Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Cihad : Mûmin ile Munafığı Ayırt Eden Gerçek (Kitab)

ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
CİHAD : MÛMİN İLE MÛNAFIĞI AYIRT EDEN GERÇEK
1696948950702.png
1696948880014.png

Muhammedu'bnu Osman ibni Kerame, Halidi'bini Mahled'den, o da Suleyman'ubnu Bilal'den, o da Şerîku'bnu Abdullahi'bni Ebi Nemir'den, o da Atadan,
o da Ebu Hurayra Radıyallahu Anh'den Rasulullah Aleyhisselâm'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir;
"Kim Benim bir dostuma (veli kuluma) düşmanlık ederse Ben ona savaş açarım, kulum Bana kendine farz kıldığım amellerden daha sevimli bir amelle yaklaşamaz. Kulum nafile amellerle de bana yaklaşmaya devam ederse, ben onu severim. Onu sevdiğim zaman da, onun duyan kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey istediğinde istediğini veririm, Bana sığındığı zaman kendisini korurum, Mûmin bir kulumun canını almakta tereddüt ettiğim kadar hiçbir şeyde tereddüt etmiş değilim. O ölümü istemezken, Ben de fazla yaşlanarak fena duruma düşmesini arzulamam."

(Buhari: Rikak: 38)

Ebu Gureyb Esirlerinden Nur bacının dünya müslümanlarına mektubu- Dinmeyen Gözyaşları

Ebu Gureyb Cezaevinden Irak'lı Fatıma Bacının Ummete Mektubu

İbni Ebu Şeybe Said b. Cebele (Ahmed b. Hanbel'in Musned'inde Ebu Munîb el-Curaşî kanalıyla Abdullah b. Ömer'den rivâyet edildi) vasıtasıyla Rasulullah'tan (s.a.v.) tamamını şöyle rivayet ediyor:
"Kıyâmet öncesinde hiçbir ortağı olmayan, tek olan Allah'a ibâdet edilinceye kadar kılıçla gönderildim. Rızkım mızrağımın gölgesi altına konulmuştur. Zillet ve alçaklık benim emrime karşı gelenlere yüklenmiştir. Kim bir topluluğa benzerse o da onlardandır."
(Buhari, K. el-Cihad, bab: 87; Ahmed İbn Hanbel, II, 50, 92)




CİHAD ŞARTLARI ve HÜKMÜ
1696949718654.png


Cihada ilk önce Müslümanların başlaması - düşman başlamasa bile farz-ı kifayedir. Müslümanların bir kısmı tarafından düşmanın şerri def edilirse cihad farz-ı kifaye , def edilemezse farz-ı ayn olur.

“Köle ve kadın bile olsalar Müslümanların bir kısmı tarafından bu cihad yapılırsa , diğer bütün Müslümanlardan düşer. Şayet hiçbir vakitte hiç bir kimse tarafından cihad vazifesi yapılmazsa , terk etmeleri sebebiyle mükellef kimselerin hepsi günahkar olur. Bundan mesela Anadolu halkının cihad etmesiyle Hindistan ahalisinden farziyyetin düşeceği anlaşılmasın. Çünkü düşmanın şerri def edilinceye kadar sırasıyla yakın bulunan beldelerdeki Müslümanlara cihad farz olur. Müdafaa ancak bütün Müslümanların savaşmasıyla olursa namaz , oruç gibi cihad da mükellef olan bütün Müslümanlara farz-ı ayn olur.
Bir cenazeyi techiz ve tekfin etmek de bunun gibi sırasıyla yakın bulunan beldelerdeki Müslümanların üzerine lazımdır. Bu bahsin tamamı Durer’dedir.
“Müslümanların bir kısmı tarafından düşmanın şerri def edilirse ilh ….”
Yani hududlardan birinde çıkan bir harbi önlemek için orada bulunan İslam kuvveti kifayet ettiği takdirde cihad farz-ı kifaye olup bütün Müslümanların silah altına alınmasına lüzum görülmez. Eğer harb sahasında bulunan İslam kuvveti kifayet etmezse , harb mıntıkasında ve civarında bulunan bütün efrad harb için seferber haline getirililir ve cihad bir farz-ı ayn olur.

“ALLAH-u Teala’nın … kavl-i kerimi ilh….” Cihadı emreden ayeti kerimeler şu tertib üzere indirilmiştir:

Şimdi sen ne ile emrolunuyorsan (kafalarını çatlatırcasına) apaçık bildir.” (Hicr 94) buyurmuştur.
Sonra İslam dinine güzellikle ve tatlılıkla davet emredilmiştir. Nitekim ALLAH-u Teala :

(İnsanları) Rabbinin yoluna hikmetle güzel öğütle davet et ! Onlarla mucadelenin en güzelini yap.” (Nahl 125) buyurmuştur.
Bundan sonra savaşa izin vermiştir. Nitekim ALLAH-u Teala :
Kendilerine karşı harb açılan Müslümanlara zulme uğradıkları için cihada izin verilmiştir.” (Hac 39) buyurmuştur.
Daha sonra düşman harb açtığında onlara karşı koymakla emrolundu.Nitekim ALLAH-u Teala: “Düşmanlar sizi öldürürlerse siz de onları öldürün” buyurmuştur .

Bundan sonra haram olan aylar geçmek suretiyle cihad emredildi. Nitekim ALLAH-u Teala:

(Dokunulması) haram olan aylar çıktığı zaman , artık o muşrikleri nerede bulursanız öldürün (Tevbe 5) buyurmuştur.

En son bütün zamanlarda ve bütün mekan(yer)larda cihad farz kılındı . Nitekim ALLAH-u Teala: “Size harb açanlarla ALLAH yolunda siz de muharebe edin. Fakat aşırı gitmeyin. Şubhesiz ki ALLAH aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara 190) buyurmuştur. Bu bahsin tamamı Es-Siyeru’l Kebir şerhindedir.

“Müslümanların bir kısmı tarafından bu cihad yapılırsa ilh…” Yani cihad ölüyü yıkamak , kefenlemek, cenaze namazını kılmak ve selam almak gibi farz-ı kifayeler. Mükelleflerin hepsine birden farz kılınmıştır. Bundan dolayı farz-ı kifaye bir kısım Müslümanlar tarafından yapıldığı takdirde diğer Müslümanlardan düşer. Çünkü farz-ı kifayeden maksad yapılmasıdır. Mükelleflerden hiç biri bunu yapmazsa , bunu bilen ve mükellef olan bütün Müslümanlar günahkar olur.
Farz-ı ayın böyle değildir. Çünkü farz-ı ayın mükellef olan Müslümanlardan her biri üzserine ayrı ayrı farz kılınmıştır. Bundan dolayı farz-ı ayın bir kısım Müslümanlar tarafından yapıldığı takdirde diğerlerinden düşmez. Bunun için farz-ı ayın , farz-ı kifayeden efdaldir.
“Düşman İslam memleketine hücum ederse ilh…” Yani düşman İslam beldelerinden bir beldeye ansızın girerse , cihad farz-ı ayn olur . Bu hale “nefir-i amm” denilir. “İhtiyar” adlı kitabta : “Nefir-i amm ; bütün Müslümanlara muhtaç olunmasıdır” diye tarif edilmiştir.
“Bütün Müslümanların cihada çıkması ilh ….” Yani kadınlar kocalarından , köleler efendilerinden ,borçlular alacaklılarından izinsiz çıkarlar.
İmam Serahsi : “Nefir-i ammede cihad edebilecek baliğ olmayan çocukların cihada çıkıp savaşmalarında her ne kadar ana–babaları radı olmasalar bile - bir beis yoktur “ demiştir “Cihadın vâcib olması için ilh…” Yani bir kimseye cihadın vacib olması için silah kullanmaya kudretinin bulunması , erzaka ve gideceği yer sefer muddeti kadar olursa bineğe malik olması şarttır. Harb olduğunu bilmesi de şarttır. Kadihan , Kuhistani .

REDDUL – MUHTAR ALE’D –DURRİ’L – MUHTAR
Muellifi : İBN-İ ABİDİN

CİLT 8 SAYFA 374 - 381
Tercüme : Ahmed Davudoğlu Şamil yayınevi




CİHAD ve NEFİR
124_by_kelimetullah-d7ithb7.gif

Bazı alimler : “Cihad , düşman topluluğu saldırmadan önce , nafile ; düşmanlar saldırdıktan sonra ise, farz-ı ayn ‘dır” demişlerdir.
Alimlerin ekserisi ise : “Cihad , her halde , fazdır : Düşmanın saldırmasından önce, farz-ı kifaye ; saldırmasından sonra ise , farz-ı ayın’dır. “ demişlerdir. Sahih olan kavil de budur.

NEFİR NEDİR ?

Nefir : Istılahta , bir beldede bulunan Müslüman halkın ; canlarına , mallarına , çoluk ve çocuklarına saldırmak üzere , düşmanın gelmekte olduğundan haberdar edilmesidir.

Böyle bir haber alınınca , o belde halkından , gücü cihada yeten her şahsa , cihad etmek üzere çıkması farz olur.

Böyle bir haberden önce , kişinin cihada çıkmaması hususunda , ruhsat ve genişlik vardır. Böyle bir haber gelince de , şarktan garbe , bütün İslam alemine , cihad farz-ı ayn olmaz. Bu durumda ancak , düşmana en yakın olan ve cihada gücü yeten Müslümanlara , cihada katılmaları farz-ı ayın olur.

Bu durumda , düşmana uzak olanlara ise , cihad farz-ı kifaye olur; farz-ı ayın olmaz. Bu gibi kimseler için , cihadı terk etme genişliği de vardır.

Fakat , düşmana yakın olanlar , -cihaddan – aciz olur ve düşmana mukavemet edemezlerse veya tembellik ettikleri için , diğer Müslümanların cihada katılmalarına ihtiyaç hasıl olursa ; bu durumda , bunlara yakın olanlara ve bu sıra ile , şarkta ve garbte İslam aleminin her yanında bulunan Müslümanlara , cihad , , farz-ı ayın olur.
FETAVAYİ HİNDİYYE

Tercume : MUSTAFA EFE
Cilt 4 Sayfa 137- 138 – 249 Akçağ yayınları


CİHADIN LUGAT VE TERİM MANASI

Cihad lugatta: (cehede), (yechedu), (cehden veya cuhden) kökünden gelmiştir, (cehede) fiilinin masdarı (el-cuhdu) damme ile veya fetha ile olup vus'at (güç) veya takat manasına gelir.
Denilmiştir ki: (el-cuhdu) dammeli olduğu zaman vus'at ve takat manasına, (el-cehdu) fethalı olduğu zaman meşakkat manasına gelir. (El-celdu) fethalı olduğu zaman en son had manasına da kullanılır.
Ayetle "En son hadde kadar yemin ettiler" yani "çok kuvvetli bir şekilde yemin ettiler" (el-cuhdu vel-cihadu)

Cihad lûğatta: İnsanın iyi şeylere nail olması veya kötülüklerin defi için var gücüyle bütün takatini sarf etmesi manasına gelir. (Lisanu'l Arab, Kamus ul Muhit)
'Cihad' lugavi (Arab lisanında) asıl manası; güç , kuvvet ve meşakkat manasına gelir. Cihad ve mucadele gibi, örfi nasta 'düşmanla mukatele etmek (savaşmak) manasında kullanılır (Lisanu'l-Arab, Tacu'l-Aruc)

'el-cihad kıtal vezninde 'el- mucadele vezninde olub; Düşmanı din ile harb ve kıtal eylemek (savaşmak) manasındadır ki; murad 'mukatelede ifrağ-ı vu eylemektir' (Savaşta bütün gücünü sarf etmektir) (Tercemetu'l Kâmus)

"Cihad" : Dini mudafaa için kıtaldır (savaşmaktır) (el-Muncid)

Mufredatu'l- kuran'da ise "Cihad" ve "mucadele" kelimeleri ; "Düşman karşısında mudafaa için bütün gücünü kullanmaktır" manasında olduğu ifade edilmiştir. Cihad kelimesi luğat bu umumi manasıyla kullanılmaktadır. (el-Ciahadu Fi'l-İslam 13)




Şer'an ve ıstılâhen cihad
"Müslümanların musaleha (sulh ve barış) hainde olmadıkları kafirleri islamiyyete davet sonra , onlar da bu daveti kabul etmeyib reddettikleri taktirde, ilay-i kelimetullah (Kuran'ın hakimiyeti) için savaşmalarına cihad denir. (Kamuysu'l-Fıkhiyye 1/7; Mevsuatu'l-Fıkhiyye 16/ 124)

Allame Şerif Curcani , " Kitabu't-Ta'rifat" adlı eserinde "cihad"ı şöyle tarif etmiştir : "Cihad luğatta cehd fiilinin mastarı olub, gücünün dahilinde kavlen ve fiilen her şeyini ortaya dökmektir.
"Şeriatın ıstılahında ise cihad; Allah yolunda savaşmak ve kıtalde bulunmak için fiil ile, mal ile, rey ile , (görüş beyan etmekte) ve teksiri savadla (yani fiilen savaşmayacak durumda iken, sırf müslümanların sayısını çoğaltmak ve karşı tarafa korku salmak için mucahidlerin safında yer almakla) bilfiil gücünü ve tâkatını sarf etmek' demektir (Kitabu't-Ta'rifat)



Dört mezhebin fukahası, cihadın, savaş ve savaşta yardımlaşma manasında muttefiktirler.

Şimdi dört mezhebin fukahasının tariflerini takdim edelim:

1- Hanefi mezhebine göre : İbnu Humam, Fethul Kadir de (5/187) şu ibareyi zikreder:
"Cihad: Kâfirleri, hak olan dine davet etmek ve kabul etmezlerse onlarla savaşmaktır."
Kaşani ise Bedai isimli eserinde (9/4299) şöyle demiştir: Cihad: "ALLAH yolunda canla, malla, dille savaş yapmak suretiyle bütün gücün ve tâkatın sarf edilmesidir." (el-Bedayi 7 / 97)

"Kafirlerin hak din olan İslam'a çağırmak kabul etmeyenlere karşı malla canla savaşmaktır" demektir (Fethu'l-Kadir 4/276)


2- Malikilerde cihad: İ'la-i kelimetullah için müslümanların,kendileriyle anlaşma yapmadıkları (yani zımmilerin dışındaki) kafirlerle savaşması veya o savaşta hazır bulunması veya kafirlerle savaşmak için topraklarına girmesidir. (Haşiyetul adevi /Essaidi 2/2, Eş şerhus sağir / Ekrab-ul mesailik / Edderdir 2/267)

3- Şafiilere göre: Bâcûri demiştir ki: "Cihad; ALLAH yolunda savaşmaktır." (El Bacuri, İbnu'l Kasım, 2/261l)
İbni Hâcer ise: "Şer'an, kafirlerle savaşta gayret sarf etmektir." demiştir. (El feth 6/2)
"İslam'ın muzaffer olması için kafirlerle savaşmaktır (Haşiyetu'ş-Şerkavi 2/391) demektir.

4- Hanbelilere göre : Cihad kafirlerle savaşmaktır. Umdetu'l fıkh (s.166) ve Muntehaliradat (1/302) isimli kitaplarda cihad şu şekilde tarif edilmiştir. "İ'la-i kelimetullah için güç sarf etmek ve savaşmaktır."

Özet olarak;

Cihâd savaş manasına gelir. Fi sebilillah kelimesinde ilk akla gelen şey cihaddır.
İbn-i Ruşd Mukaddimesinde (1/369): Kılıçla cihad: Din için muşriklerle savaşmaktır. Kim ki kendini ALLAH için yorarsa O'nun yolunda cihad etmiş olur ve cihâd sadece ALLAH yolunda olur. Cihâd kelimesi söylendiğinde ancak ve ancak kafirler İslama girinceye veya cizye verinceye kadar kılıçla mucâdele etmek anlaşılır.
İbni Hâcer, Fethu'l Bari de (6/29) şöyle demiştir; fi sebilillah lafzından ilk akla gelen şey cihaddır.


Cihâdı cehd, mucâdele olarak bahseden ayetler lugat anlamında olup, Mekki surelerde geçen, cihâdın farz kılınmasından, Hicretten önce inen ayetlerdir. Cihâdın kıtal olarak düşmanla savaşılması anlamındaki ayetler Cihâdın Farz olduğu, hicretten sonraki Medeni surelerde geçen ayetlerdir ki bunun manasını Rasulullah ve ashabı ameliyle göstermişlerdir zaten!


Şeyh Abdullah Azzam / Cihâd Ahkâmı
İman edenler: "Keşke cihâd hakkında bir sûre indirilse." derlerdi. Ama hükmü açık bir sûre indirilip de, içerisinde savaş zikredilince kalblerinde hastalık olanların ölüm korkusuyla baygınlık geçiren bir kimsenin bakışı gibi sana baktığını görürsün. Oysa onlar için ölüm yaşamaktan daha uygundur. (Muhammed 20)


عَنْ مُوسَى بْنِ عُقْبَةَ عَنْ سَالِمٍ أَبِى النَّضْرِ مَوْلَى عُمَرَ بْنِ عُبَيْدِ اللَّهِ وَكَانَ كَاتِباً لَهُ قَالَ كَتَبَ إِلَيْهِ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أَبِى أَوْفَى - رضى الله عنهما - فَقَرَأْتُهُ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِى بَعْضِ أَيَّامِهِ الَّتِى لَقِىَ فِيهَا انْتَظَرَ حَتَّى مَالَتِ الشَّمْسُ ثُمَّ قَامَ فِى النَّاسِ قَالَ « أَيُّهَا النَّاسُ ، لاَ تَتَمَنَّوْا لِقَاءَ الْعَدُوِّ ، وَسَلُوا اللَّهَ الْعَافِيَةَ ، فَإِذَا لَقِيتُمُوهُمْ فَاصْبِرُوا ، وَاعْلَمُوا أَنَّ الْجَنَّةَ تَحْتَ ظِلاَلِ السُّيُوفِ
Abdullah. b Ebi Efva (radiyallahu anh)’dan rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem düşmanla karşılaştığı bazı gazalarda hemen girişmeyip güneş ta zevalden devrilinceye kadar bekleyerek düşmanı gözetlemişti. Sonra asker içinde konuşma yaparak:
Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmak, harb etmek istemeyiniz. Belki Allah’dan harb felaketinden korumasını isteyiniz. Fakat siz düşmanla karşılaşınca harbin bütün şiddetlerine karşı sabrediniz. Ve biliniz ki cennet, muhakkak surette kılıçların gölgesi altındadır” buyurdu. (Buharî, Cihâd 156, 22, 32,112, Temennî 8; Muslim, Cihâd 20; Ebu Dâvûd, Cihâd 98)



وعنه رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ] قِيلَ يا رسول اللّه مَا يَعْدِلُ الْجِهَادَ في سَبِيلِ اللّه؟ قالَ َ تَسْتَطيعُونَهُ. فَأعَادُوا عَلَيْهِ مَرَّتَيْنِ أوْ ثَثاً كُلُّ ذلِكَ يَقُولُ َ تَسْتَطىعُونَهُ. ثُمَّ قَالَ: مَثَلُ المُجَاهِدِ في سَبِيلِ اللّهِ كَمَثَلِ الصَّائِمِ الْقَائِمِ الْقَانِتِ بآياتِ اللّه َ يَفْتُرُ مِنْ صِيَامٍ وََ صََةٍ حَتَّى يَرْجِعَ المُجَاهِدُ
أخرجه الستة إ أبا داود
Ebu Hurayra’den (r.anh) rivayetle Nebi’ye (s.a.v.) soruldu:
ALLAH yolunda cihâd etmeye denk ne var?
Güç yetiremezsiniz dedi.
Üçüncüsünde :
ALLAH yolunda cihâd edenin misali , ALLAH yolunda cihad edenin, evine dönünceye kadar gündüzleri oruçla , geceleri de ibadet ve kıyamla geçiren adamın misali gibidir dedi.
(Buharî, Cihad 2; Muslim, İmâret 110, (1878); Tirmizî, Fedâilu'l-Cihâd 1, (1619); Nesâî, Cihâd 17, (6, 19); Muvatta, Cihâd, 1, (2, 443)


Rasûlullah (s.a.v) buyurdu ki:

حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ دَاوُدَ الْمَهْرِىُّ أَخْبَرَنَا ابْنُ وَهْبٍ أَخْبَرَنِى حَيْوَةُ بْنُ شُرَيْحٍ ح وَحَدَّثَنَا جَعْفَرُ بْنُ مُسَافِرٍ التِّنِّيسِىُّ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ يَحْيَى الْبُرُلُّسِىُّ حَدَّثَنَا حَيْوَةُ بْنُ شُرَيْحٍ عَنْ إِسْحَاقَ أَبِى عَبْدِ الرَّحْمَنِ - قَالَ سُلَيْمَانُ عَنْ أَبِى عَبْدِ الرَّحْمَنِ الْخُرَاسَانِىِّ - أَنَّ عَطَاءً الْخُرَاسَانِىَّ حَدَّثَهُ أَنَّ نَافِعًا حَدَّثَهُ عَنِ ابْنِ عُمَرَ قَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- يَقُولُ « إِذَا تَبَايَعْتُمْ بِالْعِينَةِ وَأَخَذْتُمْ أَذْنَابَ الْبَقَرِ وَرَضِيتُمْ بِالزَّرْعِ وَتَرَكْتُمُ الْجِهَادَ سَلَّطَ اللَّهُ عَلَيْكُمْ ذُلاًّ لاَ يَنْزِعُهُ حَتَّى
İmam Ebu Davud (rahimehullah) şöyle der: Bize Suleyman bin Davud el-Mehri tahdis etti, dedi ki: Bize İbn-i Vehb haber verdi, dedi ki: Bana Hayve bin Şurayh haber verdi ve bize Cafer bin Musafir et-Tinnisi tahdis etti, dedi ki: Bize Abdullah bin Yahya el-Burullusi tahdis etti, dedi ki: Bize Hayve bin Şurayh tahdis etti, o da İshak Ebu Abdurrahman’dan. (Suleyman bin Davud el-Mehri rivayetinde İshak Ebu Abdurrahman’a Ebu Abdurrahman el-Horasani dedi) Ata el-Horasani Nafi’den tahdis etmiştir,
Nafi de O'na İbn-i Ömer’in şöyle dediğini tahdis etmiştir:
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i şöyle buyururken işittim:
"Î’ne yoluyla alış-veriş yaptığınız öküzlerin kuyruğuna yapıştığınız, tarımı seçtiğiniz ve cihadı terk ettiğiniz zaman, ALLAH size öyle bir zillet musallat eder ki, dininize dönünceye kadar onu üzerinizden atamazsınız."
(Sunen-i Ebu Davud, Kitabu'l-İcare, Bab 54, Hadis no: 3462;
Ahmed b. Hanbel, Musned, C. 2, Sf: 42, 84, Hadis no: 4285; Taberâni, Musnedu’ş Şamiyyin 464; Ebu Nuaym, el-Hilye 5/209; İbni Adiyy, 2/22; el-Kamil, 5/361; Albânî, Silsiletu’l-Ehadîsi’s-Sahiha, 11)
28464


********

CİHADA GİTMEK İÇİN ANNE BABADAN İZİN ALMAK ŞART MIDIR?

hqdefault.jpg

Merhametinden dolayı onlara alçak gönüllülük kanadını indir ve de ki: "Rabbini, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse, Sen de onlara öyle rahmet et!" İsra 24

KURTUBİ TEFSİRİ

8. Cihad İçin Anne-Babanın İzni:

Anne babaya iyilikte bulunmak, onlara karşı iyi davranmanın kapsamına -eğer cihad farz-ı ayn değilse- onların iznini almadan cihad etmemek de vardır.
Sahih'te, Abdullah b. Amr'ın şöyle dediği rivayet edilmektedir:
Bir adam, Peygamber (s.a.v.)'in yanına gelerek, cihad etmek için ondan izin istedi.
Peygamber: "Annen baban hayatta mıdır?" diye sordu.
O, evet deyince,
Peygamber:
"Sen onlar hakkında (onlara iyilik yapmak suretiyle) cihad et." diye buyurdu.
Bu, Muslim'in lafzıdır.
(Buhâri, Cihâd 138, Edeb 3; Muslim, Birr 5; Ebû Dûvûd, Cihâd) 31; Nesâl, Cihad 5: Musned, II, 165, 188. 193, 197, 221)

Sahih'in dışındaki hadis kitaplarında da şöyle demektedir:
Evet, ve onları ben ağlıyor bırakıp geldim.
Peygamber şöyle buyurdu: "Git, onları ağlattığın gibi güldür."
(Ebû Dâvûd, Cihâd 31; Nesâi, Beyat 10; İbn Mâce, Cihâd 12; Musned, II, 160, 194, 198)

Bir başka rivayette de şöyle denilmektedir:
"Senin, annen baban ile birlikte onların (yanlarındaki) yatakta uyuman, onların seninle gülüşüp seninle oynaşmaları, senin için benimle cihad etmenden daha faziletlidir. "
Bunu da İbn Huveyzimen'dan nakletmektedir.
(Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, V, 263)

Buhârî bu hadisi "Birru'l-Valideyn" (Anne-Babaya İyi Davranmak) bölümünde şu lafızlarla zikretmektedir:
Bize Ebu Nuaym haber verdi. Bize Sufyan, Ata b. es-Saib'den haber verdi. O, babasından, o, Abdullah b, Amr'dan dedi ki:
Bir adam, Peygamber (s.a.v.)'a, hicret etmek üzere bey'at etmeye geldi. Ancak bu sırada anne-babasını ağlar bırakıb gelmişti.
Peygamber şöyle buyurdu: "Onların yanlarına dön ve onları ağlattığın gibi güldür."
(Buhari, el-Edebtu'l-Mufred, Lubnan tarihsiz, sf: 5; Hâkim, Mustedrak, IV, 152.
Hâkim, hadisin isnadının sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de bunu kabul etmiştir.)


Îbnu'l-Munzir dedi ki: Bu hadis-i şerif nefir (farz-ı ayın olan seberberlik çağrısı) vuku bulmadığı sürece anne babanın izni olmaksızın cihada çıkmanın yasaklığını ihtiva etmektedir. Eğer nefir söz konusu olursa, o takdirde zaten herkesin cihada çıkması vâcib olur. Bu husus Ebu Katade yoluyla gelen hadiste gayet açıktır.

Rasûlullah (s.a.v.), kumandanlar ordusunu (Mute ordusunu) gönderdi... Bu arada Zeyd b. Harise, Cafer b. Ebi Talib ve ibn Revâha'nın başından geçenleri de söz konusu etmekle birlikte, Rasûlullah (s.a.v.)'ın munâdisinin bundan sonra:
Topluca namaza! diye nida etmesi üzerine herkesin toplandığını da söz konusu etti. Bunun üzerine (Peygamber) ALLAH'a hamd-u senada bulunduktan sonra şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! Haydi çıkınız, kardeşlerinizin yardımına koşunuz. Hiç kimse de geri kalmasın."
Bunun üzerine, oldukça sıcak bir günde insanlar piyade olarak ve binekli olarak savaşa katılmak üzere yola çıktılar.

(İmam Ahmed bin Hanbel, Musned, V, 299, 301)

İşte Peygamber'in: "Kardeşlerinize yardımcı olmak üzere çıkınız" diye buyurması, cihaddan geri kalmak hususunda mazur görülebilmenin nefir (umumi seferberlik) çağrısı söz konusu olmadığı hallerde olacağına delildir. Diğer taraftan Peygamber'in:
"Ama hep birlikte savaşa çıkmanız istenirse, hep birlikte savaşa çıkınız"
(Buhârî, Cezâıı VSayd 10, Cihâd 1", 27, 194, Cizye 22; Muslim, Hacc 445, İmâre 85: Ebû Dûvûd, Cihâd 2; Tirmizî, Siyer 33; Nesâi, Bey'at 15: İbn Mâce, Cihâd 9. Dârimî, Siyer 69: Musned, I, 226, 266, 316, 355, 111, 401, VI, 466) hadisi de bununla birlikle aynı gerçeği dile getirmektedir.

Derim ki: Bu hadis-i şeriflerde şuna da delil vardır:
Farzlar, yahut mendublar eğer bir arada bulunacak olursa, bunlar arasından daha önemli olana öncelik tanınır. Bu anlamdaki açıklamaları el-Muhasibi, "Kitabu'r-Riâye" adlı eserinde yeterince açıklamış bulunmaktadır.
(İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 10/366-367)


9. Cihada Çıkmak İçin Muşrik Anne ve Babanın İzni Alınır mı:

Cihad farz-ı kifaye ise, kişinin cihada katılmak için muşrik anne-babasinın iznini alıp almayacağı hususunda ilim adamları, farklı görüşlere sahibtirler.
es-Sevrî, onların iznini almaksızın gazaya gitmez, der.
Şafiî ise: Onların iznini almaksızın gazaya gidebileceğini söylemiştir
.

İbnu'l-Munzir de şöyle demektedir:
Dedeler de babalar gibidir, nineler de anneler gibidir. O bakımdan kişi yine onların iznini almaksızın gazaya çıkamaz. Ben, onlar dışında kardeşler ve sair akrabaların da iznini almayı gerektiren herhangi bir delil bilmiyorum. Ama Tavus, kız kardeşlerin ihtiyaçlarını karşılamanın, ALLAH yolunda cihaddan daha faziletli olduğu görüşünde idi.
(İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 10/367-368)


ana-baba-hakki_492501.jpg


Şeyh Ebu Musab Ez-Zerkavi'nin ilk ve tek görüntülü açıklaması olan bu videoyu, Arabca'dan dilimize çevirmekteki maksadımız; kafirlerin medya ve basın kuruluşlarında yayınlananın aksine, Mucahidlerin ilahi kelimetullahı (La ilahe illallah) sözlerin en üstüne koymak için savaştıklarını Türk kamuoyuna bildirmek ve Mucahidlere karşı kalblerinde kuşku bulunan Müslümanlara şifa olmasıdır. Rabb'imizden bu videoyu hazırlayıp yayına sunanlardan radı olmasını ve bu video aracılığı ile, kalblerde iman ateşi bulunan Müslümanları uyandırmasını diliyoruz.

---------------------------------
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
CİHAD'IN FARZİYETİ

Şehid Şeyh Faris ez Zehrani: Suud Vatandaşlığı Ayaklarımın Altındadır

Şehid Şeyh Faris ez Zehrani'den Ortadoğunun Tağutlarını Tekfir


Allah'ın dinini yeryüzünde hakim kılmak, fitne ve zulmu ortadan kaldırmak için ortaya çıkan her türlü engel ve düşmana karşı meşru olan her yol ve vasıtayla elinden gelen mucadeleyi yapmaktır. Cihad yapmak her müslümana farzdır. Hatta gerektiğinde namaz , oruç, gibi farz-ı ayn dır. “ Ey mûminler hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı . bazen hoşlanmadığınız şey sizin icin hayırlı , sevdiğiniz bir şey ise sizin kötülüğünüzedir. Siz bilmezsiniz Allah bilir. (bakara 216)

Fitneden eser kalmayıncaya , din de yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Vazgeçerlerse artık zalimlerden başkasına husumet yoktur." (bakara 193)

Hanefi mezhebine göre : İbnu Humam ; fethul kadir de (5/187) şu ibareyi zikreder: ”Cihad: Kafirleri, hak olan dine davet etmek ve kabul etmezlerse onlarla savaşmaktır.“
Kaşani ise Bedai isimli eserinde (9/4299) şöyle demiştir: Cihad : "Allah yolunda canla , malla , dille savaş yapmak suretiyle bütün gücün ve tâkatin sarf edilmesidir."

Maliki'lerde cihad : İ’la-i kelimetullah için müslümanların kendileriyle andlaşma yapmadıkları (yani zımmilerin dışındaki) kafirlerle savaşması veya o savaşta hazır bulunması veya kafirlerle savaşmak için topraklarına girmesidir.
(Haşiyet'ul adevi, es Saidi, 2/2; eş Şerhu's Sağir, ekrabul mesalik, ed Derdedir 2/267)

Şafi'lere göre : bacuri demiştir ki ” Allah yolunda savaşmaktır (el Bacuri / ibnu'l Kasım 2 /261)
ibn Hâcer ise : ”Şer'an kafirlerle savaşta gayret sarf etmektir” (el Feth 6/2)

Hanbelilere göre cihad :kafirlerle savaşmaktır. Umdet'ul-fıkh (sf: 166) ve muntehaliradat (1/302) isimli kitablarda cihad şu şekilde tarif edilmiştir. İla-i kelimetullah için güç sarf etmektir ve savaşmaktır.

Özet olarak
Cihad savaş manasına gelir. Fi sebilillah kelimesinde ilk akla gelen Şey cihad'dır.

İbn Ruşd, mukaddimesinde (1/369) kılıçla cihad: din için müşriklerle savaşmaktır. Kim ki kendini Allah için yorarsa O nun yolunda cihad etmiş olur ve cihad sadece Allah yolunda olur. Cihad kelimesi söylendiğinde ancak ve ancak kafirler islama girinceye ve cizye verinceye kadar kılıçla mücadele etmek anlaşılır

İbni Hacer (rahimehullah), Buhari'nin şerhi Fethu'l Bâri'de (6/29) şöyle demiştir: Fi sebilillah lafzından ilk akla gelen şey cihad dır .
Bundan dolayıdır ki İslam davetinin önündeki ictimai , iktisadi ve iktisadi ve siyasi engellerin kaldırılması için bu dinde savaş emri vardır.
Cihad , bu yüce dinin alemlerdeki topluluklara yayılmasına set çeken bütün engellerin kaldırılmasıdır. Ve muhakkak ki insandan önce de bu din vardı. Aslında ne savaşmaya ne kan dökmeye ve ne de malları telef etmeye gerek vardır. Çünkü bu din ıslah etmek ve imar etmek için gelmiştir.
Savaşmak ve öldürmek müslümanlar için şeri bir ihtiyaçtır. Çünki onlar tevhid sancağını taşırlar ve bütün sancakların üstünde dalgalandırmakla emr olunmuşlardır. Ve ihtiyaçlarda kendi miktarınca karşılanır. Eğer İslami tebliğimiz , sadece ve sadece siyasi teşkilatlarla ve otoritelerle savaşmakla gerçekleşecek se onlarla savaşırız. Çünkü İslam'ın insanlara ulaştırılmasıyla bizim aramızda engel teşkil etmektedirler.

Eğer önümüzde siyasi güçler , mal sahipleri ve kabileler gelecek olursa , bu dine girinceye ve kendilerini kurtarmakla emr olunduğumuz halklarla aramızdaki yolu açıncaya dek onları silahla karşılamaya mecbur ederiz.
Hiçbir fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın . Eğer kötülükten vazgeçerlerse, şubhesiz ki Allah ; onların yaptıklarını çok iyi görür . (Enfal 39)

Cihad , fitnenin ortadan kaldırılması ve insanları Allah a değil de kendilerine ibadet ettiren ahmakların mahvolması içindir. Eğer bu tip ahmaklar müslüman olurlar ve barış yaparlarsa ne silahların patlamasına ve nede insanların ölmesine gerek kalır.
Allah cihad eden mûminleri şöyle övüyor .
İnananlardan , özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile , mal ve canlarıyla ALLAH yolunda cihad edenler birbirlerine eşit değildir. Allah mal ve canlarıyla cihad edenleri, mertebece oturanlardan üstün kılmıştır. Allah hepsine de cenneti vadetmiştir; ama Allah cihad edenleri oturanlara , büyük bir ecirle, dereceler , mağfiret ve rahmetle üstün kılmıştır . Allah bağışlar ve merhamet eder. (Nisa 95_96)
Allah mûminleri cihad etmeden, İslam'ın yayılması için gayret sarf etmeden cennete giremeyeceklerini söyler
Yoksa içinizden Allah, cihad edenleri ve sabredenleri belirtmeden cennete gireceğinizi mi sanıyordunuz?"
(Al-i İmran 142 )
İnanan, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad eden kimselere Allah katında en büyük dereceler vardır , işte kurtulanlar onlardır “ (Tevbe 20)

Hiçbir kimsede Allah yolunda cihadın tozu ile cehennemin ateşi birleşmez" (Nesei ; cihad)

Bu rivâyeti Ebu Amr ed-Dani ve Zeyd b. Eslem'den, o da babasından, o da Rasulullah (s.a.v) şöyle dediğini rivayet eder:

حدثنا محمد بن أبي محمد قال حدثنا أبي قال حدثنا سعيد قال حدثنا يوسف بن يحيى قال حدثنا عبدالملك قال حدثنا الطلحي عن عبدالرحمن بن زيد بن أسلم عن أبيه أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال لا يزال الجهاد حلوا أخضر ما قطر القطر من السماء وسيأتي على الناس زمان يقول فيه قراء منهم ليس هذا زمان جهاد فمن أدرك ذلك الزمان فنعم زمان الجهاد قالوا يا رسول الله واحد يقول ذلك فقال نعم من عليه لعنة الله والملائكة والناس أجمعين
''Gökten yağmur yağdıkça cihad tatlı ve hoştur. İnsanlar üzerine Kur'anı çokça okuyanların, ''Bu zaman cihad zamanı değildir'' dedikleri bir zaman gelecektir. Kim bu zamana ulaşırsa, bilin ki bu ne güzel cihad zamanıdır.''
Dediler ki; ''Ya Rasulallah bunu söyleyecek kimse var mı dır?''
Rasulullah (s.a.v) buyurdu ki, ''Evet bu kimse Allah'ın , meleklerin ve bütün insanlığın lânetlediği kimsedir.''
(es-Sunenu’l-varidetu fi’l-Fiten, Riyad, 1416, 3/751, Hadis no: 371; İmam Nevevi; Tagribu'l Tezhib, Şifa-i Essudur, Meşariul Eşvag ila Mesari El Uşşag)

Sebti’nin Şifa'us Sudur adlı eserinden naklen; İbni Nehhas Meşariul Eşvak (no 40) Allame ed-Danî Sunen'ul Varide Fil Fiten (3/751 no 371) isnad zayıf olub murseldir. İsnadında bulunan Abdurrahman Bin Zeyd bin Eslem ittifakla zayıf bir râvidir.
İbn Mesud r.anh'den merfuan; Ebu Ya'la (9/274) Maksadu Ali (902) Mecma (5/280) Metalibu Aliye (1890) isnadında mudellis bir ravi olan Bakıyye Bin Velid vardır. Ebu Ya'la'nın Mûceminin ulaşabildiğim nushalarında Bakıyye an'ane ile rivayet etmiştir. Lakin İbni Kesir'in Ebu Ya'la'dan nakline göre Bakıyye Bin Velid, tahdis siğasını eda etmiştir. İbn Kesir Camiul Mesanid (27/249) Neticede rivayetin isnadı kopuktur. Çünkü Ubeydullah Bin Abdullah'ın İbn Mesud r.anhuma'dan rivayeti murseldir. Enes r.anh'den diğer bir şahidi; İbn Asakir Tarihu Dımeşk (43/347) Kenzul Ummal (4/556) bunun da isnadı zayıftır.



Allah yolunda savaşanlar için Allah cennette yüz derece hazırlamıştır ki , her derecenin arası yerle gök arasıdır"
(Riyazu’s salihin 2/541)

İbn Abbâs'tan rivâyet edildiğine göre, Peygamber (s.a.v.), Abdullah b. Revâha'yı akıncılarla beraber göndermiş, bu da cumaya rastlamıştı. Abdullah geri kalarak: "Cumayı Rasûlullah ile beraber kılar, sonra yetişirim" demişti.
Peygamber (s.a.v.) namaz kılınca onu gördü ve sordu: -
Sabahtan arkadaşlarınla beraber niçin gitmedin?
-Cumuayı seninle kılmak, sonra arkalarından yetişmek istedim.
-Yeryüzünün bütün varlığını Allah yolunda harcasan onların sabahtan çıkışlarının sevâbını elde edemezsin!" (Ahmed bin Hanbel; Tirmizî).


İbn-i Abidin şöyle der :
Düşman İslam devletinin sınırlarına hücüm ettiğinde namaz ve oruç gibi cihadda muslumanlara farz-ı ayndır. Terki mümkün değildir. O bölgede yaşayan müslümanların kendi sınırlarını korumaya güçleri yetmezse doğudan batıya kadar islam topraklarında yaşayan bütün müslümanların üzerine farz dır. (Haşiyetu İbn-i Abidin, 3/238)

Fukaha cihadın önce işgal edilen topraklarda yaşayan muslumanlara farz olduğu, savaşlar birkaç günden fazla sürerse daha sonra tedrici olarak halkanın genişleyeceği görüşündedir. Ebu Davud'un rivayet ettiği bir hadisinde “ savaş Allah'ın beni rasul olarak göndermesinden ummetimin deccalla savaşmasına kadar devam eder. Onu ne zalimin zulmu, ne de âdilin adaleti ortadan kaldır. (Mucemul-feteva, 28/506-508)

Zulmun kaldırılması ve mazlumlara yardım etme konusunda kımıldamayanlar Allah'a mustadafların yalvardığı gibi yalvarırlar :
Size ne oluyor da : Rabb'imiz ! Bizi halkı zalim olan bu şehir den çıkar , katından bize bir sahib gönder , katından bize bir yardımcı lutfet “ diyen zavallı çocuklar, yaşlılar ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz ? (Nisa 75)

Onlar nefislerine zulmetmişlerdir , mazlumlardan zulmun kaldırılması için asla gayret göstermezler . Savaşı emreden ilk ayetin gerçek sebebi zulmun yok edilmesidir.
"Haksızlığa ve zulme uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselerin karşı koyup savaşmasına izin verilmiştir. Allah'ın onlara yardım etmeye elbette gücü yeter . Onlar haksız yere ve Rabbimiz Allah'tır dediler diye yurtlarından çıkarılmışlardır. Allah insanları bir kısmını diğerleriyle savmasaydı , manastırlar , kiliseler , havralar ve içinde Allah adı çok anılan camiler yakılıp giderdi. Andolsun ki ; Allah'a yardım edenlere O da yardım eder. Daha doğrusu Allah kuvvetlidir ve güçlüdür. (Hac 39-40)

Şehid Abdullah Azzam :
Vatanımız düşmanlarımıza teslim edildikten sonra mukaddesatımızı muhafaza etmeyi , namus ve şerefimizi korumayı bize haram etiler. Mescidi Aksa , onu savunacak , on musluman uğrunda şehid olmadan elimizden çıktı !! Bütün bu olanlardan sonra kalblerinde birz kıskançlık kalmış, nefislerinde yiğitlik ve cesaret taşıyan kimseler bir araya gelmeye gayret ettik. Mescidi aksa ya rahat rahat giren Yahudileri rahatsız etmek istedik , bize cihadı yasakladılar., bütün kuvvetleriyle bize düşmanlıklarını gösterdiler . Bundan daha büyük bir zulum , bundan daha büyük haksızlık , bundan daha beter bir zorbalık olamaz . (Sahi T:C.'de de Ayasofya yasaklı değil mi? Hilafet de üstelik ilga edildi ; yere paralel cihad edenler hala sadece dua ile cihadda ısrar ediyor musunuz?)
Eğer siz Allah yolunda cihad etmezseniz sizi elim bir azabla cezalandırır.Sizin yerinize başka bir kavim getirir de siz ona en ufak bir zarar veremezsiniz. Allah her şeye kâdirdir. (tevbe 39)”

Artık ey muslumanlar sizin hayatınız cihaddır. Hedefiniz cihaddır varoluşunuz, akıbetiniz cihad ile alakalıdır. Ey davetçiler, sizler silahlarınızı omuzlamadıkça, tağutların mülkünü , kâfir ve zalimlerin mülkünü darmadağın etmedikçe, sizin hiçbir değeriniz yoktur. Cihadsız, savaşsız, kansız, sakatsız Allah'ın dininin muzaffer olacağını zanneden kimseler bu dinin tabiatını idrak etmeyen kimselerdir. Onlar vehme kapılmışlardır .
Davetçilerin heybeti , davetin şevketi ve müslümanların izzeti savaşsız olamaz.
Peygamber (s.a.v.) : Allah düşmanlarınızın kalblerinden , sizin heybetinizi çekip alacak , Allah kalblerinize vehen bırakacaktır .
Vehen “ nedir ey Allah'ın rasulu? diye soran ashaba :
Dünya sevgisi ve ölüm tiksintisidir. diye buyurur.
Başka bir rivayette ise
savaş tiksintisidir“ diye cevab vermiştir.

Sen Allah yolunda savaş , (kimse senle beraber savaşmazsa) yalnızca sen savaşla mükellefsin. Mûminleri de savaşa teşvik et, Allah daha güçlü , cezası daha çetin olandır.”
Savaş olmadığı takdirde şirk her tarafı kuşatacak ve egemen olacaktır. ”Fitne yeryüzünden kalkıncaya , din bütünüyle , Allah'ın oluncaya kadar , kafirlerle savaşın “ Fitne ise şirktir. Yeryüzünün felah bulmasının biricik teminatı cihaddır:
Eğer Allah insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla bertaraf etmeyecek olsaydı manastırlar , kiliseler , havralar ve içinde Allah'ın adının çokça zikredildiği mescidler harab olur giderdi


Ey İslam davetçileri : Ölüm tutkunu olunuz ki size hayat bağışlansın. Sakın emeller sizi aldatmasın . Okuduğunuz kitablar , devam ettiğiniz nafileler , sakın sizi aldatmasın , büyük işlerden yana izleri rahatlatan basit işlerle uğraşmaya kalkışmayın . “Siz silahsız olanın kendiniz olmasını istersiniz ...”
Cihad konusunda bir komutanın iznine itibar etmeyiniz. Cihad sizin davetinizin direğidir. Dininizin kalesidir. Şeriatınızın kalkanıdır.

Ey İslam alimleri;
şu Rabbine dönen nesle komutan olmak için öne geçiniz . Bundan geri dönmeyiniz. Dünyaya meyletmeyiniz. Tağutların sofralarından uzak durunuz. Çünkü bu hayırlı nesilden uzak tutar . Onların kal_?:5leriyle aranızda engel teşkil eder.
Ey müslümanlar uykunuz çok uzun sürdü. Bağiler azgınlar sizin topraklarınızın her tarafına üşüştüler. Müslüman kadınlar sakın rahat ve lüks düşkünü olmayınız .Çünkü rahat ve lüks cihadın düşmanıdır. Temel ihtiyaçlarınızdan fazla şeylerden uzak durunuz. Zaruri şeylerle yetininiz. Çocuklarınızı ağır şartlara , yiğitliğe , kahramanlığa ve cihada alıştırınız. Bu esaslar üzere eğitiniz. Evleriniz arslan yuvalarını andırsın. Tağutlar tarafından boğazlansın diye, yiyip semiren tavukların kümesi olmasın. Çocuklarımızın kalbine cihad sevgisini, cihad tohumlarını ekiniz .
Yiğitlerin meydanlarında at koşturmak savaş alanlarında at koşturmak arzularını , aşkını yerleştiriniz.Müslümanların problemleriniz yaşayınız. Haftada en az bir gün muhacirlerin mucahidlerin hayatlarına benzeyen bir gününüz olsun . O gün kuru bir ekmekle ve buna birkaç damlayı geçmeyen azıcık çayı katık yapın .
Ey İslam yavruları bombaların nâmeleri , topların gürültüleri , ve uçakların tank sesleri , eğitiminizin nağmeleri olsun . Dünyanın rahat ve huzuru içinde yaşayan , lüks hayat süren ve mideleri şişkin kimselerin nağmeleri ve yatakları sizin büyüyüp gelişeceğiniz yerler olmamalıdır .
Pek çok müslüman da mallarını , canlarını ve namuslarını koruma yolunda hemen hemen hiçbir güce sahib değildir. Hatta ve hatta bazı yerlerdeki müslümanlar sakallarını dahi bırakmaya güç yetirememektedirler. Çünkü sakal, onların müslüman olduğunu gösterdiğinden bundan çekinip korkmaktadırlar. Hanımının elbiselerini dahi İslam'ın ölçülerine göre giyindiremiyorlar. Çünkü kafirler tarafından suç sayılmakta ve cazalandırılmaktadırlar. Camide oturup da üç beş gence Allah'ın kitabı olan Kuran-ı Kerim i öğretmeye gücü yetmiyor . Böyle bir toplantı da cahiliye düzenleri tarafından kanunsuz sayılmaktadır. Bazı yerlerde çocuğuna İslami isim dahi koydurtmuyorlar. Hanımının başını örtmesini yasaklıyorlar. Gece yarısı kızını elinden alıp bin türlü hakaretlerle diledikleri yerlere götüren istihbarat elemanlarına karşı dahi en ufak bir şey yapamayan müslümanlar vardır. Bu müslümanların tağutların en basit kanunlarını dahi reddetebilmeye güçleri yetebilir mi? Bunu yapabilmek için nefsi arzularından azda olsa fedakarlık yapması gerekmektedir . Şimdi bu milyonlar bir hayat yaşamıyorlar mı ? Meskenet içinde biçare değiller mi? İşte melekler bu nefislerine zulmedenlerin canlarını alırken “ne haldeydiniz ?” diye sorduklarında soruya ne cevab verecekler ? Onlar demeyecekler mi ki "biz yeryüzünde aciz kimselerdik”
Nefislere uyarak acizlik taslamak Allah indinde özür sayılmamaktadır. Bilakis böyle tutum ve davranışlar cehennem azabına sebeb olmaktadır .Evet gerçekten aciz, yaşlı, çocuk ve kadınlardan hicrete güç yetiremeyenler mazur görülmüştür.!!!
Çünkü bunlar İslam devletine veya cihadın yapıldığı yerlere hicret etmeye bir imkan bulamamaktadırlar. Yolları bilememekte ve fırsat elde edememektedirler. İşte böyleleri mazurdur ama güçleri yettiği halde hicret etmeyip de kafirlerle birlikte yaşamaya radı olanlar için özür değil azab vardır Bahaneler nefislerimizin çirkin fetvalarıdır. Bu ise özür değil azabdır.
Şurası muhakkak ki hicret ve cihad : bu dinin aslındandır; Hiçbir zaman ve mekanda dinin tabiatından ayrılamazlar. Cihadın asaleti bu dinin özünden dir. Cihad sadece Kuran'ın indiği sırada giyilen sonrada çıkarılıp atılan bir elbise değildir. Yani sadece sahabeler zamanında yayılıp da sonra terk edilen bir hüküm değildir. Kıyamete kadar bakidir , farz dır. !!! Kur'anda defalarca farziyeti zikredilmezdi.
Kim cihad etmeden ve cihad etmeyi içinden geçirmeden ölürse nifak şubelerinden bir şube üzerine ölür “. (Muslim) diye buyurmazdı.

Yüce Allah biliyor ki sulta sahibleri (iktidarı elinde tutanlar) bu cihad emrini asla sevmezler . Yine yüze Allah biliyor ki sultanların cihada karşı çıkmaktan başka seçenekleri yoktur. Çünkü cihad öyle bir yoldur ki bu sultanların yoluna benzemez. Cihad öyle bir metoddur ki , bu sultanların metodlarıyla uyuşmaz ve cihad yalnızca dün için farz kılınmış değildir. Bilakis o bu günde yarını da içine alan bütün zaman nesilleri kaplayan bir ibadettir. Geçici olarak yapılan sonra terk edilen bir şey değildir. Atılan , saçılan hiç değildir. Öyle ise cihad şarttır. Cihad her türlüsüyle ve şekliyle lazımdır. Cihadın önce nefislerde sonra hayatın her alanında olması gereklidir. Pratik hayatın her alanına hakim olmalıdır. Silahlı şer ve zulum kuvvetleri yine silahlı hayır ve adalet güçleriyle ortadan kaldırılmalıdır.
Cani düşman ve sayıca çoğalmış zalimler cihadın her türlü tedbirleriyle bertaraf edilmelidir. Eğer böyle olmazsa hakkın intiharı ortaya çıkar, ya da mûminlere layık olmayan bir yenilgi ve rezillik ortaya çıkar. Zaten nefislerini yenemeyenler, nefisleriyle cihada girişemeyenler büyük cihada silahlı cihada girişemezler. Cihad alanlarındaki mucahidlerde eğer canlarını mallarını ve bütün sevdiklerini ortaya koymadan nefislerini yenmeden oraya gelemezlerdi. “
(
Ey mu'minler!) hafif ve ağırlıklı olarak hep birlikte savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için en hayırlısıdır.” (Tevbe 41)

İmam Kurtubi tefsirinde şöyle diyor :
Düşmanın İslam beldesine hucum ettiğinde veya islam topraklarına girdiğinde cihad farz-ı ayn olarak o beldedeki bütün müslümanlara farz olur. Bu durumda genç ihtiyar herkes kendi gücüne göre cihada katılır“.
Onlar cihaddan geri kalanlarla birlikte olmaya radı oldular. Allah da onların kalplerini mühürledi . Onlar anlayışsızdırlar. Fakat rasul ve onunla birlikte olanlar mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte hayırlar onlar içindir ve kurtuluşa erenler de onlardır” (Tevbe 87-88)


Ne olurdu Cami imamları vaazlarını ve nasihatlerini cihad konusunda etseler. Allah'ın dinini canları veballeri ile himaye etme yolunda teşvik etseler daha ne zaman kadar müslüman gençler cihaddan alıkoyacaklar. Bugün musluman cemaatler bu hocalar tarafından uyuşturuluyor; devir cihad zamanı değil gibi safsatalar çıkartılarak mûminler uyuşturuluyor dua ederek şeriati hâkim kılacaklarını bekliyorlar, İslam tarihinde böyle bir cemaat yada devlet gelmiş mi? Bunu İslam'ın neresinden çıkarıyorlar, mezheb alimlerine de mi bakmazlar ? Mezheb alimleri en küçük zulum iktidarına bile boyun eğmez ömürlerini zindanlarda bitirirken; işkence altlarında; can verirlerken bazıları da 5 kiloluk yorgan altlarından kalkamıyorlar. Zaten sistemleri tarafından da bunlar tavuk bile kesemez diyorlar. Bunların nesilleri hazırlık dahi göremezler besili at hazırlayın ayetinden den de bir şey çıkaramazlar .!!

Anneler ve babalar neden evlatlarının zekatını vermezler , düşünmüyorlar mı ki bu evlatlarından bir tanesi kötürüm doğabilirdi. Bu nimetlerinin şükrünü evlatlarını cihada hazırlamakla verseler ne olur. Nefisler ki onu Allah yarattı, mallar ki onları veren Allah ; öyle ise Alemlerin Rabb'ine karşı bu cimrilik niye , hem de mülkün sahibine karşı yapılan bu cimrilik hiçbir nefis eceli gelmeden , rızkını tamamlamadan ölmez inancı ile yapılırsa müslümana yakışır mı ??
Ne olurdu müslümanlar amel sahifelerine bir günlük cihaddan ve Allah yolunda bir saatlik savaştan sevab yazsalar. Sahih bir hadisi şerife göre Peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır.: ”Allah yolunda bir gün nöbet tutma gündüzleri bir ay nafile oruç tutmaktan ve geceleri nafile ibadet etmekten daha hayırlıdır.“
Yine başka bir hadisi şerifte “Allah yolunda bir gün savaşmak bin gün gündüzleri nafile oruç tutmaktan ve geceleri nafile namaz kılmaktan daha hayırlıdır.“
Ve “Allah yolunda bir saat savaş için saf bağlamak altmış sene nafile namaz kılmaktan daha hayırlıdır (Ahmed bin Hanbel ve Tirmizi)

Ebu Davud'un naklettiği başka bir hadisi şerifte :
Kim cihad etmezse veya ehlinden birini cihada hazırlamazsa , Allah Teala kıyametten önce bu kişiye kıyametin dehşetini tattırır” düşünen ve ibret alan herkes için bu anlatılanlarda ibret vardır .

Cihad farz-ı ayn olunca evladın cihada gitmesi için anne ve babasından izin alması gerekmez. Farz olan namazı kılarken , farz olan orucu tutarken izin alması gerekmediği gibi. Allah yolunda mal harcamak can ile savaşmamaya bir özür olamaz. Harcanan mal ne kadar fazla olursa olsun. Nasıl ki herhangi bir fakire orucunu tutması ve namazını kılması için para vermek câiz değilse aynen öyle de kendisi bizzat cihada gitmemek için başkasını kendi yerine cihada gönderemez. Cihadda tıpkı namaz ve oruç gibi ömür boyu yapılması gereken bir ibadettir. Bir sene oruç tutup diğer seneleri terk etmek câiz olmadığı gibi. Cihad şu an farz ayn durumundadır. Mal ve can ile bunu yapmak her müslümanın üzerine farzdır. Kafirlerin istila ettiği tüm İslam beldelerinde bu farziyet devam etmektedir.

Cihad kelimesi herhangi bir kayıt koymadan zikredildiğinde ilk önce silahla savaşmak anlaşılır. (savaşı kast ederek) küçük cihaddan büyük cihada (nefisle cihada) dönüyoruz diye söylenen söze gelince; bunu hadis diye söylerler. Oysa bu söz batıl ve uydurulmuştur. Hadis değildir , aslı yoktur. Bu söz cihad konusunda gelmiş olan ayet ve hadislere de muhaliftir üstelik.
Bu gün mal ve can ile cihad etmek farz-ı ayndır. Bu farziyet bütün müslümanları kapsamaktadır. Bütün İslam beldeleri kafirlerin elinden kurtarılmadığı müddetçe İslam ummet bunun günahından kurtulamazlar !! Ancak cihad edenler mesuliyetlerini yerine getirmiş olurlar. Cihad yolu hem uzun ve hemde çok meşakatlidir. Pek çoklarına bu yol oldukça zor gelebilir ...

“ Cenab-ı Allah şu üç guruba yardım etmeyi kendi üzerine almıştır :
1- Allah yolunda savaşan mucâhid
2- Borcunu ödemeye samimiyetle niyetli olan borçlu
3- Haramlardan korunmak için evlenmeye teşebbüs eden.. (Ahmed bin Hanbel, Tirmizi ve Nesai)

Şu anda zulüm tüm İslam coğrafyasında sel olmuş akmaktadır. Peki topyekun Allah'ın yoluna yolunda harekete geçmek için daha ne kadar bekleyeceğiz !?
İslam âlimleri “Doğuda bir müslüman kadın esir düşse, batıdaki müslümanlara da onu kurtarmak farzdır” diye istediği kadar fetva versinler...
Bizim bu halimiz düzelmedikten sonra ve biz bu fetvanın gereğine göre harekete geçmedikten sonra ve biz bu fetvanın gereğine göre harekete geçmedikten sonra İslam ne yapsın ?!
Kendi rahatları için minareyi çalanın kılıfını hazırladığı gibi menfaatine uygun uyduruk fetva bulmaya çalışacağım diye dünya İslam âlemine rezil olma pahasına devir Dar'ul İslam, devir dua zikr zamanı gibi fetvalar uyduranlar varken ; batılı oryantalistlere bile parmak ısırtacak cemaatler varken aslında düşmana gerek bile yok ....
Ey Allah'ım şâhid ol ........

Şehid Şeyh Abdullah Azzam : "Cihad Farz-ı Ayn mı, Farz-ı Kifaye mi?"


Şehid Ebu İbrahim : Ya Zafer , Ya Şehâdet

Şehidler.jpg
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
mucahid004mz7.jpg

Bil ki, kafirlerle kendi ülkelerinde cihad etmek, alimlerin ittifakıyla farz-ı kifayedir.Ibn el-Müseyyeb ve İbn Şubrume'den onun farzı ayn olduğu nakledilmiş.

Farz-ı Kifaye: Yeteri kadarı bunu yerine getirdiklerinde, sorumluluk ve günah diğerlerinden düşer. Eğer tümü onu terkederse hepsi günah işlemiş olur. Ancak günah tümünü kapsar mı, kapsamaz mı diye iki görüş var: Birincisi (ki en doğrusudur) özrü olmayan herkes günahkar olur. ikincisi, tümü günah işlemiş olur.
Her seneki asgari cihad bir keredir. Bunun arttırılmasının daha efdal olduğunda ihtilaf yoktur. Bir yılı savaşsız geçirmek caiz değildir. Ancak müslümanların zayıf oluşu, düşmanın çokluğu ve eğer savaşa başlarlarsa köklerinin kazınacağı gibi zaruretler ile kutun zorluğu, hayvan yeminin az oluşu vb. özürler gibi özürlü olma halleri hariç. Eğer ortada bir zaruret ve özür olmazsa cihadı bir yıl ertelemek caiz değildir. Şafii ve arkadaşları bunu ifade etmişler.
(Şafii el~Umm: 4/168, Nevevi Ravzatut-Talibin: 10/208-209)

Hanbelilerden Muğni sahibi der ki, "yılda yapılacak cihadın en az sayısı bir defadır. Özrü olanın dışında her yılda cihad etmek vaciptir. Her yıl birden fazla cihad etmeye ihtiyaç hissedilirse o kadar çıkmak vâcibdir. Çünkü cihad farzı kifayedir. İhtiyaç hasıl olduğunda onu yapmak vâcibdir " [El-Muğni 8/348]

Kurtubi tefsirinde diyor ki:
İmamın üzerine (kendisi dahil), bir grubu yılda bir kez düşmanın üstüne salması farzdır. Kendisine gitmese de, güvendiği bir kişiyi tayin eder. Onları İslam'a davet eder. Onları engeller ve eziyetlerini geri çevirir. İslam'a girinceye kadar veya cizye verinceye kadar Allah'ın dinini gâlib kılar
(El-Camiul Ahkamil Kuran: 8/152)

***************

İbn Hasasise'den [O Beşir b. Mabed'dir. Onun Zeyd b. Mabed es-Sedusi olduğu da söylenmiştir. İbn Hasasiye olarak meşhur olmuş] Rasulullah'a
(s.a.v.) İslam üzerine biat etmek için geldim. Bana Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in onun kulu ve Rasulu olduğuna şahidlik etmeyi, beş vakit namaz kılmayı, ramadan orucunu tutmayı, zekat vermeyi, hac etmeyi ve Allah yolunda cihad etmeyi şart koştu.
_ Ey Allah'ın Rasulu! İkisine gelince, ben onlara güç getiremem. Benim malım on tane devedir. Onlar da çoluk çocuğumun sütü ve merkebidir. Dolayısıyla zekatı veremem.
Cihada gelince, arkasını dönenin Allah'ın gazabına uğrayacağını söylüyorlar. Bu nedenle savaşa girdiğimde ölümü istememekten ve nefsimin korkmasından korkuyorum."
Rasulullah ellerini açıp hareket ettirdi ve:
Sadaka yok, cihad da yok, o zaman ne ile Cennete gireceksin?"
_ Sahabi dedi ki "Ey Allah'ın Rasulü sana biat ediyorum."
Bunun üzerine tüm onlar üzerine benden biat aldı.
(Sunen'ul-Kubra Kitabu's-Siyer Babu Asli Farzı'l Cihadi: 9/20)
Beyhaki, Sunen-i Kubra'sında, Abdullah b. Cafer , o da Ubeydullah b. Amr , o da Zeyd b. Enise'den, o da Cebele b. Suhaym'den ona da Ebu'l Musni el-Abidi ibn Hasasiye'den işittiği ve hadisi rivayet etmiş.

*******

Seleme b. Nufeyl'den (r.anh) şöyle rivayet edilmiştir. Der ki:
Ben Rasulullah (s.a.v.) ile otururken bir adam girip şöyle dedi:
_ Ey Allah'ın Rasulu! Atlar salıverilmiş ve silah bırakılmış. Bazıları savaşın artık olmayacağını, savaşın bittiğini iddia ediyorlar."
Rasulullah (s.a.v.) dedi ki:
Yalan söylüyorlar. İşte şimdi savaş zamanı geldi. Ummetim bir grup Allah yolunda cihad etmeye devam edecektir. Muhalif olanlar, onlara zarar vermez. Allah onlarla bir kavmin kalblerini kaydırır ki, onlarla onları rızıklandırsın. Kıyamet kopuncaya kadar savaşırlar. İyilik daha atların kaküllerine Kıyamet gününe, savaş bitinceye ve Yecuc ve Mecuc çıkıncaya dek bağlıdır.
(Nesai rivayet etmiş. Nesai benzerleriyle hasen bir isnad ile rivayet etmiş. Kitabu'l-Hayl (Atlar): 1, Ahmed: 4/104)

İbn Hibban Cubeyr b. Nefir, Nevvas b. Seman tarikiyle rivayet etmiş. Der ki; Rasulullah'a bir fetih nasip oldu. Ona varıb dedim ki: Ey Allah'ın Rasulü! Atlar salıverildi... hadisi. Nesai'nin rivayetine benzer bir şekilde rivayet etmiş. Mevarid'uz-Zeman, el-Cihad Babu devami'I-Cihad sf: 389-90. Bu rivayetle Seleme'nin rivayetinde geçen mubhem adamın Nevvas olduğunu da öğrendik. Konudaki hadise Cabir'in rivayeti de şahidlik etmektedir. Ummetimden bir grup kıyamete dek hak üzere savaşacaktır
.
(Muslim, İmare: 53)

******

Enes'den (r.anh), Rasulullah'ın (s.a.v.) şöyle dediği rivayet edilmiş:
Malınızla, canınızla, elinizle ve dilinizle muşriklerle savaşınız.
(Hadis sahihtir. Ebu Davud Cihad: 18, Nesai Cihad: 1, Ahmed: 3/124-153, Darimi Cihad: 2/213, Beyhaki Sunenu'l-Kubra, İbn Hıbban Mevaridu'z-Zaman el-Cihad, Hakim Muslim'in şartlarına göre bu hadis sahihtir demiş. Zehebi de ona muvafakat etmiş. 2/81)

Hadisteki 'dilinizle' sözü, hoşlanmadıkları ve duyulması onlara zor gelecek saldırı ve ağır söz vs. yi onlara işittirin demektir.

***************************


حدثنا محمد بن أبي محمد قال حدثنا أبي قال حدثنا سعيد قال حدثنا يوسف بن يحيى قال حدثنا عبدالملك قال حدثنا الطلحي عن عبدالرحمن بن زيد بن أسلم عن أبيه أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال لا يزال الجهاد حلوا أخضر ما قطر القطر من السماء وسيأتي على الناس زمان يقول فيه قراء منهم ليس هذا زمان جهاد فمن أدرك ذلك الزمان فنعم زمان الجهاد قالوا يا رسول الله واحد يقول ذلك فقال نعم من عليه لعنة الله والملائكة والناس أجمعين
Zeyd b. Eslem'den, o da babasından, o da Rasulullah (s.a.v) şöyle dediğini rivayet eder:
"Gökten yağmur yağdıkça cihad tatlı ve yeşil kalacaktır. İnsanların üzerine bir zaman gelir ki, onlardan bazı kurralar; "bu zaman cihad zamanı değildir" derler.
Sizden kim bu zamana yetişirse o dönem ne güzel cihad dönemidir."
Dediler ki: Ey Allah'ın Rasulu! Onlardan biri mi bunu söyleyecek?
Buyurdu ki: Evet Allah'ın meleklerin ve tüm insanların lanetlediği kişi?
(İmam Nevevi;Tagribul Tezhib,Şifa-i Essudur,Meşariul Eşvag ila Mesari El Uşşag)

Sebti’nin Şifaus Sudur adlı eserinden naklen; İbni Nehhas Meşariul Eşvak(no 40) Allame ed-Danî Sunenul Varide Fil Fiten(3/751 no 371) isnad zayıf olup murseldir. İsnadında bulunan Abdurrahman Bin Zeyd bin Eslem ittifakla zayıf bir ravidir.
İbn Mesud r.anh'den merfuan; Ebu Yala (9/274) Maksadu Ali (902), Mecma (5/280) Metalibu Aliye(1890) isnadında müdellis bir ravi olan Bakıyye Bin Velid vardır. Ebu Ya'la'nın Mu'ceminin ulaşabildiğim nushalarında Bakıyye an'ane ile rivayet etmiştir. Lakin İbni Kesir'in Ebu Ya'la'dan nakline göre Bakıyye Bin Velid, tahdis siğasını eda etmiştir. İbn Kesir Camiul Mesanid(27/249) Neticede rivayetin isnadı kopuktur. Çünkü Ubeydullah Bin Abdullah'ın İbn Mesud r.anh'den rivayeti murseldir. Enes r.anh'den diğer bir şahidi; İbn Asakir Tarihu Dımeşk (43/347) Kenzul Ummal(4/556) bunun da isnadı zayıftır.


************************
İbni Ömer (r.anhuma)’dan merfuan;
İ'yne ile alışveriş yaptığınız (yani taksitle alıp peşin sattığınız - ticaret), sığırların kuyruklarından tutunup çiftçiliğe razı olduğunuz ve cihadı terk ettiğiniz zaman, Allah üzerinize zillet musallat eder ve dininize dönünceye kadar da kaldırmaz.”
(Elbani Sahiha (no 11) Ebu Davud(3462) Dulabi Kuna’da(2/62) İbni Adiy Kamil’de(256/2) Beyhaki(5/316) Beyhaki Şuab(2/92) Ahmed(2/28, 84) Taberani(3/207) Ebu Nuaym(1/313) Ru’yani(s.247) İbni Ebid Dünya Ukubat(s.79) Camius Sağir(740) İbni Nehhas Meşariul Eşvak(32) Cem’ül Fevaid, (6158) İbni Ömer r.a.’dan muteaddit tariklerle rivayet ettiler. Tariklerin tümüyle sahih olmaktadır. Ayrıca Aişe r.anha’nın, ıyne alışverişine karşı çıktığına dair rivayet için bkz.:Ahmed (4/180)


**************

Said b. Mansur Sunen'inde Hasan b. Ebil Hasan rivayet etmiş.
Rasulullah (s.a.v.) zamanında malı çok olan bir adam şöyle dedi:
Ey Allah'ın Rasulu! Bana öyle bir amel göster ki, onunla mucahidin Allah yolundaki ameline ulaşayım."
Malın ne kadar?" buyurdu.
Altı bin dinardır" dedi.
Bunun üzerine; "Eğer onu Allah'a itaatte infak edersen, bu mucahidin Allah yolundaki nalının tasmasının tozuna bile ulaşmaz" buyurdu.

Yine bir adam Rasulullah'a gelerek:
Ey Allah'ın Rasulu, mucahidlerin Allah yolundaki amellerine onunla ulaşacağım bir amel bana göster."

Bunun üzerine; Geceleri namaz kılar, gündüzleri de oruç tutarsan bu mücahidin Allah yolundaki uykusuna bile ulaşmaz
(Sunen Cihad: 2/3/1126-127)


MUCAHİDİN HANIMI, AİLESİ


Ummu Seleme (Esma Bint-i Yezid b. Seken) çok yerinde ve güzel konuşan, akıllı bir hanımdı. Rasûlullâh (s.a.v)’ın huzûruna çıktığında, Efendimiz'e derin bir saygı içerisinde ve tatlı bir ifâde ile şunları söyledi:
"Anam babam sana fedâ olsun ey Allâh'ın Rasûlu! Ben kadınlar tarafından elçi olarak gönderildim. Allah seni bütün erkeklere ve kadınlara Peygamber olarak göndermiştir. Biz kadınlar sana ve senin Rabbine îmân ettik. Lâkin biz evlere kapanıb kalıyoruz. Beylerimize hizmet edip çocuk yetiştiriyoruz. Siz ise Cumuâ namazları kılmak, câmilere ve cemâate gitmek, hastaları ziyâret etmek, cenâze namazı kılmak, hac üstüne hac yapmak, daha da önemlisi Allâh yolunda muhârebe ve cihâd etmek gibi fazîletlerle bizden üstün oluyorsunuz.

Ancak siz hac, umre ve kâfirlerle mucâhede etmek üzere evinizden çıktığınız vakitlerde biz sizin mallarınızı korur, iplik eğirip elbiselerinizi dokur ve çocuklarınızı besleriz. O hâlde bizler de o hayır ve sevablı işlerin ecirlerinde sizlere ortak olur muyuz?"
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Esmâ'nın bu sözlerini dinledikten sonra, yanlarında bulunan ashâbına dönerek:
"Siz hiç din işlerinde soru soran bir kadından, bundan daha güzel sözler işittiniz mi?" buyurdu.

Onlar da: "Ey Allâh'ın Rasûlu! Biz bir kadından, böyle güzel ifâdeler beklemezdik!" dediler.
Rasûl-u Ekram tekrar ona hitâb ederek:
"Ey hatun! Diyeceklerimi belle ve seni gönderen kadınlara da anlat ki; hanımların kocası ile iyi geçinib, kocasının hoşnutluğunu kazanması o fazîletlerin hepsine eşit olur." buyurdu.

(Beyhakî, Şuabu'l-îmân, VI, 421; Heysemî, Mecmau'z-zevâid, IV, 305)

Ummu Seleme Esma Bint-i Yezid b. Seken :
(hayatı : Peygamberimizin Hanımları)
Büyük hanım sahabilerden olan bu hanımın asıl adı Esma binti Yezid b. El-Sekene b. Rafı b. İmreu'l kays El-Ensariye El-Evsiye, El-Eşheli'dir.
Kendisine hanımların hatibi de denilmektedir. Yermuk savaşına katılmış. Rustad'ın ileri gelen rumlarından 9 kişiyi öldürmüş. Bu olaydan sonra bir süre daha yaşamıştır. (El-İsabe, c. 4, s. 234, Biy. 58.)


Yukarıdaki rivayetlerden anladığımız gibi , Cihada giden bir mucahidin, cihada çıkmasıyla (adım atmasıyla) birlikte ve geri evine dönünceye kadar ki her amelinden sevab kazandığı gibi, O'nun evini ve çocuklarını bekleyen , namusunu iffetini koruyan, ev işlerini vs yaparak Mucahid kocasının dönmesini bekleyen , Kocasının cihada gitmesinden razı olan-gönderen hanımında aynı cihad ceablarını alabileceğini öğrenmiş bulunuyoruz.
Rabbim tüm mucahidlerin iffetli hanımlarına bu sevabları versin. (Amiiin)

Yine aynı hadisin farklı varyantını ve Ahzab suresi 35. ayetinin nuzuluna sebab olan vakıayı Kurtubi'nin tefsirinden (İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 14/105) aktarıyorum :


"Doğrusu müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, iman eden erkeklerle iman eden kadınlar, itaate devam eden erkeklerle itaate devam eden kadınlar, sadık olan erkeklerle sadık olan kadınlar, sabreden erkeklerle Allah'a zilletle sabreden kadınlar, Allah'a zilletle boyun eğen erkeklerle boyun eğen kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, gizli yerlerini koruyan erkeklerle (gizli yerlerini) koruyan kadınlar, Allah'ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar için, Allah bir mağfiret ve büyük bir mukâfat hazırlamıştır." (Ahzab 35)

1- Âyetin Nuzul Sebebi:

Tirmizî'nin rivayetine göre ensardan olan Ummu Ammare (Nesibe), Peygamber (s.a.v.)'a gelerek şöyle dedi:
Ben herşeyin erkeklere ait olduğunu görüyorum. Kadınlardan herhangi bir şekilde söz edildiğini de görmüyorum.
Bunun üzerine şu: "Doğrusu müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, iman eden erkeklerle iman eden kadınlar..." âyeti nazil oldu.
(Tirmizî) dedi ki: Bu hasen, garib bir hadistir. (Tirmizî, V, 354)

(Kahraman Mucahide kadın Ummu Ammare- hz. Nesibe kimdir :
Hazret-i Ümmü Seleme (r.a) )


Kime karşı ve Niçin Cihad ?

Bazı kimselerin Amerika , İsrail bu kadar güçlü iken Usame'yi , mucahidleri yakalamayışını , yenemeyişine akıl sır erdiremeyib acaba bunlar onların adamı mı diye söylemlerde bulunurlar. Böylece bu kişiler hem müslümanlara , mucahidlere destek verme izzetinden mahrum kalır , ayrıca müslümanların içindeki bazı zayıf kimselerin akıllarını karıştırarak islami hareketten soğuturlar.
Ayrıca bu olayın bir de dini yönü vardır . Çünkü bu tür söylemlerde bulunarak bu kafir ülkelere Allahın sıfatlarını (semii , basar vs) verdiklerinin farkında olamazlar .


Şehid Şeyh Usame Bin Ladin ve el Kâide Gerçeği
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
KÜÇÜK CİHAD BÜYÜK CİHAD SINIFLANDIRMA HATASI

NEFİSLE CİHAD EN BÜYÜK CİHADDIR ALDATMACASI !
EN BÜYÜK CİHAD , KİŞİNİN EN ÇOK SEVDİĞİ CANINI VE MALINI ORTAYA KOYARAK YAPTIĞI CİHADDIR


images
donekkk_97632990.jpg

Cihada yapılan en büyük hakaret onu abi kardeş misali küçük büyük çeşidi var diye sınıflandırılmasıdır. Sınıflandırmanın da en büyük yanlışlığı oturup miskin ve sünepece yaşamı , ALLAHın dini uğrunda malı ve canıyla cihad edenden üstün tutulmasıdır !
Eskiden beri İslam düşmanları cihadın kendileri için arz ettiği tehlikeyi bildirmişlerdir. Cihad baki kaldıkça kendilerinin batıllarıyla yaşayamayacaklarını , devletlerinin (güç ve kuvvetlerinin) olamayacağını bildiler. Ayrıca Müslümanların tek sesle , ALLAH’ın adıyla ve O’nun bereketiyle cihadı ilan ettiklerinde önlerinde hiçbir engelin duramayacağını biliyorlar. Çünkü Müslümanlar iki iyilikten birini istiyorlar. ALLAH’da onların yardımcısıdır. Tüm bunları , yarım asırdan daha az bir zamanda dünya küresinin yarısını fetheden bu ümmetin selefinin sahifelerinden anlıyoruz.
Buradan hareketle , bu korkunç , karmaşık problemleri çözmeyi , tefekkür etmeye başladılar. Müthiş çaba gösterib çalıştılar. Onun için de bir çok çözüm buldular. Onların en muhkemi , en başarılısı , amaçlarını en iyi bir şekilde gerçekleştireni , barışçı yollarla Müslümanları cihaddan alıkoymaktı. Hakikatten problem çözüldü. Onlar da sofralarına oturup cihaddan mustarih bir şekilde emin ve mutmain olarak yiyip içiyorlar. Ülkelere hükmedib insanları köleleştiriyorlar.
Müslümanları cihaddan geri çeviren , uzun bir zamandan günümüze dek zelil bir şekilde oturtan şey; cihadın büyük ve küçük diye ikiye ayrılmasıdır.
Dediler ki ; küçük cihad kafirlerle mücadele , büyük cihad da nefis ve şeytanla mücadeledir.Bu düşmanlar uyanık insanlardır. Biliyorlar ki insanoğlu diri kaldıkça nefis ve şeytandan kurtulamaz.

Hayatı boyunca onu cihaddan alıkoyacak bir görev verdiler kendisine . Rasulullah’ın (s.a.v) ,Müslümanların gönlündeki büyüklüğünü bildiklerinden , kendisi için Rasulullah’ın (s.a.v.) dili üzerine uydurma bir hadis öne sürdüler.O da şudur:

“…Küçük cihaddan büyük cihada döndük….” Bunu da Müslümanların kitaplarına sokuşturdular.
Dinde aldanmış , miskin arkadaşlar (!) bunu görünce “ nefis ve şeytanla mucâdle en büyük cihad olduğuna göre küçük cihadı ne yapayım” diyerek uzun tesbihini alıp , ibadetgahına çekilip nefis ve şeytanıyla mucâdele ederek Rabbine ibadet etmeye başladı. İçlerinde daha hayır taşıyan bazılarında ise büyük cihadı bitirdikten sonra küçük küçük cihada niyetli olanlar da var , ancak nafile ! Bunu nasıl yaparlar?

Hadis kitaplarında bu hadisin varlığı mutlak surette yoktur.

Hatib-i Bağdadi (r.a.) Cabir’den (r.anh) olan başka bir senedle rivayet eder:
Rasulullah (s.a.v) bir gazveden dönüyordu. Rasulullah (s.a.v) onlara şöyle dedi:
Hayırlı bir yerden döndünüz, küçük cihaddan büyük cihada döndünüz
Büyük cihad nedir ? Ey ALLAH’ın Rasulü? “ dediler.
Kulun nefsiyle mücadelesidir.” dedi (Tarihu’l Bağdad: 13/493)

Senedinde Halef b. Muhammed b. İsmail el Hayyam var. Hakim “O'nun hadisi sakıttır” derken , Ebu’l Yala el Halil’de “O karıştırmış , O, çok zayıftır, bilinmeyen metinleri rivayet etmiş “ demiştir.
(Tehzibu’t-Tenzib: 11-261-262)

İmam İbn Teymiyye şöyle der:
Bazılarının Tebuk seferi dönüşünde , Rasulullah’ın ; “ küçük cihaddan büyük cihada döndük” şeklinde söylediğini rivayet ettikleri hadisin aslı yoktur. Nebi’nin (s.a.v) söz ve fiillerini bilen hiç kimse bunu rivayet etmemiştir. Kafirlerle cihad , amellerin en büyüğü , hatta insanın yapacağı en büyük iyiliklerdendir. Tüm bunlardan sonra sonra hadisin mevzu olduğu hususunda şubhe edecek değilim
(El Farku Beyne Evliya-i Rahman ve Evliya-i Şeytan, sf: 44-45)

Az güvenilir ve tabii olan İbrahim b. Ebi Able’den şöyle rivayet edilmiştir:
Gazadan dönenlere (rasulullah) şöyle demiştir:
Şubhesiz küçük cihaddan döndünüz, bundan sonra büyük cihada, kalb cihadına ne yapacaksınız? (Siyer-u Alamu’n Nubela: 6/324)

Darakutni der ki : “İbrahim b. Ebi Able kendi nefsinde güvenilirdir.Ona giden yollar safi değildir. “Derim ki , bu sözü bu imama sözün zayıflığını beyan etmeden isnad etmek caiz değildir” diye düşünüyorum.
Bunun ondan geldiğinin sıhhatini varsaydığımızda dahi o bir beşerdir ; doğru da yapar, yanlış ta. Mücahidlere hitab etmesine rağmen masum değildir. Kafirlerle savaştıklarında kalple olan cihada ne yapacaklarını soruyorlar? Çünkü nefis hayatta kalabilmek mucahidi firara yöneltebilir, yahut bunun dışında bir şeye , mesela infak etmemeye sevk edebilir. O takdirde kafirlerle mucadele ettiği bir esnada , nefsiyle de mücadele eder. İbrahim’in görüşünde büyük ve küçük cihad , kafirlerle mucadelededir. Aynı anda iki cihadı bir araya getirdiğinden dolayı büyük cihad demiş olabilir.Bunun itibara alınması ihtimali vardır.
Ancak kendi ibadethanelerinde oturup , , insanlardan el- etek çeken kişi aslında ne büyük ne de küçük cihad içerisindedir. Hakikatte o nefsinin arzusuna tabidir. Çünkü nefsi ona bunu sevdirmiştir. Şeytan da ona bunu süslemiştir. Sonra eğer bu büyük cihad ise , o zaman , insanlardan ayrı olarak hayatlarını ağaç yapraklarını yemekle idame eden rahipler sınıfı ile hayatlarını oruç ve kulluğa veren Budistlerin yaptıkları bu işle , dünyanın en mutlu ve bahtiyar insanları olmaları gerekir. Halbuki bunu hiçbir akıllı söyleyemez.

Dikkat ederseniz yukarıdaki uyduruk söz , ne kutub-i sitte de, ne sahih Buhari , Muslim, ebu Davud, Tirmizi, Nesai , ibn Mâce , Ahmed binHalbel'in Musned'inde ne de İmam Malik'in Muvatta'sı vs. gibi hiç bir sahih hadislerde yoktur !!

Bu hadis uydurmacısının İslam ve ehline karşı kindar oluşundan şüphemiz yoktur. Sofular bunu rahatlıkla aldılar. ALLAH hepimizi bağışlasın.
Sonra bu alçalış ve gerileme döneminde o kültüre mensub bazı kişiler bunu kabul etmiş ve risaleler halinde de İslami kitab evlerine sürmüşlerdir. Kitaplarında bu hadisi savunup , onu zayıf gören veya derecesini az görenlere körü körüne saldırıyorlar. ALLAH (c.c.) bizleri ve onları doğrı yola hidayet etsin. ALLAH yolunda cihada denk gelecek hiçbir şey yoktur. Bu delil itirazlara yeter.

Müslim'de ve diğer muteber hadis kitaplarında, Numan bin Beşir'den yapılan rivayette diyor ki:
“Peygamberin yanında bulunduğum bir sırada Müslümanlardan birinin şöyle dediğini işittim:
“İslamla şereflendikten bu yana, hacılara su dağıtmaktan başka hiç işle meşgul olmam ve başka bir işe önem vermem.”
Bir başkası: “
Ben de öyle” dedi. “İslamiyetle şeref bulduktan sonra, Mescid'i-l-Haram'ı onarmak ve bakmaktan başka hiçbir işe önem vermedim ve vermem.”

Onların bu konuşmalarına kulak misafiri olan Ali onların sözlerine karıştı:
ALLAH yolunda savaşmak sizin anlattığınız işlerden çok çok daha üstündür.”
Orada bulunan Ömer (r.anh): “
ALLAH Rasulünün minberi yanında yüksek sesle konuşmayın” diye onları ikaz etti.
Sonunda, namazı bitirdikten sonra meseleyi ALLAH'ın Rasulünden sorduk. ALLAH'ın Rasulu sorumuzu yüce ALLAH'a arzetti. Yüce ALLAH da az sonra, Tevbe suresinin 20. ayetini indirdi.
Tevbe 20 : - İman edip de hicret edip, mallarıyla, canlarıyla ALLAH yolunda cihad edenler, ALLAH katında en büyük dereceye sahibtirler. İşte bunlar murada ermiş olan mutlu kullardır.
İbn Teymiyye -
(El Furkan Beyne Evliyai'r-Rahman Ve Evliyai'ş-Şeytan- ALLAH'ın Velileri İle Şeytanın Velileri Arasındaki Fark - Kuşkusuz, Kafirlerle Savaşmak En Büyük Cihaddır başlığı)
Ebu Hurayra’den (r.anh) rivayetle Nebi’ye (s.a.v) soruldu:
ALLAH yolunda cihad etmeye denk ne var?
Güç yetiremezsiniz” dedi.
Üçüncüsünde : “
ALLAH yolunda cihad edenin misali , ALLAH yolunda cihad edenin , evine dönünceye kadar gündüzleri oruçla , geceleri de ibadet ve kıyamla geçiren adamın misali gibidir” dedi.
(Muslim, İmare: 29 ; Tirmizi , Cihad : 1)

Yine ondan rivayetle bir adam :
Ey ALLAH’ın Rasulu! Cihada denk gelebilecek bir ameli bana göster “ dedi .
Rasulullah (s.a.v): Bulamıyorum” dedi .
Sonra : “
Mucahid çıktığında sen de mescidine girip , kesintisiz gece kıyam (namaz) edip , (gündüzleri) oruç tutup iftar edebilir misin?
(Adam) : “Kim bunu yapabilir?” dedi.
(Buhari , Cihad: 2)

Ebû Hurayra'dan: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
«Eğer ummetime meşakkat yüklemiş olmasaydım ALLAH yolunda hiç bir seriyyeden geri kalmazdım. Fakat onları bindirecek binek bulamadım, onlar da bundan sonra binecek vasıta bulamaz. Benden sonra benim gibi her sefere çıkamamak onlara ağır gelir. Halbuki ALLAH yolunda savaşıp öldürülmeyi, sonra diriltilip tekrar öldürülmeyi, sonra diriltilip tekrar öldürülmeyi ne kadar çok isterdim
(Buharı, Cihad, 56/119; Muslim, İmaret, 33/103- 106. Muvatta ; cihad :40)

- Ebu Hurayra (radıyALLAHu anh) anlatıyor: "Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kim ALLAH iman ederek ve va'dini tasdik ederek, ALLAH yolunda (kullanmak üzere) bir at "tutarsa" bu atın yediği, teri, gübresi, bevli kıyamet günü terâzisine girecektir, yani sahibine sevab olacaktır."
(Buharî, Cihâd 46; Nesâî, Hayl 11., Kutub-i sitte :980)

- Râşid İbnu Sa'd, ashaba mensub birinden naklen anlatıyor: "Bir zât Rasûlullah'a gelib :
"Ey ALLAH'ın Rasûlü, niye şehid dışında kalan mu'minler kabirde imtihan edilirler ?" diye sordu.
Rasûlullah şu cevabı verdi:
كفى ببارقة السيوف على رأسه فتنة
"Şehidin ölüm anında başının üstünde kılıç parıltısını (şakıldaması) hissetmesi imtihan / fitne olarak ona kâfidir."
(Nesâî, Cenâiz, 112, Hadis no: 2053; Kutub-i sitte : 994)
Nasıruddin el-Elbani de bu rivayetin sahih olduğunu bildirmiştir. (el-Elbani, Ahkamu’l-Cenaiz, sf: 50)


Abdu'l-Habîr İbnu Kays İbni Sabit İbni Kays İbni Şemmâs an ebîhi an ceddihi (radıyALLAHu anh) anlatıyor:
"Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a Ummu Hâlid adında bir kadın yüzü örtülü olduğu halde gelerek ALLAH yolunda öldürülmüş olan oğlu hakkında sormak istedi. Ashab'tan biri kadına:
"Sen, yüzü örtülü olduğun halde gelib oğlundan mı soracaksın?" dedi.
Kadın: Oğlumu kaybetti isem de hayamı kaybetmedim" dedi.
Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kadına: " Oğlun iki şehid mükâfatı elde etmiştir!" dedi.
Kadın: "- Bunun sebebi nedir, ey ALLAH'ın Rasûlü?" diye sorunca şu cevabı verdi:
"Çünkü onu Ehl-i Kitab öldürdü!"
(Ebu Dâvud, Cihâd 8, (2488). Kutub-i sitte :996)


Enes bin Mâlik (r.anh), Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Her ummetin ruhbanlığı vardır , benim ummetimin ruhbanlığı Aziz ve Celil olan Allah yolunda cihaddır"

(Ahmed bin Hanbel, Musned, C. 3, Sf: 226; Heysemi, Mecamu’z-Zevaid, 5/278)


- Ebu Hurayra (r.anh) şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v)’den işittim şöyle diyordu:
Canım elinde olan ALLAH’a yemin olsun ki mûminlerden bir kısmının benden ayrı kalmalarına üzülmeyeceklerini bilsem ve onları bindirebilecek binitler temin edebileceğimi bir bilsem. ALLAH yolunda savaşa giden hiçbir mufrezeden geri kalmazdım. Canım elinde olan ALLAH’a yemin olsun ki ALLAH yolunda ölüp dirilmeyi sonra diriltilip tekrar öldürülmeyi ve yine öldürülmeyi isterdim.”
(Buhârî, Cihad ve Siyer: 7 , sunen-i Nesai :3101)

- İbn Ebî Amîra (r.anh’dan rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
Müslümanlar arasında hiçbir Müslüman yoktur ki Rabbi onun ruhunu aldıktan sonra tekrar size geri dönmek istemez, dünya ve içindekilerin hepsi kendisine verilse bile… Ama şehid böyle değildir. (O tekrar dirilip yine tekrar şehid olmak ister)
İbn Ebî Amîra diyor ki: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
ALLAH yolunda şehid olmayı göçebe ve yerleşik hayat yaşayanların elde ettikleri her şeye tercih ederim.
(Musned: 17221 , sunen-i Nesai :3102)

_Ebu Said el Hudri (r.anh)’den rivâyete göre, şöyle demiştir:
Tebuk savaşı olduğu yıl Rasûlullah (s.a.v), sırtını devesine dayayıp insanlara bir konuşma yaparak şöyle buyurdu:
Size insanların en hayırlısı ile en şerlisini haber vereyim mi? En hayırlı kimse ölünceye kadar atının veya devesinin sırtında veya yaya olarak ALLAH yolunda gayret eden kimsedir. En şerli kimse ise; ALLAH’ın Kitab’ını okuyup da gerekenleri yerine getirmeyen kimsedir.

(Yani cihad ayetlerini okyupta gereğini yerine getirmeyendir ! -Ve diğer hükümler için de böyledir)
(Musned: 11124 , sünen-i Nesai 3055)

- Ebu Hurayra (r.anh)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
ALLAH’ın azabından korkarak gözyaşı döken bir kimse süt memeye tekrar girinceye kadar ateş o kimseyi yakmaz. ALLAH’ın dinini yeryüzünde hâkim kılmak için gayret eden kimsenin çıkardığı toz ile Cehennem dumanı bir araya gelmez.

(Tirmizî, Fedailul Cihad: 8; Dârimi, Cihad: 8; sunen-i Nesai 3057)

Yine Ebu Hurayra (r.anh)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
Bir kafiri öldürüp sonra da Müslümanca yaşamaya devam edip, Müslümanca ölen kimse; o kafirle beraber Cehennemde olmaz. ALLAH yolunda gayret ederken çıkarılan toz ile Cehennem ateşi bir araya toplanmaz. Kulun kalbinde iman ile hased bir arada olamaz.
(Tirmizî, Fedailul Cihad: 8; Dârimi, Cihad: 8 ,sunen-i Nesai 3058)


لا تزال طائفة من امتى تقاتل على الحق حتى ينزل عيسى بن مريمعليه السلام عند طلوع الفجر ببيت المقدس ينزل على المهدى فيقال تقدم يا نبى الله فصل بنا، فيقول هذه الامة امراء بعضهم على بعض
Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
Tulu-i Fecirde, Beyt-i Makdis’de İsa bin Meryem (a.s.) nazil oluncaya kadar ummetimden bir taife, daima hak üzerine mukatele (cihad) edecektir. O vakit İsa (a.s.) Mehdî’nin üzerine nuzul eder.
Ona “Ey ALLAH’ın Nebîsi! Öne geç, bize namazı kıldır” denir. O da “Bu ümmetin imamı kendisindendir, onların içinden birisi daima diğerlerine imamdır” der. (Yâni Mehdî’nin imamete geçmesini emreder)”.
(Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi-38)

Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Ummetimden bir taife, hak üzere cihaddadır. Kıyamete kadar galib olarak devam eder." [İbni Asakir]

"Hakkın yardımı ummetimden bir taife üzerine Kıyamete kadar devam eder. Bunları terk edip ayrılanların bu taifeye bir zararı olmaz." [İbni Mace]

"Ummetimden bir taife, düşmanlara galip olarak hak üzere cihad ederler. Hatta sonuncu taife, Deccal ile savaşır." [Ebu Davud]

"Ummetimden bir taife, ALLAH’ın emriyle hak üzere hareket etmekte devam eder." [Buhari]

Rasulullah’ın (s.a.v) ashabından bir kişi tatlı su kaynaklarının bulunduğu bir vadiden geçti.
İnsanlardan el etek çekip bu vadide kalsam ? Ancak Rasulullah’tan (s.a.v) izin almadan bu işi yapmam” diye düşündü.
Bunu Rasulullah’a (s.a.v.) söyleyince , Rasulullah (s.a.v) :
Yapma ! Şubhesiz ALLAH yolundaki birinizin (yaptığı cihad) fazileti , evindeki yetmiş yıl namazından daha efdaldir. ALLAH’ın sizi bağışlamasını ve cennetine koymasını istemez misiniz? ALLAH yolunda cihad ediniz . Devenin iki süt arası müddeti kadar ALLAH yolunda savaşanlara cennet vâcib olmuştur
(Tirmizi , Cihad:17)

Bu son hadiste , cihadı ekber iddialarını tamamen çürütmektedir. Çünkü bu sahabe Rasulullah’tan (s.a.v.) insanlardan ayrılıp nefsiyle cihad etmek için istekte bulunmuş, Rasulullah onu bundan men etmiş ve ondan daha iyisine irşad etmiştir. Sonra bu hadiste dikkat edilmesi gereken başka bir espiri de var.
Rasulullah’ın (s.a.v.):
Kim devenin iki süt arası kadar ALLAH yolunda cihad ederse Cennet ona vacib olur..” sözünün genelinden hareketle , ALLAH yolunda cihad edenler , öldürülse de , öldürülmese de cennetle müjdelenmiştir.
Hadiste geçen “fukava nakati” , iki süt arası dönem veya sütün sağılıp tekrar sütün memelere dönünceye kadar ki zamandır.
(El-Misbahul Munir s. 484)

Bununla bahsedilen o hadisin mana ve sened bakımından batıl olduğunu öğrendik. Ondan başka ibadete layık ilah olmayan ALLAH’a hamd oldun. Klavyeyi bırakmadan önce şunu söylemek istiyorum. Bu düşünce (nefis ile cihad) tamamıyla sofuca bir düşüncedir. Kökeni İslam düşmanlarına dayanmaktadır. Onu bırakıp arkamıza atmalıyız. Nebi’nizin (s.a.v) nasihatine dönünüz:

Cihad , şubhesiz ona hiçbir şey denk gelemez.”
Bu nasihatta , sizin için tüm kötülükleri isteyen (bu kötülükler ona dönsün) komplocu düşmanınızın ithal düşüncelerinden sizleri müstağni kılacak güzellikler var.
Dolayısıyla cihad hususunda yazılmış eserlerde çağdaş bazı yazarların bu hadisten etkilenerek yaptıkları gibi “büyük cihad” ya da “nefsle cihad” diye isimlendirmelerinden etkilenmemek gerekir.

Buradan benim nefisle mücadeleyi inkar ettiğim veya ona değer vermediğim kesinlikle anlaşılmasın. Aksine bu konu cihada teşvik , ALLAH yolunda ölme sevgisine has olup , iki şey arasında zihni bulandırmaktan uzak tutmak gerekir. Onu cihadın iki çeşidini söylediğimizde, sanki onlardan birini seçme serbestliğini veriyoruz. Acaba birini diğerine tercih ettiğimizde durum ne olur?

Bunu tasavvur edebiliyor musunuz?

Dedikleri gibi , her makama söz vardır. İslam ümmetinin hac rükunlarını öğrenmeye muhtaç olduğu , Zilhicce ayında Ramadan orucunun hükümlerinden bahsetmemiz hikmetten değildir. Halbuki iki konuda haktır ve ikisi de doğrudur.
İşte buradaki selefi salihinin anlayışları söyledikleri ve yazdıklarındaki fıkıhları ortaya çıkıyor. Cihad ile ilgili kitaplarında ; ALLAH yolunda cihad etmenin fazileti , ALLAH yolunda ölmenin fazileti , sahabe ve onlara tabi olanların kahramanlık haberlerinden başka bir şey bulamazsınız. Bununla birlikte nefisle mücadele etme tarafını da ihmal etmezler . Onun için ayrı bir mevzu tahsis edip ismini de “zühd” koymuşlardır. Konuyu daha fazla dallandırıp budaklandırmadan burada bitirmemiz yerinde olacaktır. Samimi kardeşlerimiz bilirler ki ALLAH rasulu sözü geçen hadisi ! cihaddan gelirken söylediği rivayet edilir. Sizde cihada gidin sonra söyleyin. Hem sünnet de budur. Rasulullah bile küçükten başlamıştır ! Merdivene çıkmaya en son basamaktan başlanmaz Bunu böyle bilelim .

"Muhammed’ in nefsi elinde olana yemin ederim ki ALLAH yolunda savaşmayı öldürülmeyi sonra tekrar öldürülmeyi sonra tekrar savaşıp öldürülmeyi isterim.”
(Buhari; Muslim)


 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
OPERASYON SIRASINDA SİVİL HALKIN ÖLMESİ
Ebu_Basir_1 kardeşim demiştiniz ki :
Ebu_Basir_1 :
Allah razi olsun calismalarinizdan dolayi ..
bisey eklemek istiyorum soruyla .... biz bunlari insanlara anlattigimizda bize hak veren kardeslerimiz , londradaki, abd deki ya da madriddeki saldirilar hakkinda "onlari dogru bulmuyoruz diyorlar " ve gerekce olarakta anlattigimiz olaylarin savas olan yerlerde yapilabilecegini söylüyorlar ... savas olmayan yerlerde böyle seylerin yapilmasinin dogru olmadigini söylüyorlar ... bu söylemleri verilecek cevabi buraya yazarsaniz size minnettar olurum ve umarim ki yönlendirdigim kisilerde sizin yazilarinizdan bu konuyu daha iyi kavrayabilirler . Selamun Aleykum.w.r.w.b
Âleykum selam we rahmetullahi we berakatuh

Şehadet eylemine câiz diyen âlimler Londra , USA , İsrail , Madrid , Mısır , Tunus vs gibi bi'l-fiil cihad ! olmayan yerlerdeki patlamalar hakkındaki görüşlerinde 2 ye ayrılmış durumdadırlar.
Oralarda da kafirler öldürülebilir diyenlere baktığımızda görüyoruz ki bu alimler cihad alanlarında canlarıyla , mallarıyla mucadele eden , bu işin içinde bilhassa yaşayarak olanlardır .
Kendi ülkelerini işgal eden kafir askerlerine karşı bombalama eylemlerine cevaz verip te , işgal edenlerin ülkelerinde sivil ! vatandaşların da öldüğü bombalama eylemlerine karşı çıkanlara baktığımızda demokratik laik ülkelerde oturup , cihadın şartlarını ve koşullarını bizzat yaşamadan ahkam kesenler olduğunu gözlemlemekteyiz .

Ben de bir müslüman (alim değil) olarak cevaz verenlerin-görenlerin safındayım. Evet bu eylemler esnasında öncelikli hedef olarak kafir devletlerin silahlı ordusunu ortadan kaldırmak olsa da , stratejik ve kritik hedeflerinin de imhası esnasında zaruri durumlardan dolayı o tağutun ülkesinde ikamet eden sivillerin ölmesinde bir sakınca yoktur. (âllahu alem )

Beni bu şekilde inanmaya sevk eden delillerden biri Ebu Basir ve Ebu Cendelin ticaret kervanlarına saldırı düzenlemesi gelmektedir.
Rasulullahın (s.a.v.) bu saldırıları onayladığı , hatta Hudeybiye antlaşmasının müslümanların lehine oluşmasına etken olduğu bilinen bir gerçektir !

Bunun haricinde şu hadisler konuyla ilişkilidir :

*******************************


Kadınlarla Çocukların Gece Baskınlarında Kasıdsız Olarak Öldürülmelerinin Cevazı Babı
26- (1745) Bize Yahya b. Yahya ile Saîd b. Mansur ve Amru'n-Nâkıd, toptan İbni Uyeyne'den rivayet ettiler.
Yahya (Dedi ki) : Bize Sufyân b. Uyeyne, Zuhrî'den, o da Ubeydullah'dan, o da İbni Abbas'dan, o da Sa'b b. Cessâme'den naklen haber verdi. Sa'b şöyle demiş:
Peygamber (s.a.v.)'e muşriklerden gece baskınına uğrayan zürriyetlerin hükmü soruldu. Bu suretle müslümanlar onların kadınlarına ve çocuklarına isabet ediyorlardı.
Peygamber (s.a.v): «
Onlar onlardandır. buyurdular.
(Muslim ; Cihad 26 )

27- (...) Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrazzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Zuhrî'den, o da Ubeydullah b. Abdillâh b. Utbe'den, o da Ibni Abbâs'dan, o da Sa'b b. Cessâme'den naklen haber verdi. (Şöyle demiş) :
Yâ Rasûlâllah! Biz gece baskınında muşriklerin zurriyetlerine isabet ediyoruz! dedim,
«Onlar onlardandır.» buyurdular.

(Muslim ; Cihad 27)

Kafirlerin Ağaçlarını Kesme ve Yakmanın Cevazı Babı

29- (1746) Bize Yahya b. Yahya ile Muhammed b. Rumh rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Leys haber verdi. Bize Kuteybetu'bnu Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Nâ-fi'den, o da Abdullah'dan naklen rivayet etti ki,
Rasûlullah (s.a.v.) Benî Nadîr'in hurmalarını yakmış ve kesmiş. Bu yer Buveyre'dir.
Kuteybe ile İbni Rumi kendi hadîslerinde şunu ziyade ettiler: «
Bunun üzerine ALLAH (Azze ve Celie): Yaş ağaç nâmına her neyi keser veya kökleri üstünde ayakta bırakırsanız (bu) ALLAH'ın izniyledir: Hem de yoldan çıkanları rezîl etsin diye! [Haşr : 5.] âyet-i kerîmesini indirdi.»

******************************

Hadis-i şerifte de gördüğümüz gibi ,kafirlerin savaşla alakası olmayan ağaçları bile kesilerek öldürülmüştür !

Bilhassa 11 eylül Bayramından sonra dünya tağutunun elebaşısı Buşh isimli kafir dünya Tv lerinde verilen konuşmasında tüm dünya ülkelerine "YA BİZİM TARAFIMIZDASINIZ YADA TERÖRİSTLERİN SAFINDASINIZ , TARAFSIZ KALMAK YOK" ultimatonunu vermiştir.
Bu baskı ve tehditi üzerine Nato , kendisiyle hiç bir ilişkisi olmamasına rağmen 5. maddeyi uygulamaya sokarak "birimize yapılan saldırı hepimize yapılmıştır" diyerek eksiksiz asker göndererek Afganistan sonrada Irak işgal edilmiş , müslümanlar katledilmiştir.
Dünyanın bir ucundaki , daha 50 sene önce Amerika'dan 2 şehrine atom bombası yiyen Japonya bile hiç bir ilişkisi olmamasına rağmen Çin , kore , hindistan'la beraber asker göndermişlerdir.
Bush kafirinin Tv de konuşmasıyla artık müslümanların cihadı tüm dünya kafirlerine karşı bir hal almıştır! Hatta o konuşmasında Bush " Haçlı seferi başlattık " sözünü 2 kere söylemiştir0.
Hakikatten de tüm kafirler , Hrıstiyan güçleriyle birlikte "Küfür tek millettir" hükmünü isbata koyulmuşlardır .

George W Bush'un Haçlı Seferi Başlatması ve Hilafetin Yıkılması Hakkında Açıklamaları


Bu hakikatleri görmek istemeyenlere Seyyid Kutubun "yoldaki işaretler" kitabından bir paragraf aktarmak istiyorum:
ALLAH yolunda cihad başlığı :
"İslâm ile ilgili isimlerinden başka hiç bir şeyleri kalmayan ve gelecek Müslüman nesiller için aklen ve ruhen hayat gerçeğinin baskısı altında hezimete uğrayanlar şöyle demektedirler:


İslâm ancak savunma için savaşır. Bu dini, yönteminden ayırmakla iyilik ettiklerini sanıyorlar. O yöntem ki, bütün bir yeryüzünde tağutları yok edip, insanların yalnızca ALLAH'a ibadet etmelerini sağlamayı, onları kullara ibadetten kurtarıp, kulların Rabbine ibadet etmelerini hedeflemişlerdir. Bunu, akidesini zorla kabul ettirerek yaptırmaz. İnsanlarla bu akide arasındaki engelleri kaldırarak ya da cizye vermeye veya İslâmını ilan edinceye kadar onlarla savaşarak yapar. Ortalık temizlendikten sonra insan, bütün bir hürriyetini kullanarak, ister bu akideyi kabul eder, isterse kabul etmez.

"İslâmda Cihad" konusunda, aklen ve ruhen bozguna uğrayanlar, bu 'itham'dan İslâm'ı kurtarmaya çalışırlarken, akideyi zorla kabul etmeyi reddeden nasla ilgili bu dinin yöntemiyle; insanlarla bu dinin arasına giren, kulu kula ibadet ettiren, ALLAH'a ibadet etmekten alıkoyan maddî, siyasal güçlerin yok edilmesi ile ilgili yöntemi birbirine karıştırmaktadır. Bunlar farklı şeylerdir ve buna mahal de yoktur. Bu karıştırmadan daha da ötesi bu bozgundan dolayı, İslâm'daki cihadı, bugün "savunma savaşı" adı verilen şeye hasretmeye çalışıyorlar. İslâmdaki cihad kavramı, ne insanların bugün yaptıkları savaşla, ne etkenleriyle ne de özellikleriyle ilgisi olan bir şeydir. Cihadın etkenleri "İslâm'ın" yapısıyla, şu dünyadaki rolüyle ve ALLAH'ın belirlediği hedefleriyle bağlantılıdır. Bundan dolayı ALLAH peygamberini bu risaletle göndermiş, onu en son peygamber, risaletini de en son risalet kılmıştır.


Bu din, yeryüzünde insanın, kula kulluktan -insanın hevasına ibadet etmesi de kula kulluktur. Kurtarılmasının genel bir ilânıdır. Bu, tek olan ALLAH'ın uluhiyetinin, âlemlere olan rububiyetinin ilanıdır. Tek olan ALLAH'ın âlemlere rububiyyetinin anlamı, bütün çeşit ve biçimleriyle insanın egemenliğine karşı yapılan bir devrim, yeryüzünün neresinde olursa olsun beşeri otoritelere karşı bir başkaldırıdır. Her ne şekilde olursa olsun insanın uluhiyyetine bir isyandır, bir kıyamdır. Bu kıyam, hükmetmenin, hüküm merciinin insan olmasına, güç kaynağının insan olmasına, insanın ilahlaştırılmasına, bazısının ALLAH'ı bırakıp Rabb'ler edinilmesinedir. Bu ilânın anlamı, ALLAH'ın gasbedilen otoritesini O'na geri iade etmek, kendi koydukları kanunlarla insanlara hükmedenleri, kimilerini Rab, kimilerini de kul makamına koyanları reddetmektir. Bunun anlamı yeryüzüne ALLAH'ın egemenliğinin hakim olması için insanın egemenliğinin paramparça olmasıdır. Ya da Kur'anî ifade ile: "Hem gökte, hem de yeryüzünde ilah olan O'dur." (Zuhruf, 84)

"
Hüküm Ancak ALLAH'a aittir. O'ndan başkasına ibadet etmemenizi emretti. Bu dosdoğru dindir." (Yusuf, 40)

"De ki: "Ey kitab ehli! Ancak ALLAH'a ibadet etmek, O'na hiç bir şeyi şirk koşmamak, ALLAH'ı bırakıp birbirinizi Rabb olarak benimsememek üzere, bizimle sizin aranızda muşterek bir söze gelin." Eğer yüz çevirirlerse, "Bizim müslüman olduğumuza şahid olun" deyin." (Âl-i İmrân, 64)

****************************

Başta Amerika halkı Bush'u , İngiltere halkı da Blair'i 2. kez üst üste seçimlerde seçerek Müslümanlarla verilen savaş konusunda arkasında olduklarının mesajını destekleriyle vermişlerdir. Bu halklar vergilerini ve çocuklarını (koca , kardeş vs) müslümanlarla savaşa göndermektedirler. Gönderileceğini bilerek savaşın devamı için oy vermişlerdir.

Bu ülkelerdeki müslümanların eylemleri sonucu savaşa karşı çıkan insanlar da ölmüş olabilir (muhtemeldir ) . Usame Bin laden (ALLAH muahafaza etsin) , kafirlerin Afganistana saldırısından sonra bu ülkelerdeki müslümanlara çağrıda bulunarak kafirlerle iç içe yaşamamalarını , müslümanların bir arada yaşamalarını söyleyerek yapacağı eylemlere karşı tedbir almalarını bildirmiştir.
Buna rağmen ölen savaş karşıtları (müslüman -kafir) olabilir, böylelerinin durumları ALLAH o kişileri inançlarına göre haşredecektir
.

*************************************

وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنهما قال
قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إذَا أنْزَلَ اللّهُ بِقَوْمٍ عَذَاباً أصَابَ الْعَذَابُ مَنْ كَانَ فِيهِمْ ثُمَّ بُعِثُوا عَلى نِيَّاتِهِمْ
أخرجه الشيخان ـ
5752 ـ2ـ
İbnu Ömer radıyALLAHu anhumâ anlatıyor:
"Rasûlullah (aleyissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "ALLAH bir kavme azab indirdi mi, o azab, kavmin içinde bulunan herkese isabet eder. Sonra, (kıyamet gününde) herkes niyetlerine [ve amellerine] göre diriltilirler."
[Buhârî, Fiten 19; Muslim, Sıfatu'l-Cenne 84, (2879).]
[İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/116.]


AÇIKLAMA:
Rasûlullah (aleyissalâtu vesselâm), bu hadislerinde yaptıkları kötülükler sebebiyle, bir kavme İlâhî ceza geldiği takdirde, iyilerin bu cezadan hariç kalmayacaklarını, dünyevî azaba, kötülerle birlikte aynen iştirak edeceklerini; ancak ahirette, iyilerin dünyadaki niyet ve amellerine uygun olarak hayır üzere diriltileceklerini, iyiliklerinin zayi olmayacağını belirtmektedir.

Bazı rivayetlerde "niyetleri üzere" denilirken, bazılarında "amelleri üzere" denmiştir. Keza "amelleri ve niyetleri üzere" şeklinde her ikisini zikreden rivayet de mevcuddur.

İyilere isabet eden ceza, onların günahlarına bir keffaret, derecelerine bir yükselme vesilesi olacaktır.

Beyhakî'nin Şuabu'l-İman'da kaydettiği bir rivayet bu bahsi biraz daha açmaktadır:
"Yeryüzünde kötülük zuhûr etti mi ALLAH içlerine belasını indirir."
"Ey ALLAH'ın Rasûlu! İçlerinde ibadet ehli olduğu halde mi?" denildi de,
"Evet! Ancak bilahere ALLAH'ın rahmetine göre diriltilirler" buyurdu."

Zeyneb Bintu Cahş'tan gelen bir rivayet, cemiyette kötülüklerin galebe çalıb alenen işlenmeye başlanması durumunda İlahî cezanın geleceği belirtilir:
"Ey ALLAH'ın Rasûlu, aramızda sâlih kişiler olduğu halde helak mı olacağız?" diye sorunca:
"Evet! Kötülükler çoğalınca!" cevabını alır.
Bu hususu te'yîd eden bir diğer rivayet Sıddık radıyALLAHu anh'tan gelmiştir:
Anlattığına göre Aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle buyurduğunu işitmiştir: "İnsanlar kötülüğü görünce mudahale edib düzeltmezlerse, ALLAH'ın, hepsini kuşatacak umumî bir ceza göndermesi yakındır."

Muslim'de gelen bir rivayette Aleyhissalâtu vesselâm buyurmuştur ki:
"Şaşılacak şey! Hakikaten ummetimden bir kısım insanlar Kurayş'ten Beyt'e sığınmış bir adam için, Beyt'e doğru hareket ederler. Çöle vardıklarında bunlar yere batırılacaklardır."
Aişe der ki: "Ey ALLAH'ın Rasûlu dedik, yol bazen farklı insanları biraraya getirir!"
"Evet buyurdular, onların arasında kasıtlısı, mecbur edileni, yolcusu var. Hepsi de toptan helak olurlar, ancak muhtelif yerlerden çıkarlar, ALLAH herbirini niyetine göre diriltir."

Alimler, bu hadislerden hareketle ölümde iştirakin sevab ve ikâbda da iştiraki gerektirmediği, ALLAH'ın gadabına uğramış milletler içerisinde sâlihlerin de bulunabileceği hükmünü çıkarmışlardır.

İbnu Ebî Cemre, iyilere de musibetin gelişini, "onların emr-i bi'l mâruf ve nehy-i ani'l munkerden geri kalışlarına ceza" olarak yorumlar. Ve devamla: "Emr-i bi'l mâruf ve nehy-i ani'l munkerde bulunanlar hakiki mü'minlerdir. ALLAH onlara azab göndermez, bilakis onlar sebebiyle azabı defeder" der. İbnu Ebî Cemre'nin bu görüşünü "Ahalisi zulme sapmadıkça hiçbir memleketi biz helâk etmeyiz" (Kasas 59) ve keza: "Halbuki sen içlerinde olduğun halde onlara azab edecek değildir. Onlar bağışlanmalarını ister oldukları halde de ALLAH onlara azab edecek değildir" (Enfâl 33) gibi âyetler te'yid eder.

Diğer taraftan, munkerden men etmeyenlere de azabın şâmil olacağını te'yîd eden âyetler de mevcuttur: "ALLAH'ın âyetlerinin inkâr edildiğini yahud onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar başka bir söze dalıncaya kadar onlarla beraber oturmayın" (Nisa 140).

Şu halde böylesi insanlarla oturmak nefsi tehlikeye atmak olacağından, küffârdan kaçmak meşru addedilmiştir. Bu emir, küffârın söz ve fiillerinden rahatsız olanlar içindir. Onlara yardımcı olan, onlardan razı olan, artık onlardan biri olmuştur.

Sadedinde olduğumuz hadiste, kötülüklere seyirci kalıp men etmeyenleri korkutma vardır. Seyirci kalmanın ötesinde, birkısım şahsi mutâlaalar, temelsiz yorumlar ve dünyevî menfaat hesablarıyla zâlimlere ve kötülere müdâhanede bulunanların, kötülüklere kılıf uydurup radı ve hatta yardımcı olanların hali ne olur? Cenab-ı Hak mûminleri böylesi fitnelerden siyânet buyursun!
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/116-117.
*******************************


Bu konuda diyeceklerim bunlardır . Her şeyin En doğrusunu ALLAH bilicidir.

21403.jpg
zevahiri-den-mucahidlere-onemli-cagri.jpg


Şeyh Eymen Ez-Zevahiri: Sivil Hedef
Başka bir soru daha :
Irak, Afganistan vs ülkelere gidip Kafir Amerika'ya ait alanlara değilde sivil şirketlerde otel apartman yapan şirketlerin yanında çalışmak câiz midir acaba?
Muslumanlarla savaşan , mucahidlere karşı komple haçlıların Nato adını alarak Muslumanların yaşadığı diyarlarını işgal edip demokratik rejimlerle yeni kuklalar belirlemesi ve muslumanların ırzına geçilir, zenginlikleri gasb edilirken, bu bandrollu kafirlerle cihad eden mucâhidlere katılmak yerine; bu kafirlere lojistik destek veren , işgal edilen ülkelere inşaatlar ve yollar yaparak imar etmeye çalışan, araçlarını sevk ve idare eden vs. işlere katılmak kesinlikle caiz değildir.
Muslumanların, mucahidlerin onları orada öldürmelerinde bir sorumlulukları yoktur.

Fakat Nato'nun işgalindeki ülkelerde kafirlerin değil de; şahsi firmaların tertibindeki
(devletin kendisinin yapılması için organize ettiği ve bu amaçla izin verdiği şirketler harici) inşaat alanları ve şirketlerindeki (rejimle direk temas ve fayda sağlamayan) çalışmanın da belki sahibini kâfir yapmayabilir.
Fakat İslami devletin hakimiyeti için farz-ı ayn olan Cihada katılmak yerine; Dar'ul harbin gelişme ve güzelleşmesine katkıda bulunduğundan, haram işleyip günahkar olduğu kat'idir.


İslam Alimlerinin kafir ve zalimlere yardım etmeyle ilgili açıklamaları da şöyledir :

Musa, Rabb'im! Bana lütfettiğin nîmetlere and olsun ki, artık suçlulara asla arka olmayacağım, dedi.” ( Kasas 17)

İmam Alusi bu ayetin tefsirinde şöyle der: “İlim ehli bu ayete dayanarak zalimlere yardım ve hizmet etmeyi caiz görmemişlerdir.

İbn Ebi Hatim, Cabir bin Hanzala’dan şöyle dediğini nakletmiştir:
" Birisi Amr’aBen bir kâtibim. Gireni çıkanı yazarım. Bunun karşılığında da mahrum kalmamak için maaş alırım. Siz bu konuda ne dersiniz?dedi.

Ebu Amr, “Dökülen kanı da yazar mısın?’ deyince, adamhayır dedi.
Ebu Amr Zorla alınan malı da yazar mısın?” deyince, adam hayırdedi.
Ebu Amr adama Acaba sen Musa (aleyhisselam)’ın şu sözünü işitmedin mi? diyerekRabb'im! Bana lütfettiğin nimetlere and olsun ki, artık suçlulara asla arka olmayacağımayetini okudu.
Ayeti dinleyen bu kişi Ebu Amr’a vÂllahi çok güzel tebliğ ettin ya Ebu Amr! Bundan böyle ben bu kişilere bir satır bile yazmam dedi.
Ebu Amr’da “vÂllahi Allah (Subhanehu ve Tealâ) seni rızıksız bırakmazdedi.

Terzinin biri alime “Ben zalimlerin elbisesini dikiyorum. Acaba ben Kasas Suresi’nin 17. ayeti gereği zalimlere yardım edenlerden olur muyum?” diye sorar.
Alim şöyle cevab verir:Hayır sen zalimlere yardım eden değilsin. Bilakis sana iğne satanlar zalimlere yardım edenlerdir. Sen ize bizzat zalim olmuşsundiye cevab verir.
(Alusi, Ruhul Meanî (20/49)

Ebu Hurayra'den (r.anh) Allah Rasulu (s.a.v.) şöyle buyurur:

Ahir zamanda yalancı âlimler (emirler)olacaktır. Kim onlara yetişirse onlara başkan, vergi toplama memuru, bekçi, polis olmasın..…"(Mecmuus Sağir, 398; Risalet-ul huruc-ul Mehdi, s. 182)

***
Soru : Bu tür operasyonları destekliyorsunuz. Oysaki basında yer aldığı gibi hedeftekiler sivillerdir, günahları yoktur?

Dr. Evlâki : Bu siviller meselesi, terim olarak çok kullanılmaya başlandı. Ama bizler âlimlerimizin belirttiği terimleri kullanmayı tercih ediyoruz. Onlar savaşanlar ve savaşmayanlar diyorlar. Savaşanlar ; silahı taşıyanlardır, bunlar bayanda olsa. Savaşmayanlar ise; savaşa ortaklıkları olmayanlardır. Amerikan halkına gelince, onlar genel olarak ortaktırlar. Çünkü onlar bu iradeyi seçiyorlar ve bu savaşı isteyenler de onlardır. Bu son seçimlerde ve diğer seçimlerde Amerika halkı için savaşı istemeyenleri seçmek gibi başka tercihler de vardı. Ancak bu söylemlerin kırıntısını bile dile getirmediler. Sonra bizler herhangi bir şeyde konuşmazdan önce meselenin aslına bakmamız lazım. Meseleyi çözen bu olur; câiz midir yoksa câiz değil midir? Şayet kahraman kardeş Ömer Faruk bir kaç tane askeri hedef alabilseydi bu iyi bir şey olurdu ama biz savaş vakıâsından bahsediyoruz. Eğer paygamber (s.a.v.), sadece gündüz savaşmaya güç yetirseydi bunu yapardı. Ama bâzı haller vardı ki askerleri gece yolluyordu ve gece gönderdiği bu askerler karanlıktan dolayı kadınları ve çocukları öldürüyordu. Sahabeler, peygambere döndüler, bu meseleyi araştırdılar. Peygamber (s.a.v.) dedi ki: "Onlar da onlardandır." Yâni onların hükmü babalarının hükmü gibidir.
Peygamber (s.a.v.) bu işe cevâz vermiştir. Ve yine siyerde bir hadiseyi alabiliriz. Ne zaman ki Taif'te kuşatma uzun sürdü, peygamber (s.a.v.) onlara mancınık fırlattı ve mancınıklar çocuk kadın ayırmıyordu. İşte bu savaşın vakıâsıdır. Bu gün ayırt edebilecek silahlara sahib olan Amerikadır. Silahları dakikdir, şayet hedefleri ayırt etmek isteseler yaparlar. Ama buna rağmen düğünleri hedef alıyorlar, cenâzeleri hedef alıyorlar, aileleri hedef alıyorlar ve bir çok çocuk ve kadın öldürüyorlar. Bakazım'daki bedeviler gibi. Bu tam olarak bedevilere uygulanan bir katliamdı. Bu Amerika'nın kasten çocuklar ve kadınları öldürdüğünü gösteriyor. Bir konu daha var; Amerika'nın silah desteği ile 50 yıl süren bütün bir halkı boğması. Filistin'de müslümanları öldürmek. Irak'ta da 20 yıl ambargo daha sonra işgal. Ve şimdi Afganistan'da yapılan işgal.

Bütün bunlardan sonra, 'bir uçakta öldürülecek olan bâzı Amerika'lının hesabı sorulmaz bile; zira biz ve Amerika arasındaki hesab faturası 1 milyondan az olmayan çocuk ve kadından oluşuyor. Erkeklerden bahsetmiyoruz. Amerika'yla aramızdaki fatura sadece çocuk ve bayanlarda 1 milyona ulaşmıştır. Bu uçakta öldürülecek olan denizde damlaydılar. Bizim onlara aynı şekilde davranmamız lâzım. Bize nasıl düşmanlık ediyorlarsa bizim de öyle düşmanlık etmemiz lazım.
(Şehid Şeyh Enver el Evlâki, Allah İslam'a Zafer Hazırlıyor, Anlatı Yayınları, Sf: 93 - 95)


İslam Dünyası Dergisi - مجلة العالم الإسلامي (1) باللغة التركية


Şeyh Umer Bekri : Usame bin Laden Fenomeni
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
İMAM OLMADAN CİHAD OLMAZ” ŞUBHESİNE CEVAB

29028

Kimileri, “Müslümanların başında halife olmadan nasıl cihad ederiz?” şeklinde bir şubhe yaymaktadırlar. Halbuki bu, günümüzde cihaddan alıkoyan ve içlerinde hezimeti yaşayanlara şeytanın telkin ettiği bir şubhedir.
Allahu Teala şöyle buyurur: “Aldatmak için birbirlerine câzib sözler fısıldayan cin ve insan şeytanlarını her Rasule düşman yaptık. Bu şeytanlar ahirete iman etmeyenlerin kalblerinin o sözlere yönelmesi, ondan hoşnut olması ve kendilerinin işledikleri suçları işlemeleri için böyle yaparlar. Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı, sen onları iftiraları ile başbaşa bırak.” (En’am/112-113)
Bununla beraber başkaları da iyi niyetle onların bu şüphesini yaymaktadırlar.

Müslümanların başında imamlarının bulunmadığı durumlarda, içlerinden birini kendilerine emir tayin etmeleri vâcibdir. Bu Buhari’nin sözüdür. (Kitabu’l-Cihad, Müslümanların İmamı tarafından görevlendirilmediği halde, savaşta emir tayin edilen kişi babı, 6/180)
Ayrıca İbn-i Hacer, Tahavi, İbnu’l-Muneyyer, İbn-i Kudame ve İbn-i Teymiye de bu görüştedirler. Yukarıdaki dördüncü bölümde bunların görüşleri aktarılmıştı. Bu meselenin dayanağı, Mute Savaşı ile ilgili hadistir. Sahabe, tayin edilen emirleri öldürülünce, Rasulullah’tan Sallallahu Aleyhi ve Sellem uzakta olmaları nedeni ile başlarına Halid bin Velid’i Radıyallahu Anh'u emir olarak tayin etmişlerdir. Rasulullah da Sallallahu Aleyhi ve Sellem onların yaptığını kabul etmiştir. Ancak bu hadisin delil olarak gösterilmesi konusunda da bir şubhe yayılmakta ve Mûte Savaşı sırasında Müslümanların imamının bulunduğu, ancak Müslümanlardan uzakta olduğu, günümüzde ise imamın bulunmadığı öne sürülmektedir. Bu şubheye de Allah’ın izni ile cevab vermeye çalışacağız.

Mute Savaşı ile alakalı olan hadisin dışında, Ubade bin Samit Radıyallahu Anhu hadisi de bunun delillerindendir. Rivayet şöyledir:
“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizi çağırdı, biz de kendisine bey’at ettik. Bizden söz aldığı şeyler arasında, sevinçte ve tasada, darlıkta ve bollukta kendisini dinleyip itaat etmemiz, kendisini şahsımıza tercih etmemiz ve işin ehline karşı çıkmamamız vardı. “Ancak açık bir küfür görmeniz ve buna dair elinizde Allah’tan bir delil bulunması hali mustesna” dedi.” (Buhari ; Muslim)
Halife veya Müslümanların emirinin küfre girip, Müslümanlar üzerindeki idarecilik hakkının sona ermesi durumunda, bu halife veya emire karşı çıkılması, ona karşı savaşılması ve görevden alınıp yerine adalet sahibi başka birinin tayin edilmesi vaciptir. İbn-i Hacer ve Nevevi’nin naklettiği gibi, böyle bir durumda alimlerin icması ile yeni bir imamın tayin edilmesi vâcib olur. (Sahih-u Muslim Şerhi)

Müslümanların bir imamı yoktur diye kafir yöneticilere karşı çıkılmaz denebilir mi? Müslümanların başındaki imam kafir olduktan ve dolayısıylada karşı çıkıp indirilmesi vacip olduktan sonra hangi imamı bekleyeceğiz ki? Yoksa yitirilen imamı bekleyip Müslümanları küfür ve fesat fitnesiyle baş başa mı bırakacağız? Bir Müslüman bunu söyleyebilir mi? Yukarıda aktarılan hadiste, kafir olması halinde imama karşı çıkmanın ve onu görevinden indirmeye çalışmanın vacip olduğu açıkça belirtilmektedir. Bu şubheyi yayanlara şunu sormak gerekir: İmam’ın bulunmadığı böyle bir durumda Müslümanlar nasıl savaşacaklar? Bu sorunun şer’i cevabı ise, Mute Savaşı’nda sahabenin Radıyallahu Anhum yaptığı gibi Müslümanların kendi içlerinden birini emir tayin etmelerinin gerektiğidir.

Bu şubhe, şia akidesinin özünü oluşturmaktadır. “el-Akidetu’t-Tahaviyye” kitabında şöyle denir:
“Hac ve cihad, Müslümanların imamı ile beraber yapılır..” “el-Akidetu’t-Tahaviyye” kitabını şerheden der ki:
“Yazar, Rafızilere verilen cevaba işaret eder. Onlar, ‘Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem ailesinden imam ortaya çıkıncaya ve gökten biri “Ona tabi olunuz” diye sesleninceye kadar Allah yolunda cihad olmaz’, derler. Bu sözün batıl olduğunu delille izah etmeye bile gerek yoktur” (Şerhu’l-Akideti’t-Tahaviyye, 437, el-Mektebu’l-İslami, 1403)

Humeyni devrimiyle beraber Şiiler bu akidelerine muhalefet ettiler. Bu da hala kitaplarında yazılı olan bu görüşün ne kadar yanlış olduğunu açıkça gösterir. Tuhaf olan, bu şüphenin Ehl-i Sünnete mensub kimi kişiler tarafından da seslendirilmesidir. Oysa Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur:
Kıyamet saatine kadar bu din ayakta olacak ve Müslümanlardan bir kesim onun için savaşacaktır.(Muslim)
Hadiste geçen, “len yebraha”, “La tezalu” lafızları, işin sürdüğünü gösteren fiiller değil midir? Bu lafızlar din için savaşın süreceğini belirtir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Müslümanların imamlarının bulunmadığı bir zamanın olacağını belirtmesine rağmen, din için savaşın devam edeceğini belirtmiştir. Allah yolunda cihad, imamın mevcud olmamasıyla bitmez. Aksine, Mute hadisinde belirtildiği gibi Müslümanlar başlarına birini emir tayin ederler. Hatta imamın bulunmaması, İslam ahkamını uygulayacak ve dini koruyacak birinin tayin edilmesi için cihad etmenin sebeplerindendir. Bu durumda her Müslümanın, Cabir bin Semura hadisinde belirtilen o muzaffer cemaate sarılması gerekir.

Bazıları, Müslümanların sadece günümüzde halifesiz kaldıklarını sanabilirler. Oysa bu doğru değildir. Çünkü Müslümanların halifesiz kaldıkları dönemler bundan önce de yaşanmıştır. Bu dönemlerin en meşhuru, hicri 656-659 yılları arasıdır. 656 senesinde Moğollar Abbasi Halifesi Mu’tasım’ı Bağdad’ta öldürmüşler ve 659’da Mısır’da yeniden ilk Abbasi halifesine bey’at edilmiştir. (İbn-i Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, 13/231)
O dönemde imamın bulunmamasına rağmen Müslümanlar bugüne kadar tarihin altın sayfası sayılan “Ayn Calut” savaşını hicri 658 yılında Moğollara karşı yapmışlardır. Bu olay, İzzeddin bin Abdusselam ve benzeri büyük alimlerin bulunduğu bir dönemde olmuştu. Bu alimlerden hiçbiri “İmam bulunmadığı halde nasıl savaşırız?” gibi bir şey söylememiştir. Aksine bu savaşta Müslümanların komutanı Seyfuddin Kutuz, yaşı küçük olduğu için hocasının oğlunu tahttan indirip Mısır’da kendi kendini emir ilan etmiş, kadılar ve alimler buna razı olmuşlar ve emir olarak Kutuz’a bey’at etmişlerdir. İbn-i Kesir Rahimehullah, Kutuz’un bu yaptıklarını Müslümanlara Allah’ın bir lütfu olarak değerlendirmektedir. Çünkü Allahu Teala, onunla Moğolların gücünü kırmıştır. (El-Bidaye ve’n-Nihaye, 13/216)
İbn-i Teymiye de Rahimehullah o dönemde Moğollara karşı savaşan bu grupları “Taifetu’l-Mansura”dan olarak niteler ve şöyle der:
“Şam, Mısır ve etrafında bulunan taife, bugün İslam için savaşanlar ve Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem meşhur hadislerinde sözünü ettiği Taifetu’l-Mansura’nın kapsamına girmeye en layık olanlardır.” (İbn-i Teymiye, Mecmuu’l-Fetava, 28/531)

Salih selefin hayatından aktarılan bu örnek, “İmam yoksa cihad olmaz” şüphesine bir cevab niteliğindedir. Ayrıca Mute Savaşı ve Ubade bin Samit hadisleri, imam dinden döndüğü takdirde değiştirilmesi ve yerine yenisinin getirilmesi gerektiğini belirtmektedir.

Bu tür şubheler, Allah’ın sünnetinin gereği ortaya çıkmış ve hala da çıkan şeylerdir. Ve bu şubhe, mucahid bir taifenin Allah’ın emri ile ortaya çıkmasına kadar (ki bu taife ise İsa’nın Aleyhisselam inmesi ile çıkacak olan taifedir) tükenmeyecektir.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Ummetimden bir grup Allah’ın emrini yerine getirmeye devam edecektir. Onları yalnız bırakanlar veya kendilerine muhalefet edenler, Allah’ın emri gelinceye kadar onlara bir zarar veremezler ve onlar insanlara karşı muzaffer olacaklardır.” (Buhari, Muslim)

Allahu Teala şöyle buyurur: “Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar.” (Maide 54)

Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, mucahidlerin galip geleceklerini, muhalif olan ve cihaddan alıkoymaya çalışanların ise onlara bir zarar veremeyeceklerini müjdelemiş, bu gibi işlerin safları netleştiren imtihanlardan başka bir şey olmadığını belirtmiştir.
Bu konu ile ilgili olarak buraya kadar söylediklerimizi şöyle özetleyebiliriz:

1- İçlerinden birini emir olarak tayin etmeden, Müslümanlardan üç veya daha fazla kişinin, bir işe girişmeleri helal olmaz. Çünkü büyük veya küçük, geçici veya kalıcı cemaat için emirin tayin edilmesi vacibdir. Cemaat içinde işlerin düzenlenmesi ve istenen sonucu vermesi için bu çok önemlidir. İşlerde kargaşanın önlenmesi ve kardeşler arasında ihtilafın önüne geçilmesi için de bu zorunludur. Bir hadiste şöyle geçmektedir: “İmam, kalkandır.”

2- Emirin tayin edilmesi, bu işten sorumlu olan birinci kişiye aittir. Bir topluluk herhangi bir işi yapmaya kalkışır ve aralarında önceden belirlenmiş bir emirleri de yoksa veya emire ulaşılamıyorsa, aralarından birini emir olarak tayin etmeleri gerekir. Sahabe Mute Savaşı’nda bunu yapmış ve Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onların bu yaptıklarını onaylamıştır.

3- Müslümanların oluşturmaları gereken bu cemaat ve tayin etmeleri gereken emir hakkında, emirin ve emire itaat etmesi gereken üyelerin görevleri ile alakalı olarak ileride belirteceğimiz “Yönetim” ile ilgili şer’i hükümler geçerlidir.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur:
Hepiniz çobansınız ve hepiniz idare ettiklerinizden sorumlusunuz.” (Buhari, Muslim)

İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der: “Ulu’l-emr, işlerin idaresini elinde bulunduran yöneticilerdir. Halkı bunlar yönetirler. Güç ve iktidar sahipleri ile söz ve ilim sahipleri bu işte ortaktırlar. Bu nedenle Ulü’l-emrler; alimler ve yöneticiler olmak üzere iki sınıftan oluşur. Bunlar düzelirse, insanlar da düzelir. Bunlar bozulursa, insanlar da bozulurlar.
Ebu Bekir Radıyallahu Anhu, “Ne zamana kadar bu şekilde kalacağız?” diye soran el-Ahmusiyye’ye şöyle cevab vermiştir: “Yöneticileriniz sizin hakkınızda doğru olmaya devam ettikleri sürece.
Mal sahibleri ile ilim ve din ehli de bu yöneticiler kapsamındadır. Kimin, kendisine tabi olanları varsa, o kişi ulu’l-emr kesimindendir. Bunlardan her birinin Allah’ın Subhanehu ve Teala emrettiklerini emretmesi ve yasakladıklarını da yasaklaması gerekir. İtaat etmesi gereken herkesin, Allah’a itaat ettikleri sürece bu yöneticilere itaat etmesi gerekir. Allah’a isyan olan işlerde bu yöneticelere itaat edilmemelidir.” (İbn-i Teymiye, Mecmuu’l-Fetava, 28/170)

(Abdulkadir Bin Abdulaziz ; EL-UMDE Fi İ’dadi’l-Udde , Sf: 78 - 82)

Yine aynı konuda İbni Kudame (rahimehullah) şöyle der: “Cihad işleri imamın vekâletindedir. Halkın ona bu hususta itaat etmesi lazımdır… Ama imam olmadığı zaman cihad ertelenmez. Zira onun ertelenmesiyle maslahat kaybolur.” (İbn Kudâme - Ebû Muhammed Muvaffakuddîn Abdullāh b. Ahmed b. Muhammed b. Kudâme el-Cemmâîlî el-Makdisî - El-Muğni, 10/368. Daru’l-Fikr, birinci baskı)

Şehid Şeyh Usame Bin Ladin Belgeseli - Full
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
BU DEVİRDE İLİMLE CİHAD YAPILIR SAFSATASINA REDDİYE
images


Alıntı içindeki başta Mavi olan renkli yazılar Sapkın itikade cevab

ayaklıkütüphane isimli üyeden alıntı
Cihad anlayışı nasıl olmalıdır?
Ferd, toplum ve ülke bazında tam istenilen şekillerde olmasa da zaman zaman gerekli maddi ve akdi yardımlar yapılmaktadır.
Toplum ve Ülke bazında nasıl yardım yapılacaktır? Bir kısım batıl toplumlar, "en nefret ettiğim insan, terörist" dediklerine nasıl yardım eder? Hele Ülke ki (Laik Demokratik T.c.) Nato üyesidir ve İşgalcilerle birlikte hareket ettiğinden desteği bıraktık köstek olmasın yeter!


Kaç tane mucahid ile , komutanlarıyla görüştünüz veya Cihad beldelerine gittiniz de nefisleri cihad farizasından beri ettiniz? Üstelik İslam ummeti ve coğrafyalarındaki vahim durum ortada iken kimse Farzı

(yardımı) engelleyemez, Cihad yapma sevabından ve yapmama zilletinden -günahından- koparamaz.
Bu kardeşlerimizin bizden beklentileri daha ziyade onlara maddi noktadan el uzatmak, ilaç, gıda vs. Bunların ötesinde toplum olarak bunlara ciddi şekilde dua etmemiz gerekmektedir.
İfade ettiğiniz cihad şekli ise bunu ferdden ziyade devletimizin bunu icra etmesi gerekmektedir. Yoksa ferdi olarak onlar bizim yardımımıza muhtaç değiller diye düşünüyoruz.
SubhanAllah! Aman yarabbi; şu yüzsüz, cahilce ve sorumsuzca söylenmiş söze bakınız ki sanki Mars'tan yazıyor.
Dünya ve Türkiye!nin siyasi yapısından ne kadar alakasız ve bihaberce düşünülüp söylenmiş sözlere ne denilebilir ki? Cehalet ve aymazlık adamboyu.
Daha ülkesinin Nato üyesi olduğundan, Haçlı ABD ordusunun menfaati için Kore'de savaştırıldığından, Hilafeti ilga edip islami şiarları kamusal alanda yasakladığından haberi olmayan bu cahillerin art niyetli olduklarını düşünmemek mümkün mü? Senin Laik devletin(!) Ne zaman Nato'dan habersizce hareket etmiştir?



Temenni ediyoruz ki ülkemiz güçlenir Cenabı hak baştaki başlara daha fazla akıl, merhamet ve iman nasip eder de bu ortadoğudaki sıkıntılara bir melhem olurlar. Bunu günülden arzu etmekteyiz. İnşaallah onun zamanı da yakındır.
O günler yakındır amaa, senin sapkın düşüncelerinle ve sapkın kişilerinin elleriyle değildir. Bunu bilesin.
Çünkü senin Ülkemiz diyerek küfür, şirkini de sahiblendiğin ülken güçlendikçe kendi ülkesindeki muvahhid vatandaşlara gece yarısı operasyonları düzenlemekte, İsraille Güvenlik anlaşmaları imzalamaktadır.



Bizler şimdi memleketimizde üzerimize vazife olan iman ve Kuran hizmetine daha ziyade destek verip küfür, dinsizlik ve sefahetle mücale edelim.
Allah yeryüzünü mescid kılmış ve Muminleri de kardeş ilan etmiştir.
Din anlayışını Misak-ı Milli sınırlarına faşist anlayışıyla hapsedip, "Filistin'e, Çeçenistan'a üzülüyoruz ama ne yapabiliriz ki? Bizim ülkemize saldırırlarsa savaşırız" diyecek kadar sapıktır.


Bediüzzaman, eserlerinde asayişin korunmasına büyük önem verir.
“Hariçteki cihad başka, dâhildeki cihad başkadır. … Biz bütün kuvvetimizle dâhilde ancak asayişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz. Bu zamanda dâhil ve hariçteki cihad-ı maneviyedeki fark, pek azîmdir.” (Emirdağ Lâhikası)
Fitnetu'z- zaman kim ki sapkın sözlerini Kur'anın önüne geçiriyorsun?
Üstelik bu şahıs bu sözü ne zaman sarf etmiş ve Hangi İslam ülkesinde savaş vardı?
Dahildeki "mânevi cihad" dediği ne zaman yoktur ki? Bu fiziki ve fiili cihadı ibtal eder diyen kimse var mıdır?
Rabbimiz, şirk üzere kalan ve küfrü imana tercih eden, Müslümanlar (devleti) için tehlike arz edenler hakkında şöyle buyurmuştur :
_ "Ey iman edenler, önce yakın çevrenizdeki kâfirlerle savaşın ki, sizde bir güç ve kuvvet olduğunu görsünler. Ve iyi bilin ki, Allah muttakilerle beraberdir." (Tevbe 123)


Bu ifadelerde dâhildeki cihadın mânevî olacağı vurgulanmaktadır. Ciğerimizdeki mikroba kurşun sıkamayız; onu ilâçla, gıdayla, temiz havayla yavaş yavaş tedavi etmeğe mecburuz.
Mânevî hastalıklara karşı mânevî cihat yapılır. Cehalet mânevî bir hastalıktır, bunun giderilmesi ilim ile olur.
Size kim dedi ki dahildeki cihad kasatura ile olur? Evvela kopyaladığın yazıyı okumadan , anlamadan yapıştırma. Bu aktardığın yazı sahibinin sapıklığını hafifletmez, o başka. Bizim konumuz hariçteki düşmanların ummetin ırzına geçip, toprakları işgal edilirken sen ne dahildeki cihaddan bahsediyorsun? Dahili harici mi kalmış küfür top yekün Haçlı seferi başlattık fermanına rağmen? Sizin sözleriniz İsrailoğullarının Musa (a.s.) söylediği söze ne kadar da çok benziyor:
_ Kavmi Musa'ya: "Ey Musa! Onlar orada olduğu sürece biz oraya asla girmeyiz. Sen ve Rabb'in gidin savaşın. Biz burada oturacağız" dediler. (Maide 24)


حدثنا محمد بن أبي محمد قال حدثنا أبي قال حدثنا سعيد قال حدثنا يوسف بن يحيى قال حدثنا عبدالملك قال حدثنا الطلحي عن عبدالرحمن بن زيد بن أسلم عن أبيه أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال لا يزال الجهاد حلوا أخضر ما قطر القطر من السماء وسيأتي على الناس زمان يقول فيه قراء منهم ليس هذا زمان جهاد فمن أدرك ذلك الزمان فنعم زمان الجهاد قالوا يا رسول الله واحد يقول ذلك فقال نعم من عليه لعنة الله والملائكة والناس أجمعين
Bir hadisde Zeyd bin Eslem babasından rivayet ediyor;
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
''Gökten yağmur yağdıkça cihad tatlı ve hoştur. İnsanlar üzerine Kur'anı çokça okuyanların,''Bu zaman cihad zamanı değildir'' dedikleri bir zaman gelecektir. Kim bu zamana ulaşırsa, bilin ki bu ne güzel cihad zamanıdır.''
Dediler ki; ''Ya RasulAllah bunu söyleyecek kimse var mı dır?''
Rasulullah s.a.v buyurdu ki, ''Evet bu kimse Allah'ın , meleklerin ve bütün insanlığın lanetlediği kimsedir. ''
(İmam Nevevi; Tagribul Tezhib, Şifa-i Es sudur, Meşariul Eşvag ila Mesari El Uşşag)


Allah yolunda savaşanlar için Allah cennette yüz derece hazırlamıştır ki , her derecenin arası yerle gök arasıdır"
(Riyazu’s Salihin 2/541)

Seleme b. Nufeyl'den (r.anh) şöyle rivayet edilmiştir. Der ki:
Ben Rasulullah (s.a.v.) ile otururken bir adam girip şöyle dedi:

_ Ey Allah'ın Rasulu! Atlar salıverilmiş ve silah bırakılmış. Bazıları savaşın artık olmayacağını, savaşın bittiğini iddia ediyorlar."
Rasulullah (s.a.v.) dedi ki: "Yalan söylüyorlar. İşte şimdi savaş zamanı geldi. Ummetim bir grup Allah yolunda cihad etmeye devam edecektir. Muhalif olanlar, onlara zarar vermez. Allah onlarla bir kavmin kalblerini kaydırır ki, onlarla onları rızıklandırsın. Kıyamet kopuncaya kadar savaşırlar. İyilik daha atların kaküllerine Kıyamet gününe, savaş bitinceye ve Yecuc ve Mecuc çıkıncaya dek bağlıdır."
(Nesai rivayet etmiş. Nesai benzerleriyle hasen bir isnad ile rivayet etmiş. Kitabu'l-Hayl (Atlar): 1, Ahmed: 4/104)

Ebu Hurayra’den (r.anh) rivayetle Nebi’ye (s.a.v) soruldu:

ALLAH yolunda cihad etmeye denk ne var?
Güç yetiremezsiniz dedi.
Üçüncüsünde : ALLAH yolunda cihad edenin misali , ALLAH yolunda cihad edenin , evine dönünceye kadar gündüzleri oruçla, geceleri de ibadet ve kıyamla geçiren adamın misali gibidirdedi.
(Muslim, İmare: 29 ; Tirmizi , Cihad : 1)

Yine ondan rivayetle bir adam :
Ey ALLAH’ın Rasulu! Cihada denk gelebilecek bir ameli bana gösterdedi.
Rasulullah (s.a.v) Bulamıyorum” dedi .
Sonra : “Mucahid çıktığında sen de mescidine girip , kesintisiz gece kıyam (namaz) edip , (gündüzleri) oruç tutup iftar edebilir misin?
(Adam) : “Kim bunu yapabilir?” dedi.
(Buhari , Cihad: 2)

Ebu Hurayra (r.anh) şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v)’den işittim şöyle diyordu:
Canım elinde olan ALLAH’a yemin olsun ki mûminlerden bir kısmının benden ayrı kalmalarına üzülmeyeceklerini bilsem ve onları bindirebilecek binitler temin edebileceğimi bir bilsem. ALLAH yolunda savaşa giden hiçbir mufrezeden geri kalmazdım. Canım elinde olan ALLAH’a yemin olsun ki ALLAH yolunda ölüp dirilmeyi sonra diriltilip tekrar öldürülmeyi ve yine öldürülmeyi isterdim.”
(Buhârî, Cihad ve Siyer: 7; sunen-i Nesai : 3101)

Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Ummetimden bir taife, hak üzere cihaddadır. Kıyamete kadar galib olarak devam eder."
(İbn-i Asakir)

İbn-i Abidin şöyle der :
Düşman islam devletinin sınırlarına hücüm ettiğinde namaz ve oruç gibi cihadda muslumanlara farz-ı ayn dır. Terki mümkün değildir. O bölgede yaşayan müslümanların kendi sınırlarını korumaya güçleri yetmezse doğudan batıya kadar islam topraklarında yaşayan bütün müslümanların üzerine farzdır. (Haşiyetu ibn-i Abidin 3/238)


Ahlâksızlık ve imansızlık da birer mânevî hastalıktır. Bunların tedavisi de zor ve kuvvet kullanarak değil, tebliğ, ikna ve ikaz yoluyla gerçekleşir.
Bütün gücünü sarf ederek çalışmak Allah yolunda yapılan her türlü cehd ve gayret. Düşmanla savaşmak

Cihad kavramı daha çok “savaş” anlamında kullanılsa da bu kavram savaşla sınırlı değildir. Nefisle cihad, ilmî cihad, manevi cihad gibi birçok şubeleri vardır.

Nefisle cihada cihad-ı ekber denilmiştir. Rivayete göre Hz.Peygamber (a.s.m.) bir sefer dönüşü “Küçük cihaddan büyük cihada döndük” demiş ve bu büyük cihadın nefisle cihad olduğunu söylemiştir. (Aclunî, I, 424; Razi, XXIII, 72; Beydavi, II, 97)

Ya senin nerenden tutayım ki? Elimi vurduğum yer elimde kalıyor. Size düşen acilen ehl-i sünnetin tevhid ve akaidini öğrenmeniz sonrada siyeri sahih kaynaklarından öğreniniz.
Nefisle cihada "büyük cihad" iftirasını hemde Rasulullah'a atanlar oturacakları yere hazırlansınlar! Bu işin aslı daha önce açıklanmıştır:

KÜÇÜK CİHAD BÜYÜK CİHAD SINIFLANDIRMA HATASI

Art niyetli olduğun belli de bari bu kadar pervasız olmasan . Allah'a da mı iftiraya başladın?
Cihadı farz kılan ayetlerin aslı şunlardır ve Cihad Medine'ye gidip Müslümanlar güç bulduktan sonra farz kılınmıştır!

1_ Mekke'de Cihada izin verilmedi:
'(Savaştan) elinizi çekin. Namaz kılın. Zekat verin." (Nisa, 77)

2_ Medine'de ilk zamanlarda Cihada İzin verildi :
"Zulmedilerek kendilerine savaş açılan kimselerin karşı koyup savaşmasına izin verilmiştir. Şubhesiz Allah onlara yardım etmeye Kadir (gücü yeter)dir. Onlar haksız yere ve "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için yurtlarından çıkarılmışlardır. Allah insanların bir kısmını diğerleriyle yok etmeseydi, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın adı çokça zikredilen camiler yıkılıp giderdi. And olsun ki, Allah'a yardım edenlere O da yardım eder. Doğrusu Allah güçlü ve azizdir. Onları biz yeryüzünde hakim kılarsak, namaz kılarlar, zekat verirler, iyiliği emrederler, kötülükten alıkoyarlar. İşlerin sonucu Allah'a aittir." (Hacc, 39-41)

3_ Cihad yalnızca kendileriyle savaşanlara karşı farz kılındı:
"Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın." (Bakara, 190)

4_ Cihad bütün müslümanlara Farz yazıldı (kılındı):
"Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Bazen hoşlanmadığınız bir şey, hakkınızda daha hayırlı olabilir ve hoşlandığınız bir şey de daha şerli olabilir. Allah bilir, halbuki siz bilmezsiniz." (Bakara, 216)

5_ Bütün muşriklerle savaşmaları farz kılındı:
"Muşrikler sizinle nasıl topluca savaşıyorlarsa siz de onlarla topluca savaşın."(Tevbe 36)

"Kitab verilenlerden, Allah'a ve Ahirat gününe iman etmeyen, Allah'ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan hak dini din edinmeyenlerle boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın."(Tevbe, 29)

Hadisi şeriften Delil:

Habbab bin Eret (r.anh) şöyle demiştir:
(İslam’ın ilk günlerinde) Rasûlullah (s.a.v) Kabe’nin gölgesinde kaftanını yastık yaparak dayandığı bir sırada kendisine Kurayş muşriklerinin işkencelerinden şikayet ettik.
Ya Rasûlullah (s.a.v) Bizim için Allah’tan zafer dileyemez misin? Bunların zulmunden kurtulmamız için Allah’a dua edemez misin? dedik.
Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: Sizden önceki ummetler içinde öyle (mazlum) kişiler bulunmuştur ki, muşrikler tarafından onun için yerde bir çukur kazılır. O kişi bu çukura (başı dışarıda bırakarak) gömülürdü. Sonra büyük bir testere getirilir, başı testereyle kesilerek ikiye bölünürdü de, (bu işkence) o mûmini dininden döndüremezdi.
Allah’a yemin ederim ki, şu İslam Dîni’ni muhakkak surette kemale erdirecektir. Öyle bir derecede ki, bir süvari yalnız başına Sana’dan Hadramevt’e kadar selametle gidecek. Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmayacak. Yahud koyun sahibi yolcu sadece koyunu üzerine kurt saldırmasından korkucaktır. Fakat sizler acele ediyorsunuz.”
(Buhari, Menakıb, 25; Ebu Davud, Cihad, 57)

Bu hadîs-i Şerif’i rivayet eden Habbab bin Eret (r.anh), Allah yolunda en korkunç işkencelere katlanan, ilk müslüman olan beş altı kişiden biriydi. Bu yüzden uzun zaman eziyet çekti. Onu demir zırh giydirerek kızgın Güneş’in altına bırakıyorlardı. Çoğu zaman kızgın çöl kumları üzerine sırt üstü yatırılırdı. Bu yüzden sırtının etleri çürüyerek dökülmüştü.
İslamın ilk yıllarında çekilen ızdırabları anlatırken der ki:
-Öyle günler yaşadık ki, Rasulullah (s.a.v) yasaklamasaydı ölmeyi tercih ederdik...
"Yoksa siz, kendinizden önce gelib geçenlerin hali (uğradıkları sıkıntılar) başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluklar, öyle sıkıntılar dokundu ve öyle sarsıldılar ki, hatta peygamber ve beraberinde iman edenler: "Allah'ın yardımı ne zaman?" derlerdi. Bak işte! Gerçekten Allah'ın yardımı yakındır."(Bakara 214)

Cihadın Amacı ise :
"Allah insanların bir kısmını diğerleriyle yok etmeseydi; manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın adı çokça zikredilen camiler yıkılıp giderdi." (Hacc, 40)


Hz. Peygambere “Kâfirler ve münafıklarla cihad et!..” emri de cihad-savaş farklılığına işaret eder. (Tevbe, 73; Tahrim, 9) Zira, Hz. Peygamber kâfirlerle savaş yapmış, fakat münafıklara doğrudan kılıç çekmemiştir. Hz. Peygamberin onlarla cihadı, onları ikna ve ilzam etmek, haddi aşarlarsa had cezalarını uygulamak şeklinde olmuştur.
Demogoji yaparak dediklerinin Kuran ve sünnetin önüne geçirip yeni bir itikad mi çıkarabileceğini sanıyorsun? Kelime-i şehadet getiren ve namaz kılan kişiler (munafıkta olsalar) kalbleri yarılıp bakılamadığı için zahir halleri üzerine tavır alınır ve Rasulullah ta bunlara böyle davranmıştır . Onları ilimle ve sert tavırla uyanmaları ve hidayetleri amaçlanmıştır!
İslam'ın gelmesiyle harb-savaş tabirleri kalkmış yerine CİHAD terimi geçmiştir. Her ne kadar savaşılıyorsa da yüce bir amaç uğruna savaşıldığı için buna cihad denmektedir.
Eziklerin; Tebliğe , Cihad demeleri;
İslam dininin yapısını ve dinamiklerini bilmeyen, ayakları yoldan kaymaya musait, kalbleri hastalıklı şahıslar için tehlikedir. Muvahhid müslümanlar böyle şeytani izahatlara papuç bırakmayacaktır!


Cihad, cidal ve kıtal, birbirine yakın gibi görünürler ama aralarında belirgin farklar vardır. Kıtalde savaşmak, katledip öldürmek esastır. Cidal, bir üstünlük kavgası, menfaat çekişmesi, galibiyet mücadelesidir. Cihad ise gayret etmek, olanca gücünü ve kuvvetini sarf etmek mânâsına gelir. Fakat, cihatta bir şart var ki onu diğerlerinden net biçimde ayırır; Bu şart, verilen mücadelenin, yapılan savaşın fisebilillah yani Allah yolunda, Kur’an namına ve İslâm uğrunda olmasıdır. Savaş ve cidal ancak bu şartın gerçekleşmesi halinde cihat olurlar.
“Allah, mallarıyla, canlarıyla mücahede edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır.” (Nisâ, 95)
Demogojide ısrar ediyorsun.
Eeee büyük halt yiyince öyle iki kelime demogoji ile kafaları karıştıramıyorsun değil mi?


Cihadda hedef, öldürmek değil ölü kalpleri diriltmek, sönük fikirleri aydınlatmak, donuk hissiyatlara can vermektir. Zulme engel olup adaleti tesis etmektir. İnsanları yurtlarından etmek değil, onlara ebediyet yurdunu kazandırmaktır.
Cihad, “İnsan kurtarma savaşı”dır. Eğer bir takım insanların hak ve hakikate ermesine bir başka grup engel oluyorlarsa bunlarla savaş etmek de cihaddır
.
Sen önce kendi yurduna, müslümanların yaşadığı toprakları mudafa et, sonra sefere, fethe çıkarsın?
Hangi (istila) soruya verilen saçma yorumları buraya cevab diye yapıştırıyorsun. Bizde bunu cevab diye okuyup yanıt yazmaya çalışıyoruz. Allahtan kork bâri

Cevaba Buradan devam ediyorum

KUR'AN-I KERİM'İN HÜKÜMLERİ KIYAMETE KADAR BAKİDİR, DEĞİŞTİRİLEMEZ!

Bu konuda Abdulkadir b. Abdulaziz şunları söylemiştir: "Cihaddan önce ilim öğrenilmesi gerektiği iddiasını ortaya atanlar, bu iddiaları ile farz-ı ayn olan şer’i ilimleri kastediyorlarsa, bunun en kısa zamanda yerine getirilebileceğini ve hükümlerin şer’i delillerini tafsilatlı olarak bilmenin farz-ı kifaye olmasından dolayı her kişi için gerekli olmadığını söylememiz gerekir.
İbn-i Hâcer, Kurtubi’nin şöyle dediğini nakleder:
“Fetva imamları ve önceki selef imamlarının görüşü budur. Bunlardan bazıları bu görüşlerini, fıtratın aslı ile ilgili söylenenler ve Nebi’den (sallallahu aleyhi ve sellem) ve sahabeden (radıyallahu anhum) aktarılan ve gerek Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) olsun gerekse sahabe (radıyallahu anhum) olsun, kendilerine gelen bedevi Arabların iki şehadeti ikrar etmeleri ve İslam’ın hükümlerini yerine getirmelerini İslam’ları için yeterli görüp, bu hükümlerin delillerini de öğrenmelerini onlara şart koşmamaları ile ilgili olan mutevatir haberler ile delillendirmektedir.” (Fethu’l-Bâri, 13/352)

Bu iddiayı ortaya atanların kastı, farz-ı kifaye olan ilimler ise ve bu ilimlerden belli bir miktarını öğrenmeden Müslümanın cihad edemeyeceğini söylemek istiyorlarsa, bu iki yönden hatalıdır:

Birinci Yön: Farz-ı kifaye olan ilmi, farz-ı ayn konumuna getirmektedirler. Bu ise, Müslümanların tamamının ilim öğrenmek için seferber olmalarına ve dolayısıyla da elde edilebilecek bir takım maslahatların ibtaline sebeb olur. Halbuki Allahu Teala bunu yasaklayarak şöyle buyurur:
Mûminlerin hepsinin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminde bir grup dinde (dini ilimlerde) geniş bilgi elde etmek ve kavimleri (savaştan) döndüklerinde onları uyarmak için geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar.” (Tevbe 122)

Bu ayette Allahu Teala insanları, dinde geniş bilgi edinenler ve edinmeyenler olarak ikiye ayırmaktadır. Allahu Teala şöyle buyurur:
Bilmiyorsanız zikir ehline sorun.” (Nahl 43)

Alim olan kişi insanlara öğretmekle yükümlüdür. Bunu, sorulara cevap vererek veya kendisine sorulmasını beklemeden hakkı açıklayarak yapar. Allahu Teala şöyle buyurur:
Kavimleri (savaştan) döndüklerinde onları uyarmak için geride kalmalıdır.” (Tevbe 122)
De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım..” (En’am 151)

Aynı şekilde, Nahl Suresi’ndeki ayettte belirtildiği gibi, bilmeyenlerin, dinleri ile ilgili farz-ı ayn olan bilgileri, bilenlere sorup öğrenmesi gerekir. Ayrıca bilenler, birinin bilmeden amel ettiğini ve bilmemesine rağmen sormadığını gördüğünde, ona öğreterek ve nasihat ederek doğru olanı gösterir.

İkinci Yön: Cihad için şart olmayan bir meseleyi, şart haline getirmektedirler. Cihaddan önce ilim öğrenmeyi farz sayan bu kişinin, acaba söylediğinin Kitap ve Sünnet’ten delili nedir? Hemen belirtelim ki bunun hiçbir delili yoktur. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Kim bu dinimizde, ondan olmayan bir şey çıkarırsa, çıkardığı kendisinden reddedilir.” (Muttefekun Aleyhi)
Bunu söyleyenlerin iddiaları, dinde olmayan bir şeyi çıkarmak olup, kendilerinden reddedilir.

Bu iddianın sünnetten veya salih seleften delili var mıdır? Acaba sahabe ve selef-i salihin, cihad etmeden önce her Müslümanın ilim öğrenmesini vacib görürler miydi? Bu konuda askerleri imtihana mı tabi tutarlardı?

Hicretin altıncı yılında Hudeybiye günü Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile beraber sahabeden bin dörtyüz kişi bulunmaktaydı. Sekizinci yılda olan Mekke’nin fethi seferinde ise sahabenin sayısı onbin kişiydi. Mekke’nin fethinden sonra bir ay bile dolmadan Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem on iki bin sahabe ile beraber Huneyn Savaşı’na gitti. Bunların on bini Mekke fethinde bulunanlar, iki bini ise Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olanlardır. Acaba bu iki bin kişi, Müslüman olmalarının üzerinden bir ay bile geçmemiş olmasına rağmen ilmi nerede öğrendiler. Acaba Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara, “Sizler yeni Müslüman oldunuz, ilim tahsil etmedikçe benimle beraber savaşa gelmeyin” mi dedi? Hayır. Onunla beraber cihada gelmelerine izin verdi, onlar ise aynı zamanda ilim öğreniyorlardı ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem gerekli olan şeyleri kendilerine öğretiyordu.
Ebu Vakıd el-Leysi’den Radıyallahu Anhu şöyle rivayet edilir:
“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte Huneyn Savaşı’na çıktığımızda biz henüz yeni İslam’a girmiştik. Muşriklerin, çevresinde toplanıp silahlarını astıkları bir sidr ağacı vardı. Buna “Zât-u Envat” diyorlardı.
Bir sidr ağacının yanından geçtiğimiz sırada biz dedik ki; “Ey Allah’ın Rasulu! Muşriklerin Zat-u Envat’ı olduğu gibi bizim için de bir Zat-u Envat belirle.”
Rasulullah şöyle buyurdu: “Allahu Ekber! İşte bunlar Allah’ın sünnetleridir. Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, İsrailoğulları’nın Musa’ya söylediği gibi bir şey söylediniz."
Onlar şöyle demişlerdi: “Onların ilahları gibi bizim için de bir ilah yap.
Musa da; “Siz cahil bir topluluksunuz” demişti. Siz de sizden öncekilerin yolunu tâkib ediyorsunuz.

(Tirmizi rivayet etmiş ve sahih olduğunu bildirmiştir)

Bütün bunlar, ilim öğrenmenin cihadın şartlarından olmadığını, hatta bir kişi üzerine farz-ı ayn olan ilmi öğrenmekte eksik de davransa bunun cihada katılmasına engel olmadığı göstermektedir.
İbn-i Kudame Rahimehullah, cihadın vacib olmasının şartlarını şöyle belirtir:
Cihadın, kişi üzerine vâcib olması için şu yedi şartın bulunması gerekir: İslam, akıl, ergenlik, hürriyet, erkeklik, bedensel sağlık, mali imkan.” (El-Muğni ve’ş-Şerhu’l-Kebir, 10/366)
Bu şartlara, anne babanın ve alacaklının izninin de eklemesi gerekir ki İbn-i Kudame başka bir yerde bunları da belirtmektedir. (El-Muğni ve’ş-Şerhu’l-Kebir, 10/381 - 384)

Farz-ı Kifaye hükmünde olan cihadın vacib olmasının şartları bunlardır. Farz-ı ayn olan cihadda ise, bu şartların bazısı düşer ve sadece şu beş şart kalır: İslam, ergenlik, akıl, erkeklik ve vücut sağlamlığı. Farz-ı ayn olan cihad için erkeklik şartının olmadığını söyleyenler de bulunmaktadır.
Düşmanın, Müslümanların memleketini işgal etmesi veya namazları kısaltmanın caiz olduğu mesafeden daha yakınlara gelmesi durumunda, nafaka temini şartı aranmaz.
Hakka uyan, kibir ve inat göstermeyen herkes görmektedir ki şer’i ilim tahsili, yukarıda belirtilen şartlar arasında sayılmamaktadır. Sayılan bu şartlar, sadece İbn-i Kudame’nin görüşü değildir. Bununla beraber, incelediğim hiç bir fıkıh kitabında da, cihad için ilim tahsilinin şart olarak belirlendiğine rastlamadım.

Bu konuda, Buhari’nin Bera’dan Radıyallahu Anhu rivayet ettiği şu hadis delil olarak yeterlidir:

“Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem demir zırhlı bir adam geldi ve “Ey Allah’ın Rasulü önce savaşayım mı, yoksa Müslüman mı olayım?” dedi.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, “Önce Müslüman ol, sonra savaş” dedi.
Adam Müslüman oldu, savaşa girdi ve öldürüldü.
Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: “Az amel işledi, çok ecir aldı.
(Muslim)
“O zaman dön git, hiçbir zaman bir muşrikten yardım almayacağım” hadisi de bunun gibidir. Muslim’in Aişe’den Radıyallahu Anha rivayet etmiş olduğu hadiste, kendisinden teklif ettiği yardımı reddedilen bu muşriğin, Bedir günü Müslüman olduğu, sonra savaştığı ve öldürüldüğü belirtilir.
Görüldüğü gibi her iki olayda da Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu kişilere önce dini öğrenip sonra savaşmasını emretmemiştir. Sadece mucmel imana sahib bir Müslüman olmasını istemiştir. İlim öğrenmek, cihadın vacib olmasında şart olsaydı, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ilim öğrenmeden önce bu kişilerin beraberinde savaşmalarına izin vermezdi. Buradan da anlıyoruz ki böyle bir şart yoktur.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Yüzlerce defa da şart koşulsa, Allah’ın Kitabı’na uymayan her türlü şart geçersizdir.
(Buhari)


Cihad için ilim öğrenmenin şart olduğunu söylemenin batıl bir iddia olduğu anlaşılmalı ve bu iddianın, günümüzde bütün Müslümanlara farz-ı ayn olduğuna inandığımız cihad amelinin ibtaline yol açabileceği bilinmelidir." (Abdulkadir bin Abdulaziz; El Umde)

Evet, iman ettiğimiz yüce kitabın içindeki hükümler sur'a kadar geçerlidir, değiştirilemez, teklif dahi edilemez.
İslam coğrafyasını sıcak ve soğuk savaş ile istila eden Haçlı egemen güçlerinin ve kültürlerinin beyinde yapmış olduğu ödemden dolayı pisikolojik eziklik duyan bu "sefih" ve aynı zamanda "ebleh"liği de özünde barındıran hüviyet müslümanları(!); nefislerine yediremedikleri Allah'ın (c.c.) bazı Farizalarından iskonto ve evrime kaydıkları bilinen bir gerçektir.
Kendilerince tahayyul ettikleri bir İslam anlayışına göre Efendi hazretleri, Ustadlar , Saadat'lar edinirler.

Bu kişiler, kendilerini iyi tanıyan hocalarından(!) bünyelerine uygun recete alırlar.
Her bir (hastane sahibi) hocaları, hastalarınına İslam'ın bazı rukunlerini, emirlerini, ve Rasulullahın sünnetlerini Rasulullah (s.a.v.)'in bazı sünnetlerini kendince yorumlayıp favori tedavi metodu belletirken, Rasulullahın "cihad", "kıyam", "put kırma - tağuti rejimleri devirme", "Hicret" gibi "RİZİKOLU SÜNNETLER"ini yasaklayıp, kötüler veya Eski devre ait modası geçmiş, cahil ve ilkel insanların meseleleri, günü geçmiş devrini tamalamış (nesh) hükümler gibi algılarlar.

Aslında buna bu kadar da şaşmamak lazım . Bu kronik vakıalar, Yegane hüküm koyucu (ilah) ve Yaratıcılarının (Rab) hükümlerini bile "teferruattır" (tesettür) ya da, vaktinin sınırı "Fitnenin yeryüzünden kalkıncaya kadar" (Bakara 193, Enfal 39) şartına bağlanarak "Kıyamete kadar" sürecek olan "CİHAD" farizasını "küçültmeye", devrinin bittiğini, hükmünü ilim ile "nesh" etmeye çalıştıklarını biliyoruz.

Şimdi gündem gereği , "Cihad bitmiştir , bu devirde ilimle cihad yapılır" küfür sözünün cûrumunu ele alalım :
Evvela Cihad'ın tarifini hayat kitabımız olan Kur'an-ı Kerim'den bir görelim:

İman edenler: "Keşke cihad hakkında bir sûre indirilse." derlerdi. Ama hükmü açık bir sûre indirilip de, içerisinde savaş zikredilince kalplerinde hastalık olanların ölüm korkusuyla baygınlık geçiren bir kimsenin bakışı gibi sana baktığını görürsün. Oysa onlar için ölüm yaşamaktan daha uygundur. (Muhammed 20)

Ey iman edenler! Size ne oldu ki, "Allah yolunda cihada çıkın." denilince olduğunuz yere yığılıp kaldınız. Yoksa ahiratten vazgeçip dünya hayatına razı mı oldunuz? Fakat dünya hayatının zevki ahiratin yanında ancak pek az bir şeydir. (Tevbe 38)

Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete girivereceğinizi mi sandınız? (Al-i İmran 142)

Andolsun ki, biz içinizden cihad edenlerle sabredenleri ortaya çıkarıncaya ve yaptıklarınızla ilgili haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi deneyeceğiz. (Muhammed 31)

Allah, mûminlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır: Allah yolunda çarpışacaklar da öldürecekler ve öldürülecekler. Bu, Tevrat'ta da, İncil'de de Kur'ân'da da Allah'ın kendi üzerine yüklendiği bir ahiddir. Allah'dan ziyade ahdine riayet edecek kim vardır? O halde yaptığınız alış-veriş ahdinden dolayı size müjdeler olsun! Ve işte o büyük kurtuluş budur. (Tevbe 111)

"Ey Îmân edenler! Pek acı bir âzabtan kurtaracak kârlı bir yolu size göstereyim mi?
Allah’a ve Rasûlune îman eder, Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edersiniz. Eğer bilseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Böylece Allah günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan Cennetlere ve Adn Cennetlerine hoş ve temiz meskenlere yerleştirir. Bu ise pek büyük bir kurtuluştur! Ve size çok seveceğiniz bir başka nîmet daha nasip eder ki, o da, Allah’ın yardımı ve yakın bir fetihtir.
Mu’minlere müjdele. Ey îman edenler! Allah’ın dîninin yardımcıları olun! Nasıl ki, Meryem oğlu Îsâ havârilere, ‘Allah yoluna davette benim yardımcılarım kimlerdir?’ diye sormuş, havâriler de, ‘Allah’ın dîninin yardımcıları bizleriz!’ demişlerdi.

İsrâil oğullarından bir topluluk ona iman etti. Bir topluluk da kâfir oldu. Biz de îman edenlere, düşmanlarına karşı kuvvet verdik ve üstün geldiler. (Saf 10 - 13)

Ey Peygamber! Kâfirlere ve munafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran, onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir. (Tevbe 73)

Onlara de ki; eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler ve meskenler, size Allah ve Rasulunden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah böyle fâsıklar topluluğuna hidayet nasib etmez. (Tevbe 24)

Ortalıkta fitne kalmayıp, din tamamıyla Allah'ın dini oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse muhakkak ki, Allah yaptıklarını görür. (Tevbe 24)

Ayetlerden de anladığımız gibi Cihad, Kıtaldır. Yani ölmek veya öldürmektir. Çünkü Rabbimiz "Allah yolunda çarpışacaklar da öldürecekler ve öldürülecekler." buyurmaktadır.
Hayat rehberimiz, yegane önderimiz, komutanımız Muhammed (s.a.v) kendisine sorulan "Cihad nedir ya Rasulullah?" sorusuna :
"Cihad , Başın üzerinde kılıçların şakıldamasıdır" buyurmuştur.

İslam bizatihi İlimdir, ilmin ta kendisidir. "Devir İslam devridir" diyenler, veya "bu devirde Cihad olmaz , ilimle Cihad yapılmalı" diyenler , aslında peygamberleri olmak üzere tüm ashab, tabiin ve tebe-i tabiin olmak üzere Cihad eden tüm Mucahidleri ilimsizlikle , cehaletle hata yapmakla suçlamışlardır. Bu zihniyet sahibleri ile munafıkların şu sözü ne kadar örtüşmektedir :

Cihaddan geri kalan munafıklar, Rasulullah'ın hilafına, onun savaşa gitmesine karşılık, oturub kalmalarıyla ferahladılar ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmekten hoşlanmadılar, üstelik "Bu sıcakta savaşa gitmeyin." dediler.
De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır." Keşke anlayabilselerdi. (Tevbe 81)

Rabbim muslumanları bu tür şahsiyetsiz, omurgasız, kaypakça söz ve tutumlardan muhafaza etsin , sıratı mustakimden ayırmasın.

İslam coğrafyası istila altında, ummetin yurdu paramparça iken , o mazlumlara , mucahidlere ve İslam topraklarını savunmaya koşmamak, Cihad farizasına gitmeyip "yerinde çakılı kalmak devridir" diye sapkınca sözler peydahlamak Abdullah b. Ubey. b Selul'un sözlerinden bir farkı yoktur!

Hem size ne oluyor ki, Allah yolunda: "Ey Rabbimiz! bizleri bu halkı zâlim olan memleketten çıkar, tarafından bizi iyi idare edecek bir sahib ve bize katından bir kurtarıcı gönder" diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların kurtarılması uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?
İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler de tağut yolunda savaşırlar. O halde siz şeytanın taraftarlarına karşı savaşın. Çünkü şeytanın hilesi zayıftır.
(Nisa 75 - 76)

İftar vakti yaklaştığı için burada son veriyor , devamını açık bırakıyorum . Selamun âleykum


--------------------------

Şeyhi Tanıyorum: Usame Bin Ladin - Full

Bin Ladin'i Tanıyorum - Full

Bedru'r Riyad

Şehid Usame bin Laden : Batı Halkları'na
(İsrail İşgal Devleti'nin Kuruluşunu 60. Yıldönümü Munasebetiyle)


Şehid Usame bin Laden : İşte Bizim Ölçümüz
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Şehid ebu Ducane el Horasani

Şehid Zubeyr - Adem Uludağ

Şehid Ebu Leys
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Juba Bağdat Sniper


Juba Bağdat Keskin Nişancı 3



The Baghdad-Sniper JUBA

1
2
3
4


Juba özel

Belgesel



Keskin Nişancı 1

Keskin Nişancı 2

Keskin Nişancı 3

------------


Kanas 1 - Keskin Nişancı

Kanas 2 - Keskin Nişancı

Kanas 3 - Keskin Nişancı



Sniper


Şehid Ebu Yusuf et Turki (Kanas) Röportaj


-----------------

Türk Doktor Kanas
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Muvacehat
Çatışma Şehidleri



New York ve Washington Şehidlerinin Vasiyetleri - 1 - FULL
Şehid Abdulaziz el Ömeri (Abbas el Cenebi)


New York ve Washington Şehidlerinin Vasiyetleri - 2 - FULL
Hamza el Gamidi ve Velid eş Şehri


New York ve Washington Şehidlerinin Vasiyetleri - 3 - FULL
Ahmed el Haznevi


 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Manhattan Belgeseli - Full

 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Şehid Şeyh Usame Bin Ladin 11 Eylül Sonrası Meşhur Açıklaması


Şehid Şeyh Ebu Mus'ab Ez Zerkavi (İlk ve Tek Konuşması)
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Şehid Seyyid Kutub'dan Cihad ayetleri Tefsiri ve çok Nadir Olan Gerçek Tasavvuf Yorumu


54- Ey mûminler, içinizden kim dininden dönerse bilsin ki, yakında Al!ah öyle bir grup ortaya çıkaracak ki, Allah onları sevdiği gibi onlar da O'nu severler, bunlar müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu davranırlar, Allah yolunda cihad ederler, hiç kimsenin yergisinden ve kınamasından çekinmezler. Bu Allah'ın bağışıdır, onu dilediğine verir. Allah'ın lütfu geniştir, O herşeyi bilir.

55- Sizin dostunuz ancak Allah, O'nun peygamberi ve namaz kılan, zekat veren rukua varan mûminlerdir.

56- kim Allah'ı, Peygamberi ve mûminleri dost edinirse bilsin ki, g3alib gelecek olanlar, yalnız Allah'ın tarafını tutanların grubudur.

İman eden kimselerden dinden dönenlere burada, bu şekilde ve bu bağlamda yöneltilen tehdit, yahudiler ve hristiyanlarla dostluk ile İslâm'dan dönmek arasında bir bağlantı olduğunu gösteriyor. Daha önce, onları dost edinen bir kimsenin, müslüman toplumdan kopup, onlardan biri haline geleceğinin belirtilmiş olması da bunu doğruluyor: "Sizden kim onları dost edinirse o, onlardan olur." Buna göre, ayetlerin akışı içerisinde ikinci çağrı, birinci çağrıyı vurgulamakta ve kesinleştirmektedir. Yine aynı şekilde üçüncü çağrıda da aynı olguya değiniliyor. Burada kafirler ile ehl-i kitap aynı kategoriye sokularak, onlarla dost olunması yasaklanıyor. Ehl-i kitabla dostluk, kafirlerle dostlukla aynı bağlamda değerlendiriliyor. İslâm'ın ehl-i kitab ile kafirleri onlara karşı yapılması gereken muamele bakımından farklı değerlendirmesinin, dostluk meselesiyle bir ilintisi yoktur. Ehl-i kitab ile kafirler arasındaki söz konusu farklılık, dostluk bağlamında değil, daha başka meselelerdedir.

"Ey mûminler, içinizden kim dininden dönerse bilsin ki yakında Allah öyle bir grup ortaya çıkaracak ki, Allah onları sevdiği gibi onlar da O'nu severler, bunlar mûminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu davranırlar, Allah yolunda cihad ederler, hiç kimsenin yergisinden ve kınamasından çekinmezler. Bu Allah'ın bağışıdır, onu dilediğine verir. Allah'ın lütfu geniştir, O herşeyi bilir."

Allah'ın mûmin grubu seçmesi, yeryüzünde Allah'ın dininin yürürlüğe koyulması bağlamında "takdir-i ilahi"nin gerçekleşmesine vesile olmaları, insanların yaşamlarında Allah'ın otoritesini egemen kılmaları, tavır ve düzenleri O'nun sistemine göre belirlemeleri, her meselede, her sorunda O'nun şeriatını uygulamaları ve de bu sistem bu şeriat sayesinde yeryüzünde kurtuluşu, iyiliği, temizliği ve gelişmeyi sağlamaları içindir. Bunları gerçekleştirmek üzere mûminlerin seçilmiş olması, Allah'ın bir lutfu, bir bağışıdır. Bir kişi bu lutfu reddeder ve kendini bundan yoksun kılmayı dilerse, -her kim olursa olsun Allah'ın ne ona ne de bir başkasına ihtiyacı olmadığını unutmamalıdır. Allah kendilerinin bu yüce lütfa layık olduklarını bilen kullarını, elbette ki seçecektir.

Ayet-i Kerime'nin burada çizdiği seçkin topluluğun bu tablosu, karakteristik özellikleri son derece belirgin, çizgileri de oldukça güçlü bir tablodur. Parlak ve çekici olduğu kadar, kalplere de son derece sempatik gelmektedir.

" ..Allah öyle bir grup ortaya çıkaracak ki, Allah onları sevdiği gibi onlar da O'nu severler."

Karşılıklı sevgi ve hoşnutluk, onlarla Rabb'leri arasındaki bağı oluşturmaktadır. İşte bu topluluğu şefkatli Rablerine bağlayan bu akıcı, yumuşak, aydınlık yüce ve tatlı duygudur.

Yüce Allah'ın, kullarından birini sevmesi; O'nu, kendisine vasfettiği biçimde tanıyan, sıfatlarıyla birlikte bilen, bir de bu sıfatların melodisini; duygusunda, benliğinde, bilincinde ve varlığında hissedenden başka hiçbir idrakin değerini ölçmediği bir şeydir. Evet, bu lütfun gerçek değerini, onu bağışlayanın hakikatını bilen takdir edebilir.
Kimdir Allah?
Bu dehşet verici evrenin yaratıcısı kimdir?
Küçücük bir bedene sahip olduğu halde koca evrenin bir özeti sayılan insanı kim yaratmıştır?
Bu yüceliğe, bu güce ve bu birliğe sahib olan kimdir?
Kimdir tek başına egemen olan? Kimdir O ve sevgisinden lütfettiği kul kimdir?
Evet, bunları kavrayan üstün, ulu, daima diri, öncesiz ve sonrasız ilk ve son, açık ve gizli olan Allah'ın yarattığı bu kula bağışladığı nimetin değerini de bilir.

Kulun Rabbini sevmesi de ancak tadına varan birinin algılayabileceği bir nimettir. Yüce Allah'ın kullarından herhangi birine yönelik sevgisi, olağanüstü ve büyük bir olgudur. İnsanı bürüyen bol bir lütuf olduğu gibi, yüce Allah'ın kuluna doğru yolu göstermesi, kendini sevdirmesi ve hiçbir sevgide eşi ve benzeri bulunmayan bu güzel ve eşsiz lezzeti tattırması da, olağanüstü ve büyük bir nimet, insanı bürüyen bol bir lütuftur.

Yüce Allah'ın kullarından herhangi birine yönelik sevgisi, ifadenin vasfedemeyeceği bir olay olunca; kullarından birinin O'na yönelik sevgisi de zaman zaman sevenlerin sözlerinde örneklerini görmekle beraber, ifade ve tasvir edebilmesi son derece güç bir olaydır. İşte gerçek tasavvuf adamlarının yükseldiği kapı burasıdır. -Ancak bunlar da, tasavvuf kisvesine bürünen ve uzun tarihlerinden bilinen bu,topluluğun içinde son derece azdırlar- Rabia el-Adeviye'nin şu beyitleri hâlâ o eşsiz sevginin gerçek tadını duygularıma taşımaktadır!

Sen tatlı ol da, koca hayat acılarla dolsun,


Yeter ki sen hoşnut ol da, isterse tüm yaratıklar dargın olsun.

Seninle aramız iyi olduktan sonra

Alemler bozuk olsa ne çıkar.

Senin sevgin olduktan sonra, gerisi boştur.

Çünkü toprağın üstünde olan herşey topraktır.


Ulu Allah'tan, kullarından birine ve bu kuldan, nimetleri veren, lütuf sahibi Allah'a yönelik bu sevgi, varlık alemini bürüyüp koca evrene yayılıyor. Her canlının, herşeyin özüne işliyor. Hava ve gölge gibi varlık alemini seven, sevilen şu kul da somutlaşan insan varlığını bürüyor adeta.

İşte İslâm düşüncesi, müminle Rabbini, bu harikulade ve sevimli bağla birbirine bağlamaktadır. Bir kereye özgü geçici bir duygu değildir bu. Aksine bu sağlam yapılı düşüncede yer alan bir öz, bir gerçek ve bir öğedir.

"İman edip salih ameller işleyenlere, Rahman; onlara bir sevgi kılacaktır." (Meryem Suresi, 96)

"...Kuşkusuz Rabbim merhametlidir, sevendir." (Hud Suresi, 90) "

"O, bağışlayandır, sevendir" (Buruç Suresi, 14)

"Eğer kullarım sana benden sorarlarsa, onlara de ki; ben kendilerine yakınım, bana dua edenin duasını, dua edince kabul ederim." (Bakara Suresi, 186)

"...Muminler en çok Allah'ı severler." (Bakara Suresi, 165)

"De ki; Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah sizi sevsin." (Al-i İmran Suresi, 31) Benzeri ayetler çoktur.

Bütün bunları gördükleri halde, "İslâm düşüncesi, kuru ve katı bir düşüncedir. Allah ile insan arasındaki ilişkiyi, baskı, zor, azap, ceza, kabalık ve kopukluk şeklinde tasvir etmektedir. İsa-Mesih'i Allah'ın ve tanrısal unsurlardan biri kabul eden ve böylece sentezle Allah ile insanı birbirine bağlayan düşünce gibi değildir" diyenlere şaşmamak elde değildir.

Kuşkusuz İslâm düşüncesinde, ilahlığın gerçeği ile kulluğun gerçeğinin başkalığına ilişkin netlik, Allah ile kul arasındaki sevimli yumuşaklığı kurutmaz. Bu, adalete dayalı bir ilişki olduğu gibi merhamete dayalı bir ilişkidir. Bu şefkate dayalı ilişkidir, soyutlanmaya dayalı olduğu gibi. Ve o sevgi ilişkisidir, Allah'ı tenzih etmeye dayalı bir ilişki olduğu gibi.

İşte bu, insan bünyesinin alemlerin Rabb'iyle ilişkisinde ihtiyaç duyduğu, herşeyi kapsayan eksiksiz bir düşüncedir.

Bu dine inanmış seçkin müminler topluluğunun sıfatları sıralanırken, şu olağanüstü ifade yer almaktadır!

"Allah onları sevdiği gibi onlar da O'nu severler."

Bu ifade, ağır yükün altında bükülen mümin gönlün ihtiyaç duyduğu bir hava estiriyor. Artık, mûmin nimetleri veren yüce Allah tarafından seçildiğini, kendisine lütfedildiğini ve Rabbine yaklaştırıldığını anlıyor.

Ardından ayetin akışı, mûminlerin, karakteristik özelliklerinden geri kalanlarını, sunmaya devam ediyor:

"...Bunlar mûminlere karşı alçak gönüllüdürler."

Bu itaatkarlıktan, uysallık ve yumuşaklıktan kaynaklanan bir sıfattır. Buna göre mümin bir diğer mümine karşı, son derece alçak gönüllüdür. Ona karşı serkeş değildir. Hiçbir zaman zorluk çıkarmaz. Son derece rahat ve uysaldır. Kolaylaştırıcıdır, kardeşinin ihtiyacını karşılamaya büyük özen gösterir. Oldukça hoşgörülü ve şefkatlidir. Müminlere karşı alçak gönüllü olmanın anlamı budur.

Müminlere karşı alçak gönüllü olmada bir alçaklık, bir aşağılanmışlık söz konusu değildir. Bu kardeşliktir. Engellerin ortadan kalkması, zorlukların bertaraf edilmesidir. Gönül gönüle karışır, artık başkasına karşı serkeşlik ve ayrılık duygularına yer kalmamıştır.

Kişiyi inatçı, isyancı ve kardeşine karşı cimri kılan, toplumdan uzak durmanın ve bağları koparmanın doğurduğu bireyselliktir. Ancak gönlünü mümin topluluğun gönülleriyle birleştirince artık, kendisini engelleyen ve isyan oluşturmasına neden olan duygulardan kurtulur. Onlar hakkında başka bir duygu yer edebilir mi ki gönlünde?

Allah için kardeş olup bir araya gelmişler. Allah onları seviyor, onlar da Allah'ı. Bu yüce sevgi aralarında yayılmış, onu paylaşmışlardır.

"...Kafirlere karşı onurlu davranırlar."

Kafirlere karşı dirençli, yüz vermez ve üstün bir konumdadırlar. Bu özelliklerinin burada ayrı bir yeri vardır. Bu üstünlük kişisel onurdan kaynaklanmıyor. İnsanın kendi üstünlüğünü sağlama amacına da yönelik değildir. Aksine bu, inancın onurudur. Kafirlere karşı, altında birleştikleri sancağın üstünlüğüdür. Bu üstünlük, sahib oldukları inancın tamamen iyilik olduğuna olan güvenlerinden kaynaklanmaktadır. Görevlerinin, sahib oldukları iyiliğe! başkalarının boyun eğmesini sağlamak olduğunu biliyorlar. Başkalarının kendilerine boyun eğmesini sağlamak ya da kendilerinin başkalarına ve sapık inançlarına boyun eğmesine meydan vermek değildir. Sonra bu üstünlük; Allah'ın dininin ihtirasların dinine, Allah'ın gücünün onların gücüne ve Allah'ın hizbinin cahiliye hiziblerine gâlib geleceğine olan sonsuz güvenlerinden kaynaklanmaktadır. O halde yol boyunca kimi çarpışmalardan bozguna uğramış olsalar bile, her zaman üstündürler.

"...Allah yolunda cihad ederler, hiç kimsenin yergisinden ve kınamasından çekinmezler."

Allah'ın sistemini yeryüzüne yerleştirmek, insanlar üzerinde Allah'ın otoritesini duyurmak ve insanlar adına iyilik, doğruluk ve gelişme sağlamak için, O'nun şeriatını hayata egemen kılmak uğruna yapılan Allah yolunda cihad; onlar aracılığıyla yeryüzünde dilediğini gerçekleştirmek için, yüce Allah'ın seçtiği mümin topluluğun sıfatıdır.

Onlar Allah yolunda cihad ederler. Kendileri, ulusları, ülkeleri ve ırkları uğruna değil, Allah yolunda, O'nun sistemini gerçekleştirmek, O'nun otoritesini yerleştirmek, O'nun şeriatını uygulamak ve bu yolla tüm insanlık adına iyiliği gerçekleştirmek için... Bu işte kendileri için birşey yok. Kendilerine bir pay da çıkarmazlar. Her şey tamamen Allah için ve hiçbir şeyi ortak koşmaksızın O'nun yolunda yapılmaktadır.

Onlar Allah yolunda cihad ederler, bu yüzden kınayanın kınamasından korkmazlar. Hem sonra insanların kınamasından nasıl korkarlar ki; onlar, insanların Rabbinin sevgisini garantilemişlerdir. Allah'ın kanununa uydukları ve O'nun sistemini hayata egemen kıldıklarına göre, insanların alışkanlıklarını, ulusal geleneklerini ve cahiliyenin genel geçer törelerini dikkate alırlar mı hiç?
Hayat ölçülerini ve hükümlerini insanların arzularına dayandıranlar, yardım ve desteği insanlardan bekleyenler, insanların yergisinden çekinirler. Ancak insanların arzularına, ihtiras ve değer yargılarına hakim olması için Allah'ın terazisine, kriter ve değerlerine başvuranları, gücünü ve onurunu Allah'ın gücünden ve O'nun verdiği onurdan alanları, insanların ne söyledikleri ve ne yaptıkları hiç ilgilendirmez. Bu insanların durumu ne olursa olsun, realiteleri ne olursa olsun. Bu insanların uygarlıkları, bilim ve kültürleri ne düzeyde olursa olsun, durum değişmeyecektir.

Biz insanların söylediklerini, yaptıklarını, sahib oldukları üzerinde uzlaşma sağladıkları şeyleri, pratik hayatlarında edindikleri değer ve ölçüleri, her zaman göz önünde bulundururuz. Çünkü biz; ölçü, kriter ve değerlendirme konusunda baş vuracağımız temelden habersiz ya da yanılgı içindeyiz. Bunun Allah'ın sistemi, şeriatı ve hükmü olduğundan haberimiz yok. Oysa sadece O gerçektir. Ona karşıt olan herşey de batıldır, boştur. İsterse milyarların geleneği olsun, onlarca asır boyunca gelip geçen ulusların üzerinde birleştikleri bir şey olsun.

Sırf şu anda mevcuttur, realite budur, milyonlarca insan tarafından benimsemektedir. Ona göre yaşamakta ve hayatları için bir temel edinmektedir diye, hiçbir kurum, gelenek ve görenek ya da değer yargısı bir anlam ifade etmez. Bu ölçüyü, İslâm düşüncesi kabul etmez. Herhangi bir durumun, gelenek ve göreneğin veya değer yargısının bir anlam ifade etmesi için, Allah'ın sisteminden bir temele dayanması gerekmektedir. Değer ve ölçülerin alındığı tek kaynak budur.

Bu yüzden, mümin topluluk, Allah yolunda cihad ederken kınayanların kınamasından korkmaz. Bu, seçkin mûminlerin karakteristik özellikleridir.

Sonra, Allah tarafından seçilmeleri, O'nunla seçkin m3uminler arasındaki karşılıklı sevgi, onların özellikleri ve ünvanları haline getirdiği bu karakteristik çizgiler, onların gönlünde yer eden Allah'a güven duygusu, cihada girişirken O'nun yol göstericiliğine göre hareket etmeleri... Evet tüm bunlar Allah'ın lütfudur.

"Bu Allah'ın bağışıdır, onu dilediğine verir."

Bu lütfundan ve sınırsız bilgisinden verir. Yüce Allah'ın ilminden ve takdirinden dilediği için seçtiği bu bağıştan daha bol ne olabilir ki?

Yüce Allah, iman sıfatına uygun düşen tek dostluk yönünü de müminlere göstererek, dost olacakları kimseleri açıklamaktadır:

"Sizin dostunuz ancak Allah, O'nun peygamberi ve namaz kılan, zekat veren, rukua varan mûminlerdir."

Ayet bu şekilde kesin ifadelidir. Bir demogojiye ve tevile imkan bırakmamaktadır. İslâmî hareketin ya da İslâm düşüncesinin cıvıklaştırılmasına fırsat vermemektedir.

Gerçekte işin böyle olması zorunludur da. Çünkü sorun -dediğimiz gibi özünde inanç sorunudur, bu inanca göre hareket etme sorunudur. Dostluğun bütünüyle Allah'a özgü olması için, mutlak anlamda O'na güvenilmesi için, "din" olarak İslâm'ın benimsenmesi için, sorunun müslüman saf ile İslâm'ı din edinmeyen, onu hayat düzeni olarak benimsemeyen, diğer sıfatların ayrılığı sorunu olarak algılanması için ve İslâmî hareket, ciddiyet ve düzen bulunması için. Biricik önderlikten ve yegane sancaktan başka kimsenin dostluğu söz konusu değildir. Mumin topluluktan başkasıyla yardımlaşma mümkün değildir. Çünkü İslâm'ın hayat düzeninde işbirliği, inançtan kaynaklanmaktadır.

İslâm'ın sırf isimden ibaret olmaması, bir arma ve sembol olarak kalmaması, dille söylenen bir kelimeden, nesilden nesile geçen bir kültür mirasından ya da herhangi bir bölgede oturanlara özgü bir sıfattan ibaret olmaması için, ayetin akışı müminlerin belli başlı karakteristik özelliklerini açıklamaktadır:

"...Namaz kılan, zekat veren, rukua varan mûminler.."

Onların belirgin sıfatlarından biri namaz kılmaktır. -Sırf eda etmek değil namaz kılmaktan, eksiksiz eda edilmesi kastedilmektedir. Bu şekilde kılmaktan, yüce Allah'ın şu ayette belirlediği sonuçlar doğmaktadır:

"Kuşkusuz namaz, insanı kötülükten ve çirkin şeyleri yapmaktan alıkoyar." (Ankebut Suresi, 45)

Kıldığı namaz kişiyi kötülükten ve çirkin şeyleri yapmaktan alıkoymuyorsa bu, namaz dosdoğru kılınmamış demektir. Çünkü şayet Allah'ın söylediği şekilde kılınmış olsaydı, kuşkusuz onu bunlardan alıkoyardı.

Bir diğer sıfatları da zekat vermektir. Yani gönül hoşnutluğu ve isteğiyle Allah'ın emrine itaat etmek ve O'na yaklaşmak amacıyla malın hakkını vermektir. Kuşkusuz zekat yalnızca mâli bir vergi değildir. O, aynı zamanda ibrettir de. Ya da ibadettir. Bu da bir tarzda değişik hedefleri gözeten İslâm düzeninin belirgin bir özelliğidir. Bir hedefi gerçekleştirirken, birkaç hedefi göz ardı eden yeryüzü düzenlerinin hiçbiri böyle değildir.

Toplumun durumunu düzeltmek için, uygar anlamda ve malın vergisini toplamak veya devlet adına, ya da halk adına yahut herhangi bir yeryüzü mercii adına zenginlerden alıp fakirlere vermek yeterli değildir. Bu haliyle sadece bir tek hedef gerçekleştirilmiş olur; ihtiyaç sahiblerine mal ulaştırmak.

Zekat ise; ismi ve anlamı, amacını belirlemektir. Herşeyden önce zekat, temizlik ve gelişmedir. Allah'a yönelik bir kulluk şekli olmakla ve beraberinde fakir kardeşlerine karşı insana güzel duygular ilham ettirmekle, vicdan temizliğini sağlamaktadır. Allah için açılan bir kulluk olmasından dolayı, bu eylemi gerçekleştiren de ahiratte güzel bir mukafât alma ümidini doğurmaktadır. Bereketle ve bereketli ekonomik düzenle, malının dünya hayatında artacağını ummasını sağladığı gibi. Sonra, zekatı alan fakirlerin gönüllerinde güzel duygular uyandırır. Zenginlerin mallarında kendileri için bir hak belirlemekle yüce Allah'ın, kendilerine lütfettiğini anlarlar. Artık zengin kardeşlerine karşı kin ve çekemezlik duygularına kapılamazlar. -Bununla beraber İslâm düzeninde zenginlerin helal yollarla mal kazandığını, maldan paylarına düşeni toplarken hiç kimseye haksızlık etmediklerini de hatırlatalım. Son olarak bu hoşnut, iyi, güzel atmosferde; zekat, temizlik ve gelişme atmosferinde malî bir vergiyi de yerine getirmiş oluyor.

Zekat vermek, müminlerin hayatî işlerde Allah'ın şeriatına uyduklarını gösteren en belirgin özelliklerinden biridir. Bu, aynı zamanda her işlerinde, yüce Allah'ın otoritesini kabul ettiklerini de göstermektedir. İşte İslâm budur.

"...Rukua varan mûminler.."

Bu onların karakteristik durumudur. Sanki sürekli olarak asıl durumları budur. Bu nedenle, "namaz kılanlar" sıfatıyla yekinilmemektedir. Bu yeni özellik, daha genel ve daha kapsayıcı bir özelliktir. Çünkü bu gönüllerde sürekli durumları buymuş gibi bir düşünce uyandırıyor. Onların en belirgin özellikleri ve onunla tanındıkları bu özelliktir.

Bu tür münasebetlerle, Kur'an'ın ifade tarzının uyandırdığı ilhamlar, ne kadar da etkileyicidir.

Yüce Allah, kendisine güvenmelerine, O'na sığınmalarına, sırasıyla yalnızca O'na, peygamberine ve müminlere dost olmalarına ve tamamen Allah için oluşmuş saffın dışında tüm saflardan bütünüyle ayrılmalarına karşılık, müminlere yardım ve galibiyet vaad etmektedir.

"Kim Allah'ı, peygamberi ve müminleri dost edinirse bilsin ki, gâlib gelecek olanlar, yalnız Allah'ın tarafını tutanların grubudur."

Bu galibiyet sözü, imandan kaynaklanan bir kuralın açıklanmasından sonra yer almaktadır. Bu kural Allah'a, peygamberine ve müminlere yönelik dostluktur. Ayrıca bu, yahudi ve hristiyanları dost edinmemeye, bunun müslüman saftan ayrılıp yahudi ve hristiyanların safına katılmak olduğuna, aynı zamanda dinden dönmek anlamına geldiğine ilişkin bir uyarıdır.

Burada Kur'an'ın genel bir yaklaşımı göze çarpmaktadır. Yüce Allah, sadece İslâm daha iyidir diye teslim olmalarını istemektedir müslümanlardan. İleride galip geleceği, yeryüzüne egemen olacağı için değil. Bunlar zamanı gelince gerçekleşecek sonuçlardır. Sadece yüce Allah'ın, bu dini yerleştirmesine ilişkin takdirini gerçekleştirmek için meydana gelirler, insanları bu dine girmeye teşvik etmek için değil. Müslümanların gâlib gelmelerinde kendileri için herhangi bir şey söz konusu değildir. Ne benlikleri ne de kişilikleri için bir pay çıkarmazlar. Bu, sadece onların eliyle gerçekleşen Allah'ın kaderidir. Bunu, akideleri için bahşetmiştir yüce Allah, şahıslardan dolayı değil. Elbette bu uğurda sarf ettikleri çabanın mukafatını alacaklardır. Bu dinin yeryüzüne yerleşmesinin ve bu yerleşmeden dolayı yeryüzünün ıslah olmasının doğurduğu sonuçların sevabını alacaklardır.

Aynı şekilde yüce Allah, kalplerini sağlamlaştırmak, onları karşılarına çıkan red engellerden kurtarmak için, müslümanlara gâlibiyet vaad etmektedir. -Bunlar çoğu zaman son derece çürük engellerdir- Sonuçtan emin olunca, sıkıntıları aşma ve zorlukları atlama konusunda kalpleri daha bir güçlenir. Allah'ın müslüman ümmete vaadettiği gâlibiyetin, kendi elleriyle gerçekleşmesini isterler. Böylece bu uğurda yaptıkları cihadın, Allah'ın dinini yeryüzüne yerleştirmenin ve bu yerleştirmenin doğurduğu sonuçların mükafatını hakketmiş olurlar.

Bu ayetin burada yer alması, o günkü müslüman kitlenin durumunu ve Allah'ın taraftarlarının oluşturduğu grubun gâlib geleceğine ilişkin kuralın hatırlatılması gibi müjdelere ne kadar ihtiyaç duyduğunu göstermektedir. Bunu da sûrenin bu bölümünün indiriliş tarihine ilişkin tercih ettiğimiz görüşten anlıyoruz.

Sonuçta zaman ve mekanla bir ilişkisi bulunmayan şu kuralı öğrenmiş oluyoruz. Bu kuralın, Allah'ın değişmez yasalarından biri olmasıyla güven duyuyoruz. Kimi çarpışmalarda ve bazı konumlarda mümin topluluk bozguna uğramış olsa da, durum değişmeyecektir. Hiçbir zaman değişmeyen yasa; Allah'ın hizbini (taraftarlarını) oluşturanların galip olacaklarıdır. Kuşkusuz Allah'ın kesin vaadi, yolun kimi aşamalarında beliren durumlardan daha doğrudur. Allah'ı, peygamberi ve müminleri dost edinmek, yolun sonunda Allah'ın vaadinin yerine gelmesine bir araç konumundadır.

Sonra... Kur'an'ın sunuş tarzı, müminleri inançlarına karşı çıkan Kitap Ehli ve müşriklerin dostluğundan alıkoymak ve bu imana dayalı kuralı, vicdanlarına, duygu ve akıllarına yerleştirmek için, İslâm düşüncesinde ve İslâmî harekette, bu kuralın önemine işaret eden çeşitli yöntemlere başvurmuştu.

Birinci çağrıda; doğrudan yasaklama ve yüce Allah'ın katından bir fetih veya olayla münafıkları ortaya çıkarması şeklindeki korkutma yöntemine başvurmuştu. İkinci çağrıda; Allah'ın, peygamberinin ve müminlerin düşmanlarını dost edinmek suretiyle dinden dönmekten (irtidat) sakındırma ve Allah tarafından sevilen ve Allah'ı sevenlerin oluşturduğu seçkinler topluluğundan olmalarını teşvik etmek ve Allah'ın her zaman gâlib hizbine yardım vaad etme yöntemlerine başvurmuştu.

Şimdi ise; Kur'an-ı Kerim'in bu derste yeralan, mûminlere yönelik üçüncü çağrıyla; gönüllerine, düşmanlarının eğlence ve alaya aldıkları dinlerini, ibadetlerini ve namazlarını koruma duygusunu serptiğini görüyoruz. Dostluklarından alıkoyma noktasında Ehli Kitab ile diğer kafirleri de bir tuttuğunu, bunu Allah'tan korkmaya bağladığını görüyoruz. Bu arada bu çağrıya kulak vermeyi, iman sıfatıyla irtibatlandırdığını, kafirlerin ve Ehli Kitab'ın marifetlerini kınadığını, onları akıl etmezler olarak nitelediğini görüyoruz:




Şehid Hattab Belgeseli - FULL

 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt