Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makale BİZ İSLAM’IN NERESİNDEYİZ

A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Bismihi teala

Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam, O’nun sevgili Rasulüne, pak ehli beytine ve kıyamete kadar yolunu sürdürenlerin üzerine olsun.

Evvela, bu siteyi yapan ve emeği geçenlerden Allah (cc) razı olsun diyorum. Hizmete vesile olmuş.

Allah1.jpg

Bu site beni gayrete getirdi ve yazmaya sevk etti. Üzerimize vazife olan emri bilmaruf ve nehyi anil münkeri ifa etme nedeniyle hizmet verebileceğim, en azından bu alanda da sorumluluğumu yerine getirebileceğim düşüncesiyle kaleme sarıldım.

Asr suresinde Rabbimiz buyuruyor : “Asra andolsun ki, insan hüsrandadır. Ancak iman edenler, salih amel işleyenler, hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesna”

İmam Şafii (ra) bu sure hakkında : “Eğer Kur’an’dan bize sadece bu sure indirilmiş olsaydı hiçbir mazeretimiz kalmazdı (yeterliydi)” demektedir.

Dikkat edilecek olursa, Allah (cc) bu kısacık surede insanın kurtuluş yolunu çok veciz bir şekilde beyan ediyor. Nedir bunlar?

Evvela iman. Vahiyle gelenlerin tümüne iman etmek.

Saniyen salih amel. Allah (cc) ve Rasulünün (sav) emrettiklerini yapmak, nehyettiklerinden kaçınmak.

Salisen Hakkı tavsiye. İslam dinini beyan etmek. Marufu emretmek, münkeri nehyetmek. Gerek fiili, gerek kavli ve gerekse kitabi olarak.

Rabien sabır. Bütün bunları yerine getirme konusunda, gerek devam etmede ve gerekse başa gelen bela ve sıkıntılara göğüs germede sabretmek, pes etmeden katlanmak ve direnmek.

Görülüyor ki kurtuluş yollarını bize Rabbimiz böyle beyan ediyor. O halde Hakkı tavsiye, kurtuluş yollarından biridir.

Yine Rabbimiz yüce kitabında : “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk olsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran 104) diye emir buyuruyor.

Bu ayette Rabbimiz bizlere emir buyuruyor. Hayra çağırın, iyiliği emredin ve kötülükten men edin. Kurtuluşa giden yoldur bu. Bu, kurtuluşa götüren dört yoldan bir tanesidir.

O halde Mü’minler ve Müslümanlar olarak bizler bundan sorumluyuz. Bilenler, bilmeyenlerden çok daha fazla sorumluluk sahibidir. Bilmeyenler de bilmek, öğrenmekle sorumludur. Öğrenmekten de, öğretmekten de maksat ameldir. Çünkü aslolan amel etmektir, yani emredilen şeyleri yapmak, yasaklanan şeylerden de kaçınmaktır.

Şimdi gelelim kendi konumuz ve gündemimize.

İmani ve ameli vazifelerimiz…

Konuya geçmeden önce, şu hususları belirtmekte fayda mülahaza ediyorum.

1 – Allah (cc) izin verirse aralıklarla yazarak, İmani ve ameli vazifelerimiz çerçevesinde İslam hakikatlerini izah etmeye, davet etmeye ve uyarmaya devam edeceğim.

2 – Burada benim muhataplarım, öncelikle Allah’a (cc) ve ahiret gününe inananlardır. Çünkü burada anlatacaklarım, iman ile ve iman üzerine bina edilecek fikir ve amellerle alakalı şeyler olacaktır.

3 – Yazacaklarım, bizim kendi hakikatlerimiz olacaktır. Elan yaşadığımız, karşılaştığımız, duyduğumuz, gördüğümüz günümüz hadiselerini konu edineceğim. Bunlardaki doğruları, yanlışları, Müslüman olan birinin yapması gerekenleri ve kaçınması gerekenleri İslami açıdan ortaya koymaya çalışacağım.

Kendimizi sorumlu görüyoruz. Bu sorumluluğumuzu da açık ve net ifadelerle beyan edeceğiz inşaallah. Kalplerde tesir yaratan Allah’tır, Hidayete erdiren de Allah’tır (cc). Bize düşen ise bir tebliğdir.

İMANİ VE AMELİ VAZİFELERİMİZ

Burada evvela imanın hakikatini izah etmek gerekecek. Sonra da bizim iman karşısındaki durumumuzun ne olduğuna, imanın kalbimizde ne kadar ve nasıl bir şekilde yer ettiğine, hayatımızdaki tezahürlerinin onun hakikatlerine münasip olup olmadığına bakmak gerekecek.

İman; kelime olarak “emn” kökünden gelir ve korkunun zıddı olan emniyeti ifade eder. Hakikati; “mutlak tasdik”dir. Istılahtaki anlamını ise; Cibril hadisinde Rasulullah (sav) şöyle beyan etmiştir : “İman; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah tarafından yaratıldığına inanmandır” (Buhari-iman, Müslim-iman, Ebu Davud-sünne).

Şimdi bunların her birini özet halinde izah edip kendi durumumuza bakarak ne halde olduğumuzu görmeye ve tesbit etmeye çalışalım. Galiba buna şiddetle ihtiyacımız da vardır. Bir hadisinde Rasulullah (sav); hesap günü gelmezden önce daha dünya hayatında iken kendinizi hesaba çekin(muhasebe edin) demiyor mu?

A - ALLAH’A İMAN

Allah’a iman ne demek ? Biz olması gerektiği gibi Allah’a inanıyor muyuz? Allah’a imanın hayatımızdaki rolü nedir, nasıl olmalıdır?

Allah’a iman, kelime-i tevhitte öz şekliyle ifadesini bulmuştur. İmanın ilk şartı da budur. “LAİLAHE İLLELLAH ”… Allah’tan başka ilah yoktur. Yani; Allah vardır, tektir, eşi ve ortağı yoktur, ondan başka ilah yoktur.

İlah; en genel anlamıyla kendisine tapılan mabud demektir. Kur’an-ı Kerimde ilah kelimesi iki manada kullanılmıştır. Birincisi; hak olsun batıl olsun, ayırım yapılmaksızın, insanların kendisine tapındığı şey anlamında mabud. İkincisi; gerçekten ibadete layık olan varlık anlamında hak mabud. Nitekim bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklanmıştır:

“Biz senden evvel hiçbir peygamber göndermedik ki, ona şöyle vahyetmiş olmayalım: Gerçek şudur ki, benden başka hiçbir ilah yok. O halde bana ibadet edin” (Enbiya, 25)

“Oysa onlar, tek olan bir İlah’a ibadet etmekten başkasıyla emrolunmadılar. O’ndan başka ilah yoktur. O, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.” (Tevbe, 31)

Uluhiyetin aslı otoritedir. O halde İlah; otorite sahibi olarak görülen, otoritesi kabul edilip geçerli sayılan, otoritesine boyun eğilen güç, otorite demektir. Bu, ister bir insan (ölü veya diri) olsun, ister bir cansız put olsun, ister bir fikir sistemi veya isterse bir kanuni sistem olsun hiç fark etmez.

O halde Allah’a (cc) iman etmek demek; Allah’ın var olduğuna, bir olduğuna, eşi ve benzerinin bulunmadığına tereddütsüz bir şekilde inanmak ve kalben tasdik etmek, bütün emir ve yasaklarıyla, gönderdiği kanunlarla ve seçtiği din ile kabul edilecek, boyun eğilecek ve itaat edilecek tek otorite olduğunu, ibadet edilecek tek mabud olduğunu tereddütsüz kabul etmek, inanmak, kalben tasdik etmektir.

Allah’a (cc) iman etmek demek; O’ndan başka hiçbir şeyi ilah görmemek demek. Tek ilah O’dur, yaratan ve idare eden O’dur, bütün kainata bir düzen verdiği gibi insan hayatını da düzenleyen kanunları koyan O’dur, kanun koyan, hüküm koyan ve hükmeden O’dur, kanun koyma yetkisini insana vermemiştir.

Şimdi gelelim kendi durumumuza. Gerçekten olması gerektiği gibi Allah’a inanıyor muyuz buna bakalım.

Her gün kim bilir kaç kez amentüyü (İmanın şartlarını) tekrarlayıp okuyoruz. Yine kaç kez kelime-i tevhid olan “Lailahe illellah” (Allah’tan başka ilah yoktur) getiriyoruz. Ancak hayatımıza baktığımız zaman pek çok noktada bununla çeliştiğimizi ya göremiyoruz veya görmezden geliyoruz.

Allah’tan başka ilah yoktur; yani Allah’tan başka inanç sistemini koyan, kanun koyan, hüküm koyan, insan hayatını ve toplum hayatını düzenleyen kural ve kaideler koyan yoktur, tek otorite ve itaat-ibadet edilecek merci Allah’tır diyoruz, ancak Allah’ın bize emrettiği İslam akidesini bir kenara bırakıp beşeri fikirleri ve ideolojileri benimsiyoruz.

Bir yandan Allah’tan başka ilah yoktur diyor, diğer yandan insan hayatına dair kanun koyma yetkisini insanlarda görüyoruz. Allah’ın (cc) insan hayatına dair herhangi bir konu hakkında vermiş olduğu hükmü olmasına rağmen, onu görmezden gelip devlet meclisi veya başka yetkiler adı altında insanların kanun ve yasa koymalarını kabul ediyor, benimsiyor ve onaylıyoruz. Mesela; Allah (cc) faizi haram, alışverişi ise helal kılmışken, bu gün devletler eliyle faiz, alışverişin temel unsuru haline getirilmiştir. Allah (cc) içkiyi, zinayı haram kılmışken, devlet eliyle içki üretilmekte ve zina meşrulaştırılmaktadır. Allah (cc) tesettürü emretmişken, devlet eliyle buna yasak getirilmekte ve uymayanlar devlet kurumlarında barındırılmamaktadır. Ve hakeza…

Bütün bunlar hakkında Allah’ın (cc) hükmü olduğu halde, bunu görmezden gelerek başka hükümler koyma yetkisini kendinde gören veya her ne sebeple olursa olsun insanda gören biri, Allah’tan başka ilah olmadığını kabul etmemiş ve inkar etmiştir.

İslam akidesi varken; buna rağmen Komünizm, Sosyalizm, Kemalizm, Laiklik vs gibi insan ürünü beşeri görüş ve fikirleri benimsemek, en iyi ve doğru olduklarını kabul etmek, Allah’a olan imanı ortadan kaldırır. Allah (cc) yerine o fikir sahiplerini otorite olarak görmek demek olur.

Yine İslam şeraiti varken; buna rağmen İslam dışı ve insan ürünü beşeri sistem ve düzenleri benimsemek, en iyi ve doğru yönetim şekli olduklarını kabul etmek, aynı şekilde Allah’a olan imanı ortadan kaldırır.

“…..Hüküm ancak Allah'ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır.(En’am 57)

“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzap 36)

Allah’a emanet olun. M. ALİYÊ XERZÎ
 
E Çevrimdışı

ebufaris kurdi

Guest
ahme Allah’tan başka ilah yoktur; yani Allah’tan başka inanç sistemini koyan' Alıntı:
Kardeşim Allah razı olsun;
hepsi doğruda bu satırlara katılmamak eldemi?
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Yazar ayetlerle konuya açıklık getirmiş. Hangi müslüman buna katılamaz ki? Bile bile muhalefet eden-Allah (cc) muhafaza-dinden çıkar. Önemli olan ayet ve hadisleri kendi heva ve heveslerimiz-hiç yetkimiz olmamasına rağmen-doğrultusunda tevil etmeye yeltenmemek. Allah (cc) ayaklarımızı kaydırmasın. Fiemanillah.
 
S Çevrimdışı

seekerofthelight

Üyeliği İptal Edildi
Banned
bizler , türkiye'de yaşayanlar, başta en iyi tanıdıgım kısı olan ben, islamın i harfinde bile değiliz. kendime göre delillerim var.
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
C – PEYGAMBERLERE İMAN

Bismihi teala

Cibril (as) hadisinde geçen iman tarifinde, imanın dördüncü şartının peygamberlere iman olduğu ifade edilmişti.

Peygamberlere iman; vahiyle bildirilen bütün peygamberlerin peygamberliklerini kabul etmek, Allah tarafından gönderildiklerini, getirdikleri şeylerin hak olduğunu tasdik etmek demektir.

Kur’an’da, 25 peygamberden bahsedilmektedir. Bununla birlikte; Kur’an’da Uzeyr, Lokman ve Zülkarneyn isimleri geçer ki, bunların peygamber mi yoksa veli mi oldukları hakkında ihtilaf vardır. Çünkü peygamber oldukları açıkça ifade edilmemektedir.

Bununla birlikte, hadislerde de peygamberlerden bahsedilmiş, bazı hadislerde sayıları bile zikredilmiştir. Bu hadisler ahad yoluyla geldiğinden kesin delil sayılmamıştır. Fakat Allah (cc) hiçbir dönemde, hiçbir milleti uyarıcısız bırakmamıştır, onlara peygamberler göndermiştir. Bazen aynı anda, aynı toplum içinde dahi birden çok peygamberler bulunmuştur.

“And olsun ki, her ümmete: «Allah'a kulluk edin, azdırıcılardan kaçının» diyen peygamber göndermişizdir.” (Nahl 36)

“Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Her millet için mutlaka bir uyarıcı (peygamber) bulunmuştur.” (Fatır 24)

Şimdi biz, peygamberlere iman konusunda son peygamber olan Hz. Muhammed’e (sav) gelelim. Çünkü Müslümanlar olarak bizler, Muhammed’in (sav) ümmetiyiz ve O’nun getirdiklerine uymakla mükellefiz.

HZ. MUHAMMED’İN (SAV) ALLAH’IN (CC) RASULÜ OLDUĞUNA İMAN

huseyni-sevda.jpg
Hz.Muhammed (sav) Allah’ın Rasulüdür dediğimizde aslında ne demek istiyoruz? O’nun peygamberliğini kabul etmek sadece inançla ilgili bir konu mudur? Yoksa O’nun peygamberliğini kabul etmekle hayatımızda fiili olarak yapmamız gerekli bir vazife yükleniyor muyuz? Bu inancın hayatımızdaki rolü nedir, ne olmalıdır?

Muhammedür-resulullah: Hz.Muhammed (sav) Allah’ın (cc) Rasulüdür.

Rasul; gönderildiği kimselere tebliğ etmek üzere elçilik görevi verilen kişidir. O halde Hz.Muhammed Allah’ın Rasulüdür demek; Allah’ın seçtiği ve kendisine vahyettiğini tebliğ etmekle görevlendirmiş kimse demektir. Allah tarafından görevlendirilmiş ve kendisine vahyedileni insanlara ulaştırmak üzere seçilmiş elçi demektir.

Hz.Muhammed’in (sav) Allah (cc) Rasulü olduğuna iman etmek, O’nun söylediklerinin, bildirdiklerinin ve emrettiklerinin Allah tarafından iletildiğine inanmak ve tasdik etmek demektir. Çünkü O (sav) seçilmiş bir insandır ve kendiliğinden konuşup hareket etmemektedir.

“Muhammed, Allah’ın Resulüdür….” (Fetih 29)

“O, kendiliğinden konuşmamaktadır. O’nun konuşması ancak bildirilen bir vahiy iledir.” (Necm 3,4)

Muhammed’in (sav) Allah (cc) Rasulü olduğuna iman etmek, O’nun sözlerinin, bildirdiklerinin, yaptıklarının ve emrettiklerinin en doğru şeyler olduğuna inanmak ve tasdik etmek demektir.

“Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen, dosdoğru yoldasın.” (Zuhruf 43)

Hz.Muhammed’in (sav) Allah (cc) Rasulü olduğuna iman etmek, her konuda O’na itaat etmek gerektiğini, hayatın her safhasında O’nun örnek alınması gerektiğini, O’nun ardından gidilmesi ve O’na uyulması gerektiğini kabul etmek ve buna inanıp tasdik etmek demektir.

“Ey iman edenler! And olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resulullah en güzel örnektir.” (Ahzap 21)

“Kim Resul’e itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik.“ (Nisa 80)

Şimdi gelelim kendi durumumuza. Hakikaten gereği gibi Muhammed’in Allah Rasulü olduğuna inanıyor, tasdik ediyor ve bunu hayatımıza yansıtıyor muyuz?

İçinde bulunduğumuz ortama ve toplum yapısına bir bakalım. İnsanlarımız neyin peşindeler? Kimin ve neyin ardından yürümektedirler? Neyi dert ediniyor ve ne için uğraş veriyorlar? Biz bunun neresindeyiz?

Allah Rasulü (sav), hayatının bütünüyle bizler için örnek iken ve O’nun ardından gitmenin farziyeti ortada iken, İslam ile alakaları bile olmayan başka insanları önder ve rehber kabul edip onların fikirlerini benimsemek, doğru bulmak ve arkalarından gitmek, hiç şüphe yoktur ki imanı zedeler. Eğer Hz.Muhammed’e (sav) rağmen onlar tercih ediliyor ise, bunu yapan kişinin İslam ile bir bağı kalmaz, onun için imandan söz dahi edilemez. Çünkü Allah (cc) açık ve net olarak Kur’an’da emir buyurmuştur ki, Hz.Muhammed (sav) bütün Mü’min ve Müslümanlar için her konuda örnek alınması ve uyulması gerekli örnek bir şahsiyettir.

Burada şu önemli hususu belirtmek gerekmektedir. Rasulullah’ın (sav) yolunu sürdüren, O’nun sünnetini ihya etmek için İslam’ı, yani Kur’an ve Sünneti dava edinen ve bunları günün şartlarına tatbik etmeye çalışan Alim ve öncü şahsiyetlere itaat edilir. Çünkü onlara itaat etmek, kendi beşeri fikirlerine ve inançlarına değil, aksine İslam’ın ortaya koyduğu değerlere onların şahsında itaat etmek ve bu vesileyle yine onların şahsında Müslümanların birlik haline gelip organize olmalarını sağlamak demektir.

“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan emir sahiplerine (Müslüman idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Resulüne götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” (Nisa 59)

Hz.Muhammad’in (sav) Allah’tan alıp insanlığa sunduğu İslam akidesi ve tevhid inancına, İslam ahkamı ve yaşam şekli ile ilgili olarak bildirdiklerine rağmen, maalesef pek çok insanımız tarafından, fikir ve hareket konusunda sembol haline getirilen bir takım insanların söyledikleri ve fikirleri alınıyor, bunların fikirlerine itibar ediliyor, doğru bulunuyor ve onların yolları takip ediliyor. Üstelik onların söyledikleri ve yaptıkları Hz.Muhammed’in (sav) söyledikleri ve yaptıklarına zıd olmasına, onlar Hz.Muhammed’i (sav) bir Rasul olarak inkar etmelerine rağmen.

Bu gün Marks ve Marksizim öyledir. Lenin ve Leninizm öyledir. Mao ve Maoizm öyledir. Mustafa Kemal ve Kemalizm öyledir. Darvin ve Darvinizm öyledir.

Aynı şekilde onların yolunu sürdürenlerin ve fikirlerini benimseyenlerin bir kısmı günümüzde toplumun ileri geleni, öncü kişileri, hareket önderi vs olarak değerlendirilmekte ve artlarından gidilmektedir.

Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki, İslam’a rağmen, İslam peygamberi Hz.Muhammed’e (sav) rağmen, Onun yolunu sürdüren İslam alim ve öncülerine rağmen, bilerek bu gibi insanların ardından giden, onları doğru bulup benimseyen, onlara yandaş olan kişinin İslam ile ve iman ile bağı kalmamıştır. Eğer Allah’a (cc) ve O’nun Rasulüne (sav) iman ediyorum diyorsa, kendini kontrol etmeli, nefsini hesaba çekmeli ve imanını ciddi bir şekilde gözden geçirmelidir. İmanıyla çelişen ve imanın kabul etmediği durumlara düşmekten kendisini derhal alıkoymalıdır.

İslam eksik veya yetersiz mi geliyor ? Hz.Muhammed (sav) hayatın her safhası için örnek teşkil etmiyor mu? Eksik bıraktığı şeyler mi var veya günümüzün ihtiyaçlarını karşılayamayacak kadar eskidi ve geride mi kaldı?

Eğer böyle düşünülüyorsa, bilinsin ki ne İslam, ne Kur’an ve ne de Muhammed (sav) anlaşılmamıştır, yeterince bilinmiyordur. Bununla birlikte Kur’an’ın bildirdiklerine de tam olarak iman edilmiyordur. Çünkü Kur’an bize İslam dininin tamamlanmış ve eksiği bırakılmamış bir din olarak gönderildiğini, Muhammed’in her konuda örnek teşkil ettiğini ve hayat nizamı olarak İslam dininin insanlar için tek geçerli din seçildiğini bildirmektedir.

“Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı seçtim.”(Maide 3)

“Kim, İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Al-i İmran 85)

“(Resûlüm!) de ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım; O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun ki biz müslümanlarız! deyiniz.”(Al-i İmran 64)

O halde Müslüman, Rasulullah (sav) ve O’nun yolunu sürdüren İslam Alimi ve davet önderlerinden başkasını kendisine önder veya rehber kabul edemez. Onların ardından gidemez. Onların fikirlerini en doğru bulup benimseyemez. Çünkü hiçbir fikir, Peygamberin (sav) Allah’tan getirip tebliğ ettiği İslam akidesi kadar doğru ve geçerli değildir. Çünkü hiçbir fikir ve mücadele adamı, Peygamber (sav) ve O’nun yolunu sürdüren öncüler kadar doğru, dürüst ve örnek olamaz. Zaten bunlar Allah (cc) tarafından da kabul edilmez. Çünkü Allah (cc); imtihan vesilesiyle yarattığı bu dünya hayatı için kendi dini olan İslam dinini hayat nizamı seçmiş, kendi peygamberi olan Hz.Muhammed’i (sav) de İslam’ı pratize edip Müslümanlara örnek bir hayat sunmak için göndermiş ve ahirette insanları bunlardan dolayı hesaba çekecektir, bunlara uyulup uyulmadığının hesabını soracaktır. İmanın ve İslam’ın gereklerini yapan ile yapmayanları birbirlerinden ayıracak ve her kese yaptığının karşılığını verecektir. Çünkü yaratan Allah (cc) olduğu gibi, hüküm koyan da O’dur, hesaba çeken de O’dur.

Müslüman biri için önder, öncü, yaşayan lider veya rehber olabilecek şahsiyet; mutlaka şu özelliklere sahip olmalıdır. Bu özelliklere sahip olmayan bir şahsiyet, Müslümanlar için asla lider ve rehber olamaz.

Müslüman olmalıdır.
Namaz, oruç, zekat gibi ibadetlerini yerine getirmeyen, ehli taat ve ibadet olmayan, helal ve haramlara dikkat etmeyen biri, Müslümanlar için önder ve rehber olamaz. Allah (cc), yukarıda geçtiği üzere Nisa suresi 59. ayette açıkça beyan ediyor ki, itaat edilecek öncü ve idareci şahsiyetlerin Müslümanlardan olması, yani kendisinin de Müslüman olması gerekir.

İslam’ı esas almalıdır.
İsmi, dili, rengi, ırkı, mezhebi, meşrebi ne olursa olsun, Müslümanların önder veya rehber olarak kabul edebilecekleri bir şahsiyet, kendi hayatında olduğu gibi, fikri, siyasi, sosyal, kültürel veya ekonomik alandaki her türlü hareket ve mücadelesinde de İslam’ı esas almalıdır. Çünkü İslam’ın esas alınmadığı mücadele, Müslümanların mücadelesi değildir ve Müslümanlar böyle bir davayı destekleyemezler, sahiplenemezler. Nisa suresi 59. ayette bu husus da açıkça beyan edilmektedir. Her konuda mürcaat edilecek mercinin Kur’an ve sünnet olduğunu emir buyurmaktadır.

“Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekatı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah'a varır.” (Hac 41)

İbni Ömer (ra) anlatıyor: “Rasulullah (sav) buyurdular ki: “Müslüman kişiye, hoşuna giden veya gitmeyen her hususta itaat etmesi gerekir. Ancak, masiyet (Allah’ın emirlerinin dışına çıkma) emredilmişse o hariç, eğer masiyet emredilmişse, dinlemek de yok, itaat etmek de yok” (Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud)

Hz. Enes (ra) anlatıyor: “Rasulullah (sav) buyurdular ki: “Dinleyin ve itaat edin! Hatta, üstünüze, başı kuru üzüm danesi gibi siyah Habeşli bir köle bile tayin edilmiş olsa. Aranızda Kitabullah'ı tatbik ettikçe. . . (itaatten ayrılmayın).” (Buhari, Nesai)

Allah’a emanet olun.

M. ALİYÊ XERZÎ
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
delillerin havada ucusup insanin gozune girdigi saatlerce okumaya dahi gerek kalmadan anlasabilecek ayetlerin haftalarca aylarca yillarca yuzyillarca tefsiri yeniden yapilmaya calisiliyorsa,kapi calinip birisi hadi ceketini al gidiyoruz cigad etmeye dedikleri zaman kem kum zart zurt ediyorsak.kapi calinip suraya su kadar buraya sukadar su yapilacak dendiginde olmasina ragmen gene ih mih amannn yapiyorsak,zamani geldiginde ensarin muhacirlere yaptigini yapamiyorsakki yanindan degil en az en yakin galaksi kadar uzagindayiz,BUNLARI HALLETMEDEN ISLAM IN YAKININDAN BILE GECEMEYIZ ACI AMA GERCEK........
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
B - ALLAH’IN (CC) MELEKLERİNE VE KİTAPLARINA İMAN

Bismihi teala

Cibril (as) hadisinde geçtiği üzere, imanın ikinci ve üçüncü şartları Meleklere ve Kitaplara inanmaktır.

Meleklere iman veya Kitaplara iman neyi ifade ediyor? Bu imanın, Müslümanın hayatındaki tesiri nedir, ne olmalıdır? Şimdi bunlara bakalım.

MELEKLERE İMAN

Kur’an ve hadiste meleklerin varlığından ve bir takım özelliklerinden bahsedilmiştir. Cibril (as) hadisinde ifade edildiği üzere, imanın bir şartıdır. Dolayısıyla meleklerin varlığına inanmak, imanın bir gereğidir. Onları inkar etmek ise, küfürdür.

“Peygamber ve Mü’minler, ona Rabb'inden indirilene inandı. Hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı.” (Bakara 285)

“Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününu inkar ederse, şüphesiz derin bir sapıklığa sapmıştır.” (Nisa 136)

Kur’an’ı Kerim’de geçen ayetlerde ve bu ayetlerin bir şerhi niteliğinde olan sahih hadislerde meleklerle ilgili ifade edilen özelliklere inanmak gerekmektedir. Bu özellikler şunlardır : Melekler;

- Allah’ın (cc) yarattığı şerefli kullardır.

- Dişi ve erkek olarak cinsiyetleri yoktur.

- Yemezler, içmezler, uyumazlar ve evlenmezler.

- Günah işleme özellikleri yoktur, Allah’ın (cc) emrettiklerini yaparlar ve ona ibadet ederler.

- Nurdan yaratılmışlardır ve (Allah dilemedikçe) insan gözü onları göremez.

- Vahiy, tabiat, ölüm, cennet-cehennem, amelleri yazma katipliği, muhafızlık, murakıblık, sorgu vs gibi işlerle görevli olanlar vardır.

Meleklere iman; İslam dininin inanç sistemi içinde önemli bir yer tutar.

Çünkü melekler; Allah’ın (cc) insanlara bir lütfu ve keremi olan peygamberlik müessesesinin temeli olan vahyin elçileridir,

Kainatın nizam ve intizamını Allah’ın (cc) emrettiği şekilde sağlamakla vazifeli şerefli kullardır,

İnsanları koruyan, onlara hayır ve iyiliği ilham eden, yaptıkları işleri yazan nurani varlıklardır,

Mü’min kullara dua edip af ve mağfiret dileyen faziletli varlıklardır,

İslam düşmanlarına karşı mücadele ve savaşlarda Allah’ın (cc) izniyle Mü’min ve Müslüman kullara yardım ve destekte bulunan aziz varlıklardır.


kitaplaraiman.jpg
KİTAPLARA İMAN

Kitaplara iman, imanın bir şartıdır. Kur’an’a ve Allah’ın (cc) daha önceki peygamberlerle (as) gönderdiği bütün kitaplara ve suhufa inanmak, kitaplara imanın gereğidir. Bu kitapları inkar etmek veya bunlardan bir kısmını inkar etmek, imanı ortadan kaldırır.

“Ey Mü’minler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitaba ve daha önce indirdiği Kitaba inanın. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününu inkar ederse, şüphesiz derin bir sapıklığa sapmıştır.” (Nisa 136)

Kitaplara iman; gerek Muhammed’e (sav) gönderilen ve gerekse O’ndan önceki peygamberlere gönderilen suhuf ve kitapların tümünün Allah (cc) tarafından gönderildiğine, bu suhuf ve kitaplarda bildirilenlerin hak ve gerçek olduğuna inanmak, Kur’an’ı Kerim’de bildirilenlerin, daha önceki kitapları tasdik ettiğine, en doğru yolu gösteren hidayet kaynağı ve insanın bütün hayatını kuşatan hayat nizamı olduğuna inanmak, tasdik etmek ve kabul etmektir.

Kur’an’da, her topluma peygamberlerin gönderildiği, peygamberlerle birlikte suhuf veya kitapların gönderildiği zikredilmiş ancak bunların tümünün teferruatına girilmemiştir. Zikredilenler; Hz. İbrahim’e (as) verilen sahifeler (A’la 19), Hz. Musa’ya (as) verilen sahifelerle birlikte Tevrat (A’la 19, Maide 44), Hz. Davud’a (as) verilen Zebur (İsra 55), Hz. İsa’ya (as) verilen İncil (Maide 46) ve Hz. Muhammed’e (sav) verilen Kur’an’dır ( İnsan 23 ve daha pek çok ayet).

Gönderilen kitaplar, şüphesiz Allah’ın (cc) emir ve yasaklarını içeren ilahi kanunlardır. Bu bakımdan, Peygamberlerin (as) getirip tebliğ ettiği bütün kitaplar ilahi olup aynı kaynaklıdır. Hepsi de geldiği şekil üzere hak ve doğrudur.

Ancak Kur’an’dan önceki kitaplar aslı üzerine sabit kalmamış, insanlar tarafından tahrif edilmiştir. Mesela; Hz. İsa (as) Allah (cc) tarafından bir tek kitap (İncil) getirdiği halde, bu gün kendisiyle amel edilen 4 tane İncil vardır. Bunlar da, Hıristiyan din adamlarının 360’a yakın yazılmış kitap arasından seçtikleridir.

“Şimdi bunların size iman edeceklerini ümit mi ediyorsunuz? Halbuki bunlardan bir zümre vardır ki, Allah'ın kelamını dinlerlerdi de akılları aldıktan sonra onu bile bile tahrif ederlerdi.” (Bakara 75)

“Elleriyle (bir) Kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için «Bu Allah katındandır» diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların!” (Bakara 79)

Kur’an’ı Kerim ise, son kitap olduğundan ve bundan sonra artık bir kitap ve peygamber gelmeyeceğinden dolayı Allah’ın (cc) özel korumasındadır.

“Hiç şüphe yok ki, Zikri (Kur’an’ı) biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.” (Hicr 9)

Kur’an; son Peygamber olan Hz. Muhammed’e (sav) indirilen ve kendisi de son kitap olan Allah’ın (cc) yüce kelamıdır. İlahi dinin kendisiyle kemale erdiği ve tamamlandığı son vahiy halkasıdır.

Kur’an, içerik olarak bir çok konuyu kapsar. Örneğin, kainatta cereyan eden bir çok olayı, dünyanın yaratılışını, dünya içinde var olan bitki, hayvan, madenler ve bunların bünyesinde barındırdıkları bir çok gizli sırları ve hikmetleri, geçmişte kalan bir çok tarihi kıssaları, gelecekte vuku bulacak bir takım olayları ve gelecek ile ilgili bir çok ilmi gizemleri ve keşifleri konu almasına rağmen, temel olarak inanç, ibadet, muamelet ve ceza olmak üzere dört ana bölümden oluşur.

Kur’an; insanlara Rablerini tanıtan, kim olduklarını, ne için ve nasıl yaratıldıklarını, yaşadıkları hayatın sonunun ne olacağını haber veren, istikametlerini tayin edip ibadet yollarını bildiren, hayatlarına dair emir ve nehiylerle kanunlar belirleyip onların fert, aile ve toplum hayatlarını düzenleyen, böylece hak ve batılı beyan ederek ayıran ve bütün insanlara doğru ve kurtuluş yolunu gösteren son kitaptır.

Özetle Kur’an’ı Kerim; hem manevi ve hem de maddi yönden insanın hayatını tamamıyla içine alıp düzene koyan hayat nizamıdır, bir inanç ve sosyal düzendir.

Dolayısıyla Kur’an; Mü’minler için yaşam ve hayat kitabıdır. İnançlarına, düşünce ve fikirlerine, davranış ve yaşam biçimlerine şekil veren ilahi sistemdir.

Ve Kur’an; Mü’minlerin kendisiyle sorumlu tutulduğu, ahirette ise bundan dolayı hesaba çekileceği kitaptır.

“Doğrusu Kur’an (Ey Muhammed) sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız” (Zuhruf 44)

Şimdi gelelim kendi durumumuza. İmanın bir şartı olan “Allah’ın kitaplarına iman” ve özellikle de kendisinden sorumlu tutulduğumuz Kur’an’ı Kerim’e iman, bizde ne derece yer etmiş? O’nu tasdik ve tatbik etme konusunda bu iman bizde ne derece müessirdir ve hayatımıza ne derece yansımaktadır?

Mü’min; imanın bütün şartlarına inandığını diliyle ikrar etmiş ve kalbiyle tasdik etmiş insan demektir. Ancak amellerinde bunu göstermiyorsa, imanını ispat etmemiş demektir. Çünkü imanın ispatı, amellere yansımasıyla olur. Özellikle başa gelen bela ve musibetler karşısında Allah’a (cc) kullukta sabır ve sebat gösterme, imanın kalpte yer ettiğinin güzel bir ifadesi ve ispatıdır. Eğer böyle olmazsa, iman sadece lafta kalır.

Dolayısıyla bir insan ben Mü’minim, Allah’a (cc) ve O’nun kitabı olan Kur’an’ı Kerim’e inanıyorum diyorsa; Kur’an’dan başka düzen, sistem ve kanunları benimseyemez, Kur’an’a rağmen bunları daha doğru ve insan hayatıyla zamanın şartlarına daha uygun bulamaz. Kur’an’ı Kerim’in sunduğu İslam ahkamından başka hukuk sistemini benimseyemez, beşeri hiçbir hukuk sistemini İslam ahkamının önüne koyamaz. Her kim bunları yaparsa, şüphe yok ki İman ile bir alakası kalmaz.

Çünkü bir yandan Allah’a (cc) ve O’nun kitabına inanıyorum diyor, öte yandan Allah’ın kitabında bildirilen talimatları, emir ve yasakları bir tarafa bırakıp, tamamen insan ürünü olan beşeri düzen, sistem ve kanunların peşinden gidiyor, onlara uyuyor, onları kabul ediyor, onları geçerli görüp uyguluyor.

“Yoksa onlar Cahiliye hükmünü mü istiyorlar? Yakinen bilen bir millet için Allah'tan daha iyi hüküm veren kim vardır?” (Maide 50)

Maalesef bu gün toplumuzda bunları üzülerek müşahede ediyoruz. Namaz vakti camiye koşan, sohbet vakti Kur’an’ın bildirdiği hükümleri çağdışı görüp karşı çıkan, buna mukabil beşeri sistemleri savunan insanlarımız az değildir. Mesela; Müslümanım dediği halde, hata bazıları namaz kılıp oruç tuttuğu halde, tesettürü çağ dışı gören veya şeriatı çağın gerisinde kalmış bir uygulama olarak görüp komünizmi, sosyalizmi, Kemalizmi, laikliği, beşeri sistem olarak demokratik düzeni veya bunların günümüze uyarlanmış versiyonlarını hararetle savunan insanlarımızı her gün görüyoruz.

Böyle yapanlar Allah’ın kitabının bir kısmına inanıp bir kısmını ret mi ediyorlar? Yoksa Allah’ın kitabı hakkında şüphe içinde midirler? Yoksa Allah’ın kitabını günümüz için eksik veya yetersiz mi görüyorlar? Allah’ın bütün zamanları, bütün insanları ve olup bitecek her şeyi en iyi bildiğinden şüphe içinde midirler? Yoksa Allah’ın kitabında belirttiklerini beğenmiyorlar da hoşlarına mı gitmiyor?

Şurası kesinlikle bilinmelidir ki; eğer biri ben Allah’a ve kitabına inanıyorum diyorsa, bu imanının bir gereği olarak, Allah’ın kendi kitabında hüküm verdiği bir konuda ona uymaktan başka bir seçeneği yoktur. Allah’ın hükmüne ve kitabına rağmen, başka hükümlere, başka yollara uyamaz. Allah’ın kitabında bir şey haram kılınmışken, bunu helal gören başka bir beşer hükmüne uyamaz. Allah’ın kitabında bir şey helal kılınmış yada yapılması emredilmişken, bunu haram gören veya yasaklayan başka bir beşer hükmüne uyamaz. Bunu yaptığı taktirde imanı terk etmiş olur.

“…..Hüküm ancak Allah'ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır.(En’am 57)

“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzap 36)

Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: Allah'ın Kitab'ı ve Resûlünün sünneti". (İmam Malik, Muvatta)

Allah’a emanet olun. M. ALİYÊ XERZÎ
 
sahabeerkam Çevrimdışı

sahabeerkam

Üye
İslam-TR Üyesi
inşallah bu konuları hz. Muhammed sav. efendimizin ve sahabenin yaşadığı gibi yaşarız.
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
E – KADERE, HAYIR VE ŞERRİN ALLAH’TAN GELDİĞİNE İMAN

Bismihi teala

Kader konusuna girmeden önce bazı hatırlatmalarda bulunmakta fayda vardır.

Bu dünya hayatı bir imtihandan ibarettir ve insan, bu dünyada bir hayat sınavından geçmektedir. Dolayısıyla insana; tabi tutulduğu hayat sınavına denk gelecek şekilde ilim, akıl, kabiliyet, zeka ve kuvvet verilmiştir. Bunlar, sınavın gerektirdiği ölçüde sınırlıdır. Bununla birlikte insana hür irade verilmiştir ki, sorumlu tutulduğu Allah’a kulluk görevi konusunda kendi seçimini kendisi yapsın. Çünkü sınav, beraberinde gizliliği ve serbestliği getirir. Dolayısıyla hem insana ve özelliklerine, hem de İslam’ın emir ve yasaklarına bu bakış açısıyla bakılması gerekir.

Mesela; Allah’ın varlığı ve vasıfları vahiy yoluyla bize bildirilmiş ve onlara iman etmemiz istenmişken, O’nun zatı hakkında bir bilgi verilmemiş, hatta kavrayamayacağımız, çünkü düşünebileceğimiz hiçbir varlığa benzemediği ve insanın hayal bile edemediği bir varlık olduğu bildirilmiştir. Yine ruh, melek, cin, cennet ve cehennem gibi konulardan bahsedilmiş ancak tam olarak mahiyetlerinin nasıl olduğu bildirilmemiştir. Ancak insana, bütün bunların varlığını mümkün gören, vasıf ve fiillerini idrak edebilen bilgi, akıl, zeka ve yetenek verilmiştir.

Eğer böyle olmazsa, insana sınırlı bilgi ve akıl verilmiş olmazsa, eğer bu konuların hepsinin mahiyeti tam olarak insana bildirilse veya tam olarak idrak edebileceği bilgi, akıl, zeka ve yetenek verilmiş olsa, o zaman imtihanın bir anlamı olmazdı. Zaten her şey bilinir ve idrak edilirdi. İnsanın kendi gayretini, iyi niyetini, samimiyetini ve dürüstlüğünü ortaya koyarak seçimini yapmasının bir anlamı kalmazdı. Aşikar olan bir şey konusunda, inanıyor musun, inanmıyor musun demek manasızdır. Çünkü böyle bir durumda inanmama gibi bir seçenek yoktur.

Bazı konuların İslam alimleri tarafından farklı yorumlanması ve böylece görüş ayrılıklarının oluşması, bazı konuların yorumsuz bırakılması ve izah edilmemesi, bazı konulara cevap verilmemesi vs hep bu yüzdendir. Haber verilen, ancak imtihan gereği mahiyetleri hakkında detaylı bilgi verilmeyen konular olmasındandır. Örneğin; ecel, kader, kaza, cin, ruh gibi konular bu cümledendir. Bu konularda bazı İslam alimleri, insanların kafasında oluşan şüphe ve tereddütleri giderme niyetiyle yorum ve izahatlar yapmış, bazı İslam alimleri kendi aralarında bunları müzakere etmiş ve tartışmış, ancak çok farklı yorumlar ortaya çıkmıştır.

Ancak şu bilinmelidir ki, hakkında bilgi verilmeyen bir şeyden Allah (cc) kimseyi de sorumlu tutmamıştır. Örneğin; meleklerin varlığına inanmamız istenmiştir ancak onların mahiyetini tam olarak bilmek konusunda bir sorumluluğumuz yoktur. Yine, cinlerin varlığına inanmamız gerekmektedir ancak, şekilleri, nasıl yaşadıkları, nerelerde yaşadıkları, nasıl çoğaldıkları, nasıl konuştukları vs gibi konulardan dolayı bir sorumluluğumuz yoktur.

kaza.jpg
Kader ve kaza konusu da; İslam alimleri tarafından farklı yorumlanan, hatta bazıları tarafından zor, anlaşılmaz ve dini bir sır olarak tarif edilen bir konudur. Çünkü bu konuda insan aklının alamayacağı ve kavrayamayacağı nice hususlar vardır. Ancak bildirildiği kadarıyla iktifa etmek ve inanmak gerekir. Bildirilmeyen ve aklın sınırlarını zorlayan hususiyetlere yorum getirmek bizim işimiz değildir. Yanlışa sapmak söz konusudur. Eğer Allah dileseydi bunların mahiyetini bildirirdi. Allah (haşa) unutkan olmadığı gibi hata da yapmaz, O her türlü kusur ve noksanlıktan uzaktır.

Şimdi bu izahattan sonra Kader, Kaza, Hayır ve Şerrin Allah’tan geldiği konusunda bilinmesi gerekenlere bakalım.

Kader ve kaza konusunda toplumumuzda maalesef yanlış bilinç ve inanışlar vardır. Çoğu kez kader ve kaza birbirine karıştırılmakla birlikte, her birine yanlış anlamlar da yüklenmektedir. Bunda, konunun zorluğunun da etkisi büyüktür. İslam alimlerinin bu konudaki farklı yorumları bir başka önemli etkendir. Bundan dolayı bu konuda en yaygın ve genel olan Eş’ari ve Maturidilerin görüşlerini alıp buna bir de İmam Nevevi’nin görüşünü ekleyip konuya açıklık getirmekte fayda vardır. Bundan sonra da, bu konuda bilinmesi ve dikkat edilmesi gereken temel hususların belirtilmesi lazımdır. Ta ki yanlışlıklara girilmesin.

Kader; kelime olarak ölçü, ölçme, miktar, takdir ve tahsis etmek anlamlarına gelir, miktar ve hududu ifade eder.

Kazanın kelime anlamı; bir şeyi hükme bağlamak, tamamlamak, icat, meydana getirmek anlamlarına gelir ve yapılanı ifade eder.

Kader ve kazanın ıstılahtaki manalarına gelince; itikada taalluk eden bu konu hakkında İslam alimleri farklı görüşler belirtmiş ve itikadi mezhepler ortaya çıkmıştır.

Bu konuda Maturidiler şöyle demektedir:

Kader : “Allah’ın, ezelden ebede kadar olmuş ve olacak şeylerin zamanını, mekanını ve bütün sıfatlarını bilip, ezelde o mahiyyet ve şekilde takdir ve tahdid etmesidir.”

Kaza : “Allah’ın ezelde takdir ve irade etmiş olduğu şeyleri, zamanı gelince takdirine uygun olarak yaratmasıdır.”

Bu konuda Eş’ariler ise şöyle demektedir:

Kader : Allah’ın, her şeyi, vakti gelince ezeli ilmine uygun olarak irade ettiği şekil ve vasıfta yaratmasıdır.

Kaza : Allah’ın bu kainatta meydana gelecek şeylerin hepsini nasıl, ne zaman, hangi şekil ve özelliklerde olacaksa, ezelde öylece bilmiş ve ezeli ilmine uygun olarak dilemiş olmasıdır”

İmam Nevevi kader’i şöyle tarif ediyor : Olacak şeyleri muayyen zaman ve mekanlarda vücut bulacağı vasıflar üzerine takdir etmesidir. Kaza ise takdir edilen eşyayı, zaman, mekan ve vasıflar üzerine icad etmesidir. Binaenaleyh, kader, ilim sıfatının şubesi olduğu gibi kaza da kudret sıfatının şubesidir.

Konuyu fazla uzatmadan ve zorlamdan özetle şunu söylersek;

Kader; meydana gelmiş ve gelecek her hadise için Allah’ın takdir ettiği plan ve program anlamına gelir ve bu, Allah’ın ilim ve İrade sıfatına bakar.

Kaza ise; meydana gelmiş ve gelecek her hadiseyi, Allah’ın, takdir ettiği plan ve programa göre yaratması anlamına gelir ve bu, Allah’ın Kudret sıfatına bakar.

Kader ve Kaza; ister Eşarilerin, isterse Maturidilerin yaptığı tanım gibi olsun hakikati değiştirmez. Şöyle ki;

1-Allah’ın ilmi her şeyi kuşatmıştır. O’nun bilmediği hiçbir şey yoktur ve hiçbir şey O’nun bilgisi dışında değildir.

2-Kainatta cereyan eden her şey Allah’ın dilemesiyle olur. O’nun dilemediği hiçbir şey olmaz.

3-Allah, bütün kainatı yaratmış ve büyük-küçük her şeye bir düzen ve şekil vermiş. Dolayısıyla kainatta cereyan eden her şey, Allah’ın kendisi için belirlemiş olan program dahilinde vücut bulur.

4-Allah, insanı bu dünyada bir hayat sınavından geçirdiğinden, hayrı da şerri de yaratmış ve bu nedenle kendisine bir irade (seçme hürriyeti) vermiştir ki, seçimini yaparak tercihini ortaya koysun.

5-İnsan, irade sahibi kılındığı için kendi amellerini kendisi belirleyip seçmekte ve dolayısıyla bunlardan dolayı sorumluluk taşımaktadır.

Allah (cc), bütün kainatı ve içindekileri bir düzen ve intizam üzere yaratmıştır ve böylece her şey Allah’ın takdir ettiği plan ve program dahilinde meydana gelmektedir. İnsanın ana rahminde şekillenmesinden, büyüyüp gelişmesine, konuşma, görme, duyma, hissetme ve hareket etmesine kadar her şey bir program dahilinde meydana gelir. Bu gibi şeylerde insanın hiçbir tesiri ve iradesi söz konusu değildir. Bundan dolayı bu gibi hususlardan sorumlu da değildir. Ancak ortaya koyacağı tavır ve tutumlarında, yapacağı amellerde seçimini kendisi yapmaktadır. Bu konuda Allah (cc) ona bir hürriyet vermiş ve tercihini ortaya koymasını istemiştir. Burada insanın iradesi söz konusudur ve bundan dolayı da insan sorumluluk sahibidir. Mesela; insanın namaz kılması emredilmiştir. İnsan namaz kılıp kılmama konusunda seçimini kendisi yaptığı için sorumluluk sahibidir ve yapmadığından dolayı suçlu görülür.

Burada şu hususa dikkat edilmesi gerekir. İnsan fiillerin yaratıcısı değildir. Sadece seçicisidir. Fiillerin yaratıcısı Allah’tır. Örneğin bir ağacın çekirdeğinde, o ağacın bütün bir programı vardır. Allah o çekirdeğe öyle bir özellik vermiş ve onu öyle bir programa bağlamıştır ki, toprağa atıldığı zaman, uygun iklimi bulduğunda filizlenir ve büyüyüp gelişerek ağaç olur. Bu konuda insanın hiçbir irade ve katkısı yoktur. Ancak elinde bir çekirdek olan insan, isterse onu eker, isterse ekmez. Ektiğinde ve çekirdek ağaca dönüştüğünde, onu insan yaptı denemez. Ancak şöyle denebilir. İnsan, o ağacın yeşermesini istedi, buna sebep oldu, Allah’ın çekirdek için takdir ettiği programa uygun hareket ederek çekirdeği toprağa bıraktı, Allah da ağacın meydana gelmesine izin verdi.

Bu bakımdan; insanın tercihi ve seçmesi olmadan Allah insana zorla bir fiil yaptırıp onu sorumlu tutmaz ve cezalandırmaz. Haşa Allah kullarına zulmetmez.

Onun için, ne yapayım elimden bir şey gelmez, kader…deyip insana verilen iradeyi bir kenara atmak ve insanın sorumluluk sahibi olduğunu unutmak, Allah’a (cc) ve Ahirete inanan bir Mü’minin işi değildir, olamaz. Aynı şekilde, eğer Allah (cc) istemeseydi bana şu şu fiilleri yaptırmazdı deyip kendi tercihinin eseri olan fiillerin suçunu Allah’a (haşa) mal edemez. Gerek yapması gereken hayırlar ve gerekse yaptığı şerler konusunda sorumluluktan kaçamaz. Birincisini yapmakla, ikincisinden kaçınmakla mükelleftir.

Allah’a emanet olun.

M. ALİYÊ XERZÎ
 
Üst Ana Sayfa Alt