Edebe aykırı şeyler çok fazladır. Sadece bu sapığın deşifre olması için yayınlanmaktadır...
Bayezid Tanrı’dan vahiy alıyormuş: Uzunca bir olay anlattıktan sonra Celaleddin şöyle diyor: “Bu, ne yıldız bilgisidir, ne remil, ne de rüya... Tanrı, doğrusunu daha iyi bilir ya, Tanrı vahyidir!
Sofiler, bunu halktan gizlemek için gönül vahyi demişlerdir.” (c. 4, Beyit: 1850-1854)
Uzunca okumak isteyenler (c. 4 Beyit: 1830-1854)e bakabilirler…
Veliler Tanrı’nın çocuklarıymış: “Yavrum, veliler de Tanrı çocuklarıdır. Onlar ortada olsun, olmasın…Tanrı, mallarını, canlarını korur, onların ahvalinden haberdardır.
Sakın noksanlarını bulup aleyhlerine gıybet etme. Onlar için kin güden, onların öcünü alan Tanrı’dır.
Tanrı dedi ki : Bu veliler benim çocuklarımdır. Gariplik âlemindedirler, eşleri yoktur. Ne işleri vardır, ne güçleri.” (c.3 Beyit: 75-80)
Oğlancının Hikayesi: “Bir iri adam bir oğlanı ele geçirdi. Bu adam bana kast eder diye çocuğun yüzü sarardı.
Adam dedi ki “ Güzelim, emin ol.. sen benim üstüme bineceksin.
Ben korkunç görünsem de aldırış etme, bil ki ben bir ibneyim. Deveye biner gibi bin üstüme, sür”
İnsanların suretleriyle mânaları da işte böyledir. Dışardan adam görünürler, içerden melûn Şeytan!
Ey Âd gibi ipiri adam, sen rüzgârın tesiriyle dalın vurduğu davula benziyorsun.”
(c. 2, Beyit: 3155-3159)
Eşeğin Aletinden Ölen Kadının Hikayesi: Bir halayık şehvetin çokluğundan, hırsının fazlalığından bir eşeği kendisine alıştırmıştı.
O eşek, kendisine yakınlaşmayı adet edinmiş, insana yakın olmayı öğrenmişti.
1335. O hilebaz halayığın bir kabağı vardı. Eşek kendisine ölçülü yaklaşsın diye kabağı, eşeğin aletine takardı.
Yakınlaşma zamanında aletin yarısı girsin diye bu işi yapmaktaydı.
Çünkü, eşeğin aleti tamamı ile girse rahmi de parçalanırdı, damarları da.
Eşek boyuna zayıflayıp durmaktaydı. Eşeğin sahibi olan kadın da neden bu eşek böyle zayıflıyor, neden böyle kıl gibi inceliyor deyip dururdu. Fakat işin ne olduğunu anlamakta acizdi.
Nalbantlara illeti nedir, neden zayıflamakta diye gösterdiyse de,
1340. Onda hiçbir illet görünmedi, kimse bunun iç yüzünü haber veremedi.
Kadın bu işin aslını adamakıllı araştırmaya başladı. Her an eşeğin haline dikkat etmekte, neden böyle zayıfladığını bulmaya çalışmaktaydı.
İnsanın adamakıllı çalışmaya kul olması gerekir. Çünkü her şeyi iyice arayan nihayet bulur.
Eşeğin haline dikkat edip dururken bir de ne görsün? O halayık eşeğin altına yatmıyor mu?
Bunu kapının yarığından gördü bu hale pek şaştı.
1345. Eşek, erkekler kadınlara nasıl yakınlaşırsa aynen onun gibi halayığa yakınlaşmış, işini becermekteydi.
Kadın hasede düştü. Dedi ki, bu eşek, benim eşeğim, nasıl olur bu iş? Bu işin bana olması lazım ben işe daha ehlim.
Eşek işi öğrenmiş, alışmış. Adeta sofra yayılmış, mum da yanmış.
Görmemezlikten gelip ahırın kapısını vurdu. A kız ne vakte dek ahırı süpürüp duracaksın? dedi.
Bu sözü işi gizlemek için söylüyor, ben geldim kapıyı aç diyordu.
1350. Sustu, halayığa hiçbir şey söylemedi. Bu işe tamah ettiği için işi gizledi. Halayık bütün fesat aletlerini gizleyip kapıyı açtı.
Yüzünü ekşitip gözlerini yaşartarak dudaklarını oynatmaya başladı, güya oruçluyum demek istiyordu.
Eline sapı yıpranmış bir süpürge aldı, develerin yatması için ahırı süpürüyor göründü.
Elinde süpürge kapıyı açınca kadın, dudak altından seni usta seni, dedi.
1355. Yüzünü ekşittin, eline süpürgeyi aldın, iyi. Fakat yemeden içmeden kesilmiş eşeğin hali ne?
İşi yarıda kalmış, öfkeli, aleti oynayıp durmada. Gözleri kapıda seni beklemede.
Bunu dudağı altından söyledi, halayıktan gizledi. Onu suçsuz gibi ululayıp,
Dedi ki: Tez çarşafını başına al. Filan eve git benden selam söyle.
Şunu söyle, böyle yap, şöyle et. Neyse ben kadınların masallarını kısa kesiyorum.
1360. Maksat neyse sen onun hülasasını al. O işi görmezlikten gelen kadın onu yola vurunca,
Zaten şehvetten sarhoş olmuştu, hemen kapıyı kapadı, oh dedi.
Yalnız kaldım, bağıra, bağıra şükredeyim. Artık erkeklerin gah tam, gah yarım yamalak yakınlaşmasından kurtuldum.
Kadının keçileri, sanki bini bulmuştu, öyle neşelendi. Eşeğin şehvet ateşiyle kararsız bir hale düştü.
Hatta ne keçisi? O yakınlaşma kadını keçi haline getirdi. Ahmağı keçi haline getirmeye, hor hakir bir hale sokmaya şaşılmaz ki!
(Bazı öğütler (!) verdikten sonra Celaleddin şöyle devam ediyor: )
1380. Su hazır olmalı, ahçılığı da bilmelisin ki o tenceredeki çorba, dökülmeden, bozulmadan pişsin.
Demircilik sanatını bilmiyorsan demirci ocağından geçerken sakalını bıyığını yakarsın.
Kadın kapıyı kapadı, sevine, sevine eşeği kendisine çekti, cezasını da tattı ya! Eşeği çeke, çeke ahırın ortasına getirdi. O erkek eşeğin altına yattı.
O kahpe de muradına ermek üzere halayığın yattığını gördüğü sekiye yatmıştı.
1385. Eşek ayağını kaldırıp aletini daldırdı. Eşeğin aletinden kadının içine bir ateştir düştü.
Alışmış eşek kadına abandı, aletini ta hayalarına kadar sokar sokmaz kadın da geberdi.
Eşeğin aletinin hızından ciğeri parçalandı, damarları koptu birbirinden ayrıldı. Soluk bile alamadan derhal can verdi. Seki bir yana düştü o bir yana.
Ahırın içi kanla doldu, kadın baş aşağı yıkıldı, öldü. Kötü bir ölüm, kadının canını aldı.
1390. Kötü ölüm, yüzlerce rezillikle gelip çattı babacığım. Sen hiç eşeğin aletinden şehit olmuş insan gördün mü?
Kuran’dan rezillikle azap edilmeyi duy da böyle kepazelikle can verme.
Bil ki bu hayvan nefis bir erkek eşektir. Onun altına düşmekse ondan daha kötü ve ayıp bir şeydir.
Nefis yolunda benlikle ölürsen bil ki hakikatte sen de o kadın gibisin.
Tanrı, nefsimize eşek sureti vermiştir. Çünkü suretler, huylara uygundur.
(c. 5, Beyit: 1334-1394)
Zahid, Zahidin Aleti, Karısı ve Hizmetçisi: Bir zahidin pek kıskanç bir karısı, bir de huri gibi güzel bir halayığı vardı.
Kadın, kıskançlığından kocasını gözetir, halayıkla hiç yalnız bırakmazdı.
2165. Kadın, bir zaman onların ikisini de gözetti, yalnız kalmalarına fırsat vermedi.
Nihayet Tanrının kaza ve kaderi gelip çattı. Koruyucu akıl, şaşırdı gitti.
Tanrı hükmü, Tanrı takdiri gelince akıl kim oluyor ki? Ay bile tutulur.
Kadın, hamama gitmişti. Birden aklına geldi hamam tasını evde unutmuştu.
Kuş gibi hemencecik koş. Evden o gümüş hamam tasını getir dedi.
2170. Halayık bu sözü duyunca efendisiyle buluşabileceğini düşünüp adeta canlandı.
Efendi şimdi evde yalnızdır deyip sevine, sevine hemen eve koştu.
Halayık altı yıldır efendisini yalnız bulmayı gözlüyordu, bu sevdadaydı.
Adeta uçarak eve geldi. Efendiyi evde yalnız buldu.
Şehvet, iki aşığı da öyle bürümüştü, ikisinin de gözleri öyle kararmıştı ki ihtiyatı akıllarına bile getirmediler. Evin kapısını kapamadılar.
2175. İkisi de neşeyle kucaklaştılar, birleştiler. Adeta o anda iki can bir oldu.
Bu sırada hamamda kadının aklına geldi nasıl oldu da dedi, ben bu kızı eve yolladım?
Adeta kendi elimle ateşi pamuğun içine attım. Koçu koyuna saldım.
Başındaki kili hemen yıkadı, cansız bir halde halayığın ardına düştü. Hem koşuyor, hem çarşafını giyiyordu.
O halayık can sevgisiyle koşmuştu, bu korkusundan koşuyordu. Aşk nerede, korku nerede? Aralarında ne fark var?
(Celaleddin yine öğütler verdikten sonra devamla şöyle diyor: )
2195. Kendi kuşundan, düşünden, dedikodusundan halas olsa da yüce doğan kuşu, padişaha yol bula.
Bu dedikodu, cebir ve ihtiyarıdır. Sevgilinin cezbesi, bu ikisinin ardından gelir.
Hasılı o kadın eve varıp kapıyı açtı. Kapının sesi kulaklarına gelince,
Halayıkcağız perişan bir halde sıçradı, adam da namaza durdu.
Kadın halayıkcağızı perişan, şaşkın ve somurtkan,
2200. Kocasını da namaz da görünce bu halden şüphelendi.
Derhal kocasının eteğini kaldırdı. Bir de ne görsün? Aleti ve hayaları, meni içinde.
Aletinden arta kalan meni damlamada, baldırı dizi pislik içinde.
Başına vurdu da dedi ki: A adi herif, namaz kılan adamın hayaları böyle mi olur?
Şu alet, bu çeşit pislik içinde bulunan but ve kasık, Tanrıyı anmaya ve namaza layık mıdır?
(c. 5, Beyit: 2163-2204)
Yiğit Erin Cariyeye Kastetmesi: 3875. O yiğit er de Musul'dan döndü, yola düştü. Yolda bir ormana, bir yeşilliğe geldi.
Aşk ateşi, öyle bir parlamıştı ki yerle göğü fark etmiyordu.
Çadır içinde o ay parçasına kasdetti. Akıl nerde, Halifeden korkma nerde?
Şehvet, bu ovada davul dövdü mü akıl dediğin ne oluyor ki a turpoğlu turp:
Yüzlerce halife, o anda o erin ateşli gözüne bir sinekten aşağı görünür.
3880. O kadına tapan er şalvarını çıkarıp cariyenin ayak ucuna oturdu.
Aleti, dosdoğru gideceği yere giderken orduda bir gürültü, bir kızılca kıyamettir koptu.
Er sıçradı, götü başı açık bir halde ateş gibi Zülfikar elinde dışarı çıktı.
Birde ne görsün, ormandan kara bir erkek aslan, kendisini ordunun içine kapmış koyvermiş.
Atlar, ürküp köpürmüşler, her çadır ve ahır yeri yıkılmış, herkes birbirine girmiş.
3885. Erkek aslan, ormanın gizli bir yerinden fırlamış, havaya deniz dalgası gibi tam yirmi arşın sıçramıştı.
Er, pek yiğitti, aldırış bile etmeden sarhoş bir erkek aslan gibi aslanın önünü kesti.
Kılıçla bir vurdu, başını ikiye böldü. Derhal o ay yüzlü dilberin bulunduğu çadıra koştu.
O hurinin yanına gelince aleti hâlâ dimdikti.
öyle bir aslanla savaştı da erliği, yine sönmedi, hâlâ ayaktaydı.
3890. O tatlı ve ay yüzlü güzel, onun erliğine şaşıp kaldı.
istekle ona kendisini teslim etti. O anda o iki can, birleştiler..
Bu iki canın birbirleriyle birleşmesi yüzünden gayıptan bir başka can gelir erişir.
Kadının rahminde meniyi kabule mâni bir şey yoksa bu can, doğuş yoliyle gelir, yüz gösterir.
Her nerde iki adam, sevgiyle, yahut kinle birleşseler, bir üçüncü can, mutlaka doğar.
(c. 5, Beyit: 3875-3894)
Kocasının Önünde Aşığıyla Oynaşmak İsteyen Kadın: Bir kadın oynaşı ile aptal kocasının gözü önünde sevişip buluşmak istiyordu.
3545. Kocasına a iyi talihli kişi, ağaca çıkıp meyve toplamak istiyorum dedi.
Ağaca çıkınca kocasına baktı ağlamaya başladı.
Dedi ki: A merdut ahlâksız... üstündeki lûti kim?
Karı gibi onun altına yatmışsın... meğerse sen ne ibneymişsin!
Kocası senin başın döndü galiba... çünkü burada benden başka kimse yok dedi.
3550. Kadın o üstüne binen kalpaklı herif kim, söyle hele diye birkaç kere daha sordu, söylendi.
Adam,a kadın ağaçtan in; başın döndü; adam akıllı bunadın sen dedi.
Kadın, ağaçtan indi; kocası ağaca çıktı. Kadın da oynaşını göğsüne çekti.
Kocası bağırdı: A orospu maymun gibi üstüne çıkan o adam kim?
Kadın burada benden başka kimse yok ki dedi... kendine gel, senin başın döndü galiba, saçmalama.
3555. Adam, bu sözü birkaç kere söylediyse de kadın, "Bu armut ağacından olacak!
Ben de armut ağacının üstündeyken öyle şeyler gördüm be hey kaltaban!
Aşağıya inde bak... benden başka kimse yok, bütün bu hayaller armut ağacından!
Şaka ve lâtife bir şey belletmeye yarar... onu ciddi gibi dinle; görünüşte lâtife oluşuna kapılma!
Her ciddi şey, maskaralara göre maskaralık, şakadır... fakat akıllara göre de lâtifeler, ciddidir.
(c. 4, Beyit: 3544-3559)
Cuhanın Kadın Kılığına Girmesi: Cuha'nın çarşaf giyip kadınlar arasına karışarak vaz dinlemesi ve bir harekette bulunması yüzünden kadının birinin onu tanıyıp erkektir diye nara atması.
3325.Sözü kuvvetli, cerbezesi yerinde bir vazeden vardı.Mimbere çıkmış vaız ediyordu.Kadın,erkek herkes mimberin dibine toplanmıştı.
Cuha da bir çarşaf giyip yüzünü örttü, kadınlar arasına karıştı. Kimse onu tanımıyordu.
Bir kadın, vaız edene gizlice sordu: Kasıktaki kıllar, namazın bozulmasına sebep olur mu?
Vaiz dedi ki: Uzun olursa namaz mekruh olur.
Ya hamam otuyla, ya ustra ile traş etmen lazım ki namazın tamam olsun, kabul edilsin.
3330.Kadın: Ne kadar uzun olursa namazın kabul olmaz dedi.
Vaız eden dedi ki: Bir arpa boyu uzun olursa traş etmek farzdır.
Cuha, hemen kızkardeş dedi, bak bakalım, benim kasığımın kılı o kadar olmuş mu? Tanrı rızası için elini uzat da bir yokla. Bakalım, mekruh olacak kadar uzamış mı?
Yanındaki kadın, Cuhanın şalvarına el atar atmaz eline aleti geldi.
3335.Derhal şiddetli bir nara attı. Hoca, sözüm gönlüne tesir etti dedi.
Cuha dedi ki: Hayır, gönlüne tesir etmedi, eline tesir etti. A akıllı adam, gönlüne tesir etseydi vay haline!
O büyücülerin gönlüne birazcık tesir etti de onlarca sopa da bir oldu, el de.
Padişahım, bir ihtiyarın sopasını alsan o sopa, onun eli ayağı olduğu için pek incinir.
Halbuki onlar, elleri, ayakları kesileceği halde "Bize zarar olmaz ki" diye nara attılar, naraları gökyüzüne vardı. Hadi, gel kes dediler, can, can çekişmeden kurtulur.
(c. 5, Beyit: 3524-3339)
Bir Babanın Kızıyla Cinsel İlişki Üzerine Sohbeti: 3715. Orospu olur ki aletin dönüp dolaşması yüzünden aklı fareye döner, şehveti aslana.
Bir babanın, kızına "Kendini koru, kocandan gebe kalma" diye tembihte bulunması
Zengin bir adam vardı. Bu adamın da zühre yanaklı, ay yüzlü, gümüş bedenli bir kızı vardı.
Kız, kendini bildi, babası onu kocaya verdi. Fakat kocası kızın dengi değildi.
Kavun, karpuz oldu, sulandı mı yarmazsan telef olur gider.
Babası da kızın baştan çıkmasından korktu da onun için onu, dengi olmayan birisine verdi.
3720. Kızına dedi ki: Kendini kocandan koru, sakın gebe kalma.
Ne yapayım? Bu yoksula seni vermek zorunda kaldım. Bu adamı garip say, garipte vefa olmaz.
Ansızın her şeyi bırakır, kaçıp gider. Çocuğu, başına dert olur kalır.
Kız dedi ki: Babacığım, dediğini tutarım, öğüdün pek doğru, kabulüm.
Babası, her iki üç günde bir kere kızına aman ha sakın diye öğüt veriyordu.
3725. Derken kız, birdenbire gebe kalıverdi; ikisi de gençti.
Kız, bunu babasından gizledi. Çocuk, karnında beş, yahut altı aylık oldu.
Artık iyiden iyiye belli oldu. Babası dedi ki: Bu ne? Ben sana ondan kendini koru demedim mi?
Öğütlerim, yelmiydi ki hiç sana tesir etmedi?
Kız, baba dedi, nasıl tahammül edeyim? Erkekle kadın, şüphe yok ki ateşle pamuk.
3730. Pamuk, ateşten nasıl çekinebilir? Yahut da ateş nasıl olur da pamuğu yakmaz, çekinir?
Babası dedi ki: A kızım, ben sana onun yanına gitme demedim. Yalnız menisinden kendini koru dedim.
Tam zevk anında onun beli gelirken kendini çekmeliydin.
Kız, peki, beli ne vakit gelecek, ben ne bileyim? Bu, pek gizli bir şey, anlaşılmaz ki dedi.
Babası, gözleri süzüldü mü anla ki beli geliyor deyince,
3735. Kız dedi: Onun gözü süzülünceye kadar benim bu iki gözüm de kör oluyor a baba!
Her bayağı akıl, hırs ve öfke zamanı, yerinde durmaz ki!
(c. 5, Beyit: 3715-3735)
Bir Oğlancılık Daha: Bir oğlancı, evine bir oğlan götürdü. Onu baş aşağı edip düzmeye koyuldu.
Bu sırada o mel'un çocuğun belinde bir hançer gördü. Dedi ki: Belindeki ne?
Oğlan, kötü düşünceli biri hakkımda kötü bir düşünceye kapılırsa bununla karnını deşeceğim diye cevap verdi.
2500. Oğlancı, Tanrı'ya hamdolsun dedi, iyi ki ben sana bir hile yapıp kötü bir düşünceye kapılmadım.
Sende adamlık olmadıktan sonra hançerlerin ne faydası var? Yürek olmadıktan sonra bunda ne fayda var ki?
(c. 5, Beyit: 2497-2501)
Zerdüşt Celaleddin’in Dini: Celâleddin er-Rumî “Divan”ında şöyle diyor:
“Canım, ey nur, kaçma benden!
Kaçma benden ey parlayan görünüm,
Kaçma benden kaçma benden!
Şu sarığa bak, onu nasıl başıma koydum,
Hatta bileğime taktığım Zerdüşt’ün zünnarına bak!
Zünnarı taşırım, yemliği taşırım.
Belki nuru taşırım, kaçma benden!
Müslümanım ben, ama Hırıstiyanım, Brahmanistim, Zerdüştiyim.
Ey yüce Hakk, sana tevekkül ettim, kaçma benden.
Bir tek tapınağım; mescid, kilise veya puthanem yok benim.
Sonsuz nimetim yüce yüzündedir, kaçma benden kaçma benden!”
(Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm, s.160 (Dr. Mustafa Galveş, et-Tasavvuf fi’l- Mizan, 100-101’den); Ahmet Kisravi, Edebiyat Üzerine. s.78. Perçem Yay. 4.baskı. (Farsça))
Celaleddin’in Kıssaları:
Sultan Veled, Mevlana, Şems ve Kimya Hatun Hikayesi: Yine Sultan Veled'den nakledilmiş tir ki: Bir gün ileri gelen sofiler babam Hudavendigâr'dan: "Ebu Yezid (Tanrı rahmet etsin), Ben Tanrı'mı daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde gördüm, buyuruyor. Bu nasıl olur?" diye sordular. Babam: "Bunda iki hüküm vardır: ya Bayezit Tanrı'yı sakalı bitmemiş genç şeklinde görmüş, yahut Bayezid'in meylinden ötürü Tanrı onun gözüne bir genç çocuk suretinde gözükmüştür "dedi. Yine buyurdular ki: Mevlânâ Şems-i Tebrizî'nin Kimya adında bir karısı vardı. Bir gün Şems hazretlerine kızıp Meram bağları tarafına gitti. Mevlânâ hazretleri medresenin kadınlarına işaretle: "Haydi gidin Kimya Hatuna buraya getirin; Mevlana, Şemseddin'in gönlü ona çok bağlıdır" buyurdu. Bunun üzerine kadınlardan bir grup onu aramaya hazırlandıkları sırada Mevlânâ, Şems'in yanına girdi. Şems, şahane bir çadırda oturmuş, Kimya Hatunla konuşup oynaşıyor ve Kimya Hatun da giydiği elbiselerle orada oturuyordu. Mevlânâ bunu görünce hayrette kaldı. Onu aramağa hazırlanan dostların karılan da henüz gitmemişlerdi. Mevlânâ dışarı çıktı. Bu karı kocanın oynaşmalarına mâni olmamak için medresede aşağı yukarı dolaştı. Sonra Şems "içeri gel" diye bağırdı. Mevlânâ içeri girdiği vakit, Şems'ten başkasını görmedi. Bunun sırrını sordu ve: "Kimya nereye gitti" dedi Mevlânâ. Şems: "Yüce Tanrı beni o kadar sever ki istediğim şekilde yanıma gelir. Şu anda da Kimya şeklinde geldi" buyurdu, işte Bayezid'in hali de böyle idi. Tanrı ona daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde göründü.
(Ahmed Eflaki, Menakıbu’l-Arifin, c.2 s. 67,70)
Şeyh=Allah mı: Yine sultan veled buyurdu ki: Bir gün babam medresede bilgiler saçıyordu. (bu arada) “halis mürid kendi şeyhinin herkesten üstün olduğuna inanan kimsedir. Mesela: bir adam beyazid (bistami)’nin müridlerinden birine “senin şeyhin mi büyük, yoksa ebu hanife mi?” diye sordu. Mürid “benim şeyhim” diye cevap verdi. (Nihayet) o birer birer bütün sahabeyi saydı, fakat mürid yine şeyhinin hepsinden büyük olduğunu söyledi. Sonra “Muhammed mi büyük, senin şeyhin mi?” dedi. En sonunda “ALLAH mı büyük, yoksa senin şeyhin mi diye sordu? Mürid “ben ALLAH’ı şeyhimle gördüm, şeyhimden başka bir şey tanımam, hep onu tanırım.” dedi. Başka bir müridden de “ALLAH mı büyük yoksa senin şeyhin mi?” diye sordu. Bu mürid de “bu iki büyük arasında hiçbir fark yoktur” dedi. Ariflerden biri de “bu iki büyükten daha büyük biri lazımdır ki o farkı ortaya koysun” demiştir. Nitekim buyurmuştur ki : “ALLAH görünmediği için peygamberler onun naibi olmuşlardır. Hayır böyle de değil. Bu naible, naibin naibliğinde bulunduğu kimseyi ayırmak çirkin şeydir. burada ikilik yoktur.”
(Ahmed Eflaki, Menakıbu’l-Arifin, c. 1, s. 324-325)
Mesnevi Kur’an’dan Bile Üstünmüş: Bir gün Sultan veled şöyle buyurdu: Dostlardan biri babama Danişmentler Mevlana Mesnevi,ye niçin Kur,an diyor diye benimle münakaşa ettiler.Ben kulunuz onlara cevaben Mesnevi Kuran,ın tefsiridir dedim diye şikayette bulundu.
Babam bunu işitince bir süre sustu sonra dedi ki: Ey köpek Niçin Kuran olmasın? Ey eşek Niçin Kuran olmasın? Ey kahpenin kardeşi niçin Kuran olmasın? Peygamberlerin ve velilerin söz kalıpları içinde ilahi sırların nurlarından kaynamış ve ırmak gibi olan dillerinden akmıştır.
(Ahmed Eflaki, Menakıbu’l-Arifin, s.261)
Mesnevi Vahiy imiş: “Bu kitap Mesnevi kitabıdır. Mesnevi hakikate ulaşma ve yakin sırlarını açma hususunda din asıllarının asıllarıdır. Tanrı’nın en büyük fıkhı Tanrı’nın en aydın yolu! Tanrı’nın en açık burhanıdır… Kur’an’ı apaçık bir hale koyar, rızıkların bolluğuna sebeb olur, huyları güzelleştirir. Şanları yüce özleri hayırlı katiblerin elleriyle yazılmıştır. Temiz kişilerden başkalarının dokunmasına müsaade etmezler. Mesnevi, Alemlerin Rabbinden inmedir! Batıl ne önünden gelebilir, ne ardından. Tanrı onu korur, gözetir!”
(Mesnevi, Celaleddin Rumi, MEB Yayınları c. 1 s. 11)
Bayezid Tanrı’dan vahiy alıyormuş: Uzunca bir olay anlattıktan sonra Celaleddin şöyle diyor: “Bu, ne yıldız bilgisidir, ne remil, ne de rüya... Tanrı, doğrusunu daha iyi bilir ya, Tanrı vahyidir!
Sofiler, bunu halktan gizlemek için gönül vahyi demişlerdir.” (c. 4, Beyit: 1850-1854)
Uzunca okumak isteyenler (c. 4 Beyit: 1830-1854)e bakabilirler…
Veliler Tanrı’nın çocuklarıymış: “Yavrum, veliler de Tanrı çocuklarıdır. Onlar ortada olsun, olmasın…Tanrı, mallarını, canlarını korur, onların ahvalinden haberdardır.
Sakın noksanlarını bulup aleyhlerine gıybet etme. Onlar için kin güden, onların öcünü alan Tanrı’dır.
Tanrı dedi ki : Bu veliler benim çocuklarımdır. Gariplik âlemindedirler, eşleri yoktur. Ne işleri vardır, ne güçleri.” (c.3 Beyit: 75-80)
Oğlancının Hikayesi: “Bir iri adam bir oğlanı ele geçirdi. Bu adam bana kast eder diye çocuğun yüzü sarardı.
Adam dedi ki “ Güzelim, emin ol.. sen benim üstüme bineceksin.
Ben korkunç görünsem de aldırış etme, bil ki ben bir ibneyim. Deveye biner gibi bin üstüme, sür”
İnsanların suretleriyle mânaları da işte böyledir. Dışardan adam görünürler, içerden melûn Şeytan!
Ey Âd gibi ipiri adam, sen rüzgârın tesiriyle dalın vurduğu davula benziyorsun.”
(c. 2, Beyit: 3155-3159)
Eşeğin Aletinden Ölen Kadının Hikayesi: Bir halayık şehvetin çokluğundan, hırsının fazlalığından bir eşeği kendisine alıştırmıştı.
O eşek, kendisine yakınlaşmayı adet edinmiş, insana yakın olmayı öğrenmişti.
1335. O hilebaz halayığın bir kabağı vardı. Eşek kendisine ölçülü yaklaşsın diye kabağı, eşeğin aletine takardı.
Yakınlaşma zamanında aletin yarısı girsin diye bu işi yapmaktaydı.
Çünkü, eşeğin aleti tamamı ile girse rahmi de parçalanırdı, damarları da.
Eşek boyuna zayıflayıp durmaktaydı. Eşeğin sahibi olan kadın da neden bu eşek böyle zayıflıyor, neden böyle kıl gibi inceliyor deyip dururdu. Fakat işin ne olduğunu anlamakta acizdi.
Nalbantlara illeti nedir, neden zayıflamakta diye gösterdiyse de,
1340. Onda hiçbir illet görünmedi, kimse bunun iç yüzünü haber veremedi.
Kadın bu işin aslını adamakıllı araştırmaya başladı. Her an eşeğin haline dikkat etmekte, neden böyle zayıfladığını bulmaya çalışmaktaydı.
İnsanın adamakıllı çalışmaya kul olması gerekir. Çünkü her şeyi iyice arayan nihayet bulur.
Eşeğin haline dikkat edip dururken bir de ne görsün? O halayık eşeğin altına yatmıyor mu?
Bunu kapının yarığından gördü bu hale pek şaştı.
1345. Eşek, erkekler kadınlara nasıl yakınlaşırsa aynen onun gibi halayığa yakınlaşmış, işini becermekteydi.
Kadın hasede düştü. Dedi ki, bu eşek, benim eşeğim, nasıl olur bu iş? Bu işin bana olması lazım ben işe daha ehlim.
Eşek işi öğrenmiş, alışmış. Adeta sofra yayılmış, mum da yanmış.
Görmemezlikten gelip ahırın kapısını vurdu. A kız ne vakte dek ahırı süpürüp duracaksın? dedi.
Bu sözü işi gizlemek için söylüyor, ben geldim kapıyı aç diyordu.
1350. Sustu, halayığa hiçbir şey söylemedi. Bu işe tamah ettiği için işi gizledi. Halayık bütün fesat aletlerini gizleyip kapıyı açtı.
Yüzünü ekşitip gözlerini yaşartarak dudaklarını oynatmaya başladı, güya oruçluyum demek istiyordu.
Eline sapı yıpranmış bir süpürge aldı, develerin yatması için ahırı süpürüyor göründü.
Elinde süpürge kapıyı açınca kadın, dudak altından seni usta seni, dedi.
1355. Yüzünü ekşittin, eline süpürgeyi aldın, iyi. Fakat yemeden içmeden kesilmiş eşeğin hali ne?
İşi yarıda kalmış, öfkeli, aleti oynayıp durmada. Gözleri kapıda seni beklemede.
Bunu dudağı altından söyledi, halayıktan gizledi. Onu suçsuz gibi ululayıp,
Dedi ki: Tez çarşafını başına al. Filan eve git benden selam söyle.
Şunu söyle, böyle yap, şöyle et. Neyse ben kadınların masallarını kısa kesiyorum.
1360. Maksat neyse sen onun hülasasını al. O işi görmezlikten gelen kadın onu yola vurunca,
Zaten şehvetten sarhoş olmuştu, hemen kapıyı kapadı, oh dedi.
Yalnız kaldım, bağıra, bağıra şükredeyim. Artık erkeklerin gah tam, gah yarım yamalak yakınlaşmasından kurtuldum.
Kadının keçileri, sanki bini bulmuştu, öyle neşelendi. Eşeğin şehvet ateşiyle kararsız bir hale düştü.
Hatta ne keçisi? O yakınlaşma kadını keçi haline getirdi. Ahmağı keçi haline getirmeye, hor hakir bir hale sokmaya şaşılmaz ki!
(Bazı öğütler (!) verdikten sonra Celaleddin şöyle devam ediyor: )
1380. Su hazır olmalı, ahçılığı da bilmelisin ki o tenceredeki çorba, dökülmeden, bozulmadan pişsin.
Demircilik sanatını bilmiyorsan demirci ocağından geçerken sakalını bıyığını yakarsın.
Kadın kapıyı kapadı, sevine, sevine eşeği kendisine çekti, cezasını da tattı ya! Eşeği çeke, çeke ahırın ortasına getirdi. O erkek eşeğin altına yattı.
O kahpe de muradına ermek üzere halayığın yattığını gördüğü sekiye yatmıştı.
1385. Eşek ayağını kaldırıp aletini daldırdı. Eşeğin aletinden kadının içine bir ateştir düştü.
Alışmış eşek kadına abandı, aletini ta hayalarına kadar sokar sokmaz kadın da geberdi.
Eşeğin aletinin hızından ciğeri parçalandı, damarları koptu birbirinden ayrıldı. Soluk bile alamadan derhal can verdi. Seki bir yana düştü o bir yana.
Ahırın içi kanla doldu, kadın baş aşağı yıkıldı, öldü. Kötü bir ölüm, kadının canını aldı.
1390. Kötü ölüm, yüzlerce rezillikle gelip çattı babacığım. Sen hiç eşeğin aletinden şehit olmuş insan gördün mü?
Kuran’dan rezillikle azap edilmeyi duy da böyle kepazelikle can verme.
Bil ki bu hayvan nefis bir erkek eşektir. Onun altına düşmekse ondan daha kötü ve ayıp bir şeydir.
Nefis yolunda benlikle ölürsen bil ki hakikatte sen de o kadın gibisin.
Tanrı, nefsimize eşek sureti vermiştir. Çünkü suretler, huylara uygundur.
(c. 5, Beyit: 1334-1394)
Zahid, Zahidin Aleti, Karısı ve Hizmetçisi: Bir zahidin pek kıskanç bir karısı, bir de huri gibi güzel bir halayığı vardı.
Kadın, kıskançlığından kocasını gözetir, halayıkla hiç yalnız bırakmazdı.
2165. Kadın, bir zaman onların ikisini de gözetti, yalnız kalmalarına fırsat vermedi.
Nihayet Tanrının kaza ve kaderi gelip çattı. Koruyucu akıl, şaşırdı gitti.
Tanrı hükmü, Tanrı takdiri gelince akıl kim oluyor ki? Ay bile tutulur.
Kadın, hamama gitmişti. Birden aklına geldi hamam tasını evde unutmuştu.
Kuş gibi hemencecik koş. Evden o gümüş hamam tasını getir dedi.
2170. Halayık bu sözü duyunca efendisiyle buluşabileceğini düşünüp adeta canlandı.
Efendi şimdi evde yalnızdır deyip sevine, sevine hemen eve koştu.
Halayık altı yıldır efendisini yalnız bulmayı gözlüyordu, bu sevdadaydı.
Adeta uçarak eve geldi. Efendiyi evde yalnız buldu.
Şehvet, iki aşığı da öyle bürümüştü, ikisinin de gözleri öyle kararmıştı ki ihtiyatı akıllarına bile getirmediler. Evin kapısını kapamadılar.
2175. İkisi de neşeyle kucaklaştılar, birleştiler. Adeta o anda iki can bir oldu.
Bu sırada hamamda kadının aklına geldi nasıl oldu da dedi, ben bu kızı eve yolladım?
Adeta kendi elimle ateşi pamuğun içine attım. Koçu koyuna saldım.
Başındaki kili hemen yıkadı, cansız bir halde halayığın ardına düştü. Hem koşuyor, hem çarşafını giyiyordu.
O halayık can sevgisiyle koşmuştu, bu korkusundan koşuyordu. Aşk nerede, korku nerede? Aralarında ne fark var?
(Celaleddin yine öğütler verdikten sonra devamla şöyle diyor: )
2195. Kendi kuşundan, düşünden, dedikodusundan halas olsa da yüce doğan kuşu, padişaha yol bula.
Bu dedikodu, cebir ve ihtiyarıdır. Sevgilinin cezbesi, bu ikisinin ardından gelir.
Hasılı o kadın eve varıp kapıyı açtı. Kapının sesi kulaklarına gelince,
Halayıkcağız perişan bir halde sıçradı, adam da namaza durdu.
Kadın halayıkcağızı perişan, şaşkın ve somurtkan,
2200. Kocasını da namaz da görünce bu halden şüphelendi.
Derhal kocasının eteğini kaldırdı. Bir de ne görsün? Aleti ve hayaları, meni içinde.
Aletinden arta kalan meni damlamada, baldırı dizi pislik içinde.
Başına vurdu da dedi ki: A adi herif, namaz kılan adamın hayaları böyle mi olur?
Şu alet, bu çeşit pislik içinde bulunan but ve kasık, Tanrıyı anmaya ve namaza layık mıdır?
(c. 5, Beyit: 2163-2204)
Yiğit Erin Cariyeye Kastetmesi: 3875. O yiğit er de Musul'dan döndü, yola düştü. Yolda bir ormana, bir yeşilliğe geldi.
Aşk ateşi, öyle bir parlamıştı ki yerle göğü fark etmiyordu.
Çadır içinde o ay parçasına kasdetti. Akıl nerde, Halifeden korkma nerde?
Şehvet, bu ovada davul dövdü mü akıl dediğin ne oluyor ki a turpoğlu turp:
Yüzlerce halife, o anda o erin ateşli gözüne bir sinekten aşağı görünür.
3880. O kadına tapan er şalvarını çıkarıp cariyenin ayak ucuna oturdu.
Aleti, dosdoğru gideceği yere giderken orduda bir gürültü, bir kızılca kıyamettir koptu.
Er sıçradı, götü başı açık bir halde ateş gibi Zülfikar elinde dışarı çıktı.
Birde ne görsün, ormandan kara bir erkek aslan, kendisini ordunun içine kapmış koyvermiş.
Atlar, ürküp köpürmüşler, her çadır ve ahır yeri yıkılmış, herkes birbirine girmiş.
3885. Erkek aslan, ormanın gizli bir yerinden fırlamış, havaya deniz dalgası gibi tam yirmi arşın sıçramıştı.
Er, pek yiğitti, aldırış bile etmeden sarhoş bir erkek aslan gibi aslanın önünü kesti.
Kılıçla bir vurdu, başını ikiye böldü. Derhal o ay yüzlü dilberin bulunduğu çadıra koştu.
O hurinin yanına gelince aleti hâlâ dimdikti.
öyle bir aslanla savaştı da erliği, yine sönmedi, hâlâ ayaktaydı.
3890. O tatlı ve ay yüzlü güzel, onun erliğine şaşıp kaldı.
istekle ona kendisini teslim etti. O anda o iki can, birleştiler..
Bu iki canın birbirleriyle birleşmesi yüzünden gayıptan bir başka can gelir erişir.
Kadının rahminde meniyi kabule mâni bir şey yoksa bu can, doğuş yoliyle gelir, yüz gösterir.
Her nerde iki adam, sevgiyle, yahut kinle birleşseler, bir üçüncü can, mutlaka doğar.
(c. 5, Beyit: 3875-3894)
Kocasının Önünde Aşığıyla Oynaşmak İsteyen Kadın: Bir kadın oynaşı ile aptal kocasının gözü önünde sevişip buluşmak istiyordu.
3545. Kocasına a iyi talihli kişi, ağaca çıkıp meyve toplamak istiyorum dedi.
Ağaca çıkınca kocasına baktı ağlamaya başladı.
Dedi ki: A merdut ahlâksız... üstündeki lûti kim?
Karı gibi onun altına yatmışsın... meğerse sen ne ibneymişsin!
Kocası senin başın döndü galiba... çünkü burada benden başka kimse yok dedi.
3550. Kadın o üstüne binen kalpaklı herif kim, söyle hele diye birkaç kere daha sordu, söylendi.
Adam,a kadın ağaçtan in; başın döndü; adam akıllı bunadın sen dedi.
Kadın, ağaçtan indi; kocası ağaca çıktı. Kadın da oynaşını göğsüne çekti.
Kocası bağırdı: A orospu maymun gibi üstüne çıkan o adam kim?
Kadın burada benden başka kimse yok ki dedi... kendine gel, senin başın döndü galiba, saçmalama.
3555. Adam, bu sözü birkaç kere söylediyse de kadın, "Bu armut ağacından olacak!
Ben de armut ağacının üstündeyken öyle şeyler gördüm be hey kaltaban!
Aşağıya inde bak... benden başka kimse yok, bütün bu hayaller armut ağacından!
Şaka ve lâtife bir şey belletmeye yarar... onu ciddi gibi dinle; görünüşte lâtife oluşuna kapılma!
Her ciddi şey, maskaralara göre maskaralık, şakadır... fakat akıllara göre de lâtifeler, ciddidir.
(c. 4, Beyit: 3544-3559)
Cuhanın Kadın Kılığına Girmesi: Cuha'nın çarşaf giyip kadınlar arasına karışarak vaz dinlemesi ve bir harekette bulunması yüzünden kadının birinin onu tanıyıp erkektir diye nara atması.
3325.Sözü kuvvetli, cerbezesi yerinde bir vazeden vardı.Mimbere çıkmış vaız ediyordu.Kadın,erkek herkes mimberin dibine toplanmıştı.
Cuha da bir çarşaf giyip yüzünü örttü, kadınlar arasına karıştı. Kimse onu tanımıyordu.
Bir kadın, vaız edene gizlice sordu: Kasıktaki kıllar, namazın bozulmasına sebep olur mu?
Vaiz dedi ki: Uzun olursa namaz mekruh olur.
Ya hamam otuyla, ya ustra ile traş etmen lazım ki namazın tamam olsun, kabul edilsin.
3330.Kadın: Ne kadar uzun olursa namazın kabul olmaz dedi.
Vaız eden dedi ki: Bir arpa boyu uzun olursa traş etmek farzdır.
Cuha, hemen kızkardeş dedi, bak bakalım, benim kasığımın kılı o kadar olmuş mu? Tanrı rızası için elini uzat da bir yokla. Bakalım, mekruh olacak kadar uzamış mı?
Yanındaki kadın, Cuhanın şalvarına el atar atmaz eline aleti geldi.
3335.Derhal şiddetli bir nara attı. Hoca, sözüm gönlüne tesir etti dedi.
Cuha dedi ki: Hayır, gönlüne tesir etmedi, eline tesir etti. A akıllı adam, gönlüne tesir etseydi vay haline!
O büyücülerin gönlüne birazcık tesir etti de onlarca sopa da bir oldu, el de.
Padişahım, bir ihtiyarın sopasını alsan o sopa, onun eli ayağı olduğu için pek incinir.
Halbuki onlar, elleri, ayakları kesileceği halde "Bize zarar olmaz ki" diye nara attılar, naraları gökyüzüne vardı. Hadi, gel kes dediler, can, can çekişmeden kurtulur.
(c. 5, Beyit: 3524-3339)
Bir Babanın Kızıyla Cinsel İlişki Üzerine Sohbeti: 3715. Orospu olur ki aletin dönüp dolaşması yüzünden aklı fareye döner, şehveti aslana.
Bir babanın, kızına "Kendini koru, kocandan gebe kalma" diye tembihte bulunması
Zengin bir adam vardı. Bu adamın da zühre yanaklı, ay yüzlü, gümüş bedenli bir kızı vardı.
Kız, kendini bildi, babası onu kocaya verdi. Fakat kocası kızın dengi değildi.
Kavun, karpuz oldu, sulandı mı yarmazsan telef olur gider.
Babası da kızın baştan çıkmasından korktu da onun için onu, dengi olmayan birisine verdi.
3720. Kızına dedi ki: Kendini kocandan koru, sakın gebe kalma.
Ne yapayım? Bu yoksula seni vermek zorunda kaldım. Bu adamı garip say, garipte vefa olmaz.
Ansızın her şeyi bırakır, kaçıp gider. Çocuğu, başına dert olur kalır.
Kız dedi ki: Babacığım, dediğini tutarım, öğüdün pek doğru, kabulüm.
Babası, her iki üç günde bir kere kızına aman ha sakın diye öğüt veriyordu.
3725. Derken kız, birdenbire gebe kalıverdi; ikisi de gençti.
Kız, bunu babasından gizledi. Çocuk, karnında beş, yahut altı aylık oldu.
Artık iyiden iyiye belli oldu. Babası dedi ki: Bu ne? Ben sana ondan kendini koru demedim mi?
Öğütlerim, yelmiydi ki hiç sana tesir etmedi?
Kız, baba dedi, nasıl tahammül edeyim? Erkekle kadın, şüphe yok ki ateşle pamuk.
3730. Pamuk, ateşten nasıl çekinebilir? Yahut da ateş nasıl olur da pamuğu yakmaz, çekinir?
Babası dedi ki: A kızım, ben sana onun yanına gitme demedim. Yalnız menisinden kendini koru dedim.
Tam zevk anında onun beli gelirken kendini çekmeliydin.
Kız, peki, beli ne vakit gelecek, ben ne bileyim? Bu, pek gizli bir şey, anlaşılmaz ki dedi.
Babası, gözleri süzüldü mü anla ki beli geliyor deyince,
3735. Kız dedi: Onun gözü süzülünceye kadar benim bu iki gözüm de kör oluyor a baba!
Her bayağı akıl, hırs ve öfke zamanı, yerinde durmaz ki!
(c. 5, Beyit: 3715-3735)
Bir Oğlancılık Daha: Bir oğlancı, evine bir oğlan götürdü. Onu baş aşağı edip düzmeye koyuldu.
Bu sırada o mel'un çocuğun belinde bir hançer gördü. Dedi ki: Belindeki ne?
Oğlan, kötü düşünceli biri hakkımda kötü bir düşünceye kapılırsa bununla karnını deşeceğim diye cevap verdi.
2500. Oğlancı, Tanrı'ya hamdolsun dedi, iyi ki ben sana bir hile yapıp kötü bir düşünceye kapılmadım.
Sende adamlık olmadıktan sonra hançerlerin ne faydası var? Yürek olmadıktan sonra bunda ne fayda var ki?
(c. 5, Beyit: 2497-2501)
Zerdüşt Celaleddin’in Dini: Celâleddin er-Rumî “Divan”ında şöyle diyor:
“Canım, ey nur, kaçma benden!
Kaçma benden ey parlayan görünüm,
Kaçma benden kaçma benden!
Şu sarığa bak, onu nasıl başıma koydum,
Hatta bileğime taktığım Zerdüşt’ün zünnarına bak!
Zünnarı taşırım, yemliği taşırım.
Belki nuru taşırım, kaçma benden!
Müslümanım ben, ama Hırıstiyanım, Brahmanistim, Zerdüştiyim.
Ey yüce Hakk, sana tevekkül ettim, kaçma benden.
Bir tek tapınağım; mescid, kilise veya puthanem yok benim.
Sonsuz nimetim yüce yüzündedir, kaçma benden kaçma benden!”
(Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm, s.160 (Dr. Mustafa Galveş, et-Tasavvuf fi’l- Mizan, 100-101’den); Ahmet Kisravi, Edebiyat Üzerine. s.78. Perçem Yay. 4.baskı. (Farsça))
Celaleddin’in Kıssaları:
Sultan Veled, Mevlana, Şems ve Kimya Hatun Hikayesi: Yine Sultan Veled'den nakledilmiş tir ki: Bir gün ileri gelen sofiler babam Hudavendigâr'dan: "Ebu Yezid (Tanrı rahmet etsin), Ben Tanrı'mı daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde gördüm, buyuruyor. Bu nasıl olur?" diye sordular. Babam: "Bunda iki hüküm vardır: ya Bayezit Tanrı'yı sakalı bitmemiş genç şeklinde görmüş, yahut Bayezid'in meylinden ötürü Tanrı onun gözüne bir genç çocuk suretinde gözükmüştür "dedi. Yine buyurdular ki: Mevlânâ Şems-i Tebrizî'nin Kimya adında bir karısı vardı. Bir gün Şems hazretlerine kızıp Meram bağları tarafına gitti. Mevlânâ hazretleri medresenin kadınlarına işaretle: "Haydi gidin Kimya Hatuna buraya getirin; Mevlana, Şemseddin'in gönlü ona çok bağlıdır" buyurdu. Bunun üzerine kadınlardan bir grup onu aramaya hazırlandıkları sırada Mevlânâ, Şems'in yanına girdi. Şems, şahane bir çadırda oturmuş, Kimya Hatunla konuşup oynaşıyor ve Kimya Hatun da giydiği elbiselerle orada oturuyordu. Mevlânâ bunu görünce hayrette kaldı. Onu aramağa hazırlanan dostların karılan da henüz gitmemişlerdi. Mevlânâ dışarı çıktı. Bu karı kocanın oynaşmalarına mâni olmamak için medresede aşağı yukarı dolaştı. Sonra Şems "içeri gel" diye bağırdı. Mevlânâ içeri girdiği vakit, Şems'ten başkasını görmedi. Bunun sırrını sordu ve: "Kimya nereye gitti" dedi Mevlânâ. Şems: "Yüce Tanrı beni o kadar sever ki istediğim şekilde yanıma gelir. Şu anda da Kimya şeklinde geldi" buyurdu, işte Bayezid'in hali de böyle idi. Tanrı ona daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde göründü.
(Ahmed Eflaki, Menakıbu’l-Arifin, c.2 s. 67,70)
Şeyh=Allah mı: Yine sultan veled buyurdu ki: Bir gün babam medresede bilgiler saçıyordu. (bu arada) “halis mürid kendi şeyhinin herkesten üstün olduğuna inanan kimsedir. Mesela: bir adam beyazid (bistami)’nin müridlerinden birine “senin şeyhin mi büyük, yoksa ebu hanife mi?” diye sordu. Mürid “benim şeyhim” diye cevap verdi. (Nihayet) o birer birer bütün sahabeyi saydı, fakat mürid yine şeyhinin hepsinden büyük olduğunu söyledi. Sonra “Muhammed mi büyük, senin şeyhin mi?” dedi. En sonunda “ALLAH mı büyük, yoksa senin şeyhin mi diye sordu? Mürid “ben ALLAH’ı şeyhimle gördüm, şeyhimden başka bir şey tanımam, hep onu tanırım.” dedi. Başka bir müridden de “ALLAH mı büyük yoksa senin şeyhin mi?” diye sordu. Bu mürid de “bu iki büyük arasında hiçbir fark yoktur” dedi. Ariflerden biri de “bu iki büyükten daha büyük biri lazımdır ki o farkı ortaya koysun” demiştir. Nitekim buyurmuştur ki : “ALLAH görünmediği için peygamberler onun naibi olmuşlardır. Hayır böyle de değil. Bu naible, naibin naibliğinde bulunduğu kimseyi ayırmak çirkin şeydir. burada ikilik yoktur.”
(Ahmed Eflaki, Menakıbu’l-Arifin, c. 1, s. 324-325)
Mesnevi Kur’an’dan Bile Üstünmüş: Bir gün Sultan veled şöyle buyurdu: Dostlardan biri babama Danişmentler Mevlana Mesnevi,ye niçin Kur,an diyor diye benimle münakaşa ettiler.Ben kulunuz onlara cevaben Mesnevi Kuran,ın tefsiridir dedim diye şikayette bulundu.
Babam bunu işitince bir süre sustu sonra dedi ki: Ey köpek Niçin Kuran olmasın? Ey eşek Niçin Kuran olmasın? Ey kahpenin kardeşi niçin Kuran olmasın? Peygamberlerin ve velilerin söz kalıpları içinde ilahi sırların nurlarından kaynamış ve ırmak gibi olan dillerinden akmıştır.
(Ahmed Eflaki, Menakıbu’l-Arifin, s.261)
Mesnevi Vahiy imiş: “Bu kitap Mesnevi kitabıdır. Mesnevi hakikate ulaşma ve yakin sırlarını açma hususunda din asıllarının asıllarıdır. Tanrı’nın en büyük fıkhı Tanrı’nın en aydın yolu! Tanrı’nın en açık burhanıdır… Kur’an’ı apaçık bir hale koyar, rızıkların bolluğuna sebeb olur, huyları güzelleştirir. Şanları yüce özleri hayırlı katiblerin elleriyle yazılmıştır. Temiz kişilerden başkalarının dokunmasına müsaade etmezler. Mesnevi, Alemlerin Rabbinden inmedir! Batıl ne önünden gelebilir, ne ardından. Tanrı onu korur, gözetir!”
(Mesnevi, Celaleddin Rumi, MEB Yayınları c. 1 s. 11)