H
Çevrimdışı
CİHADA GİTMEYE KORKUYORUM! ACABA BU KORKUMU NASIL YENEBİLİRİM?
Bil ki korkaklık, cesaretin zıddıdır. Cesaret ise kalbin, murad edilen şeye yöneldiğinde o şey üzerinde sabit durmasıdır. Bu, bütün olgunlukları elde etmede asıldır. Kurtuluş bütün bu yüce makamlardadır. Kalbin sabit durması ancak akıl ve mizacın selametiyle mümkündür. Eğer kalp bir kusur ve aşırılıktan dolayı zayıflarsa bu, korkaklık sebebi olur. Eğer kuvvette aşırı giderse ve normaldan çıkarsa bu da tehlikelidir. Her ikisi de kötülenmiştir. İstenilen ise kalbin ifrat ile tefrit arasında orta bir yol takip etmesidir. İşte bu orta yol, cesaretin sebebi ve kaynağıdır.
Korkak olan kimsenin, sebeplerini ortadan kaldırmak suretiyle korkaklığı tedavi etmesi gerekir: Korkaklığın sebebi ise ya cahilliktir ve islam hakikatinin bilinmemesidir ki bu tecrübe ile giderilir. Korkaklığın bir diğer sebebi de zayıflıktır, bu da kişide tabii ve adet haline gelinceye kadar korkulan fiilleri ardarda yapmaktır.
Bunun örneği şuna benzer: Bir kimse girişmiş olduğu ilk tartışmalada, imamlıkta, hutbede, vaazda ve kral ve büyük kimselerin önünde korkuyor, takatsiz kalıyor ve dili dolaşıyor. Bu, ancak kalp zayıflığı sebebiyle ve alışmadığı bir şeyle karşılaşması dolayısıyla dır. Eğer bunu defalarca tekrar ederse zayıflık ondan gider. Çünkü çoğunluğa göre ahlak, değişim ve dönüşümü kabul eder. Bu konuda çocuğun, büyütüp terbiye etmek için yılanı korkmadan çekinmeden tutması ve cesur bir kahramanın ise ondan kaçıp korkması sana delil olarak yeter. Bu durum, çocuğun bu işle çokça meşgul olmasından başka bir şey değildir. Nefse yılandan nefret etme duygularını öğreten öğretici şeylerin peyderpey olmasıdır. Ta ki sonuçta nefis, yılanla yakınlık peyda edecek duruma gelir, ona yaklaşır ve korkmaz. Aynı alışkanlığın olmamasından dolayı çocuk kurbağa gibi şeylerden bile korkar. Aynı durumu vahşi ve yırtıcı hayvanların insanoğluna alışmasında da görüyoruz. Bu hayvanlar bu yaklaşımda bulunurken kendi yapılarını, insanoğlundan kaçma, parçalama özelliklerinden sıyrılarak oluştururlar.
Kendileriyle yakınlık oluşturulanların tecrübesi koç vb. gibi kendi cinsinin fertlerini kırıp geçirme, zorla bastırma ve parçalamakla olur. Kedi ve fare gibi sıradan hayvanlar arasında dostluk oluşması da bunun gibidir. Hatta ben defalarca farenin kediye binip indiğini ve tırmandığını gördüm. Kedi fareyi ısırmıyor, fare de kediden kaçmıyordu. Aynı şekilde kedinin köpekten nefret etmesine rağmen onunla dostluk kurduğunu da gördüm. O kadar ki onun üzerine binip iniyordu. Bütün bunlar talim ve terbiye ile neticeye ulaşma hususunda alıştırma yapmakla olur.
O halde durum böyle olunca insan, talimi kabul etmeye, yapısını bir şeye alıştırmaya ve ahlakını süratlen değiştirmeye hayvandan daha elverişlidir. Çünkü onun cevherinde hayır ve şerrin hepsini kabul etme yeteneği vardır. Bu, sağduyu sahibi ve doğru tabiatlı kimselerin inkar edemeyeceği bir durumdur. Bil ki nefsin kuvveti ve kesin zafer sağlayan azim Ali (radıyallahu anh)’nın da dediği gibi zafere ulaşmanın sebebidir. Ali (radıyallahu anh)’a "Kahramanı nasıl yendin?" diye sorulduğunda şöyle dedi: "Adamla karşılaştım. Onu öldürmek istiyordum. Aynı şekilde o da beni öldürmek istiyordu. Ancak ben onu öldürdüm. Çünkü ben ve bizzat düşmanımın nefsi onun aleyhinde yardımlaşıyorduk.” Yani herşey nefiste biter. Kişi düşmanını ilk önce ihlâs ve samimiyetiyle yenmeyi bilmelidir. Gurur ve kibirden, korkudan arındırarak hasmına galip gelmelidir.
Bazıları şöyle nasihat etmiştir: “Savaşta kalbinizi cüretle uyarın! Çünkü bu, zaferin sebebidir.”
Eskilerin sözlerinden birisi de şöyledir: “Kim düşmanını korkutursa kendine bir asker teçhiz etmiş olur.” Yani düşmanın korkar ve sen korkmaz isen; savaşa bir sıfır galip başlamış olursun.
Hiç şüphesiz savaştan kaçarken öldürülenler, öne atılırken öldürülenlerden daha çoktur. Şair şöyle demiştir: İnsanların arkasından gelen üzüntüyle ölür, Cesur ise lezzetle kurtulur.
Mümin için ölüm bir diriliştir. O halde yeniden hayata gelmek için ölümden neden korksun ki?
Hezimet, ölüm sofralarından bir sofradır. Düşmanı mutlu eden, yenileni rezil eden bir durumdur. Her isteğe kavuşma ve korkulanı defetmek ancak cesaretle elde edilir.
İnsan, bir kişiye malından bir şeyler vermek isterse ve imanı da zayıfsa o şeye ihtiyacı olacak diye nefsine güç yetiremez. Nitekim Allah (Subhanehu ve Teala) “Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size kötülüğü emreder.” (Bakara, 268) buyurmuştur.
Sadakayı gizleyen kimseler, mahlûkatın en şiddetlileridir. Burada kast edilen bedeninin şiddeti değil, kalp kuvveti, emirleri yerine getirmek ve yasaklardan sakınmaktır. İnsan iyiliklere meyletmeyi ve kötülükleri defetmeyi kalp kuvveti denilen cesaretten başkasıyla elde edemez.
İmam Ebu Bekir et-Tartuşi “Sirac'ul Muluk” adlı eserinde şöyle demiştir:
-Kalp kuvvetiyle emirler yerine getirilir ve kötülükler son bulur.
Kalp kuvvetiyle faziletler elde edilir. Rezilliklere bulaşmak ve hevaya tabi olmak da son bulur.
-Kalp kuvvetiyle arkadaş arkadaşının eza ve cefasına sabreder.
-Kalp kuvvetiyle sırlar tutulur ve ayıplar örtülür.
-Kalp kuvvetiyle zor işlere girişilir ve büyük yükler yüklenilir. Yine kalp kuvvetiyle kişilerin ahlakına sabredilir.
-Kalp kuvvetiyle adalet ve basiretin gerekli kıldığı işler başarılır. Yine kalp kuvvetiyle, kalpleri kin ve hınçla dolu olan kimselere karşı gülünür.”
-Ebu Derda (radıyallahu anh) şöyle demiştir: “Bazı kimselere kalplerimiz lanet etse de yüzlerine gülerdik.”
-Ali b. Ebu Talib (radıyallahu anh) da şöyle demiştir: “Uzak durmamız gereken birçok kimseyle tokalaşırdık.”
İmam Ebu Bekir et-Tartuşi der ki: “Bil ki cesaret üç çeşittir:
1. İki taraf karşılaşıp birbirine girdiğinde ve birbirlerine kini olanlar kozlarını paylaştıkları sırada saftan öne çıkıp "Savaşacak kimse yok mu?" diyen kimsenin cesareti.
2. İki topluluk birbirine karıştığında ve kimse ölümün nereden geldiğini bilemediğinde sakin olan, dehşetin kendisini yıldırmadığı ve işine hakim olup bizzat ayakta kalan kimsenin cesareti.
3. Arkadaşları hezimete uğradığı zaman idareyi ele alıp topluluğu düşmana yönlendiren, arkadaşlarının kalbini güçlendiren, onlara güzel sözler söyleyip cesaretlendiren, düşeni doğrultup duranı hareketlendiren kimsenin cesareti ki düşman ondan ümitsizliğe düşer.
İşte bu sonuncusu cesaretlerin en güzelidir. Bu gibi kimseler hakkında şöyle denilmiştir: “Kaçanların arkasındaki savaşçı, gafillerin arkasında mağfiret dileyen kimse gibidir.”
Kaybeden üzerindeki hakkından vazgeçmek kerim olanın iyiliğindendir. Bil ki cesurların en cesuru, Allah'ın kendisine mülk verip de bu mülkle düşmanların en yamanını kahreden kimsedir. Hiç şüphesiz bu düşman kişinin kendi nefsidir. Kim nefsine sahip olup şeriatın vacip kıldığı savaşta öne geçme, hücum etme, geri durmama, günah işlememe ve düşmana sırt çevirmeme gibi emirlere riayet ederse işte o, gerçek cesurdur. Yoksa hevasına uymada ve sapıklıkta ısrar eden, arzusunda inat eden, zorluk, sıkıntı ve elemlere karşı ilk cahiliye alışkanlığında olduğu gibi direnen kimse cesur değildir.
Ebu Hureyre (radıyallahu anh)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Güçlü kimse güreşte hasmını yenen değildir. Asıl güçlü, öfke anında kendine hakim olandır.”[1]
Ömer b. Hattab (radıyallahu anh) şöyle demiştir: “Kişinin iyiliği takvasıdır. Dini ve mahlukata karşı olan olgunluğu ona yeter. Cesaret ve korkaklık, Allah'ın dilediği şekilde fıtrata yerleştirdiği huylardır. Korkak olan anasından babasından kaçar. Cesur olan ise kendisini ilgilendirmeyen konularda bile dövüşür. Şehid ise nefsini hesaba çekendir.”
Bil ki öne geçmek eceli öne almaz. Korkaklık da hiçbir emele ulaştırmaz. Bilakis korkaklık fırsatların elden gitmesine sebeptir, düşmana ve hasma yardımdır. Ölüm meydanından ayakların kaymasıdır. Bu yüzden araplar şöyle demiştir: Cesaret korunma, korku ölümdür.
Şüphesiz korku, kişinin en şerli huyudur.
Ebu Hureyre (radıyallahu anh)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İnsandaki en şerli özellik, ısrar edilen cimrilik ve alıkoyucu korkaklıktır.”[2]
Hadiste geçen “alıkoyucu korkaklık” sözünün manası; kalbi şiddetle istila eden ve başka şeyleri kalpten çıkaran korkaklıktır. Gerçekte korkaklık, kişiyi kader hakkında şüphe etmeye ve Allah (Subhanehu ve Teala)’ya karşı su-i zanda bulunmaya iter.
Cesur kimseler ise Allah (Subhanehu ve Teala)’ya karşı hüsnü zan beslerler. Çünkü onlar, ecelin azalmayacağını veya çoğalmayacağını yakin derecesinde bilirler. Nitekim Allah (Subhanehu ve Teala) şöyle buyurmuştur: “Onların eceli geldiğinde ne bir saat ileri ne de geri alınır.” (Nahl, 61)
-Abdullah b. Abbas (radıyallahu anhuma)’dan rivayet edildiğine göre o, şöyle demiştir: “Bir gün Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in terkisinde iken bana "Ey oğul! Sana bazı kelimeler öğreteceğim. Allah’ı (dinini) koru ki, Allah da seni korusun. Allah’ı koru ki O’nu karşında bulasın. İstediğin zaman Allah’tan iste! Yardım dilediğin zaman da Allah’tan yardım dile! Bil ki ümmet eğer sana bir şeyle fayda vermek üzere toplansa, sana ancak Allah’ın yazdığı şey ile fayda verebilirler. Yine eğer sana bir şey ile zarar vermek üzere toplansalar ancak Allah’ın yazdığı şeyle sana zarar verebilirler. Kalemler kaldırıldı ve sahifeler kurudu" buyurdu.”[3]
Görüyor musun kardeşim! Rasulullah ne buyurdu: Allah’ı (dinini) koru ki, Allah da seni korusun. Yani biz ne kadar dinimizi korursak Allah da bizi hem bu dünay da ve hem de ahirette bizi koruyacak. En güçlü ve cesur koruyucuya sahip olan hiç korkar mı? Geri adım atar mı? Cennetin kokusunu almış, cennetten nasıl uzak kalır ki?
Rasulullah devamla: “Allah’ı koru ki O’nu karşında bulasın: Sübhanallah! Biz Rabbimizin dinin için mücadele eder, cihad edersek hep bizim karşımızda bizimle olan, hemen yanı başımızda bulacağımız Rabbimi var. Bu ne demektir biliyormusun? Her şeyin yaratıcı, sahibi, her şeye güç ve kuvvet verenin senin yanında olması demektir. O Halde sana asla mağlubiyet yoktur.
“De ki: Siz bizim için ancak iki iyilikten birini beklemektesiniz. Biz de, Allah'ın, ya kendi katından veya bizim elimizle size bir azap vermesini bekliyoruz. Haydi, bekleyin; şüphesiz biz de sizinle beraber beklemekteyiz.” (Tevbe, 52)
Abdullah b. Amr b. As (radıyallahu anhuma)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah yolunda gaza ederek ganimet alan ve selametle kalan hiçbir ordu yoktur ki, ahirette alacakları ecirlerinin üçte ikisini peşin almış olmasınlar. Ancak ganimet almadan gaza edip boş elle dönen, korkan ve esir düşen hiçbir ordu da yoktur ki ecirleri tamam verilmesin…”[4]
Ümmü Malik el-Behziyye (radıyallahu anha) der ki: “Rasululah (sallallahu aleyhi ve sellem) yakın bir fitneden bahsetti. Kendine "Ey Allah'ın Rasulu! O fitneler esnasında en hayırlı olan kimdir?" dedim. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: Sürüsünü güderken hakkını veren ve Rabbine ibadet eden adam ile atının başını tutup düşmanını korkutan, düşmanının da kendisini korkuttuğu kimsedir.”[5]
İbni Ebi Şeybe’nin, Selman-ı Farisi (radıyallahu anh)’dan rivayet etttiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah yolunda cihad eden müminin korkudan dolayı kalbi çarpsa, hurmanın salkımından düştüğü gibi hata ve günahları düşer.”
Hazırlayan: Ebu Nidal El-Ensari.
İbni Nehhas’ın (r.a) “Cihad” adlı eseriden faydalanılarak hazırlanmıştır.
[1] Buhari, Edeb, 7/19; Müslim, Birr ve Sıla, 4/2014.
[2] Ebu Davud, Cihad, 3/26; Mevariduz Zaman, sy.207. Hadis sahihtir.
[3] Tirmizi, 2516. İmam Tirmizi hadisin “Hasen sahih” olduğunu söylemiştir.
[4] Müslim, 1906.
[5] Tirmizi, 3/320.
Bil ki korkaklık, cesaretin zıddıdır. Cesaret ise kalbin, murad edilen şeye yöneldiğinde o şey üzerinde sabit durmasıdır. Bu, bütün olgunlukları elde etmede asıldır. Kurtuluş bütün bu yüce makamlardadır. Kalbin sabit durması ancak akıl ve mizacın selametiyle mümkündür. Eğer kalp bir kusur ve aşırılıktan dolayı zayıflarsa bu, korkaklık sebebi olur. Eğer kuvvette aşırı giderse ve normaldan çıkarsa bu da tehlikelidir. Her ikisi de kötülenmiştir. İstenilen ise kalbin ifrat ile tefrit arasında orta bir yol takip etmesidir. İşte bu orta yol, cesaretin sebebi ve kaynağıdır.
Korkak olan kimsenin, sebeplerini ortadan kaldırmak suretiyle korkaklığı tedavi etmesi gerekir: Korkaklığın sebebi ise ya cahilliktir ve islam hakikatinin bilinmemesidir ki bu tecrübe ile giderilir. Korkaklığın bir diğer sebebi de zayıflıktır, bu da kişide tabii ve adet haline gelinceye kadar korkulan fiilleri ardarda yapmaktır.
Bunun örneği şuna benzer: Bir kimse girişmiş olduğu ilk tartışmalada, imamlıkta, hutbede, vaazda ve kral ve büyük kimselerin önünde korkuyor, takatsiz kalıyor ve dili dolaşıyor. Bu, ancak kalp zayıflığı sebebiyle ve alışmadığı bir şeyle karşılaşması dolayısıyla dır. Eğer bunu defalarca tekrar ederse zayıflık ondan gider. Çünkü çoğunluğa göre ahlak, değişim ve dönüşümü kabul eder. Bu konuda çocuğun, büyütüp terbiye etmek için yılanı korkmadan çekinmeden tutması ve cesur bir kahramanın ise ondan kaçıp korkması sana delil olarak yeter. Bu durum, çocuğun bu işle çokça meşgul olmasından başka bir şey değildir. Nefse yılandan nefret etme duygularını öğreten öğretici şeylerin peyderpey olmasıdır. Ta ki sonuçta nefis, yılanla yakınlık peyda edecek duruma gelir, ona yaklaşır ve korkmaz. Aynı alışkanlığın olmamasından dolayı çocuk kurbağa gibi şeylerden bile korkar. Aynı durumu vahşi ve yırtıcı hayvanların insanoğluna alışmasında da görüyoruz. Bu hayvanlar bu yaklaşımda bulunurken kendi yapılarını, insanoğlundan kaçma, parçalama özelliklerinden sıyrılarak oluştururlar.
Kendileriyle yakınlık oluşturulanların tecrübesi koç vb. gibi kendi cinsinin fertlerini kırıp geçirme, zorla bastırma ve parçalamakla olur. Kedi ve fare gibi sıradan hayvanlar arasında dostluk oluşması da bunun gibidir. Hatta ben defalarca farenin kediye binip indiğini ve tırmandığını gördüm. Kedi fareyi ısırmıyor, fare de kediden kaçmıyordu. Aynı şekilde kedinin köpekten nefret etmesine rağmen onunla dostluk kurduğunu da gördüm. O kadar ki onun üzerine binip iniyordu. Bütün bunlar talim ve terbiye ile neticeye ulaşma hususunda alıştırma yapmakla olur.
O halde durum böyle olunca insan, talimi kabul etmeye, yapısını bir şeye alıştırmaya ve ahlakını süratlen değiştirmeye hayvandan daha elverişlidir. Çünkü onun cevherinde hayır ve şerrin hepsini kabul etme yeteneği vardır. Bu, sağduyu sahibi ve doğru tabiatlı kimselerin inkar edemeyeceği bir durumdur. Bil ki nefsin kuvveti ve kesin zafer sağlayan azim Ali (radıyallahu anh)’nın da dediği gibi zafere ulaşmanın sebebidir. Ali (radıyallahu anh)’a "Kahramanı nasıl yendin?" diye sorulduğunda şöyle dedi: "Adamla karşılaştım. Onu öldürmek istiyordum. Aynı şekilde o da beni öldürmek istiyordu. Ancak ben onu öldürdüm. Çünkü ben ve bizzat düşmanımın nefsi onun aleyhinde yardımlaşıyorduk.” Yani herşey nefiste biter. Kişi düşmanını ilk önce ihlâs ve samimiyetiyle yenmeyi bilmelidir. Gurur ve kibirden, korkudan arındırarak hasmına galip gelmelidir.
Bazıları şöyle nasihat etmiştir: “Savaşta kalbinizi cüretle uyarın! Çünkü bu, zaferin sebebidir.”
Eskilerin sözlerinden birisi de şöyledir: “Kim düşmanını korkutursa kendine bir asker teçhiz etmiş olur.” Yani düşmanın korkar ve sen korkmaz isen; savaşa bir sıfır galip başlamış olursun.
Hiç şüphesiz savaştan kaçarken öldürülenler, öne atılırken öldürülenlerden daha çoktur. Şair şöyle demiştir: İnsanların arkasından gelen üzüntüyle ölür, Cesur ise lezzetle kurtulur.
Mümin için ölüm bir diriliştir. O halde yeniden hayata gelmek için ölümden neden korksun ki?
Hezimet, ölüm sofralarından bir sofradır. Düşmanı mutlu eden, yenileni rezil eden bir durumdur. Her isteğe kavuşma ve korkulanı defetmek ancak cesaretle elde edilir.
İnsan, bir kişiye malından bir şeyler vermek isterse ve imanı da zayıfsa o şeye ihtiyacı olacak diye nefsine güç yetiremez. Nitekim Allah (Subhanehu ve Teala) “Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size kötülüğü emreder.” (Bakara, 268) buyurmuştur.
Sadakayı gizleyen kimseler, mahlûkatın en şiddetlileridir. Burada kast edilen bedeninin şiddeti değil, kalp kuvveti, emirleri yerine getirmek ve yasaklardan sakınmaktır. İnsan iyiliklere meyletmeyi ve kötülükleri defetmeyi kalp kuvveti denilen cesaretten başkasıyla elde edemez.
İmam Ebu Bekir et-Tartuşi “Sirac'ul Muluk” adlı eserinde şöyle demiştir:
-Kalp kuvvetiyle emirler yerine getirilir ve kötülükler son bulur.
Kalp kuvvetiyle faziletler elde edilir. Rezilliklere bulaşmak ve hevaya tabi olmak da son bulur.
-Kalp kuvvetiyle arkadaş arkadaşının eza ve cefasına sabreder.
-Kalp kuvvetiyle sırlar tutulur ve ayıplar örtülür.
-Kalp kuvvetiyle zor işlere girişilir ve büyük yükler yüklenilir. Yine kalp kuvvetiyle kişilerin ahlakına sabredilir.
-Kalp kuvvetiyle adalet ve basiretin gerekli kıldığı işler başarılır. Yine kalp kuvvetiyle, kalpleri kin ve hınçla dolu olan kimselere karşı gülünür.”
-Ebu Derda (radıyallahu anh) şöyle demiştir: “Bazı kimselere kalplerimiz lanet etse de yüzlerine gülerdik.”
-Ali b. Ebu Talib (radıyallahu anh) da şöyle demiştir: “Uzak durmamız gereken birçok kimseyle tokalaşırdık.”
İmam Ebu Bekir et-Tartuşi der ki: “Bil ki cesaret üç çeşittir:
1. İki taraf karşılaşıp birbirine girdiğinde ve birbirlerine kini olanlar kozlarını paylaştıkları sırada saftan öne çıkıp "Savaşacak kimse yok mu?" diyen kimsenin cesareti.
2. İki topluluk birbirine karıştığında ve kimse ölümün nereden geldiğini bilemediğinde sakin olan, dehşetin kendisini yıldırmadığı ve işine hakim olup bizzat ayakta kalan kimsenin cesareti.
3. Arkadaşları hezimete uğradığı zaman idareyi ele alıp topluluğu düşmana yönlendiren, arkadaşlarının kalbini güçlendiren, onlara güzel sözler söyleyip cesaretlendiren, düşeni doğrultup duranı hareketlendiren kimsenin cesareti ki düşman ondan ümitsizliğe düşer.
İşte bu sonuncusu cesaretlerin en güzelidir. Bu gibi kimseler hakkında şöyle denilmiştir: “Kaçanların arkasındaki savaşçı, gafillerin arkasında mağfiret dileyen kimse gibidir.”
Kaybeden üzerindeki hakkından vazgeçmek kerim olanın iyiliğindendir. Bil ki cesurların en cesuru, Allah'ın kendisine mülk verip de bu mülkle düşmanların en yamanını kahreden kimsedir. Hiç şüphesiz bu düşman kişinin kendi nefsidir. Kim nefsine sahip olup şeriatın vacip kıldığı savaşta öne geçme, hücum etme, geri durmama, günah işlememe ve düşmana sırt çevirmeme gibi emirlere riayet ederse işte o, gerçek cesurdur. Yoksa hevasına uymada ve sapıklıkta ısrar eden, arzusunda inat eden, zorluk, sıkıntı ve elemlere karşı ilk cahiliye alışkanlığında olduğu gibi direnen kimse cesur değildir.
Ebu Hureyre (radıyallahu anh)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Güçlü kimse güreşte hasmını yenen değildir. Asıl güçlü, öfke anında kendine hakim olandır.”[1]
Ömer b. Hattab (radıyallahu anh) şöyle demiştir: “Kişinin iyiliği takvasıdır. Dini ve mahlukata karşı olan olgunluğu ona yeter. Cesaret ve korkaklık, Allah'ın dilediği şekilde fıtrata yerleştirdiği huylardır. Korkak olan anasından babasından kaçar. Cesur olan ise kendisini ilgilendirmeyen konularda bile dövüşür. Şehid ise nefsini hesaba çekendir.”
Bil ki öne geçmek eceli öne almaz. Korkaklık da hiçbir emele ulaştırmaz. Bilakis korkaklık fırsatların elden gitmesine sebeptir, düşmana ve hasma yardımdır. Ölüm meydanından ayakların kaymasıdır. Bu yüzden araplar şöyle demiştir: Cesaret korunma, korku ölümdür.
Şüphesiz korku, kişinin en şerli huyudur.
Ebu Hureyre (radıyallahu anh)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İnsandaki en şerli özellik, ısrar edilen cimrilik ve alıkoyucu korkaklıktır.”[2]
Hadiste geçen “alıkoyucu korkaklık” sözünün manası; kalbi şiddetle istila eden ve başka şeyleri kalpten çıkaran korkaklıktır. Gerçekte korkaklık, kişiyi kader hakkında şüphe etmeye ve Allah (Subhanehu ve Teala)’ya karşı su-i zanda bulunmaya iter.
Cesur kimseler ise Allah (Subhanehu ve Teala)’ya karşı hüsnü zan beslerler. Çünkü onlar, ecelin azalmayacağını veya çoğalmayacağını yakin derecesinde bilirler. Nitekim Allah (Subhanehu ve Teala) şöyle buyurmuştur: “Onların eceli geldiğinde ne bir saat ileri ne de geri alınır.” (Nahl, 61)
-Abdullah b. Abbas (radıyallahu anhuma)’dan rivayet edildiğine göre o, şöyle demiştir: “Bir gün Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in terkisinde iken bana "Ey oğul! Sana bazı kelimeler öğreteceğim. Allah’ı (dinini) koru ki, Allah da seni korusun. Allah’ı koru ki O’nu karşında bulasın. İstediğin zaman Allah’tan iste! Yardım dilediğin zaman da Allah’tan yardım dile! Bil ki ümmet eğer sana bir şeyle fayda vermek üzere toplansa, sana ancak Allah’ın yazdığı şey ile fayda verebilirler. Yine eğer sana bir şey ile zarar vermek üzere toplansalar ancak Allah’ın yazdığı şeyle sana zarar verebilirler. Kalemler kaldırıldı ve sahifeler kurudu" buyurdu.”[3]
Görüyor musun kardeşim! Rasulullah ne buyurdu: Allah’ı (dinini) koru ki, Allah da seni korusun. Yani biz ne kadar dinimizi korursak Allah da bizi hem bu dünay da ve hem de ahirette bizi koruyacak. En güçlü ve cesur koruyucuya sahip olan hiç korkar mı? Geri adım atar mı? Cennetin kokusunu almış, cennetten nasıl uzak kalır ki?
Rasulullah devamla: “Allah’ı koru ki O’nu karşında bulasın: Sübhanallah! Biz Rabbimizin dinin için mücadele eder, cihad edersek hep bizim karşımızda bizimle olan, hemen yanı başımızda bulacağımız Rabbimi var. Bu ne demektir biliyormusun? Her şeyin yaratıcı, sahibi, her şeye güç ve kuvvet verenin senin yanında olması demektir. O Halde sana asla mağlubiyet yoktur.
“De ki: Siz bizim için ancak iki iyilikten birini beklemektesiniz. Biz de, Allah'ın, ya kendi katından veya bizim elimizle size bir azap vermesini bekliyoruz. Haydi, bekleyin; şüphesiz biz de sizinle beraber beklemekteyiz.” (Tevbe, 52)
Abdullah b. Amr b. As (radıyallahu anhuma)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah yolunda gaza ederek ganimet alan ve selametle kalan hiçbir ordu yoktur ki, ahirette alacakları ecirlerinin üçte ikisini peşin almış olmasınlar. Ancak ganimet almadan gaza edip boş elle dönen, korkan ve esir düşen hiçbir ordu da yoktur ki ecirleri tamam verilmesin…”[4]
Ümmü Malik el-Behziyye (radıyallahu anha) der ki: “Rasululah (sallallahu aleyhi ve sellem) yakın bir fitneden bahsetti. Kendine "Ey Allah'ın Rasulu! O fitneler esnasında en hayırlı olan kimdir?" dedim. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: Sürüsünü güderken hakkını veren ve Rabbine ibadet eden adam ile atının başını tutup düşmanını korkutan, düşmanının da kendisini korkuttuğu kimsedir.”[5]
İbni Ebi Şeybe’nin, Selman-ı Farisi (radıyallahu anh)’dan rivayet etttiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah yolunda cihad eden müminin korkudan dolayı kalbi çarpsa, hurmanın salkımından düştüğü gibi hata ve günahları düşer.”
Hazırlayan: Ebu Nidal El-Ensari.
İbni Nehhas’ın (r.a) “Cihad” adlı eseriden faydalanılarak hazırlanmıştır.
[1] Buhari, Edeb, 7/19; Müslim, Birr ve Sıla, 4/2014.
[2] Ebu Davud, Cihad, 3/26; Mevariduz Zaman, sy.207. Hadis sahihtir.
[3] Tirmizi, 2516. İmam Tirmizi hadisin “Hasen sahih” olduğunu söylemiştir.
[4] Müslim, 1906.
[5] Tirmizi, 3/320.