Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Haber Cundu’ş Şam Emiri Muslim Şişani’nin Suriye’deki Fitne Hakkında

farkındayız Çevrimdışı

farkındayız

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Çevirilerde çok far var. Sanki 2 farklı açıklama. Hangisi doğru?


----------------------------------------------------------------

suriyehaberajansi
Amir Müslim Şişani'den tüm mücahitlere çağrı!
Şam Orduları Komutanı Amir Müslim Şişani, Suriye'de devam eden cihatla ilgili tüm mücahitleri ilgilendiren önemli açıklamalarda bulundu. ''Âlimleri dinleyiniz.''


Şam Orduları Komutanı Amir Müslim Şişani, Suriye'de devam eden cihatla ilgili tüm mücahitleri ilgilendiren önemli açıklamalarda bulundu. Şişani'nin açıklamasını sizler için çevirdik.


''Rahmân Ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

Salât ve Selam Allah'ın Resûlü’nün üzerine olsun.

Bu açıklamam, Şam topraklarındaki fitneyle ilgilidir. Ayrıca bu, Şam topraklarındaki kardeşlerime bir nasihattir.

Allah şahittir ki, ben bu fitneye müdahil olmak istemiyordum, çünkü bu fitneye müdahil olan hiç kimse, ondan etkilenmeden çıkamıyor. Şimdi müdahil olmaktaki amacım, hakkı söylemek ve onu açıklamaktır. Şeyh İbn Baz'ın da dediği gibi, her şeyden önce bize düşen Allah'tan korkmaktır. "Eğer ehl-i Hakk, onu açıklamak hususunda sessiz kalırlarsa; hata edenler, hataları üzere devam ederler. Allah-u Teâlâ ehl-i Hakk olan âlimlerden, onu açıklamaları ve gizlememeleri için söz almış, onu saklamaları konusunda onları zemmetmiş, bizi de onlara uymak konusunda uyarmıştır. Ehli Sünnet, kitaba ve sünnete muhalif hareket edenlerin hatalarını söylemek hususunda sessiz kalırlarsa, bu halleriyle, kendilerine gazap edilen ve doğru yoldan sapan ehli kitaba benzeşirler."
(Mecmu'l-Fetava/Şeyh İbn Baz/3-72)

Allah-u Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm'de buyurmuştur ki: "Siz; insanlar içinden çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarsınız. Ve Allah´a inanırsınız. Ehl-i Kitap da inanmış olsaydı kendileri için daha hayırlı olurdu. İçlerinde iman edenler olmakla beraber, çoğu fâsıklardır."
(Ali İmran/110. Ayet)

Hadis-i Şerif’te ise, Ebu Said El-Hudri’den rivayetle Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: ‘Sizden biriniz kendini aşağılamasın. Dediler ki: Ya Rasulallah, birimiz kendini nasıl aşağılar ki? Buyurdu ki: Allah'la (dinle) ilgili bir iş görür, onun hakkında söylemesi gerekenler vardır da söylemez. Kıyamet gününde Allah-u Teâlâ ona der ki, "Benim işimde şöyle şöyle demekten alıkoyan neydi?" O da der ki, "İnsanların korkusu." Allah-u Teâlâ bunun üzerine, "Sadece benden (korksaydın). Ben korkmana daha layıktım." buyurur.

Biz, bu fitne kimse rezil olmadan durdurulsun da, kafirler bizim halimize sevinmesin diye elimizden geleni yaptık. Ama artık, söz konusu topraklardaki işin aslı hususunda sessiz kalamıyoruz ve acil bir açıklamayı zarurî görüyoruz, çünkü bazıları sessizliğimizi istismar ediyor ve insanları saptırıyorlar. Hulâsâ bu açıklama, bu fitne hakkındaki gerçeği, nasıl ortaya çıktığını bilmek isteyen ve körü körüne birine tabi olmak istemeyenler içindir.

Ben bu açıklamada doğru olduğunu düşündüğümü zikrettim ve burada zikrettiklerim, mübarek Şam topraklarında gördüklerimin %10'u bile değil. Bugüne kadar şaşırdığım şey ise şudur; Allah yolunda cihat eden, Allah'tan korkan, kınayanın kınamasından korkmayan ve insanların kitap ve sünnete bağlılık konusunda en hırslısı olan bir mücahit, nasıl oluyor da, bu ümmetin âlimlerine karşı çıkıyor, kitap ve sünnete muhalefet ediyor. Biz biliyoruz ki, Allah yolunda cihat ağır bir sınanma ve imtihandır. Bu sebeple onda, ihlaslı kişiler dışında, bizden kimse başarılı olamaz. Âlimler, bize hak ve doğru yolu gösterenlerdir. Bunu ayetler ve hadislerden biliyoruz. Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim'de onlardan bahsetmiş ve buyurmuştur ki: "...De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?..." (Zümer Suresi/9. Ayet)

Ve buyurmuştur ki: "...Allah içinizden iman etmiş olanları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin..." (Mücadele Suresi/11. Ayet)

Yine buyurmuştur ki: "...Allah´tan ancak âlim kulları korkar..."(Fatır Suresi/28. Ayet)

Hapiste olmayan âlimleri, hükümdar/liderlerin kuklaları olmakla; hapiste olanları da, bir dava hakkında hüküm verdiklerinde, baştaki kralların baskı ve eziyeti altında olma ihtimaliyle itham edenler var. Allah yolunda cihat edenleri de Mürcielik (ertelemek) ile itham ediyorlar. Onlar bu Meşâyıh-i Kirâm'ı dinlemiyorlar ve kendi hevalarına uygun fetva verecek ilim talebeleri arıyorlar. Biz âlimlerin masum olduğunu iddia etmiyoruz ve biliyoruz ki onlar da hata yapar ve bir âlim hata yaptığında onu başka bir âlim düzeltir, ilim iddiasında bulunan herhangi birisi değil.
Rasulullah (sav) hadisinde buyuruyor ki: "Kim ilim tahsil edeceği bir yola girerse, Allah ona Cennet’e giden bir yolu kolaylaştırır. Melekler ilim talebesinden razı şekilde, ona kanatlarını gererler. Onun için, denizdeki balıklar dahil, yer ve gök arasında ne varsa istiğfar eder. Âlimin, âbide üstünlüğü; ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler, peygamberlerin varisleridirler. Ne bir dinar ne de bir dirhem miras bırakmazlar. Ancak, onu bol nasipli bir şekilde alana, ilmi miras bırakırlar."

Âlimleri dinlemeyenin hali, şu insanın hali gibidir ki; karanlık bir gecede, bilinmez bir zirveye ulaşmaya çalışır. Ona, yolu kendine aydınlatması için bir lamba verildiğinde, lambayı bırakır ve onsuz yürür.Bazıları bunu cesaret zannedebilir ama aslında bu aptallıktır.

Âlimleri dinleyiniz. Bin yıldır tecrübe edilmiştir ki bu, şeytanın hileleri ve aldatmacaları arasında hak yolun anlaşılmasının tek yoludur. Bu aldatmacalara âlim bile düşebilirken, başkasının vay haline. İslam dini bizden amaca, vesilesiz şekilde ulaşmamızı talep etmez. Biz asla, suçsuz insanların kanlarını dökerek ve haksız yere insan öldürerek İslam Şeriatını yerine getirmek isteyen birini desteklemeyeceğiz. Kafirlere güvenen, onlardan yardım almayı isteyen, onları razı etmeye çalışan ve kurtarılmış bölgelerde Âlemlerin Rabbinin şeriatına karşı işlenen hatalara göz yuman birini de desteklemeyeceğiz. Evet, hükümler, şerî kanunlar ve bir müslümanın bir kafirle muamelesinde şartlar vardır. Ama bizim "maslahat gereği" altında bu hükümleri aşmamamız, Allah'ın şeriatını ikame etmek için kitaba ve sünnete muhalefet eden her yolun, hatalı ve dalalette olduğunu unutmamamız gerekir. Mısır'da Mursi'nin örneği herkese yeter. İslam Devletinin ikamesinin nasıl olduğu, Rasûl-ü Kerîm'in gerçekleştirdiği ilk icraatların neler olduğu konularında Sîret-ü Nebeviyye'yi okumamız gerekir. Herkesçe malumdur ki, o, bizim de göz ardı edemeyeceğimiz bir zaruret durumu olduğu için muhacir ve ensarı kardeş kıldı. Çünkü sen yabancısın ve Ensar'dan yardım olmadan, sanki kum temeller üzerine bir bina inşa ediyorsun da herhangi bir küfür rüzgarı estiğinde onu yerle bir ediyor. Çünkü muhacir, köksüz ağaç gibidir. Ensar'ın ise onu müdafaa edecek komşu ve akrabaları vardır.

Lafı uzatmak istemiyorum, sadece biraz, benim silahı bıraktığıma ve Şam topraklarını terk etmek istediğime dair medyada çıkan yalan haberlerden bahsetmek istiyorum. Onlara demek istiyorum ki: ‘Biz, Şam topraklarına, onu terk etmek yahut sıkıntı ve zorluklardan kaçmak için gelmedik. Şam topraklarına gelmeden önce, sadece tecrübelerimiz sayesinde değil, Hadis-i Şerifler aracılığıyla, Şam'daki durumun, bizim ülkemizdekinden daha zor olacağını, buradaki düşmanın diğer yerlerdeki düşmanlardan daha az sert olmadığını ve bu fitnenin de diğer ülkelerdeki fitnelerden daha hafif olmadığını tahmin ediyorduk. Yine biliyorduk ki, yemek yiyeceklerin sofranın etrafına toplandığı gibi, küfür de Şam'ın etrafına toplanacaktır. Biz, bu halka yardım etmeye gücümüz yettiği, onlar bizden yardım istediği ve bizden zarar değil fayda gördüğü sürece Şam'ı terk etmek niyetinde değiliz. Biz bu halkı sadeliğiyle, iyi muamelesiyle ve kibirli olmamasıyla sevdik. Ve Allah'ın izniyle, bütün zorluk ve sıkıntılara onlarla beraber katlanmaya niyet ediyoruz.

Şam'da olan başka yerlerde olanın tekrarıdır, sadece büyüklüğü farklı olabilir. Cihat genelde üç aşamada gerçekleşir:

Birincisi: İşin başında, herkes aynıdır. İyisi kötüsü; şeriatın uygulanmasını isteyen, sadece koyulmuş hükümleri isteyen; radikal, liberal hepsi ortak bir düşmana karşı çıkarlar. Sonra farklı topluluklar oluşur, bölgeleri kurtarırlar ve düşmandan ganimet olarak silah ve mermi elde ederler. Sonra bu topluluklar arasında en güçlü olmak için çatışmalar başlar ve birbirlerini öldürmeye başlarlar.

İkincisi: O fitne aşamasıdır. Bu aşamada, kötünün iyiden ayıklanması gerçekleşir. Çünkü iyi, sonuna kadar kötü ile aynı sahada kalamaz. Ve fitne, savaşanların arkasında ve beraberindeki gafil akılları uyarır.

Üçüncüsü: O iyilerin cihadının birleşmesi ve ortaklaşa olarak beraber çalışmaya başlama aşamasıdır. Burada cihadı halkın ve insanların en üstünü yönetir. Onlarda adalet ve ihlas bulunur. Maalesef diğer ülkelerdeki cihat, bazı mücahitlerin ve komutanların cehaleti sebebiyle ikinci aşamayı geçemedi. Bugüne kadar mücahitler bu aşamayı geçememişlerdir. Biz bunun Şam topraklarında olmasını umuyoruz. Eğer bu fitneden kurtulmak istiyorsak bize düşen şey birleşmektir. Büyük bölükler birleştiğinde, küçük bölükler için birleşmekten başka seçenek kalmaz. Bizim emellerimiz yüzünden halka eziyet ediyoruz ve onları işkenceye maruz bırakıyoruz. Aramızdaki bu ayrılık, ortak düzenli operasyonlar gerçekleştiremememizin temel sebebi. Şeyhlerden biri, Çeçenistan’da cihat edip kahramanlıklarıyla kafirleri dehşete düşüren kardeşlerin, Şam topraklarında kendilerini gerektiği gibi ortaya çıkaramadığı gerekçesiyle, Şişanî'nin ekibinden üzüntü duyduğunu belirtti. Çeçenistan’ı ve Kafkas'ı hatırlayanlar olduğu için Allah'a hamd ediyoruz. Sanıyorum en uygunu, bu destekçilerden birinin yahut onları temsil eden birinin gelip bu sebebi araştırmasıdır. Bunu medyada zikretmek istemiyordum ama şeyhlerin Çeçenistan’da olduğu gibi neden kendimizi gösteremediğimizi bilmek istemeleri münasebetiyle zikrediyorum. Sebebi tecrübesizliğimiz değil, aramızda Çeçenistan, Afganistan ve diğer ülkelerden tecrübe sahibi kardeşler mevcut. Bunlar başarılı güzel operasyonlar gerçekleştirmek için yeterli tecrübeye de sahipler. Ama maddi destek yeterli olmadığından bunu yapamıyorlar.

Bölüğümüzün maddi durumundan da özel olarak bahsetmek istiyorum. Şam'a gelişimizden bu yana yaklaşık iki sene geçti. Açıkça söyleyebilirim ki, diğer bölükleri destekleyenlerden hiç kimse bizim durumumuza önem vermiyor. Bazen bize, Avrupa'daki kardeşlerden az bir yardım geliyor. Diğer bölükler savaş uçakları almayı düşünürken, bizde hafif silahlarda dahi ciddi bir eksiklik var. Allah dışında kimseye halimizden şikayet etmek istemiyoruz.Sadece neden daha iyi şekilde çalışamadığımızı açıklamak istiyoruz.

İmkanlarımız yeterli olmadığı için, operasyonlar sırasında diğer bölüklerden ağır silah talep etmek zorunda kalıyoruz. Şehitlerin ve yaralıların artmasına yol açan hatalar görmemize rağmen, operasyonlarımızı, ağır silah sahiplerinin şekillendirdiği gibi gerçekleştirmek zorunda kalıyoruz. Ve bu hatalar sebebiyle, kafirler kurtarılmış bölgeleri geri alıyorlar, bu hatalara vurgu yaptığımız zaman da kimse bizi dinlemiyor.

Onlara, bir bölgenin keşfi için bir aya ihtiyacımız olduğunu söylediğimizde kimse sabretmiyor ve herkes aceleci davranıyor. Sonra operasyon sırasında ağır silah istediğimizde de bir ay beklemek zorunda kalıyoruz. Bu onların operasyon sırasında, askerî işlerdeki gevşekliğini gösteriyor. Durumu değiştirmeye güç yetirdiğimizde, kimse harekete geçmiyor ve kimse ele geçen bu fırsatı değerlendirmiyor. Kafirler geldiği ve güçlendiği zaman, vaktin çoktan geçtiğini anlıyorlar fakat genelde o zaman da bütün çabalar boşuna oluyor. Bugün 100 kişinin yapabileceği şeyi, yarın 500 kişi yapamıyor. Bu fırsatlar hemen hemen bütün operasyonlarda kaçırılıyor. Ağır silahlara sahip olanlar onu uygun vakitte vermiyorlar ve ani bir baskın gerektiğinde onu günlerce erteliyorlar.

Büyük bölüklerin elinde 10-20 bin savaşçı var ve bunları sefil halde, techizatlandırmadan gönderiyorlar. Çeçenistan’da, topluluklardan birinin 15-20 savaşçıyı kaybettiğini duysak, herkes topluluğun âmirini gevşeklik ve operasyona yeterince hazırlamadığı ile suçlardı. Şam'da ise bir operasyonda mücahitlerin önde gelenlerinden 100-200 kişi kaybediyoruz, ama kimse bu kaybı konuşmuyor. Biz olağanüstü bir iş yapabiliriz demiyorum ama kardeşlerden, bu operasyonlar için çok daha iyi hazırlanabilecekler var, bunu ifade etmek istiyorum.

Kafir Nusayri Rejimi bazılarının zannettiği gibi güçlü veya istihbaratı kuvvetli değil. Bu rejimi kuşatmamız mümkün. Ama ayrılığa düşmemiz ve aramızda adalet ve düzen bulunmaması saflarımızı zayıflatıyor. Buna rağmen arka saflarda oturup birini beklemiyoruz. Bilakis ön saflarda elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Ve kardeşlerden, bu açıklamada faydalı olanları alıp, faydası olmayanları bırakmalarını ve hata ettiysem bana öğüt vermelerini rica ediyorum. Kimseyi aşağılamayı yahut suçlamayı hedeflemiş değilim, sadece işin aslını açıklamak istiyorum. Irak Şam İslam Devleti’nin örgütünün hatalarını zikrettim çünkü diğer İslami bölüklerin hataları çok da olsa, haksız yere akan bir Müslüman kanıyla bir olmaz ki bu suçsuz kanlar, burada maalesef bir nehir gibi akıyor.

Bizimle beraber olan kardeşlerden birinin de (Muhammed Er-Rusî) dediği gibi, Nebî (sav) alemlere rahmet olarak gönderildi, lanet için değil. O, müşrik esirleri bile onlara İslam’a girme seçeneğini sunmadan öldürmüyordu. Sîretu'n-Nebeviyye öğretileri sayesinde, Nebî (sav)'in, Ahzab günü, Müslümanları yeryüzünden silmek isteyen, onlara en şiddetli işkenceleri yapan müşriklere, Mekke'nin fethinden sonra nasıl muamele ettiğini biliyoruz.

Cabir bin Abdullah diyor ki: ‘Bir gazvede Nebî (sav) ile beraberdik. Muhacirlerden bir adam, Ensar'dan bir adamı itekledi. Ensar olan "Ya ensar"; muhacir olan da "Ya muhacirler" diye seslendi. Rasulullah (sav), "Bu nedir, cahiliyet davası mı?" buyurdu. Dediler ki, "Ya Rasulallah, Muhacirlerden bir adam, Ensar'dan bir adamı itekledi.’’ Dedi ki: ‘’Onu (cahiliye âdetini) bırakın. O geçmişte kalmış kokuşmuş bir uygulamadır.’’ Bunu Abdullah bin Übeyy duydu da dedi ki, "Onu (denileni) yaptılar, şayet Medine´ye dönersen, and olsun ki; şerefli ve kuvvetli olanlar, zayıf olanları oradan muhakkak çıkaracaktır." Ömer (r.a), "Müsaade et de bu münafığın boynumu vurayım" dedi. Rasulullah şöyle buyurdu: ‘’Onu bırak, insanlar Muhammed arkadaşlarını öldürüyor demesinler.’

Benzer durum ve rivayetlerde, Sahabe İslam Devleti himayesi altında yaşayan kişilerin, şu anda kanunlarda "ağır hıyanet" adı verilen, vatanlarına karşı kötü işler yaptıklarını gördüklerinde ve Rasulullah'tan (sav) onlara karşı katî hüküm vermesini talep ettiklerinde; Rasulullah (sav) onlara ancak, "İnsanların, Muhammed arkadaşlarını öldürüyor demesini istemem." şeklinde cevap veriyordu. Münafıklara da nasıl muamele ettiğini ve onları, "Muhammed arkadaşlarını öldürüyor." denmemesi için öldürmediğini biliyoruz.

Peygamberimiz Muhammed (sav), kafirlere, İslam ve Müslümanlar hakkında yakışıksız bir söz söylemeleri için en ufak bir fırsat vermiyordu. Yine yakînen biliyoruz ki, IŞİD örgütünün fertleri arasında, cihat âlimleri gerçekleri açıkladıktan sonra onlarla kalmaları gereksiz olduğu halde onlara giden ve yandaş medya ve siteler tarafından kandırılanlar var. Onlara Hakk’ı ve doğru yolu göstermesi için Allah'a dua ediyoruz. İnanıyoruz ki, onlardan ihlaslı olanlar Allah'ın izniyle hak yolu bulacaklardır. Çünkü onların bozguncuların yanından yürümeleri imkansızdır.

Ben bir Çeçenim ve Çeçenlilerin tarihini ve adetlerini biliyorum. Dedelerimiz ve babalarımız zayıflara merhametli olarak bilinirler ve zalimlerin sertliğine rağmen onlara yardım ederlerdi. Kafirler bile onların bu özelliklerini takdir ederlerdi. Sadece Çeçenistanlılar değil Kafkasların hepsi bu özellikleriyle bilinir. Bugün gençlerimize ne oldu da nasıl bu zulmü destekliyorlar anlayamıyorum. Babalarımız kafir esirlere bile böyle muamele etmezlerdi ki, düşmanın halkımıza nasıl zulmettiğini biliyoruz. Şam'da cihat etmek sizi bu kadar mı değiştirdi? Ebu Zerr'den (r.a) gelen bir rivayette, Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: Allah-u Teâlâ Kutsi Hadis’te buyurdu ki, ‘Ey Kullarım! Ben zulmü kendime nasıl haram kıldım ise onu sizin aranızda da haram kıldım. Buna göre sakın birbirinize zulmetmeyiniz.’

Bugün gençlerimizde cesaret katılık olarak ortaya çıkıyor, geçmişte ise merhamet olarak kendini gösterirdi. Davranışlarda sertlik, zayıfların gidişatıdır, güçlülerin değil. İslam tarihinde hiç kimse sertlik ve zulmü sebebiyle şöhret olmadı. Bizim örneğimiz Salahaddin Eyyubi’dir, siz ise Haccac’ı kendinize örnek aldınız.

Sözlerimi bitirmeden önce, öncelikle kendime olmak üzere bütün komutan ve emirlere nasihatım şudur ki; hicret eden birçok kişi İslami taburlarını terk ediyor. Bunun asıl sebebini çokları bilir, gelen bu mühacirler Şam’a,bu mübarek beldelerde Allah’ın emirlerinin tatbikinin ikamesi için gelmişlerdir. üzerimize düşen de şer’i nizamı kabul etmektir. Bizim uyguladığımız sadece evlilik, boşanma, doğum ve vefatla ilgili olanlardır. Bundan dolayı bizim onlardan istediğimiz şey, mustakil şer’i mahkemeleri yerleştirmeleridir ki, böylece bazılarının tanıttığı gibi şer’i mahkemeler sadece baş ya da el kesmek için değildir.

Subhanallah! İslam şeriatı her şeyden önce adaletin kendisidir. Şeriat, silah veya mülkiyetin istilacısı değil, insan haklarını koruyan ve gözetendir. Niçin böyle anlayıp âlimlerimiz ve davetçilerimiz bu şekilde açıklamıyorlar? Buna özellikle de son olayların ardından ihtiyaç hissediliyor. Onlardan talepte bulunmadan önce yapmamız gereken şey sahiplerine haklarını vermektir. Onlara gerekli şeyleri öğretmemiz, istedikleri himayeyi temin etmemiz ve ihtiyaçlarını gidermemiz onların hakları arasındadır. Bu, zalimleri cezasız, ellerini ve başlarını kesmeden bırakacağımız anlamına gelmiyor. Savaş sırasında gerekli şeyleri temin edene kadar erteleyebiliriz. Evlilik ve boşanma dışında mahkeme yoluyla çözülmesi mümkün olan işler yok mu? Diğer bölüklerdeki silahlı kimselerden insanlara zulmedenler çok, onları durduramayacak mıyız?

Büyük bölükler ittifak etmediğinde ve ancak kendisine tabi bir mahkemeyi kabul ettiğinde, bağımsız bir mahkemenin kurulması çabaları boşa çıkmaktadır. Sırf bu yüzden bu halk eziyet çekiyor. Halk, bizden haklarını almak için şerîat mahkemeleri talep ediyor. Ama mahkemeye sığındıktan sonra da, mahkeme suçluyu mahkemeye getirmekten aciz olduğundan hakkı verilemiyor. Bundan sonra da mazlum halk, Şeriat mahkemelerinden ümidini kesiyor. Zira, rejimden kurtarıldıktan sonra yeniden rejimin ele geçirdiği her yerde temel problem, insanlara haklarını veren ve onları haklarına ulaşmak için herhangi bir rejimi kabul etmekten kurtaran şer’î bir düzenin yokluğu.

Bu yüzden fırsatı kaçırmadan önce kendimi ve sonra bütün âmirleri ve komutanları şeriat mahkemelerine boyun eğmeye ve sadece lafta değil aynı zamanda işlerde de âlimlere uymaya davet ediyorum. Sizi, ümmetin maslahatını, cemaatinizin maslahatı üzerinde tutmaya çağırıyorum. Sizi bağımsız şeriat mahkemelerinin ikamesine çağırıyorum. Bu mahkemelerdeki kadılar ancak, bunları birine tabi kılma çabası olmadan o mevkiyi hak eden kişilerden olmalıdır. Sizi, en küçük sebep de bile olsa bu mahkemelere boyun eğmeye çağırıyorum.

‘Ali bin Ebu Talip ve bir Yahudi bir zırh hakkında tartıştılar ve kadıya gittiler. Ali zırhının onun olduğunu söyledi. Ali'nin, oğlu Hüseyin'den başka şahidi yoktu. Kadı reddetti çünkü oğul babasına şahitlik edemezdi. Bu hüküm üzerine Yahudi Müslüman oldu ve zırhın Ali'nin olduğunu itiraf etti.’

Mevkilerimiz bizi şeri mahkemelere boyun eğmekten alıkoymaz. Biz ancak bunun için çalışıyoruz ve hepimiz biliyoruz ki, birleşmeden halimiz düzelmeyecek. Neticede düşman, bu halde kalırsak bizden kurtulacak. Şunu unutmayalım, hedefimize ancak cemaat olabilirsek ulaşacağız. Bu niyetle çıktığımız zaman bizi birleşmek ve toplanmaktan ne alıkoyabilir?

IŞİD örgütünün yaptıklarını temize çıkarmaya çalışan birçok kişi, bunun kötülüklerine ve hatalarına rağmen olduğunu söylüyor. ‘Yine de onlar şeriati tatbik ediyorlar,’ diyorlar. Bu kimselere sormak istiyorum: Biz bu yola (cihat yoluna) çıkarken, hangi şekilde olursa olsun şeriatı tatbik etmek için mi, yoksa olduğu gibi, eksiksiz şekilde hakkı ikame etmek için mi çıktık? Allah-u Teâlâ Azîz kitabında buyuruyor ki: "Sonra sizler; birbirinizi öldüren, aranızdan bir takımını yurtlarından süren, onlara karşı günah ve düşmanlıkla birleşen, onları (yurtlarından) çıkarmak haram kılınmışken esir olarak geldiklerinde fidyeleşmeye kalkan kimselersiniz. Yoksa kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Sizden böyle yapanın cezası; dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise onlar, azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir." (Bakara Suresi/ 85. Ayet)

Bu kimseler için Ebu Bekir Es-Sıddık'ın şu sözünü nakletmek istiyorum: ‘Ebu Hureyre (r.a) diyor ki: Rasulullah (sav) vefat ettikten sonra Ebu Bekir (r.a)’ın halifeliği sırasında araplardan dinden çıkanlar oluyordu. Ömer (r.a) dedi ki, ‘Rasulullah (sav), insanlarla Allah'tan başka ilah yoktur diyene kadar savaşmakla emrolundum, kim onu derse malı ve canı hakkı olmadıkça korunmuş olur ve hesabı Allah'adır.’ buyurmuştu. Ebu Bekir dedi ki: ‘Vallahi kim namazla zekat arasını ayırırsa onunla savaşırım. Çünkü zekat malın hakkıdır. Vallahi eğer beni zorla alıkoysalar ki onu Rasulullah (sav)’e veriyorlardı, onlarla alıkoymaları üzerine savaşırdım.’

Bugün bizim elimizde, arzu edilen İslam Devleti olmayabilir ama inşaALLAH bugün yoksa da Allah'ın izniyle yarın olacaktır.

Gerçek İslam Devleti bir ağaç gibidir ve üstünde yapraklar vardır. Asla kimsenin ne o ağacı ne de yaprakları koparmasına izin vermeyiz. Yaprakların koparılmasına izin versek, yarın bu ağaç yapraksız kalır. İşte bu, İslam Devletlerinin günümüzdeki halidir. Biz hataları konuşmuyoruz çünkü herkes hata yapar. Allah'ın masum kıldıkları dışında hiç kimse masum değildir. Ama insan öğüt verildiği zaman onu dinlemeli, hatasında ısrarcı olmamalı, istiğna etmemeli ve hatalı fiillerine dayanmamalıdır.

IŞİD örgütünden veya değil, herkesi, kafirlerle olan oyunlara karşı uyarıyorum çünkü o tehlikeli bir oyundur.
Mısır'da Mursi'ye olanların örneği, bunlara yeter. Yaptığımız her şeyin şer’î yoldan ve onun çerçevesi içerisinde olması gerekir. Allah yolunda cihat eden ihlaslı kardeşlerimiz bu durumdan asla razı olmayacaklardır. "Bizim onları içeriden, onlara biat edip sözlerini dinlemek ve onlara itaat etmekle değiştirmemiz gerekiyor." diyenlerin özürlerini de kabul etmiyoruz. Çünkü kendine biat edenler dışında kimseden öğüt kabul etmiyorsa bu dalaletin ta kendisidir. Bu fitnelerden sonra hakkın ortaya çıkacağını hadisler sayesinde biliyoruz. Yeryüzündeki herkes haktan yüz çevirse dahi biz onlara tabi olmayacağız.

"Muhacirlerin Şam topraklarını terk etmesi gerekir." diyen Ensara gelince, onlara da nasihat etmek istiyorum. Size 1000 muhacir kötülük etse ve 10 tane muhacir Allah ve Rasulü (sav)’i seviyor, kitaba ve sünnete uyuyor olsa; sizin onları Rasulullah'ın (sav) haber verdiği Şam topraklarından kovmaya hakkınız olmaz. Bu ne âdil, ne de vicdanîdir.

Bazılarının hatası sebebiyle diğerlerini cezalandırmaya başladığınızda, istisnasız sizi tekfir eden ve size savaş ilan eden IŞİD örgütünden ne farkınız kalır. Kafirlere ve münafıklara sizi sömürmeleri için fırsat vermeyin! Onlar, bizi bölmeye çalışıyorlar ve bizi dinimizden çıkarana kadar da bundan vazgeçmeyecekler. 7-8 ay önce yayınladığım mektupta, düşmanın bizi nasıl bölmeye çalıştığını tafsilatlı şekilde açıkladım.

Şimdiye kadar IŞİD’e biat etmeyen muhacirler gerçeği biliyorlar. Onlar bu fitnelerin sebebini, nereden çıktığını biliyor ve bu yüzden onlardan uzak duruyorlar. Biz, Şam topraklarına ancak Rasulullah (sav) böyle tavsiye etti diye gelmiş muhacirleriz. Şimdi siz nasıl oluyor da, bizim size ihtiyacımız yok diyorsunuz. Bu lafın sahibinin bize ihtiyacı olmasa dahi, milyonlarca Suriyeli bizden yardım istiyor.

Ve sözümün sonunda tekrar zikretmiş olayım, önümüzde ancak iki yol var:

Birincisi: Âlimlerin emrettiği.
İkincisi: Âlimlerin reddettiği ve ondan sakındırdığı.
Bu alimler, dîninin taşıyıcıları ve onun bize aktarıcıları. Onlar güvendiğimiz ve hak üzere olduklarını bildiğimiz kimseler. Öyleyse önümüzde üçüncü bir yol yok; her insan, bu iki yoldan istediğini seçsin.
Herkes biliyor ki; şeytan, batıl yolu güzel gösterir. Ve insan bütün dünyaya sahip olsa, tabi olduğu yoldan dönmez. Eğer hak üzereyse hak üzeredir, eğer batıl üzereyse batıl üzeredir.

Bizim hedefimiz dünyayı kurtarmak değil; kitaba ve sünnete tabi olarak ve onların sınırlarından çıkmayarak Alemlerin Rabb'ini razı etmektir.
Son olarak; Allah'tan bu fitneyi gidermesini, bizi ıslah etmesini, birleştirmesini, hak üzere kuvvetlendirmesini, düşman üzere bize zafer nasip etmesini ve kıyamet günü bizi Firdevs-i Âla'da toplamasını temenni ediyorum.

Duamızın sonu alemlerin Rabbi olan Allah'a hamddır.

Şam Orduları Komutanı Amir Müslim Şişani''

Çeviri: Meryem Bağdatlı/Özgür Suriye Haber Ajansı Özel
Dinlemek için:


-----------------


ümmeti islam

Cundu’ş Şam Emiri Muslim Şişani’nin Suriye’deki Fitne Hakkındaki Açıklaması




Muslim Ebu Velid Şişani, Suriye’deki fitneye nasıl baktığını anlatan yeni bir ses kaydı yayınladı. Suriye cihadında savaşan Kafkas mücahidlerinin sitesi olan www.chechensinsyria.com, Cunduş-Şam emiri Muslim Şişani’nin Suriye’deki fitne hakkındaki konuşmasının ana hatlarını İngilizceye olarak yayınladı. Ümmet-i İslam olarak sizlere bu kısmın çevirisini sunuyoruz. Suriye’de yaşananların perde arkasını anlatan Emir Muslim Şeşeni’nin açıklamasının tam metni de kısa süre içinde Ümmet-i İslam’da yayınlanacaktır.

Şimdiye kadar yorum yapmaktan geri durduğu için fitneyi etkilemiş olduğunu açıklayan Muslim Şeşeni, sessizliğini bozarak yaptığı açıklama:

* * *

Ben iki senedir buradayım ve olup bitenlere ta baştan şahit oldum. Buraya ilk geldiğimizde burada çok az sayıda muhacir (yabancı savaşçılar) vardı ve onların çoğu Nusret Cephesi’nde veya Ahraru’ş Şam’da idiler. Cihadın başladığı diğer bölgelerde de olduğu gibi, Ensarın arasındaki cehaleti gördük. Lakin onların çoğunun İslam’ı sevdiklerini ve bu ülkede İslam hukukunu istediklerini söylesek abartmış olmayız.

Sanki ikinci bir Çeçenya idi. Hattab ve onunla beraber olan kardeşlerimiz ile tecrübeler edinmiştik ve bunları tekrar yaşamak bizim için zor değildi. Elhamdülillah, Allah bizi, on yediden yirmi seneye kadar hapis yatan ve orada ilmini çoğaltmak için hiç vakit kaybetmeyen ve büyük âlimlerin eserlerinden okumuş kardeşlerle bir araya getirdi. Burada, Lazkiye’de, öğrenciler için üç aylık kurs veren okullar kurdular. Genelde ilmi az olanları yetiştiriyorlardı ve davayı öğretmek ve namaz kılabilmek için hazırlıyorlardı. Çocuklar için de bir okul açtılar. Bir ay boyunca okulda yaşadılar ve yediler ve aynı zamanda gerekli olan ilk bilgiler konusunda eğitildiler. İlk ayda eğittiğimiz 50 öğrencimiz daha henüz kurslarını bitirmeden, eğitim almak için ebeveynleri tarafından getirilen yüzden fazla yeni öğrenci bekleyen listesine yazılmıştı. Kapatılmış olan 17 camiyi tekrar açtık ve cuma ve diğer vakit namazları kıldırdık. Yavaş yavaş insanlar bu camileri doldurmaya başladılar.

Bu kardeşler sadece halk ile ilgilenmedi, ayni zamanda Özgür Suriye Ordusuna gidip davet yaptılar ve neticesinde iyi sonuçlar gördük. Ve o kardeşler bugün Halep etrafında çalışıyorlar. Bu mesele hakkında, yakında, sitemiz yürümeye başlayınca daha çok bilgi alabileceksiniz. Ne yazık ki, devamlı bir sponsorumuz olmadığı için bu alanı genişletemiyoruz.

Ömer Şişeni’yi ziyaret ettiğimde, onun çok sinirli bir vaziyette ikinci kata çıkıp “Vallahi bu tekfirciler beni deli ettiler ve onları kovmak istiyorum” dediğini hatırlıyorum. 150 kişilik bir grup idiler, çoğu Azeri idi. Nusret Cephesini ve diğer grupları tekfir eden gruplar vardı. O gruplardan birinde olan Dağıstanlı biri vardı, belki hatırlıyorsunuz, Abu Banat derlerdi ona. İnsanlar onun Rus ajanı olduğundan şüphe etmeye başlayınca kendisinin kaçtığını yazan birçok siteler oldu. Sonradan, şeriat mahkemesi kadısı tarafından sivilleri öldürdü diye suçlu bulundu ve hakkında idam kararı verildi.

Mesela, Ebu Hanif’in (o da bir Dağıstanlı ve şuan IŞİD’de) grubunun olduğu yerde bulunan cesetlerin arasında iki tane kadın ve çocuklar da vardı. Yollara kontrol noktalar kurup maskeli adamlar diktiler ve milleti öldürüp arabalarını aldılar ve sattılar. Onlardan araba satın alan bir Özbek kardeş vardı. IŞİD’den ayrıldıktan sonra kardeşi bir şeriat mahkemesine götürdüler ve aldığı arabayı onlara geri verdirdiler. Diğer bir genç Ensar, babasına ait olan bir soğutmalı (buzdolaplı) kamyonu görünce tanıdı. O kamyonu (Ebu Hanif’in grubu) önceden otuz bin dolara satmışlardı ve kaçınca diğer arabalarla birlikte bir yere bırakıp terk etmişlerdi. Genç Ensar babasının cesedini diğer cesetlerin arasında buldu ve ağlayarak, ona ne olduğunu bilmeden her yerde babasını aradığını anlattı. O grup, bunun kâfirlerden almış oldukları ganimet olduğunu söylüyorlardı.

Gelen yabancı savaşçılar çoğaldıkça olaylar da çoğalmaya başladı. Birçok gruplar saflarını bu türlü insanlardan temizlemeye başladılar ve bunları aralarından kovdular. Maalesef cihad bölgelerinin tümünü kontrol edemediler ve bu insanlar Suriye’nin çeşitli bölgelerinde toplanmaya başladılar. Çoğunlukla, kâfirlere karşı savaşmadılar ve burada herkesin kâfir olduğunu söylediler. “Kiminle kime karşı savaşalım ki?” derlerdi. Ama buna rağmen, yerli halk muhacirlerin hepsini aynı seviyordu, Ömer Şişeni’nin lideri olan Ceyşul Muhacirin ve-l Ensar’a az değer vermediler. Suriye’de ve Halep’te faaliyet gösteren ilk yabancı savaşçı grubu idiler ve Halep en önemli bölge olduğu için, kısa bir sürede çok güç kazandılar. Yerli halk bu gruba çok güvenirdi ve herhangi bir problem oluştuğunda derhal Ömer Şişeni’ye yönelirdi.

O zamanlarda Ömer’i çokça ziyaret ederdim ve onların dertlerine çözüm bulmak için gerçekten uğraştığını görürdüm. Şikâyetlerin çoğu muhacirlerin kabalığı ile alakalıydı. Sayıları çok olduğu için, Ömer tüm grup üyelerini kontrol edemiyordu. Ama buna rağmen, her gün iyi gelişmeler görünüyordu, çünkü her ne olursa olsun, gruptaki samimi kardeşlerin sayısı daha fazla idi ve halka İslam’ı en güzel şekilde öğretmek için gayret gösteriyorlardı. Ve bu kâfirlerin gözünden kaçmadı. Endişelenmeye başladılar ve Amerika Nusret Cephesi’ni kara listeye aldı. Mücahitlerin arasında bilinmesine rağmen, o zamanlarda Nusret Cephesi El Kaide olarak taninmiş değildi. Burada büyük bir etki ile faaliyet gösterirlerdi ve halk ile bağlantı konusunda yöntemleri iyi idi.

Halep’teki yerli halkı Nusret Cephesi’ni desteklemek için toplantılar bile düzenledi ve Ensar’dan bazı emirler çıkıp açıkça Nusret Cephesi’nin diğer gruplar gibi Esad’a karşı savaştığını belirttiler ve bizim bölünmemize izin vermeyeceklerini açıkladılar. Çeşitleri grupların var olduğunu, ama hepimizin derdinin aynı olduğunu bildirildiler, sorunları çözme yöntemlerimiz farklı olsa bile.

Ama yabancı savaşçılar ile Ensarın arasında vuku bulan olayları fırsat olarak asla kaçırmayan kâfirler, çok cazip bir teklifte bulundular. Ve kâfirler Ensar’a, muhacirlerden ayrılmalarını ve onlardan kurtulmalarını şart koştuklarında ve karşılık olarak silah ve diğer ihtiyaçlarını alabileceklerini söz verdiklerinde, olayı gözleyenler, Ensarın verdiği karşılığı iyi hatırlıyorsunuzdur belki! Ensar’dan birçok emir bir araya toplanarak, kardeşlerine el kaldırmayacaklarını bildirdiler. Ve bunu yapmalarına karşılık olarak yardım alacaklar ise, bu yardımı reddettiklerini de belirttiler. Bu fitneye karşı kazandığımız zaferin tadını çıkarırken hemen ardından daha korkunç ve kanlı bir fitne meydana çıktı ve hala da sürmekte. Detaylı anlatmak istediğim konuda budur.

Bütün bu olaylardan sonra fazla vakit geçmeden, Ebu Bekir el Bağdadi çıkıp dünyaya, Irak ve Şam İslam Devleti’ni kurduğunu ilan etti. Bu tüm mücahitler için çok büyük bir sürpriz oldu. Bunu istemediğimiz ve temenni etmediğimiz için değil, Suriye’deki durumu göz önünde tutmadığı ve yeryüzünde kan dökenleri dikkate almadığı içindi. Muhammed Cevlani’yi de Suriye temsilcisi olarak gördü ve bu Cevlani için büyük bir sürpriz oldu. O zamanda emiri olan Dr. Eymen’e bile bir mektup yazdı ve onun emiri altında olmadığını söyledi.

İnsanların ve Ebu Bekir’i tanımayan Ensar grupların buna tepki vereceklerini ve bunlarla çok uğraşacağımızı burada herkes anladı. Özellikle Ebu Bekir Bağdadi’nin Ensar olmadığı için ve Irak cihadı hakkında hoş olmayan söylentiler yayıldığı için. Buradaki insanlar, Irak’ta mücahitlerin birbirlerine karşı savaştıklarını ve yüzlerce mücahitlerin öldüğünü duydular. Muhammed Cevlani açıkça ortaya çıktı ve bunları (IŞİD’i) kabul etmediğini ve reddettiğini ve el Kaide’ye beyat ettiğini bildirdi ve Dr. Eymen ez-Zevahiri’nin kararını beklediğini açıkladı.

Bu beyandan sonra Nusret Cephesi iki tarafa bölündü. İlk başta, Ebu Bekir’i destekleyenler çok fazla değildiler, ama Dr. Eymen ez-Zevahiri’nin bu konu hakkındaki kararı geciktiği için, bu süre içinde Ebu Bekir’i destekleyenler çok şeyleri değiştirmeyi başardılar. Yabancı savaşçılar onlara katıldılar ama hala sayıları çok fazla değildi. Yabancı savaşçıların cemaatlerini ziyaret etmeye başladılar. Beni de birkaç kere ziyaret ettiler ama ben reddettim ve onlara önce aralarındaki kendi sorunlarını çözmelerinin gerektiğini söyledim. Ve gene en büyük yabancı savaşçı grup Ömer Şişeni’nin grubu idi. Ömer’in Ebu Bekir’i bir kaç günlüğüne ağırladığını duydum. Bu işte bir hayır göremediğim için ve Ömer ile olan kuvvetli arkadaşlık bağımız yüzünden, onun bu fitneye dâhil olmasını istemedim. Her ne olursa olsun, Dr. Zevahiri bir şey demedikçe, Ömer’in acelece davranmasını istemedim, çünkü Cevlani de, Ebu Bekir de onun (Dr. Zevahiri’nin) emiri altında idiler ve son söz onun sözü olması lazımdı. Lakin onu ziyaret ettiğimde anladım ki, geç kalmışım; Ömer beyatını verdiğini söyledi. O esnada Ömer’in yaklaşık bin tane adamı vardı ve ciddi alınacak bir birliktiler ve pozisyonlarını sağlamlaştırdılar. Sonunda, Ömer ile birlikte olanların çoğu Kafkaslıydı ve Kafkaslıların iyi savaşçılar olarak tanındıkları için herkes onların sayısını grubunda çoğaltmak için uğraşıyordu. Onunla beraber çok şeylerden bahsettik ve ben ona gücüm yettiği kadar, bu fitneye katılmamasının ve işler düzelene kadar beklemesinin gerektiğini anlattım. Kendisi yaptığı seçim hakkında tam emin değildi ve işler daha da kötüye gidecek olursa, onları terk edeceğini söyledi.

Her şey Dr. Zevahiri’nin kararına bağlıydı. Lakin Ömer’in etrafında onu çokça etkileyen adamlar vardı ve onların Ömer’i sağlamlaştırmak için hiç bir fırsatı kaçırmadıklarını fark ettim. Ve Dr. Zevahiri’nin konuşması çıktığında ve her iki tarafa kendi bölgelerinde kalmalarını ve önceden nasıl çalıştıklarsa aynen öyle devam çalışmalarını emrettiğinde ve Ebu Bekir Bağdadi’nin yine itaat etmeyi reddettiğinde, onu (Ömer’i) görmek için tekrar ziyaret ettim. Ama onun sonunda kararında kesinleştiğini gördüm. Yanında Çeçenya’dan tanınmış olan profesyonel bir psikolog vardı. Onun sayesinde orda (Çeçenya’da) mücahitlerin arasında çıkan fitne az değildi ve Çeçenya’daki cihadın zayıflamasında o (psikolog) katkısız değildi. Ama bu uzun bir mesele ve bu konunun devamını sürdürmeyeceğim. O her zaman tam doğru mekânda ve doğru zamanda ortaya çıkar, işini hallettikten sonra ellerini siler ve yaptıklarının sonuçlarını keyifle seyrederek gider ve tarafsız bir duruş alır. İşin en ilginç tarafı ise, herkes bu insanları tanıyor ve bunlardan nefret ediyor ama hala bir şekilde bunların böyle önemli bir konuda idare derecesine çıkmasına izin veriliyor! Ve orda onun (psikoloğun) rolü küçük değildi. Ömer’e, IŞİD’e tutunmasını tavsiye etti. Seyfullah Şişeni Ömer’in kararını desteklemedi ve bana sürekli, benim ziyaretimden sonra o psikoloğun saatlerce Ömer ile konuştuğunu ve Ömer’in onu dikkatle dinlediğini anlatırdı. Ve bu sebepten dolayı Seyfullah bu cemaatten ayrıldı. Ama aynı anda önemsiz ufak bir cemaatti, çünkü Suriye’de elli bin savaşçı var ve kendileri ancak yaklaşık iki bin adam toplayabildiler. Böylece önceden reddettikleri adamları aralarına almaya başladılar. Yeterince savaşçı toplayıp birliği büyüttükten sonra, Nusret Cephesi’ne güçlerini göstermek için bir kaç kere Nusret Cephe’nin makarlarına gidip adamların silahlarını ellerinden aldılar.

Günün birinde kendim bizzat şahit oldum. Lazkiye’deki Baruda ve Durin’e karşı yapılacak bir operasyon için hazırlık yaptığımız esnadaydı. Belki o videoları internette görmüşsünüzdür. IŞİD, muhacirlerden oluşan bir grup ve Suqqur el-iz’den oluşan 150 kişilik grup Baruda saldıracaktı ve bizde ensarlardan oluşan bir grup ile toplam 150 kişi olarak Durine saldıracaktık. Nerdeyse her şey hazırdı ve bizim kardeşlerimiz yaklaşık on gündür nerdeyse o bölgelere ulaşmış durumdaydılar ve diğer kardeşleri bekliyorlardı. O esnada ben diğer kardeşlerle makardaydım ve Ebu Basir ile birlikte birkaç kişi beni görmeye geldiler. ÖSO’ya ait olan bir grubun emiri idi. Lazkiye’de Ensarın en etkili ve sözü geçen emirlerinden birisi idi. Önceden bazen onların yanına giderdik ve her seferinde kendisinin ve kardeşlerinin bizi gördüklerine ne kadar çok sevindiklerini görürdük. Bana, bizimle birlikte hareket etmek istediğini söyledi ve her konuda itaat etmeye hazır olduğunu söz verdi. Askeri Meclisten (Türkiye’deki ÖSO temsilcisi) silah aldıklarını da anlattı. Ve eğer o meclisin Ebu Basir’in bizimle olduğunu öğrenirse, silah yardımını keseceklerini de söyledi. Eğer şeriata göre caiz ise, bunu açıkça ilan etmeyeceğini ve gizli tutacağını söyledi, ama eğer ki caiz değilse, her şeyden vazgeçeceğini (ilanını açıklayıp yardımın kesilmesini göze alacağını) söyledi. Ayrıyeten kendi grubuna dava yapması için ilimli bir kardeşin gönderilmesini talep etti. Grubundaki adamlarının imanlarının zayıf olduğunu ve sigara içtiklerini anlattı ve onları düzeltmek için elinden geleni yapmak istediğini söyledi. Bu konuşmaya hem benim tarafımdan hem onun tarafından şahitlik edenler vardı. Ona anında cevap verdim ve şuanda bir operasyon ile meşgul olduğumuzu söyledim. O da Beyt Ehlebia ve Kherbay Solas da yapılacak başka bir operasyon için her şeyin hazır olduğunu söyledi. Bu iki tepeye ve devamında ardındaki bölgelere saldırmayı bizde planlamıştık. Ebu Basir bizden kendisine destek vermemizi talep etti ve bu iki tepeyi aldıktan sonra Durine geçmenin daha uygun olduğunu ve böylece diğer operasyonlarda bizim için daha kolay olacağını anlattı. Bir ay boyunca o tepelerin dibini keşfettik ve tam her şey hazırken, anlaşma yaptığımız tüm gruplar Barbuda’ya gittiler. Bizim de silah sorunumuz olduğu için buraya geri dönmeye mecbur kaldık.

Kafkasyalı gençlerin beyinleri bazı websitelerden ibaret. Bugün buraya genç bir delikanlı gelebilir. Biz iki sene burada geçirmişiz ve o gence Suriye’deki durumu anlatmak isteriz mesela. Kendisi sözümüzü keser ve bizlere kimin kim olduğunu anlatmaya baslar. “Bunları nerden biliyorsun” diye sorarsan “Falan ve falan sitede okudum” diye cevap verir. Ve onun sözünü kesmek hiç bir işe yaramaz. Seyfullah bana, IŞİD’te olan bir kaç genç Kafkas kardeşin kendisine yönelip Ömer ile konuşmasını istediklerini anlattı, çünkü emirleri onları sivilleri öldürmeye zorlamış. Biz bir boşlukta kaldık, ne yapacağımızı bilemedik. Âlimlerin fetvası olmadığı için silahlarımızı kaldırmaya cesaret edemedik, ama öylece oturup olanları seyretmekte çok zor geldi bize. Siccin’e gitmek te tehlikeliydi. IŞİD’in bölgesinden çıkıp, IŞİD’e karşı savaşan grupların kontrol noktalarının bulunduğu bölgelere girmek çok tehlikeliydi. Ama Siccin’e gitmek için mecbur o bölgelerden geçmek zorundaydık. Bir keresinde IŞİD’çi bir sniperin koruması ile yola çıktık ve bizi gören Ensarlar hemen alarm verdiler ve bize ateş açmaları tehlikesi vardı. Ve böylece oradan herhangi bir şekilde çıkmaya karar verdim. Siccin’e doğru yaklaşmaya ve ilerlemeye karar verdim. Liramon’a gelince tam bir çatışma vardı, Mukharabata yakın. Kardeşin birini, durumumuzu haberdar etsin ve kuşatıldığımızı anlatsın diye IŞİD emirine yolladım ki bu bölgeyi devralsın diye. Cevap olarak, kâfirler gelse bile umurlarında olmadığını söyledi.

Çoğunlukla Muhacir olan iki üç bin kişi, elli bin kişinin arasından çıkıp kendi kafalarına göre bir devlet ilan ediyorlar ve kendilerine itaat etmeyen herkese mürtet diyorlar! Unuttukları şu ki; Şeriat devletten ve hilafetten bile daha yücedir. Emin olarak söyleyebilirim ki, ilim/hikmet şuan Suriye’de istirahat etmekte. Sadece duygular konuşuyor burada. İlmi ve askeri tecrübesi olan birisinin çıkıp konuştuğunu göremezsin. Genelde hayatında ilk defa cihad edenler konuşuyor.

Çeçenistan’da da fitneler ve anlaşmazlıklar oldu. Maşhadov ile Basayev ve diğer emirler tartıştılar ve öyle kavga ederlerdi ki bazen her şey sanki yıkılacakmış gibi bir duruma gelirlerdi. Ama onlar tartışmaya layık olan insanlardı ve terbiyeliydiler. Bir keresinde Şamil’in Maşhadov hakkında konuştuğunu hatırlıyorum ve mücahitlerden biri, Maşhadov’un dedikodusunu yapmaya başlamıştı. Şamil onu derhal susturdu ve “Sakın benim yanımda onun hakkında kötü konuşma. O senin seviyende olan bir adam değil ve ayrıca o bir mücahittir!” dedi.

Ama burada kocaman adamlar gelmiş onun bunun hakkında yorum yapıp boş boş konuşuyorlar. Biz bu cehaleti, bu küfrü ve bu haksızlığı gördük ve bu tür şeylerden derhal kurtulmak ve İslami bir devlette, daha iyisi, bir hilafet altında yaşamak istiyoruz. Gözlerimizin sadece Allah’ın razı olduğu şeyleri görmesini ve çocuklarımızın Şeriat hukuku altında büyümesini sağlayan bir hilafet istiyoruz. Ama bu arzumuz bizleri kör etmesin. Elhamdülillah, burası hadislerde yer almayan Kafkasya yada herhangi bir bölge değil. Burası Şam… Ve Şam hakkında hadisler var, sadece okumamız lazım…

Hadislerde Irak savaşına katilin diye bir emir var mı? Yoksa Ebu Bekir el Bağdadi’nin savaşının Irak savaşı olduğuna dair şüpheniz mi var? Aldanmayın! Şam’dan sonra Irak hakkında söylenmiş hiçbir şey yoktur. Ve eğer Şam’da bir tek savaş bile yok derseniz, bende o zaman derim ki, savaş yeni başladığında Afganistan’da da, Çeçenistan’da da ve Irak’ta da yoktu. Bu savaş, onu sürdürenler olduğu müddetçe var olacaktır!

Muslim Ebu Velid Şişani

İngilizceden Çeviri: Tuğba Yeşil

Kaynak: http://www.chechensinsyria.com/?p=22210

Ümmet-i İslam / Özel Haber

 
Son düzenleme:
HAMAS Çevrimdışı

HAMAS

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
ümmeti islam duyuru metninin ingilizceye çevirilmiş kısmından tercüme yaptı.Biz arapça kaynağından çeviri yaptık.Birde bunun rusça olanı var.
 
Üst Ana Sayfa Alt