İBRETLİK YAŞAM HİKAYESİ.. - Lütfen, özellikle son kısımlarını okumadan geçmeyiniz.
Yaşantımın her döneminde, yokluk içinde olmalarına rağmen evlatlarını okutabilmek için çırpınan, kendilerini paralayan ana-babalara tanık oldum. Bunların içinde öyle biri var ki, onu anmadan geçmem mümkün değil!
Hacı Yahya idi ismi. Köylü uzatmaz, kestirmeden “Hacı” derdi ona. Karısı Ümmügül köyün en güzel hamurunu açar, nerede düğün dernek olsa tandıra ilk koşan olurdu. Yağmur dualarında kazan kazan dökülen pilavların, etli ekmeklerin üzerinde hep onun emeği, alın teri vardı. Kurban edilen keçileri, koyunları kekik dolu otlaklarda güden, köyün çobanlığını yapan küçük oğlunu da unutmamak gerek.
Köyün çocukları koşup oynarken o çobanlık yapar, bir yandan da okula gitmeye çabalardı. Zeki çocuktu. Köylerinde bulunan ilkokulda, okumayı sınıfında ilk söken öğrenci olmuştu. Öğretmeni, ilk kez
bu kadar çabuk okuyabilen bir öğrenciye sahip olmanın heyecanıyla babası Hacı Yahya’yı okula çağırmış, “ne yaparsan yap bu çocuğu okut” diye tembih etmişti.
Yokluk içinde boğuşan Hacı Yahya, öğretmenin söyledikleriyle gururlanmış diğer taraftan da büyük bir tasanın içine düşmüştü. Elinde avucunda yokken nasıl okuturdu oğlunu? Onun okuma gayretini görüyordu ama elinden gelen bir şey yoktu. “Hele bir ortaokula gelsin düşünürüz” dedi, konuyu kapattı.
Zaman çabuk geçti. Küçük çoban ilkokulu bitirdi, sıra ortaokula geldi. Köylerinde ortaokul yoktu. Babasının onu şehre gönderip okutması da imkansızdı. “Galiba kaderimde çobanlık var” diye düşünüyordu. O böyle umutsuzluk içindeyken bir akşam üstü Hacı Yahya Ümmühan Hanım’a seslendi; “oğlanın eşyalarını hazır et, birazda azık hazırla, yarın onu şehre götürüp okula
bırakıp geleceğim.”
Küçük çoban yaşamının ilk uykusuz gecesini geçirdi. Sabaha kadar dualar edip, Allah’a şükretti. İsteği olmuştu. Okumaya devam edecekti. Babasının yüzünü kara çıkarmamaya ant içti. Evine tekrar döndüğünde “büyük adam” olacaktı.
Ertesi sabah Hacı Yahya komşusunun merkebini alıp, kendi merkebini de oğluna verip şehre doğru yola koyuldu. Okula gelince müdürden kayıt için gerekli evrakları öğrendiler. 6 adet vesikalık fotoğraf, 15 kuruşluk damga pulu, iyi hal ve kafa kağıdı gerekliydi. Onlarda bunların hiçbirisi yoktu. Hepsini çıkartmanın masrafı ise 55 kuruş ediyordu. O güne kadar Hacı Yahya’nın cebinde hiç 55 kuruş olmamıştı. Yola çıkarken eşten dosttan aldığı borçla oğlunu orta okula yazdırıp köyüne geri döndü.
Okulda A, B ve C adında üç ayrı şube vardı. A şubesinde memur çocukları, B şubesinde esnaf ve
orta halli ailelerin çocukları, C şubesinde ise köylü ve yoksul ailelerin çocukları toplanmıştı. Hacı Yahya’nın oğlunu C şubesine verdiler. Yüzleri yanmış, ayaklarında ayaklarından büyük ayakkabılar, üstü başı dökülen, üzerlerinde analarının diktiği önlüklerin bulunduğu çocuklarla doluydu sınıf. Hacı Yahya’nın oğlu bu sınıfta olmaktan hiç gocunmamıştı ama öğrencilerin maddi durumlarına, üstlerine başlarına göre sınıflandırılmaları ve bu kriterlere göre okutulmaları zoruna gitmişti. Ona göre “herkes eşit şartlarda eğitim görmeliydi!”
13 yaşında okumak için gurbete çıkan delikanlı, parasız yatılı okulun ardından lise için bir başka şehre gitmek zorunda kaldı. Burada da derslerindeki başarısıyla dikkatleri üzerine çekti. Biri hariç tüm dersleri 10’du. Bir tek beden eğitimi 7 idi. Atletik olmayan vücut yapısı, bu kadarına izin veriyordu çünkü.
Ve gün geldi,
liseyi de bitirdi. Üniversiteyi kazanarak İstanbul’a yerleşti. Onun bu başarısı Hacı Yahya’yı gururlandırmıştı. “Ne iyi ettim de okuttum oğlumu” diyordu. Oysa mühendis çıkan oğlu, babasının göğsünü kabartmaya daha yeni başlamıştı!
İlk olarak Elektrik İşleri Etüd İdaresi’nde işe başladı. Eğitim için gönderildiği Amerika’dan döndükten sonra Barajlar Dairesi Başkanı ardından DSİ Genel Müdürü oldu. Başarı grafiği yükseldikçe yıldızı parlamaya, yıldızı parladıkça yükselmeye devam etti.
İşte böyle. Hacı Yahya’nın azimle okuttuğu oğlu gördünüz mü nasıl büyük adam oldu! Bu yazdıklarımı çevresindekilerle paylaşmak isteyenler olabilir. Onlardan bir ricam var. Belki Hacı Yahya’yı tanıyanlar çıkar diye söylüyorum.
Bu yaşanmış hikayeyi anlatın ama ne olur o küçük çobanın cumhurbaşkanlığına kadar yükseldiğini ve bir gün, inancının gereği olarak başını kapatan kızlarımıza “okumak istiyorsanız Suudi Arabistan’a gidin” dediğini kimseye söylemeyin.
Söylemeyin de rahmetli Hacı Yahya’nın kemikleri daha fazla sızlamasın ne olur!
Yaşantımın her döneminde, yokluk içinde olmalarına rağmen evlatlarını okutabilmek için çırpınan, kendilerini paralayan ana-babalara tanık oldum. Bunların içinde öyle biri var ki, onu anmadan geçmem mümkün değil!
Hacı Yahya idi ismi. Köylü uzatmaz, kestirmeden “Hacı” derdi ona. Karısı Ümmügül köyün en güzel hamurunu açar, nerede düğün dernek olsa tandıra ilk koşan olurdu. Yağmur dualarında kazan kazan dökülen pilavların, etli ekmeklerin üzerinde hep onun emeği, alın teri vardı. Kurban edilen keçileri, koyunları kekik dolu otlaklarda güden, köyün çobanlığını yapan küçük oğlunu da unutmamak gerek.
Köyün çocukları koşup oynarken o çobanlık yapar, bir yandan da okula gitmeye çabalardı. Zeki çocuktu. Köylerinde bulunan ilkokulda, okumayı sınıfında ilk söken öğrenci olmuştu. Öğretmeni, ilk kez
bu kadar çabuk okuyabilen bir öğrenciye sahip olmanın heyecanıyla babası Hacı Yahya’yı okula çağırmış, “ne yaparsan yap bu çocuğu okut” diye tembih etmişti.
Yokluk içinde boğuşan Hacı Yahya, öğretmenin söyledikleriyle gururlanmış diğer taraftan da büyük bir tasanın içine düşmüştü. Elinde avucunda yokken nasıl okuturdu oğlunu? Onun okuma gayretini görüyordu ama elinden gelen bir şey yoktu. “Hele bir ortaokula gelsin düşünürüz” dedi, konuyu kapattı.
Zaman çabuk geçti. Küçük çoban ilkokulu bitirdi, sıra ortaokula geldi. Köylerinde ortaokul yoktu. Babasının onu şehre gönderip okutması da imkansızdı. “Galiba kaderimde çobanlık var” diye düşünüyordu. O böyle umutsuzluk içindeyken bir akşam üstü Hacı Yahya Ümmühan Hanım’a seslendi; “oğlanın eşyalarını hazır et, birazda azık hazırla, yarın onu şehre götürüp okula
bırakıp geleceğim.”
Küçük çoban yaşamının ilk uykusuz gecesini geçirdi. Sabaha kadar dualar edip, Allah’a şükretti. İsteği olmuştu. Okumaya devam edecekti. Babasının yüzünü kara çıkarmamaya ant içti. Evine tekrar döndüğünde “büyük adam” olacaktı.
Ertesi sabah Hacı Yahya komşusunun merkebini alıp, kendi merkebini de oğluna verip şehre doğru yola koyuldu. Okula gelince müdürden kayıt için gerekli evrakları öğrendiler. 6 adet vesikalık fotoğraf, 15 kuruşluk damga pulu, iyi hal ve kafa kağıdı gerekliydi. Onlarda bunların hiçbirisi yoktu. Hepsini çıkartmanın masrafı ise 55 kuruş ediyordu. O güne kadar Hacı Yahya’nın cebinde hiç 55 kuruş olmamıştı. Yola çıkarken eşten dosttan aldığı borçla oğlunu orta okula yazdırıp köyüne geri döndü.
Okulda A, B ve C adında üç ayrı şube vardı. A şubesinde memur çocukları, B şubesinde esnaf ve
orta halli ailelerin çocukları, C şubesinde ise köylü ve yoksul ailelerin çocukları toplanmıştı. Hacı Yahya’nın oğlunu C şubesine verdiler. Yüzleri yanmış, ayaklarında ayaklarından büyük ayakkabılar, üstü başı dökülen, üzerlerinde analarının diktiği önlüklerin bulunduğu çocuklarla doluydu sınıf. Hacı Yahya’nın oğlu bu sınıfta olmaktan hiç gocunmamıştı ama öğrencilerin maddi durumlarına, üstlerine başlarına göre sınıflandırılmaları ve bu kriterlere göre okutulmaları zoruna gitmişti. Ona göre “herkes eşit şartlarda eğitim görmeliydi!”
13 yaşında okumak için gurbete çıkan delikanlı, parasız yatılı okulun ardından lise için bir başka şehre gitmek zorunda kaldı. Burada da derslerindeki başarısıyla dikkatleri üzerine çekti. Biri hariç tüm dersleri 10’du. Bir tek beden eğitimi 7 idi. Atletik olmayan vücut yapısı, bu kadarına izin veriyordu çünkü.
Ve gün geldi,
liseyi de bitirdi. Üniversiteyi kazanarak İstanbul’a yerleşti. Onun bu başarısı Hacı Yahya’yı gururlandırmıştı. “Ne iyi ettim de okuttum oğlumu” diyordu. Oysa mühendis çıkan oğlu, babasının göğsünü kabartmaya daha yeni başlamıştı!
İlk olarak Elektrik İşleri Etüd İdaresi’nde işe başladı. Eğitim için gönderildiği Amerika’dan döndükten sonra Barajlar Dairesi Başkanı ardından DSİ Genel Müdürü oldu. Başarı grafiği yükseldikçe yıldızı parlamaya, yıldızı parladıkça yükselmeye devam etti.
İşte böyle. Hacı Yahya’nın azimle okuttuğu oğlu gördünüz mü nasıl büyük adam oldu! Bu yazdıklarımı çevresindekilerle paylaşmak isteyenler olabilir. Onlardan bir ricam var. Belki Hacı Yahya’yı tanıyanlar çıkar diye söylüyorum.
Bu yaşanmış hikayeyi anlatın ama ne olur o küçük çobanın cumhurbaşkanlığına kadar yükseldiğini ve bir gün, inancının gereği olarak başını kapatan kızlarımıza “okumak istiyorsanız Suudi Arabistan’a gidin” dediğini kimseye söylemeyin.
Söylemeyin de rahmetli Hacı Yahya’nın kemikleri daha fazla sızlamasın ne olur!