Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Cihad Farz-ı Ayn'dır

HAMAS Çevrimdışı

HAMAS

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Dr. Abdullah AZZAM

Ey kardeşlerim! Şüphesiz cihad Endülüs'ün ilk kenti Ferdinand'ın ve İzabella'nın eline düştüğü günden beri takriben 600 seneden beri farz-ı ayndır. Ve tekrar İslâm beldelerinin her karış toprağı kurtarılıp üzerinde la ilahe illallah sancağı dalgalanıncaya kadar cihad farz-ı ayn olmaya devam edecektir. Dava Afganistan davası ya da Filistin davası değildir.


Her ne kadar bu davalar İslâm'ın önde gelen davalarındansalar da ve her ne kadar Filistin davası İslâm âleminin ilk davası ise de, savaş şu anda Afganistan'da şiddetlenmiştir ve bizler, Allah bizimle düşmanlarımız arasında hükmedinceye kadar Afganistan'da savaşacağız. Sonra iş burada bitmiyor. Farz-ı ayn son bulmuyor.

Cihad için inşaallah diğer ücra yerlere geçeceğiz. Allah'ın mübarek kıldığı Filistin'e veya başka bir yere geçeceğiz. Ve bu işin arkasını bırakmayıp devamlı sürdüreceğiz. Çünkü cihad farizası namaz ve oruç gibi farz-ı ayndır.

Nasıl ki namaz insandan ancak öldüğü zaman sakıt olur ise, cihad farizası da aynı şekilde insan ancak öldüğü zaman düşer. Yine nasıl ki insan aziz ve celil olan yüce Allah'ın huzuruna çıkıncaya kadar oruç tutması üzerine farz ise ve sadece hastalık anları müstesna bırakılmış ise, cihad farizası da aynı şekildedir. İnsandan ancak üç mazeret ile sakıt olur. Yüce Allah bunu Kur'ân-ı Kerim'inde zikretmiştir:


"(Cihada katılmamaları yüzünden) köre herhangi bir günah yoktur; topala bir günah yoktur; hastaya bir günah yoktur..." (Fetih, 17)

İşte yüce Allah bu üç kimseyi cihaddan müstesna kılmıştır. Bu üç sınıfın dışındakilere cihad farz-ı ayndır.

Bana bir genç gelerek: "Ben tıp fakültesinde öğrenciyim, filan üniversitedeyim, birinci sınıfı bitirdim" dedi. Üniversitede takdir almış, ailesi içinde saygı gören bir gençti. Dedi ki: "Ben birinci seneyi veya ikinci seneyi bitirdim. Ne dersin?

Ben gelip cihada mı katılayım, yoksa tıp fakültesini mi bitireyim?" Ben de ona dedim ki: "Ben Kur'ân ve Sünnet'i taradım. Doktor olana cihad etmemede bir zorluk yoktur" diye bir şey bulamadım. Tıp Fakültesine girmenin kişiyi cihada katılmaması için mazur kalacağını herhangi bir yerde bulamadım. Buna rağmen bir takım insanlar mühendislik fakültesine girmeyi bir gerekçe göstererek cihaddan geri kalmış ve Allah yolunda cihada katılmamış olmayabilirler. Bazı insanlar cihadın sadece işsizler için bir ibadet olduğunu zannediyorlar.

Suudi Arabistan'da oturma izni alamayan, iş bulamayan yahut polis tarafından kovalanıp kamyonlara yüklenerek çeşitli yerlere götürülen vb. insanlara cihadın farz olduğunu zannederler. Buna mukabil bir şirkete başkanlık yapan veya belli bir müessese açan, hatta bakkal çalıştıran veya basit bir ticaret yapanın cihada gitmesindense, işini yürütmesinin daha evlâ olduğunu zannederler.

Ey kardeşler! Kim ticarethanesini, şirketini, üniversitesini, vazifesini veya bakanlığını hatta başbakanlığını Allah yolunda cihad etmeden daha önce görecek olursa onlar yüce Mevlâ'nın şu kelamını çok iyi dinlesin ve kendilerinin ne halde olduklarına karar versinler:


"De ki: babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız evler, eğer size Allah'tan, Rasulü'nden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli geliyorsa, Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah,fasıklar güruhuna hidayet etmez." (Tevbe, 24)


"Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin..." Âyet-i kerimedeki "bekleyin" ifadesinin manası nedir? Adeta yüce Allah birisi için. "Sabret, sana ne yapacağımı ben göstereceğim" demekte ve cezayı zikretmeksizin onu tehdit etmektedir. Bu, tehdidin en şiddetli-sidir. Bekle, sana göstereceğim. Ne gösterecektir? Allah yolunda cihad etmeyip, savaşa çıkmayan bir kimseye mutlaka ölümünden önce bir musibet gelecektir.

O kimsenin kurtulması mümkün değildir. Nitekim Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuşlardır: "Her kim savaşa çıkmadan, savaşa çıkan bir askeri teçhizatlandırmadan ve yine savaşa katılan bir erin aile efradını hayırlı bir şekilde gözetlemeyi üzerine almadan ölecek olursa, Allah kıyamet günü gelmeden önce mutlaka onun başına bir felâket getirecektir." (Bkz.İbn Mace.Kit. Cihad,)

Âyet-i kerimede: "... Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar güruhunu hidayete erdirmez" buyurulmaktadır. Böylece cihaddan geri kalanlar için üç türlü ceza zikredilmektedir:

1. Yüce Allah'ın indireceği büyük musibet,
2. Yüce Allah'ın o kimseye hidayet etmeyeceği,
3. Yüce Allah'ın o kimsenin fasıklardan olduğuna şehadet etmesi,"Allah fasıklar güruhunu hidayete erdirmez."
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Dr. Abdullah AZZAM

Ey kardeşlerim!
Dava çok tehlikeli ve ciddidir. Savaş olmaksızın Allah'ın terazisinde ve insanların katında bir değerimiz yoktur. Savaşmayan insanın varlık aleminde bir kıymeti yoktur. Şu anda Arap devletlerinin liderleri Reagan ile görüşmek, meselelerini ona danışmak için ne kadar da çabalıyorlar? Reagan ise, çoğu kere bizzat onlarla görüşmeyi reddedip, yardımcıları ya da dışişleri bakanları ile görüştürüyor. Ancak Reagan bizzat Afganlılar'la görüşmek için çabalıyor... Arap devletlerinin petrolleri, malları var. Buna rağmen onlarla görüşmeyi reddediyor ve bizzat kendisi Afgan mücahit liderleriyle görüşme talebinde bulunuyor. Bu defa mücahidler onunla görüşmeyi kabul etmiyorlar.

Nitekim Hikmetyar, 28 Ekim 1985 tarihinde Reagan'la görüşmeyi reddetti. Peki, neden servet sahibi olan insanlar bu kadar çabalarına rağmen Reagan'la görüşmede zorluk çekiyorlar da Hikmetyar'dan bizzat görüşmesini istediği halde o böyle bir teklifi reddedebiliyor? Çünkü bu cihadın bir bereketidir. Bu onun verdiği bir izzet ve şereftir. Yüce Mevla: "Allah yolunda savaş. Sen ancak kendinden sorumlu tutulacaksın. İman edenleri de teşvik et..." Yalnız başına olsan da; "olaki Allah kâfirlerin şiddet ve kuvvetini önler..." (Nisa, 84)


Diğer milletler ancak savaştığımız takdirde çekinir ve korkarlar. Nitekim Rasulullah (sav): "Şüphesiz ki Allah düşmanlarınızın kalbinden sizden çekinme duygusunu çekip alacaktır" buyurmuştur. Yani artık düşmanlar bizden çekinmez olurlar. Hadisin devamında: "Sizin kalbinize acziyet sokulacaktır." Sahabeler: Ey Allah'ın Rasulü! Acziyet nedir?" diye sorunca Rasulullah: "Dünyayı sevmek ve ölümden nefret etmektir" buyurmuştur.
İmam Ahmed'in rivayetine göre ise "savaşmaktan nefret etmektir" şeklindedir.


Evet, savaşmadan kaçınan liderler düşmanlar tarafından kendilerinden çekinilen insanlar değil, aksine basit görülen insanlar durumuna düşerler. Savaşanlar ise herkes tarafından kahraman kabul edilirler.
Nereye gidiyorsunuz? Cihad farz olan bir ibadettir. Tıpkı namaz ve oruç farizası gibi. Bu ibadetin de yerine getirilmesi gerekmektedir. Aksi halde bekleyiniz; Allah size hidayet etmeyecektir ve siz fasıksınız. Bu nedenle yüce Allah, müteakip âyetinde şöyle buyurmuştur:


"Ey iman edenler! Çevrenizde bulunan kâfirlerle savaşın ki siz; sert bulsunlar. Bilin ki Allah takva sahipleri ile beraberdir." (Tevbe, 123) Kâfirlerden size komşu olan ülkelerle savaşınız. Âyet-i kerimede bildirilen "savaşınız" emri farziyet ifade eder. Bu emrin geldiği zaman nasıl bir zamandı biliyor musunuz? Bütün müslüman topraklan müslümanların elinde olduğu zamandı. Peki, bugün müslüman toprakları yağmacılar tarafından yağma edilmiş olursa ve şu hadis-i şerifte de beyan edildiği gibi müslümanlar adeta aç kimselerin başına üşüştükleri bir kap haline gelmiş olurlarsa, savaş emri farziyet değil de başka ne ifade edebilir?

Peygamber Efendimiz hadis-i şerifinde şöyle buyurmuşlardır: "Zaman gelecek ki aç ve obur insanların yemek kabının üzerine üşüştükleri gibi diğer milletler de sizin başınıza üşüşeceklerdir." Sahabeler: "Ey Allah'ın Rasulü! Bu bizim azlığımızdan mı olacaktır?" diye sorunca, Rasulullah: "Hayır, bilakis sizler çok olacaksınız, fakat sel üzerinde giden çerçöp gibi olacaksınız" (Ebu Davud, Kitâbu'I-Melahim, bab 5 h.no: 4297) demiştir.
Akan suyun üzerindeki çerçöpü ve köpükleri gördünüz mü? Milyonlarca olsalar dahi hayatta bir kıymetleri yoktur.

Bir milyar dahi olsa onun hayatta hiçbir değeri yoktur. Halbuki bir milyar sinek bir kente hücum etse oranın konumunu değiştirir değil mi? Şayet bir milyar kertenkele bir bölgeye üşüşseler orayı yer, tüketirler. Öyle değil midir? Vallahi keşke müslümanlar da en azından bir kertenkele kadar olsalardı... Kâfirleri yer, onları tehdit eder, varlıklarını sarsarlardı...

Keşke savaşmayan bu insanların sakalları ot olsaydı da mücahidlerin atlarına yedirseydik.
Tatarlar'ın İslâm beldelerini işgal ettikleri haberi geldiğinde, İbnu'l-Kayyım el-Cevzî Şam'da hatip idi. Tatarlar birçok memleketi işgal ettiler. Şam'a doğru ilerlemeye başladılar. Onların önünde hiç kimse duramadı. Bunu işiten kadınlar saçlarını traş edip atlara yular olmak üzere ip yaptılar. Bu ipleri İbnu'l-Cevzi'ye gönderdiler. Kadınlar erkeklere şunu demek istediler: "Eğer sizler erkek değilseniz işte sizin atlarınızın dizginleri, belki sizler bu dizginler sayesinde kadınlarınızı kıskanır, onları himaye edersiniz."


Ne yazık ki bugün dahi hocaefendilerirniz, dostlarımız, kardeşlerimiz, ahbaplarımız ve alimlerimiz Afgan cihadına gelen insanı aklı başında olmayan ve burnu doğrultusunda hareket eden bir insan olarak görüyorlar. Hislerine kapılan, çabuk etkilenen biri addediyorlar. Onun Afganistan'a gelmesinden ise memleketinde kalmasını daha uygun görüyorlar. Kardeşimiz, dostumuz ve hocamız Faysal Mevlevi'nin dediği gibi: "Çünkü Afgan cihadına gelen kendisini Rus ve Amerikan savaşı arasına katmış oluyor." Sonra şöyle diyorlar: "Biz İslâm davetçisi olan yavrularımızı Amerikanın mal ve silahla yardım ettiği bir savaşın içine mi katalım? Şayet Amerika mal ve silahını keserse İslâm davetçisi yavrularımızın hali ne olacaktır?"


Şeyh Abdullah Azzam Müslüman Topraklarını Savunma, Farzı Ayınların En ünemlilerindendir, isimli kitabını çıkararak büyük bir yanlışlık yapmıştır. Bu kitabın altına imza koyan hocalar da aynı yanlışlığa düşmüşlerdir. Çünkü bunlar farz-ı aynın ancak halifenin cihada çağırması ile gerçekleşeceğini idrak etmemişlerdir."
Bilemiyorum ki hocamız, kardeşimiz ve dostumuz Faysal'a bu fıkıh nereden gelmiş? Değerli kardeşim, sen bu fıkhı nereden aldın? Hangi kitapta cihad etmek için halifenin bulunmasının şart olduğunu okudun? Ve yine hangi kitapta okudun ki Afgan cihadını mal ve silahla Amerika destekliyor? Bu bir vehim ve hayaldir. Bunu Arap ve batı basın organları yalan olarak senin kafana yerleştirmişlerdir.


Dün de söylediğim gibi kanaatime göre Afgan cihadını en çok takip edenlerden biri benim. Amerika'nın tek bir silahın yedek parçasının parasını ödediğine dair iddiaları reddediyor ve buna rest çekiyorum. Ne yazık ki bir takım insanlar, Afgan cihadının bütün kahramanlıklarını ve Allah'a tevekküldeki temel esasını Amerika'nın Sünger füzeleri ile izah etmeye çalışıyorlar. Afganlılar'ın bu kahramanlıklarının ve bu Allah'a tevekküllerinin Stinger füzelerinden kaynaklandığını lanse ediyorlar. Stinger füzesinin uçaklara karşı etkin bir silah olduğunu yayıp duruyorlar.


Aslında Stinger füzeleri Amerika'dan müslümanların paraları ile satın almıyor. Her füzenin değeri tam 70.000 dolar. Bu gibi insanlar şunu iyi bilmelidirler ki Amerikalılar Ruslar'ın Afganlılar'la savaşmalarından dolayı Afganlılar'ın galip geleceklerini hissederek düşmanları Rus'un ezilmesine sevindiler ve şöyle dediler: "Rus ayısı Afgan tuzağına düştü. Onun ayaklan Hindukuş dağları üzerinde kaydı. Bizler hu halk kadar vadilerde ve bataklıklarda Ruslar'ı boğan bir halk görmedik."


Böylece Amerikalılar adeta şehid edilen Hz. Osman'ın gömleği belli yerlerde teşhir edilip insanlar Hz. Osman'ı öldürenlere karşı kışkırtıldığı gibi Amerika bütün uluslararası toplantılarda Afgan meselesini gündem etti ve dünyaya Rusya'nın Afganistan önünde mukavemet edemeyeceğini bildirdi. Bu sebeple Rusya artık masum insanları yakarak, toplu katliamlar yaparak Afganlılar'dan intikam almaya girişti. Fiilen Amerika Afgan meselesini Hz. Osman gömleği yaparak Rusya'yı uluslararası arenada zor duruma düşürdü. Rusya ise Afganistan'dan havasını aldı.

O öyle bir havalandı ki uçuruma yuvarlandı ve inşallah cehennem uçurumuna da yuvarlanacaktır. Fakat Amerika şunu düşünemedi ki, İslâm'da cihad bir nurdur. Onun aydınlığı İslâm ümmetinin kalbine sızar, aydınlatır, karanlıkları parçalar, ölülere hayat bahşeder. İslâm ümmetine tekrar Rabbine güvenme inancım iade eder ve yaratıcısına tevekkülünü sağlar. Amerika İslâm âleminin Afgan cihadı ile ilgilendiğini ve müslüman gençlerin çeşitli ülkelerden Afganistan'a geldiğini görünce, bu defa meseleyi tekrar gözden geçirdi.


Yahudilerin telkinleri ile buraya gelen müslümanlara vize verilmemesi sağlandı. Meselâ Pakistan'ın bütün dünyadaki elçiliklerine Afganistan'a gelen gençlere vize verilmemesi telkin edildi. Bu gençlerin tehlike arz ettikleri bildirildi.
Batılılar Arap âlemine açıkça: "Biz cihaddan korkuyoruz, cihadın tekrar yeni nesillerin kalbine yerleşeceğinden korkuyoruz" demiyorlar. Fakat onlar şöyle yaklaşıyorlar: "Ey falan yönetici! Bu gençler şu an Afganistan'a gidip eğitim görüyorlar, yarın geri dönüp senin aleyhine devrim yapacaklar." Böylece iki yönden kâr elde ediyorlar. Bir yönden yöneticileri gençlerden korkutuyor, diğer yandan cihada engel olmaya çalışıyorlar.


Peygamber Efendimiz Hudeybiye Sulhü'nü yapmadan önce kendisine gelen Kureyş heyetine şöyle demiştir: "Kureyş'in vay haline! Savaş onları yedi, bitirdi. Eğer onlar benimle Araplar'ı baş başa bırakmış olsalar onlar bundan ne zarar görürler? Eğer Araplar beni mağlup ederlerse Kureyşliler'in istediği olur. Eğer ben onları mağlup edersem, onlar çokça İslâm'a girerler veya bana karşı kuvvetlerini muhafaza ederek savaşmış olurlar." (Bkz. Buharı, Kit. Şurud, bab: 3)


Biz de diyoruz ki vay haline Arap devletlerinin! Şayet onlar bizlerle gençleri baş başa bırakacak olurlarsa onlara ne zarar gelir? Gençler Afganistan'a gelsinler, onların yansı savaşlarda şehid düşer, çeyreği savaşlarda sakatlanır. Geriye sadece dörtte biri kalır. Bunlar memleketlerine döndüklerinde bunları sorgularlar, bunlar için özel sicil defterleri açarlar ve onları hesaba çekerler. Ey Allah'ım! Bu ne felâket! Bundan daha büyük bir musibet olabilir mi?


Ey idareciler! Sizler bizi kendi ülkemizde cihad etmekten alıkoydunuz. Irz ve namusumuzu himaye etmekten men ettiniz, engel oldunuz. Yahudiler yatak odalarımıza kadar girdiler. Siz ise ellerimize ve ayaklarımıza kelepçeler vuruyorsunuz. İsrail'e bir kurşun sıkanın arkasından on kurşun sıktınız.
Allah'a yemin olsun ki şu an Filistin'in içinde yahudiler aleyhine savaşan bazı özel birimler vardır. İsrail bunlardan herhangi birini yakalayıp mensup olduğu teşkilatı açıklayınca, hemen ertesi gün Arap devletindeki idareciler onun mensup olduğu kişileri tutuklamaktadırlar. Hatta mesele o derece ileri gitmiştir ki, Arap istihbarat birimleri İsrail istihbarat birimleri ile yardımlaşarak çalışmaktadırlar. Sebep? Bölgede güvenliği sağlamakmış. Onlar: "Bu koleradan, bu veba hastalığından kaçının" diyorlar. Bununla da cihadı kastediyorlar.


Tam üç yüz yıldır bu insanlar müslümanların akıllarını ifsad etmek ve nefislerini tahrik etmek için çalışıyorlar. Üniversiteler kurdular, çeşitli okullar açtılar, kadını tesettüründen soyup sokağa attılar. Öyle ki elbiseler diz kapaklarının üstüne kadar kısaltılır oldu. Hiçbir müslüman, müslüman bir hanım veya kızın caddenin ortasında bu tür kıyafetlerle gezeceklerini tasavvur etmiyordu.


Vallahi şu an birimizin ninesi gelse ve ona: "Sana bir milyon dolar vereceğiz, şu elbiseyi giy" şeklinde bir teklifde bulunulsa onun böyle bir elbiseyi giymesi mümkün mü? Hatta bu gibi bir elbiseyi üzerine giyip evin içinde dahi prova yapması beklenir mi? Evet, bu insanlar, kadınları hayasından, dininden, değer ölçülerinden, prensiplerinden çıkarıp tamamen yıktılar. Gençlerimizi cinsel bataklıklara gömdüler. Tâ ki müslümanlar birbirleri ile meşgul olsunlar. Üniversitelerde, caddelerde, devlet dairelerinde, hatta polis teşkilatında bile kadın-erkek karışımını gerçekleştirmek için bütün enerjilerini harcadılar.
Emniyette kadının ne işi var? Kendilerine sorulduğunda şöyle diyorlar: "Bu kadın bölgeyi hırsızlardan ve esrar tüccarlarından korumakla görevli." Bu kadın banyonun içinde bir böcek gördüğünde çığlık atar.

Bu nasıl olacak da hırsızlara ve eşkiyaya karşı sorumlu olacak? Halbuki kadın atasözünde de denildiği gibi: "Açıkta bırakılan bir et gibidir. Hırsızlar onu hemen yutarlar." Kadın orada acayip bir kıyafet giyiyor, aralarında dayanıyor. Onlar da ona: "Bu kadınlar emniyet görevlileridir" diyorlar.


Bir defasında kadın bir polis (veya iblis) kadın Kabil'in kapısında duruyor, teftiş etmedik hiçbir araba bırakmıyordu. Bu mesele mücahidleri rahatsız etti. Bundan çok huzursuz oldular. Sayyaf'in komutanlarından Zergun isimli biri Kabil'den bir araba kiraladı ve şoförüne: "Bu polis veya iblis kadının beklediği yerde durmayacaksın" dedi. Adam on beş metre ilerledikten sonra bu kadına yaklaşınca kadın ona "Dur!" diye işaret etti ve kızdı. Adam durmadı. Kadın on beş metre koşarak arabaya yaklaştı. Arabanın kapısını açtı. Zergun da arka koltukta oturuyordu. Elini kadını yakalayıp hızla arabanın içine çekti ve taksiciye: "Devam et" dedi. Bir süre sonra bir dağın başına çıktılar. Zergun onu bir kuyuya koyup kesti. Biliyor musun, Zergun onu adeta bir elma tanesini kapar gibi kapıp arabaya koydu.


Evet, bu kâfirler tam üç yüz yıldır bizim aklımız ve dinimizle oynuyorlar. Öyle ki içimizde "İslâm'da savaş yoktur" diyen ve sözde İslâm davetçisi olan güruhlar çıktı.
Üç asır boyunca tağutların gayretleri sonucu, bizler dahi: "İslâm'da savaş yoktur" demeye başladık. Müslüman davetçilerden Amerika'ya gidip zihinleri yıkandıktan, klorla temizlenip ütülendikten sonra dönenlerle tartışmaya başladık. Bunlardan biri geri döndüğünde bana şunu soruyor:

"Allah aşkına söyle, sizler yahudi ve hristiyanları öldürmek mi istiyorsunuz?" Ben de ona dedim ki:

"Allah sana afiyet versin. Seni bize getiren postacıya teşekkür ederiz.
Vallahi bu İslâm davetçilerinden biriydi. Ben ona bir kısım hadisler okudum. O da şöyle dedi:

"Sizler kişilerin veya memleketlerin fazilet ve menkıbelerini izah eden Buhari ve Müslim'deki hadisleri okusanız, sizin için daha iyi olur." Gördüğünüz gibi bu bir beyin yıkamasıdır. Onlar yeni düşünceler icad edip ortaya attılar. Yeni dinler ortaya çıkardılar. Meselâ Kadıyanilik, Bahailik, Babilik ve benzerleri... Bütün bu dinler: İslâm'da artık savaş kaldırılmıştır, bu iş bitmiştir" demekteler. İşte bu dinler tamamen sonradan icad edilmiş ve İslâm'dan cihadı çıkartmayı hedef almış sapık dinlerdir.


Gençler Mısır'dan, Filistin'den, Ürdün'den, Suriye'den ve her yerden buraya geliyorlar. Niçin mi? Afganistan'da İslâm düşmanı olan Ruslar'la savaşmak için. İşte bu hal sapık insanları: "İslâm'da cihad yoktur" demeye sevk etmiştir.

Alıntı: Cihad Dersleri
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Dr. Abdullah AZZAM



Bir dönem buraya Nixon gelmişti. Şu anki Amerika Cumhurbaşkanı Reagan Nixon'a: "Git de Afganistan'daki cihadın ne olduğuna bak" demişti. Nixon Peşaver'e geldi. Bunu alıp kamplara götürdüler. Küçük büyük herkesin Arapça: "Yolumuz cihad yoludur" dediklerini duydu. Yolda yürürken: "Ben Afganistan hududuna gitmek istiyorum" dedi. Yollar, develer ve atlarla doluydu. Mücahidler kâfirlerin akıllarını başlarından alan sarıklarını sarmış ve sakalları göğüslerine doğru sarkmış bir halde idiler. Büyük bir haşmet arzetmekteydiler. Halkın hepsi "Allahuekber" naraları atıyordu. Nixon Afganistan sınırında durdu. Fiilen savaşın olduğunu gördü. Ruslar'ın hezimete uğratıldıklarını müşahade etti. Sonra dönüp Amerika'ya gitti. Orada basın mensupları:


"Orada neler gördün? Filan problemler için ne gibi şeyler hazırladınız?" Nixon:
"Bu problemler basit." diye cevap verdi. Basın mensupları: "O halde zor olan problem ne?" dediler. Nixon: "İslâm, İslâm" diye cevap verdi. İşte şu an Amerika ile Rusya'nın birleşerek İslâmî ilerlemeleri durdurmak için aralarındaki problemleri çözme vakti gelmiştir. Bunun üzerine Amerikalılar Nixon'a: "Belki sen yanlış bir kanaate vardın. Haydi Carter sen git, dediler." Bu defa Peşaver'e Carter geldi. O da: "Ben savaş sınırına gitmek istiyorum" dedi. Carter'ı özel bir uçakla Lindikodel denilen kente götürdüler. Carter: "Ben Afgan sınırlarına bizzat kendi ayağımı basmak istiyorum" diye ısrar etti. Allahuekber. Carter Afganistan'a gidiyor. Çünkü Afganlılar ölümle karşı karşıyalar. Peki, senin müslüman cemaatlerin ne yapıyorlar? Geldiler mi? Peşaver'i ziyaret ettiler mi? Nice İslâm davetçileri ve müslüman alimler var. Kaç müslüman Peşaver'deki yetimleri ziyaret etti? Sadece Peşaver'deki yetimleri?...


Bakıyorsun bir müslüman geliyor, Pencap Üniversitesi'nde İslâmî bir konuda master yapmak istiyor. İmtihana girmek için Lahor kentinde iki ay bekliyor. Sonra diplomasını alıyor, daha sonra ise sırf yeminini yerine getirmek için: "Afganistan'da bir cihad vardı" diye düşünüyor. Ve telefona sarılıp: "Alo, Şeyh Abdullah Azzam" diye sesleniyor. "Alo, buyur" denildiğinde: "Ben bir günlüğüne Peşaver'e geleceğim. Sen Sayyaf'ı, Hikmetyar'ı, Rabbani'yi ve Yunus Halis'i bir araya topla, onların problemlerinin ne olduğuna bakacağım. Bir gece Peşaver'de kalacağım. Sakın unutma ha." Peki, bu komutanlar tavuk mu ki onları tek bir kafeste toplayayım. Sayyaf'ın, Hikmetyar'ın, Rabbani'nin ve Yunus Halis'in hiçbir problemleri yok mu? Onlar tamamen boş mu geziyorlar ki, Lahor'dan bir geceliğine Peşaver'e teşrif eden beyefendi kardeşimiz için onları bir araya getirip kendisi ile görüştüreyim.

Telefonda dedim ki: "Kardeşim! Peşaver'de kalacağın bu geceni Allah rızası için iki gece yap. Geçirdiğin her iki aya karşılık birer gece de burada kal." O ise şu cevabı verdi: "Hayır olmaz, vallahi ben uçak biletimi ayırtmışım, yarın Lahor'a gideceğim, Lahor'dan da Karaçi'ye, Karaçi'den de Allah nereyi dilemişse oraya gideceğim."


Kardeşler bu adam gerçekten İslâm ve müslümanları düşünüyor mu? Müslümanlar inançları hususunda ciddiler mi? Bu gibi insanlar bir İslâmî topluluk oluşturma hususundaki düşüncelerinde samimiler mi? Bu gibi gayretlerle İslâm devleti kurulabilir mi? Hatta bir belediye organize edilebilir mi? Vallahi bunlar bu çalışmaları ile değil ki bir İslâm devleti, bir İslâmi belediye bile teşekkül ettiremezler. Niçin mi? Çünkü bunlardan birinin Afganistan'da okuyan bir çocuğu bulunsa da ona gösterdiği özen, müslümanların en büyük meselesi olan Afgan cihadına gösterdiği ihtimamın kat kat üstünde olur. Şimdi sen, sana karşı gelen, namazını kılmayan, ruhen hasta olan bu çocuğuna gösterdiğin özenin bir on katını da yeryüzünün en büyük meselesi olan Afgan cihadı için göstersen, elbetteki bütün dengeler değişir. Her şey farklılaşır.


Ey cihada katılmayan müslüman kardeşim! Allah aşkına söyle bana. Şayet sen 10.000 dirhem verip küçük bir dükkân alsan, hiç onu bir yıl boyu ziyaret etmeden bırakır mısın? Peki, küçük bir dükkan senin onu görüp kontrol etmen olmaksızın ve onu yürütmeye katkıda bulunmaksızın yürümezken, yüce Mevlâ'nın dinini hakim kılmak nasıl yürüyecektir? Farz et ki Allah'ın dini senin küçük dükkânın kadar değerli, hiç olmazsa bu dine de o dükkânına verdiğin önem kadar değer ver. Buna da ona harcadığın kadar harca. Eğer senin oğlunun ya da kızının kalp kapakçığı arızalı olsa şayet paran varsa onu alır neredeyse bütün devletleri gezdirirsin.

Farz et ki İslâm da senin küçük çocuğun gibi. Şu an İslâm sadece rahatsız edilmeye değil, kesilmeye, kökünden koparılıp atılmaya maruz kalmıştır. Hiç olmazsa İslâm'a da küçük çocuğuna gösterdiğin kadar ihtimam göster. Şu an müslümanlar Afganistan cihadına küçük çocuklarına ve kızlarına harcadıkları kadar infakta bulunmuş olsalar Afgan meselesi tamamen farklılaşır, dengeler değişir.

Bizler kalkıp çocuklarımıza yazlık, kışlık, bayramlık, seyranlık çeşitli elbise ve ayakkabılar alıyoruz. Bir o kadarını da Afgan yardım sandığına atalım ve oradaki cihada gönderelim. Hatta müslümanlar içmiş oldukları Pepsi Cola ve portakal suyu gibi meşrubatlara verdiği paraların yedide birini dahi Afgan cihadına gönderecek olsalar dengeler değişir.
Meselâ ben şu an size Arap Yarımadası'nda yaşayan Suudlular'ın örneğini vereyim.

Şu an Arab Yarımadası'nda yaklaşık yedi milyon veya biraz daha fazla insan yaşamaktadır. Farz edelim ki burada yaşayan insanlardan her biri günde bir kutu portakal suyu içiyor. Bunun anlamı odur ki onlar her gün yedi milyon dirhem harcıyorlar. Farz edelim ki bunlar her perşembe günü oruç tutsunlar ve portakal suyuna verecekleri yedi milyonu Afgan cihadına göndersinler. Bu takdirde her ay 28 milyon dirhem yani yedi milyon dolar, buranın parası ile 140 milyon rupi göndermiş olacaklardır. Bunun manası da şudur: Afganistan konusunda her şey değişir, dengeler bozulur. Bu sadece haftada bir gün, kutu meşrubatı içmemekle gerçekleşecek olan bir durumdur.


Durum böyle iken aziz ve celil olan Allah'ın müslümanlara yardım etmesi nasıl beklenebilir? Hatta on yıldan beri silahsız sineleri, bomboş cepleri, sırtlarına yapışmış karınları ve yalın ayakları ile durmadan savaşa girişen fakir Afgan müslümanları bile müslümanların eleştirilerinden kurtulamamışlardır.


Adam memleketinde sandalyesinde oturuyor, çayı kahvesi yanında, ona: "Ey filanın babası! Afgan cihadı hakkında görüşün nedir?" diye soruluyor. O da: "Vallahi diyorlar ki, onlarda birçok şirk varmış, Allah'a ortak koşmalar varmış" diye cevap veriyor. Peki efendim, Allah'a ortak koşulan şeyler neymiş, izah etsene? Yoksa sen bunu rüyanda mı gördün de insanlara söylüyorsun? Bakarsın ki bu efendi şöyle cevap veriyor: "Onlar boyunlarına hamayil takıyorlar." Peki başka ne var? "Muska taşıyorlar" Daha ne var? "Ellerini kabirlere sürüyorlar" Daha başka bir şey var mı? "Yok" Peki sen nerelisin? "Suriyeliyim, Suudluyum veya Mısırlıyım." Peki, bu gibi şeylerin bulunmadığı herhangi bir memleket var mı? Bizzat Mekke-i Mükerreme'de ve Medine-i Münevvere'de dahi sofilik yok mu? Hangi millet bu tür şeylerden tamamen arınık? Sonra senin şirk diye söylediğin şeylerin aslı ne? Şayet hamayiller Kur'ân ve hadislerin icabı yapılmışsa onun şirk veya bid'at yahut dine ters bir şey olduğunu kim söyleyebilir?

Bak, dinle. Buhari'nın en büyük şerhini yapan İbn Hacer el-Askalani bu hususta ne diyor: "Bütün alimler şu üç şartın var olması halinde muskanın caiz olduğu hakkında ittifakla icma etmişlerdir. Bu üç şart şudur: Muska, Rasulullah'tan nakledilen şekli ile yapılmalı, anlaşılır bir dilde olmalı ve muskayı yapan ve yaptıranların faydanın bu kâğıttan değil, bizzat Allah tarafından olacağına inanmalarıdır.


Şimdi sen gelsen Afganistan'daki muskaları açıp içini okusan, yarısının ayet ve hadislerle dolu olduğunu görürsün. İçinde Ayete'1-kürsi, İhlas Sûresi vb. şeyler. Ayrıca muskaların içinde 786 rakamını yazarlar. Onlara göre bu rakamın manası Bismillahirrahmanirrahim demektir. Yani muskacılar bizzat Bismillahirrahmanirrahim yazma yerine harflerin kendilerine göre ebced hesabını çıkarıp birleşik rakamlar halinde yazarlar.
Peki kardeşim, başka söyleyeceğin ne var?

Şimdi farz edelim ki bu hamayillerin içinde Allah'a ortak koşma gibi ifadelerde bulunmakta. Fakat bu muskayı taşıyan kimse bunu bir esrarkeşten mi almış, yoksa hocaefendiden mi? Bu Afganlı, muskayı aldığı kişinin bir alim olduğuna, kendisine ancak Kur'ân veya Sünnet'i vereceğine inanıyor. Bir takım insanların dini ticaret aracı yaptıklarının farkında bile değil. O bu muskayı veya hamayili Kur'ân ve Sünnet niyeti ile alıyor. Şimdi sen bunu taşıyan insana nasıl müşrik diyeceksin?


Diğer yandan muskanın içinde şirkle ilgili şeyler olduğunu ve onu taşıyanların da bu şeylerin şirk olduğunu bilmediklerini farz edelim. Sen bu insanlara Allah'a ortak koşuyorlar diyebilir misin? Hayır, bunlara müşrik denilemez. Çünkü onlar bu hususta cahildirler. Cehalet cahiller için bir özürdür, velev ki inançla ilgili hususlarda olsun.
İbn Teymiye Cuheymiye fırkasına şöyle demiştir: "Şayet ben sizin söylediğiniz sözleri söylersem kâfir olurum, fakat ben sizleri tekfir etmiyorum (kâfir olduğunuzu söylemiyorum) Çünkü sizler cahilsiniz."


Muhammed bin Abdulvahhab'a: "Necid bölgesinde bulunan Kuvaz kubbesine karşı ibadet eden kimseler var. Bunlar bu kubbeye ibadet ediyorlar, onun etrafında tavaf ediyorlar, onun içinde bulunanı yardım için aracı ediniyorlar. Bunlar şirke düşüyorlar mı? diye sorulduğunda o şu cevabı vermiştir: "Biz onları tekfir etmiyoruz, çünkü onlara bunu öğreten pek azdır."


Yine İbnu'l-Kayyım şöyle demiştir: "Bizler kabirlerde yatan ölüleri aracı yaparak Allah'tan yardım isteyenleri tekfir etmeyiz. Çünkü onlar cahildirler."
Peki kardeşim, bütün bu izahatlardan sonra senin Afganlılar'a müşrik demen için elinde hangi delilin kaldı? Diyorlarmış ki onlar kabirlerde yatanları aracı yapıp yardım diliyorlar. Peki sen gözünle gördün mü?


Ben Şeyh Celaleddin'e dedim ki: "Niçin bu tür meselelere önem vermiyorsunuz, yani tevhid inancı ile ilgili konulara ihtimam göstermiyorsunuz?" O da dedi ki: "Ey Şeyh Abdullah! Tevhid inancı ile ilgili olarak kastettiğin meseleler nelerdir? Ben de dedim ki: "Kabirlerde yatan ölüleri ve velileri aracı kılmak." O da dedi ki: "Allah'a yemin olsun ki yaşım kırk yediye ulaşmıştır. Vallahi ben şu ana kadar hiçbir Afganlının kabirde yatan bir ölüyü aracı kıldığını görmedim. Öyle görünüyor ki Araplar gecenin karanlığında elektronik ışınlarla bakıp bu tür şeyleri görüyorlar."
İşte Afganistan'ın öz evlâtları...


Onlar bunu görmemişler, fakat Araplar sanki hem önlerini hem arkalarını gören bir kabiliyetle her şeyi görmüşler. Peki kardeşim, başka bir şey var mı? Afganlılar hakkında başka bir şey söyleyecek misin? Evet, onlarda çokça bidatler var. Kardeşim, bid'at ne demek? Lütfen onlardaki bid'atleri söyle, biz de bilelim. Şu an sen yerinde oturmuş, kahve içiyor ve durmadan hurma tıkınıyorsun ve bana: "Şunlar şöyle, bunlar böyle" diyorsun.


123. âyet-i kerimede: "Çevrenizde bulunan kâfirlerle savaşın ki onlar sizde sertlik bulsunlar" buyurulmaktadır. Sertlik diye tercüme edilen "gilzaten" kelimesinin harfleri dahi sertliği vurgulamaktadır. Çünkü cihad sertliği ve üstten bakmayı icab ettirmektedir. Kâfirlere karşı müslüman aziz ve endamlı olmalıdır. Müminlere karşı ise mütevazi ve alçakgönüllü olmalıdır. Şu ayet-i kerime benim çok dikkatimi çekmiştir:


"Ey iman edenler! içinizden her kini dininden dönerse (böylelerine karşı) Allah, öyle bir topluluk getirir ki, kendisi onları sever, onlar da Allah'ı severler; mü'mini ere karşı mütevazı, kâfirlere karşı serttirler. Allah yolunda savaşırlar ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar..." (Maide, 54)


Alıntı: Cihad Dersleri
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
CİHAD

"İman edenler Allah yolunda cihad ederler. Küfredenler de tağut yolunda!.."
"Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dinini din edinmeyen kimselerle, küçülüp boyun eğerek elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın." (Tevbe Suresi, 24)


Bu ayet-i kerimeler: İnsanları insanlara köle yapan sistemleri yıkmayı açıkça emrediyor. Bütün insanlar Allah'ın kuludur. Hiç kimse kendinden uydurduğu sistemlerle Allah'ın kullarına hükmedemez. Bununla birlikte "Dinde zorlama yoktur" prensibi de mühimdir. Kulların kulluğundan kurtulduktan sonra inanç için zorlama yoktur.


Yukarıda açıkladığımız deliller İslam erlerinin benliğinde yer etmişti. Onlara niçin cihad ediyorsun diye sorulduğunda düşmanlara karşı vatanımızı korumak, İran ve Rumların bize karşı düşmanca davranışlarını önlemek, sınırlarımızı genişletmek, ganimet elde etmek için savaşıyoruz, diyene rastlanmamıştır. Onlar Allah'ın uluhiyetini yeryüzünde açıkça ilan etmek, O'nun sistemini hayata hakim kılmaya, şeytanların sistemini kovmaya, insanları kula kulluktan kurtarmayı gaye edindiklerini söylüyorlardı.
Onlar Rebia bin Amr, Huzeyfe bin Muhsin ve Muğire bin Şube'nin İran orduları baş komutanı Rüstem'e söylediklerinin aynısını ifade ediyorlardı. Rüstem bu İslam mücahitlerinin her birisini kadisiye savaşından üç gün önce: "Siz buralara niçin geldiniz?" diye sorduğunda şu ölümsüz cevabı almıştı:


"Allah bizi yeryüzündeki insanları kullara kul olmaktan kurtarıp tek bir olan Allah'a kul etmek için gönderdi. Allah insanlara en son elçisini ve en son hak dinini gönderdi. Kim O'nun dinini kabul ederse, ona dokunmadan tekrar yurdumuza döneriz. Kim karşı çıkarsa onunla ya şehid olup cennete gidinceye kadar savaşırız, ya da galip gelip gazi oluncaya kadar cihad ederiz."



Müslüman, savaş meydanına atıyla cihada çıkmadan önce kendi içinde cihad yapar. Kendi nefsi istekleri, şehevi duygulan ve kötü istekleriyle cihad eder.. Kendi menfaatleri ve kabilesinin menfaatleri ile İslam dışı her şeyle cihada çıkar. Yalnız Allah'a kulluk fikrini gerçekleştirmek, yeryüzünde Allah'ın saltanatını gasb eden putları ve putçuları yıkmak ve Allah'ın hakimiyetini sağlamak için cihada çıkar.
İslam'ın doğrudan doğruya fertlerin vicdanına hitap edebilmesi için, maddi otorite, eski toplum düzeni gibi engelleri yıkmak ister. Önce fertleri bu maddi zincirlerden kurtarır, sonra inancı seçme hürriyeti verir. Müsteşriklerin hileli tuzaklarına kapılıp Müslümanların bu günkü halini görüpte cihad sistemini gerçek şeklinden çıkarıp onu kelime oyunlarıyla savunma savaşı şeklinde göstermeye çalışmayalım.


İslam dini kendisine hücum edenlere karşı yalnızca savunma savaşı yapmamıştır. Çünkü İslam'ın varlığı sırf "Allah'ın, alemlerin Rabbi oluşu" ilahi emrini ilan edip yeryüzünde kulları kullara kul olmaktan kurtarmak içindir. Bu varlık hiçbir insana kayıtsız şartsız hak tanımayan, bağımsız ve örnek bir topluluğun ortaya çıkışıyla kendini gösterir. Bu örnek topluma hakim olan yalnız Allah ve Allah'ın kitabıdır. İslam'ın var oluşu bu gaye için olunca tabii olarak yeryüzünde hakim olan kulların kullara kulluğu prensibine dayalı cahiliyye toplumlarını yok etmesi, onlarla mücadele etmesi, kendi varlığının gereğidir.
Yeryüzünde Allah'ın hükmüyle hükmeden bir topluluk oluştuğunda kendisini savunacaktır. İşte savunma ile cihad arasındaki ilgi bu durumda anlam kazanır.
İslam'ın varoluşu gereği insanları kullara kulluktan kurtarmak için her zaman önde gitmesi gerekir.

Bunun neticesinde İslam'ı coğrafi sınırlar içerisine sıkıştıranlayız. İslam basit ırkçılık çerçevesine de sokulamaz. İslam insanları kötülük odaklarına ve Allah'tan başkasına kulluğun pençesine terk edemez.
İslam'ı bir toplumun mezhebi, bir ırkın düzeni, bir kişinin sistemi olarak kabul etmeyip Allah'ın yeryüzüne indirdiği hayat prensibi olarak kabul ederek, neden çok çabuk bir şekilde yeryüzüne yayıldığını anlarız. Bundan başka da yayılış sebebi aramak boşunadır.

İslam'ın Allah'ın uluhiyeti, kulların Allah'a kulluğu davası olduğunu unuttuğumuz zaman başka deliller aramaya ihtiyaç duyarız ki İslam'da cihadın niçin ve neden yapıldığı ortadayken hiçbir kişi başka deliller ortaya atmaya cesaret edemez.
İslam'ı, Allah'ın yeryüzünde uluhiyetini ilan ettiren, bütün varlıkları tek bir Allah'a kul edip kulları kullara kul olmaktan kurtaran ilahi bir sistem;

Allah'ın saltanatını temsil eden bir toplum kalıbına dökülmüş sistem olarak değerlendirirsek elbette o zaman fertlerin vicdanına hitap edebilmek için siyasi, toplumsal tüm otoritelerin yıkılmasının gerekli olduğunu kabul etmek zorundayız. İslam'ı bu şekilde anlamakla, sınırlı bir toprak parçasına özgü bir sistem olarak değerlendirdiğimiz zaman tabii olarak onun cihadını kendi toprağına yapılan hücuma karşı savunma harbi şeklinde kabul etmek zorundayız.


İslam bir kavmin, bir mezhebin veya bir bölgenin sistemi olmayıp evrensel ve ilahi bir sistemdir. Bundan dolayı herkesten çok aksiyoner olacaktır. Ve insanların inanç seçme hürriyetini engelleyen tüm otoriteleri devirecektir.
İslam insanları hürriyetine kavuşturup alemlerin Rabbi olan Allah'ın uluhiyetini ilan edip kulları kullara kul olmaktan kurtarmak için harekete geçmek zorundadır. Tek bir Allah'a kulluk ise İslam'a göre ancak İslam düzeninin gölgesinde oluşabilir.

Yalnız İslam düzeninde kanunlar Allah tarafından konulur. Yalnız İslam nizamında, kulların hakimine de, mahkumuna da, siyahına da, beyazına da, zenginine de fakirine de, haklısına da haksızına da Allah'ın hükmü uygulanır. O'nun kanunlarının huzurunda herkes eşittir. İslam'ın dışındaki sistemlerde hayata hakim olan kulların kanunlarıdır. Kanun koymak ise uluhiyetin bir özelliğidir. Her kim kafasından çıkardığı sistemleri kulların hayatına tatbik etmek isterse uluhiyet etmek istiyor demektir. İster bunu açıktan açığa söylesin ister söylemesin fark etmez.


Her kim insanlara böyle sistem koyma hakkını tanırsa onların uluhiyetini kabul ediyor demektir. İster onlara ilah adını versinler, isterse vermesinler!..
İslam soyut inanç ve imandan ibaret değildir ki inançlarını yalnız açıklama yoluyla kabul ettirsin... İslam, bütün insanlığı özgürlüğe kavuşturan aksiyoner bir sistemdir. Diğer topluluklar ise sistemleri altında Müslümanları idare edebilecek kapasitede değildirler. Onun için İslam bu evrensel özgürlüğe engel olan diğer sistemleri yıkmak zorundadır. İşte "Dinin Allah için olması" budur. Onda diğer sistemlerde olduğu gibi kullara kul olmak yoktur.


Batı kültürünün baskısı altında ezilenler, müsteşriklerin oyununa gelenler İslam'ı bu şekilde anlamak istemezler. Çünkü müsteşrikler İslam'da cihadı: "Dine sokmak için fertlere zorla baskı yapmak" diye anlatırlar.
O soysuz müsteşrikler aslında bunun anlattıkları şekilde olmadığını da çok iyi bilirler. Ancak, bu yollarla İslam'ı ve İslam'da cihadın anlamını yitirmeye çalışırlar. Bizim beyinsiz papağanlar ise hemen bu suçlamayı kaldırmak için cihadı savunma harbi şeklinde göstermeye başlıyorlar. İslam'ın doğal ve asli görevlerini unutuyorlar. İslam'ın ilk hedefinin insanlığın özgürlüğü olduğunu görmek istemiyorlar.

Bu bizim papağanların İslam anlayışını batılı müsteşrikler bozmuşlardır. Güya din bir vicdan meselesiymiş, İslam yalnız vicdanlara hitap edermiş, pratik hayatla ilgili değilmiş, bundan dolayı İslam için olan cihad, inançları zorla vicdanlara yerleştirmek için yapılırmış.
Halbuki İslam hiçte böyle değildir. İslam Allah'ın hayata hakim olan sistemidir. Pratik hayatın bütün ihtiyaçlarını karşılar.


İslam'da cihad: İslam sistemini getirme, İslam sistemini hayata hakim kılma fiilidir. İnanç meselesi ise bütün siyasi etkiler ortadan kalktıktan sonra evrensel İslam sisteminin gölgesinde ferdi vicdanen ikna etmeye bağlıdır. Fert ikna olursa boyun eğip eğmemekte hürdür.


Alıntı : Seyyid Kutub – cihad kitabı
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
uveys ' Alıntı:
çok ilginç benb azzamın kulliyatını aldım bu yazılanlar yok

bu yazı cihad derslerinden alıntı. külliyatında cihad derleri yok. basımı zaten yok belkide yasaklandı. piyasada bulmak pek mümkün değil. bizlerin elindede beş-altı yıl öncesinden kalma bir basımı varsa vardır.
 
Üst Ana Sayfa Alt