ve benzerler i ile ezan yayınlamak caiz değildir. Meşru olan ezan ibadetini n edası ancak, Müslümanların her vakit ve her mescid için ayrı ezan okumakla hasıl olur. Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’den beri uygulanag elen de budur.”[185]

3- Ezana ekleme ve eksiltmel erde bulunmak bidattir. Zira ezanın lafızlarının tevkifi olduğu bilinen bir şeydir. İbn Amr r.a.’nın rivayet ettiği hadiste; “Müezzini işittiğinizde onun dedikleri gibi deyin. Sonra bana salat edin. Kim bana salat ederse Allah ona on salat eder. Sonra benim için Allah’tan vesileyi isteyin. Zira cennette o öyle bir mertebedi r ki, Allah’ın kullarından sadece biri ona nail olacaktır. Ben o kimse olmayı ümid etmekteyi m. Kim benim için vesileyi isterse şefaatim ona helal olur.”[186] Buyrulmuştur. Ezanın bitiminde Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’e salavat okumak aslında sünnet iken, müezzinler bunu sesli okumak suretiyle ezana ilavede bulunmuş ve bidat çıkarmış oluyorlar .[187]

4- Pazartesi ve Cuma geceleri sabah ve yatsı ezanlarından önce değişik yerlerde değişik zikirler ve tesbihat yapılmaktadır. Bunlar bidat uygulamal ardır.[188]

5- Ezan okundukta n sonra namazdan önce üç defa ihlas suresini okumak bidattir.[189] Hadiste, Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in namaz kılarken Kuran’ı sesli olarak okuyan insanların yanına gelip şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir; “Şüphesiz namaz kılan kimse, Rabbine münacat etmektedi r. Münacat ettiğiniz şeye dikkat edin. Kuran okurken seslerini zi yükseltmeyin”[190]

6- Ezan okurken teganni etmek (şarkı gibi makamlı okumak) bidattir.[191] Birisi Ömer r.a.’e geldi ve “Ben seni Allah için seviyorum” dedi. Ömer r.a. ise; “Ben de sana Allah için buğzediyorum. Duyduğuma göre sen ezan okurken teganni ve lahin yapıyorsun.”[192]

7- Ezanı işitenlerin “Aziz Allah” veya “Celle Celaluh” demeleri. Ezanı dinleyene sünnet olan, müezzinin söylediğini tekrar etmek, Müezzin “Eşhedu en la ilahe illallah” deyince “Radıytu billahi rabben ve bil İslami dinen ve bi muhammedi n nebiyya” demesi, “Hayye ales salat” ve “Hayye alel felah” deyince de “La havle vela kuvvete illa billah” demesidir . Ezanın sonunda da “Allahumme rabbe hazihid davetit tâmme ves salatil kaime. Âti muhammede nil vesilete vel fazile. Veb’ashu makamen mahmudeni llezi vaadteh” demesi sahih hadislerd e tavsiye edilmiştir. “İnneke la tuhliful miad” ayetinin bu duanın sonuna eklenmesi ise, hadiste sabit olmamıştır.

8- Ezan okunurken başparmakların tırnaklarını öpmek ve gözleri onlarla meshedere k “Allahumma hfaz ayneyye ve nevvirhum a” duasını okumak bidattir. Deylemi’nin el-Firdevs adlı eserinde böyle bir rivayet var ise de sahih değildir.
NAMAZ HAKKINDAKİ BİDATLER
1- Niyeti telaffuz ederek sesli yapmak. Bazıları niyeti şöyle telaffuz ediyorlar; “Niyet ettim öğle namazının dört rekat farzını kılmaya, uydum imama, döndüm kabeye” bu çirkin bidatlerd endir.[193] Halbuki niyet, dilin değil kalbin amelidir. Bu yüzden ilim ehli niyeti; “Kalbin azmetmesi, kasdetmes idir” şeklinde açıklamışlardır.[194]

2- İmamın cemaatten niyet için hazırlanmalarını talep etmesi bidattir.[195]

3- Kamet okunurken nafile namaza devam etmek; Müslim’in rivayet ettiği hadiste; “Namaz için kamet okununca farz namazdan başkası kılınmaz” buyrulmuştur. Buhari, Müslim ve Ahmedin rivayetle rinde de şöyle anlatılır; “Peygamber sallallah u aleyhi ve selem kamet okunduğu halde iki rekat namaz kılan birini gördü ve “Sabah namazı dört rekat mı? Sabah dört rekat mı!?” buyurdu.

4- Namazda rükû ve secdeleri tam yapmamak, tadili erkana riayet etmemek. Böyle yapanlara sessiz kalan da onun günahına ortak olur.

5- Tek bir mahalde iki ayrı cemaatin namaz kılması.

6- Meşru bir sebep olmadan namaz sonunda secde etmek.

7- Özellikle Teravih namazını hızlıca kılmak.

8- İmamın namazdan sonra cemaate dönmesi, müezzinin telkini ile tesbihatın yapılması, imamın dua edip cemaatin âmin demeleri, Müslümanların ruhları için el-fatiha demeleri gayri meşru bidatlerd ir.[196]

9- Namazdan sonra musafaha ederek “Tekabbela llahu minna ve minkum” demek[197]

10- Namazda kunut duasını okurken elleri kaldırmak bidattir. Duada elleri kaldırmak sadece yağmur duasında sünnettir. Kunut duasından sonra elleri yüze ve bedene sürmek, namaz bitince dua için elleri kaldırmak ve yüze sürmek aslı olmayan bidatlerd ir. Bu konuda bazı rivayetle r nakledild iyse de hadis uzmanı alimlerim izib belirttik leri gibi sahih değildirler.[198]

Hutbede bidatler;

Şeyh Cemaleddi n el-Kasımî hutbedeki bidatler arasında şunları sayar; “İmam hutbe okurken çığlık atmak, İmamın taylasan ve siyah elbise giyinmesi, oturmadan önce kıbleye yönelerek dua etmesi, hutbe ile ezan arasında bildiri yapması, hutbede kılıç taşımak ve ona dayanmak, imam minbere gidene kadar müezzinin peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’e salavat okuması, minbere yavaş yavaş çıkmak, yöneticilere dua etmek,…”[199]

Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiye şöyle demiştir: İmamın, minbere çıktıktan sonra dua etmesi dini bir temele dayanmama ktadır.[200]

İmamların, Cuma günü hutbeleri nin son kısmında hadis olarak şu rivayeti okumaya devam etmeleri de bidattir;

( اَلتَّائِبُ مِنَ الذَّنْبِ لاَ ذَنْبَ لَهُ )

« Günahtan tevbe eden kimse, o günahı hiç işlememiş kimse gibidir »[201]

Hutbenin, Kur’an-ı Kerim’de yer alan

( ( إِنَّ اللهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَ اْلإِحْسَانِ ....إلخ

Ayetiyle ve,

( اُذْكُرُوا الله َ يَذْكُرْكُمْ )

Sözleriyle bitirilme si.[202]

Cuma namazında, birinci ve ikinci rekâtlarda farklı surelerde n belirli (bütününü değil) ayetler okumak veya bir sureyi ikiye taksim ederek iki rekâtta bir tek sure okumak. Bu uygulama sünnete aykırı olmasına rağmen cahil ve bilgisiz imamlar bu tarz okuyuşu hala sürdürmektedir.

Hutbe esnasında veya sultan ve idarecile rin adları zikredili rken, (cemaati heyecanla ndırmak maksadıyla) müezzinlerin آمِين آمينveنَصَرَهُ اللهُ وَ أَدَامَهُ gibi bir takım takdir ifade eden lafızlar söylemesi de kötü bir bid’at olup haramdır. Aynı şekilde imam, birinci hutbeden sonra oturduğunda yine müezzinin غَفَرَ اللهُ لَكَ وَ لِوَالِدَيْكَ وَ لَنَا وَ لِوَالِدَيْنَا وَ الْحَاضِرِينَ şeklinde dua okuması da kötü bir bidattır.

Yine müezzinlerin,

( إِذَا قُلْتَ لِصَاحِبِكَ يَوْمَ الْجُمُعَةِ: أَنْصِتْ – وَ اْلإِمَامُ يَخْطُبُ- فَقَدْ لَغَوْتَ )

«Eğer arkadaşına Cuma günü imam hutbede iken “Sus!” dersen, sen de lüzumsuz konuşmuş olursun » hadisini ve imam minbere çıkarken إِنَّ اللًَّهَ وَ مَلاَئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ .... Ayetini yüksek sesle okuması da hatadır.[203]

İşte bütün bunlar, reddedilm esi gereken bidat davranışlardır. Çünkü bu davranışlar, öğüt almak için susmak ve tefekkür etmek gerektiği bir zamanda sergilene n meşru olmayan zikirlerd ir. Huşu hali içinde olmak gerektiği esnada sesini birden yükseltmek, bu suretle orada bulunanla rın kalp ve huzur birliğini dağıtmak hiçbir fakihin hoş görüp kabullene meyeceği bir davranıştır. O nedenle, hatibin veya gücü yetebilen kimsenin bu davranışı ortadan kaldırmaya çalışması gerekmekt edir.

İmamların hutbe irad ederken işlediği belli başlı hatalar şunlardır:

— Minbere ağır ağır çıkmak[204]

— İmamın, آمُرُكُمْ وَ أَنْهَاكُمْ cümlesini okurken yüzünü sağa sola cemaate doğru çevirmesi, Peygamber e (sallallah u aleyhi ve sellem) salat-u selam getirirke n bir basamak yukarı çıkıp, bunu bitirdiği esnada da bir basamak geri inmesi dinin özüne uygun bir davranış değildir. Bu konuda sünnet olan, hutbenin başından bitimine kadar yüzünü cemaate doğru dönmüş olmasıdır.[205]

— Hatibin, dua esnasında ellerini kaldırması. Umâre İbnu Rüveybe (radıyallahu anh) 'nin anlattığına göre, Bişr İbnu Mervân'ı, minberde ellerini kaldırarak hutbe verirken görmüş ve derhal müdahale etmiştir:

"Allah şu iki kısa elin belasını versin. Ben Rasululla h (aleyhissa lâtu vesselâm)'ı (hutbe verirken) gördüm, eliyle şundan fazla kaldırmazdı” dedi ve şehâdet parmağıyla işaret etti.''[206]

Bu rivayete göre, sünnet olan hatibin hutbe esnasında dua amacıyla elini kaldırmamasıdır. Bu da Malik, Şafii ve diğer ilim ehlinin görüşüdür. [207]

Cemaatin, imam hutbede –yukarıda anlatılan şekilde- dua ettiği sırada, ellerini kaldırarak duaya “Amin” diyerek icabet etmesi de yanlıştır. İbn Abidin, bu şekilde davrananl arın, sahih olan görüşe göre günahkâr olacaklarını ifade etmiştir.[208]

Zuhrul Ahir namazı bidattir; Cuma namazından sonra öğle namazı kılmak caiz değildir. Zira malum olduğu üzere Allah Teala, kullarına, bir vakit içerisinde iki farz namazını aynı anda şart koşmamıştır. O halde, her kim, içinde Cuma namazı kılınan bir cami veya mescitte bulunuyor sa, Cuma namazını mutlaka orada cemaatle kılmalıdır. Bununla birlikte, bazı şartlar yerine gelmediği için Cuma namazının geçersiz olduğunu düşünüyorsa, bu durumda Cuma namazını kılması caiz değildir. Çünkü bu,–yanlış da olsa- söz konusu kişinin düşüncesine göre meşru olmayan batıl bir ibadete başlamak demektir. Bu da Allahu Teala’ya bir isyandır. Bu kişi, Cuma namazının geçersiz olduğunu bile bile bu namazı kılacak olursa, öğle namazını kılmak, onun boynunun borcu olur ve kılması gerekir. Bu kişinin, Cuma namazı kılmak için başka insanlarl a cemaat oluşturması caiz değildir. Çünkü, yaptığı bu iş, kendileri nden önce Cuma namazı kılan Müslüman kardeşleri ile bu kimseler arasını ayırmak anlamına gelir.

Eğer kişi, kıldığı Cuma namazının sıhhatinden eminse, bu namazdan sonra ne münferiden, ne de cemaatle ayrıca bir de öğle namazı kılması caiz olmaz. Çünkü bu uygulama ile O, dinen zaruri (bazı fakihlere göre ise kati) olduğu bilinen bir bilgiye muhalif hareket etmiş olur.

Ne sahabiler den, ne de müctehid selef imamlarda n birinin, Cuma namazından sonra öğle namazı kıldıklarına dair herhangi bir rivayet bize ulaşmış değildir. İmam Şafii Bağdat’a geldiğinde, orada birçok cami ve mescit bulunmakt aydı. Ancak Ondan, Cuma namazından sonra öğle namazı kıldığına dair bir rivayet gelmemiştir. Eğer böyle bir rivayet olsaydı bile, kendisini n bu davranışı izlenecek, sünnete uygun bir tutum olmazdı.

Cuma namazından sonra öğle namazını kılan kimseler, “Yaptığımız ilave, namaz gibi hayırlı bir husustadır” demek suretiyle meseleyi önemsememezlik etmesinle r. Çünkü bu yaptıkları, Allahu Teala’nın öngörmediği bir ibadeti ihdas etmek anlamı taşıyacağından büyük bir tehlike arz etmektedi r. Yegane şâri (kanun ve yasa koyucu) Yüce Allah’tır. Her kim, dinde yeni bir şey ihdas etmeye kalkışırsa, uluhiyet ve rububiyet konusunda kendisini Allah’a ortak yapmış sayılır. Kim de böyle bir davranışı sergileye n kimseyi onaylarsa, onu Allah’a ortak edinmiş olur. Nitekim Allah Teala şöyle demektedi r:

( أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللهُ)

«Yoksa onların, dinden, Allah’ın izin vermediği şeyleri dini kaide kılan ortakları mı var? » (Şura:21)

Peygamber (sallallah u aleyhi ve sellem), Allah’ı bir tarafa bırakan, haham ve rahipleri rabler edinen ehl-i Kitab’ı şöyle tanımlamaktadır:

( أَنَّهُمْ لَمْ يَكُونُوا يَعْبُدُونَهُمْ وَ لَكِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا أَحَلُّوا لَهُمْ شَيْئًا اِسْتَحَلُّوهُ ، وَ إِذَا حَرَّمُوا عَلَيْهِمْ شَيْئًا حَرَّمُوهُ )

«Onlar, onlara (Yahudi ve Hıristiyan din adamlarına) tapmıyorlardı. Ancak onların kendileri ne helal kıldığını helal sayıyorlar, yasakladıklarını da haram kabul ediyorlar dı. »[209]

Şeyh Muhammed Şemsu’l-Hak el-Azîm Abâdî şöyle demiştir: Cuma namazı, öğle namazının yerine geçtiğinden, Cumadan sonra ayrıca öğle namazının eda edilmesi caiz değildir. Sahabeler den, tabiinden, tebe-i tabiinden, müctehid ve muhaddis imamların hiç birisinde n, Cuma namazından sonra öğle namazı kıldığı veya böyle bir namazı emrettiği yolunda herhangi bir rivayet gelmemiştir. Cuma namazından sonra öğle namazının ihtiyaten kılınması, bu namazı kılan kimseyi günahkâr yapan bir bidattir. Kenzu’d-Dekaik adlı eserin şerhi niteliğindeki el-Bahru’r-Raik’ta da görüldüğü üzere, söz konusu bidati, Hanefiler in müteahhir ulemasından bazıları çıkartmıştır.[210
Bayramlar la İlgili Bidatler
İslamda, Ramazan ve Kurban Bayramlarının dışında üçüncü bir bayram yoktur. Müslümanlar, Allah’ın hakkında herhangi bir hüküm indirmediği, zaman ve mekâna bağlı olarak belirlene n pek çok bayramlar la sınanmışlardır.

Zamana Bağlı Bayramlar: Bunlar pekçoktur. Peygamber’in (sallallah u aleyhi ve sellem) doğum günü, mirac gecesi, Şaban’ın 15. gecesi, salih veya salih olduğu sanılan bir insanın doğum günü, bazı kral ve padişahların iktidara geliş tarihi, bu bayram acem (arab harici) kavimlerd e Nevruz bayramı olarak geçer ve onlardan alınmıştır. Bir iktidara karşı başlatılan direniş hareketi ve bir halkın diğer bir halka galip geldiği tarih olan ve arab olmayan kavimler tarafından kutlanan Mihrican Bayramı vs.

Noel, yılbaşı ve doğum günü kutlamak da haramdır.[211] Bunlar Hristiyan ların âdetidir. Sahih hadiste; “Kim bir kavme benzerse onlardandır” buyrulmuştur. İbni Amr r.a. şöyle demiştir; “Kim acemlerin beldeleri nde bina yapar, nevruzlarına ve mihricanl arına katılır ve onlara benzerse, kıyamet gününde onlarla birlikte haşredilir.”[212]

Bayramlar la ilgili yanlışlar; “göç bayramı ve İstiklal Bayramı gibi, Allahu Teala’nın tecviz etmediği, sevinç ve neşe kaynağı olan ve belirli günler için tahsis edilen uydurma kutlama günleri bidat bayramlar dır.[213]

Mekâna Bağlı Bayramlar: Bu bayramlar, bir grup halkın, kabir ve anıtlarda ihdas etmiş oldukları toplantılar olup, insanlar bu mekânlara ya belirli bir tarihte gelirler veya sürekli olarak buraların kapılarını aşındırırlar. Özellikle, Mısır’da el-Bedevi’nin, Kerbela’da Hüseyin’e mensub kabrin, Bağdat’ta ise Abdulkadi r-i Geylani’nin kabri başında icra edilen kutlama ve törenler de bid’attir, böyledir.

Bugün –özellikle de bayram günlerinde- müslümanların hayatında birçok münkerat bulunmakt adır. Başlıcaları şunlardır: Kadınların süslenip püslenmesi, erkekleri n sakal traşı olarak güzelleşmeye çalışmaları, kabir ziyaretle rinin sadece bu güne tahsis edilmesi, kadın-erkek karışık oturulması, mahremi olmayan kadınların yanına girip çıkılması, sonu gelmeyen savurganlıkların yapılması.

Birtakım insanların, bayram namazı hususunda ve bu namazın sünnet olduğu konusunda gevşek davranmal arı, bayram namazını namazgâhta kılmayı terk etmeleri de hatadır. Şevkani şöyle demiştir: “Peygamber (sallallah u aleyhi ve sellem), iki bayram namazını sürekli olarak kılmış, hiçbir zaman terk etmemiş ve insanlara, hatta evde hizmet etmekle görevli genç cariyeler e dahi (eğer elbisesi yoksa, sahibi tarafından giydirild ikten sonra) bu namazı kılmalarını emretmiştir. Dahası, bayram gününde hayızlı kadınların da evlerinde n çıkmalarını, namaza iştirak etmeseler bile bayram namazı esnasındaki coşkuya iştirak etmelerin i istemiştir.”

İşte bütün bunlar, bayram namazının farz-ı kifaye değil, farz-ı ayn olduğunu gösteren delillerd ir. Ve yine buradan, bayram namazını terk eden kadınların, namazı namazgâhta kıldırma konusunda gevşeklik gösteren imam ve hatipleri n hatalı olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu gibi alışkanlıklar, ümmet içerisinde –eskiden beri var olmayıp- sonradan yayılmaya başlamıştır.

Namazgâha giderken, tekbirler i açıktan getirme sünnetini terk etmek; Tekbirler in, herkes tarafından tek ağızdan okunmasının dini bir temeli olmayıp, kişiler bu tekbirler i yalnız başlarına getirebil irler. Zikir, ister açıktan olsun, ister gizli, bu zikirleri n hiçbirisinin toplu olarak yapılması hususunda dini bir dayanak bulunmama ktadır. Örneğine Şam’da rastladığımız, ezanın, meşhur bir grup tarafından topluca okunması da keza yanlıştır. Çünkü topluluğun okuduğu ezan, durulması caiz olmayan yerlerde kelimeyi veya cümleyi bölmeye sebep olabilir. Sabah ve akşam namazlarında okunan tehliller (La ilahe illallah) esnasında, “Lâ ilâhe” deyip bir süre ara vermek gibi.

Bayram namazının kılınışı ve keyfiyyet i hususunda insanların işledikleri hatalar:

Bayram namazını kılarken alınan tekbirler esnasında elleri kaldırma hususunda Peygamber’den (sallallah u aleyhi ve sellem) herhangi bir rivayet sabit olmamıştır.

Pekçok İslam ülkesinde, imam namaz kıldırıncaya kadar, bayram namazına gelen cemaatin, bulundukl arı yerde iki rekat namaz kılmaları Peygamber den (sallallah u aleyhi ve sellem) varid olan bir uygulama olmayıp, aksine bu konuda sünnet olan iki rekatlik bu namazın terk edilmesid ir.

İbn Abbas’tan rivayete göre Peygamber (sallallah u aleyhi ve sellem), Ramazan Bayramı günü sadece iki rekât namaz kılmıştır. Bu namazın öncesinde veya sonrasında başka herhangi bir namaz kılmamıştır.[214]

Birçok hatip ve vaiz, insanları, Ramazan ve Kurban Bayramı gecelerin i ibadetle ihya etmeye teşvik etmektedi rler. Halbuki bu konuda kendileri ne delil olabilece k herhangi bir sahih dayanak bulunmama ktadır.

Bayram namazında hatipleri n işledikleri hatalar:

Hutbeye tekbirler le başlanılması ve hutbenin çeşitli bölümleri arasında da tekbir getirilme si. İbn Kayyım, bu hususta şöyle söylemektedir: “Peygamber (sallallah u aleyhi ve sellem) bütün hutbeleri ne Allah’a hamd ile başlardı. Ondan, bayram namazlarının hutbeleri ni tekbirle açtığına dair sahih bir rivayet gelmemiştir.”

— Aynı şekilde hatipleri n, Bayram namazı için iki hutbe okumaları da yanlıştır. Nevevi, hutbenin tekrarı hususunda Peygamber den (sallallah u aleyhi ve sellem) herhangi bir şey sabit olmadığını ifade etmiştir
 
samanpan Çevrimdışı

samanpan

.
Site Emektarı
CENAZELER LE İLGİLİ BİDATLER:

ÖLÜMDEN ÖNCEKİ BİD'ATLER
1. Bazılarının şeytanların ölüm döşeğinde bulunan kimseye anne ve babası şeklinde yahudi ve hristiyan birisi kılığıyla gelip, ona onu saptırmak için herbir dine girmesini teklif ettiğine inanmak. (İbn Hacer el-Heytemi el-Fetava el-Hadisiyye adlı eserinde Suyuti'den: "Böyle bir rivayet varid olmamıştır." dediğini nakletmek tedir.)

2. Ölümü yaklaşmış kimsenin başı ucuna mushaf koymak.

3. Ölüye peygamber i ve ehl-i beytin imamlarını (selam onlara) ikrar ve kabul etmeyi telkin etmek.1

4. Ölmek üzere olan kimseye Yasin suresini okumak.

5. Ölümü yaklaşmış olan kimsenin yüzünü kıbleye çevirmek. el-Muhalla (V, 174)'de belirtild iği üzere Said b. el-Müseyyeb el-Medhal (III, 229-230'da belirtild iği üzere Malik bunu reddetmiştir. Bu hususta herhangi sahih bir hadiste gelmemiştir.

ÖLÜMDEN SONRA İŞLENEN BİD'ATLER
6. Şianın söylediği: "Âdemoğlu ölüm dolayısıyla necis olur. Masum (imamlar), şehid ve öldürülmesi icab edip öldürülmeden önce gusleden ve sonra öldürülen kimse -bu son şahıs sadece ve muayyen olarak bu sebeb dolayısıyla- necis olmazlar."1

7. Ay hali, lohusa ve cünub olanların yanından çıkartılmaları.

8. Ölenin canını verdiği sıralarda hazır bulunan kimseleri n üzerinden yedi gün geçinceye kadar işi gücü bırakması. (İbnu'l-Hac, el-Medhal, III, 276-277)

9. Bazılarının inancına göre ölünün ruhunun öldüğü yerin etrafında dolaştığına dair inanç.

10. Ölünün vefat ettiği gece sabaha kadar yanında mum yanık tutmak. (el-Medhal, III, 236)

11. Ölünün öldüğü odaya yeşil bir dal bırakmak.

12. Ölünün yanında yıkanmaya başlayıncaya kadar Kur'ân okumak.

13. Ölünün tırnaklarını kesmek ve etek traşını yapmak. (İmam Malik, el-Müdevvene, I, 180, el-Medhal, III, 240)

14. Ölenin makadına, boğazına, burnuna pamuk sokmak.2 (İmam Malik, el-Müdevvene, I, 180, el-Medhal, III, 240)

15. Ölünün gözlerine toprak koymak ve bu esnada: "Ademoğlunun gözünü topraktan başka bir şey doldurmaz" demek. (el-Medhal, III, 261)

16. Ölünün yakınlarının defin işi bitirilin ceye kadar yemek yememeler i. (Aynı yer, III, 276)

17. Öğle ve akşam yemekleri esnasında ağlamaya özen göstermek. (Aynı yer, III, 276)

18. Bir kimsenin (ölenin) baba ve kardeşinin üzerindeki elbiseyi yırtması.3 (Bk. 22. mesele, b ve c fıkralarında kaydedile n hadis)

19. Ölen için tam bir sene yas tutmak. Bu zaman zarfında kadınlar kına yakmazlar, güzel elbiseler giyinmez, süs eşyası takınmazlar. Sene sona erdikten sonra yapageldi kleri şekilde şer'î bakımdan men olunmuş nakış, yazı ve benzeri işleri yaparlar. Onlar ve onlarla birlikte yas tutanlar bu şekilde hareket etmeye de "Fekku'l-Hüzn: Yası bitirmek, çözmek" adını verirler. (el-Medhal, III, 277)

20. Bazılarının ölü için yas tuttuklarından ötürü sakallarını bırakmaları.

21. Sergileri n, halıların ters çevrilmeleri, ayna ve avizeleri n örtülmeleri.

22. Testi ya da benzeri bir kabta bulunan evdeki sularla yararlanm amak, onun necis olduğunu kabul etmek. Buna gerekçe olarak da ölünün ruhu cesedinde n çıktığında o suya daldığını göstermek. (Bk. el-Medhal)

23. Onlardan herhangi birisi yemek yerken hapşuracak olursa ona: Filan erkek yahut filan kadın ile konuş diyerek hayatta olanlar arasından sevdiği bir kimsenin ismini verirler ve buna da o kişinin de ölene katılmaması için böyle yapmak gerektiğini gerekçe gösterirler. (Aynı eserden)

24. Ölüleri için yas tuttukları sürece ebegümeci ve balık yemeyi terketmek . (Aynı eser, III, 281)

25. Et, ızgara, köfte gibi şeyleri yemeyi terk etmek.

26. Sufilerin: Kim ölen bir kişi için ağlarsa, o marifet ehli kimseleri n yolunun dışına çıkmış olur demeleri. (İbnu'l-Cevzi, Telbisu İblis, s. 340-342 Bk. 18. meseledek i hadisler)

27. Üçüncü bir güne kadar ölenin elbiseler ini yıkamayı terketmek . Çünkü bir kanaate göre böylesi ölüden kabir azabını uzaklaştırır. (Medhal, III, 276)

28. Bazılarının dedikleri ne göre cuma günü ya da cuma gecesi ölen bir kimsenin sadece tek bir saat kabir azabı göreceğini söylerler. Sonra azabı sona erer ve kıyamet gününe kadar bir daha avdet etmez. (Bunu Şeyh Aliyyu'l-Kari Şerhu'l-Fıkhi'l-Ekber, s. 96)'da zikretmiş ve bunu reddetmiştir.

29. Bir başka görüş günahkar mü'minin kabir azabı cuma günü ve cuma gecesi kesilir ve bir daha kıyamet gününe kadar o azab ona geri dönmez.4

30. Ölenin vefatını minberler üzerinden ilan etmek. (Medhal, III, 245-246)

31. Birilerin e vefatları olduğunu haber verdikler i vakit hazır bulunanla rın filanın ruhuna el-Fatiha demesi.

ÖLÜNÜN YIKANMASI NDA BİDATLER
32. Ölünün yıkandığı yerde ölümünden itibaren üç gün süreyle bir ekmek ve bir testi su koymak. (el-Medhal, III, 276)

33. Ölünün yıkandığı yerde güneşin batımından, doğuşuna kadar üç gece süreyle çıralar ya da kandil yakmak. Bazıları bunu yedi gece süreyle kabul ederler. Bazıları bunu daha fazla olarak kabul eder ve aynı işi ölünün öldüğü yerde de yaparlar. (Aynı yer)

34. Ölüyü yıkayan kişinin ölünün yıkadığı herbir uzvu sırasında zikirlerd en belli bir zikri okuması. (el-Medhal, III, 329)

35. Cenaze yıkandığı ve uğurlandığı vakit yüksek sesle zikir getirmek. (el-Hadimi, Şerhu't-Tarikati'l-Muhammediyye, IV, 22)

36. Ölmüş kadının saçlarını göğüsleri arasından sarkıtmak.

KEFEN VE CENAZEYİ KABRE GÖTÜRMEKTE BİDATLER
37. Ölüyü ehl-i beyt ve benzerler i salih zatların kabirleri ne yakın bir yerde defnetmek amacıyla uzakça yerlere taşımak.

38. Bazılarının söyledikleri: Ölüler kabirleri nde kefenlerl e, kefenleri n güzellikleriyle birbirler ine karşı öğünürler. Buna gerekçe olarak da şunu gösterirler. Ölüler arasında kefeni bayağı ve adi olan kimseler bundan dolayı ayıplanırlar.1 (el-Medhal, III, 277)

39. Ölünün adını onun şehadet kelimesin i getirdiğini -eğer varsa- Hüseyn (a.s)'ın mezarı yakınında bir yer bulunduğu takdirde ehl-i beytin isimlerin i yazmak ve bunu kefene koymak.2

40. Kefen üzerinde bir dua yazmak.3

41. Cenazenin süslenmesi. (Ebu Şame, el-Bais ala İnkari'l-Bid'ı ve'l-Havadis, 37)

42. Cenazenin önünde birtakım bayrakların taşınması.

43. Tabutun üzerine sarık konulması. (İbn Abidin Haşiyesinde, I, 806)'da bunun ve bundan önceki uygulamal arın mekruh olduğunu açıkça ifade etmiştir.) Fes, gelinlik tacı ve ölenin kişiliğine delalet eden herbir şey de bunun gibidir.

44. Çelenklerin, mersin ağaçlarının, çiçeklerin ve ölenin fotoğrafının cenazenin önünde taşınması.

45. Cenazenin çıktığı sırada eşiğin yanında kuzu kesmek. (Şeyh Ali Mahfuz, el-İbda fi Madari'l-İmtida, s. 114) Bazılarının: Eğer bu iş yapılmayacak olursa, ölenin yakınlarından üç kişinin öleceğine inanması.

46. Cenazenin önünde ekmek ve kuzuları taşıyıp, definden sonra bunların kesilmesi ve ekmekle beraber dağıtılmaları. (el-Medhal, 266-267)

47. Bazılarının eğer cenaze salih bir kimseye ait ise taşıyanlara hafif geleceğine ve çabukça götürüleceğine inanmak.

48. Cenaze ile birlikte sadaka vermek. (el-İhtiyaratu'l-İlmiyye, s. 53; Keşşafu'l-Kına, II, 134) Meyan kökü, limonata ve benzeri şeyler içirmek de bu kabildend ir.

49. Cenazenin taşınmasına özellikle sağdan başlamaya dikkat etmek. (el-Müdevvene, 176)

50. Cenazenin dört bir yanının herbirisi nden onar adım taşınması.4

51. Cenazeyi ağır ağır götürmek. (Ebu Şame, el-Bais, s. 51, 67; Zadu'l-Mead, I, 299; Suyuti, el-Emru bi'l-İttiba, s. 251)

52. Naaş etrafında kalabalık yapmak. (İbn Hazm, el-Muhalla, V, 178)5

53. Cenazeye yakınlaşmaktan uzak durmak. (el-Bais, s. 67)

54. Cenazede sessizliği terketmek . (el-Bais, aynı yer, İbn Abidin, I, 810) Bu bir önceki fıkradan gelecek olan yüksek sesle zikir yapmayı, insanların birbirler iyle konuşmalarını ve benzeri hususları kapsar.

55. Yüksek sesle zikir, Kur'ân okumak, Bürde kasidesin i ya da Delail-i Hayrat'ı ve buna benzer şeyleri okumak. (el-İbda, s. 110; İktidau's-Sırati'l-Mustakim, s. 57, İmam Şatıbi, el-İltisam, I, 372; Şerhu't-Tarikati'l-Muhammediyye, I, 114, el-Emru bi'l-İttiba, s. 252 ve el-Bais, 88)

56. Cenazenin arkasından celale, bürde yahut delaili ve Esma-i Hüsna'yı okuyup zikretmek .

57. Cenazenin arkasında: "Allahu ekber, Allahu ekber. Eşhedu ennallahe yuhyi ve yumiyt ve huve hayyu la yemut. Subhane men teazzeze bi'l-kudreti ve'l-beka ve kahara'l-ibade fi'l-Mevti ve'l-fena: Allah en büyüktür, Allah en büyüktür. Şahidlik ederim ki Allah hayat verir ve öldürür. O ise hayydır, asla ölmez. Kudret ve beka ile herşeye güç yetiren kullarına ölüm ve yok olmakla boyun eğdirenin şanı ne yücedir" demek.6

58. Cenazenin arkasında: "Onun için de, kendiniz için de Allah'tan mağfiret dileyin" vb. şeyleri feryad ederek söylemek. (el-Medhal, II, 221; el-İbda, s. 113; el-Emru bi'l-İttiba, 254)

59. Salihlerd en birisinin kabrinin yakınlarından geçerken yahutta yol ayırımlarına gelirken el-Fatiha lafzını yüksek sesle söylemek.

60. Cenazeyi gören kimsenin: "Beni çözülüp giden kalabalıklar arasında kılmayan Allah'a hamdolsun" demesi.7

61. Bazılarının cenaze salih bir kişiye ait ise veli bir kimsenin kabrinin yanından geçtiği takdirde taşınmakta olmasına rağmen durduğuna inanmaları.

62. Cenaze görüldüğü vakit: "Haza ma veadenall ahu ve Rasûluhu ve sadakalla hu ve Rasûluhu. Allahumme zidna imanen ve teslima: Bu Allah'ın ve Rasûlünün bize vaadettiğidir. Allah ve Rasûlü doğru söylemiştir. Allah'ım imanımızı ve teslimiye timizi arttır." demek.8

63. Ölünün arkasından buhurdanlık taşımak. (el-Mudevvene, I, 180, Ayrıca bk. 74. mesele)

64. Cenazeyi yatırların çevresinde dolaştırmak. (el-İbda, 109)

65. Cenazenin Kabe etrafında yedi defa tavaf ettirilme si. (el-Medhal, II, 227)

66. Mescidler in kapılarında cenazenin bulunduğunu yüksek sesle haber vermek. (el-Medhal, II, 221, 262-263)

67. Cenazeyi Mescid-i Aksa'da Babu'r-Rahme'den sokmak ve onu kapı ile kaya arasında bırakmak bazı hocaların çağrılarak orada birtakım zikirleri okumalarını sağlamak.

68. Cenazenin mescide getirildiği vakit üzerine namaz kılmadan önce veya sonra, cenazeyi kaldırmadan önce veya defnedilm esinin akabinde kabrin yanında mersiyele r okunması (bu kabilden konuşmalar yapılması) (el-İbda, 124-125)

69. Cenazeyi mutlaka araba üzerinde taşımak ve arabalarl a onu uğurlamak.

70. Bazı ölülerin top arabası üzerinde taşınması.

CENAZE NAMAZI İLE İLGİLİ BİDATLER
71. Dünyanın uzak bölgelerinde ölmüş bulunan müslüman cenazeler üzerine hergün güneş batımından sonra gaib namazı kılmak. (el-Ihtiyarat, 53; el-Medhal, IV, 214, es-Sünen, 67)

72. Öldüğü yerde üzerinde namaz kılındığı bilinmekl e birlikte gaib cenaze namazı kılmak.

73. Birisinin cenaze namazı kılındığı sırada "subhane men tahara ibadehu bi'l-mevt ve subhanel hayyillez i la yemut: Kullarına ölüm ile boyun eğdirenin şanı ne yücedir. Daima hay olan ve ölmeyenin şanı ne yücedir." demesi. (es-Sunenu ve'l-Mubtedeat, 66)

74. Cenaze namazı kılınırken onlarda görülür bir necaset bulunmama kla birlikte ayakkabıları çıkarıp, üzerlerine basarak namaza durmak.

75. İmamın erkeğin göbek hizasında, kadının da göğsünün hizasında durması.

76. Cenaze namazında istiftah (subhaneke ve benzeri) dualarını okumak.

77. Fatiha ve beraberin de bazı sureleri okumamak.

78. Cenaze namazında selam vermemek. 1

79. Bazılarının cenaze namazının kılınması akabinde yüksek sesle hakkımda nasıl şehadet edersiniz diye sormaları, hazır bulunanla rın da aynı şekilde o salih kimselerd endi ve benzeri ifadeler kullanmal arı. (Bk. el-İbda, 108, es-Sünen, 66.)

DEFİN VE ONDAN SONRAKİ BİDATLER
80. Cenaze kabristan a varıp, defnedilm eden önce öküzün kesilmesi ve etinin hazır bulunanla ra dağıtılması. (el-İbda, 114)

81. Cenazenin evden çıkışı sırasında kesilen hayvanın kanının ölenin kabrine konulması.

82. Ölünün defninden önce tabutun etrafında zikir yapılması. (es-Sünen, 67)

83. Ölünün kabre yerleştirilmesi sırasında ezan okunması. (İbn Abidin Haşiyesi, I, 837)

84. Ölünün kabrin baş tarafından kabre indirilme si.

85. Hüseyn (a.s)'ın türbesinde ölünün kabre indirildiği esnada bir miktar toprak konulması. Çünkü böyle bir iş her türlü korkuya karşı bir güvenliktir.1

86. Zaruret olmadığı halde ölünün altına kum (veya toprak) yayılması. (el-Medhal, III, 261)

87. Kabirde ölünün başı altına yastık ya da benzeri bir şeyin konulması. (Aynı eser, III, 260)

88. Kabirde ölünün üzerine gül suyu serpilmes i. (el-Medhal, III, 262 ile II, 222)

89. Hazır olanların ellerinin üst kısımlarıyla istircada bulunarak toprak atmaları.2

90. Birinci avuç toprak attığında "biz sizi ondan yarattık", ikincisin de "ona iade ederiz", üçüncüsünde "bir kere daha yine ondan çıkarırız" (Taha, 20/55) buyruklarını okumak.

91. Birinci avuç toprağı atarken bismillah, ikincisin de el-mulku lillah, üçüncüsünde el-kudretu lillah, dördüncüsünde el-Izzetu lillah, beşincisinde el-afvu ve'l-ğufranu lillah, altıncısında er-rahmetu lillah dedikten sonra yedincisi nde yüce Allah'ın:"Onun (yerin) üzerindeki her canlı fanidir." (er-Rahman, 55/26) âyeti ile yüce Allah'ın:"Biz sizi ondan yarattık..." (Taha, 20/55) âyetini okur.

92. Fatiha, felak ve nas ile ihlas suresi nasr suresini, kâfirun suresini ve bir de kadr suresi olmak üzere yedi sureyi ve onunla birlikte şu duayı okuması: “Allah'ım ben senden ism-i azamın adına istiyorum . Senden dini ayakta tutan ismin adına istiyorum . Senden ... istiyorum, senden ... istiyorum, senden ... istiyorum . Senden kendisi anılarak dilekte bulunulduğu vakit verdiğin, dua edildiği vakit kabul ettiğin ismin adına istiyorum . Ey Cebrail'in, Mikail'in, İsrafil'in, Azrail'in... Rabbi" der ve bütün bunları ölünün defnedild iği sırada söyler.3

93. Ölünün başı ucunda fatiha'yı, ayakları tarafında da Bakara suresinin ilk âyetlerini okumak.4

94. Ölünün üzerine toprak yığılmaya başladığında Kur'ân okumak. (el-Medhal, III, 262-263)

95. Ölüye telkin verilmesi (es-Sünen, 67; San'ani, Subulu's-Selam.)

96. Kadının kabri üzerine iki taş dikmek. (Şevkâni, Neylu'l-Evtar, IV, 73)

97. Ölünün defnedilm esinden hemen sonra kabrin yanıbaşında mersiyele r okumak. (İbda, 124-125)

98. Ölünün defnedilm esinden önce ya da sonra şerefli meşhedlere5, götürülmesi.

99. Ölünün defnedilm esinden sonra türbedeki ya da yakınındaki bir odada kalmak. (el-Medhal, III, 278)

100. Definden döndükleri vakit ellerini ölenin eserlerin den silmedikçe eve girmemek (aynı eser, III, 276)

101. İnsanlar gelip alsınlar diye kabrin üzerine yiyecek ve içecek koymak.

102. Kabrin yanıbaşında sadaka vermek. (el-İktida, 183; Keşfu'l-Kına, II, 134)

103. Ölünün baştarafından su dökerek daha sonra etrafında dönmek ve artan suyu kabrin orta tarafına dökmek.

TAZİYE VE ONA BAĞLI OLARAK YAPILAN DİĞER BİDATLER
104. Kabirleri n yanında taziyede bulunmak. (İbn Abidin, I, 843)

105. Taziye için bir mekanda toplanmak . (Zadu'l-Mead, I, 304; el-Feyruz Abadi, Sıfru's-Saade, s. 57, el-Kasımi, Islahu'l-Mesacid mine'l-Bıdai ve'l-Avaid, s. 80-181)

106. Taziyenin üç gün ile sınırlandırılması.

107. Ölünün evine bırakılan yaygıların taziye için gelenleri n oturması için alınmayıp bırakılması. Onlar bu yaygıları yedi gün geçene kadar orada bırakırlar. Ondan sonra oradan kaldırırlar. (el-Medhal, III, 279-280)

108. "Allah ecrini arttırsın. Sana sabretmey i ilham etsin. Bize de, sana da şükretmeyi nasib etsin. Şüphesiz bizim canlarımız, mallarımız, ailelerim iz, çoluk-çocuğumuz yüce Allah'ın bize huzurlu olmak üzere bağışladığı şeylerden ve onun bize emanet verdiği şeylerdendir. Kaybettiğinle Allah gıbta ve sevinç ile seni faydalandırdı, büyük bir ecir vererek onu senden aldı. Eğer sen onun ecrini Allah'tan beklersen sana salât, rahmet ve hidayet vardır. Onun için sabret, sakın senin tahammülsüzlüğün senin ecrini boşa çıkarmasın, o takdirde pişman olursun. Şunu da bil ki sabırsızlık hiçbir şeyi geri çevirmez, hiçbir kederi önlemez ve gelecek olan da gelmiş gibidir." sözleriyle taziyede bulunmak. 1,2

109. "Şüphesiz Allah'ın yanında her musibet için bir teselli, elden kaybolan herbir şey için onun yerini tutacak başka bir şey vardır. Onun için sadece Allah'a güveniniz, yalnız O'ndan ümit ediniz. Asıl mahrum kişi Allah'ın mükafatından mahrum kalandır."

110. Ölenin ailesinde n yiyecek ziyafeti kabul etmek. (Telbisu İblis, 341; İbnu'l-Humam, Fethu'l-Kadir, I, 473; el-Medhal, III, 275-276, İslahu'l-Mesacid, 181)

111. Birinci, yedinci, kırkıncı ve sene-i devriyesi gününde ölen için ziyafet hazırlamak. (el-Hadimi, Şerhu't-Tarikati'l-Muhammediyye, IV, 322; el-Medhal, II, 114, III, 278-279)

112. Ölümün sonrasındaki ilk perşembe günü ölenin akrabalarından yemek ziyafeti almak.

113. Ölünün akrabalarının yemeğe davetleri ne icabet etmek. (İmam Muhammed Birgivi, Cilau'l-Kulub, 77)

114. Malum üç gece yemek sofrasını ancak koyan kimse kaldırır demeleri. (el-Medhal, III, 276)

115. Yedinci günde Zeladiye denilen (bir çeşit hamur tatlısı) yapmak yahut onu ve onunla beraber yenilecek şeyleri satın almak. (el-Medhal, III, 292)

116. Öldüğü gün yahut daha sonra yemek yapılmasını, ziyafet verilmesi ni, ruhuna Kur'ân okuyan yahut onun için tesbih ve tehlil getiren kimselere belli miktarda bir paranın verilmesi ni vasiyet etmek. (et-Tarikatu'l-Muhammediyye, IV, 325)

117. Kabrinin yanında kırk gece yahut daha fazla ya da daha az gece birtakım kimseleri n gecelemes ini vasiyet etmesi. (Aynı eser, IV, 326)

118. Kur'ân-ı Kerim'in okunması yahutta nafile namaz kılınması yahut tehlil getirilme si yahut Peygamber (s.a)'a salâvat getirilme si ve bunların sevabının vakfedeni n yahut onu ziyaret edenin ruhuna hediye edilmesi amacıyla vakıflar tesis etmek. (Aynı eser, IV, 323)

119. Ölenin velisinin birinci gece geçmeden mümkün olan bir şekilde tasaddukt a bulunması. Eğer sadaka verecek bir şey bulamazsa iki rekat namaz kılar, bu iki rekatin herbirisi nde fatiha ve ayete'l-kürsi'yi bir defa, tekasur suresini de on defa okur, namazını bitirince de: "Allah'ım ben bu namazı kıldım. Bununla neyi istediğimi de biliyorsu n. Allah'ım sen bunun sevabını filan ölünün kabrine gönder." diye dua etmesi.3

120. Ölünün sevdiği yemeklerl e ölü adına tasaddukt a bulunmak.

121. Üç aylar diye bilinen receb, şaban ve ramazan ayında ölülerin ruhlarına sadaka vermek.

122. Iskat-ı salât yapmak. (Islahu'l-Mesacid, 281-283);

123. Ölüler için ve ölüler üzerine Kur'ân okumak. (es-Sünen, 63-65)

124. Ölü için tesbih. (Sünen, 11, 65)

125. Ölü adına köle azad etmek. (Aynı yer)4

126. Ölü için Kur'Han okumak ve kabrinin yanında hatmini indirmek. (Sifru's-Seade, s. 57; el-Medhal, I, 266, 267)

127. Ölü için subha yapmak. Subha denilen şey onu bir gün önce defnedenl erin akrabaları ve tanıdıkları ile birlikte ölenin kabrine erkence gitmeleri demektir. (el-Medhal, II, 113-114, III, 278; İslahu'l-Mesacid, 270-271)

128. Subha'ye gelecek kimseler için mezarın yakınında yaygı vb. şeyleri yerleştirmek. (Medhal, III, 278)

129. Kabir üzerine çadır kurmak. (Aynı yer)

130. Kırk ya da daha az yahut daha fazla gece kabrin yanında gecelemek . (Celau'l-Kulub, 83)

131. et-Tizkar (hatırlama) diye adlandırılan 40. gece yahut her sene-i devriyesi nde ölü için mersiye okumak. (el-İbda, 125)

132. Ölüme hazırlanmak için ölümden önce kabri hazırlamak.

KABİR ZİYARETİ İLE İLGİLİ BİDATLER
133. Ölümden sonra üçüncü günde kabirleri ziyaret etmek. Buna el-Ferk adını verirler. Hafta başında, sonra da onbeşinci günde, sonra kırkta kabri ziyaret etmek. Bunlara et-Tal'at (çıkışlar) adını verirler. Kimileri de sadece son ikisini yapmakla yetinirle r. (Nuru'l-Beyan fi'l- Keşfi an Bidai Ahiri'z-Zaman, s. 53-54)

134. Her cuma anne-baba kabirleri ni ziyaret etmek. (Bu hususta varid olduğu söylenen hadis daha önce geçtiği üzere uydurmadır.)

135. Eğer ölünün ziyaretin e cuma gecesi gidilmeye cek olursa, ölünün diğer ölüler arasında gönlü kırık kalacağını söylemeleri ve şehrin surunun dışına çıktıkları vakit ölünün onları gördüğünü iddia etmeleri. (el-Medhal, III, 277)

136. Kadınların cumartesi alaca karanlığından itibaren kuşluk vaktine kadar Yahya (s.a)'ın makamını ziyaret etmek üzere Emevi camiine gitmeleri ve bu şekilde kırk cumartesi ziyareti sürdüren bir kimsenin hangi niyeti tutmuşsa o niyetinin ona verileceğini iddia etmeleri. (Islahu'l-Mesacid, 230)

137. Sufi İbn Arabî’nin kabrini -ihtiyaçları görür iddiasıyla- kırk cuma ziyaretin e gitmek.

138. Aşure günü kabir ziyaretin de bulunmak. (el-Medhal, I, 290)

139. Şaban ayının 15. gecesinde kabirleri ziyaret edip, orada ateş yakmak. (Telbisu İblis, 429, el-Medhal, I, 310)

140. Bayramların birinci günlerinde receb, şaban ve ramazanda kabristan lara gitmek.

141. Bayram günü kabir ziyareti yapmak. (el-Medhal, I, 286; el-İbda, 135, es-Sünen, 71)

142. Kabirleri pazartesi ve perşembe günleri ziyaret etmek.

143. Bazı ziyaretçilerin kabristan kapısında sanki izin alıyorlarmış gibi alçak gönüllü bir ifade ile kısa bir süre durmaları, sonra içeri girmeleri . (el-İbda, 99)

144. Ellerini namazda duruyormuş gibi kavuşturup, kabrin ön tarafında durmak. (aynı yer)

145. Kabir ziyareti yapmak için teyemmüm yapmak.

146. Kabir ziyareti sırasında iki rekat namaz kılıp, herbir rekatte fatiha'yı ve ayete'l-kürsi'yi birer defa, ihlas suresini üçer defa okuyup, bunun sevabını ölüye bağışlamak.1

147. Ölüler için fatiha okumak. (Tefsiru'l-Menar, VIII, 268)

148. Kabristan larda Yasin suresini okumak.2

149. Kulhuvall ahu ahad (ihlas) suresini onbir defa okumak. (Buna dair hadis daha önce geçtiği üzere uydurmadır.)

150. Allah'ım biz senden Muhammed hürmetine bu ölüyü azablandırmamanı niyaz ediyoruz diye dua etmek.3

151. Kabirdeki lere: "Aleykümü's-selam" diyerek önce aleyküm sonra selam lafzını zikretmek suretiyle selam vermek. (Halbuki sünnet bu hususta varid olmuş bütün hadislerd e görüldüğü üzere bunun tam aksinedir . 4

152. Kitab ehline ait kabristan lar üzerinde:"O kâfir olanlar öldükten sonra asla diriltilm eyecekler ini iddia ettiler. Deki: 'Hayır, Rabbim hakkı için elbette diriltile ceksiniz. .." (et-Teğabun, 64/7) âyetini okumak.5

153. Ayın göründüğü gecelerde kabristan da minberler ve kürsüler üzerinde vaaz yapmak. (el-Medhal, I, 268)

154. Kabirler arasında yüksek sesle tehlil getirmek.

155. Özel bazı kabirleri ziyaret eden kimselere hacı adını vermek.7

156. Peygamber lerin kabirleri ni ziyarete giden kimseler vasıtasıyla onlara selam göndermek.

157. Kadınların cuma günlerinde Dımaşk -Şam- şehrindeki es-Salihiyye'de bulunan mezarları ziyarete gitmeleri . Bu konuda erkekler de çeşitli kesimlerd en onlara katılmaya başlamıştır. (Islahu'l-Mesacid, 231)

158. Şam'da İbrahim el-Halil'in mağarası Kasyun dağının er-Rabve batı tarafında bulunan üç eser gibi, Şam'da bulunan peygamber lere ait eserlerin ziyaret edilmesi. (Tefsiru'l-İhlas, s. 169)

159. Meçhul asker ya da meçhul şehid adı verilen kabirleri n ziyaret edilmesi.

160. Namaz ve Kur'ân okumak gibi ibadetler in sevablarının müslümanların ölülerine hediye edilmesi.

161. Birtakım salih amellerin sevabının Peygamber (s.a)'a hediye edilmesi. (el-Kaidetu'l-Celile, 32, 111; el-Ihtıyaratu'l-İlmiyye, 54; Şerhu Akideti't-Tahavi, 386-387; Tefsiru'l-Menar, VIII, 249, 254, 270, 304, 308)

162. Kur'ân okuyup onu ölüye hediye eden kimselere ücret vermek. (İbn Teymiye, Fetava, 354)

163. Peygamber lerin ve salihleri n kabirleri nin yanında dua kabul olunur demek.

164. Kabul edilir ümidiyle dua etmek üzere belli bir kabre gitmek. (el-Ihtiyaratu'l-İlmiyye, 50)

165. Peygamber lerin, salih kimseleri n ve diğerlerinin kabirleri ni örtülerle örtmek.8 (el-Ihtiyaratu'l-İlmiyye, 55, el-Medhal, III, 278; el-İbda, 95-96)

166. Bazılarının salih kimsenin kabri eğer bir köyde bulunuyor ise onun bereketiy le rızıklandırıldıklarına, onlara yardım edildikle rine inanmaları ve burası şehrin bekçisidir demeleri. Nitekim: Seyyide Nefise Kahire'nin bekçisi, Şeyh Rıslan Dımaşk'ın bekçisi filan ve filan Bağdat'ın bekçileri ve diğerleri hakkında söylenenler. (er-Raddu ale'l-Ahnai, 82)

167. Bir çok evliya yatırı hakkında doktorların uzmanlık alanları gibi uzmanlık alanlarının bulunduğuna inanmak. Mesela kimilerin in göz hastalıklarında faydalı olduğuna, kimilerin in sıtma hastalığını şifaya kavuşturduğuna... inanmak. (el-İbda, 266)

168. Bazılarının marufun kabri denenmiş tiryaktır (şifa kaynağıdır) demeleri. (er-Reddu ale'l-Bekri, 232-233)

169. Bazı şeyhlerin müridlerine senin Allah'tan bir ihtiyacın olursa, benden yardım dile yahutta kabrimin yanında yardım dile demesi. (Aynı yer)

170. Velinin kabri etrafında bulunan ağaç, taş gibi şeylerin kutsanması ve onlardan herhangi birisini kesenleri n bir şekilde rahatsız edici bir musibet ile karşılaşacağına inanılması.

171. Kimilerin in her kim ayete'l-kürsi'yi okur ve Şeyh Abdu'l-Kadir Geylani'nin bulunduğu tarafa döner, yedi defa ona selam verirse verdiği herbir selam ile birlikte onun kabrine doğru bir adım yaklaşır ise ihtiyacı karşılanır. (Fetava, IV, 309)

172. Kendisi öldükten sonra kocası evlenen vefat etmiş kadının kabri üzerine kıskançlığının ateşini söndüreceği iddiasıyla su serpmek. (el-İbda, 265)

173. Peygamber lerin ve salihleri n kabirleri ni ziyaret etmek için yolculuk yapmak. (Fetava, I, 118, 122, IV, 315; Mecmuatu'r-Resaili'l-Kübra, II, 395; er-Raddu ale'l-Bekri, 233; el-İbda, 100-101; er-Raddu ale'l-Ahnai, 45, 123-124, 219, 384)

174. İbrahim el-Halil (a.s)'ın kabri yanında yüce Allah'a yakınlaşmak ümidiyle davul, zurna, boru çalmak ve raks etmek. (el-Medhal, IV, 246)

175. İbrahim el-Halil'i binanın iç tarafından ziyaret etmek. (Aynı eser, IV, 245)

176. Kabirler içerisinde odalar yapmak ve orada kalmak. (Aynı eser, I, 251-252)

177. Kabirleri n üzerine mermer ya da tahtadan levhalar yerleştirmek. (Aynı eser, III, 272-273)

178. Kabrin etrafını parmaklıklarla çevirmek (aynı eser, III, 272)

179. Kabri süslemek (Şerhu't-Tarikati'l-Muhammediyye, I, 114-115)

180. Kabristan a mushaf götürmek ve o mushaftan ölünün üzerine Kur'ân okumak.(Tefsiru'l-Menar, Ahmed'den naklen, VIII, 267)

181. Orada Kur'ân okuyacak kimseler için kabirleri n yanında mushaflar koymak.(Fetava, I, 174; el-Ihtiyaratu'l-İlmiyye, 53)

182. Kabrin duvarlarını ve direkleri ni dümdüz edecek şekilde traşlamak.(Ebu Şame, el-Bais, 14)

183. Yatırın iç tarafına -yatır sahibinin haklarında ayırdedici hükmünü verecek kanaatiyl e- şikayet dilekçelerini sunmak ve yatırın iç taraflarına bırakmak. (İbda, 98, el-Kaidetu'l-Celile, 14)

184. Velilerin kabirleri ndeki pencerele r üzerine -onlara ihtiyaçlarını görmelerini hatırlatmak amacıyla- bez bağlamak.

185. Velileri ziyaret edenlerin tabutlarına kapı çalar gibi vurmaları ve onlara asılmaları. (el-İbda, 100)

186. Teberrük maksadıyla kabrin üzerine mendiller ve kumaşlar bırakmak. (el-Medhal, I, 263)

187. Bazı kadınların kimi kabirler üzerine hamile kalmak amacıyla uzanmaları ve ona belli yerlerini sürtmeleri.

188. Kabri el sürmek suretiyle istilam etmek ve öpmek. (el-İktida, 176; el-İ'tisam, II, 134, 140; İbnu'l-Kayyim, İğasetu'l-Lehfan, I, 194; el-Birgivi, fi Atfali'l-Muslimin, 234; el-Bais, 70; el-İbda 90)9

189. Karnı ve sırtı kabrin duvarına yapıştırmak. (el-Bais, 70)

190. Bedenini yahut bedeninin bir bölümünü kabre ya da kabre yakın parmaklık vb. yapıştırmak. (Fetava, IV, 310)

191. Yanakları kabirlere değdirmek. (İğasetu'l-Lehfan, I, 194, 198)

192. Peygamber lerin ve salihleri n kabirleri nin etrafında dönmek (tavaf). (Mecmuatu'r-Resaili'l-Kübra, II, 372; el-İbda, 90)

193. Herhangi bir kabir yanında Arafat'ta durur gibi toplanmak . Bu da hakkında güzel zan beslenenl erden birisinin kabrine arafe günü gitmek ve Arafat'ta olduğu gibi kabri yanında büyük bir kalabalık halinde toplanmak demektir. (Iktidau's-Sırati'l-Mustakim, 148)

194. Kabrin yanında havyan ve kurban kesmek. (Aynı eser, 182; el-Ihtiyarat, 53; Nuru'l-Beyan, 72)

195. Dua edileceği vakit salih kimsenin bulunduğu tarafa doğru yönelmek. (Iktidau's-Sırati'l-Mustakim, 175; er-Raddu ale'l-Bekri, 266)

196. Bazı salih kimseleri n bulunduğu tarafa arkayı dönmemek. (Aynı yer)

197. Kabul edilir ümidiyle peygamber lerin ve salihleri n kabirleri yanında dua etmek üzere gitmek.10 (el-Kaidetu'l-Celile, 17, 126-127; er-Raddu ale'l-Bekri, 27, 57; er-Raddu ale'l-Ahnai, 24; el-Ihtiyaratu'l-İlmiyye, 50; İğasetu'l-Lehfan, I, 201-202, 217)

198. Bu gibi kabirleri n yanında namaz kılmak üzere gitmek. (er-Raddu ale'l-Ahnai, 124; Iktida, 139)

199. Bu gibi kabirleri n yanında o kabirlere doğru namaz kılmak için gitmek. (er-Raddu ale'l-Bekri, 71; el-Kaidetu'l-Celile, 125-126; İğasetu'l-Lehvan, I, 194, 198; el-Hadimi, Şerhu't-Tarikati'l-Muhammediyye, IV, 322)

200. Bu gibi kabirlere orada zikir yapmak, Kur'ân okumak, oruç tutmak ve hayvan kesmek maksadıyla gitmek. (Iktida, 181, 154)

201. Allah'a kabirde bulunan vasıtası ile tevessül etmek, onu vesile yapmak. (İğasetu'l-Lehvan, I, 201-202, 217; es-Sünen, 10)

202. Kabirdeki nin adına yüce Allah'a and vermek. (İbn Teymiye, Tefsir-u Sureti'l-İhlas, 174)

203. Ölene yahut peygamber ve salihlerd en hazır bulunmaya nlarına: Yüce Allah'a (benim için) dua et ya da dilekte bulun denilmesi . (el-Kaidetu'l-Celile, 124; Ziyaratu'l-Kubur, 108-109; er-Raddu ale'l-Bekri, 57)

204. Ey efendim filan benim imdadıma koş yahutta düşmanıma karşı bana yardımcı ol gibi sözlerle ölüden yardım istemek. (el-Kaide, 14, 17, 124; er-Raddu ale'l-Bekri, 30-31, 38, 56, 144; es-Sünen, 124)

205. Ölünün Allah'tan ayrı olarak çeşitli işlerde tasarruf sahibi olduğuna inanmak.(es-Sünen, 118)

206. Kabrin yakınında itikafa çekilmek ve kabre mücavirlik yapmak. (Iktida, 183, 210)

207. Tazim ettikleri kabirleri n ziyaretin den gerisin geri yürüyerek çıkmak. (el-Medhal, IV, 238; es-Sünen, 69)

208. Şehirlere orada bulunan velileri ve ölüleri ziyaret etmek üzere gelen birtakım dervişlerin şehirlerine dönmek istedikle ri vakit: Bu şehirdeki bütün sakinler için efendim filan, efendim filan için deyip, isimlerin i söyleyerek, onlara yönelerek, işaret ederek ve yüzünü sürerek el-fatiha demeleri. (es-Sünen, 69)

209. Bu ziyaretçilerin: es-Selamu aleyke ya veliyalla h. Peygamber (s.a)'ın, dört kutbun, encabın, evtadın, kitabın taşıyıcılarının, gavsların, silsile-i sadatın, tarif sahibleri nin, kainattak i müderriklerin ve genel olarak bütün Allah'ın velilerin in hepsi için el-fatiha ya hayy veya kayyum denilmesi, arkasından fatiha'nın okunarak ellerini yüzüne sürmesi ve gerisin geri çıkıp gitmesi. (Aynı yer)

210. Kabri yükseltmek ve üzerine bina yapmak. (Iktida, 632; Tefsir-u Sureti'l-İhlas, 170, Sifru's-Saade, 57; Şevkâni, Şerhu's-Sudur, 66; Şerhu't-Tarikati'l-Muhammediye, I, 114-115)

211. Kabrinin üzerine bir bina yapılmasını vasiyet etmek. (el-Hadimi, IV, 326)

212. Kabirleri alçı ile sıvamak (İğase, I, 196-198); el-Hadimi, IV, 322)

213. Ölenin adını ve ölüm tarihini kabrin üzerine nakşetmek. (el-Medhal, III, 272; Zehebi, Telhisu'l-Müstedrek, el-İğase, I, 196, 198; el-Hadimi, IV, 322; el-İbda, 95)

214. Kabirler ve yüce zatlardan kaldığı kabul edilen eserler üzerinde mescidler ve meşhedlerin bina edilmesi. (Tefsir-u Sureti'l-İhlas, 192; Iktida, 6, 158; er-Raddu ale'l-Bekri, 233; el-İbda, 99)

215. Kabirler üzerinde ya da yakınında namaz kılmak suretiyle kabirleri mescidler e dönüştürmek (el-İbda, 9; el-Fetava, II, 186, 178, IV, 311; Iktida, 52)

216. Ölenin mescidde defnedilm esi ya da üzerine mescid yapılması. (İslahu'l-Mesacid, 181)

217. Kabe'ye arkasını dönerek ve kabre yüzünü çevirerek namaz kılmak. (Iktida, 218)

218. Kabirleri bayram yerine döndürmek. (Iktida, 148; Iğase, I, 190, 193; İbda, 85, 90)

219. Ziyaretçiler gelip ziyaret etsinler diye kabrin içinde kandil yakmak (Medhal, III, 273, 278; Iğase, 194, 198; et-Tarikatu'l-Muhammediye, IV, 236; İbda, 88)

220. Kabirdeki kandiller yahut bir dağ ya da bir ağaçta yakmak üzere zeytinyağı ve mum adamak. (Islah, 232-233; Iktida, 151)

221. Medinelil erin mescide girdikler i ya da çıktıkları her seferinde Peygamber efendimiz in kabrini ziyaret etmeye gitmeleri . (er-Raddu ale'l-Ahnai, 24, 150-151, 156, 217-218; Kadı Iyad, eş-Şifa fi Hukuki'l-Mustafa, II, 79)11

222. Peygamber (s.a)'ın kabrini ziyaret etmek amacıyla yola çıkmak.

223. Peygamber (s.a)'ı receb ayında ziyaret etmek.

224. Mescide girildiği vakit kabri şerif tarafına yüzünü çevirmek ve kabirden uzakça bir yerde sağ elini, sol elinin üzerine tıpkı namazdaymış gibi koyarak son derece huşulu bir şekilde ayakta durmak.

225. Peygamber (s.a)'dan (kendisi için) mağfiret dilemesin i istemek ve bu arada: "Şâyet kendileri ne zulmettik lerinde sana gelip de Allah'tan mağfiret dileseler di..." (en-Nisa, 4/64) âyetini okumak. (er-Raddu ale'l-Ahnai, 164-165, 216; es-Sünen, 68)

226. Peygamber (s.a) ile tevessül etmek.

227. Peygamber efendimiz in adını vererek yüce Allah'a and vermek.

228. Yüce Allah'tan ayrı olarak ondan yardım dilemek, imdada koşmasını istemek.

229. Saçlarını kesip, Peygamber (s.a)'ın türbesine yakın bulunan büyükçe kandile atmak. (el-İbda, 166; el-Bais, 70)

230. Peygamber efendimiz in kabr-i şerifine sürtünmek. (Medhal, I, 263; Sünen, 69; el-İbda, 166)

231. Peygamber efendimiz in kabrini öpmek (son anılan iki yer)

232. Peygamber in kabrini tavaf etmek (Mecmuatu'r-Resaili'l-Kübra, II, 10, 13; Medhal, I, 263; el-İbda, 166; es-Sünen, 69; el-Bais, 70)13

233. Peygamber in kabri şerifinin duvarına karnı ve sırtı yapıştırmak. (İbda, 166; el-Bais, 70)

234. Eli Peygamber efendimiz in kabr-i şerifinin hücresinin penceresi ne koymak ve herhangi bir kimsenin: Elini pencerisi nin üzerine koyduğun ve şefaat ya Rasûlullah dediğin o kimsenin hakkı için diyerek yemin etmek.

235. Kendisine dua etmek maksadıyla Peygamber in hücresine yönelerek, Peygamber in kabrinin yanında uzunca ayakta durmak. (el-Kaidetu'l-Celile, 125; er-Raddu ale'l-Bekri, 125, 232, 282; Mecmuatu'r-Resaili'l-Kübra, II, 391)

236. Peygamber mescidind eki ravzada kabir ile minberi arasında sayhani diye bilinen hurmayı yemek suretiyle Allah'a yakınlaşacağını zannetmek . (el-Bais, 70; İbda, 166)

237. Bir hatim okumak yahut birtakım kasideler söylemek maksadıyla Peygamber (s.a)'ın kabri yakınında toplanmak . (Mecmuatu'r-Resaili'l-Kübra, II, 398)

238. Peygamber (s.a) ya da onun dışındaki peygamber lerin ve salihleri n kabirleri ni açmak suretiyle yağmur duasına çıkmak. (er-Raddu ale'l-Bekri, 29)

239. İhtiyaçların yazıldığı birtakım belgeleri n Peygamber (s.a)'a gönderilmesi.

240. Bazılarının: Peygamber (s.a)'ın kabrini ziyaret ettiği sırada ihtiyaçlarını ve günahlarının bağışlanmasını diliyle zikretmem esi gerekir. Çünkü onun ihtiyaçlarını ve onun faydasına olan işleri Peygamber ondan daha iyi bilmekted ir demeleri. 15

241. Peygamber (s.a)'ın ümmetine şahidlik etmesi, onları görmesi, durumlarını, niyetleri ni, hasretler ini ve kalblerin den geçenleri bilmesi noktasında hayatı ile ölümü arasında fark yoktur demeleri. 16
 
samanpan Çevrimdışı

samanpan

.
Site Emektarı
ALLAH’I ZİKRETME KONUSUNDA Kİ BİDATLER
Şüphesiz zikrullah’ı emir ve tavsiye eden pek çok ayet vardır. Yine Allah Teala Kendisini az zikretmen in münafıkların sıfatı olduğunu Nisa suresi 142. ayetinde belirtmek tedir.

Bazı âlimler, ferdî olsun, cemaat halinde olsun cehrî zikrin caiz olmadığına hükmetmişlerdir. Lakin teşrik tekbirler i, hacda telbiye gibi bazı yerlerde ve adabına riayet halinde cehri zikrin sünnet olduğu sahih hadislerd en anlaşılmaktadır. Zikrullah ibadetine çeşitli bidatler dâhil olmuştur. Mesela, zikrin belirli ve ölçülü hareketle rle tertip edilmesi, kasideler eşliğinde yapılması, raksedilm esi, çalgılar çalınması, gırtlaktan garip sesler çıkarılması, yapmacık cezbeler -büyük Tabii Said Bin el Müseyyeb r.a.’in dediği gibi- selefte görülmeyen, haram olan bidatlerd ir.

İmam el Kadı Iyaz r.a. et-Tinnisî’den naklediyo r; “İmam Malik r.a.’ın yanında idik. Ashabı da oradalardı. Nusaybin halkından birisi dedi ki;

“Bizim o tarafta “sufiler” denilen bir topluluk var. Çok yiyorlar, sonra kasideler okumaya başlıyor ve kalkıp raksediyo rlar”

Bunun üzerine imam Malik dedi ki; “onlar çocuk mu?” “hayır” dedi. “peki onlar mecnun mu?” diye sorunca adam dedi ki; “hayır onlar şeyhtirler ve akıl sahibidir ler.” İmam Malik dedi ki;

“İslam ehlinden hiç kimsenin böyle yaptığını duymadım!!!” adam dedi ki;

“Onlar yiyorlar, sonra kalkıp ayakları üzerinde raksediyo r, bazıları başlarını ve yüzlerini tokatlıyorlar” bunun üzerine imam Malik güldü ve kalkıp evine girdi. Malik r.a.’ın ashabı adama dediler ki; “Arkadaşımıza uğursuzluk getirdin. Biz otuz küsur senedir onun meclisind eydik, bu gün dışında güldüğünü görmedik.”[215]

Şeyhul İslam İbni Teymiye (r.a.), der ki; “her kim; “La ilahe illallah avam halkın zikridir, havasın zikri Müfred isimdir. Yani zikir yalnız Allah Allah, Hay, Hay, Hay demektir” diye iddia ederse sapıtmış, fahiş bir hataya düşmüş olur. Bazılarının; “Sen Allah de, sonra onları bırak batıl dedikodul arında oynaya dursunlar .”(En’am 91) ayetini alıp da iddilarına delil getirmele ri, bunların en açık yanılmalarıdır. Çünkü bu ayetteki “Allah” ismi şerifi, ayetin baş tarafındaki; “Musa’nın nur ve insanlara hidayet olarak getirdiği kitabı kim indirdi?” sorusunun cevabıdır. Kastedile n, tek olarak “Allah” diye zikretmek demek değildir.

Sonra tek bir isim ister şahıs zamiri, isterse gayb zamiri olsun tam bir kelam ve mana ifade eden bir cümle değildir. (yani Allah Allah Allah, hu hu hu kelimeler i tam bir anlam ifade eden cümle değildir.) bu çeşit tek kelime ne iman, ne küfür, ne emir ne de yasak ifade etmez. Bu çeşit zikri seleften ve ashabdan hiçbir kimse yapmamış ve Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem de meşru kılmamıştır. Bir tek ismi zikretmek, bizzat kalbe anlamlı bilgi de vermez. Sadece kalbe mutlak bir tasavvur verir ki onun üzerine ne menfi ne müsbet hiçbir fikir bina edilmez. Öyleyse bu faydasızdır. Şeriat ise, bizatihi manalar ifade eden zikirleri meşru saymıştır...

Bazı şeyhlerin (Şiblî’yi kasdediyo r) söylediği nakledile n; “La ilahe illallah derken la ilahe deyip te, illallah diyemeden ölürsem diye korktuğum için Allah Allah diyorum” sözü sakattır. Zira bu korkunç bir hatadır. Çünkü ameller niyetlere göredir. Şüphesiz sahih hadiste; can çekişen kimseye la ilahe illallah kelamı şerifini telkin etmek emredilmiş, “her kimin son sözü la ilahe illallah olursa cennete girer” buyrulmuştur. Eğer bu mübarek cümle zikredilm esi mahzurlu cümle olsaydı, o söylerken her an ölmesi beklenen bir kimseye telkin edilmez, kötü bir şekilde ölmesine meydan verilmezd i. “Allah” demesi telkin edilirdi. Hulasa, “Allah Allah, Hay, Hay, Hu, Hu” diye zikretmek sünnetten çok uzak, bidatın en içinde ve şeytanın saptırmasına en yakın olandır…”[216]

Şeyhul İslam İbni Teymiye’nin sözlerine şunu da eklemek gerekir; Enes r.a.’ın rivayet ettiği hadiste; “Yeryüzünde Allah Allah diyen kaldıkça kıyamet kopmayaca ktır” buyrulmuştur.[217] Hadisin diğer bir metni şöyledir; “Allah Allah diyen hiçbir kimsenin üzerine kıyamet kopmaz.”

Bu hadisler İbni Teymiye’nin söylediklerine zıt değildir. Zira bu rivayetle rde lafzatull ah mansub (son harfinin harekesi üstün) olarak gelmiştir. Bu takdirde nasba amil olan fiil muzmerdir, ismin tekrarı, fiil yerini tutmuştur. Buna nahiv ilminde “tahzir” derler ki, mef’ulün bih çeşitlerindendir. Tahzir, bir şeyden sakındırmak demektir. O halde; “Allahe Allahe” cümlesindeki muzmer fiil de; “ihzer” yani; “sakın” fiilidir. Böylece cümlenin manası; “Allah’tan sakın diyen hiçbir kimsenin üzerine kıyamet kopmaz.” Demektir. İmam Müslim bu hadisi rivayet ederken merfu (ötreli) okumuştur. Bu takdirde de cümle mübteda ve haber olur. İbni Ca’fer bu hadisi “La ilahe illallah” tevhidi olarak rivayet etmiştir ki, “Allah Allah” lafzıyla gelen rivayetin tefsiridi r.[218]

Sufilerin kıyam halinde zikre delil getirdikl eri; “Namazı kıldıktan sonra; ayakta iken, otururken, yanlarınız üstü yatarken de Allah'ı anın. Emniyete kavuştuğunuzda; namazı dosdoğru kılın. Namaz; şüphesiz mü'minler üzerine vakitleri belli bir farz olmuştur.” (Nisa 103) ayeti, korku namazı hakkındadır.

Nitekim bir önceki ayette “Ve o vakit sen içlerinde olub da onlara namaz kıldırdığında içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun, silâhlarını da yanlarına alsınlar, bunlar secdeye vardıklarında diğer kısım arkanızda beklesinl er, sonra o namaz kılmamış olan diğer kısım gelsin seninle beraber kılsınlar ve ihtiyatlı bulunsunl ar ve silâhlarını yanlarına alsınlar, kâfirler arzu ederler ki silâhlarınızdan ve eşyanızdan bir gafil bulunsanız da size birdenbir e bir basgın bassalar, eğer yağan yağmurdan bir eziyyet varsa veya hasta iseniz silâhları bırakmanızda beis yoktur, bununla beraber ihtiyatı elden bırakmayın çünkü Allah kâfirler için mühiyn bir azab hazırlamıştır” buyrulur

Cüveybir Bin Dahhak der ki; “İbni Mes’ud r.a. bir topluluğun ayakta zikir yaptığını öğrendi ve onlara karşı çıktı. Onlar dediler ki; “Allah Teala; “Onlar ayakta, oturarak ve yanları üzere yatarak Allah’ı zikrederl er” buyurmuyo r mu?” bunun üzerine İbni Mesud r.a.; “Bu ayet, ayakta namaz kılmaya güç yetiremey en kimse hakkındadır” dedi.”[219]

Şunu da delil getirirle r; Şeddad Bin Evs radıyallahu anh’den; “Biz Peygamber aleyhisse lam’ın yanında iken buyurdu ki;

“Elleriniz i kaldırın ve La ilahe illallah deyin” Biz de öyle yaptık. Sonra buyurdu ki; “Allahım şüphesiz Beni bu kelime ile gönderdin, bununla emrolundu m, bununla Bana cenneti vaad ettin. Şüphesiz Sen vaadinden dönmezsin” Sonra buyurdu ki; “Müjdeleniniz Şüphesiz Allah sizi affetti.”[220]

Bu rivayet zayıf olup delil olamaz. Ravilerin den Raşid bin Davud müdellis ve zayıf bir ravi olup bunu tedlis sigası olan an’ane ile rivayet etmiştir. Ayrıca anlaşılan o dur ki, burada Rasululla h Sallallah u aleyhi ve sellem dua için ellerini kaldırmalarını emretmiş ve duada bulunmuştur. Ya da biat tazelemel erini istemiştir.

Amr b. Yahya’dan; “babamı, babasından (naklen) şöyle rivayet ederken duydum: (Babam) dedi ki sabah namazından önce Abdullah b. Mes'ûd'un kapısının önünde otururduk . Çıktığında, onunla beraber mescide giderdik. Neyse (bir gün) Ebû Musa el-Eş'arî yanımıza geldi ve;

"Ebû Abdirrahm an (yani Abdullah b. Mesûd) şimdiye kadar yanınıza çıktı mı?" dedi. "Hayır" dedik. O da bizimle beraber oturdu. Nihayet (Abdullah) çıktı. Çıkınca toptan ona ayağa kalktık. Sonra Ebû Musa ona şöyle dedi:

"Ey Ebû Abdirrahm an! Biraz önce mescidde yadırgadığın bir durum gördüm. Ama yine de, Allah'a şükür, hayırdan başka bir şey görmüş değilim. (Abdullah) "Nedir o?" diye sordu. O da; "Yaşarsan birazdan göreceksin" dedi (ve) şöyle devam etti:

"Mescidde halkalar halinde, oturmuş, namazı bekleyen bir topluluk gördüm. Her halkada (İdareci) bir adam, (halkadaki lerin) ellerinde de çakıl taşları var. (idareci): "Yüz defa Allahu ekber deyin" diyor, onlar da yüz defa Allahu Ekber diyorlar. Sonra, yüz defa La İlahe İllallah, deyin diyor, onlar da yüz defa La ilahe İllallah diyorlar. Yüz defa Sübhanallah deyin diyor, onlar da yüz defa Sübhanallah diyorlar."

(Abdullah b. Mes'ûd); "Peki onlara ne dedin?" dedi. "Senin görüşünü bekleyere k -veya "senin emrini bekleyere k" -onlara bir şey söylemedim." dedi.

Dedi ki; "onlara kötülüklerini hesab etmelerin i emredip (bununla) iyilikler inden hiçbir şeyin de zayi edilmeyec eğine dair onlara güvence verseydin ya!" dedi. Sonra gitti, biz de onunla beraber gittik. Nihayet o, bu halkalard an birine geldi, başlarında durdu ve şöyle dedi: "Bu, yaptığınızı gördüğüm nedir?"

Dediler ki; "Ey Ebû Abdirrahm an! Bunlar çakıl taşları. Onlarla Ellahu Ekber, La ilahe İllallah ve Sübhanallah deyişleri sayıyoruz." (Bunun üzerine Abdullah b. Mes'ûd) dedi ki;

"Artık kötülüklerinizi sayıp (hesab edin)! Ben, iyilikler inizden hiç bir şeyin zayi edilmeyec eğine kefilim. Yazıklar olsun size! Ey Ümmet-i Muhammed, ne çabuk helak oldunuz! Peygamber inizin -salallahu aleyhi ve sellem- şu sahabesi içinizde hâlâ bolca bulunmakt a. İşte onun elbiseler i, henüz eskimemiş; kapları, (henüz) kırılmamış. Canım elinde olan Allah'a yemin olsun ki, sizler kesinlikl e ya Muhammed'in dininden daha doğru yolda olan bir din üzerindesiniz (-ki bu imkânsızdır-) veya bir sapıklık kapısı açmaktasınız."

Onlar; "Vallahi, ey Ebû Abdirrahm an, biz, başka bir şey değil, sadece hayrı (elde etmeyi) İstedik" dediler.

O da şöyle karşılık verdi; "Hayrı (elde etmek) isteyen niceleri vardır ki onu hiç elde edemeyece klerdir. Resûlullah -salallahu aleyhi ve sellem- bize haber vermişti ki; Kur'an'ı okuyacak olan bir topluluğun bu okuyuşları sadece dilde kalacak, onların köprücük kemikleri ni ileriye geçmeyecek. Vallahi, bilmiyoru m, belki onların çoğu sizdendir ." Sonra Abdullah onlardan yüz çevirdi .

(Amr b. Yahya'nın dedesi) Amr b. Selime, bundan sonra şöyle dedi: Bu halkalard aki (insanların) tamamını, en-Nehrevân olayında, haricîlerin yanında bize karşı vuruşurken gördük." [221]

Amir Bin Abdullah Bin Zübeyr dedi ki; “Babama geldim ve dedim ki; “Allahı zikreden hayırlı bir kavim gördüm. İçlerinde Allah korkusund an çığlık atıp bayılanlar vardı. Onlarla beraber oturdum.” Bunun üzerine babam dedi ki;

“Onlarla oturma! Ne Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem, ne Ebu Bekir, ne Ömer ne de diğer sahabeler de böyle bir şey yoktu. Senin o gördüklerin, bunlardan daha mı çok huşu sahibidir?”[222]

Katade r.a.; “Rablerind en korkarak derileri ürperir. Sonra Allah’ın zikriyle kalpleri yatışır” ayetini okudu ve dedi ki; “Bu Allah’ın dostlarının sıfatıdır. Allah onları, “şuurlarının kaybolmasıyla, çığlık atıp bayılmalarıyla” değil, derilerin in ürpermesi, gözlerinin yaşarması ve zikrullah ile kalplerin in sükünete ermesiyle vasıflıyor. Zira çığlık atıp bayılmak, şuurların gitmesi, ancak bidat ehlinde bulunur ve şeytandandır.”[223]

Enes Bin Malik r.a.’e, Kur’an okuyup, çığlık atarak bayılan bir kavim sorulunca dedi ki; “bunu hariciler yapar!”[224]

Kays Bin Ubade r.a. diyor ki; “Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in ashabı zikir anında sesi yükseltmeyi çirkin görürlerdi.”[225]

Aliyul Kari “el Hırzus Semin Şerhu Hısnul Hasin” adlı eserinde “Kulum beni bir toplulukl a zikreders e…” hadisini izah ederken der ki; “Burada muhtemele n gizli zikir kastedilm ektedir. Nitekim “gafiller arasında Allah’ı zikreden kişi, savaşta firar edenler arasında firar etmeyip sabreden kimse gibidir”[226] hadisi buna işaret eder. Topluluk ile zikir ifadesind en, haddi aşarak sesi yükseltmenin cevazını çıkarmaya yol yoktur.”[227]

İmam Buhari Kitabus Siyer’de “Tekbirde sesin yükseltilmesinde kerih olanı” diye bir bab açmış, Ebu Musa r.a.’den şu rivayeti nakletmiştir; “Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem ile beraberdi k. Bir vadiden inerken tekbir getiriyor, çıkarken de tehlil ediyorduk . Sesimizi biraz yükselttik. Bunun üzerine buyurdu ki; “ey insanlar, kendinize acıyın. Zira siz ne sağır birisine, ne de burada olmayan birisine sesleniyo rsunuz. Şüphesiz O sizinle birlikted ir, çok iyi işitir, çok yakındır. O’nun ismi mübarek, şanı da yücedir.”[228]

Bu hadisin şerhinde Kastalani der ki;[229] “Taberi dedi ki; “Zikir ve duada sesi yükseltmenin mekruhluğunu sahabe ve tabiinden selefin çoğu söylemişlerdir.” Bu hadis de, Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in zikirde sesin yükseltilmesini çirkin gördüğünü gösteriyor.”

Ancak Leknevi der ki; “bu hadis, mutlak olarak cehri zikrin yasaklığını veya mekruhluğunu göstermez. Bilakis gizli zikrin müstehaplığına delil olmaktadır. Zira “kendinize acıyın” ibaresi, yasaklık veya vaciplik ifade etmeyip, hafifletm e, merhamet ifade etmektedi r. Şayet Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem onları men etmeseydi, tepe çıkarken yüksek sesle zikretmen in takriri sünnet olacağını zannedece klerdi. Ümmetine kolaylık olması için bunu yasakladı.”[230]

Zikir meclisler inden kastedile n şey hakkında Ebu Hureyre r.a.’den gelen sahih rivayet şu şekildedir;

“Allah’ın evlerinde n bir evde toplanıp Allah’ın Kitabını okuyan ve aralarında ders yapan bir topluluğu, melekler rahmet ve sekinet ile kuşatırlar, Allah onları kendi katındakilerle anar.”[231]

İbni Abbas r.a.’dan mevkuf olarak gelen rivayet ise şu şekildedir; Ona “En üstün amel hangisidi r?” diye sorulunca dedi ki;

“Allah’ı zikretmek en büyüktür. Bir evde toplanıp Allah’ın kitabını okuyan ve aralarında ders yapan hiçbir topluluk yoktur ki, melekler onları kanatlarıyla gölgelemesin. Onlar bundan başka bir söze dalmadıkları sürece Allah’ın misafirle ridir.”[232]

Hakim, Muaviye’den şöyle dediğini tahric etti; Bir gün Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’le beraberdi m, mescide girdi, mescidde oturan bir topluluk gördü, Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: “Sizi oturtan nedir?” dediler ki:

“Farz namazı kıldık. Sonra oturduk Allah’ın Kitab’ı ve Peygamber’in sünnetini müzakere ediyoruz.” Rasullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Allah bir şeyi zikreders e onu zikri büyük olur.”[233]

Tasavvufçuların zikri gibi zikredenl er, ancak cahiliyye müşriklerinin zikri ile zikretmiş olur. Yahudi ve hıristiyan kâfirlerinin zikri ile zikretmiş olur."

“Onların (müşriklerin) Beytullah'ın yanında namazları (duaları) da el çırpmak ve ıslık çalmaktan başka birşey değildir."(Enfal 35)

Yahudiler in Zikir Şekli
Yüz kırk dokuzuncu mezmurda şunları okuyoruz: "Siyon oğulları hükümdarlıklarına sevinsinl er, tef ve ud ile dansedere k adını tesbih etsinler, terennüm etsinler. Tehlil getirin, kutsallığında (Kudüs'de) Allah'ı tesbih edin. Rebab ve ud ile tesbih edin. Tef ve dans ile tesbih edin. Sazlar ve zurnalarl a tesbih edin. Türlü naralarla tesbih edin."

Tasavvufçular da aynı bu şekilde zikir yaparlar. Yahudi cahiliyye bidatı ile tasavvufçuların zikri arasında sıkı ilişkiyi ve benzerliği görmek için bir zikir meclisini müşahade etmek yeterlidi r. Bu apaçık bir gerçek iken, Abdulaziz ed-Debbağ'ın şu sözlerini görüyoruz: "Zikredenl er sağa sola sallanırlar, çünkü kutuplar melekleri n böyle yaptığını görmüşlerdir.(!)"

Tasavvufçularda Zikrin Şekli Ve Sözleri
Zikreden kişinin tepeden tırnağa kadar sallanması, önce sağa lâ ile başlayıp sola ilah ile dönmesi ve doğrulması gerekir. Sola doğru öne eğilerek illallah demesi ile bu işi tamamlar. Allah, hû gibi tek isimle zikrediyo rsa çenesini göğsüne vurması, koro halinde ve yüksek sesle yapması gerekir. Kelimeyi göbeğinden başlıyarak kalbinin derinlikl erinden çıkarması icabeder. İşte bu eşsiz pehlivanlık tasavvufçuların zikir şeklidir!

Allah için söyleyiniz, Rasûlullah rabbini zikrederk en böyle tepeden tırnağa kadar sallanıp dans mı ediyordu? Sakalını göğsüne vurup sağa sola mı sallanıyordu? Şüphesiz hayır! Hiçbir zaman böyle yapmamıştır. Çünkü o Allah'ın peygamber idir ve Allah'ın huzurunda nasıl edeple ibadet edileceğini bilir ve insanlara bildirir. Kör testereni n ağaç keserken çıkardığı sesler gibi de sesler çıkarmamış ve naralar atmamıştır. Nasıl zikredeceğini Allah ona şöyle tarif etmiştir:

"Namazında yüksek sesle okuma. Onda sesini fazla da kısma. İkisinin arasında bir yol tut." "Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilmelisi niz ki haddi aşanları O sevmez." "Rabbini içinden, yalvarara k ve O'ndan korkarak yüksek olmıyan bir sesle sabah ve akşam zikret (an). Gafillerd en olma!"

Namazda sesin fazla yükseltilmemesi ve tamamen kısılmaması, belki ikisi arasında bir yol tutulması esas iken, tasavvufçular guya bir nevi ibadet veya dua olarak yaptıkları zikirleri nde nakarat tutturmak, avazları çıktığı kadar bağırmak, testere sesleri gibi hançerelerden sesler çıkarmak, tepeden tırnağa kadar ter içinde kalacak şekilde tepinmekt edirler. Ne yapalım, tasavvufçular Allah'ın hidayetin i bu şekilde değiştirmekte ve başka yollara uymaktan çekinmezler!

Zikirde kullanılan sözlere gelince; müridin şeyhine karşı edeplerin den biri de şeyhinin kendisine telkin ettiği kelimeler kullanması ve başka sözleri kullanmam asıdır. Bu sebepten zikir sözleri tarikatla rın çokluğu ve şeyhlerin farklılığına paralel olarak çoğalmış ve değişik olmuştur.

Kimileri Allah'ın tek ismi ile, kimileri hû hû diyerek, kimileri de ıh ıh sesleriyl e zikretmek tedir. Tasavvufçu her tağut kullarına başka tarikatla rın zikri ile zikretmey i ve izin verdiği şeylerin dışında kelimeler i kullanmal arını yasaklama ktadır. Çünkü yüce Allah'ın isimlerin i şu veya bu şekilde söyledikleri zaman fayda, şu veya bu şekilde söyledikleri zaman da zarar vereceğine inanırlar. Onun için zikreden kişiye fayda veya zarar verecek şeyleri bilen şeyh, kaptan sayılır. Bu bakımdan derviş lailahe illallah sözü ile ancak şeyhi kendisine izin verdiği takdirde zikredebi lir. Rabbine de “yâ latif” diye seslenmem elidir. Aksi halde ona bir uyuşukluk gelir veya çarpılır.

İbn Ataullah el-İskenderi'nin şu delilsiz sözlerine bakınız: "Allah'ın "Afûv (bağışlayan) ismi avamın zikrine yaraşır. Çünkü onları ıslah eder. Allah'a suluk edenlerin ise bu isimle onu zikretmes i yakışmaz.

Bâis (dirilten) ismi ile de gafiller zikreder. Fenayı talep edenler onu bu isimle zikretmez . Gafir (günahları bağışlayan) ismi ile de avam öğrencilere telkin yapılır (onlara bu isim öğretilir). Zira günahın cezasından korkan onlardır. Ama Allah'ın huzuruna çıkmağa layık olanların günahları bağışlayanı zikretmel eri onlarda vahşeti (uzaklığı ve yabancılığı) meydana getirir. Allah'ın "Metin" ismi ise halvet sahipleri ne zarar verir, dinle alay edenlere yarar sağlar." (Türkçeye de terceme edilen Miftahul Felah kitabındadır.)

Halbuki yüce Allah şöyle buyurmakt adır:

"De ki, ister Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini deseniz olur. Çünkü en güzel isimler O'na mahsustur ."

"En güzel isimler (Esmaulhüsna) Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin. O'nun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır."

Şu saçmalığa bakınız. Allah'ın Gafir ismi sadece avama yaraşır. Sanki bu tağutlar günahlardan masum veya ilahtırlar! Halbuki Rasûlullah günde yüz defa Rabbine istiğfar ederdi. Şimdi söyler misiniz, Kur'ân'ın hidayeti ve gerçekliğiyle tasavvufçuların sapıklığı ve dalaleti arasında bir ilişki buluyor musunuz?!

Rasululla h Nasıl Zikretmiştir?
Rasûlullah'ın Cenâb-ı Hakk'ı nasıl zikrettiğini pak sünnetinden öğreniyoruz. Onun zikir şekli ile tasavvufçuların bidat ve saçma zikir şekillerini karşılaştırmak mümkündür. Rasûlullah buyuruyor: "Şu iki kelime, dile kolay, terazide ağır ve Allah'a sevimlidi r: Sübhanallah ve bihamdih, sübhanallahi'l-azim."

Selam verdikten sonra her namazın arkasında Rasûlullah şöyle derdi: "Lâ ilahe illallah vahdehu lâ şerîke leh, lehu'l-mülk ve lehu'l-hamd ve huve ala külli şeyin kadîr, ve lâ havle ve lâ kuvvete illa billah, lâ ilahe illallah ve lâ na'budu illâ iyyah, lehu'n-Nimetu ve lehu'l-fadlu ve lehu's-Senâu'l-Hasen, la ilahe illallah, muhlisine lehuddîn velev kerihe'l-kâfirun."

Yine şöyle buyurmuştur: "İstiğfarın en büyüğü şöyle söylemektir: Allah'ım, sen benim rabbimsin, senden başka ilah yoktur, beni yarattın, ben de senin kulunum, gücüm yettiği kadar sana verdiğim söze ve ahdime bağlıyım, yaptığım kötülüklerden sana sığınırım, bana verdiğin nimetini ve işlediğim günahları sana itiraf ediyorum, beni bağışla. Çünkü günahları senden başka bağışlayan yoktur."

Buhari ve Müslim'de İbni Abbas Rasûlullah'ın gece namazı kalktığı zaman şöyle buyurduğunu rivayet etmektedi r: "Allah'ım, ham senindir. Yerin, göklerin ve içindekilerin nuru sensin. Hamd senindir. Yeri, gökleri ve içindekileri tutan sensin. Hamd senindir. Yerin, göklerin ve içindekilerin rabbi sensin. Hamd senindir. Hak sensin, vadin haktır, sözün haktır, sana kavuşmak haktır, cennet hak ve cehennem haktır, peygamber ler haktır, Muhammed haktır, kıyamet saati haktır. Allah'ım sana teslim oldum, sana iman ettim, sana tevekkül ettim, sana döndüm, senin için düşmanlık yaptım, seni hakem yaptım, işlediğim, işlemediğim ve gizlediğim günahlarımı bağışla. Sen ilahımsın, senden başka ilah yoktur. Güç ve kudret ancak senindir."

Rasûlullah'ın efradını cami ağyarını mani zikri görülüyor değil mi? Peygamber in tertemiz ve halis yakarması ve kulluğundan başka ne vardır? Göğün kapılarının açıldığı dua ve yalvarmal ardan başka ne görüyorsunuz? İçinde ne müfred isimle (ya Allah, hû, âh, hay... gibi isimlerle) ne bir zikir var, ne sakalı göğse vurmak var, ne de tepeden tırnağa kadar sallanıp dansetmek var! Ne başı sağa sola sallamak var, ne inlemek var, ne de göbekten bıçkı sesi gibi sesler çıkarmak var! Ne bir gazelhan, ne tef, ne ney, ne kaval var! Ne de ortada duran ve alkışlarıyla tempo tutarak etrafında dervişlerin dans ettiği bir put var!

Sadece ve sadece Allah sevgisi, korkusu ve takvasıyla dolan ve rabbine yalvaran mümin bir kalb vardır. Yüce yaratanına yöneliyor, bütün mülkün sahibi ve hakimine yakarıyor, gerçek bir iman, halis bir tevhid içinde ona yalvarıyor.

İmam Şatıbi der ki; “Kendileri nin tasavvufçuların yolundan gittikler ini iddia edip “fakirler” diye şöhret bulan bir topluluk hakkında soru soruldu. Bunlar bazı geceler toplanıyorlar, tek bir ağızdan koro halinde cehri zikir yapıyorlar, sonra gecenin sonuna kadar musiki ve raksa dalıyorlar. Fakih diye bilinen bazı kişiler de onlarla beraber bulunuyor lar ve bu yolu gösteren şeyhlerin peşlerinden gidiyorla r. Bu caiz midir?

Cevap olarak denildi ki; bunların hepsi sonradan uydurulmuş bidatlerd ir ve Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in ashabının ve güzellikle onları takip edenlerin yoluna muhalifti r. Allah Azze ve Celle yarattıklarından dilediği kimseleri Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in ve ashabının yolundan yararlandırmaktadır.

Sonra bu cevap çeşitli beldelere ulaştı ve bu bidatleri işleyenlerin üzerine kıyamet koptu. Tarikatla rının silinip yok olacağından ve menfaatle rinin kesileceğinden korktular . Bunun üzerine hemen kendileri ni savunmaya geçtiler, faziletle ri sabit, Allah’a ve Rasulü’ne bağlılıkları bilinen, sünnet ile amel etmeyi prensip edinmiş tasavvuf şeyhlerine intisap ettikleri ni söyleyerek kendileri ni savundula r. Halbuki onlar tasavvuf şeyhlerinin tuttukları yola ters düştükleri için delil olarak onlara bağlı olduklarını söylemeleri geçerli değildir. Zira onlar, tuttukları yolu üç temel esas üzerine bina ettiler; ahlak ve davranışlarında Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’e uymak, helal lokma yemek ve bütün amellerde ihlaslı olmak. Bunlar ise bu üç esas hakkında şeyhlerine muhalefet ettiler. Bu yüzden onların cemaatine dâhil omaları mümkün değildir…

Selefi salihin kendi aralarında Kur’an okuyup ilim müzakeresi yaparlardı. İşte bu, zikir meclisler inden bir meclistir . Ebu Hureyre r.a. şu hadisi rivayet etmiştir;

“Allah’ın evlerinde n bir evde Allah’ın Kitabını tilavet ve aralarında onu müzakere eden hiçbir topluluk yoktur ki, üzerlerine sekinet inmiş, İlahi rahmet kendileri ni bürümüş, melekler her yanlarını sarmış ve Allah Azze ve Celle kendileri ni Mele-i A’la’da yanındaki meleklerl e anmış olmasın”[234]

Zikir maksadıyla toplanmak da böyledir… Fakat onlar koro halinde zikir yapmak için toplanmamışlarsa böyledir. Bir topluluk Allah’ın nimetleri ni anmak veya ilim sahibi kişilerse aralarında ilim müzakere etmek veya içlerinde bir âlim varsa onun etrafında ilim öğrenmek için oturdukla rı veya birbirler iyle Allah’a nasıl itaat edileceği, isyandan nasıl sakınılacağını müzakere etmek üzere toplandıkları zaman, peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in ashabı arasında yaptığı, sahabe ve tabiinin de aynısını uyguladığı meclisler gibi olacağından bu meclisler in hepsi zikir meclisi olacaktır…

İşte gerçek manada zikir meclisler i bunlardır. Kendileri nin tasavvuf yolunu izlediğini iddia eden o fakirlerd en bidat ehli olanları, Allah Azze ve Celle böyle meclisler den mahrum bırakmıştır… sapıtmışlar ve kendileri gibi cahilleri n peşinden gitmişlerdir. Kur’an ayetlerin i ve Hadisleri okumaya başlamışlar, fakat onları da ilim sahipleri nin söylediklerine göre değil, kendi kafalarına göre yorumlamışlardır. Sıratı müstakimin dışına çıkmışlardır. Neticede yine toplanıyorlar ve içlerinden birisi Kur’andan bir şeyler okuyor, fakat bu okuyucu güzel sesli, hoş nağmeli ve makam bilen birisi oluyor, okuyuşunda kötülenen şarkılara benziyor. Sonra da gelin Allah’ı zikredeli m diyorlar, seslerini yükseltiyorlar, sırayla bu zikre devam ediyorlar, bir tarafta bir grup, diğer tarafta bir grup, şarkıya benzer şekilde koro halinde zikir yapıyor. Bunun da mendup olan zikir meclisler inden olduğunu iddia ediyorlar . Yalan söylüyorlar! Eğer bunların yaptıkları doğru olsaydı, bunu böyle anlamaya ve böyle amel etmeye selefi Salih daha layık idi. Aksine, onların yaptığı şekilde zikir yapmak, Kur’an’ın ve sünnetin neresinde görülmüş?..[235]

İmam Acurri r.a. der ki; “Şüphesiz Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem, ashabını, bidatten sakındırmış, bidatin sapıklık olduğunu, Kur’an’a Rasululla h Sallallah u aleyhi ve sellem’in raşit halifeler inin sünnetlerine ve sahabeler in kavline uygun olmayan her amelin veya konuşulan kelamın bidat olduğunu, onun sapıklık olduğunu, onu söyleyen veya yapan kişiye reddedilm iş olduğunu onlara bildirmiştir. Onlardan biri de; İbrad Bin Sariye’nin; “Rasululla h Sallallah u aleyhi ve sellem bize gözleri yaşartan, kalpleri titreten belagatlı bir vaaz etti” demesidir .

Bu sözü iyi ayırt edin! Onun vaazında, bayıldık, bağırdık, başlarımıza vurduk, göğüslerimizi yumrukladık, kendimizi attık, (cahilleri n çoğunun yaptığı gibi ) raks ettik demiyor! (O cahiller) vaaz esnasında bağırır, bayılır düzenbazlık yapmaya çalışırlar. Bütün bunlar şeytanın onlarla oynamasıdır. Bunların hepsi bid’at ve delaletti r.

Böyle hareket edenlere denilir ki; Bil ki şüphesiz Rasululla h Sallallah u aleyhi ve sellem insanların en doğrusudur, Ümmetine en güzel nasihat edenidir. Kalbi en rikkatli olanıdır. Ashabı da kalbi en rikkatli olanlardır. Onlardan sonra gelen insanların en hayırlılarıdır. Akıl sahibi için bunda şüphe yoktur. Onlar vaaz esnasında çığlık atmazlar, bağırmazlar, raks etmezler, hoplayıp zıplamazlar idi. Bu doğru bir şey olsaydı buna insanların en hak sahibi, Rasululla h Sallallah u aleyhi ve sellem’in zamanında olanlar olurdu. Ancak bu, bid’attir, batıldır, münkerdir. Böylece bil! Onun sünnetine ve ondan sonra ki hidayete ermiş raşit halifeler in ve diğer sahabeler in (Rıdvanullahi aleyhim ecmain) sünnetlerine temessük edip sarılmalısınız.”[236]

İbadette aşırı giden Hariciler:

Sufilerin zikirde, zühdde, ibadette aşırı gidişte hariciler le benzer yanları vardır. Halka ve koro halinde zikirleri, sahte cezbe gösterileri gibi konularda benzer yanları yukarıda zikredild i. Çok ilginçtir ki sufiler şeyhlerine muhalefet edeni tekfir etmede hariciler den de süratli, Celaletti n Rumi’nin humanist bakışıyla kâfirler hakkında da Mürcie’den daha müfrittirler.

Hariciler in de ibadete, zühde, Kur’an okumaya düşkün olacağı, lakin itikadları bozuk olduğu için okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacakları sahih hadislerd e bildirilm iştir. Hem onlar hakkında biraz bilgi edinmek hem de haklarında haber verilenle rin aynen çıktığını görmek için şu rivayette n takip edelim;

Zeyd İbnu Vehb el-Cüheni -ki bu zat, Hz. Ali radıyallahu anh Hariciler le savaşmak üzere yürüdüğü zaman beraberin deki orduda bulunuyor du- anlatıyor: "Hz. Ali dedi ki: "Ey insanlar ben Resûlullah aleyhissa lâtu vesselâm'ın şöyle söylediğini işittim:

"Ümmetimden bir grup çıkar. Kur'ân'ı öyle okurlar ki, sizin okuyuşunuz onlarınkinin yanında bir hiç kalır. Namazınız da namazlarına göre bir hiç kalır. Orucunuz da oruçları yanında bir hiç kalır. Kur'ân'ı okurlar, onu lehlerine zannederl er. Hâlbuki o aleyhleri nedir. Namazları köprücük kemikleri nden öteye geçmez. Okun avı delip geçmesi gibi dinden hemen çıkarlar. Onlarla harb eden ordu(nun askerleri ne) peygamber lerinin diliyle ne (kadar çok ücret)ler takdir edilmiş olduğunu bilselerd i (başkaca) amel yapmaktan vazgeçerlerdi.

Onların alameti şudur: Aralarında pazusu olduğu halde kolu olmayan bir adam olacak. Pazusu üzerinde meme ucu bir çıkıntı bulunacak . Bunun üzerinde de beyaz kıllar bulunacak . Sizler Muâviye ve Şamlıların üzerine gidecek, buradakil eri terkedece ksiniz. Onlar da sizin (yokluğunuzdan istifade ile) çoluk-çocuğunuza ve mallarınıza sizin namınıza halef olacaklar!."

(Hz. Ali ilave etti:) "O vallahi! Ben, onların bu kavim olacağını kuvvetle ümit ediyorum. Çünkü onlar haram kan döktüler. Halkın meradaki hayvanlarını gasbettil er. Öyleyse, Allah adına bunlar üzerine yürüyün!"

Ravi der ki: "Hariciler in başında o gün, Abdullah İbnu Vehb er-Râsibi olduğu halde, onlarla karşılaşınca Hz. Ali radıyallahu anh askerleri ne:

"Mızraklarınızı bırakın, kılıçlarınızı kınlarından çıkarın. Çünkü ben, onların Harura günü size yaptıkları gibi yine size sulh teklif edecekler inden korkuyoru m!" dedi. Bu emir üzerine döndüler, mızraklarını bertaraf ettiler ve kılıçlarını sıyırdılar. Askerler onlara mızraklarını sapladı. Öldürüp üst üste yığdı. O gün cengâverlerden sadece iki kişi isabet alıp şehit düştü. Ali radıyallahu anh:

"Aralarında o sakat herifi arayın!" emretti. Aradılar, fakat bulamadılar. Bizzat Ali kalkıp üst üste öldürülmüş insanların yanına geldi.

"Bunları geri çekin!" dedi. Sonra yere gelen cesetler arasında onu buldular. Onun bulunması üzerine Hz. Ali radıyallahu anh tekbir getirdi ve:

"Allah doğru söyledi. Resûlü de doğru tebliğ etti" dedi. Ubeyde es-Selmâni, Hz. Ali'ye doğrulup:

"Ey mü'minlerin emiri! Kendisind en başka ilah olmayan Allah aşkına söyle. Sen bu hadisi Resûlullah aleyhissa lâtu vesselâm'dan bizzat işittin mi?" diye sordu. Ali radıyallahu anh:

"Kendinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim, evet!" dedi. Ubeyde Hz. Ali'ye üç sefer yemin verdi. O da ona üç sefer yemin etti."[237]

Haruriler[238] çıkıp bir yerde cemaatten ayrılınca altmışbin kişi idiler. Ali r.a. üzerine huruc için toplanmışlardı. Gelen insanlar; “Ey müminlerin emiri topluluk senin üzerine huruc ediyorlar” diyorlar, o da; “Onları bırakın, onlar benimle savaşıncaya kadar onlarla savaşmayacağım. Onlar bunu yapacakla rdır.”[239]

İbni Abbas r.a. diyor ki; bir gün öğle namazından önce yanına gittim ve Ali’ye dedim ki;

“Ey müminlerin emiri! Onların yanına gidip konuşayım” o da bana; “onların sana bir zarar vermesind en korkuyoru m” dedi. Dedim ki;

“Hayır, ben güzel ahlaklı birisi olarak eza verdirtme m”

Bunun üzerine bana izin verdi, ben de en güzel elbisemi giydim, günün ortasında onların yanına vardım. Yanlarına girdiğimde onlar yemek yiyorlardı. Onlar kadar ibadete düşkün olanını görmedim. Alınlarında secde izleri vardı. Elleri deve tırnağı gibi olmuş, üzerlerinde katlanmış elbiseler vardı, yüzleri de sararmıştı.

Onlara selam verdim. Dediler ki; “Merhaba ey Abbas’ın oğlu! Bu üzerindeki elbise de nedir?” dedim ki;

“Beni neden ayıplıyorsunuz? Ben Rasululla h Sallallah u aleyhi ve sellem’in en güzel yemen elbiseler inden giydiğini gördüm.” Sonra şu ayeti okudum;

“De ki; Allah’ın kulları için çıkardığı zîneti, rızkından pak olanları kim haram etti?”(Araf 32)

“Neden geldin?” dediler. Dedim ki;

“Rasululla h Sallallah u aleyhi ve sellem’in muhacirle rden ve ensardan olan ashabının yanından ve Peygamber Sallallah u aleyhi ve sellem’in amcasının oğlu ve damadının yanından geliyorum . Onlar üzerine Kur’an nazil olmuş ve onlar onun tevilini sizden iyi bilenlerd ir. İçinizde onlardan kimse yoktur. Sizlere onların ne söylediklerini ve onlara sizlerin ne söylediğinizi tebliğ etmeye geldim.”

Onlardan bazıları; “Kureyşle tartışmayın. Allah Teala buyuruyor ki; “Bilakis onlar tartışmacı bir kavimdir.” Dedi. Sonra onlardan biri; “Onunla konuşmalıyız” dedi. Dedim ki;

“Söyleyin bakalım, Rasululla h Sallallah u aleyhi ve sellem’in ashabından ve amcasının oğlundan niçin intikam almak istiyorsu nuz?”

Dediler ki; “Üç şeyden dolayı” ben; “onlar nedir?” dedim.

Dediler ki; “birincisi, O Allah’ın emrinde hüküm vermesi için birini tayin etti. Allah Teala buyuruyor ki; “Hüküm yalnız Allah’ındır.”(En’am 57, Yusuf 40,67)

“başka?” dedim

Dediler ki; “İkincisine gelince; o savaştı ama ne esir aldı, ne de ganimet dağıttı. Savaştıkları eğer kafir iseler, malları helaldir. Şayet mümin iseler malları da haramdır, onlarla savaşmak ta haramdır.”[240]

“Peki, üçüncüsü nedir?” dedim.

Dediler ki; “Kendini müminlerin emiri olmaktan azletti. Müminlerin emiri değilse, o kâfirlerin emiridir.”

Dedim ki; “Bundan başka iddialarınız var mı?” “Hayır bizden bu kadar” dediler.

Onlara şöyle dedim; “Size Allah’ın kitabından ayetler okusam ve peygamber Sallallah u aleyhi ve sellem’in sünnetinden inkar edilemez deliller getirsem görüşleriniz değişir mi?” “evet” dediler.

Dedim ki; “Siz diyorsunu z ki; “O Allahın emrinde hakem tayin etti.” Ben size Allah’ın kitabından, çeyrek dirhemde hükmü insanlara çevirdiğini, Allah’ın onda hükmetmelerini emrettiği ayetleri okuyacağım. Allah’ın şu kavlini görmediniz mi?;

“Ey iman edenler! İhramlı iken avı öldürmeyin. İçinizden kim onu kasten öldürürse öldürdüğü hayvanın dengi (ona) cezadır. (Buna) Kâbe'ye varacak bir kurban olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder (öldürülen avın dengini takdir eder).”(Maide 95)

Onda hükmetmeleri için Allah’ın hükmü insanlara bırakılmıştır. Dilese onda kendisi hüküm verirdi. Kişilerin hakem olmasına bunda cevaz vardır. Peki Allah’ın şu ayeti hakkında ne dersiniz?;

“Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinde n bir hakem ve kadının ailesinde n bir hakem gönderin.”(Nisa 35) demek ki, herhangi bir anlaşmazlıkta en iyi çözüm hakem tayinidir . Şimdi onların arasının bulunması için Allah’ın hükmüne uygun olarak hakem tayin edilmesi mi güzel, yoksa başka bir şey mi?”

Onlar; “elbette aralarının düzeltilmesi daha iyi” dediler.

Dedim ki; “Gelelim “savaştı ama ne esir aldı, ne de ganimet dağıttı” sözünüze. Siz anneniz Aişe’yi esir edip, başka kadınlara yaptığınızı ona da yapar mısınız? Bunu yaparsanız elbet kâfir olursunuz . Onların analarınız olmadığını söylüyorsanız şayet, yine kâfir olur ve İslam’dan çıkarsınız. Zira Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor;

“Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri, onların analarıdır.”(Ahzab 6) şimdi siz iki sapıklık arasında sallanıyorsunuz. Hangisini isterseni z seçin! Bunu da hallettim mi?” dedim. “Evet” dediler.

Dedim ki; “gelelim, Ali’nin kendini emirlikte n azletmesi ne, Peygamber Sallallah u aleyhi ve sellem, Hudeybiye gününde bir anlaşma imzalamak için Kureyş’i çağırdı. Ali r.a.’e; “Sil ya Ali! “Allahım! Sen biliyorsu n ki ben Allah’ın rasulüyüm” oraya Muhammed Bin Abdullah yaz” dedi.[241] Hâlbuki Rasululla h Sallallah u aleyhi ve sellem, Ali’den daha üstündü. Fakat ünvanını yazdırmadı. Bunu sildirmek le, kendisini peygamber likten azletmiş olmadı. Bunu da hallettim mi?” dedim.

“Evet” dediler.

Onlardan yirmi bin kişi dönüş yaptı, diğerleri ise huruc ettiler, sapıklıkları üzere muhacirle r ve ensara karşı savaştılar.”[242]

İbni Abbas r.a, hariciler e karşı sahabenin yolunu delil getirmiştir. Kur’an onlar arasında nazil olmuş olup, onlar onun tefsirini en iyi bilenlerd ir. Onlar Rasululla h Sallallah u aleyhi ve sellem’e arkadaşlık etmişlerdir. Onların yolu, uyulmak içindir.

İbni Abbas r.a. kekeleyen batıla karşı hakkın parlak delilleri yle, Hariciler in şüphelerine karşı, sahabeler in ilmî delilleri yle yönlendirme yapmıştır.

El-Evzaî r.a. diyor ki; “Sünnet üzerinde sabredini z. Sahabeler in durduğu yerde durun, konuştukları yerde konuşun, sustukları yerde susun. Salih selefinin yolunu tut! Zira onlara geniş gelen şey, sana da geniş gelecekti r.”[243]
 
samanpan Çevrimdışı

samanpan

.
Site Emektarı
RAKS, MUSİKİ VE SEMA BİDATİ
Sufilerin çok itibar ettiği, Suyutî, Şa’rani, Heytemi, A’lai, Haskefi, Ramli, Hatib Şirbini, Gazzi ve daha bir çok alimin üstadı, Hafız İbni Hacer, İbni Receb, Bulkini, Zerkeşi, İbni Hümam, Gamri, Nüveyri, Münavi gibi meşhur alimlerin tilmizi olan Şeyhulislam Zekeriya el-Ensari, fetvalarını ihtiva eden eseri; el İ’lam vel İhtimam’da der ki;

“Soruldu; Sema haram mıdır?

Cevap; sema iki çeşittir; birincisi; Kur’an, hadis, manzum veya nesir güzel sözler dinlemek gibi, güzel olan sema. Nitekim vecd ve gaybet bununla hasıl olur. Rivayete göre bir sufi, okuyucunu n; “Ey tatmin olmuş nefs! Dön Rabbine!”(Fecr 27) ayetini okuduğunu duyunca bu ayeti tekrar edip durmuş ve demiş ki; “kaç defadır dön diyorum dönmüyorsun” bunun üzerine büyük bir çığlık atıp ruhunu teslim etmiş. İşte böyle sema caiz, hatta müstehaptır. Özellikle ahiret işlerini hatırlamaya sebep olursa.

Allah Teala’nın kavli buna işaret ediyor; “Sözü dinleyip ona en güzel şekilde uyan kullarımı müjdele!” yani; kişi, güzel söz ve kötü söz dinleyen topluluk ile oturursa, güzeli söyler ve kötüyü terk eder. Bu, ayetin birinci izahıdır. İkincisi; “Sözü yani; Kur’anı dinleyip ona en güzel şekilde uyanlar; yani helalini yapan, haramından sakınan demektir. Üçüncüsü; “Sözü, yani Kur’anı dinleyip ona en güzel şekilde uyan, yani; affı tercih eden demektir. Zira Kur’anda kısas da vardır, affetmek de. Af bu ikisinin en güzelidir...

İkinci tür sema; şu zamanda yaygın olan ve yukarda anlatılan ile alakası olmayan, haram ve yakışıksız şeyler içeren, heybet ve vakarı gideren semadır ki, tembellik ten zevk alan, cahilliğin kendileri ne galip geldiği, dinlerini oyun ve eğlence edinen topluluğun işleridir.

Gaflet ve şarkı ile vakitleri ni harcarlar, haram olan müzik ve semaya bağlanırlar, tabiatın reddettiği şeyler dinlerler . Onlar eğlence ile ve müzik ile bilinip çağrılırlar. Yedikleri nin çoğu haram ve şüphelidir. Tıka basa midelerin i doldururl ar. Sonra onları harekete getirmek üzere, birileri kadınları vasfeden şiirler düzer.

İşte o zaman büyüklerle küçükler birbirine karışır, kimi el çırpar, kimi ayakları üzerinde rakseder, kimi coşar, kimi kolunu sallar, hayvanlar gibi dönerek yürür, kimi eşek sesi gibi bir sesle anırır, inler. Şayet orada güzel bir kadın veya tüysüz bir genç olsa, çoğunluğu asi şeytanlara döner, ona bağlanır ve vecde gelirler. Hatta mutasavvıfların çoğu bunun mendup olduğuna inanıyor. İcma ile bu bozuklukt ur, alimlerde n hiç biri bunu söylememiştir.

Bilakis Kitap, sünnet ve imamların sözleri bunların haram olduğunu ortaya koymaktadır. Herkesin bu haramları ortadan kaldırmak için çalışması vacibdir.”[257]

Soruldu; “Allah’ı zikretmek için toplanmış olan cemaat, deriden yapılmış bir (enstruman a) deynekle vuruyor, bazısı raksediyo r, bazısı vecde gelmeye çalışıyor. Bu haram mıdır? Onlardan biri, hal galebesi ile istek dışı olarak raksetmey e başlasa bu caiz midir? Bu haram semaya dahil midir? Ve orada bulunmak haram olur mu?

Cevap; mücerred olarak raks ve deri üzerine deynekle vurmak haram değil, çirkin bir bidattir. Bununla ancak aklı eksikler meşgul olur. İhtiyarı olmadan hal galebesi ile raks etmek, haram olan raksa girmez. Şayet haram arzular veya haram olan müzik beraberin de olursa, icma ile bu, haramdır. Haram sema toplantılarına katılmak, orada bulunmak da haramdır.”[258] El Ensari’den nakil bitti.

Müziğe gelince; bunun haramlığı hakkında sahih hadisler vardır. Çalgıya ve şarkıya ruhsat sadece düğünler hakkındadır. Amr Bin Rabia diyor ki;

“Bir düğünde Sabit Bin Vedia ile Kuraza bin Ka’b’ın yanındaydım. Şarkı sesi duydum ve “işitmiyor musunuz?” dedim. Dedi ki;

“Düğünde şarkıya ve bağırmak olmadan ölüye ağlamaya ruhsat verildi.”[259] Bundan anlaşılıyor ki, sahabeler, müzik işittikleri zaman, şayet düğün haricinde ise karşı çıkıyorlardı. Nitekim Nesai’nin de buna benzer sahih bir rivayeti vardır.

Hasen el-Basri r.a. der ki; “Deflerin, müslümanların işleriyle hiçbir ilgisi yoktur. Abdullah’ın arkadaşları o deflerin derilerin i parçalıyorlardı.”[260]

Ebu Amir –ya da Ebu Malik- el-Eş’ari’den dedi ki: Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem şöyle buyurdu;

“Ümmetim arasında fercleri, ipeği, şarabı ve çalgı aletlerin i (meazif) helal kabul edecek bir topluluk olacaktır. Ve birtakım kimseler bir alemin yakınına konaklaya caklar. Kendileri ne ait davarlarl a yanına gidecek, bir ihtiyacı sebebiyle onlara varacak. Onlar (ona): Bize yarın tekrar gel diyecekle r. Yüce Allah geceleyin onlara hükmünü geçirecek ve alemi koyacak, diğerlerini ise tanınmaz hale çevirerek kıyamet gününe kadar maymunlar a ve domuzlara dönüştürecektir.”[261]

Ebu Umame ve İbni Abbas r.a.’dan; Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Çalgıları kırmakla emrolundu m”[262]

Enes b. Malik (r.a)’dan dedi ki: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki: “Dünyada da, ahirette de lanetlenm iş iki ses vardır: “Nimet sırasında zurna sesi ve musibet sırasında bir inleme.”[263]

İbni Ömer r.a. türkü söyleyen küçük bir kıza rastladı ve dedi ki; “Şayet şeytan bir kimseyi terk edecek olsa, bu kızcağızı terk ederdi.”[264]

Saib bin Yezid r.a.’den; Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem şarkı söyleyen bir kadın hakkında; “Onun burun deliğine şeytan üflemiştir” buyurdu.[265]

Muaviye r.a.’den; Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem, ağıttan, şiirden, resim çizmekten, yırtıcı hayvan derilerin den, kadınların açılıp saçılmasından, şarkıdan, altından ve ipekli elbiseler den yasakladı.”[266]

İbni Avf r.a.’den; Rasûlullah (s.a) buyurdu ki: “Ben ağlamayı yasaklama dım. Fakat ben ahmak ve günahkar iki sesi yasakladım: Birisi oynama ve oyalanma namesi sırasındaki ses ve şeytan zurnaları, diğeri ise musibet halindeki ses yüzlere vurmak, yakaları yırtmak ve şeytan inlemesid ir.”[267]

Abdullah b. Abbas (r.a)’dan dedi ki: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki: “Muhakkak Allah bana şarabı, kumarı, kube’yi (davul ya da zar)ı haram kıldı –ya da bana lafzı olmadan- haram kıldı. Sarhoşluk verici her şey de şüphesiz haramdır.”[268]

Abdullah b. Amr b. el-As (r.a)’dan rivayete göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: “Muhakkak aziz ve celil olan Allah içkiyi, kumarı, kubeyi ve el-ğubeyrayı (darıdan yapılan bir içki) haram kılmıştır. Sarhoşluk veren her şey de haramdır.”[269]

İmran b. Husayn’dan dedi ki: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki: “Ümmetim arasında kazf (semadan atılan helak edici atışlar), mesh (suret değişimi) ve hazf (yerin dibine geçirilme) görülecektir.”

Ey Allah’ın Rasûlü bu ne zaman olacak diye sorulunca şöyle buyurdu: “Çalgı aletleri ortaya çıkar. Şarkıcı cariyeler çoğalır ve şaraplar içileceği vakit.”[270]

Ebu Umame’den dedi ki: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki: “Şarkıcı kadınların satılması, satın alınmaları, onların ticaretin in yapılması helal değildir. Onlar karşılığında alınan bedel haramdır. –Şunları da söyledi-: Şu: “İnsanlardan kimisi... boş sözleri satın alırlar.” (Lokman, 31/6) ayetini sonuna kadar okuyup, bu ayet bu hususta indirildi dedikten sonra şunları söyledi: Beni hak ile gönderene yemin olsun. Bir adam yüksek sesle şarkı söyledi mi mutlaka yüce Allah o vakit ona omuzlarına çıkan iki şeytan gönderir. Sonra onun göğsü üzerine ayaklarını aralıksız vururlar. –Bu arada kendi göğsüne işaret etti- ta ki o susuncaya kadar.”[271]

Müslüman kardeşim bil ki geçen hadisler bütün şekilleriyle ve türleriyle müzik aletlerin in haram olduğuna delalet hususunda pek açıktır. Bu hadislerd e zurna, davul ve ud gibi bazılarının açık nass ile ifade edilmesi, diğerlerinin de onlara katılıp, onlar gibi değerlendirilmesi suretiyle bu açık delalet söz konusu olur. Bunun da iki sebebi vardır:

Evvela “el-Meazif: müzik aletleri” lafzı sözlükte bütün müzik aletlerin i kapsar.

İkinci husus neşe vermek ve oyalayıp eğlendirmek bakımından anlam itibariyl e anılmayanlar açıkça anılanlar gibidir. Bunu Abdullah b. Abbas (r.a)’ın şu sözleri de desteklem ektedir: “Def haramdır, çalgı aletleri haramdır, davul haramdır, zurna haramdır.”[272]

Her şeyden önce “helal belleyece kler” buyruğu sözü geçen dört şeyin şer’an helal olmadığı hususuna açıkça delalet etmektedi r. Bunlardan birisi de “çalgı aletleri: el-meazif”dir. Sözlüklerde –bu arada el-Mucemu’l-Vasit’de- şu ifadeler yer almaktadır: “İstehalle’ş-Şey’a: Onu helal saydı, helal bildi.”

Bundan dolayı büyük ilim adamı şeyh Ali el-Kari el-Mirkat (V, 106)’da şunları söylemektedir: “Yani birtakım şüphelerin gevşek delilleri söz konusu ederek bu haram olan şeyleri helal sayacakla r. Bunlardan birisi de kimi alimlerim izin (hanefi mezhebi alimlerin i kastetmek tedir) sözünü ettikleri şu husustur: Güya ipek ancak doğrudan doğruya tene değdiği takdirde haram olur. Elbiseler in üzerinde giyilecek olursa bunda sakınca yoktur. Bu nakli olsun, akli olsun hiçbir delili olmayan bir kayıtlamadır. Peygamber (s.a)’ın: “Kim dünya hayatında ipek giyinirse, ahirette onu giyinmeye cektir.”1 hadisinin mutlaklığı dolayısıyla böyle bir kayıt söz konusu edilemez. Aynı şekilde bazı ilim adamları açıklaması uzun sürecek “el-Meazif: çalgı aletleri” hakkında bu kabilden iddiaları vardır. Halbuki bu hadis yüce Allah’ın: “İnsanlardan kimisi (insanları) bilgisizc e Allah’ın yolundan saptırmak ve o ayetleri bir eğlence edinmek için boş sözleri satın alırlar.” (Lokman, 31/6) buyruğu ile desteklen mektedir. ”

Birisi şöyle diyebilir: Artık biz çalgı aletleriy le birlikte şarkı söylemenin hükmünü ve bayram ve düğünde çalınan def dışında haram olduğunu öğrenmiş bulunuyor uz. Peki çalgı aleti kullanmad an şarkı terennüm etmenin hükmü nedir?

Buna cevap olmak üzere şunları söyleyebiliriz: Bunun haram olduğunu mutlak olarak söylemek doğru olamaz. Çünkü böyle bir mutlak ifadeye delil bulunmama ktadır. Geçmişte ve şimdiki dönemlerde bazı sufilerin ve onların dışında kalan birtakım heva ehlinin yaptığı gibi mutlak olarak mübah olduğunu söylemek de doğru değildir. Çünkü şarkı adeten şiir ile olur. Şiir de mutlak olarak haram kılınmış değildir. Hem Peygamber (s.a): “Şüphesiz şiirin bir kısmı hikmettir .”[273] diye buyurmuşken bu nasıl söylenebilir ki. Hatta Peygamber (s.a) mesela Abdullah b. Revaha (r.a) gibilerin in şiirlerini bazan kısmen okurdu:

“Ve senin azıklandırmadığın kimse sana haberleri getirir” gibi.

Bundan dolayı Peygamber (s.a)’a şiire dair soru sorulunca o şu cevabı vermişti: “Şiir bir sözdür. Güzel olanı güzel, çirkin olanı da çirkindir.”[274]

Peygamber (s.a)’ın şiir dinlediğine dair hadisler pek çoktur. Enes b. Malik’ten rivayete göre o kardeşi el-Bera’nın yanına girmiş. Bu sırada sırtüstü yatmış, ayaklarından birini diğerinin üzerine koymuş ve şarkı terennüm ettiğini görmüş. Bu işten vazgeçmesini isteyince şöyle demiş: Ortak olarak öldürdüklerim bir tarafa tek başıma yüz kafir öldürmüşken yatağımın üzerinde öleceğimden mi korkuyors un?[275]

Abdullah b. Haris el-Haris b. Nevfel dedi ki: Ben Üsame b. Zeyd (r.a)’ı meclisde otururken Akirasını (?) kaldırmış olarak bacak bacak üstüne atmış halde gördüm. (Abdullah b. el-Haris) dedi ki: Zannederi m en-Nasb (türlü) şarkı söylüyordu.[276]

Vehb b. Keysan’dan dedi ki: Abdullah b. ez-Zübeyr –yaslanmış halde iken- dedi ki: “Bilal teğanni etti.” (Vehb) dedi ki: Bir adam kendisine: “Teğanni mi etti” diye sordu. Abdullah oturdu, sonra şunları söyledi:

“Ben nasb türü teğanni ettiğini duymadığım muhacirle rden bir adam var mı ki?”[277]

Said b. Yezid dedi ki: Abdu’r-Rahman b. Avf ile birlikte hac yolunda idik. Bizler Mekke’ye doğru giderken Abdu’r-Rahman yoldan uzaklaştı. Sonra da Rebah b. el-Muterif3’e şöyle dedi: Ey Ebu Hassan bize şarkı söyle. Ebu Hassan nasb türü güzel şarkı söyledi. Rabah ona şarkı söylemekte iken halife olan Ömer b. el-Hattab (r.a) onlara yetişti ve bu ne oluyor dedi. Abdu’r-Rahman: Bunda bir sakınca yoktur. Onunla oyalanıyor ve böylece yolu fark etmiyorum dedi. Ömer (r.a) şöyle dedi: Eğer bu işi yapacaksa n o zaman Dırar b. el-Hattab’ın şiirlerini terennüm et. Dırar, Muharib b. Fihr oğullarından bir kişiydi.[278]

Derim ki: Bu hadiste ashabdan gelen rivayetle rde (asar) bazı münasebetlerde çalgısız olarak şarkı söylemenin caiz olduğuna açıkça delalet bulunmakt adır. Ölümü hatırlamak, ailesine, vatanına özlem duymak, nefsi bir parça rahatlatıp yolculuğun zorluk ve meşakkatlerinden uzaklaşıp oyalanmak ve benzeri hallerde fakat meslek edinilmey ip, itidal sınırının dışına çıkılmayan türden olmalıdır. Onunla birlikte hareket etmek, kırılıp bükülmek, kişinin mertliğini ihlal eden türden ayağı yere vurmak gibi hareketle rde olmamalıdır. Aişe (r.anha)’ın azatlısı Um Alkame’nin rivayet ettiği şu hadisteki gibi:

Aişe (r.anha)’ın kardeşinin kızları sünnet edildi, bundan dolayı acıları oldu. Aişe’ye: Ey mü’minlerin annesi onları eğlendirecek kimseleri bunlara çağırmayalım mı denildi. O çağırın dedi. (Um Alkame) dedi ki: Şarkı söyleyen filan kimseye haber gönderdi. O yanlarına geldi. Aişe (r.anha) odanın içinde onun yanına girdi. Onun şarkı söylediğini ve neşeyle başını salladığını gördüm. Çokça şiir bilen birisi idi. Aişe (r.anha) dedi ki: “Üf be bu bir şeytandır. Onu dışarı çıkartınız. Dışarı çıkartınız.” Onu dışarı çıkardılar.[279]

Beyhaki bu hadis ve rivayetle rin bulunduğu bahsin başına şu sözleriyle başlık açmıştır: “Kendisini şarkıcı kabul etmeyen, bunun için yanına gidilmeye n, kendisi de şarkı meclisine gitmeyen fakat derhal neşelendirdiği bilinip, şarkı terennüm etmekle tanınan kimse.”

İmam Şatibi, el-İ’tisam (I, 368)’de Enceşe hadisine değindikten sonra bazı sufilere reddiyede bulunurke n şunları söylemektedir:

“Bu güzel bir şeydir fakat arapların nağmeleri güzelleştirmekteki uygulamal arı bugün insanların yaptıkları uygulama türünden değildir. Bilakis onlar kendileri nden sonra ortaya çıkmış çeşitli nağme türlerini öğrenmeksizin mutlak olarak şiir söylerlerdi. Hatta onlar musiki sanatlarını bilmeyen, arapların ümmiliğine yakışacak şekilde sesi inceltir ve uzatıyorlardı. Onların bu söyleyişlerinden başkaları zevk de almaz, eğlendirecek kadar neşelendirmezdi. Bir dereceye kadar onlar bu işten zevk alırlardı. Abdullah b. Revaha’nın Rasûlullah (s.a)’ın huzurunda hida okuduğu gibi ensarın hendeği kazdıklarında söyledikleri gibi söylüyorlardı:

“Bizleriz Muhammed’e bey’at edenler

Cihat üzere hayatta ebedi kaldıkça”

O da kendileri ne şöylece cevap veriyordu:

“Allah’ım ahiret hayrından başka yoktur bir hayır

Ensarla muhacirle re mağfiret buyur.”

Daha sonra İbnu’l-Cevzi, el-Hallal’ın kaydettiği bir rivayeti –ki bu el-emr bi’l-maruf (s. 34)’dedir- Aişe (r.anha)’dan gelen senedi ile zikretmek tedir. Buna göre Aişe şöyle demiştir: Yanımızda ensardan yetim bir kız vardı. Onu ensardan birisiyle evlendird ik. Ben o kızı kocasına zifafa götürenler arasında idim. Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu:

“Ey Aişe şüphesiz ensar bir parça gazele düşkün kimselerd ir. Neler söyledin? Aişe: Bereketli olması için dua ettik dedi. Peygamber şöyle buyurdu: “Ne diye şöyle demediniz?:

“Size geldik, size geldik

Selamlayın bizi, selamlaya lım sizleri

Ve eğer kırmızı altın olmasaydı

Bu hanım vadinize uğramazdı

Ve eğer esmer tane olmasaydı

Kızlarınız kilo almazdı.”6

Kendileri ni zühde verenleri n neşelendirici ve nağmeli bir şekilde kalpleri ahireti hatırlamaya iten türden söyledikleri ve zühdiyyat adını verdikler i şiirler de bu kabildend ir. Bir şairin söylediği şu sözler gibi:

“Ey gaflet içinde giden ve gelen

Ne zamana kadar güzel göreceksin çirkinlikleri

Daha ne zamana kadar korkmayac aksın

Allah’ın azaları konuşturacağı bir konumu

Sen gördüğün halde hayret sana

Apaçık yoldan nasıl uzak düştün.”

Bu da aynı şekilde mübahtır. Mübahlık hususunda İmam Ahmed buna benzer şeylere işaret etmiştir.

Daha sonra İbnu’l-Cevzi (s. 240)’de Ebu Hamid el-Hulkani’de senedi ile şunları söylediğini rivayet etmektedi r: Ben Ahmed b. Hanbel’e sordum. Ey Abdullah’ın babası şu cennet ve cehennemi hatırlatmaya dair kalpleri incelten kasideler hakkında neler söylersin? Ne gibi dedi? Dedim ki: Onlar şöyle diyor:

“Rabbim bana diyecek olursa:

Bana isyan etmekten utanmadın mı

Yarattıklarımdan günahı gizlerdim de

Bana isyanla gelmekten sıkılmadın mı?”7

Bana: Bana bir daha tekrar et dedi. Ben de ona bir daha tekrar ettim. Kalktı, evine girdi, kapıyı kapattı. Evin içinden iki beyti okuyarak ağladığını duydum:

Şarkı söylemek üzere hazırlanan güzel kızları, şarabı ve daha başka insan tabiatını tahrik eden itidalin sınırları dışına çıkartan, derinlikl erinde saklı bulunan eğlenceye düşkünlüğü harekete getiren, şarkıcıların söyledikleri şiirlere gelince –ki bu günümüzde bilinen şarkı söylemektir- şairin şu sözleri gibi:

“Altın tenlidir o sanırsın ki

Ateş onun yanağından çakmaktadır

Ondan dolayı rezil olmakla korkuttul ar beni

Keşke ahdine vefa gösterse de rezil olsam.”

Bu şarkılar için çeşitli besteler yaptılar. Bu besteleri n hepsi de dinleyici yi itidal sınırının dışına çıkartıp, heva sevgisini tahrik eder. Bunların kalpleri yavaş yavaş harekete getiren “fasi” adını verdikler i bir türleri vardır. Arkasından meşid söylerler ve bu kalpleri tozunu dumanına katar. Buna okunan nağmelere uygun, ritimli çalma ve vurmaları da, zilli defleri, zurnanın yerini tutan kavalı da ilave ettiler.

Müslüman kardeşim! Şuna inanmalısın ki yüce Allah’ın kulları hakkında teşri buyurduğu emir, nehiy ya da mubah olan herbir hususta sonsuz bir hikmeti hatta hikmetler i vardır. Bunları bilenler bilir, bilmeyenl er bilmez. Bazıları bu hikmetler i açıkça görür, diğer bazıları bunu göremezler. Bundan ötürü gerçek müslümana düşen Allah’a itaate koşmak ve hikmeti açıkça görünceye kadar itaati savsaklam amaktır. Çünkü böyle bir davranış hikmeti sonsuz şaria (şeriat koyucuya) mutlak teslimiye t demek olan imana aykırı hususlard andır. Bundan ötürü yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmakt adır:

“Hayır Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem seçip, sonra verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan bütünüyle boyun eğip teslim olmadıkça iman etmiş olamazlar .” (en-Nisa, 4/65)

Bizim salih selefimiz bu esas üzere yaşadı, buna bağlı olarak Allah onları aziz kıldı. Ülkeleri fethetmey i, kulların kalplerin e taht kurmayı onlara nasip etti. Bu ümmetin sonradan gelenleri ise ancak ilkleri ne ile ıslah olmuşlarsa, onunla ıslah olabilirl er. Ebu Bekir es-Sıddiyk (r.a) bu hususta en ileri giden birisidir . O başkasına oldukça güzel bir örnekti. Nitekim Hudeybiye barışı kıssasında onun göz kamaştırıcı tavrı bunu göstermektedir. Sehr b. Huneyf (r.a) bu husustaki k rivayetin de şöyle demektedi r:

Ey insanlar! Siz kendi nefisleri nizi itham altında tutunuz. Andolsun ki bizler Hudeybiye gününde Rasûlullah (s.a) ile birlikte bulunuyor duk. Eğer bir savaş görseydik şüphesiz savaşırdık. Bu Rasûlullah (s.a) ile müşrikler arasındaki barış görüşmesinde böyle idi. Ömer b. el-Hattab gelip Rasûlullah (s.a)’a şöyle dedi: Ey Allah’ın Rasûlü bizler hak üzere değil miyiz? Onlar da batıl üzere değil midirler? Peygamber evet öyledir diye buyurdu. Ömer: Bizden öldürülenler cennette, onlardan öldürülenler cehennemd e olmayacak mı? Peygamber: Evet öyle olacak diye buyurdu. Bu sefer Ömer şöyle dedi: Peki dinimizde niçin aşağılanmayı gerektire cek şartları kabul ediyor ve Allah bizlerle onlar arasında hüküm vermeden dönüyoruz. Peygamber şöyle buyurdu:

“Ey Hattab’ın oğlu! Şüphesiz ben Allah’ın Rasûluyüm. Allah ebediyen beni zayi etmez.”

(Sehl) dedi ki: Ömer gitti. –Öfkesini yenemediğinden ötürü- Ebu Bekir’e vardı. Ey Ebu Bekir dedi. Biz hak üzere değil miyiz, onlar da batıl üzere değil midirler? Ebu Bekir: Evet öyledir dedi. Ömer: Bizden öldürülenler cennette, onlardan öldürülenler cehennemd e değil midir? Ebu Bekir: Evet öyledir dedi. Ömer: Peki niçin dinimizde düşüklüğü kabul ediyor ve Allah bizlerle onlar arasında hükmünü vermeden geri dönüyoruz deyince Ebu Bekir şu cevabı verdi: “Ey Hattab’ın oğlu o Allah’ın Rasûlüdür. Allah ebediyen onu zayi etmez.”

(Sehl) dedi ki: Kur’an Rasûlullah (s.a)’a “fetih (zafer müjdesini veren suresi)” indi. Peygamber (s.a) Ömer’e haber gönderdi. Ona Kur’an’ın bu bölümlerini okudu. Ey Allah’ın Rasûlü bu bir fetih midir diye sordu. Peygamber: “Evet” diye buyurdu. Ömer’in gönlü hoş olup geri döndü.[280]

Hafız (İbn Hacer) (XIII, 288)’de şunları söylemektedir: “Şöyle demiş gibidir: Sünnete muhalif ettiği takdirde görüşünüzü (reyinizi) itham ediniz. Tıpkı bizim Rasûlullah (s.a)’ın bizlere ihramdan çıkmamızı emrettiği halimizde olduğu gibi. Bizler ihramlı kalmayı sevdik, ibadetimi zi tamamlama k, düşmanımızı kahretmek için savaşmayı arzuladık. Ancak Peygamber (s.a)’ın daha sonraları ortaya çıkıp kendisini n açıkça gördüğü hususlar bize gizli kalmıştır.”

Peygamber (s.a)’ın kendi hevalarına, kişisel maslahatl arına muhalif olmakla birlikte ona itaati tercih ettikleri ne delalet eden ashabının siyretind e gördüğüm en parlak örneklerden birisi de Zuheyr b. Rafi’in söylediği şu sözlerdir:

“Rasûlullah (s.a) bizim için faydalı olan bir hususu bize yasak etti. Fakat Allah’a ve Rasûlüne itaat etmek bizim için daha faydalıdır. O bize ziraat ortakçılığı yapıp, topraklarımızı (mahsulün) üçte biri, dörtte biri ve adı konulmuş miktardak i buğday karşılığında kiralamamızı yasakladı.”[281]

Bu itaate bağlılık bana cin mü’minlerini n hayrete düştükleri peygamber e gösterilen öbür itaati hatırlatmıştır. Onlar Peygamber (s.a)’a gelerek sabah namazında cin suresinin baş taraflarında işaret edilen Kur’an okumasını dinlemişlerdi: “Deki: Cinlerden bir topluluğun (Kur’an’ı) dinleyip, sonra şöyle dedikleri bana vahyolund u: Gerçekten biz hayret verici bir Kur’an dinledik. Doğru yola iletiyor. Bu sebeple ona iman ettik ve artık hiç kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayacağız.” (el-Cin, 72/1-2) Cinler Peygamber (s.a)’ın ashabını, onunla birlikte namaz kıldıklarını, onunla rükua varıp, onunla beraber secde ettikleri ni gördüler. İbn Abbas (r.a) dedi ki:

“Onlar ashabının kendisine itaatle uymalarına hayret etmişlerdi.”[282]

Maksadımız şudur: Bu itaatkarlığın her müslümanda gizli ve açık olarak tahakkuk etmesi icab eder. Böyle bir itaat onun heva ve hevesine ister uysun, ister uymasın. Bunun bir gereği de Allah’a karşı ve hükümlerine karşı birtakım örnekler vermemesi . İnsandan çıkan nağmeli sesleri bülbüllerin, kuşların seslerine kıyasa kalkışmaması mesela şöyle dememesi: Nağmesiz bir şekilde şiir okumak caiz olduğuna göre nağmeli olarak o şiiri okumak da caiz olur. Çünkü ayrı ayrı mubah olan şeyler bir araya gelecek olurlarsa bunların toplamından meydana gelen de mübah olur. Nitekim Gazali –Allah onu affetsin- musiki nağmelerini ya da en azından bir bölümünü1 mubah olduğu sonucuna ulaşmak için böyle yapmış ve bunları kuşların seslerine kıyas etmiştir. Üstelik o fıkıh usulüne dair eser telif etmiş ve orada nassın bulunduğu yerde kıyas olmadığını belirtmiştir.

Bundan dolayı İbnu’l-Cevzi, İbn Teymiye, İbn Kayyim el-Cevziye ve başka alimler ardı arkasına hem ona, hem de sufiler arasında onun gibi kanaat sahibi olanlara reddiyele r yazmışlardır.

Değindiğimiz bu kıyas bana ondan daha da kötü bir başka kıyası hatırlatmaktadır. Bu kıyası yapan kişi sarhoşluk veren nebizin (şarap noktasına ulaşmış meyve suyunun) helal olduğunu söylemek noktasına gelmiştir. Bunu İbnu’l-Kayyim sözü geçen kıyasın benzeri ile nağmeli semaı helal kabul eden sufilerin görüşlerini reddederk en zikretmiştir. Merhum sema meselesin de (s. 270-271)’de şunları söylemektedir:

“İkinci şekil: Eğer ayrı ayrı şiir ve nağmeli söyleyişin tek başlarına mubah olmaları her ikisinin bir araya gelmeleri halinde mubah olmalarını gerektirm ediğine göre böyle bir terkibin (ikisinin bir arada oluşunun) birlikte oluş sebebiyle hükmü değiştirecek bir özelliği söz konusudur . Bu delil şöyle diyenin delili seviyesin dedir:

Vahid haber tek başına ilim ifade etmiyor ise onun başkası ile bir arada olması halinde de ilim ifade etmez.2

Bu aynı zamanda Iyaz b. Muaviye’den nakledile n şu olayın da bir benzeridi r: Bir adam kendisine:

“Su hakkında ne dersin?” O;

“Helaldir” demiş. Adam:

“Ya hurma hakkında ne dersin?” diye sormuş. Iyaz yine helaldir demiş.

“Peki nebiz denilen şey su ve hurmadır, onu nasıl haram kılarsın?” diye sorunca, Iyaz ona şu cevabı vermiş:

“Bana görüşünü söyle eğer ben sana bir avuç toprak atacak olursam seni öldürebilir miyim?” Adam hayır demiş. Bu sefer:

“Peki ben sana bir avuç saman atıp durursam seni öldürebilir miyim” diye sormuş. Yine adam hayır demiş. Bu sefer ona şunu sormuş:

“Peki su, saman ve toprağı alıp, bunları çamur yapsam, kuruyunca ya kadar bıraksam ve onunla sana vursam seni öldürebilir miyim?” deyince adam evet demiş. Bu sefer Iyaz:

“İşte nebiz de böyledir” diye cevap vermiş.3

Sözünün anlamı şudur: Sarhoşluk veren güç bu terkibin sonucunda ortaya çıkandır. İşte bizim konumuz da budur. Nefisleri sarhoş edip, eğlendiren, onu Allah’ı zikretmek ten, namaz kılmaktan alıkoyan böyle bir terkip ve onların toplamından ortaya çıkan bir kuvvettir . Bir araya gelen seslerin nefisleri galeyana getirmesi tek bir ses ayarında değildir. Aynı şekilde muayyen bölümlemeler ve muayyen vuruşlarla şarkıların yapılıp, bestelene n seslerin durumu da böyledir. Bilhassa bunlarla beraber çalgı aletleri de katkıda bulunursa, bütün bunlardan soyutlanmış şiir okumak gibi değildir. Hiç böyle bir şüphe ilim ve bilgi bakımından zayıf, her ikisinden de oldukça az paya sahip olan kimseler dışındakilerce kabul edilebili r mi?”

Denilse ki: Hikmet ister bilinsin, ister bilinmesi n şeriatın hükümlerine teslim olmak ile ilgili açıklamalarımız elbette yeterli bir husustur. Hiçbir müslümanın bunda bir şüphesi yoktur. –Maalesef- bazıları bu konuda ameli olarak muhalefet ediyorsa bile bu böyledir. Aynı şekilde faiz ve benzeri hususların haram kılınmış olduğu hükmüne teslim olmanın gerektiği hususunda hiç kimse şüphe etmez. Ameli olarak çoğu müslümanlar bunu helal gibi uyguluyor iseler de özellikle bu zamanda. İlgili yerde açıklanan şarkının haram olduğuna dair geçen delillere binaen ameli olarak ondan yüz çevirmek ve onu dinlememe k icap eder. Fakat –günümüzde de söylendiği gibi- kendiliğinden gündeme gelen bir soru vardır. O da şudur: Acaba şeriatta onun haram kılınması hikmetini açıklayan bir nass sabit midir?

Evet haram kılınışın hikmetine delil olan ashab-ı kiram’dan ve diğerlerinden olan selefe mensup pek çok kimseden birtakım rivayetle r gelmiştir. Bu hikmet ise bunun yüce Allah’ı anmak, O’na itaat etmekten oyaladığı şer’i görevleri yerine getirmeyi engellediğidir. Onlar bunu şanı yüce Allah’ın musikiye “sözün oyalayıcı olanı” adını vermesind en ilham alarak bunu söylemişlerdir. Bu adlandırmanın yer aldığı ayet şöyledir:

“İnsanlardan öylesi vardır ki bilgisizc e Allah yolundan saptırmak ve onu alaya almak için sözün oyalayıcı olanını satın alır. İşte alçaltıcı ceza bunlar içindir.” (Lokman, 31/6) Onlara göre bu ayet şarkı ve benzeri şeyler hakkında inmiştir.

Sufilerin Şarkıları

Allah’ın kitabına, peygamber inin sünnetine, seleften gelen rivayetle rle, imamların sözlerine dayanarak çalgı aletleriy le birlikte olsun ya da olmasın her iki kısmıyla haram olan şarkı türlerini açıkladıktan sonra artık sufilerin müzikleri ile günümüzde İslami ya da dini marşlar olarak bilinen tür hakkında gerekli açıklamaları yapmanın zamanı gelmiş bulunduğundan Allah’ın yardımını dileyerek şunları söylemek istiyoruz:

Şüphe olmayan hususlard an birisi de şudur: Bizler Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına dair şehadeti tahkik etmek üzere Allah’tan başka herhangi bir kimseye ibadet etmemiz caiz olmadığı gibi Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna dair şehadetimizi tahkik etmek üzere Allah Rasûlünün getirdikl eri dışında herhangi bir yolla Allah’a ibadet etmeyiz veya ona yakınlaşmaya kalkışmamız da aynı şekilde caiz değildir. Mü’min bu iki hususu tahkik ettiği takdirde o Allah’ı seven, Allah’ın Rasûlüne tabi olan birisi olur. Allah da sevdiği ile beraberdi r ve ona yardımcı olur.

Merhum el-Izz b. Abdi’s-Selam’ın “Bidayetu’s-Suud fi Tafdili’r-Rasûl” risalesin e dair notların mukaddime sinde Allah ve Rasûlünün sevgisine ve imanın tadını almak üzere kişide bulunması gereken hususlara dair bilinen iki hadisten sonra şunlar geçmişti:

“Şunu bil ki müslüman kardeşim! Allah ve Rasûlüne sevginin bu mertebesi ne herhangi bir kimsenin yükselebilmesi ancak ibadette sadece Allah’ı tevhid etmek, Allah’ın kulları arasından da yalnızca Peygamber (s.a)’a uymakla ulaşılabilir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmakt adır: “Peygamber e itaat eden gerçekte Allah’a itaat etmiş olur.” (en-Nisa, 4/80);

“Deki:’Eğer Allah’ı seviyorsa nız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” (Al-i İmran, 3/31) Peygamber (s.a)’ın şu buyruğu da bunu gerektirm ektedir:

“Nefsim elinde olana yemin ederim ki şayet Musa hayatta olsaydı, o dahi bana tabi olmaktan başka hiçbir şey yapamazdı.”7

Derim ki eğer kelimulla h olan Musa gibi bir kimse Peygamber (s.a)’a tabi olmaktan başka bir şey yapamayac ağına göre ondan başkası başkasını yapabilir mi? İşte bu tabi olmak noktasında yalnızca Peygamber (s.a)’a uymanın farz oluşunun kesin delilleri nden ve “Muhammed, Allah’ın Rasûlüdür” şehadetinin gerekleri ndendir. Bundan ötürü şanı yüce Allah az önce kaydedile n ayet-i kerimede yalnızca peygamber ine tabi olmayı, Allah’ın onu sevdiğine bir delil olarak tespit etmiştir. Şüphe bulunmaya n hususlard an birisi de Allah birisini sevecek olursa, şu kutsi sahih hadiste belirtild iği üzere Allah her hususta o kimseyle beraber olur:

“Kulum benim kendisine farz kıldığım şeylerden daha çok sevdiğim herhangi bir şey ile bana yaklaşamaz. Kul nafileler le bana yakınlaşmayı sürdürürse, sonunda ben de onu severim. Onu sevdim mi de kendisiyl e işittiği kulağı, kendisiyl e gördüğü gözü, kendisiyl e yakaladığı eli, kendisiyl e yürüdüğü ayağı olurum. Benden bir şey isterse şüphesiz ona veririm. Benden kendisini korumamı isterse şüphesiz onu himayeme alırım...”

Hadisi Buhari rivayet etmiş olup, Silsiletu’l-Ahadisi’s-Sahiha’da (1640) kaynakları gösterilmiştir.

Bu ilahi inayet ancak Allah tarafından sevilen Allah’ın kulu hakkında söz konusu olduğuna göre her bir müslümanın Allah tarafından sevilmesi ni sağlayacak yolu izlemesi gerekir. Bu ise sadece ve sadece Allah Rasûlüne tabi olmaktır. Yalnızca bu yolla kul şanı yüce ve mübarek mevlasının özel inayetine mazhar olur. Nitekim yalnızca Peygamber efendimiz e tabi olmak ile ancak farzlar bilinebil ir ve farzlar nafileler den ayırt edilebili r. Bunun başka yolu yoktur.”

Bu husus böylece bilindiğine göre ben Peygamber (s.a)’ın: “Din nasihatte n ibarettir .”8 buyruğundan hareketle kendimi kim olurlarsa olsunlar, nerede bulunurla rsa bulunsunl ar. Müslüman kardeşlerimden sufi semaları ya da dini marşlar adı verilen ezgileri dinlemek ya da dinletmek le müptela olan kardeşlerime şu hususları hatırlatmak istiyorum:

1. Gerçek anlamda kitap ve sünnet fıkhını bilen, yüce Allah’ın: “Kim doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra Peygamber e karşı gelir, mü’minlerin yolundan başkasına uyup giderse, onu döndüğü o yolda bırakır ve cehenneme atarız. O ne kötü bir dönüş yeridir.” (en-Nisa, 4/115) buyruğunda olduğu gibi izledikle ri yola sımsıkı sarılmakla emrolunduğumuz, yollarına muhalefet etmemizin yasaklandığı selef-i salihin yolunu bilen herhangi bir İslam alimi sözü geçen bu müzik ve ezgi türlerinin sonradan ortaya çıkıp, hayırlı olduklarına dair şehadette bulunulan nesiller döneminde bilinen bir husus olmadığını açıkça bilir.

2. Yine bu alimler şunu kabul ederler. Yüce Allah’a –az önce açıklanan sebeplerd en ötürü- Rasûlullah (s.a)’ın getirdikl eri dışında bir yolla yakınlaşmaya kalkışmak caiz değildir. Şeyhu’l-İslam İbn Teymiye belirttiğimiz hususu insaflı ilim sahibi herkesin önünde pekiştiren birtakım örnekler vermiştir. Yüce Allah’ın rahmetine mazhar olmasını dilediğimiz Şeyhu’l-İslam şunları söylemektedir:

“Bilindiği gibi dinin iki tane esası vardır. Ancak Allah’ın teşri buyurduğu bir hüküm dinidir ve ancak Allah’ın haram kıldığı bir husus haramdır. Allah, Allah’ın haram kılmadığı hususları haram kıldıkları ve Allah’ın izin vermediği bir dini teşri ettikleri için müşrikleri ayıplamıştır.

Herhangi bir alime iki dağ arasında koşan bir kimsenin böyle bir işi yapması mübah mıdır? diye sorulacak olursa, o alim evet diyecekti r. Şayet: Safa ile Merve arasında sa’y ettiği gibi ibadet olsun diye bu koşma işini yapıyor denilecek olursa şöyle diyecekti r: Eğer bu işini bu maksatla yapacak olursa bu münker bir haramdır. Bu işi yapanın tevbe etmesi istenir, tevbe ederse mesele yok, aksi takdirde öldürülür.10

Şayet böyle bir ilim adamına başı açmanın ve belden aşağısını örtecek peştamal ve üstünü örtecek ridayı giymenin hükmü sorulacak olursa, bunun caiz olduğuna dair fetva verecekti r. Eğer: Bu kimse bu işi hacının ihrama girmesi gibi ihram olsun diye yaptığı söylenirse bu haramdır ve münkerdir diyecekti r. Şayet güneşte duran adamın durumuna dair sorulursa bu caizdir diyecekti r. Eğer bu kimse bu işi ibadet olsun diye yapar denilirse, bu münkerdir diyecekti r. Nitekim Buhari İbn Abbas (r.a)’dan rivayet ettiğine göre Rasûlullah (s.a) güneşte ayakta duran bir adamı görünce:

“Bu kimdir?” diye sormuş. Ashap ona şu cevabı vermişti:

- Bu Ebu İsrail’dir. Güneşte ayakta durup oturmamayı, gölgelenmemeyi ve konuşmamayı adadı. Bunun üzerine Peygamber (s.a) şöyle buyurdu:

“ Ona emir verin konuşsun, otursun, gölgelensin, orucunu da tamamlasın.”11

Böyle bir işi dinlenmek yahut mubah bir maksat için yapacak olursa, bu işi yapmaktan alıkonulmaz fakat bunu ibadet maksadıyla yapmaya kalkışınca bu işi yapması nehyolund u.

Aynı şekilde bir adam evine evin arka tarafından girecek olursa, bu davranışı ona haram kılınmaz. Fakat o bu işi cahiliye döneminde yaptıkları gibi ibadet olsun diye yaparsa.. . günahkar ve yerilmiş bir bid’atçi olur. Bid’ati ise iblis masiyette n daha çok sever.12 Çünkü Allah’a isyan eden bir kimse kendisini n isyankar bir kimse olduğunu bilir ve tevbe eder. Bid’atçi ise yaptığı bu işin itaat olduğunu zanneder ve tevbe etmez. Bundan dolayı her kim oyun ya da bir eğlence olsun diye semada hazır bulunursa, bu işi salih amelleri arasında saymaz ve bu yolla sevap kazanacağını da ümit etmez.

Ancak bu işi yüce Allah’a götüren bir yol olarak yapan bir kimse bunu din edinir. Ona böyle bir iş yapması yasaklana cak olursa, dininin gereğini yerine getirmekt en alıkonulan bir kimse gibi kendisini görür. Böyle bir işi terkedece k olursa, Allah’tan uzaklaştığını ve Allah’tan payından mahrum edildiğini zanneder.

Böyleleri İslam alimlerin in ittifakıyla sapıktırlar. Müslümanların önder ilim adamlarından hiçbir kimse: Böyle bir işi yüce Allah’a giden bir yol ve bir din edinmek mübahtır demez. Aksine böyle bir işi yüce Allah’a giden bir yol ve bir din edinen bir kimse hem sapıktır, hem saptırıcıdır, müslümanların icmaına muhalefet eden bir kimsedir.

Amelin zahirine bakıp, onun hakkında söz söyleyerek amel edenin fiiline ve niyetine bakmayıp, gözü önünde bunu bulundurm ayan bir kimse ise din hakkında bilgisizc e söz söyleyen cahil bir kimse demektir.” (Mecmuu’l-Fetava, XI, 631-633)

3. İlim adamlarınca kesinlikl e kabul edilmiş hususlard an birisi de şudur: Yüce Allah’ın şeriat olarak tesbit etmediği herhangi bir hususla –aslı meşru olsa dahi- Allah’a yakınlaşmak caiz değildir. İki bayram namazı için ezan okumak, regaib namazı diye adlandırılan namaz, hapşırma esnasında Peygamber efendimiz e salavat getirmek, satıcı olan bir kimse malını müşterisine takdim ettiği zaman aynı şekilde salavat getirmek ve buna benzer İmam Şatıbi’nin –Allah’ın rahmeti üzerine olsun- “el-Bidau’l-İdafiyye: Eklenen bid’atler” adını verdiği daha pek çok bid’atler. O gerçekteten pek büyük kitabı olan “el-İ’tisam” adlı eserinde bütün bu bid’atlerin Peygamber (s.a)’ın: “Herbir bid’at sapıklıktır, herbir sapıklıkta cehennem ateşindedir.”13 buyruğunun genel çerçevesi içerisine girdiğini tespit etmiş bulunmakt adır.

Bu durum böylece bilindiğine göre şanı yüce Allah’ın haram kıldığı bir işle yakınlaşmaya kalkışmak öncelikli olarak haram olur. Hatta bunun haramlığı çok ağırdır. Çünkü böyle bir davranışta hem Allah’ın şeriatine muhalefet, hem ona karşı çıkmak söz konusudur . Şanı yüce Allah böyle yapan kimseleri de: “Kim Allah’a ve Rasûlüne karşı gelirse (bilmeli ki) muhakkak Allah cezası çok şiddetli olandır.” (el-Enfal, 8/13) buyruğu ile tehdit etmektedi r.

Buna böyle bir davranış ile yüce Allah’ın haklarında: “Dinlerini bir eğlence ve bir oyun edinip de dünya hayatının kendileri ni aldattığı kimseleri” (el-Araf, 7/51) diye buyurduğu hristiyan ve diğer kafirlere haklarında: “Onların beytin yanında duaları ıslık çalmaktan ve el çırpmaktan başka bir şey değildi.” (el-Enfal, 8/35) diye buyurduğu müşriklere bir benzeyiş olduğunu da buna eklemek gerekir. İlim adamlarının dedikleri ne göre ayet-i kerimede kastedile n onların ıslık çalarak ve el çırparak ibadet ettikleri dir.14

Bundan ötürü eskiden de, sonraları da ilim adamlarının bu gibi kimselere karşı tepkileri çok çetin olmuştur. İmam Şafii –yüce Allah’ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demiştir:

“Ben orakta “tağbir” diye adlandırılan zındıkların icad ettikleri ve kendisiyl e insanları Kur’an’dan alıkoydukları bir şey bıraktım geldim.”15

Ahmed’e ona dair soru sorulmuş, o: “Bir bid’attir” diye cevap vermiştir. (Bir rivayette: Onu mekruh görmüş ve dinlenilm esini nehyetmiştir) ve şöyle demiştir: [Onlardan birisini bir yolda görecek olursan sen bir başka yoldan git.]16

“Tağbir” denilen şey dünyaya karşı rağbeti azaltan ve bir şarkıcının nağmeli olarak söylediği bir şiir türüdür. Hazır bulunanla rdan birisi de bir çubuk ile söylediği şarkının maktalarına göre bir deriye ya da bir yastığa vurur. İbnu’l-Kayyim’in ve başkalarının dedikleri gibi.

Şeyhu’l-İslam İbn Teymiye –Allah’ın rahmeti üzerine olsun-Mecmuu’l-Fetava (XI, 570)’de şunları söylemektedir:

“Şafii –Allah ondan razı olsun-nin sözkonusu ettiği bu işin zındıkların icadları olduğu şeklindeki açıklamaları İslamın esaslarını çok iyi bilen bir imamın bir sözüdür. Şüphesiz böyle bir sema İbnu’r-Ravendi, Farabi, İbn Sina ve onlara benzer zındıklıkla itham edilmiş kimseler dışında bunu esasen teşvik etmez ve ona davet etmez. Nitekim Ebu Abdu’r-Rahman es-Sülemi, Mes’eletu’s-Sema’da İbnu’r-Ravendi’den17 şöyle dediğini nakletmek tedir:

“Fukaha sema hakkında farklı görüşlere sahiptir. Kimileri bunu mübah kabul etmiş, kimileri bunu mekruh görmüştür. Ben ise onu vacip kabul ediyorum –ya da onu emrediyor um-“ Böylelikle bu işi emretmek suretiyle ilim adamlarının icmaına muhalefet etmiş olmaktadır.

Farabi18’de musiki adı verilen şarkı türünde oldukça maharetli idi. Şarkı sanatını bilenlere göre bu hususta kendine has bir usul ve yöntemi vardır. İbn Handan ile başından geçen olay da ünlüdür. Musiki aletini çalınca, önce onları ağlatmış, sonra onları güldürmüş, sonra onları uyutmuş ve çıkıp gitmiştir.”

(s.565)’de şunları söylemektedir: “İslam dininde kesin olarak bilinen husus şudur ki: Peygamber (s.a) ümmetinin salihleri ne, abidlerin e ve zahidleri ne el çırpmak yahut çubuk vurmak ya da def çalmak ile birlikte nağmeli okunan beyitleri dinlemek için bir araya gelip toplanmal arını onlara teşri etmiş değildir. Aynı şekilde herhangi bir kimseye kendisine tabi olmanın dışına ve getirdiği kitap ve hikmetin dışına çıkmayı da –ne batınen, ne zahiren, ne avamdan kimse için, ne de havastan kimse için- mubah kılmamıştır.”

Daha sonra Şeyhu’l-İslam (s.573-576) şunları söylemektedir: “Dinin hakikatle rinden, kalplerin hallerind en, marifetle rinden, zevklerin den ve vecdlerin den haberdar olan bir kimse ıslık ve el çırpmayı dinlemeni n –ondan daha büyük zarar ve fesadı ihtiva etmeksizi n- kalplere herhangi bir fayda ve bir maslahat sağlamadığını da bilir. Şarap, içki, beden için ne ise semada ruh için odur. İçki kaselerin in yaptıklarını sema da nefislerd e yapar.

Bundan dolayı semaa düşkün olanları şarabın sarhoşluğundan daha büyük ölçüde sarhoş eder. Onlar içki içenin duyduğu şekilde herhangi bir fark bulunmada n bir lezzet alırlar. Hatta içki içenin duyduğundan daha çok ve daha büyük bir zevk alırlar. Bu onları Allah’ı anmaktan ve namazdan içkinin alıkoyduğundan daha çok alıkoyar. İçkiden daha çok aralarında düşmanlığı ve kini salar. Öyle ki el değmeksizin aksine şeytanlardan kendileri ile birlikte bulunanla rla birbirler ini öldürürler.

Onların öyle şeytani birtakım halleri olur ki bu halde iken şeytanlar üzerlerine iner, saraya tutulmuş olan kimsenin ağzı ile cinnin konuştuğu gibi şeytanlar da onların dilleriyl e konuşurlar. Bu konuşmalar ya dilleri anlaşılmayan Türk, Farisi ya da başkalarının dilleri ile olur ve bu durumda şeytanın içine girdiği insan o dili iyice konuşamayan bir yabancı olur. Hatta konuşma o şeytanların kardeşlerinden sayıldığı kimsenin konuşması türünden bir konuşma olur ya da bu konuşmalar aklın ermediği, herhangi bir mananın anlaşılmadığı türden olur. İşte mükaşefe ehli bu işi ayan beyan bilir ve buna şahit olurlar.1 9

Bunlar şeriatten çıkmakla birlikte cehenneme giren kimseler bu kabilden olan kimselerd ir. Şeytanlar onlardan birisinin içine girer ve öyle ki o kişinin bedeni hissi ortadan kalkar. Öyle ki saraya kapılmış bir kimseye oldukça ağır darbeler indirildiği halde o bunu hissetmez ve bu bedenine etki edip iz de bırakmaz. İşte şeytanlar bunların da içine öyle girer, onların içinde oldukları halde birlikte ateşe dalarlar. Bazen onları alıp havada uçurabilirler. Şeytanın saraya kapılmış olan kimsenin içine girdiği gibi, aklını başından alarak böyle birisinin içine girer.

Hint ve mağripte her bir fertlerin e “el-masli” denilen zutlardan bir çeşit kimseler vardır. Böyle bir kimse de öbürlerinin ateşe girdikler i gibi ateşe girer. Ateşi içine alır, o ateşe girer ve havada uçar. Mızrağın sivri ucu üzerinde durur ve diğerlerinin yaptıklarından daha ileri derecede bazı işler yapar. Bunlar ise hiçbir iyi tarafları bulunmaya n zutlardan dır.

Cinler pek çok insanı kapar ve insanlar tarafından görülmeyecek şekilde onları kaybettir ir ve onları havada uçurtur. Burada anlatılması uzun sürecek pek çok hususları bizzat müşahede ettik. İşte bu meczupların ve bazı şeyhlere müntesip olan kimseleri n sema ile vecde geldikler i vakit yaptıkları da budur. Bunlar ıslık çalmayı ve el çırpmayı işittiklerinde kimileri havada uçar, kimisi mızrağın sivri ucu üzerinde durur ateşe girer, ateşte kızdırılmış demiri alır, sonra onu bedenine koyar ve bu kabilden çeşitli işler yapar. Fakat namaz kılarken, zikir ederken, Kur’an okurken bir türlü onda bu hal ortaya çıkmaz. Çünkü bunlar şer’i, imani, islami, nebevi ve muhammedi ibadetler dir. Bunlar şeytanları kovarlar. Öbürleri ise bid’at, şirk, şeytani, felsefi ve şeytanları celbeden uydurma ibadet türleridir.

Peygamber (s.a) sahih hadiste şöyle buyurmuştur: “Allah’ın evlerinde n herhangi birisinde bir topluluk Allah’ın kitabını okumak üzere biraraya gelir ve kendi aralarında bu kitabı okuyup incelerle rse mutlaka rahmet onları bürür. Sekinet (huzur) üzerlerine iner, melekler etraflarını kuşatır. Allah da onları kendi katındakiler arasında anar.”20

Yine sahih hadiste sabit olduğuna göre “Useyd b. Hudayr Kehf suresini okuyunca melekler içinde kandiller bulunan gölge (ya da bulut) gibi o sureyi dinlemek üzere indiler.”21

Bundan dolayı ıslık çalmak ve el çırpmak hayasızlıklara ve zulme çağırır. Yüce Allah’ı gerçek manada anmaktan ve namazdan alıkoyar. Tıpkı içkinin yaptığı gibi yapar. Selef ise buna “tağbir” adını verirlerd i. Çünkü “tağbir” denilen şey çubuk ile herhangi bir deri üzerine vurmaktır. Bu insan sesini nağmeli bir şekilde bir çeşit değişikliğe uğratır. Bazen insan sesine ya elleri çırpmak yahut ta bir çubuk ile baldıra ve deriye vurmak da eşlik edebilir. Yahut ta eller çırpılır ya da def yahut davul gibi –hristiyan ların çanı gibi- başka şey çalınır. Yahudiler in borazanı gibi bir düdüğe üflenebilir. Her kim dindarlık maksadı ve Allah’a yakınlaşmak amacıyla bu gibi oyalayıcı, eğlendirici şeyleri yapacak olursa, böyle birisinin sapık ve cahil oluşunda da şüphe yoktur.

Sufilerin semalarına tepki göstermekte ileri giden alimlerde n birisi de Kadı Ebu’t-Tayyip et-Taberi 22’dir. O şöyle demektedi r:

“Bu kesim müslüman cemaate muhalif konumdadır. Çünkü bunlar şarkıyı din ve itaat haline getirdile r. Bunun mescidler de, camilerde, diğer şerefli yerlerde ve değerli mekanlard a açıktan yapılmasını uygun gördüler.”23

Bunlardan birisi de İmam Tartuşi24’dir. Ona bir yerde bir parça Kur’an okuduktan sonra bir kimsenin kalkıp onlara şiir okuduğum bunun üzerine raks edip, neşeye gelen def ve kaval çalan kimseleri n durumu hakkında soru sorularak bunlarla birlikte bulunmak helal midir, değil midir diye sorulması üzerine şu cevabı vermiştir:

Sufilerin gittikler i bu yol tembellik ve sapıklıktır. İslam sadece Allah’ın kitabı ve Rasûlünün sünnetidir. Raks ve vecde gelmeye gelince, onu ilk ihdas eden kimseler Samiri’nin yandaşlarıdır. Samiri onlara böğürtüsü olan cansız bir cesed olarak bir buzağı heykeli yapınca, kalkıp onun etrafında raksa koyuldula r ve vecde geldiler. Raks ise kafirleri n ve buzağıya tapanların dinidir. Peygamber (s.a)’ın ve ashabının meclisi ise vakarlarından ötürü başlarında kuşlar duruyormuş gibi bir hal içindeydiler. Dolayısıyla İslami devlet otoritele rinin ve onların yetkilile rinin bunları mescid ve benzeri yerlerde bulunmala rını engelleme leri gerekir. Allah’a ve ahiret gününe iman eden herhangi bir kimsenin onlarla birlikte bulunması, batılları üzere onlara yardımcı olması helal değildir. Malik’in, Şafii’nin, Ebu Hanife’nin, Ahmed’in ve müslümanların diğer imamlarının kabul ettiği budur.”25

Bunlardan birisi de İmam Kurtubi’dir.26 O hareketsi zi harekete geçiren, gizli duyguları ortaya çıkartan ve kadınlardan, içkiden ve benzeri haram olup, haramlığı hususunda ihtilaf edilmeyen şeyleri niteleyen şarkıyı söz konusu ettikten sonra şunları söylemektedir:

“Sufilerin bu hususta ortaya koydukları bid’at ise haramlığı hususunda görüş ayrılığı bulunmaya n şeyler kabilinde ndir. Ancak şehvani nefis hayra nispet edilen pek çok kimseye baskın gelmiştir. Öyle ki onların bir çoğunda delilere ve çocuklara yakışır davranışlar ortaya çıkar. Nihayet bunlar uyumlu hareketle rle ve peş peşe gelen matta ve figürlerle raksettil er. Bazıları yüzsüzlüğü o kadar ileri dereceye götürdüler ki bu işleri Allah’a yakınlaştırıcı işler ve salih ameller olarak değerlendirdiler. Bunun üstün hallere ulaştırdığını söylediler. Bu ise hiç şüphesiz zındıklığın etkilerin den, hurafecil erin sözlerindendir. Allah’tan yardımcı olmasını dileriz.”27

İmam Hafız İbnu’s-Salah28’de uzunca cevabi bir fetvasında buna benzer şekilde fetva vermiştir. Bu fetvasını def ve kaval ile birlikte şarkı söylemeyi, bununla beraber raks edip ıslık çalmayı helal kabul eden, böyle bir işin helal olmakla birlikte Allah’a yakınlaştırıcı bir amel olduğuna ve bunun ibadetler in en faziletli lerinden olduğuna inananların hükmü hakkında yöneltilen bir soruya cevap olmak üzere bu fetvayı vermiştir.

Merhum İbnu’s-Salah burada uygun düşecek kadarıyla fetvasını özetlediğimiz cevabında şunları söylemektedir:

“Bunlar şanı yüce Allah’a iftira etmişlerdir. Onlar bu sözleriyle inkarcı, batınilerin yolundan gitmiş, müslümanların icmaına muhalefet etmişlerdir. Müslümanların icmaına muhalefet eden bir kimse hakkında ise yüce Allah’ın şu tehdidi söz konusudur:

“Kim kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra peygamber e karşı gelir, mü’minlerin yolundan başkasına uyup giderse onu döndüğü o yolda bırakır ve cehenneme atarız. O ne kötü bir dönüş yeridir.”(Nisa,115)29

İmam Şatıbî bid’at ve heva ehlinin dayanak kabul ettikleri birtakım usul ve dayanakla rı söz konusu etmekte, arkasından bunların batıl olduğunu, şeriate de aykırı olduğunu geniş ve yeterli bir şekilde açıklamaktadır. Diğer taraftan usul alimleri bizzat kendisini n de söylediği gibi genişçe açıklamalarda bulunmamışlardır. (I, 297)

Bunlardan birisi de büyük ilim adamı, muhakkik, edip, dahi İbnu’l-Kayyim el-Cevziyye32’dir. O şarkı, eğlencelerin ve sufilerin semalarının haram kılınması ile ilgili delil getirmekt e büyük kitabı: “el-Kelamu fi Mes’eleti’s-Sema” adlı eserinde ulaşılabilecek en ileri noktaya kadar gitmiştir. Kitap, sünnet, seleften gelen rivayetle r, ilim adamlarının görüşlerine dair açıklamalar, bunlar arasında tercih ve Allah’ın haram kıldığını helal kabul edenlerin görüşlerini reddetmey e dair delillend irmeyi alabildiğine geniş tutmuştur.

Güzel bir hususta şu ki o şarkıya müptela bir kimse ile Kur’an okumaya düşkün bir kimse arasında oldukça göz kamaştırıcı ve insana güzel vakit geçiren bir karşılıklı tartışma meclisini söz konusu etmiştir. Bu tartışma meclisind e bu işi helal kabul eden ve bid’atçi kimselere karşı deliller açıkça ortadadır. Yüce Allah’tan ona hayırlı mükafat vermesini dileriz.

Sufi semaı reddine dair özlü açıklamalarında özetle (s.106-108) şunları söylemektedir:

“Bu şekilde böyle bir sema haramdır, çirkindir. Müslümanlardan hiçbir kimse onu mübah görmez. Yüzünden haya perdesini ve din örtüsünü sıyırıp atmış, Allah’a, Rasûlüne, dinine ve kullarına karşı açıkça çirkin işler kimseden başkası onu güzel görmez. Bu gibi hususları kapsayan bir semaın çirkinliği insanların fıtratında da yer etmiş bulunmakt adır. O kadar ki kafirler bile bundan ötürü müslümanları ve dinlerini ayıplamaktadırlar.

Evet müslümanların havassı ve İslam dini akıl ve din hususunda mahrem kadınlar ve çocuklar hakkında pek çok mefsedete sebep olan bu semadan beridir, uzaktır. Böyle bir sema dini ne kadar ifsad etmiş, kaç sünnetin ölümüne sebep olmuş, kaç tane hayasızlık ve bid’atin canlanmasına sebep olmuştur kim bilir?

Şayet bu semaın Kur’an’ın, Kur’an ehlinden dinlenmes inin ağır görülmesi ve semalarından önce Kur’an okunduğu takdirde uzun gelmesi ve ayetleri karşısında kör ve sağır gibi geçip gitmeleri dışında hiçbir kötülüğü olmasaydı bile bu kadarı yeterdi. Hatta Kur’an okunmasında hazır bulunanla rın çoğu ya da onlardan çoğu kimse Kur’an’ı dinlemez, anlamlarını doğru dürüst fark etmez, Kur’an okunduğu vakit seslerini kısmazlar bile...

“Kitap (Kur’an) okundu da başlarını eğdiler, fakat korkudan değil

Bu dikkat etmeyen ve başka şeyle oyalanan kimsenin baş eğmesidir.

Şarkıya gelince sinekler gibi raksettil er

Allah’a yemin olsun ki onlar Allah için raksetmed iler.

Def, zurna ve şarkı söyleyenin bir nağmesi

Eğlence ve çalgı aletleriy le bir ibadet nerde görülmüştür?

Kitap ağır geldi onlara gördüklerinde

Birtakım emir ve nehiylerl e kendileri ni sınırlandırdığını

Raks ise hafif geldi onlara şarkıdan sonra

Ey kendisine benzeyenl ere yakışan batıl

Ey ümmet! Muhammed’in dinine kimse hıyanet etmedi

Ve kimse ona karşı cinayet işleyip ondan usanmadı, ondan başka.”

“Özetle böyle bir semaın kalplerde, ruhlarda ve dinlerde sebep olduğu fesatlar sayılamayacak kadar pek çoktur.”

Bu alimlerde n birisi de müfessir, muhakkik Alûsi’dir.34 O “boş sözleri...” (Lokman, 31/6) ayetini oldukça uzun bir şekilde tefsir ettikten, bu husustaki rivayetle ri ve müfessirlerin görüşlerini, bunların şarkının haramlığına delaletle ri ve bu husustaki fukahanın görüşlerini kaydettik ten sonra (XI, 72-73) şunları söylemektedir:

“Diyorum ki diğer İslam ülkelerinde ve çeşitli bölgelerde sema ve şarkı belası her tarafı kaplamıştır. Mescidler ve başka yerler bu işlerden korunmama ktadır. Hatta şerefli özel vakitlerd e minareler de şarkı söyleyen şarkıcılar tayin edilmiştir. Bunlar içkiyi, meyhanele ri ve haram sayılan daha başka şeyleri anlatan muhtevada şiirler okurlar. Bununla birlikte bunlara vakfın gelirinde n belli bir pay da ayrılmıştır. Bunlara ise temcid ediciler adı verilmekt edir.

Mescidler de bu gibi kimseleri n bulunmama sı dine aldırışsızlık olarak sayılmaktadır. Bundan daha da ilerisi sufilerin iblisleri nin ve azgınlarının yaptıkları işlerdir. Diğer taraftan onlar –Allah onları kahretsin- söyledikleri şarkıların ve okudukları şiirlerin ihtiva ettiği batıl ile kendileri ne itiraz edilecek olurlarsa şu cevabı verirler: Bizler şarap ile ilahi aşkı, sarhoşluk ile bu aşkın baskın gelmesini yahut ta meyye, leyla ve sadi derken mesela en büyük sevgili olan yüce Allah’ı kastediyo ruz derler. Ancak böyle bir anlayış oldukça saygısızlıktır. Çünkü “En güzel isimler Allah’ındır. O halde ona bunlarla dua edin. Onun isimlerin de eğriliğe sapanları terk edin...” (el-Araf, 7/180) diye buyurulma ktadır.

Daha sonra değerli simalarda n birisinde n (s.75) şöyle dediğini nakletmek tedir: “Haram kılınan semalarda n birisi de çağımızdaki sufilerin semaıdır. İsterse onunla birlikte raks bulunmasın. Çünkü bunun sebep olduğu fesadlar sayılamayacak kadar çoktur. Onların okudukları şiirlerin pek çoğu okunabile cek en kötü türdendir. Bununla birlikte onlar bu işin Allah’a yakınlaştırıcı bir amel olduğuna inanır ve bu işi en çok isteyip, arzu edenlerin in Allah’ın nimetini en çok arzu eden, azabından en çok korkan kimseler olduklarını iddia ederler. Kahretsin Allah onları nasıl da iftira ediyorlar .”

Bundan önce de (s.73) el-Izz b. Abdi’s-Selam’dan sufilerin semalarını, rakslarını ve el çırpmalarını reddettiğini nakletmek te, sonra da onların vecdlerin i ve ilim adamlarının vecd hakkındaki sözlerini söz konusu ederek acaba bundan dolayı sorgulanıp, sorgulanm ayacaklar ını gündeme getirmekt edir. Kendisi onların bu hallerini reddetmek tedir. Çünkü böyle bir iş Peygamber (s.a) döneminde yoktu. Daha sonra minareler de söylenen ve “temcid” diye adlandırılan nağmeli şiirlere dönmekte ve bunun münker olduğunu ifade etmektedi r.

Arkasından çalgı aletlerin in haramlığını ifade eden hadisleri zikretmek tedir. Bunlardan birisi de Buhari’nin rivayet ettiği hadistir. Daha sonra bu gibi işlerden herhangi birisinin yapıldığı bir mecliste oturmanın hükmünü ve bu hususta ilim adamlarının sözlerini kaydedere k (s. 79)’da şunları söylemektedir:

“Diğer taraftan sen eğer bunlardan herhangi bir kısmı ile sınanarak karşı karşıya kalacak olursan, sufiler arasından herhangi bir ilmi değeri bulunmaya n kimseleri n inandıkları gibi böyle bir işi yapmanın ya da dinlemeni n Allah’a yakınlaştırıcı bir iş olduğuna inanmayasın. Eğer durum onların dedikleri gibi olsaydı, Peygamber ler bu işi yapmayı ihmal etmez ve kendileri ne uyanlara bunu emretmekt en geri kalmazlar dı. Ancak hiçbir peygamber den böyle bir şey nakledilm iş değildir. Semadan indirilen herhangi bir kitap da buna işaret etmemiştir.

Yüce Allah: “Bugün sizin için dininizi tamamladım.” (el-Maide, 5/3) diye buyurmakt adır. Eğer eğlendirici lehiv aletlerin i çalmak yahut dinlemek dinin bir parçasını teşkil etse ve alemlerin Rabbine yakınlaştırıcı olsalardı, elbetteki Peygamber (s.a) bunu açıklar ve ümmetine en mükemmel şekilde izah ederdi. Peygamber (s.a) da şöyle buyurmuştur:

“Nefsim elinde olana yemin ederim ki sizi cennete yakınlaştıracak ve cehennemd en uzaklaştıracak her ne varsa mutlaka onu size emrettim ve sizi cehenneme yaklaştıracak, cennetten uzaklaştıracak her ne varsa mutlaka onu size yasakladım.”35

Sufi semaı red ve onun bid’at ve dalalet olduğunu açıklamaya dair ilim adamlarının bizim için mümkün olan görüşlerini naklettik . Önceden de kitap ve sünnet ile şarkının haram olduğunu tespit ettik. Daha önceki fasıllarda Şeyhu’l-İslam İbn Teymiye gibi diğer ilim adamlarının görüşleri de geçmiş bulunmakt adır.

Son olarak şunları söylemek istiyorum: Eğer sufi şarkı ve semaın onlardan herhangi bir kimsenin: “Şarkı dinlemek altı ya da yedi bakımdan Kur’an dinlemekt en mürid için daha faydalıdır.” Başka hiçbir kötülüğü bulunmasa ydı bu dahi yeter.

Ben bu sözü İbnu’l-Kayyim’in “Mes’eletu’s-Sema” adlı eserinde okuyunca müslüman bir kimsenin böyle bir sözü söyleyebileceğini kabul edemedim. Nihayet ben bunu Gazali’nin, İhya-u Ulumi’d-Din adlı eserinde (II, 298) ve “mürid” kaydı bulunmada n. –Maalesef- mutlak bir ifade halinde görünceye kadar kabul edemedim. Ayrıca o bunu kendi kendisine sorduğu bir soru ya da bir itiraz ile pekiştirmektedir, özü de şudur:

Yüce Allah’ın kelamı kesinlikl e şarkıdan daha faziletli olduğuna göre ne diye onlar Kur’an okuyan bir kimsenin etrafında toplanmıyorlar. O bu itiraza şöylece cevap vermekted ir:

“Şunu bil ki şarkı Kur’an’a göre vecdi yedi açıdan daha fazla harekete geçirir...”

Daha sonra bunu iki sahifeden daha uzunca açıklamaktadır. Araştırıcı bir kimse Şafii fukahasının büyüklerinden bir fakihin böyle bir sözü nasıl söyleyeceğine hayret eder. Hatta saygı duyduğumuz kimseler onun hakkında “Huccetu’l-İslam” adını vermişlerdir. Bununla birlikte bu husustaki açıklamaları oldukça tutarsızdır. Bu açıklamalarında ilim ve fıkıh namına bir şey göremezsiniz. Şu sözlerinden bu açıkça anlaşılmaktadır:

“Altıncı şekil: Şarkıcı bazen dinleyici nin haline uymayan bir beyit söyleyebilir. Dinleyici bundan hoşlanmadığı için bunu söylememesini ve başka bir şey söylemesini ister. Çünkü her söz, her hale uygun düşmez. Eğer bu dinleyici ler Kur’an okuyanın etrafında davetlerd e toplanaca k olurlarsa belki Kur’an okuyan onların haline uymayan bir ayet okuyabili r. Çünkü Kur’an değişik hallerine rağmen bütün insanlara bir şifadır... O halde okunan Kur’an’ın hale uygun düşmemesinden ve kişinin ondan hoşlanmayacağından emin olunamaz. Yüce Allah’ın kelamından karşısına duramayac ağı bir sebep dolayısıyla hoşlanmamak gibi bir tehlikeye maruz kalır... Şairin sözüne gelince, onun maksada uymayan bir şekilde değerlendirilmesi mümkündür... Yüce Allah’ın kelamının ise böyle bir işe karşı korunması ve ona saygı duyulması icab eder. İşte şeyhlerin Kur’an dinlemeyi bırakıp, şarkı dinlemeye yönelmelerinin gerekçeleri hakkında hatırımıza gelenler bunlardır.”

Derim ki: Subhanall ah iş bu noktaya kadar varmış. Musibet alabildiğine ilerlemiş bulunuyor . Eskiden daha önce İbnu’l-Kayyim’den naklettiğimize göre müridlere münhasır iken bir de baktık ki Gazali bu halin şeyhlerde de söz konusu olduğunu açıkça ifade etmekte ve anlatılması bile reddedilm esine ihtiyaç bırakmayacak bu gevezece gerekçelerle onları savunmaya kalkışmaktadır. Allah’tan yardım dileriz.

Bizzat Gazali Kur’an-ı Kerim’in hallerini n değişikliğine rağmen bütün insanlar için şifa olduğunu açıkça belirttiğine göre sufilerin Kur’an’ı dinlemekt en yüz çevirmelerini kendisi sebebiyle uygun bulduğu o vecd bizi ne ilgilendi rir? O vecd ki onun en güzel halinde kişi mesela hapşırmak gibi iradesine hakim olamaz. En kötüsü ise riyakarlık ve münafıklık olur. Peki bunların Kur’an-ı Kerim’deki şu buyruğa karşı durumları nedir: “Deki: ‘O iman edenler için bir hidayet ve bir şifadır. İman etmeyenle rin ise kulaklarında bir ağırlık vardır ve o onlar için bir körlüktür.’” (Fussilet, 41/44)

Allah İbnu’l-Kayyim’e rahmet ihsan eylesin, ona hayır mükafatlar versin. O bu şeytani semaın zararlarını çok iyi biliyordu . Bunun Kur’an dinlemekt en pek çok yönden farklı olduğunu açıkça ortaya koymuş ve bunu gerçekten birçok ilmi bölümde, faydalı fıkhi araştırmalarla göstermiş, bu semaa sımsıkı yapışanların haktan alabildiğine uzak bir sapıklık içerisinde olduklarını daha önce kaydettiğimiz “Mes’eletu’s-Sema” ile yine buna benzer açıklamalarıyla İğasetu’l-Lehfan adlı eserlerin de ortaya koymuş. (Elbani ‘den nakil bitti. Allah ona rahmet eylesin
 
samanpan Çevrimdışı

samanpan

.
Site Emektarı
KUR’AN OKUMA HUSUSUNDA BİDATLER
Berâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissa lâtu vesselâm) şöyle buyurdu:

"Kur'ân-ı Kerim'i sesinizle güzelleştirin."[283] Burada kastedile n kıraat sırasında sesi yükseltmektir.

Diğer bazı hadislerd e; “Kur’an ile teganni etmeyen bizden değildir”[284] ve “Allah, Kur’an ile teganni eden bir peygamber i dinlediği kadar hiçbir şeyi dinlemedi”[285] buyrulmuştur.”

Bu hadislerd e Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in teganni kelimesi ile kastettiği şey; Kur’an ile yetinmekt ir. [286] Bunu Süfyan Bin Uyeyne, Ebu Ubeyd, Şube, Eyyub, Tahavi, Darimi, Beyhaki, Kurtubi, İbni Kesir, Nevevi ve pek çok âlim böyle izah etmişlerdir.

Bu en doğru manadır. Zira aksi takdirde Kur’an’ı teganni ile okumayan neden bu tehdide muhatap olsun?

Ebu Hureyre r.a. ile bazı alimler de; “Kur’an’ı yüksek sesle okumaktır” dediler.[287] Adı geçen alimler bazı bidatçilerin bu hadisteki “teganni” kelimesin i kendileri nin ezgi gibi Kuran okumalarına delil getirmele rine şiddetle karşı çıkmışlardır.[288]

Nitekim böyle bir saptırmaya ihtimal vermeyece k kadar sarih ibareler vardır ve sesi dalgalandırarak elhan, ezgi ve melodiler le, bir harf eksilmek veya artırmak şeklinde uzatmayla Kur’an okumanın haram oluşunda icma vardır.[289]

Şu ayette, Kur’an’ı açık, anlaşılır ve acelesiz okumak emredilmiştir; “Kur'an'ı tane tane (tertil ile) oku”(Müzemmil 4)

Abis el Gıfari, Amr Bin Abese, Ebu Hureyre ve Avf Bin Malik r.a.’den rivayet edilen hadislerd e; Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem, kendisind en sonra ümmeti için korktuğu bazı hasletler saydı, sonunda buyurdu ki; “…bir de şu kavimden uzağım; onlar Kur’anı şarkı gibi okurlar, bir kimseyi ilim sahibi olmadığı halde sırf şarkı gibi Kur’an okuduğu için imamlığa geçirirler.”[290]

Sehl Bin Sad ve Cabir r.a.’dan; “Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem bizler Kuran okuyorken yanımıza çıktı, aramızda arap da, acem de vardı. Buyurdu ki; “Okuyun, her okuyuş güzeldir. İleride bir kavim gelecekti r ki bunlar, Kur’an’ın kelime ve lafızlarını okun yontulması gibi yontacakl ar, ondan hasıl olacak ecri ahirete bırakmayıp dünyada alacaklar .”[291]

Nevfel Bin Iyas’tan; Bizler Ömer r.a.’ın zamanında mescidte durur, grup grup olurduk. İnsanlar ise gruplarda n en güzel sesli olanlara meylederd i. Bunun üzerine Ömer r.a.; “görüyorum ki Kur’anı nağmeler gibi okuyorlar . Vallahi şayet gücüm yetseydi onların bu hallerini değiştirirdim.” Dedi.[292]

Enes r.a., insanların sonradan ihdas ettikleri bu ezgilerle Kur’an okuyan birini bundan nehyetmiştir.[293]

Muhammed Bin Sirin r.a. dedi ki; “Önceki âlimler (sahabeler ve tabiin) şu ezgilerin sonradan ortaya çıkarılmış bidat olduğu görüşündeydiler.”[294]

Salim Bin Abdullah r.a, birisinin lahinlerl e Kur’an okuduğunu işitince; “bu şarkıdır, bu şarkıdır” diyerek orayı terk etmiştir.[295]

Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissa lâtu vesselâm) buyurdula r ki:

"Kur'ân'ı Arap lahn'ı ve Arap sesleri üzere okuyun. Sakın ha fasıkların ve Yahudiler le hristiyan ların lahn'ı üzere okumayın. Bilesiniz, benden sonra bir kavim gelecek ki, onlar Kur'ân'ı okurken, şarkı ve mâtem tercîi gibi terci' ile okuyacakl ar. Onların (imanları laftadır) gırtlaklarından öte geçmez. KaIbleri fitne ve fesada uğramıştır. Böylelerinden hoşlanan kimseleri n kalpleri de fitne ve fesad içindedir."[296]

Ebud Derda r.a.’den; “Sizleri Kur’anı tahrif eden, onu okuyuşta haddi aşan, Kur’an ile dalga geçenlerden sakındırım!”[297]

Katâde (r.a.) anlatıyor: "Hz. Enes (radıyallahu anh)'e Hz. Peygamber (aleyhissa lâtu vesselâm)'in kıraatından sordum. Şu cevabı verdi: "Resûlullah (aleyhissa lâtu vesselâm) medleri (uzun heceleri) uzatırdı." Sonra örnek olarak Bismillâhirrahmânirrahim'i okudu ve uzatılacak yerleri belirgin şekilde uzattı: Bismillaa hi'yi uzattı, er-rahmaan'ı uzattı, er rahiim'i uzattı."[298]

Şu hadise gelince; Abdullah İbnu Muğaffel (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissa lâtu vesselâm)'ı devesinin üstünde Feth süresini okurken gördüm. Sureyi terci' üzere okuyordu."[299]

Bu terci (sesi kaldırıp indirme) ile okuma, Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in üzerine binmiş olduğu devenin hareketin den kaynaklan mıştır. Bu sadece binek üzerindeyken istek dışı olarak terci yapmanın caiz oluşunu gösterir. Başka yerde caiz değildir.[300]

Esma (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Seleften hiç kimse Kur'ân-ı Kerim'in tilâveti sırasında bayılıp düşmezdi. Onlar ağlarlar ve ürperirlerdi. Sonra bedenleri ve kalpleri zikrullah için yumuşardı."[301]

İmam Nevevi’ye soruldu; “Şimdi Dımeşk’te bazı cahiller cenaze üzerine teganni ile harfleri birbirine katarak, fazladan harf ekleyip uzatarak Kur’an okuyorlar . Bu kötü bir hareket midir?

Cevabında dedi ki; cenaze üzerine bu şekilde Kur’an okunması çok çirkin bir şeydir. Âlimlerin ittifakı ile haramdır. Bu hususta imam Maverdi ve başkaları icma olduğunu söylediler. Hatta yöneticilerin üzerine, bunlara mani olmaları, tevbeye çağırmaları ve cezalandırmaları gerekir. Bu her müslümana vaciptir.”[302] “Kur’an’ı böyle haram tegannile rle okumak bir takım cahil, aşağılık ve zalim kimseleri n müptela olduğu bir musibetti r. Onlar cenaze ve mevlit gibi bidat merasimle rinin okuyucula rıdırlar. İşte bu açıkça haram olan bir bidattir. Kadılar kadısı Maverdi’nin de dediği gibi böyle okuyuşu dinleyen de fasık olur.”[303]

Ezanda bile lahin yapmak caiz olmaz; birisi Ömer r.a.’e geldi ve “Ben seni Allah için seviyorum” dedi. Ömer r.a. ise; “Ben de sana Allah için buğzediyorum. Duyduğuma göre sen ezan okurken teganni ve lahin yapıyorsun.”[304]

İmam Malik ve birçok ulema dediler ki; “Toplu olarak hep bir ağızdan Kur’an okumak bidattir.”[305]
BAZI GÜN VE GECELER HAKKINDAKİ BİDATLER
Bütün bunlar ashabın bilmediği şeylerdir. Mübarek gecelerde camilerde toplanmak bidattir.

Uydurma namazlar:

Aliyul Kari der ki; “… Haber verilen, hafta içinde kılınacak özel namazların hiçbiri sahih değildir. Mesela: Cum'a gecesi, her rek'atta 10 ihlâs okumak suretiyle 12 rek'at namaz kılmak, ayrıca her rek'aktta 15 veya 50 (İza zülzile) okumak suretiyle iki rek'at kılmak, yine Cum'a günü, 2, 4 veya 12 re'kat namaz kılmak, Cuma'dan önce her rek'atında 50 ihlas okumak suretiyle 4 rek'at namaz kılmak. Aşure, Regaib, Receb ve Receb'in 27 sine mahsus namazlar, Şaban'ın 15 inde kılınan ve her rek'atında 10 ihlas okumak suretiyle 100 rek'at namaz rivayetle rinin hepsi batıl, aslı ve astarı olmayan şeylerdir. (Kutu'l-Kulub, İhya-ı Ulum, Sa'lebi, Şerhu'l-Evrad) gibi kitaplard a yazılı olmaları seni aldatmasın”

Başta Suyuti olmak üzere, hadis âlimlerinin ittifakıyla bu namazlar uydurmadır.[306]

Receb-i şerifte kılınan namazlar hakkındaki bazı rivayetle rin mevzu olduklarında şüphe yoktur. Mesela:

1- "Receb-i şerifin ilk gecesinde, akşam namazını, müteakip 20 rek'at namaz kılan kimse, hesap görmeden Sırat'ı geçer."

2- "Receb'den bir gün oruç tutup, iki rek'at namaz kılan ve birinci rek'atında 100 Ayete'l-Kürsi, ikinci rek'aında 100 ihlas okuyan kimse, Cennet'teki yerini görmeden ölmez." rivayetle ri hep uydurmadır.

Bu hususta doğruya en yakın olan, "Receb ayında oruç tutmaktan Resul-i Ekrem'in men ettiği..." hakkında İbn-i Mace'nin Sünen'indeki rivayetid ir. Ben de derim ki: Resul-i Ekrem'in bu ayda oruçtan men etmesi, borç olduğuna inanarak oruç tutanlar içindir. Yoksa Receb-i şerifte oruç tutmanın kerahetin i bilen kimse için söylememiştir.

Şaban-ı Şerif'in 15 inci gecesinde kılınacak namazlara dair rivayetle r de böyledir. Mesela:

"Ya Ali, Şaban'ın 15 inci gecesi bin ihlas okumak suretiyle 100 rek'at namaz kılan kimsenin, Allahu Teala o gece bütün dilekleri ni kabul eder ve kendisine birçok mükafatlar verir. Her hurinin etrafında 70 bin cariye ve gılman olduğu halde, kendisine 70 bin huri verir." ve devamla, "Anne ve babası 70 bin kişiye şefaat eder." şeklindeki rivayet gibi.

İlimden azıcık nasibi olanların bu gibi hezeyanla ra kapılmayacaklarında şüphe yoktur. Bu gece ile ilgili namaz, Hicri 4 üncü asırdan sonra, Beyt-i Makdis'de icad edildi ve buna dair hadisler uyduruldu . (Hepsi yalan oldukları için onlar ile oyalanmayı lüzumsuz bulduk.)

Bu konuda bazı rivayetle rin Gunyetut Talibin adlı kitapta geçmesine aldanmama lıdır. Zira Allame Kannuci, Ebcedül Ulum’da der ki; “Bu uydurma rivayetle ri Bağdatlılar, bu bidat namazları yerleştirebilmek için Abdulkadi r Geylani’ye nisbet ederek onun Gunye adlı kitabına sokuşturdular.”[307]

1) MEVLİT KANDİLİ:
Birçok mevlid toplantıları münkerden, bid’atlardan ve İslam’a muhalif olan şeylerden uzak değildir. Çünkü bunu ne Rasululla h (Sallallah u Aleyhi Vesellem), ne ashab, ne tabiin, ne dört büyük imamlar ne de islamı en iyi bilen ve en iyi yaşayan asırlardan birinde hiçbir kimse yapmış değildir. Çünkü bunun şer’i bir delili yoktur. Mevlithan lar çoğu kez şirke düşecek sözler söylerler. Mesela arada sırada “Meded ya Rasululla h!” veya “Bizlere imdat kıl!” “Ya Rasululla h yalnız sanadır itimadımız!” “Ya Nebiyulla h kaldır bizden sıkıntıyı!” gibi yalnız Allah’a dua edip isteneceği şeyleri Rasululla h’tan (Sallallah u Aleyhi Vesellem) isterler.

Rasululla h (Sallallah u Aleyhi Vesellem) bu sözlere şahit olsaydı büyük şirkle onların üzerine hükmederdi. Zira darlıkta olan imdadına giden, sıkıntıları gideren, kendisine dayanılıp imdat istenilen yalnız Allah (Celle Celaluhu)’dır.

İşte bu konuda ayet ve hadisler:

1. “Yahut dua ettiği zaman darda kalmışa kim yetişiyor da kötülüğü (onun üzerinden kaldırıp) açıyor.”(Neml, 62)

2. “De ki, doğrusu ben (kendi başıma) size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim.(Cin, 21)

3. Rasululla h (Sallallah u Aleyhi Vesellem) şöyle buyurdu: “(Manevi olarak) bir şey istediğin zaman Allah’tan iste! Yardım talep ettiğin zaman yine Allah’tan yardım talep et!”(Tirmizi, sahih ve hasendır)

Birçok mevlidler de Rasululla h (Sallallah u Aleyhi Vesellem) ‘in kendi hakkında söylenmesini yasakladığı aşırı övgüler yapılmaktadır. Oysaki Rasululla h (Sallallah u Aleyhi Vesellem) bu gibi aşırı övgüleri şu sözü ile yasaklamıştır:

“Hırıstiyanların Meryem oğlunu İsa (Aleyhi Selam) abarık sözlerle övdükleri gibi beni de öyle övmeyin. Ben ancak bir kulum, bana Allah’ın kulu ve Rasulu deyin.” (Buhari)

Düğün ve başka mevlitler de Allah’ın; Muhammed’i kendi nurundan, bütün eşyayı da onun nurundan yarattığını zikretmek tedir. Oysa ki, bunları şu ayetler yalanlama ktadır:

“De ki, ben ancak sizin gibi bir beşerim, bana vahyedild i ki, sizin ilahınız tek bir ilahtır.”(Kehf, 116)

Bilinen şu ki: Allah’ın Rasulu (Sallallah u Aleyhi Vesellem) bir ana-babadan yaratılmış olup Allah’ın vahyi ile şereflenmiş bir kuldur.

Ayrıca mevlit kitaplarında bütün alem Muhammed (Sallallah u Aleyhi Ve sellem)’in hatırası için yaratıldığı zikredilm ektedir. Halbuki Kur’an bu iddiayı şu ayeti ile yalanlama ktadır:

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”(Zariyat, 56)

(Yani âlemin bir parçası olan cinler ve insanlar Muhammed (Sallallah u Aleyhi Ve sellem)’in şerefi için değil, Allah’a ibadet etmeleri için yaratılmışlardır.)

(Başka bir ayette de: “(Rasulum!) Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 107) ifade edilmekte dir. Bu Kur’an’ı haber de alemin Muhammed (Sallallah u Aleyhi Ve sellem) için değil, Muhammed (Sallallah u Aleyhi Ve sellem)’in alem için yaratıldığını açıkça beyan buyurmakt adır.)

Hırıstiyanlar Mesih’in ve aile efradlarını doğum günlerini bayram olarak kutlarlar . Müslümanların da nebinin veya bazı şahışların doğum günlerini kutlamala rı hırıstiyanlardan esinlenme bir bid’at’tır. Oysaki Rasululla h (Sallallah u Aleyhi Ve sellem) şöyle buyuruyor:

“Kim bir topluma kendini benzetirs e onlardandır.” (Ebu Davud, sahihtir)

Çoğu kez mevlitler de kadın, erkek karışık şekil bulunurla r ki, bu ayrıca islam’ın haram kıldığı bir davranıştır.

Ayrıca mevlit günlerinde yüz binlerce paralarla satın alınan rengarenk kağıtlar, kandiller biraz sonra yerlere atılarak ithal edildikle ri kafir ülkelere para aşırmaktan başka hiç bir faydası yoktur. Hâlbuki Allah’ın Rasulu (Sallallah u Aleyhi Ve sellem), boş yere malın harcanmasını yasaklamıştır.

Böylesi merasimle rde süslenip püslenme, yemek hazırlama ile geçirilen vakitler çoğu zaman namazın terkine bile müncer olmaktadır.

Mevlidin sonunda Rasululla h’ın huzura geldiği inancıyla ayağa kalkarlar ki, bu da uydurulmuş yalandan başka bir şey değildir.

Çünkü yüce Allah şöyle buyuruyor: “Onların (ölenlerin) gerisinde dirilecek leri güne kadar bir berzah (berzah dünya ile ahiret arasındaki engeldir) vardır.”(Mu’minun, 100)

Enes İbn Malik (rahimehul lah) diyor ki: “Ashabın yanında Rasululla h’tan daha sevgili kimse yoktu, buna rağmen ashab onu gördükleri zaman hoşlanmayacağını bildikler i için Rasululla h’a kıyam etmezlerd i.”(Ahmed, Tirmizi sahihtir)

Bazıları şöyle derler: “Mevlitte biz Rasullah’ın siretini okuyoruz bu suç mudur?”

Gerçek şu ki, onlar Rasululla h’ın siretine ters düşen yalan ve iftiralar kabilinde n şeyler okuyorlar . Hem onun siretini senede bir defa değil, her zaman okunmalıdır. Ayrıca Rasulun doğduğu Rabiyel evvel ayı, onun ölüm ayıdır da. Dolayısıyla sevinç ayı olmaktan çok, üzüntü ayı olmalıdır. (Ki, islamda ne kimsenin doğumu için kutlama, ne de ölümü için matem törenleri tertiplem e yoktur.)

Rasululla h’ın doğum gecesini kutlayanl ar çoğu kez gece yarısına kadar uykusuz kalmakta, ya sabah namazını terk ediyorlar, ya da en azından cemaatla kılmayı kaçırıyorlar.

İnsanların çoğunun mevlit merasimin e önem vermesi, onun şeriata göre uygun olmasını ifade etmez. (Çünkü islam bir demokrasi dini değil ki, çokluk nerdeyse, hak da orada olsun. Bütün insanlar hakka karşı çıkmış olsa, onu benimseye n tek bir kimse bulunmasa dahi “hak” yine haktır ve gerçek olan odur.

Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Yeryüzünde çoğunluğa uyarsan seni Allah’ın yolundan saptırırlar.”(En’am, 116)

Huzeyfe (radiallah u anhu) diyor ki: “Bütün bid’atlar sapıklıktır insanlar onu güzel görse de.”

Hasan el Basri (radiallah u anhu) de diyor ki: “Daha öncekiler arasında sünnet ehli azınlıkta idi, gelecekte de azınlıkta kalacaktır. Zira onlar nimet bolluğu zenginlik içinde şımarmış olanların arasına katılmadılar. Din adına ibadet uyduran bid’atçıların, bid’atlarına iştirak etmediler . Rableriyl e karşılaşıncaya kadar İslam sünnetleri üzerinde hayatlarına devam etmeye sabrettil er. Ey müslümanlar sizlerde öyle olunuz.”[308]

2) REGAİP KANDİLİ:
Bu geceyi İhya etmek maksadıyla Recep ayının ilk Cuma gecesi yani akşamla yatsı arası kılınan on iki rek'atlık namazın ve bu gecenin fazileti hakkında dayanılan rivayet şudur: Enes İbn Malik (radıyallahuanhu) Allah Rasulu (sallallah u aleyhi ve sellem'in şöyle dediğini rivayet eder:

"Recep ayında orucun faziletin i zikrettik ten sonra, devamla) "O ayda bulunan İlk Cuma gecesinde n gafil olmayın. Çünkü o, melekleri n regaip diye isimlendi rdikleri bir gecedir. Kim recep ayının ilk Perşembe gününü oruç tutar ve o günün, akşamla yatsı arası on iki rekât namaz kılarsa, (namazın keyfiyeti ni açıkladıktan sonra) Allah-u Teala o kimsenin günahlarını bağışlar"[309]

İbnu'l-Cevzi bu hadis hakkında şunları söyler: "Bu hadis Allah Rasulu (sallalahu aleyhi ve sellem) üzerine uydurmadır. Ali İbn Abdullah İbn Cahdami bu rivayetiy le ilim ehli tarafından itham olunup yalancı sayılmıştır. Şeyhimiz hafız Abdulvahh ab'ı şöyle derken işittim: Bu hadisin ravileri meçhuldür. Ravilerle ilgili bütün kitaplard a onları aradım ve bulamadım".[310]

İbnu'l-Cevzi sözüne şöyle devam eder: "Bu hadisi uyduran kimse bid'atında çok aşırı gitmiştir. Çünkü bu namazı kılan kimse önce gündüz oruç tutacaktır. Belki de o günün gündüzü çok sıcaktır, oruçlu olunca da akşam namazına kadar haliyle yemek yeme imkânı bulamayac aktır akşam nama*zından sonra, bu namaz için uzun tesbihat sebebiyle kıyamda ve secdede duracak gayet eziyet çekmiş olacaktır. Ben doğrusu ramazan ve teravih namazlarına nazaran insanların bunda, nasıl izdihamlaştıklarını kıskandım. Bilakis bu namaz halk indinde diğerinden daha büyük ve değerlidir. Çünkü bu namazda diğer beş vakit namaza gelmeyenl er hazır bulunuyor .[311]

Hafız Ebu'l-Hitab ise şunu söyler: "Regaib namazını uydurmakl a ittiham edilen kimse Ali Ibn Abdillah İbn Cahdami'dir. Meçhul olan raviler üzerine uydurmuştur. Ki bunlar, kitapların hiçbirinde mevcut değildir.[312]

Hafız el-irakı şöyle der: "Rezin, kitabında bunu irad etmiştir. O uydurma bir hadistir"[313]

İmam Tartuşi şu sözünü ekler: "Receb ayındaki regaip namazı ise, Beyti'l-Makdis'de bizim bulunduğumuz yerde ancak h.448 senesinde ihdas (uydurulmuş) edilmiştir. Bundan Önce bu namazı ne gördük ve ne de duyduk".[314]

Görüldüğü gibi bu gecede mevlit okuma işi bu namaza nisbeten yeni sayılıp daha sonra uydurulmuştur.

3) Mİ'RAC KANDİLİ:
Recep ayının yirmi yedinci gecesidir . Sünnet ve Bid'atler kitabının yazarı (rh) recep ayındaki bid'atler bölümünde şunları söyler:

"Mi'rac kıssasını okuyup recep ayının yirmi yedinci gecesini kutlamak ve bazı insanların bu geceye has bazı zikir ye ibadette bulunmala rı bid'attır. Recep, Şa'ban ve Ramazan aylarında okunan -gayrı sabit-dualar bid'at ve uydurmadır, şayet bunlarda bir hayır olmuş olsaydı bizden öncekiler bunda bizleri geçerlerdi. İsra, Mi'rac ve mezkûr ayın ihyasına dair hiç bir delil kaim olmamıştır".[315]

Şeyhu'l-İslam İbn Teymiyye'de Recep ayının yirmi yedinci gecesi ile ilgili olan namaz hakkında şöyle der:

"Muteber âlimlerin belirttiği gibi; İslam âlimlerin ittifakıyla bu, (namaz) meşru değildir. Bu ancak cahil ve bid'atçı kimseden sudur eder,"[316]

Bu gecede de mevlit okumak adet halini almıştır. Böylelikle bir bid'ata diğer bir bid'at eklenmiş olunmakta dır.

4) BERAAT KANDİLİ:
Beraat Kandili ise Şaban ayının ortasında olan geceye denilmekt edir. Bu gecenin faziletiy le ilgili bazı rivayetle r gelmiştir. Örnek olarak bir kaçını zikredeli m.

Hz. Ali (radiyalla hu anh)'dan Allah Rasulu (sallallah u aleyhi ve sellem) şunu demiştir: "Şaban ayının ortasında olan gece olunca, gecesini ihya eden gündüzünü de oruçlu geçirsin"[317]

İmam Busiri şöyle der: "Bu rivayetin senedinde İbnu Ebi Sebure vardır. Asıl ismi, Ebu Bekr İbn Abdillah İbn Muhammed İbn Ebi Seburedir . İmam Ahmed İbn Hanbel ve Yahya İbn Ma'İn; bu adamın hadis uyduran bir kimse olduğunu söylediler."[318]

Diğer bir rivayet ise şöyledir: Ebu Musa el-Eş'ari (radiyalla hu anh)'dan Nebi (sallallah u aleyhi ve sellem) şöyle demiştir: "Şaban'ın ortasında bulunan gecede Allah-u Teala mahlûkatına nazar eder. Müşrik ile cimri müstesna olmak üzere bütün mahlûkatını affeder.[319]

İmam Busiri der ki: "Ebu Musa'ya ait hadisin senedi zayıftır. Bu da Abdullah bin Lehi'a'nın zayıf oluşundandır. Birde Velid bin Müslim'in tedlis yapması söz konusudur .[320]

Yine başka bir rivayette de şöyledir: Hz.Aişe (radiyalla hu anha)'dan; Nebi (sallallah u aleyhi ve sellem) şöyle demiştir: "Bu gecede Âdemoğlundan her doğacak ve ölecek olan yazılır. Ve yine bu gecede onların amelleri yükselir ve rızıkları iner".[321]

Hz. Aişe'nin Ebu Musa'nın rivayetin e benzeyen başka bir hadisi daha vardır. İmam Beyhaki, iki rivayeti de Da'avat'ul-Kebir kitabında tahric ettikten sonra şöyle der: "Bu hadisin isnadında ve öncekinde de meçhul olan kimseler vardır. Diğeri birine inzimam edilince biraz kuvvet kazanır."[322]

Bid'at İle İlgili eserinde bu rivayetle ri serd eden Ebu Şame akabinde şunu söyler: 'Bu rivayetle rde hususi bir namazın beyanı yoktur. Ancak bu gecenin faziletin i belirtmek tedir. Geceyi ihya etmek ise bütün senenin gecelerin de olduğu gibi müstehabtır. Mahzur ve münker olan şey. Bazı geceleri hususi bir keyfiyett e hususi bir namazla tahsis etmek, Cuma, Bayram ve Teravih gibi ve bunu da islam’ın şiarından olan mezkûr ibadetler gibi izhar etmektir.[323]

Ancak bu rivayetle rde zikrettiğimiz rivayetle rden hiç birisi sahih değildir.

BERAAT KANDİLİNDE KILINAN NAMAZ
Allame Ali ibn İbrahim bu namaz hakkında şöyle der: “Şaban ayının ortasında geceleyin kılmak üzere ihdas edilen (Uydurulan) onar defa ihlas suresi okumak suretiyle cemaatle kılınan Cuma ve Bayramlar dan daha fazla önem verilen yüz rek'atlık elfiye namazına gelince, hakkında ancak ya zayıf ya da uydurma haber ve eser gelmiştir. Kut'ul-Kulub ve Ihyau Ulumu'd-Din sahipleri nin zikretmes ine veya Salebi tefsirin kadir gecesi olduğunu söylemesine aldanma.'[324]

Hafız İraki Şöyle der: 'Beraat namazı hakkındaki hadis batıldır[325] İbnu'l-Cevzi de: 'Şüphesiz bu hadis uydurma" demektedi r'[326] Şeyhu'l-İslam ibnu Teymiyye de buna benzer söz söylemiştir.[327]

BU NAMAZIN ÇIKIŞ TARİHİ:
İmam Tartuşi şöyle anlatır: "Bana Ebu Muhammed el-Makdisi haber vererek dedi ki: Bu, bizde ilk olarak 448 h. senesinin evvelinde ihdas edilmiştir. Nablus şehrinde İbnu Ebi'l-Hamra adıyla tanınan birisi Beyt'ül-Makdis’e geldi Güzel tilaveti vardı, kalktı ve Mescidi Aksa’da Şaban ayının ortasında (15'inde) bulunan gecede namaz kıldı arkadan ona birisi uydu ondan sonra bir başkası daha sonra bir diğeri eklendi, neticede namazı bitirince ye kadar kalabalık bir cemaat oldu. Gelecek sene yine geldi ve arkasında birçok insan bu namazı kıldı. Mescide bu yayıldı. Böylelikle Mescidi Aksa'da ve insanlarının evlerinde bu namaz intişar etti. Daha sonra bir sünnetmiş gibi günümüze kadar bu namaz devam edegeldi.[328]

Nitekim aynı şekilde bu gecenin İhyası için camilerde mevlit okunmakta dır. Bunun sebebi ise şeytanın bu cahillere amellerin i süslü ve meşru göstermesidir.

Bazı kimseler insanların manevi gıdalarını tıkadığımız İddiasıyla bu makaleyi hoş görmeyebilirler. Ancak bu gibi kardeşlerimize Peygamber (sallallah u aleyhi ve sellem)'in Hz. Aişe(radiyalla hu anha)'dan gelen sahih bir hadisi şerifi hatırlatmak isteriz.

"Kim bizim üzerinde bulunmadığımız bir ameli işlerse, o amel merduttur'[329]

Binaenale yh, sahih delillere dayanmaya n herhangi bir amel manevi bir gıda değildir.

Cenabı Hak cümlemize hakkı hak bilip ona tabi olmayı ve batılı da batıl bilip ondan kaçınmayı nasip eylesin ve bizleri kendi rızasına uyguna ameller İşlemeyi nasip ve müyesser kılsın
 
samanpan Çevrimdışı

samanpan

.
Site Emektarı
Oruç tutmanın yasaklandığı günler;
1- Bayram günleri

Ebu Sa'id (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasululla h (aleyhissa lâtu vesselâm) buyurdula r ki: "İki günde oruç câiz olmaz: Fıtır günü (Ramazan bayramının birinci günü) ve Nahr günü."[330]

2- Teşrik günleri

Nübeyşe el-Hüzeli (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasululla h (aleyhissa lâtu vesselâm) buyurdula r ki: "Teşrik günleri, yeme-içme ve Allah'ı zikretme günleridir."[331]

3- Tek Cuma günü

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasululla h (aleyhissa lâtu vesselâm) buyurdula r ki: "Sizden hiç kimse, cum'agünü oruç tutmasın. Ancak bir gün önceden veya sonradan oruç tutuyorsa bu takdirde cum'a günü de oruç tutabilir ." Müslim'in bir rivayetin de şöyle gelmiştir: "Cum'a gecesini, diğer geceler arasında gece namazına tahsis etmeyin, cum'a gününü de diğer günler arasında oruç günü olarak tayin etmeyin, ancak birinizin tutmakta olduğu oruç arasına denk gelirse o hariç."[332]

4- Farz olan hariç cumartesi günleri

Abdullah İbnu Büsr es-Sülemi, kızkardeşi es-Sammâ (radıyallahu anh)'dan naklediyo r: "Rasululla h (aleyhissa lâtu vesselâm) buyurdula r ki: "Cumartesi günü oruç tutmayın, ancak Allah'ın size farzettiği şeyde o gün oruç tutarsınız. Biriniz yiyecek nev'inden bir şey bulamaz da sadece üzüm (asması) kabuğu veya bir ağaç çöpü bulacak olsa onu ağzında çiğnesin (ve yine de cumartesi günü oruçlu olmasın).''[333]

5- Şekk gününde:

Sıla İbnu Züfer anlatıyor: "Biz, Şabandan mı, Ramazanda n mı olduğu şüphe edilen günde Ammâr (radıyallahu anh)'ın yanında idik. Bize kızartılmış bir koyun getirildi . Cemaatten biri: "Ben oruçluyum'' diyerek geri çekildi. Ammâr: "Kim bugün oruç tutarsa, muhakkak olarak Ebu'I Kâsım aleyhissa lâtu vesselâm'a isyan etmiştir" dedi"[334]

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasululla h (aleyhissa latu vesselam) buyurdula r ki: "Sizden kimse, ramazanı bir veya iki gün önceden oruç tutarak karşılamasın. Eğer bir kimse, önceden oruç tutmakta idiyse, orucunu tutsun.''[335]

6- Dehr orucu

İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Rasululla h (aleyhissa latu vesselâm) buyurdula r ki: "Kim ebed orucu tutarsa, ne oruç tutmuş, ne iftar etmiştir.''[336]

7- Kadın kocasından izinsiz nafile oruç tutamaz;

Ebu Hureyre r.a.’den; Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem buyurdu ki; Kadın kocasının yanında ancak onun izniyle (nafile) oruç tutabilir .”[337]

8- Şaban ayının ikinci yarısı:

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasululla h (aleyhissa lâtu vesselâm) buyurdula r ki: "Şaban ayı yarılandı mı artık oruç tutmayın."[338]

9- Üç aylarda oruç:

Bu konuda sahih bir şey yoktur. Özellikle Recep ayına has bir fazilete delil yoktur.

Haraşe Bin Hurr’den; Ömer r.a. Recep ayında oruç tutanları dövüyor ve diyordu ki; “Yeyiniz! Bu aya ancak cahiliyed ekiler tazim ederdi.”[339]

İbni Ömer r.a. Recep ayına tazim edenlerde n hoşlanmazdı.[340
Aşure gününde yapılan bidatler;
Sürme çekmek, musafaha yapmak, aşure yemeği pişirmek, sevinç gösterisi, gusül, kına yakmak, hüzün günü olarak değerlendirmek, o günü açlık ve susuzluk günü yapmak, ağıt yakmak, zincirler le dövünmek bütün bunlar aşure günü yapılan çirkin fiillerdi r. Ne peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’den, ne sahabeden, ne de tabiinden bu konuda gelen bir şey yoktur. “Kim aşure gününde ev halkına bolluk gösterirse Allah bütün sene ona bolluk verir” sözü ise Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem adına uydurulmuş bir yalandır.[341]

Ankara’da sapık bir takım Rıfai tarikatı mensupları aşure gününe kadar on gün boyunca akşamları toplanır, Kerbelayı yâd ederler, siyah elbiseler giyerler, su içmezler, matem ilan ederler. Bu sapıklıkları çıkaranlar, şeytanın adımlarını takip ederken, iyi bir iş yaptıklarını zannederl er. Sapmaktan ve saptırılmaktan Allah’a sığınırız.

“Kâfirler, beni bırakıp da kullarımı dostlar edinecekl erini mi sandılar? Biz cehennemi kâfirlere bir konak olarak hazırladık. De ki: Size, (yaptıkları) işler bakımından en çok ziyana uğrayanları bildireli m mi? (Bunlar;) iyi işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerd ir.”(Kehf 102-104
Muska takmak
Ukbe Bin Amir r.a.’den; “Birisi beyat ederken Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem ondaki muskayı kopardı ve buyurdu ki; “Kim muska asarsa şirk koşmuştur.”[342]

İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Rasululla h aleyhissa lâtu vesselâm'ı işittim, diyordu ki: "Rukyelerd e, temimeler de (muskalard a), tiveleler de (muhabbet muskası) bir nevi şirk vardır." Bunu işiten bir kadın atılarak, (İbnu Mes'ud'a): "Böyle söylemeyin, benim gözüm ağrıyordu. Falan yahudiye gittim geldim. O bana rukye yaptı. Ağrım kesildi" dedi. Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh tereddüt etmeden, "Bu (ağrı) şeytanın işiydi, o eliyle dürtüyordu, sana rukye yapılınca vazgeçti. Bu durumda sana Rasululla h aleyhissa lâtu vesselâm gibi, şöyle söylemem kâfidir: "İzhebi'l-bâs Rabbe'n-nâs eşfi ente'ş-Şâfi, Lâ şifâe illâ şifâuke, şifâen lâ yuğâdiru sakamen. (Ey insanların Rabbi, acıyı gider, şifa ver, sen Şafisin. Senin şifandan başka bir şifa yoktur, hiçbir hastalığı terketmey en bir şifa istiyorum .[343]

Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Rasululla h aleyhissa lâtu vesselâm'dan nüşre hakkında sorulmuştu: "O şeytan işidir!" buyurdu."[344] Nüşre; kendisine cin çarptığı zannedile n kimseye yapılan muskadır. (Hattabi ) Büyüyü büyü ile bozmak (nüşre) yasaktır. Lakin büyü Kur'an ile bozulabil ir.

Hasen (el Basri) dedi ki; " Nüşre (cin muskası) Sihirdir."[345]

İsa İbnu Hamza rahimehul lah anlatıyor: "Abdullah İbnu Ukeym radıyallahu anh'ın yanına girdim. Kendisind e kızıllık vardı. “temime (muska) takmıyor musun?" diye sordum. Bana şu cevabı verdi: "Bundan Allah'a sığınırım. Zira Rasululla h aleyhissa lâtu vesselâm şöyle buyurmuştu: "Kim bir şey takınırsa, ona havale edilir."[346]

Abdullah bin Ukeym Ebu Mabed el-Cuheni'den; İsa bin Abdurrahm an dedi ki; Abdullah bin Ukeym'in yanına girdik ve şöyle dedik; (O humre hastalığına yakalanmıştı.) Bu hastalığın geçmesi için (muska gibi) bir şey takmıyor musun?" Şöyle cevap verdi ; "Ölmek ondan iyidir. Zira Peygamber sav. Şöyle buyurdu ; "Kim (Muska gibi) bir şey takınırsa, o takındığı şeye bırakılır."[347]

El-Mugira bin Şube'den; Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Dağlama veya rukye yaptıran tevekkülden uzaklaşmıştır."[348]

Ukbe bin Amir (ra)'den; Rasululla h (sav) buyurdu ki; "Kim temime (nazarlık vb.) takıp asarsa, Allah ona (istediği şeyi) tamamlama sın! Kim de vedaa (nazardan korunmak için takılan deniz kabuğu ) asıp takarsa Allah onu amacına ulaştırmasın! "[349]

Haris bin Ebi Usame Müsnedinde Ebu Hadaş'dan rivayet ediyor ; "Bir kadın Peygamber (sav)'e geldi ve dedi ki; "Kocam bana karşı kaba davranıyor. Onu kendime bağlamak için (büyü gibi) birşey yapsam ne dersin ?" Buyurdu ki; "Öf öf öf! Göktekilere ve yeryüzündekilere eziyet verdin ve çamuru bulandırdın! " Sonra kadın oradan ayrılıp başını tıraş etti, siyahlar giyindi ve dağda yaşamaya başladı. Peygamber (sav)'in yanında ondan bahsedili nce buyurdu ki; "Onun tevbesini n kabul edilip edilmeyec eğini bilmiyoru m."[350
EBCEDCİLİK BİDATİ
Ebced hesabı, büyü ve tılsım yapımında istifade edilen, gelecekte n bazı haberler vermek için de kullanılan bir sihir dalıdır. İbni Abbas r.a.’den rivayet edilen hadiste buyrulur ki; “Yıldızlara bakan ve ebced harfleriy le uğraşan kimseleri n Allah katında hiçbir nasibi yoktur.”[351]

Yine İbni Abbas r.a.’ın rivayet ettiği merfu hadiste buyrulur ki; “Kim yıldızlardan bir ilim elde ederse, sihirden bir şube elde etmiştir.”[352]

Abbas r.a. der ki; “Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem ile beraber Medine’den çıktım. Sonra Medine’ye dönüp baktı ve buyurdu ki; “Eğer onları yıldızlar saptırmazsa, Allah bu ülkeyi şirkten temizler.”[353]

Cifr, ebced, cümmel vs. gibi adlar verilen rakam değerli harf sistemiyl e olayların zamanını, yerini, durumunu, sırrını keşfetmek için yapılan bu hurafecil ik işlemine “hurûfîlik” adını verebilir iz. Tarihte bu adla ünlenmiş bir ekol de bulunmakt adır. İran’lı Fazlullah Hurufî (ö. 1394) adlı bir şeyhin kurduğu bu tarikatta, görülmeyen güçleri harekete geçirmek ve tabiatüstü kuvvetler i kullanmak için birtakım harf, rakam ve şekillere özel anlamlar yüklenir.

İmam Şatıbi r.a. diyor ki; “Birçok insan Kur’an üzerindeki iddialarında sınırı aşmışlar ve ona tabiat ilimleri, matematik, mantık, ilm-i huruf gibi öncekilerin – sonrakile rin bütün ilimlerin i yüklemişlerdir. Bu iddia yanlıştır. Kaldı ki, sahabe, tabiun ve selefi Salihin, Kur’anı ve Kur’an ilimlerin i, Kur’anda bulunan esrarı en iyi bilen kimselerd i. Bununla birlikte onlardan hiç kimsenin bu iddia doğrultusunda söz ettiği bize gelmemiştir. Onlar, Kur’andan sadece tevhid delilleri, teklifi hükümler, ahiretle ilgili hükümler ve bunlarla ilgili konuların ispatına çalışmışlardır. Eğer onların bu iddia doğrultusunda çabaları olsaydı meselenin esasına delalet edecek şeyler mutlaka bize ulaşırdı. Böyle bir şey ulaşmadığına göre bu iddianın onlarda mevcut olmadığı anlaşılır. Bu da Kur’anda onların iddia ettiği gibi bütün ilimlerin esaslarının bulunmadığına bir delildir.

Evet, Kur’an bazı ilimleri içermektedir, ancak bunlar Arapların bildikler i ilimlerdi r. Yahut onların bildikler i ilimler üzerine kurulu olan ve akıl sahipleri nin taaccüp ettiği, işaretleri gösterilmedikçe yolları aydınlatılmadıkça üstün akıl sahipleri nin dahi kavrayama yacağı türdendir. Kur’anda bunların dışında başka bir şeyin bulunması noktasında ise cevap; hayır olacaktır.

İddia sahipleri muhtemele n kendileri ne şu ayetleri delil getirirle r; “Sana; her şeyi açıklayan, hidayet ve rahmet, müslümanlara da bir müjde olan kitabı indirdik.”(Nahl 89) “Biz, kitabta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.”(En’am 38)

Ayrıca onlar surelerin başında bulunan harfleri – ki bunlar Arapların yabancı oldukları şeylerdi – özellikle Ali r.a. olmak üzere seleften bazılarından nakledile n sözleri delil getirmekt edirler.

Delil olarak kullandıkları ayetlerde n maksat, müfessirlere göre yükümlülük ve Allah’a karşı kulluk icrasında gerekli olan hususlarl a ilgili şeylerdir. İkinci ayette ise levhi mahfuzdan bahsedili r…

Sure başlarındaki harflere gelince, alimler bunlar hakkında Arapların bilgisi bulunduğunu gerektire cek şekilde açıklamalar getirmişlerdir. Mesela bunlara siyer müelliflerine göre, Arapların ehli kitaptan öğrendikleri cümmel hesabı gibi yorumlar yapılmıştır. Yahut bunların Allah’tan başka kimsenin bilemeyec eği müteşabihattan olduğu söylenmiştir. Bunları Arapların hiç bilmediği şeklindeki yorumlara gelince, bu asla caiz değildir ve seleften hiç kimse böyle bir iddiada bulunmamıştır. Dolayısıyla iddiacıların elinde kendi davalarına delalet edecek hiçbir delilleri yoktur. Ali r.a.’den ve başkalarından nakledile n şeyler sabit değildir. Kur’anın gerektird iği şeylerin inkarı caiz olmadığı gibi, ona onun gerektirm ediği şeylerin nispeti de caiz değildir. Dolayısıyla onu anlamak için özellikle Araplara nispet edilen ilimlerle yetinmek gerekir.

Kur’andaki hükümlere ancak bu yolla ulaşılır. Kuranı anlamak için bundan başka yollar arayanlar, onu asla anlayamay acaklar, Allah ve Rasulüne kasdetmed ikleri anlamları nisbet edecekler, onlara söylemediklerini söyleteceklerdir.”[354]

Bazılarına göre sure başlarındaki bu harflerde n maksat, bu ümmetin ecelini belirleye n sayı remizleri dir.(cifir hesabı gibi) bu iddianın dikkate alınabilmesi için, Kur’an indiği sırada araplar’ın harflere belli sayılar yükleyerek tarih düşürme ya da zaman belirleme gibi bir usulü bildikler i sabit olmalıdır. Halbuki onların böyle bir şey bildikler i asla sabit değildir. Bunun aslı, siyer müelliflerinin dediği gibi Yahudiler e dayanmakt adır…

İlme intisap ettikleri ni, hatta eşyanın hakikatin e keşif yoluyla vakıf olduklarını söyleyen bazı kimseler, bu görüşleri Kur’an hakkında ileri sürdükleri iddialarına hüccet kabul etmişler ve bunlardan bir kısmını da Ali r.a.’a isnad etmişlerdir. Bunlar, sözü edilen yorumları, ilimlerin aslı, dünya ve ahiret hallerine mükaşefe yoluyla vakıf olabilmen in kaynağı sanmışlardır. Gariptir ki bu kimseler, bu konuda hiçbir şey bilmeyen ümmi arap halkına yönelik olan ilahi hitaptan Allah’ın muradının bunlar olduğunu iddia etmişlerdir. Haydi diyelim ki onlar, kısmen sure başlarında murad olsun, peki onların çeşitli şekillerde terkip edilmesi ve birbiri ile çarpılması yoluyla her hal ve durum üzerine delalet ettikleri ne, onların dört tabiata nispetine ve varlık âleminde etkin olduğuna, her mufassalın özü, her mevcudun unsuru olduğuna delil nerede? Onlar bu konuda çeşitli tertipler yapmaktadırlar ve onların hepsi de keşif ve gayba ıttıla esası üzerine dayandırılmaktadır. Keşif iddiası, şer’i konularda kesin olarak bir delil değildir. Kaldı ki şeriat dışında diğer hususlard a da delil sayılmamaktadır.”[355]

Örnek verecek olursak; bazıları kıyametin “ansızın” manasına gelen “بغتة” kelimesin in ebced değeri olan “1407” hicri yılında kopacağını söylemişler, fakat kıyamet bu tarihte kopmamıştır. Şayet insanlar ebced ve cifir hesabını delil kabul edip “Kur’an kıyametin 1407 yılında kopacağını belirtiyo r” diye iddia etselerdi, bu tarihte de kıyamet kopmayınca Kur’an yalanlans aydı kopacak fitne akla hayale gelmezdi.

Yine Muhyiddin Arabî “ج ف خ” geçtikten sonra mehdi çıkar demiş, bunun ebced değeri olan h.683 yılından beri mehdi çıkmamıştır. Şa’rani de mehdinin h.1255 yılı şaban ayında çıkacağını söylemiş, tarih aksini göstermiştir.

Cifir yoluyla haber verilen bazı şeylerin çıkmış olması, cifrin hak olduğunu göstermez. Çünkü bir kimse, olması muhtemel olan pek çok şeyi haber verirse, şüphesiz bunların bazısı doğru çıkar. Eğer cifir hak olsaydı, bu yolla verilen her haberin doğru çıkması gerekirdi .

Allah Teala buyurur ki; “Onlar, ancak zanna uyarlar ve yalnız yalan söyleyip dururlar. “(En’am 116)

“De ki: Rabbım, açığıyla, gizlisiyl e tüm hayâsızlıkları, günahı, Allah'a şirk koşmanızı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.”(A’raf 33)

“Hakkında bilgin olmadığı şey üzerinde durma. Çünkü kulak da, göz de, kalb de bütün bunlar ondan sorumludu rlar.”(İsra 36)

“Rabbından apaçık bir burhan üzerinde bulunan kimse; işlediği kötülükleri kendisine güzel gösterilen ve hevesleri ne uyanlar gibi midir?”(Muhammed 14)

“Şeytanların kime indiğini size bildireyi m mi? Onlar, 'gerçeği ters yüz eden,' günaha düşkün olan her yalancıya inerler.”(Şuara 221-222)

“Bununla beraber onların çoğu, sadece biz zan peşinde gider, ama zan gerçek adına hiçbir şey ifade etmez! Şüphesiz Allah onların ne yaptıklarını çok iyi biliyor.”(Yunus 36)

“Sana kitabı indiren O'dur. O'nun bazı ayetleri muhkemdir ki bunlar; kitabın anasıdır. Diğer bir kısmı da müteşabihlerdir. İşte kalblerin de eğrilik bulunanla r; fitne çıkarmak ve te'vile yeltenmek için müteşabih olanlara uyarlar. Hâlbuki onun gerçek te'vilini, ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar: Biz ona inandık, hepsi Rabbımızın katındadır, derler. Ancak akıl sahibleri düşünebilirler.”(Ali İmran 7)

“Acaba gaybın bilgisine sahiptir de o âlemin sırlarını mı görüyor?”(Necm 35)

“Hâlbuki onların bu hususta bilgileri yoktur. Onlar, sadece zanna uyarlar. Zan ise hiç şüphesiz gerçekten bir şey ifade etmez.”(Necm 28)

Hurafeci Tahrif Akımlarından Hurufîlik, Ebcedcili k, Cifircili k:
İnsanlık tarihinde tevhid akidesini bulandıran bir yığın hurâfe çeşidi olagelmiştir. Bunlar bazen ağaç, ırmak, inek, yıldız, güneş, ateş, yer, gök gibi müşahhas/somut varlıklar olabildiği gibi, bazen de peri, gulyabânî, dev, hortlak vs. gibi mücerret/soyut tasavvurl ar da olabilmek tedir. İnsanın, olmayan bir şeyi vehmetmes iyle, eşyada olmayan bir gücü onda varmış gibi hissetmes i arasında temelde bir fark yoktur. Bunların tümü birer “tahrif”tir, imanın tahrifi.. .

Somut birer varlık olan eşyada güç vehmetmek ten daha beter bir hurâfe olan soyut birer sembol olan harf ve rakamlard a birtakım sırlar ve manalar vehmetmek, insanoğlunun en eski hurâfelerinden biridir. Bu hurâfeler, kendisine inanan insanlard a gösterdiği etki sayesinde yaygınlaşmakta, bâtıl da olsa, insanın duyuları üzerindeki baskısı sonucunda gerçekleşen birtakım fizikî tezâhürler, “evhamlı” insanların hurâfelere inanmasına delil olmaktadır.

Din, her şeye gücü yeten bir varlığa (Allah); sihir ise, tabiattak i somut ya da soyut bir güce yönelmektir. Dinin bir cemaati, sihrin ise sadece müşterisi vardır. Dinde günah ve haram anlayışı varken, sihirde yoktur. Dinde açıklık ve anlaşılırlık, sihirde ise kapalılık ve gizem esastır. Dinde erdem, itaat ve bağlanma; sihirde ise menfaat vardır. Sihir, ilâhî otorite ve ahlâkî kuralların dışındadır. İddiası, tanrı(lar)ı zorlayara k bir şey yaptırmaktır. Sihirbaz, menfaati için her kutsalı kullanmak ta bir beis görmez.

Hurufîlik, tarihin en eski hurafe yöntemlerinden biridir. Harfler ve rakamlarl a insanların duyguları üzerinde baskı kurma, onları, tabiatüstü varlıkları harekete geçiren birer parola olarak kullanma işinin bir parçası olan rakam değerli harf sistemini (ebced, cifir), yahûdileşen İsrâiloğulları sistemati k bir biçimde kullanmışlardır.

Sihirbazlık ve yıldız falcılığı Tevrat’ta yasaklanm asına rağmen (bkz. Levililer, 19/26, 31; 20/27; Çıkış, 22/18; İşaya, 47/ 8-14) yahûdiler bu işi yapagelmişlerdir. Hatta Kabala adı verilen ve ebced hesabına çok benzeyen bir rakamsal sihir sistemi yahûdilere atfedilir . Kur’ân-ı Kerim, Hz. Süleyman’ın “peygamber” değil de; büyücü olduğunu iddia eden yahûdileri reddedere k sihrin ilk defa nasıl ortaya çıktığını Bakara suresi, 102. âyette bildirir.

Yahudiler, eski alışkanlıkları gereği hep gizemli şeylerin ardına düşüyorlar, tabiatta insanla uyum içerisinde yaşayan şeffaf güçleri, hasımlarının aleyhine kullanmanın yollarını arıyorlardı. Ayrıca “Ebû Câd hesabı” diye bilinip Türkçeye “ebced hesabı” olarak geçen rakam değerli harf sistemiyl e, gelecekte vuku bulacak birtakım olayları bilecekle rini iddia ediyorlar dı.

İslâm âlimleri, ebced sistemine hurafe olarak bakarlar. İbn Hacer bu sistemle varılan sonuçların batıl olduğunu, ona itimat etmenin câiz olmadığını söyler. İbn Abbas (r.a.)’ın da ebced hesabından insanları sakındırdığı ve onu sihrin bir çeşidi sayarak “bu hesabın şeriatta yeri yoktur” dediği aktarılır[356

 
samanpan Çevrimdışı

samanpan

.
Site Emektarı
RABITA BİDATİ
Ayet ve hadisleri n çoğunda rabıta, Allah ve Peygamber in düşmanlarına karşı silahlanm a, cihat için hazırlıklı olma, müslümanlarla kâfirlerin arasındaki hudut karakolla rında nöbet bekleme ve bu duygulara sıkı sıkıya bağlı olma demektir. Buna göre ayet ve hadislerd e kasdedile n anlamlard an mutasavvıfların uygulamasını destekley ecek en ufak bir işaret yoktur. Ayet ve hadislerd e dile getirilen cihad ruhunu meskenete çevirmekten başka bir şey yapmayan mutasavvıflar Kur'an ve hadislerd eki bu ribat kelimesin i çok yanlış bir alana çekmişlerdir. Hiçbir sahabi Resululla h'ı aracı kılarak rabıta yapmadığı gibi, hiçbir tabii de sahabe'yi aracı kılarak rabıta yapmamıştır.

Abdulhaki m Arvasi, Rabıta kitabında, mürşidi rabıta etmenin en eriştirici yol olduğunu(!) belirtirk en Ebu Bekr r.a.’ın helada bile Rasululla h’ı düşündüğünü, İmam Buhari’nin de bunu rivayet ettiğini söyleyerek delil getirir. Ancak bu ne sahihi Buhari’de ne de başka bir hadis kitabında geçmemektedir. Bu rivayet sabit olsaydı bile rabıtaya delil olmaz. Aksi halde Ebu Bekir r.a.’ın Allah’a ulaşmak için helada rabıta yaptığını mı söyleyecekler?

Rabıtanın bu şekildeki uygulaması, tarikatla rın Hicri yedinci yüzyıldan sonraki dönemlerde uydurdukl arı bir bid'attir. Hakka ulaşmak için mürşidi rabıta etmenin şart olduğunu iddia edenlere sormak lazım; Bu tarihten önce yaşamış olan ve dolayısıyla böyle bir rabıtanın ne olduğunu bilmeyen sahabe, tabiin, Salih zatlar batılda mı kalmışlardır?

Bazı sofiler, şeyhlerin müridleri sohbetle değil, himmet nazarı ile irşad ettiğini iddia ediyorlar . Bunu iddia eden kişinin şeyhinin, Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’den ve sahabeler den üstün olduğunu da söylemesi gerekir. Bu da imkânsızdır. Zira böyle bir irşat metodu olsaydı Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in müşriklerle cihad etmesine hiç gerek kalmaz, şirk üzere ölen iki amcasının hidayetin e de vesile olabilird i. Hidayet ancak Allah’tandır.
İÇİNDEKİLER
MUKADDİME.. 2

GİRİŞ: BİDATİN TARİFİ 3

Birinci Bölüm: 4

Bütün Bidatleri n Sapıklık Oluşu ve Bunlarda Hiçbir Güzellik Olamayacağının Delilleri: 4

İKİNCİ BÖLÜM: 17

BİDATLERİ TAKSİM EDENLERİN ŞÜPHELERİ 17

Birinci Şüphe; 17

İkinci Şüphe : 19

Cevap: 19

Üçüncü Şüphe: 21

Dördüncü Şüphe: 23

Cevap: 23

Beşinci Şüphe: 26

Altıncı Şüphe: 27

Yedinci Şüphe: 28

Sekizinci Şüphe: 29

Cevap: 29

Dokuzuncu Şüphe: 31

Onuncu Şüphe: 33

Cevap: 33

On Birinci Şüphe: 35

Cevab: 35

On İkinci Şüphe: 41

On Üçüncü Şüphe: 42

On Dördüncü Şüphe: 43

Bu Meselede Âlimlerin Görüşleri 45

TEMİZLİK HUSUSUNDA BİDATLER.. 49

EZAN HAKKINDAKİ BİDATLER.. 51

NAMAZ HAKKINDAKİ BİDATLER.. 53

Bayramlar la İlgili Bidatler 57

CENAZELER LE İLGİLİ BİDATLER.. 59

ÖLÜMDEN ÖNCEKİ BİD'ATLER.. 59

ÖLÜMDEN SONRA İŞLENEN BİD'ATLER.. 59

ÖLÜNÜN YIKANMASI NDA BİDATLER.. 61

KEFEN VE CENAZEYİ KABRE GÖTÜRMEKTE BİDATLER.. 61

CENAZE NAMAZI İLE İLGİLİ BİDATLER.. 64

DEFİN VE ONDAN SONRAKİ BİDATLER.. 65

TAZİYE VE ONA BAĞLI OLARAK YAPILAN DİĞER BİDATLER.. 66

KABİR ZİYARETİ İLE İLGİLİ BİDATLER.. 68

ALLAH’I ZİKRETME KONUSUNDA Kİ BİDATLER.. 77

Yahudiler in Zikir Şekli 82

Tasavvufçularda Zikrin Şekli Ve Sözleri 82

Rasululla h Nasıl Zikretmiştir?. 83

CEVŞEN, DELALİLU HAYRAT, HİZBUL BAHİR, KENZUL ARŞ GİBİ UYDURMALA RI VİRD EDİNME BİDATİ 90

Cevşen sahih değildir 91

RAKS, MUSİKİ VE SEMA BİDATİ 96

KUR’AN OKUMA HUSUSUNDA BİDATLER.. 118

BAZI GÜN VE GECELER HAKKINDAKİ BİDATLER.. 121

1) MEVLİT KANDİLİ: 122

2) REGAİP KANDİLİ: 124

3) Mİ'RAC KANDİLİ: 125

4) BERAAT KANDİLİ: 125

BERAAT KANDİLİNDE KILINAN NAMAZ. 126

BU NAMAZIN ÇIKIŞ TARİHİ: 127

Oruç tutmanın yasaklandığı günler; 128

Aşure gününde yapılan bidatler; 130

Muska takmak. 131

EBCEDCİLİK BİDATİ 133

Hurafeci Tahrif Akımlarından Hurufîlik, Ebcedcili k, Cifircili k: 135

RABITA BİDATİ 137

İÇİNDEKİLER.. 138





--------------------------------------------------------------------------------

[1] El-Havadis vel-Bid’a(s.40)

[2] El-İ’tisam(1/15) Ali el-Halebî İlmu Usulil Bid’a(23)

[3] Suleym bin Iyd el-Hilalî el-Bid’a ve Eseruhus Seyyie(s.7)

[4] İbni Kesir Tefsiri(2/19)

[5] Lalkaî es-Sünne(1/96) Mervezî es-Sunne(s.28) İbni Vaddah el-Bid’a(s.43) Darimi(mukaddime 205) El-Hilalî el-Bid’a(s.23)

[6] Buhari(7282)

[7] Şatıbi el-İtisam(1/147)

[8] El-Hilali el-Bid’a(s.13)

[9] Müslim

[10] Taberani(1647) isnadı sahihtir.

[11] Elbani Sahihu Süneni İbni Mace(1/32)

[12] Buhari, Müslim

[13] Müslim

[14] Şatıbi el-İtisam(1/64)

[15] El-Hilali el-Bid’a(s.16)

[16] Beyhaki Medhal, Ali el-Halebi İlmu Usulil Bid’a(s.40)

[17] Buhari(2697) Müslim(1718)

[18] Müslim

[19] Müslim(iman 80)

[20] İ’lamul Muvakkiin(1/344)

[21] Mecmuul Fetava(31/35)

[22] İbni Kesir Tefsiri(4/401)

[23] Ali el-Halebi İlmu Usulil Bid’a(s.70-73)

[24] Elbani Sahihu Ebu Davud(1/53) İbni Hacer Telhisul Habir(1/160)

[25] Buhari ve Müslim.

[26] Buhari ve Müslim

[27] Tirmizi(2738) Hakim(4/265) isnadı hasendir.

[28] Gazalî el-Menhul(s.374) Mahalli Cemul Cevami(2/395) Ali el-Halebi İlmu Usulil Bid’a(s.70-73)

[29] Hasendir. Elbani Zılalul Cenne(1/13)

[30] Lalkaî Şerhu Usuli İtikad(1/96)

[31] Mecmuul Fetava(1/189)

[32] Ebu Nuaym Hilye(8/95) İlmu Usulil Bida(s.61)

[33] Elbani Sahihu Süneni Nesai(2/384)

[34] Buhârî(Nikah 1) Müslim(1401) Nesâî(6/60)

[35] Buhari, Müslim, Tirmizi ve Ahmed

[36] Darimi(1/68) Taberani bunu hasen bir isnad ile rivayet etmiştir. Bkz.: Taberâni(9/125) Mecmau'z-Zevâ'id, (1/181). Hadisin merfû kısmı için bkz. Müslim(1/663); İbn Mâce(1/59); Ahmed b. Hanbel(1/380, 404)

[37] Halebi İlmu Usulil Bid’a(s.244) Hilali el-Bida(s.15) Ebu Şame el-Bais(s.63)

[38] İsnadı ceyyiddir . Darimi(1/116) Abdurrezz ak(3/52) Beyhaki(2/466) Hatib el Fakih(1/147)

[39] İbni Abdilberr Cami(s.559) Şatıbi Muvafakat(4/18)

[40] El-Elbani el-İrva(2/236)

[41] Hatib el-Fakih(1/148) Ebu Nuaym Hilye(6/326) Beyhaki Medhal(236) İbni Batta el-İbane(98) Halebi İlmu Usulil bida(s.72)

[42] Müslim ve Nesai

[43] Ahmed(4/126, 127) Ebu Davud(4607) Tirmizi(2815, 2816) İbni Mace(42,44) İbni Ebi Asım Es Sünne(1/29-30) İbni Hibban(1/104) İbni Abdilberr Cami(2/222, 224) Hakim(1/65, 96, 97) Taberani(18/537-602, 617, 625) Beyhaki(10/114) Cem’ül Fevaid(127) Darimi(95) Tahavi Müşkil(1/85-87) Tayalisi(2615-16) Suyuti el-Emru bil-İttiba(s.34) Elbani Sahihu Ebu Davud(3/119) Sahihtir.

[44] Buhari ve Müslim

[45] Müslim

[46] Lalkai(126) İbni Batta(205) Beyhaki Medhal(191) İbni Nasr es-Sunne(70) isnadı sahihtir; Ali el-Halebi İlmu Usulil Bida(s.92)

[47] Darimi(1/61) Lalkai(1/77) Fethul Bari(13/253) sahihtir; İlmu Usulil Bida(s.226)

[48] Abdulkayy um es-Suheybanî el-Lum’a Fir Reddi Ala Musiniyil Bid’a(49-51) Şatıbi el-İtisam(1/187-188)

[49] Müslim(831) Ebu Davud(3192) Tirmizi(1030) Nesâi(1/275, 26)

[50] Buhârî(3935) Müslim(685) Muvatta(1/146) Ebu Dâvud(1198) Nesâî(1/225).

[51] Elbani Sahihu Ebu Davud(1/46)

[52] Müslim

[53] Taberi(1/80) Kurtubi(1/39)

[54] Sülasiyatu Müsnedil İmam Ahmed(2/276)

[55] Muvatta(1/205) Kurtubi(1/39)

[56] İbni Teymiyye Mukaddime tun Fi Usulit Tefsir(s.8-9)

[57] El-Muvafakat(3/72)

[58] El-Muvafakat(3/77)

[59] Sarimul Menkî Fir Reddi Ales Subkî(s.318)

[60] Es-Savaikul Mürsele Alel Cehmiye vel Muattıla muhtasarı(2/128)

[61] Ebu Davud(538) isnadı hasendir.

[62] Et-Tartuşi el-Havadis vel Bid'a(s.149)

[63] Tirmizi(2738) Hakim(4/265) isnadı hasendir.

[64] Lalkai Şerhu Usuli İtikadi Ehlis Sunne vel-Cemaa(1/174) Beyhaki Medhal(233) Acurri Şeriat(2/673-674) İsnadı sahihtir.

[65] Ali el-Halebî İlmu Usulil Bid'a(s.137-145)

[66] Şeyh Hamud et-Tuveycirî er-Reddul Kavî Aler Rıfaî vel Mechul ve ibni Alevi ve Beyanu Ahtanihim Fil Mevlidin Nebevî(16-17)

[67] Müslim(1017)

[68] Bu, Darimi’nin lafzıdır (1/141); Müslim’de ise, daha uzun olarak gelmiştir.

[69] İbn Useymin, el-İbdâ’ fi Kemâli’ş-Şer’i ve Hataru’l-İbtidâ(s.19)

[70]Bkz. İbn Useymin, el-İbdâ’(s.20)

[71] Sünen İbn Mâce(209) Elbânî bu hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Suheybani el-Lum'a(s.18)

[72] Buhari(335)

[73] Şâtıbî, İ’tisâm(1/236)

[74] Ahmed, Müsned(1/379)

[75]İbn Kayyim, el-Furûsiyye(s.167)

[76] el-Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ(2/245)

[77] Nasbu’r-Râye(4/133)

[78] es-Silsiletu’l-ehadisi’d-Daîfe(2/17)

[79] el-Müstedrek(3/78) (el-Hâkim, hadisin isnadının sahih olduğunu söylemiş, ez-Zehebi de buna muvafakat etmiştir).

[80] Bkz(3/78)

[81] el-İzz b. Abdusselâm, Fetâvâ(s.42, no: 9)

[82] Taberi Tefsiri(13/26-27)

[83] Kurtubi(16/206)

[84] İktizaus Sıratil Mustakim(s.274-275)

[85] Buhari(2010)

[86] İ’lâmu’l-Muvakkıîn(2/282)

[87] İ’lâmu’l-Muvakkıîn(2/282)

[88] Tabakatu’l-Henâbile(2/15) İbâne(1/260)

[89] Buharî(1129)

[90] Bkz. Lisanu’l-Arab(6/8)

[91] İ’tisâm(1/250)

[92] İktidâu’s-Sırâti’l-Mustakîm(s. 276)

[93] Tefsir İbn Kesir(2/117)

[94] Bkz. Câmi’u’l-Ulûm ve’l-Hikem(s.28)

[95] Tefsîru’l-Menâr(9/660) (Ali Hasan’ın Usulu’l-Bida’ adlı kitabından nakledilm iştir, s.95).

[96] Buhari ve Müslim.

[97] Müslim

[98] El-Bid’a ve Eseruhas Seyyie Fil Ümme(s.55-60)

[99] Ali el-Halebi İlmu Usulil Bid’a(Haşiye s.232)

[100] Ali el-Halebî İlmu Usulil Bid’a(s.34-36)

[101] Ahmed, Müsned(4/105)

[102] Bkz. Tehzîb’l-Kemâl(33/108)

[103] İbn Hacer, et-Takrîb(7974)

[104] İbn Hacer,Tarifu ehli’t-Takdis(s.121)

[105] Usdu’l-Ğabe(4/340) Siyeru A’lami’n-Nübela(3/453) el-İsabe(3/453)

[106] İbn Hacer, Fethul Bari(13/254)

[107] Usame Kassas İşrakatuş Şir’a Fil Hukmi Ala Taksimil Bid’a(s.40)

[108] Buhari(1/310)

[109] Kurtubi(18/100)

[110] Şafii el-Ümm(1/173) el-Elbani Ecvibetun Nafia(9-12)

[111] İktizaus Siratil Mustakim(2/594)

[112] Tahrici daha önce geçti.

[113] Hilyetu’l-Evliya(9/113)

[114] el-Beyhakî, Menakıbu’ş-Şafiî(1/469) Ebu Şâme, el-Bâis(s.94)

[115] Suleym Bin Iyd el-Hilali el-Bid’a(s.63-66) Ali el-Halebi İlmu Usulil Bid’a(s.121)

[116] Fetâva’s-Subkî(1/138) Şöyle demiştir: Bu ibareyi Mücahid, İbn Abbas’tan, Malik de her ikisinden almış, böylece ifade Malik’ten meşhur olmuştur

[117] Bkz. Cami’u’l-Ulûm ve’l-Hikem(s. 28)

[118] İbnu’l-Cevzî, Sifatu’s-Safve(2/256)

[119] Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ(10/34)

[120] Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ(10/34)

[121] Hilyetu’l-Evliyâ(9/107) Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ(10/33)

[122] Tevâli’t-Te’sis(s. 108)

[123] Kavâidu’l-Ahkâm(2/173)

[124] el-İ’tisâm(1/246)

[125] Müslim(iman 80)

[126] Buhari

[127] Elbani Sahihu İbn Mace(1/94)

[128] İsmail Ensari el-Kavlul Fasl Fi Hukmil İhtifal(s.156)

[129] Hatib Tarih(10/46) İbn Abdilberr Camiu Beyanil İlm(1/72) Elbani Sahiha(5/40)

[130] Bkz.: İbnul Muni Huvari Maal Maliki(s.104)

[131] Bu konuda bkz.: el-İtisam(1/263)

[132] Tuveyciri; erReddul Kavi Aler Rifai velMechul vebni Alevi(s.115)

[133] Elbani Sahihu Süneni Ebi Davud(1/133)

[134] Seyyid Şankıti el-Mukiza Mines Sunne Alel Eb’deti Hasene(s.64)

[135] Bkz.: Huvaru Maal Maliki(s.105)

[136] el-İ’tisâm(1/246)

[137] es-Sübkî, Tabakat u’ş-Şâfiiyye(8/210)

[138] Fetavâ İzz b. Abdisselâm(s. 46, no 15)

[139] Age(s.47)

[140] Muhtemele n bununla sabah namazındaki kunut duasını kastetmiştir, zira Şafiî mezhebine mensuptu. Şafiî’ler bunun meşru olduğunu söylerler. Yoksa Hz. Peygamber (s.a.s.)’e vitir namazının kunut duasında salât etmek meşru bir uygulamadır. Zira Hz. Ömer’in hilafeti zamanında Ubeyy b. Ka’b teravih namazı kıldırırken bunu yapmıştır. İbn Huzeyme bunu Sahihinde 1100 no’lu hadiste tahriç etmiştir. Bunun için ayrıca Elbanî’nin Sifatu Salâti’n-Nebî adlı kitabına bkz.(s. 160)

[141] Fetava’l-İzz(s. 47)

[142] el-Elbanî, Sifatu Salâti’n-Nebî(s. 161)

[143] Mücâseletün İlmiyye Beyne’l-İmâmeyni’l-Celîleyn, el-İzz b. Abdisselâm ve’bni’s-Salâh(s.31)

[144] el-İ’tisâm(1/187)

[145] el-İ’tisâm(1/187)

[146] el-İ’tisâm(1/188)

[147] Ahmed b. Hacer Âl-Butâmî, Tahzîru’l-Müslimîn ani’l-İbtidâi fi’d-Dîn(s. 75)

[148] Age(s.76)

[149] Mecmu’u’l-Fetâvâ(17/129)

[150] Bkz. Suleym el-Hilali Der’ul İrtiyab risalesi

[151] Bkz.: Tuveyciri er-Reddul Kavi(s.126)

[152] Bursevi Ferahur Ruh(1/16) Ruhul Beyan(3/255,5/439) Kitabun Netice(1/55) İbni Arabi Futuhat(2/322,399)

[153] El-İbriz(s.54-55)

[154] Ferahur Ruh(2/237)

[155] Ferahur Ruh(2/236)

[156] Kasımi Kavaidutt ahdis(s.183)

[157] Hatib Tarih(10/248) Kuşeyri(s.25)

[158] Heytemi Fetava(s.300) Yusuf Bin Yakub Tenbihul Gabi Fi Rüyetin Nebi(s.16)

[159] bkz.: Fethul Bari(12/385) Mubarekfu ri Mukaddime(s.308) Suyuti Tenvirul Halek(El Havi içerisinde)

[160] Futuhat(3/50)

[161] Malik(s.993) Buhari(8/4,5) Muslim(s.1379) Ebu Davud(2976) Nesai(7/137)

[162] Buhari(5/2122) Muslim(4/2322) Ebu Avane(5/100) İbni Hibban(12/182) İbni Hazm Muhalla(9/282) Darekutni(4/252) Mervezi es Sunne(s.58) Bezzar(1/281) Ebu Davud(3669) Beyhaki(6/245)

[163] İbni Hacer el Askalanî Fethul Bari(12/384)

[164] Münavi Feyzul Kadir(6/129) Şeyh Alauddin Şerhu Fetavayı Nevevi(s.342) Kastalani Mevahibu Leduniye(1/734) bkz. Karafi Furuk(4/244) el Aşkar Efalir Rasul(2/144)

[165] Zehebi Siyeri A’lamin Nubela(17/37-38)’da der ki; “Bu hikayeyi sırf garip karşıladığım için yazdım. İsnadı da kopuktur.”

[166] Şeyhul İslam İbni Teymiye Mecmuul Fetava(3/333)

[167] bkz.; İbni Hacer el İsabe(1/513)

[168] El-Bidaye ven Nihaye(12/196)

[169] İbnul Cevzî el Kussas vel Muzekkiri n(s156)

[170] Fethul Bari(12/385)

[171] Kastalani Mevahibul Leduniye(1/733)

[172] Aliyul Kari Cem’ul Vesail(2/238)

[173] Muslim(15/24) Buhari(6197) Ahmed(1/400,2/232,342,411,463,472) İbni Mace(3901)

[174] Şatıbi Muvafakat(2/267-70) Heytemi Fetava(s.322) Cürcani Tarifat(s.34) İbni Hacer Fethul Bari(12/338) Kesteli Haşiye(s.45,108) İbnül Esir Nihaye(4/282)

[175] Tenbihul Muğterrin(s.25)

[176] Ayni Umdetul Kari(20/18) Nablusi Ta’tirul Enam(s.663) Bkz.: Buhari(6/2567)

[177] Müslim(hacc 239)

[178] Nablusi Ta’tirul Enam(s.663)

[179] Nevevi el-Minhac Bişerhi Sahihi Müslim Bin Haccac(15/25) Suyuti Dibac(5/286) Nablusi Ta’tirul Enam(s.663) Feyzul Kadir(6/131)

[180] Ayni Umdetul Kari(1/295) Kastalani(10/133) Feyzül Kadir(6/121) Nakşul Füsus(s.122) İsmail Hakkı Çetin İnsan ve Vazifesi(s.46)

[181] Bkz.: İmam Malik Mudevvene(1/13) Bağdadi İrşadus Salik(s.
cool.gif
Tecridul İhtiyarati İbn Teymiye(s.6) Hukmun Necaseti Demil Ademî(passim)

[182] Bkz. Fetaval Lecnetid Daime(3/353) Fetaval İslamiye(1/381)

[183] Buhari(Fethul Bari-2/251) Muslim(Nevevi-2/302)

[184] Buhari(1/236) Müslim(2/118)

[185] El-Kavlul Mübin(s.176) Fetaval Lecnetid Daime(6/66)

[186] Müslim(2/66)

[187] Bu konuda bkz.: Şeyh Ali Mahfuz el-İbda(s.172-174) İbn Abidin Haşiye(1/390) Ali el-Kari Mirkatul Mefatih(2/349) İbn Hacer Fethul Bari(2/232) İbnul Hac el-Medhal(2/255) İbn Hacer el-Mekkî Fetaval Kübra el-Fıkhiye(1/131) Seyyid Sabık Fıkhus Sunne(1/122) İbn Baz Fetava(1/240) Şukayri es-Sunen vel-Mubtediat(s.234)

[188] Bu konuda bkz.: İbn Cevzi Telbis(s.137) Fethul Bari(2/232) Kasımi Islahul Mesacid(s.133) Fıkhus Sunne(1/121)

[189] Cemaleddi n Kasımi Islahul Mesacid(s.105)

[190] Muvatta(1/90) Sahihu Süneni Ebu Davud(1/247) el-İstizkar(4/161)

[191] Bkz.: İbn Cevzi Telbisu İblis(s.182)

[192] Abdurrazz ak(1852) Taberani(13059) Tahavi(4/128) Serahsi Mebsut(1/138) Sahiha(42)

[193] Bkz.: Zadul Mead(1/201) Telbisu İblis(s.183)

[194] Bkz.: Mekasıdul Mükellefin(s.24-30) Karafi ez-Zehira(1/240) Karafi el-Ümniyye Fi İdrakin Niyye(s.17) İbn Teymiyye Mecmuul Fetava(22/236) İbn Kayyım Bedaiul Fevaid(3/192) Şirazi el-Muhezzeb(3/276) Suyuti el-Eşbah ven Nezair(s.76) Ahmed Şuveyki et-Tavdih(1/233)

[195] Bkz.: Husamuddi n Affane el-İttiba La İbtida(s.245-247)

[196] Bkz.: Husameddi n Affane el-İttiba(s.124) İbn Teymiye Mecmuul Fetava(22/519) Ali Mahfuz el-İbda(s.283) Zadul Mead(1/257) Nevevi el-Ezkar(s.58)

[197] Affane(s.129) Fethul Bari(13/294) Mirkatul Mefatih(8/458) Mucemul Menahi(s.206) İz Bin Abdissela m Fetava(s.389) Mecmuul Fetava(23/339) İbn Abidin(6/381) İbnul Hac el-Medhal(2/223)

[198] Beyhaki(2/212) Elbani es-Sahiha(2/146) Mervezi el-Vitr(s.236) Eczaul Hadisiye(s.83) İz Bin Abdissela m Fetava(s.392) Mecmuul Fetava(22/519)

[199] Cem’ul Fevaid İhtisaru Islahul Mesacid(s.11) bkz.: Fethul Bari(2/232) el-İbda(s.168) el-Medhal(2/424) İbn Hacer el-Mekkî Fetava(1/129-131)

[200] İhtiyaratu’l-İlmiyye 48. İmam Nevevi de bunun bir bid’at olduğunu söylemiştir. Bkz: Ravdatu’t-Talibin 2/32.

[201] Ecvibetu’n-Nafia (69); Sunen ve’l-Mubtediat (56).

[202] Medhal 2/271; es-Sunen ve’l-Mubtediat 57.

[203] El-Bahru’r-Raik 2/156; Reddu’l-Muhtar 1/606.

[204] El-Bais ala İnkari’l-Bidai ve’l-Havadis 84.

[205] Haşiyetu İbn Abidin 1/759; İslahu’l-Mesacid 48.

[206] Müslim(874) Ebu Dâvud(1104) Tirmizî(515) Nesâî(3/108).

[207] Şerhu’n-Nevevi ala Sahih Müslim 6/162. Ebu Şâme ve Suyuti bu amelin eski bir bid’at olduğunu söyler. El-Bais ala İnkari’l-Bidai ve’l-Havadis 84; el-Emru bi’l-Maruf ve’n-Nehyu ani’l-İbtida 25/b.

- İbn Abidin de bunun kerahiyet i tahrim babından olduğunu belirtir. Haşiye 1/769.

- Cuma günü hutbe esnasında elini kaldıran ilk hatib Ubeydulla h b. Ma’merdir.

- Hatibin dua esnasında ellerini kaldırması yasaklığı yalnız hutbeye hastır. Bunu genelleme k doğru değildir. Çünkü genelde elleri kaldırmanın meşruiyyeti hususunda bir çok sahih hadis gelmiştir. Bk: Fethu’l-Bari 11/143.

- Geçen Ammar hadisi mutlak manada değildir. Çünkü Cuma günü hutbe de yamur duası yapılırken ellerin dua için kaldırılması sünnettir. Buhari de 2/214, 933 gelen hadiste Nebi (sallallah u aleyhi ve sellem) Cuma günü hutbedeyk en yağmur duası yapmış ve ellerini kaldırmıştır.

[208] Haşiyetu İbn Abidin (1/768).

[209] Tirmizi(3095) İbn Cerir, Tefsir 1/81. Hadis yolları ve şahidleriyle birlikte hasen derecesin dedir.

[210] et-Tahkikatu’l-Ulâ, s. 46

[211] Husamuddi n Affane el-İttiba(s.247) Turtuşi el-Havadis vel-Bid’a(s.150) İbnTeymiye İktizaus Sıratil Mustakim(s.180) Suyuti el-Emru Bil İttiba ven Nehyu Anil İbtida(s.144)

[212] Beyhaki(9/234)

[213] Müslüman beldeleri ndeki bu tür bayramlar gerçekten çoktur ve sayılmasıda güçtür. Bazı sayımlarda Hindistan daki müslümanların her yıl 144 tane bayramı olduğu ortaya çıkmıştır!!!

[214] Buhari (945) (989) (1364); Müslim (884).

1 Bk. Şiaya ait kitablard an Miftahu'l-Kerame (I, 408)

1 Daha önce değindiğimiz kaynak (I, 153)'de şianın bu hususta icma ettiğini nakletmek tedir. Halbuki bu kendisine işaret edilmiş bulunan hadis ile çatışmaktadır.

2 Derim ki: Ancak nadir bazı hallerde olabilir. Mesela ölüde bir hastalık bulunması gibi. Bu takdirde eğer ölüden bir şeyler çıkıp, bunların kefeni kirletece klerinden ya da necis edecekler inden korkulması gibi nadir bazı haller müstesnadır.

3 Miftahu'l-Kerame (I, 509)'da belirtild iği üzere bu imamiyeni n benimsediği görüştür.

4 Bunu Şeyh Ali el-Kari, Şerhu'l-Fıkhi'l-Ekber (s. 91)'de nakletmiş ve: "Şüphesiz ki bu batıldır" sözleriyle bunu reddetmiştir. Bunun batıl olduğu hususunda daha da açık diğer görüş şöyle demektedi r: Şüphesiz kabir azabı kâfirin üzerinden cuma günü ve ramazan ayı boyunca Peygamber (s.a)'ın hürmetine kabir azabı kaldırılır. Yine bunu Şeyh Aliyyu'l-Kari nakletmiş ve aynı şekilde reddetmiştir.

1 bu kabilden bazı hususlar zayıf birtakım hadislerd e rivayet edilmiştir. Buradakin e en yakın hadis Cabir (r.a)'ın rivayet ettiği şu hadistir: "Ölülerinizin kefenleri ni güzel yapınız. Çünkü onlar kabirleri nde kefenleri yle birbirler ine karşı öğünürler ve kefenleri yle birbirler ini ziyaret ederler." Hadisi Deylemi rivayet etmiştir. Senedinde tanımadığım birtakım raviler vardır. Yine buna yakın başka iki hadis daha vardır. Bunları İbnu'l-Cevzi, el-Mevduat adlı eserinde zikretmiş, Suyuti ise ilmi bakımdan pek faydası olmayan birtakım cevablar (el-Leani, II, 234) vermiştir. Karşılaştırmak için Silsiletu'l-Ahadiysi's-Sahiha, 1425 ve daha önce bu hususta geçen bilgilere bakınız.

2 Miftahu'l-Kerame, I, 455-456'da belirtild iği üzere imamiyye bu kanaatted ir.

3 Bazıları bu işi zekat develeri üzerine "lillah: Allah için" yazılmasına kıyasen bunu yapmışlardır. Ancak et-Teratibu'l-İdariyye (I, 440)'da onun verdiği isimle el-Muhtar ala Reddi'l-Muhtar'dan naklen bu görüşü reddetmek tedir. Ancak bu şekilde isimlendi rme bir hata ya da bir yanılmadır. Çünkü eserin doğru adı Reddu'l-Muhtar ale'd-Durri'l-Muhtar'dır. Belirtile n husus ise Reddu'l-Muhtar'ın 1. cildinde yer almaktadır. (I, 847-848)

4 Bazı fakihler buna: "Her kim bir cenazeyi kırk adım taşıyacak olursa, onun kırk tane büyük günahı bağışlanır." hadisini delil göstermişlerdir. Bunu el-Bahru'r-Raik (II, 207-208)'de Bedaiu's-Sanai'den nakletmek tedir. Haşiye (İbn Abidin)'de (I, 833) belirtild iği üzere Şerhu'l-Minye'de: "Bunu Ebu Bekir en-Neccad rivayet etmiştir" denilmekt edir. Bu şekilde biri diğerinden hadisi naklederk en hadisin durumuna herhangi bir işarette bulunulma maktadır. Bu hadis sahih değildir. Çünkü senedinde Ali b. Ebi Sare adındaki ravi vardır ve bu zayıf bir ravidir. Böyle bir hadis ayrıca ez-Zehebi'nin de belirttiği üzere münker kabul edilmiştir. Bundan dolayı bizler bu hadisi el-Camiu's-Sağir'de yer alan mevzu hadisler arasında zikrettik . Bununla birlikte hadis böyle bir bid'atin yapılabileceğine delil de değildir. Buna dikkat gerekir.

5 Daha sonra Katade'den şu rivayeti zikretmek tedir: Ben aralarında Ebu's-Sevvar'ın da bulunduğu bir cenazede bulundum. -es-Sevvar'ın asıl adı Hureys b. Hassan el-Adevi'dir- Tabutu taşımak üzere izdiham oldu. Ebu's-Sevvar şöyle dedi: Ne dersiniz bunlar mı daha faziletli dir, yoksa Muhammed'in ashabı. Onlardan herhangi birisi cenazeyi taşıyacak bir yer görürse taşır, değilse bir kenarda durur kimseye eziyet vermezdi.

6 Şerhu Şir'ati'l-İslam (s. 665)'de müstehab olduğunu belirtmek tedir.

7 Bunu Miftahu'l-Kerame (I, 469-471)'de müstehab olduğunu açıkça ifade etmektedi r.

8 Bu hadis Şerhu'ş-Şir'a (s. 665)'de zikredilm iştir. Baştarafı şöyle olan bir hadisin devamıdır: "Ölüm bir korkutucu hadisedir . Cenazeyi gördüğünüz vakit ayağa kalkıp şöyle deyiniz.. ." deyip bu sözleri zikretmek tedir. Ben hadisi bu şekilde bu bütünlük ile bilmiyoru m. Hadisin baş tarafı Müsned(III,317); Beyhaki (IV, 26)'da Cabir'in rivayet ettiği bir hadis olarak yer almaktadır. Ravileri sikadırlar. Cenaze dolayısıyla ayağa kalkmaya dair emir veren hadisler çoktur. Bu hadisler daha önce ilgili yerde açıklandığı üzere neshedilm iş ise de bunlarda burada kaydedile n fazlalık bulunmama ktadır. İşte bu, bu fazlalığın münker olduğuna delalet etmektedi r.

1 Bu imamiyye kitablarından Miftahu'l-Kerame (I, 483)'de belirtild iği üzere diğer müslümanlardan ayrı olarak özel bir şekilde imamiyye'nin yaptıkları uygulamal ar arasındadır.

1 Miftahu'l-Kerame (I, 497)'de böyle iddia etmektedi r.

2 Miftahu'l-Kerame (I, 499)'de belirtild iği üzere bu İmamiye'nin bir görüşüdür. Onlar sanki bu suretle Peygamber (s.a) efendimiz in avuç içleriyle toprak attığı şekilde sünnete muhalefet etmek istemiş gibidirle r. Bk. Mesele 103

3 Bunu ve bundan önceki Şerhu'ş-Şir'a, s. 568'de müstehab kabul etmiştir. Ancak bunun sonradan ortaya konulduğunun delilleri nden birisi de Azrail'in adının anılmasıdır. Halbuki daha önce dikkat çektiğimiz üzere sünnette bu isim kesinlikl e zikredilm emiştir.

4 Bu İbn Ömer'in naklettiği bir hadiste merfu olarak zikredilm iş ise de Heysemi (III, 45)'de bunun zayıf olduğunu belirtmiştir. Ondan mevkuf olarak da rivayet edilmiş olmakla birlikte oldukça zayıftır. 122. meselede açıklandığı üzere

5, 6 Bu her iki uygulamad a İmamiye mezhebini n görüşlerindendir. Miftahu'l-Kerame (I, 500, 507)'de belirtild iği üzere.

1,2 Şerhu'ş-Şir'a (s. 562, 563 ve başka eserlerde bu iki duanın yapılmasını güzel kabul etmiştir. Birinci dua Peygamber (s.a)'ın Muaz b. Cebel'i oğlu dolayısıyla taziye ederken söylediği sözler olduğu rivayet edilmiştir. Fakat bu uydurma hadistir. Diğeri de ? (a.s)'ın Peygamber efendimiz in vefatı dolayısıyla ehl-i beytini taziye ederken söylediği sözler olduğu rivayet edilmiştir. Bu da zayıf bir rivayetti r. Şafiî bunu Müsned'inde (1820) rivayet etmiş olup, İbn Kesir, Tarih'inde (I, 332) zayıf olduğunu belirtmek tedir. Bunların birincisi ne daha önce 112. mesele ile ilgili notta dikkat çekilmiş bulunmakt adır.

3 Garib hususlard an birisi de şudur: Bu bid'ati kendisind en naklettiğim kitab olan Şerhu'ş-Şir'a (s. 568) de şöyle denilmekt edir: "Sünnet olan ölünün velisinin ... tasaddukt a bulunmasıdır" demektedi r. Fakat bunun sünnette kesinlikl e bir aslı yoktur. Bu sözüyle meşayıhın sünnetini kastetmiş olma ihtimali vardır. Nitekim şarihlerden birisinin: Namaza başlandığı vakit niyeti lafzan söylemek sünnettendir şeklinde şarihlerden birisinin kullandığı bu ifadeyi haşiye yazanlard an birisi böyle açıklamıştır.

4 Şunları da söylemektedir: "Kim bin defa kulhuvall ahu ahad suresini okursa, nefsini cehennemd en satın almış (kurtarmış) olur." Hadisi ise uydurmadır.

1 Bu hususu Şerhu'ş-Şir'a (s. 570) müellifi şu sözleriyle kaydetmek tedir: "Ziyarette sünnet olan önce abdest almakla başlayıp, herbir rekatte.. . okuyacağı iki rekat namaz kılar." Oysa bunun sünnetle hiçbir alakası yoktur. Aksine sünnette önceden de geçtiği üzere bu şekilde kabirleri n yanında namaz kılmak kastı ile gitmenin haram kılınması sözkonusudur. Az önce kaydettiğimiz nota da bakabilir siniz.

2 Elbani der ki; "Kim kabristan a girip de Yasin suresini okursa Allah onların (yüklerini) hafifleti r ve o kabirlerd e bulunanla r sayısınca o kimselere hasenat yazılır." diye rivayet edilen hadisin sünnet kitablarının hiçbirisinde herhangi bir aslı esası yoktur. Suyutî bunu Şerhu's-Sudur(s.130)'da kaydettik ten sonra hadisin kaynaklarına "el-Hallal'ın arkadaşı Abdu'l-Aziz kendi senediyle Enes'den rivayet etmiştir" sözlerinden daha fazla bir şey söylememiştir. Daha sonra bu hadisin senedine vakıf oldum. el-Ahadiysu'd-Daife, 1246'da tahkik ettiğim üzere bu senedin elle tutulur hiçbir tarafının bulunmadığını gördüm.

3 Bu hadisi Birgivi, Ahvalu Atfali'l-Müslimin(s. 229)'de zikretmek te ve şöyle demektedi r: "Haberde nakledild iğine göre: Kim bir mü'minin kabrini ziyaret eder ve Allah'ım... Senden isterim diyecek olursa, Allah sura üfleneceği günde üzerinden azabı kaldırır." Bu batıl bir hadis olup, sünnet kitablarının hiçbirisinde bunun aslı astarı yoktur. Birgivi merhumun muhaddisl erden herhangi bir kimseye bunu isnad etmeksizi n bu hadisi nakletmey i nasıl caiz gördüğünü bilemiyor um. Çünkü bu hadiste yine ona göre az önce belirtile n eserinde kaydettiği üzere (s. 352) bid'at haram ve tahrimen mekruh kabilinde n olan tevessül de sözkonusu edilmekte dir.

4 Bu bid'ati kabul edenlerin birisi de eş-Şir'a'nin şarihi (s.757)'dir. Bunlar bunu Cabir b. Süleym'in rivayet ettiği şu hadise dayanırlar: Rasûlullah (s.a) ile karşılaştım. Ona aleyke's-selam dedim. O aleyke's-selam, ölüye verilen selam şeklidir... diye buyurdu. Hadisi Ebu Davud(II,179), Tirmizi(II,120), Hakim (IV, 186), Hakim hadisin sahih olduğunu belirtmiş, Zehebi de bu hususta ona muvafakat etmiştir. Hadis dedikleri gibidir. Hattabi de şöyle demektedi r:

"Peygamber efendimiz in bu sözü söylemesi ölülere selam vermek hususunda onların -cahiliye dönemindeki arabları kastediyo r- görülegelen gelenekle rine işaret etmektedi r. Çünkü onlar duadan önce ölenin ismini söylüyorlardı. Aynı zamanda bu şiirlerinde de geçen bir ifadedir. Şairin şu beyitinde olduğu gibi:

"Sana olsun Allah'ın selamı ey Kays b. Asım

Ve rahmeti de her rahmet etmek istediğinde."

Ancak sünnet canlılara ve ölülere selam vermek bakımından farklılık arzetmez." Bu açıklamayı İbnu'l-Kayyim, Tehzib-u Sünen-i Ebi Davud adlı eserinde Ali el-Kari de el-Mirkat (II, 406, 479) adlı eserinde desteklem işlerdir. Oraya bakınız.

5 Şerhu'ş-Şir'a (s. 568)'de bunu müstehab görmüş. Ancak sünnette bunun herhangi bir aslı astarı yoktur. Aksine sünnette buna muhalif olan husus vardır. 125. meseleye bakınız.

7 Şeyhu'l-İslam, el-İhtiyarat (181)'de şunları söylemektedir: "Kabirleri ve meşedleri sadece kendisine hacı denilsin diye ziyaret eden bir kimse kâfir ve sapık hacıların ayağına vurulan bukağı gibi bir bukağı vurularak tazir edilir ve her kim bu gibi yerleri ziyaret etmeye hac adını verir yahutta bunların özel birtakım ziyaret ibadetler inin olduğunu kabul ederse, şüphesiz ki o sapık ve saptırıcıdır. Beytullahın haccının özelliklerinden olan herhangi bir şeyi hiçbir kimse bu gibi yerlerde yapma hakkına sahip değildir.

8 İbn Abidin (I, 839)'de bunun mekruh olduğunu söylemektedir ki bu da tahrimen mekruh demektir.

9 Gazali, el-İhya, (I, 244)'de bunu kabul etmeyerek şöyle demiştir: "Şüphesiz ki bu hristiyan ve yahudiler in adetidir."

10 İğasetu'l-Lehfan (I, 218) ve başka yerlerde şöyle demektedi r: "İmam Şafiî'nin, Ebu Hanife'nin kabri yanında dua etmek üzere gittiğine dair nakledile n hikaye açıkça yalandır." Şeyhu'l-İslam fetvalarında (IV, 310-311, 318) şunları söylemektedir: "Dımaşk camiinin doğu tarafında Hud (a.s)'ın kabri olduğu söylenen yerde -ki ilim adamlarının kabul ettikleri oranın Muaviye b. Ebi Süfyan'ın kabri olduğudur- yahut ta Yahya b. Zekeriya'nın başının altında bulunduğu ahşabın yakınında namaz kılmaya çalışmak ve dua etmek de buna yakındır.

11 Malik bunu mekruh görerek şöyle demiştir: "Bu ümmetin ilklerini n ve önce gelenleri nin bu işleri yaptıklarına dair bana bir haber ulaşmış değildir. Böyle bir hareket ancak bir yolculukt an gelen yahutta Medine dışından Mescid-i Nebevi'ye gelen kimseler için müstesna mekruhtur . Kadı Iyad da bunu böylece nakletmiştir.

13 İbnu's-Salah'dan şöyle dediği nakledilm ektedir: "Kabr-i şerifin etrafında dolaşmak (onu tavaf etmek) caiz değildir."

15 Üzücü hususlard an birisi de bu bid'at ile bundan sonraki bid'ati İbnu'l-Hac (I, 259, 264)'e ait Kitabu'l-Medhal'de nakletmiş idim. O bunları şeriatte haklarında nass bulunan hususlard anmış gibi teslimiye tle kabul etmiş bir şekilde zikretmek tedir. Bu kabilden onun pekçok örnek gösterilecek hususları vardır. Bunların bazılarının ondan olduğuna dair işarette bulunmaksızın geçmiş bulunmakt adır.. Bundan çokça hayret etmemizin sebebi onun bu kitabının tek tek bid'atleri zikretmek hususunda önemli ve büyük bir kaynak oluşundan dolayıdır. fakat onun da bu husustaki bilgisind e başkasını taklid ettiğini ve büyük ölçüde sufilerin yolundan ve saçmalıklarından etkilendiğini öğrenince bu hayret ortadan kalkar ve İmam Malik'in söylediği şu sözün doğruluğuna olan kesin inancımız daha da artar: "Bizden sözleri arasında reddolunm adık hiçbir kimse yoktur. Şu kabrin sahibi müstesna." Allah'ın salât ve selamı ona.

16 Şeyhu'l-İslam, er-Raddu ale'l-Bekri (s. 31)'de şunları söylemektedir: "Kimileri Rasûlullah'ın yahutta şeyhin -sözkonusu etmeden dahi- günahlarını ve ihtiyaçlarını bildiğini, günahlarını bağışlamaya, ihtiyaçlarını karşılamaya muktedir olduğunu, Allah'ın muktedir olduğu şeylere kadir olduğunu, Allah'ın bildikler ini bildiğini zanneder. Bu gibi kimseleri ben bizzat gördüm ve bunu kendileri nden dinledim. Onlardan kimileri de şeyhtir, müftüdür, hakimdir, müderristir." Yardımcımız Allah'tır. La havle ve la kuvvete illa billah.

[215] Kadı Iyaz Tertibul Medarik(2/54)

[216] İbni Teymiye Ubudiyet(s.110-112)

[217] Müslim(234)

[218] Ahmed Davudoğlu Sahihu Müslim Şerhi(2/26)

[219] İbni Ebi Şeybe(2/231) Kurtubi(4/310)

[220] Zayıftır. Ahmed(4/124) Hakim(1/679) Taberani Müsnedi Şamiyyin(2/157-8) Tergib(2/268) Taberani Mucemi Kebir(7/289) Bezzar(7/157,8/407) Mecmauz Zevaid(1/19,10/81) Kandehlev i Fezailiz Zikr(s.97/6) Hayatus Sahabe(4/38) İbni Receb Hanbeli Camiul Ulum vel Hikem(s398) Seyyid Ahmed Rıfai El Bürhanul Müeyyed(s.58) Leknevi Sibaha(s.57) İsnadında bulunan İsmail Bin Iyaş’ın rivayeti, bazılarına göre sadece Şamlılardan rivayet ettiğinde makbuldür. Hicazlılardan ve ıraklılardan rivayetle rinde yanlışları çoktur. Bununla birlikte imam Buhari yine de onunla delil getirilem eyeceğini söyler. İbni Hibban onun hüccet olmadığını, çok hata yaptığını, Ali Bin Medini ile Nesai de; zayıf olduğunu, Ahmed; hadisleri nin muzdarip olduğunu söyler.(bkz. Zehebi Men Tekelleme Fiyh(38) Mizanul İtidal(1/401) el Muğni(697) Cerh ve Tadil(2/191) İbnül Cevzi Duafa(1/118) İbni Iyaş, bu hadisi Raşid Bin Davud’dan rivayet etmiştir ki o da Şamlıdır. Ancak Raşid bin Davud hakkında Buhari; “Şüpheli”, Darekutni; “zayıftır, onunla delil getirilem ez” der. (Zehebi Mizan(3/55) Kaşif(1/388) Tehzibul Kemal(9/7) Tehzibut Tehzib(3/195) el Muğni(2066)

[221] Darimi(206) Taberani bunu hasen bir isnad ile rivayet etmiştir. Bkz.: Taberâni(9/125) Mecmau'z-Zevâ'id, (1/181). Hadisin merfû kısmı için bkz. Müslim(1/663); İbn Mâce(1/59); Ahmed b. Hanbel(1/380, 404)

[222] Ebu Nuaym Hilye(3/167-168) el-İtisam(1/306)

[223] Abdurrazz ak Tefsir(2/172) bkz.: Said Bin Mansur Tefsir(no:94)

[224] Ebu Ubeyd Fadailul Kur’an(s.112) Şatıbi el-İtisam(1/306)

[225] İbni Ebi Şeybe(7/189) Kurtubi(1/10)

[226] Mecmauz Zevaid(10/80) Taberani ve Bezzar İbni Mesud r.a.’den rivayet etmiş olup, ricali güvenilirdir.

[227] Leknevi Sibahatul Fikr(s.37)

[228] Buhari(Cihad ve siyer,131, megazi,38, deavat 50,67, kader 7, tevhid,9) Müslim(zikir 44-2704) Tirmizi(5/457) Ebu Davud(2/182) Nesai Amelül Yevme vel Leyle(s.364) Tuhfetul Eşraf(6/426)

[229] Kastalani İrşadus Sari(5/135)

[230] Leknevi Sibaha(s.38)

[231] Müslim(4/2074) Beyhaki Şuab(2/262)

[232] Sahihtir. Darimi(1/113) İbni Ebi Şeybe(6/156,7/135) Beyhaki Şuab(1/448,2/357) ed-Dubbî Kitabud Dua(s.279) Hatib Muvazzahu Evham(2/533-34) İbni Receb Cami(s.344)

[233] Sahihtir, Müslim(zikr 27) Ahmed, Tirmizi(3379) ve Nesai(adabul kudat 17) tahric etti.

[234] Müslim(1455) İbni Mace(225)

[235] Şatıbi el İ’tisam(1/294-298)

[236] Acurri Kitabul Erbain(s.37 bizim tercememi z.)

[237] Müslim(1066)

[238] Haruriler; Kufe’den iki mil uzakta Haravra denilen yere nispet edildiler . Ali r.a.’a muhalefet için toplanan ilk hariciler dir.

[239] Rasululla h Sallallah u aleyhi ve sellem’in onların işleri hakkında verdiği haberi tasdiktir .

[240] Bu, isyancı gruplar hakkındaki hükümdür; kadınlarına ve çocuklarına dokunulma z, malları paylaşılmaz, yaralıları öldürülmez, kaçanları takip edilmez ve onlar savaşa başlamadıkça savaş başlatılmaz.

[241] Buna Bera Bin Azib r.a. rivayeti şahittir. Buhari(5/303,304-Fethul Bari) Müslim(12/134-137-Nevevi Şerhi) Enes r.a.’den; Müslim(12/138-139)

[242]Ebu Nuaym Hilye’de(1/317) sahihtir. Tahrici için bkz.: Munazarat us Selef(s.95)

[243] Âcurrî eş Şeriat(s.58)

[244] R.N.Külliyatı, II,1738 (Emirdağ Lâhikası I).

[245] İslam Ansiklope disi Cevşen bölümünde güzel mülahazalar vardır. Konuyu daha derin araştırmak isteyenle re tavsiye olunur. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklope disi, c: 7, s: 462-4

[246] İslam Tarihi Mustafa Asım Köksal, c. 3, s. 172

[247] a.g.e., c. 3, s. 233

[248] İşaratı Gaybiye ve Ayniye, Yazan M. Ali Nebioğlu, 1964, Ankara

[249] İlkadım dergisi'nin internet sitesinde n.

[250] Şia'nın dua kitaplarından el Kummî'nin Mefatihul Cinan adlı eserinde, el Kef'ami'nin Beledul Emin adlı eserinden naklen kopuk bir isnad ile zikredilm iştir.

[251] Ebu Nuaym Hilye(8/95)

[252] Taberani Mucemul Kebir(1647)

[253] Şatıbi el-İtisam(1/64)

[254] Tirmizi(2738) Hakim(4/265) isnadı hasendir.

[255] sahihtir. Ebu Davud(96,1480) Deylemi(3440) Ahmed(1/172) İbni Hibban(15/166) Hakim(1/267) Beyhaki(1/196) Abd Bin Humeyd Müsned(1/180) Hüseyni El Beyan Vet Tarif(2/181) Tuhfetul Ahvezi(1/157) Neylul Evtar(1/215) Tayalisi(1/28) Feyzul Kadir(4775) İbni Mace(3864) Kenz(3295) benzerini; Cem’ül Fevaid’de(9252) Rudani nakleder.

[256] Buhâri, Daavât 7, 9; Tevhid 34; Müslim(2710) Tirmizi(3391) Ebu Dâvud(5046, 5047, 5048).

[257] Şeyhulislam el Ensari el İ’lam vel İhtimam(s.490 v.d.)

[258] El İ’lam vel İhtimam(s.492-493)

[259] İbni Ebi Şeybe(3/322); Gunder – Şu’be – Eba İshak – Amr Bin Rabia isnadı ile.

[260] el Hallal ;Emri Bil Maruf(s.29) benzerini İbni Ebi Şeybe(3/322); Yahya Bin Said – Süfyan – Mansur – İbrahim senediyle rivayet eder.

[261] Sahihtir. Buhari(10/51-Fethul Bari) İbn Hibban Sahih’inde (8/265 no:6719) Taberani, el-Mucemu’l-Kebir(3/319 no:3417) Taberani, Müsnedu’ş-Şamiyyin(1/334,588) Beyhaki, Sünen(10/221) İbni Hacer Tağliku’t-Talik(5/17-19) İbn Asakir, Tarih-u Dımaşk(18/156) İbn Mace(4020) İbn Ebi Şeybe(8/107 no:3810) Ahmed(5/342) el-Mehamili, el-Emali(101/61) İbnu’l-Arabi, Mucem(vr.182/a) Silsiletu’l-Ahadisi’s-Sahiha(1887) İbnu’s-Salah Mukaddime tu Ulumi’l-Hadis(s.72)

[262] hasendir. Ahmed(5/257,268) Deylemi(1608) Telbisu İblis(336) Zebidi İthaf(6/472) Tuveyciri Faslul Hitab(45)

[263] sahihtir. Bezzar(1/377,NO: 795, Keşfu’l-Estar) Ebu Bekr eş-Şafii er-Rubaiyyat’da(2/22/a ez-Zahiriye kütüphanesinde el yazma) Ziya el-Makdisi, el-Ehadisu’l-Muhtare(6/188, no: 2200-2201) el-Münziri’nin Tergib(4/177)’de belirttiği üzere ravileri sikadırlar. El-Heysemi de Mecmauz Zevaid(3/13)’de ona tabi olmuştur. Fakat Şebid b. Bişr hakkında ihtilaf vardır. Bundan dolayı hafız (İbn Hacer) onun hakkında “Muhtasaru Zevaidi’l-Bezzar(1/349)”da şunları söylemektedir: “Şebid’in sika bir ravi olduğu söylenmiştir.” Et-Takrib’de de şöyle demektedi r: “Doğru sözlü birisidir . (Bazen) hata da ettiği olur” demektedi r. Derim ki: O halde sened hasendir. Hatta bundan sonraki senet dolayısıyla da sahihtir. Bu hususta İsa b. Tahman, Enes’den diye ona mutabaat da etmiştir.

[264] Buhari Edebul Müfred(784) Beyhaki Şuab(5102)

[265] Ahmed sahih isnad ile; Mecmauz Zevaid(8/130) Cemül Fevaid(8015)

[266] Tuveyciri der ki; sahihtir. Ahmed ve Tarihinde Buhari rivayet ettiler. Faslul Hitab(s.37)

[267] Hakim(4/40) Beyhaki(4/69) Şuabu’l-İman(7/241) İbn Ebi’d-Dünya, Zemmu’l-Melahi(vr.159/1-Zahiriyye kütüphanesi) el-Acurri Tahrimu’n-Nert(201, 63) Beğavi, Şerhu’s-Sünne(5/430-431) Tayalisi(1683) İbn Sad, Tabakat(1/138) İbn Ebi Şeybe(3/393) Abd bin Humeyd, el Muntehab(1044) Zeylai Nasbu’r-Raye(4/84) İbnu’l-Kayyim, el-İğase(1/254) Heysemi, Mecmau’z-Zevaid (3/17)

[268] Ebu Davud(3696) Beyhaki(10/221) Ahmed(1/274), Ahmed el-Eşribe(193) Ebu Ya’la(2729) İbni Hibban(5341) Ebu’l-Hasen et-Tusi, el-Erbain(vr.13/a zahiriyye) Taberani(12/101/a-b, 12598 ve 12599)

[269] sahihtir. Ebu Davud(3685) Tahavi, Şerhu Meani’l-Asar(2/325) Beyhaki(10/221-222) Ahmed(2/158,170) Eşribe (207) Yakub el-Fesevi, el-Marife(2/519) İbn Abdi’l-Berr, et-Temhid(5/167) el-Mizzi, et-Tehzib(31/45-46) Taberani, el-Mucemu’l-Kebir(13/51-52, 127) Abdu’r-Rahman b. Abdullah b. Abdi’l-Hakem Futuh-u Mısır(s. 273) İbn Ebi Şeybe(8/197)

[270] Tirmizi(2213); İbn Ebi’d-Dünya, Zemhu’l-Melahi (vr. 1/b); Ebu Amr ed-Dani, es-Sunenu’l-Varide fi’l-Fiten(vr. 39/a ve 40/b), İbnu’n-Neccar, Zeylu Tarih-i Bağdad(18/252) İbn Ebi Şeybe(15/164) İbn Asakir Tarih-u Dımeşk(12/582) ed-Dulabi, el-Kuna(1/52) Taberani el-Evsat(6901) Hakim (4/515), Beyhaki, Şuabu’l-İman (5/16); Ahmed (5/329) Asbahani, et-Terğib (1/498-499) Tayalisi (155, 1137) Ebu Nuaym, el-Hilye (6/295)

[271] Taberani el-Mucemu’l-Kebir (VIII, 7749, 7805, 7825, 7855, 7861, 7862) es-Sahiha(2922)

[272] Beyhaki (X, 222)

1 Enes’den gelen rivayet yoluyla hadis Buhari ve Müslim tarafından rivayet edilmiştir. Bu hadisin yer aldığı kaynaklar el-Ehadiysu’s-Sahiha, 383’de ve Ğayetu’l-Meram 78’de gösterilmiştir.

[273] Bu hadisi Buhari rivayet etmiş olup, kaynakları Silsiletu’l-Ahadisu’s-Sahiha (2851)’de gösterilmiştir.

[274] Bu da yine Silsiletu’l-Ahadisi’s-Sahiha(447)’de kaynakları gösterilmiş bir hadistir. Aişe (r.anha) validemiz de böyle demiştir: “Sen hasen olanı alıp kabul et, çirkin olanı bırak.

[275] Hadisi Hakim (III, 291); Abdu’r-Rezzak (XI, 6, 19742)’de rivayet ettikleri gibi Abdu’r-Rezzak’ın rivayet yoluyla Taberani el-Mucemu’l-Kebir (II, 12, 1178)’de ondan Ebu Nuaym, el-Hilye (I, 353)’de rivayet etmişlerdir. Hakim: “Buhari ve Müslim’in şartına göre sahihtir” demiş. Bu hususta Zehebi ona muvafakat etmiştir.

[276] Bunu Abdu’r-Rezzak (19739)’da onun yoluyla Beyhaki (I, 224)’de rivayet etmiştir. Senedi Buhari ve Müslim’in şartına göre sahihtir.

[277] Bunu Abdu’r-Rezzak (19741) –muhtasar olarak- rivayet etmiştir. Beyhaki (X, 230)’de –anlatım ona ait- rivayet etmiştir. Senedi Buhari ve Müslim’in şartına göre sahihtir.

3 Bk. İbn Matula, el-İkmal, VII, 276

[278] Hadisi Beyhaki (X, 224)’de ceyyid bir isnad ile rivayet etmiş ve şunları söylemiştir: “Nasb: Arapların şarkı türlerinden bir çeşittir. Fida diye bilinen türe benzer bu açıklamayı Ebu Ubeyd el-Herevi yapmıştır.” Kamus’ta da şöyle denilmekt edir: “Arapların nasbı: Fidadan daha yumuşak şarkı türlerinden birisidir .”

[279] Hadisi Beyhaki (X, 223-224) rivayet etmiştir. Buhari de el-Edebu’l-Müfred(1247)’de muhtasar olarak hasen bir senedle ya da hasen derecesin e gelmesi ihtimali olan bir senedle rivayet etmiştir. Sahihu’l-Edebi’l-Müfred (no: 945) Hafız İbn Receb ise Nüzhetu’l-Esma(s. 55)’da sahih olduğunu belirtmek tedir.

6 Hasen bir hadis olup, kaynakları el-İrva (1995) ile Adabu’z-Zifaf (s. 181)’de gösterilmiştir.

7 Derim ki: İmam Şatıbi bu kabilden şiir ihtiva eden bir başka kıssa daha zikretmek te ve sonra (I, 270) şunları söylemektedir: “Bu ve buna benzer hususlar onların yaptıkları işler idi. Bununla birlikte onlar sadece nefisleri gayrete getirmekl e mücerred şiir ile vazetmekl e yetinmedi ler. Aksine onlar kendileri ne her türlü öğüdü verdiler. Şiirleri hatırlamak için şarkıcıları huzura getirmezl erdi. Çünkü bu onların istedikle ri bir şey değildi. Ayrıca günümüzde uygulanan şarkılardan herhangi bir şeyi de bilmiyorl ardı. Bu İslama onlardan sonra acemler müslümanlara karışınca girdi.” İmam caiz olan fıtri şarkı ile mustala ve yasak şarkı arasındaki farka işaret etmektedi r ki men olunan da budur.

[280] Hadisi Buhari (Fethu’l-Bari, 3182); Müslim (V, 175-176)’da rivayet etmişlerdir. Anlatım Müslim’e aittir. Ahmed (III, 486)’da rivayet etmiştir. Müslim ve Ahmed’in Sehl’den naklettik leri ifade de şöyle denilmekt edir: “Ey insanlar! Kendi görüşlerinizi itham ediniz...” şeklindedir. Bu rivayeti Said b. Mansur (III, 2, 374), İbn Ebi Şeybe (XV, 299)’da rivayet etmişlerdir.

[281] Bu hadisi Müslim ve başkaları rivayet etmiş olup, el-İrva (V, 299)’da kaynakları gösterilmiştir.

[282] Hadisi Ahmed (I, 270) ve başkaları sahih bir senetle rivayet etmişlerdir.

1 el-Gazali, İhya-u Ulumi’d-Din, II, 273

2 Eğer hadisin zayıf senedi tek başına hadisin sabit olduğunu ifade etmiyor ise yollarının toplamı da onun sabit olduğunu ifade etmez diyenleri n sözleri de buna benzer. Bazı yıkıcı ve cahilleri n söyledikleri gibi.

3 İbn Asakir, III, 330-331, İbn Ebi’d-Dünya’nın rivayet yoluyla

7 Hasen bir hadis olup, kaynakları el-İrva(1589) ile Silsiletu’l-Ahadisi’s-Sahiha (3207)’de gösterilmiştir.

8 Hadisi Müslim, Temim ed-Dari (r.a)’dan rivayet etmiş olup, kaynakları el-İrva (26) ile Ğayetu’l-Meram, 332)’de gösterilmiştir.

10 Bugün anka kuşu gibi sadece adı duyulan Allah’ın hududlarını uygulayan hakim ve yönetici tarafından kastetmek tedir.

11 Hadisin kaynakları el-İrva (VIII, 218, 2591)’de gösterilmiştir. Orada “güneşte” ifadesini n Buhari’de yer almadığı da açıklanmıştır. Hadis sahihtir.

12 Bu kişi Süfyan es-Sevri’dir. Bunu İbnu’l-Cad müsnedinde (II, 748, 1885) rivayet etmiştir.

13 Nesai, İbn Huzeyme, Sahih’inde sahih bir isnad ile rivayet etmiş olup, İbn Teymiye birkaç yerde sahih olduğunu belirtmiştir. Hutbetu’l-Hace(s. 37)

14 Bk. İbn Kesir, Tefsir, (III, 306); İğasetu’l-Lehfan, (I, 244-245)

15 el-Hallal, el-Emr bi’l-Maruf (s. 36); Ebu Nuaym, el-Hilye, (IX, 146)’da, ondan İbnu’l-Cevzi (s. 244-249) rivayet etmiş olup senedi sahihtir. İbnu’l-Kayyim, İğasetu’l-Lehfan (I, 229) bunun Şafii’den mütevatir olarak nakledild iğini belirtmek te, sonra da “et-Tağbir” lafzını metinde zikrettiğimiz şekilde açıklamaktadır.

16 Yine bunu el-Hallal ondan gelen çeşitli rivayetle rle zikretmiştir. Fazlalık: Mes’eletu’s-Sema (s. 124)’dandır.

17 Adı Ahmed b. Yahya b. İshak er-Ravendi’dir. Ünlü zındıktır. Hafız Lisanu’l-Mizan’da şunları söylemektedir: “Önceleri mutezile kelamcılarından idi. Sonra zındıklaştı ve inkarcılıkla meşhur oldu. İslama dil uzatan pekçok kitap yazdı. Merhum Şeyh bu kitapta (el-Mizan’ı kastediyo r) tercümesini zikretmem ekle güzel bir iş yapmıştır. Benim zikredişimin sebebi ise ona lanet etmek içindir. Allah’ın lanetine 298 yılında gitti.

18 Adı Muhammed b. Muhammed b. Tarhan et-Türki’dir. Şezeratu’z-Zeheb (II, 350-354)’de genişçe bir biyografi si vardır. Şeyhu’l-İslam’ın işaret ettiği hikaye orada zikredilm ektedir. Sanki bir efsaneye benziyor. Gazali ve başkaları onun kafir olduğunu söylemiştir. 339 yılında öldü.

19 Bu hususta bir uyarıda bulunmamız gerekir. Çağdaş bazı kimseler şeytanın insana gerçek manada dokunup, zarar verdiği inancını insanın bedenine girip, onu sar’aya düşürmesini kabul etmeyerek kimileri bu hususta bazı eserler de telif etmiştir. İnsanlara karşı gerçekleri uyandırmışlar, daha önce sözü edilen ve sahih hadisleri zayıf kabul eden şahıs yine büyüklenmesini sürdürerek el-Ustura (efsane) adını taşıyan kitabında –adeti üzere- bu hususta gelen sahih hadisleri n zayıf olduğunu ileri sürmüş, kendisi ve başkaları mutezilen in tevilleri ne meyletmiştir. Başkaları bu hususta aşırıya giderek bu sahih akideyi istismara yöneldiler ve onun hakikatin i değiştirecek şekilde başka hususları ona kattılar ve bu yolla onu inkar edenlere yardımcı oldular. Bunu etraflarında insanları toplamak için bir yol edindiler . Güya kendi iddialarıyla göğüslerindeki cinleri çıkarmak için böyle yaptılar. Bunu insanların mallarını batıl yollarla yemek için meslek edindiler . Nihayet kimileri büyük zenginler den oldu. Hak ise bu işi batıla sürükleyen bu gibi kimseler ile diğer inkarcılar arasında kaybolup gitmekted ir. Bkz. Silsiletu’l-Ahadisi’s-Sahiha(2918)

20 Hadis Sahih-i Müslim’dedir. bkz.: Nakd-u Nufusin Hadisiyet in (s. 36)

21 Hadisin aslını İmam Buhari Sahih’inde (5011), Müslim, Sahih’inde (597) rivayet etmişlerdir. Fakat hadiste bu olayın başından cereyan ettiği şahıs olan –Useyd-in adı zikredilm emektedir . Fakat Hafız İbn Hacer, Fethu’l-Bari’de (IX, 57): “Bunun Useyd b. Hudayl olduğu söylenmiştir” demektedi r. İbn Kesir, Tefsir’inde, (III, 115) bunu kat’i bir ifade ile söylemektedir. Muhtemeld ir ki o bu hususta el-Hatib el-Bağdadi’nin el-Esmau’l-Mübheme(s. 4)’deki açıklamalarına dayanmakt adır. Bütün bunlar ise ihtimale mebnidir. Bu şekilde tayini kesin olarak yapabilme ye elverişli ortada kat’i bir nass bulunmama ktadır.

22 Bu Şafii fukahasının büyüklerindendir. Zehebi ondan Siyer-u Alami’n-Nubela (XVII, 668)’de şöylece nitelendi rmektedir : “İmam, büyük ilim adamı, Şeyhu’l-İslam... aklı sağlam, kavrayışı yerinde olduğu halde 450 h. Yılında 102 yaşında iken vefat etti. Allah’ın rahmeti üzerine olsun).

23 İbnu’l-Kayyim, Mes’eletu’s-Sema (s. 262). Bu Risaletu’t-Taberi (s. 32)’de bulunan bilgileri n bir özetidir.

24 Kurtuba’da, Malikiler in en ileri gelen ilim adamı idi. Zehebi (XVIIII, 490)’da şunları söylemektedir: “İmam, büyük ilim adamı, uyulan önder, zahid... 520 yılında vefat etti.”

25 Fakih el-Heysemi, Keffu’r-Rua an İstinai Alati’s-Sema, s. 50, ez-Zevacir ile; Kurtubi, (XI, 237-238)

26 Ünlü Ahmed b. Ahmed el-Ensari el-Kurtubi olup, el-Cami li Ahkami’l-Kur’an’ın müellifidir. 671 yılında vefat etmiştir. Birinci satırı el-Cami’de buna yakın ifadelerd e (XIV, 54)’de yer almaktadır.

27 Allame Alûsi, Ruhu’l-Meani (XI, 70)

28 İmam, büyük ilim adamı Şeyhu’l-İslam Takıyu’d-Din, ünlü Mukaddime tu Ulumi’l-Hadis’in müellifi, Zehebi, Siyer-u Alami’n-Nubela’da şunları söylemektedir: “Çağında tefsir, hadis ve fıkıhta... fazilet sahibi kimselerd en birisi idi. 643 yılında vefat etti.”

29 Bk. Fetava, İbni’s-Salah (300-301), Dr. Kalaci’nin tahkiki. İbnu’l-Kayyim ondan İğasetu’l-Lehfan (I, 228)’de bundan daha geniş bir bölüm iktibas etmiştir. Onun iktibasında bunun bir bölümü de yer almaktadır.

32 Bu herhangi bir kimse tarafından bilinmeme si sözkonusu olmayacak kadar meşhur bir kimsedir. 751 yılında vefat etmiştir.

34 Büyük ilim adamı Ebu’l-Fadl Şihabu’d-Din es-Seyyid Mahmud el-Alûsi Bağdat müftüsü olup, pekçok eseri vardır. En meşhurları ve büyükleri Ruhu’l-Meani adını taşıyan bu tefsiridi r. 1270 yılında vefat etmiştir.

35 Silsiletu’l-Ahadisi’s-Sahiha, 1803

[283] Buhari(Tevhid 52) Ebu Davud(1468) Nesâî(2/179,180) İbnu Mâce(1342) Darimi(3504) Hakim(1/575) Beyhaki Şuab(2/386) Tayalisi(s.100) Ahmed(4/283) İbni Ebi Şeybe(2/251) Buhari Halku Efalil İbad(250) Yakub Bin Şeybe Marife(3/177) Beyhaki(10/229) Muhammed Bin Nasr Kıyamul Leyl(95) Ebu Ubeyd Fadailul Kur’an(34/a) İbni Hibban(Mevarid-661) Mecmauz Zevaid(1/171)

[284] Buhari(tevhid 44) Ebu Davud(vitr 20) Darimi(1498) Ahmed(1/172) Hakim(1/569)

[285] Buhari(6/107) Müslim(1/545) Darimi(1496)

[286] Darimi(1499, 3491) Beyhaki Şuab(2/529) Tahavi Müşkilül Asar(2/130) İbni Kesir Fezailul Kur’an(s.103 v.d.) Nevevi Tıbyan(s.78) Ahmed Davudoğlu Sahihi Müslim Şerhi(4/347) Kurtubi(1/10) Et Tizkar(s.123)

[287] Darimi(1496)

[288] bkz.:İbni Kesir Fezailul Kur’an(s.108)

[289] İbni Kesir Fezailul Kuran(s.113) Kurtubi(1/16) et Tizkar(s.129) İbni Kudame el Muğni(1/459)

[290] sahihtir. Taberani Mucemul Kebir(3/211,18/34-37,51) Taberani Mucemul Evsat(1/212,2/106) Abdurrazz ak(2/488) Hakim(3/501) İbni Ebi Şeybe(7/329) Haris Bin Ebi Üsame Müsned(2/640) Ahmed(3/494,6/22) Beyhaki Şuab(2/541) Deylemi(2328) Buhari Tarihul Kebir(7/80) Bezzar, Mecmauz Zevaid(2/316, 4/199, 5/245, 7/323, 10/206) İbni Kesir Fezailul Kur’an(s.112) Suyuti el Havi(1/252)

[291] Ebu Davud(830) Beyhaki Şuabul İman(2/538-539) Buhari Tarihul Kebir(8/191) Cemül Fevaid(7354) İbni Ebi Şeybe’den; Metalibul Aliye(3492)

[292] Buhari Halku Efalil İbad(259) İbni Sad(5/59) Muhammed Bin Nasr Kıyamul Leyl(s.171)

[293] sahihtir. Darimi(3505) İbni Ebi Şeybe(10/466) İbni Kesir Fezailul Kur’an(s.112)

[294] sahihtir. Darimi(3506)

[295] Darimi(3498)

[296] Taberani Evsat(7/183) Beyhaki Şuab(2/540) Hakiym et Tirmizi Nevadir(3/255) Zehebi el Muktena(2/58) İbni Kesir Fezailul Kur’an(s.111) Kurtubi(1/17) et Tizkar(s.130) Mecmauz Zevaid(7/169) Suyuti el İtkan(1/256) Mişkat(2207) Rezîn’den; Cemül Fevaid(7361) Suyutî, Câmiu's-Sağîr(1339) Feyzu'l-Kadir(2/65) Beyhaki bunu birkaç tarikten rivayet etti. Zayıf olduğu da söylendi. Lakin şahitleri vardır.

[297] Beyhaki Şuab(2/541)

[298] Buharî(Fedaili'1-Kur'ân 42, 29) Buhari Halku Ef’alil İbad(298) Ebu Dâvud(1465) Begavi Şerhus Sunne(4/481) Muhammed İbnul Muzaffer Garaibu Şube(s.113)

[299] Buharî(Fedailu'l-Kur'ân 24, 30, Meğâzi 48, Tefsir, Feth 1, Tevhid 50) Müslim(794) Ebû Dâvud(1467)

[300] Bkz.:İbni Kesir Fazailul Kur’an(s.139)

[301] Rezîn’den; Cemül Fevaid(7370) Bağavî Tefsiri(7/238).

[302] Nevevi Fetava(s.54-55)

[303] Nevevi Tıbyan(s.79)

[304] Abdurrazz ak(1852) Taberani(13059) Tahavi(4/128) Serahsi Mebsut(1/138) Sahiha(42)

[305] Şatıbi el İtisam(2/40)

[306] Aliyul Kari Esrarul Merfua(s.169) bkz. Fethul Bari(11/55) Tuhfetul Ahvezi(3/367) Nevevi Şerhu Müslim(8/20) Zehebi Mizan(5/172) Lisanul Mizan(2/403) Ebu Abdullah Razi Nakdul Menkul(1/82) Keşful Hafa(2/554-566) Suyuti el-Emru bil İttiba(s.166)

[307] Ebcedil Ulum(2/349)

[308] Darimi(mukaddime 21)

[309] Ebu Şame el-Baisu Ala inkari'l-Bida'i ve'l-Havadisi s. 39-40

[310] Ebu Şame el-Baisu Ala inkari'l-Bida'i ve'l-Havadisi s.40 İbnu'l-Cevzi, el-Mevdu'at c.2 s. 125-126

[311] Ebu Şame el-Baisu Ala inkari'l-Bida'i ve'l-Havadisi s.30. İbnu'l-Cevzi. el-Mevdu'at c.2s. 127

[312] Ebu Şame el-Baisu Ala inkari'l-Bida'i ve'l-Havadisi s.40

[313] Şukayri, Es-Sunenu ve'l-Mubîede'at s. 140

[314] Tartuşi, El-Havadisu ve'l-Bid’a. S.133

[315] Şukayri, Es-Sunenu ve 'l-Mubtedi'at s.143

[316] Şukayri, Es-Sunenu ve 'l-Mubtede'at s.143

[317] ibn Mace(1388) Beyhaki, Fedailu'l-Evkat(24) Şuabu'l-İman(3542) İbnu'l-Cevzi, El-ilelu'l-Mutenahiye(2/71)

[318] Busiri, age c.2s.10

[319]Busayri, Misbahu'z-Zucace fi Zevaidi İbn Mace c.2 s. 10

[320] age c.2 s.11

[321] İmam Beyhaki, Ed-Da'avatu'l-Kebir el yazma)EbuŞame el-Baisu Ala inkari'l-Bida'i ve'l-Havadisi s. 35

[322] İmam Beyhaki, Ed-Da 'vatu'l-Kebir (el yazma)

[323] Ebu Şame el-Baişsu Ala inkari'l-Bida'i ve'l-Havadisi s. 35

[324] Muhanmed Tahir Bin Ali el-Hindi, Tezkirati l-Mevduat s.45

[325] Şukayri, Es-Sunenu ve'l-Mubtede'at s. 144

[326] ibnu'l-Cevzİ, el-Mevdu'at c.2 s. 127

[327] İktidau's-Sıtatu'l-Mustakim c. 2 s. 632,639

[328] Tartuşi, EI-Havadisu ve'l-Bida'u s. 132

[329] Buharı, Müslim

[330] Buhari, Savm 67, Fadlu's-Salât 6, Cezâu's-Sayd 26 Müslim(827) Ebu Dâvud(2417) Tirmizi(772).

[331] Müslim(1141)

[332] Buhari, Savm 63; Müslim, Sıyâm 147, 148; Ebu Dâvud(2420) Tirmizi(743).

[333] Ebu Dâvud(2421) Tirmizi(744); İbnu Mâce(1726); Sahihu İbni Mace(1403) İrva(960)

[334] Ebu Dâvud(2334); Tirmizi(686); Nesâi(4, 153); İbnu Mâce(1645) el İrva(961)

[335] Buhari, Savm 14; Müslim(1082); Ebu Dâvud(2335); Tirmizi(684); Nesâi(4, 149).

[336] Nesâi(4, 205, 206) bkz: Müslim(1161)

[337] Buhari(5192) Müslim(1026)

[338] Ebu Dâvud(2337); Tirmizi(738) Sahihu Ebu Davud(2049)

[339] İbni Ebi Şeybe sahih isnad ile; el İrva(957)

[340] İbni Ebi Şeybe sahih isnad ile; el İrva(958)

[341] bkz. Mecmuul Fetava(25/299)

[342] Ahmed sahih senedle; Sahiha(492)

[343] Ebu Davud(3883) Sahihu Ebu Davud(3288) Sahihu İbni Mace(2845) Sahiha(331)

[344] Ahmed(13621) Ebu Davud(3868) sahihtir.

[345] Hattabi Mealimus Sünen (4/201) İbnil Cevzi Camiul Mesanid'den; Fethul Bari(10/198)

[346] Tirmizi(2072) Sahihu Tirmizi(1691)

[347] Tirmizi(2072) mürseldir dedi. Lakin Abdullah bin Ukeym'in sahabe oluşu Taberani'nin rivayetin deki "Semi'tu" ibaresi ile sabit olmuştur. Lakin Muhammed bin Ebi Leyla'nın hıfzı kötüdür. Bkz.; Mecmauz Zevaid (5/103) Busayri İthaf (4689)

[348] Sahihtir. Tirmizi(2055) Tirmizi; "Hasen, Sahih"dedi. Ahmed (4/249) İbni Mace (3489) - İbni Ebi Şeybe - İsmail bin Uleyye -Leys -Mücahid- Akkar bin el Mugira -babası – merfuan isnadıyle aynısını rivayet etti.

[349] Ahmed (4/154,156) Heysemi Buğyetül Bahis (538) Mecmauz Zevaid (5/103) Ahmed'in ricali güvenilirdir. Busayri İthaf (4690), Ebu Yala (3/1759). Ahmed bunu ; Ebu Abdurrahm an - Havye - Halid bin Ubeyd - Müşerrih bin Haan - Ukbe bin Amir el Cuheni - Merfuan isnadıyla rivayet etti. Maksadul Ali (1110), Tahavi Şerhu Maanil Asar (4/325), Hakim (4/384,219).

[350] Heysemi Buğyetül Bahis (540), Busayri İthaf (4707)

[351] sahihtir. İbni Ebi Şeybe(6/129) Fethul Bari(11/351) Suyuti İtkan(2/26) merfuan zayıf senedle; Taberani(11/41) Deylemi(3250) Camiüs Sağir(4408) Durrül Mensur(3/331) Tysirul Azizil Hamid(s.363) Kenzul Ummal(29154) ancak bu rivayetin de şahitleri vardır.

[352] Sahihtir. İbni Ebi Şeybe(6/129) Elbani Sahiha(793) Ebu Davud(3905) İbni Mace(3726) Ahmed(1/227,311) Harbi Garibul Hadis(5/195)

[353] Ebu Ya’la(12/6709-6714) Heysemi Maksadu Ali(612-613) Mecmauz Zevaid(3/299) Metalibu Aliye(663-64) Taberani’den; Cemül Fevaid(7623) zayıf ravisi vardır.

[354] Şatıbi Muvafakat(2/77-79)

[355] Şatıbi Muvafakat(3/383-384)

[356] Fethul Bari(11/351) Süyûti, el-İtkan(2/26)
 
samanpan Çevrimdışı

samanpan

.
Site Emektarı
konu çok uzun arkadaşlar bi süre sadece okunsun diye kilitli kalacaktır...
çok sıkıntılı bi durumda özelden bana ulaşın inşallah
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Ana Sayfa Alt