Oradan her şey farklı görünüyor
Cepheyi anlatan kitaplar canlı birer tanık oralarda olanlar hakkında...
Türkiye Müslümanları'nın 'cephe' hikayeleri sanırım rahmetli Bahattin Ağabey'in Abdulhamid Muhaciri müstear ismiyle Mavera dergisine gönderdiği yazılarla başladı. Sonrasında o yazılar derlendi, toplandı
'Güllerin Vedası'olup okuyucusunu buldu. İlk Afganistan şehidimiz Bilal Yaldızcı'dan, Tacikistan'a vurulup düşen yiğitlere kadar hemen hepsinin hikayesini benim de içinde olduğum nesil o kitaptan öğrendi. Rahmetli Bahattin Ağabey'in, ısrarla gayrete çağıran, fazla konuşmamayı öneren tarafı kitaplarının neredeyse tamamına sirayet etmişti. Ona göre 'cephe' temiz kalmalıydı ve 'cephe'nin temiz yanları anlatılmalıydı. Hep bunu yaptı, sözünü söyledi ve kürsüyü ardından gelenlere bırakarak, söylediklerinin imzası sayılabilecek bir gidişle gitti.
Peki Bosna'dan Çeçenistan'a, Çeçenistan'dan Keşmir'e kadar 'cephe' sadece Bahattin Ağabey'in anlattıklarından mı ibaretti?
Afganistan neden böyle oldu?
Bu soru aklımı ilk karıştırdığında henüz üniversite öğrenciliğimin başlarındaydım, okumaya, araştırmaya, anlatmaya ve daha da önemlisi gerçeği kavramaya dair gayretli yanım henüz törpülenmemişti. Yukarıda bahsettiğim soru işareti beni, Bekir Tank'ın şimdi baskısı olmadığını sandığım
'Cihadı Kuşanan Topraklar' isimli eserine götürdü. Şimdilerde İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde doktora sahibi bir öğretim üyesi olarak çalışan Bekir Tank Hoca'nın gazetecilik yapmak üzere 1980'li yıllarda gittiği Afganistan'da tutulmuş notlardan ibaret olan
'Cihadı Kuşanan Topraklar' , Afganistan dağlarının diğer yüzünü biraz olsun görebilmemizi sağlamıştı.'Birader Kuşi' ya da'İslam Cengi' denilen Mücahitler arası çatışmaların yeni başladığı dönemlerde orada bulunan Bekir Tank Hoca'nın anlatımı, cephenin gazeteci gözüyle nasıl göründüğünü anlatmaktan öte, Afganistan cephesinin 'mayınlı arazilerini' daha o dönemden göstermekteymiş meğer.
Herhalde sonradan Afganistan'daki iç çatışmalarla sarsılan İslami camianın ağabeyleri, Bekir Tank'a kulak kesilmemiş olmalılar. Çünkü Bekir Hoca, herkese perşembenin gelmekte olduğunu çarşambaan haber vermiş! Gerçi Atasoy Müftüoğlu, sonradan duyduğumuza göre o yıllarda cihadın içerisinde 'milliyetçi' etkilerin çok yüksek olduğunu söyleyip dururmuş lakin onu da dinleyen yokmuş!
Sonradan anlamış olduk ki Bekir Tank Hoca'nın anlattığı her şey, Tacikistan sınırına dek Afganistan'ın gerçek hikayesiydi ve gerçek hikaye oradaki insanları koşulsuz kardeş bilmeyi icap ettirdiği gibi, vaziyeti de 'romantizm'den uzak bir şekilde değerlendirmeyi gerekli kılmaktaydı. Daha fazla detay vermemeliyim sanırım. Çünkü ilgi duyan arkadaşlar, baskısı olmayan bu kitabı sahaflardan bulabilirler.
Ve cepheden Türkiye İslamcılığı'na bakış!
Aslında, Müslümanlar için, cihad cephelerini içeriden anlatan eserlerin önemi sadece görünmeyeni göstermelerinden kaynaklanmıyor. Bekir Tank Hoca'nın eserinden sonra bu alanda okuduğum en seçme eserlerden bir diğerini anlatmak istiyorum bu yüzden.
'Cihadın Mahrem Hikayesi'son on yılda Türkiye'de yayınlanan en esaslı eserlerden birisi olmasına karşın camiada yeterince ses getirmedi nedense.
Kitabın yazarı, künyesinde 'Yahya Konuk' olarak görünüyor ancak halen cephede bulunan aktif bir mücahit olduğu için bu isim tahmin edileceği üzere müstear...
'Cihadın Mahrem Hikayesi' , yukarıda bahsettiğim iki kitaptan sonra okunduğunda görülüyor ki aslında tam anlamıyla zinciri tamamlayan son halka. Neden mi? 1970'li yılların sonundaki Akıncı tecrübeleriyle örülmüş Afganistan tecrübesininin hikayesini ve 1990'lı yıllara kadar Afganistan cihadını rahmetli Bahattin Ağabey'in anlatımıyla tafsilatlı bir şekilde
'Güllerin Vedası'nda okumanız mümkün. (Tabi,
'Güllerin Vedası' eserine yine Bahattin Ağabey'in müstear isimleriyle yazdığı
'Cihad Günlüğü've
'Savaşan Afganistan' isimli eserlerini de eklerseniz o vakit nur üstüne nur yağabilir üzerinize. ) 1980'li yılların sonuna geldikten sonra Bekir Tank Hoca'nın
'Cihadı Kuşanan Topraklar'eseri okuyucusunu 1990'lı yılların başına kadar getirecektir. İşte oradan sonrası için ihtiyaç duyduğunuz eser tam olarak
'Cihadın Mahrem Hikayesi'.
Cepheden buraya bakmak
'Cihadın Mahrem Hikayesi' de benzeri diğer kitaplar gibi birinci ağızdan anlatılan bir hikayeden ibaret aslında. Ancak, 'hikaye' ifadesini burada biraz açmamız gerekecek. Zira, diğer eserlere nazaran daha analitik bir bakış açısıyla yazıldığı kesin olan kitap, yazarının da ifadesiyle, hep yapılanın aksine Türkiye İslami hareketine cepheden bir bakışı muhteva ediyor.'Neden Türkiye İslami hareketine cepheden bakış?' diyenler için söylenebilecek çok şey yok, sadece kitabı okusunlar.
Kitap, 1990'lı yılların başından, Afganistan'daki Taliban iktidarına kadar yaşanan dönemde yazarının cepheden cepheye savrularak geçirdiği evrimi anlatıyor her şeyden önce. İstanbul'da üniversite okuyan, Beyazıt'ta slogan atan, şiirler yazan, Beyazıt kahvelerinde sigara üstüne sigara yakan bir İslamcı gencin kaygıları, kendini gerçekleştirme savaşıyla birleşince Bosna günleri başlıyor. Bosna cihadı bizim için Selami Yurdan'dı, Renda Tosuner'di, Abdulmetin'di. Şehidlerimiz biliyor ancak hikayelerini sahih bir kaynaktan okuma imkanı bulamıyorduk değil mi?
İşte Yahya Konuk imzalı hatırat, bu yüzden ayrıca önemli. Türkiyeli bir mücahidin'Arap Selefiliği' ile'İrancılık'arasında kalmışlığı sanırım ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Bu kadar mı? Kesinlikle değil. 28 Şubat sürecine giden Türkiye'de Müslümanların garip halleri sanırım cepheden bakılınca ancak bu kadar iyi tahlil edilebilirdi. Zira kitabın yazarı, Bosna'yı saran mezhepçiliğin, bir kardeşimin ifadesiyle'İlim değil fikir Müslümanı' olan Türkiyeli mücahidleri nasıl sarstığını öylesine örneklerle anlatıyor ki cephede şahit olduğunuzda dahi herhalde bu kadar iyi anlayamazsınız hastalığın bünyeyi nasıl sarmakta olduğunu.
İstismar: Allah rızası ve Ümmetin malı
Şehidlerimizi aziz bilerek ve onların mücadelesine en ufak bir leke sürmeden nefs muhasebesi yapmanın en kolay yolu
'Cihadın Mahrem Hikayesi' kitabını anlamak olduğu için sanırım bu kadar iddialı cümleler kurma cüretini kendimde görüyorum.
O temiz cihadın toprakları Bosna'da, Avrupa'dan gönderilmiş sıfır arazi araçlarının'Ümmetin malı'denilerek heder edildiğini öğrendiğinizde Türkiyeli Müslümanlar batıl ağının neresine yakalandığımızı ve neden çırpınmakta olduğumuzu da idrak eder gibi oluyorsunuz...
'İlyaş baskınının' nasıl hezimete dönüştüğünü okuduğunuz vakit, Bosna'da bugün neden yabancı mücahitlerin sınır dışı edildiğini, bir kısmının Guantanamo'ya gönderdiliğini iyice kavrar gibi oluyorsunuz... Hatta Bosna'nın kendisine yardıma gelen mücahidleri neden bir toplama kampına topladığını da...
Bosna'dan çıkıp Türkiye'ye dönen bir mücahidin neden sağ kaldığına hayıflandığını görünce, gerçekten halimizin vahim ve fakat gönlümüzün neden ümitvar olduğunu bilecek gibi oluyorsunuz...
Cihad da bir imtihan
Türkiye'ye dönen bir mücahidin aramızda bir sene bile yaşayamamasının sebeplerini idrak ediyorsunuz ve Keşmir seyahatinde, insanın nasıl Allah yolunda cihada çıkarken bile imtihan edilmekte olduğunu görüyorsunuz.
Ve son noktasına vardığınızda, 'adanmışlığın' neden büyük bir fazilet olduğunu zerrelerinize dek hissediyorsunuz. Mustafa İslamoğlu Hoca'nın anlattığı bir gerçeği tekrar idrak ediyorsunuz bu vesileyle: Dünyayı adananlar değiştiriyor.
Türkiye'den cepheye bakmak ve cepheden Türkiye'yi görmek için gençlerin ihtiyaç duyduğu her şeyin yukarıda bahsi geçen eserlerde olduğunu öne sürme cüretinde bulunduğum için tekrar özür beyan ediyorum. Ancak, kendimizi tanımak için cüretkar okumalar yapmanın zamanı gelmedi mi sizce de?
Çeçenistan'ı, Bosna'yı, Afganistan'ı, Keşmir'i ve Filistin'i hep buradan değerlendirdik. Paneller düzenledik, şehidleri andık, sloganlar attık. Bir de Türkiye İslamcılığı'na cepheden bakmayı denesek ne kaybederiz ki?
Murat Hazine cepheyi okudu