Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Dâr'ul Harb'de Eman ile İlgili Meseleler?

S Çevrimdışı

SaYFuLLaH

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
es selamu aleykum,

Sorum şu:
1. Kafir, mümine eman verirse ve mümin de beldenin kafirlerine zarar vermeyeceğine söz verirse ancak bu emanı veren kafir başka bölgelerde müslümanları katlediyorsa, emanı veren kafire zarar verilebilir mi, Kab bin Eşref hadisesinde olduğu gibi antlaşmaya rağmen hileye başvurulabilir mi?
2. Ve şayet bu hileye başvurulursa diğer emanlı müminlerin zulüm ve işkenceye uğrayacağını bildiğimizde hüküm değişir mi?
3. Eğer emanı veren harbi kafire zarar verilebiliyorsa savaşta katkısı olmayan diğer kafirlere zarar verilebilir mi yoksa verilen eman komple batıl olduğu için hüküm bunlar için de aynı mı?
4. Eman, herhangi bir söz vermeden veya antlaşma yapmadan amelle de gerçekleşebilir mi yani o beldede kafirlerin bir mümine zarar vermemesi, o müminin de ona zarar vermemesi için yeterli bir sebep mi?
5. O ülkenin kanunlarına göre bir suç işlediği için hapse atılan bir müminin kafirlere vermiş olduğu eman geçersiz mi oluyor?
6. Darul İslam olması cariye edinmenin bir şartı mıdır yoksa güç bulunduğunda günümüzde darul islam olmadan da tatbik edilebilir mi?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Salafimedia;312243' Alıntı:
es selamu aleykum,

Sorum şu:
1. Kafir, mümine eman verirse ve mümin de beldenin kafirlerine zarar vermeyeceğine söz verirse ancak bu emanı veren kafir başka bölgelerde müslümanları katlediyorsa, emanı veren kafire zarar verilebilir mi, Kab bin Eşref hadisesinde olduğu gibi antlaşmaya rağmen hileye başvurulabilir mi?
2. Ve şayet bu hileye başvurulursa diğer emanlı müminlerin zulüm ve işkenceye uğrayacağını bildiğimizde hüküm değişir mi?
3. Eğer emanı veren harbi kafire zarar verilebiliyorsa savaşta katkısı olmayan diğer kafirlere zarar verilebilir mi yoksa verilen eman komple batıl olduğu için hüküm bunlar için de aynı mı?

4. Eman, herhangi bir söz vermeden veya antlaşma yapmadan amelle de gerçekleşebilir mi yani o beldede kafirlerin bir mümine zarar vermemesi, o müminin de ona zarar vermemesi için yeterli bir sebep mi?
5. O ülkenin kanunlarına göre bir suç işlediği için hapse atılan bir müminin kafirlere vermiş olduğu eman geçersiz mi oluyor?
6. Darul İslam olması cariye edinmenin bir şartı mıdır yoksa güç bulunduğunda günümüzde darul islam olmadan da tatbik edilebilir mi?
Âleykum selam we rahmetullah ;

C 1- 2- 3- Emân verecek kimsede şu şartların bulunması gerekir:
1) Müslüman olmak; Gayr-i muslimler, müslümanlar adına emân veremez.
Çünkü, onların iyi niyetle hareket edip, İslâm toplumunun yararını gözetmelerine güvenilemez. Ancak kendilerine emân verme yetkisi verilmişse, bu durum mustesnâdır.
2) Akıllı olmak; Akıl hastalarının veya şuuru yerinde olmayanların vereceği emân geçersizdir.
Çünkü emân işi, tehlikeli ve rizikolu bir konudur. Kişinin, emânın sonuçlarını değerlendirebilmesi için tam temyiz gücüne sahib olması gerekir.
3) Bulûğ çağına gelmiş bulunmak; Çocukların düşmana vereceği emân geçerli değildir.

Ancak savaşa katılma izni verilen küçükler bundan mustesnâdır.

Savaşa katılma izni verilen müslüman köle de, düşmana emân verebilir. İran'ın fethi sırasında, kuşatılan bir şehir halkının savaşa ilgisiz kaldığı ve kapılarını İslâm ordusuna açıverdiği görülür. Olay incelendiğinde, önceden müslüman bir kölenin şehir halkına emân verdiği ortaya çıkar. Müslüman komutan bu emânı tanımak istemeyince anlaşmazlık Ömer'e götürülür. Ömer (r.anh) ise, "Müslüman köleler tarafından yapılan andlaşma, diğer hür müslümanlar tarafından yapılan anlaşma kadar geçerlidir" cevabını verir (Mevlânâ Şıblî, Suleyman en-Nedvî, İslâm Tarihi Terc. Ömer Rıza VII, 192).

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Müslümanların kanları biri diğerine eşittir. En aşağıları dahi devlet adına emân verebilir, onlar kendilerinden başkalarına karşı bir el gibidirler"
(Ebû Dâvûd, Nesaî ve İbn Mâce'den naklen et-Tebrizî, Mişkatu'l-Mesâbıh, II, 264)

Müslüman kadın da emân verme yetkisine sahibdir. Çünkü Peygamber, kızı Zeyneb'in kocası Ebu'l Âs İbnu'r-Rabî' için verdiği emânı kabul etmiştir (eş-Sevkâni, Neylu'l-Evtâr, VIII, 28).

Emân olayı bazen kendiliğinden gerçekleşir. Meselâ bir müslüman erkek, ülkesinde evlendiği Hristiyan veya Yahudi hanımını İslâm ülkesine getirirse, eşi kendiliğinden emâna kavuşur. Çünkü o, müslüman bir erkekle evlenmekle zımmî olmayı kabul etmiş sayılır.


Düşman beldesinde bulunan müslüman bir tüccar veya esir yahut orada İslâm'ı kabul edip, yerleşmiş kimsenin müslümanlar adına emân vermesi geçerli değildir. Çünkü bunlar düşman ülkesinde baskı altında sayılırlar. Düşmanın menfaatine alet olmakla veya kendi kişisel yararlarını düşünerek hareket etmekle itham olunabilirler.

Verilecek emânın bir hikmete ve toplum yararına dayanması gerekir. Hanefi ve Maliki'ler bunu şart koşarlar. Çünkü düşmanla harb hâli devamlılık arz eder. Şâfiî ve Hanbeli'ler ise emânda zararın bulunmamasını yeterli görürler. Ayrıca bir maslahat ve yararın bulunmasını şart koşmazlar. Casus ve benzerleri için câiz olmaz (İbnu'l-Humâm, Fethu'l-Kadir, IV, 300, Vehbe ez-Zuhaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuhu, VI, 435)
O muşriklerin Allah katında ve Rasulu katında herhangi bir ahdi nasıl olabilir? Ancak Mescid-i Haram yanında andlaşma yaptıklarınız var ki, bunlar size karşı doğru durdukça siz de onlara doğru olun. Allah (hainlikten) sakınanları elbette sever. Onlarla nasıl sözleşme olabilir ki, sizin aleyhinize ellerine bir fırsat geçse, hakkınızda ne bir andlaşma gözetirler, ne de bir yemin. Dil ucuyla sizi hoşnut etmeye çalışırlar, fakat kalbleri o kadarına da radı olmaz. Zaten onların çoğu fâsıktırlar. (Tevbe 7 - 8)

Kufur diyarında bir kafir tarafından emanla bulunan bir musluman, kafirlerin İslamın emirlerini yasaklaması, muslumanlara savaş açması gibi durumlarda emanı tek taraflı fesh edebilir.

Rasul-u Ekram (s.a.v.), Mekke'ye gelen insanları İslâmiyet'e davet ederken ensâb ilmini iyi bilen Ebu Bekir onun yanında bulunarak çeşitli kabile mensuplarıyla kolayca dostluk kurmasında kendisine yardımcı olurdu. Peygamber'in risâletinin beşinci yılında (615-616) Kurayş'liler'in müslümanlara işkenceyi arttırması ve özellikle kendisinin yüksek sesle Kur'an okumasına engel olmaları üzerine dayısının oğlu Haris b. Hâlid ile Habeşistan'a gitmek üzere Mekke'den ayrıldı. Yolda karşılaştığı dostu İbnu'd-Duğunne, Kurayş'liler'le konuşarak dinini kimseye açıklamaması şartıyla onun Mekke'de kalmasını sağladı. Ancak Ebû Bekir gizlice ibadet etmeye ve Kur'an'ı sessiz okumaya uzun süre dayanamayıb Kurayş'liler'le yaptığı anlaşmayı bozdu. Bunun üzerine İbnu'd-Duğunne artık kendisini himaye etmeyeceğini bildirince . Ebû Bekir sadece Allah'ın himayesine sığındığını söyleyerek Mekke'de oturmaya devam etti. (Muslim, Fezâıilu's-sahâbe, 1)

Kâb Bin Eşref'in öldürülmesi durumu kufur diyarında değil, Muslumanların devleti (Dar'ul İslam) mevcûdiyetinde iken, ve İslam'ın emirinin tâlimatıyla verilen bir hükümdür. Mekke'de böyle bir durum söz konusu değildir.
Küfür diyarında emanla giren bir musluman, emanı bırakıp kufur düzenine veya kafirlere savaş açması söz konusu ise, kafirlerin içinde kalarak bunu yapması diğer muslumanlara zarar vereceğinden, böyle bir musluman ancak safını belli ederek yapabilir. Yani o eman aldığı kâfire, emanından çıkıp, öldürdükten sonra kendi cebhesini veya muslumanların cebhesine katılabilmelidir.
Ebu Basir vâkıası bunun delilidir:

Rasulullah (s.a.v.), Hudeybiye`den Medine`ye dönüşü üzerinden pek fazla bir zaman geçmemişti. Bu sırada İslâmiyetle muşerref olan Sakif Kabilesinden Ebû Basîr adındaki bir zat bir fırsatını bulup Mekke`den Medine`ye geldi. Üç gün sonra, onu istemek üzere Kurayş'liler iki kişi gönderdiler. Bunlar Peygamber Efendimize, "
Bize karşı imza ettiğin andlaşmayı hatırlatırız" diyerek Ebû Basîr`i geri istediler.
Rasûl-u Ekram Efendimiz, anlaşma gereğince Ebû Basîr`i geri vermek zorundaydı.
Ona, "
Ey Ebû Basîr! Biliyorsun ki, biz şu Kurayş'lilerle bir anlaşma yapmış ve onlara söz vermiş bulunuyoruz. Dinimize göre, verdiğimiz sözde durmamak bize yaraşmaz. Muhakkak Allah, sana ve senin gibi muşrikler içinde kalan Müslümanlara bir genişlik, bir çıkar yol yaratacaktır" deyib teselli verdi. Sonra onu gelen adamlara iâde etti.
Ebû Basîr, "
Yâ RasûlAllah! Bana işkence yapsınlar, beni dinimden döndürsünler diye mi muşriklere geri veriyorsun?" diye feryad etti.
Rasûl-i Ekram, tekrar ona teselli verdi: "
Sen git! Muhakkak Allah, sana ve senin gibilere bir çıkar yol yaratacaktır."
(İbni Hişam, Sîre, 3:337)

Kurayş`in gönderdiği iki adam Ebû Basîr`i alarak Medine`den yola çıktılar. Zul huleyfe`ye ulaştıklarında orada oturup beraber yemek yediler.
Ebû Basîr her an onlardan nasıl kurtulabileceğini düşünüyordu. Önce onlarla yakınlık kurmak istedi. Bunun için kendileriyle sohbete başladı. Huneys adındakinin ismini, babasının kim olduğunu sorup, öğrendikten sonra, "
Öyle zannediyorum ki, senin şu kılıcın oldukça keskindir" dedi.
Adam, "Evet," dedi, "oldukça keskindir."
Ebû Basîr gayet sakin ve emniyet verici bir tavırla, "
Ona bir bakabilir miyim?" diye sordu.
Huneys, "İstiyorsan, al bak" dedi.
Ebû Basîr bulunmaz bir fırsatı yakalamıştı. Kılıcı kaptığı gibi Huneys`in üzerine yürüyüp işini bitirdi.

(İbni Hişam, Sîre, 3:337)

Bunu gören diğer arkadaşı son sürat kaçarak Medine`ye geldi. Peygamber Efendimizin huzuruna çıktı, "Adamınız, arkadaşımı öldürdü. Ben ise elinden zor kurtuldum" diyerek Ebû Basîr`den dolayı şikayet etti.
Bu sırada Ebû Basîr de geldi, "
Yâ RasûlAllah! Sen, beni onlara teslim ile ahdini yerine getirmiş oldun. Şimdi, Allah beni onlardan kurtardı" diyerek bir daha muşriklere iâde edilmeyip Medine`de kalmayı istedi.
Ebû Basîr`in cesaret ve atılganlığına hayret eden Efendimiz, Sahabîlere hitaben, "
Bu adam, harb kışkırtıcısı, kızıştırıcısıdır! Hele yanında, bir takım adamlar da bulunsa, artık elinden gelmeyecek iş yoktur" buyurdu.
(İbni Hişam, Sîre, 3:338.)

Bu sözler üzerine Ebû Basîr, tekrar Kurayş'lilere iâde edileceği düşüncesine katıldı. İçinde yine feryatlar koptu.
Fakat Rasûl-u Ekram Efendimiz, onu Kurayş'lilere tekrar geri vermediği gibi Medine`de kalmasına da musaade etmedi. "Haydi çık, istediğin yere git" diyerek onu istediği yere gitmekte serbest bıraktı.

(Megazî, 2:627)

Bunun üzerine Ebû Basîr de, Medine`den çıktı. Deniz sahilinden Mekke`den Şam`a giden yol üzerindeki Îs Vadisine gidip yerleşti.
Mekke`de hapsedilmiş bulunan Müslümanlarla, îmânlarını gizleyenler bunu duyunca birer ikişer kaçarak Ebû Basîr`in yanında toplandılar. Kısa zamanda sayılan yetmişi buldu. Hattâ, etraftaki kabilelerden de katılanlarla birlikte bu sayı üç yüze çıktı.
Böylece Ebû Basîr, etrafında büyük bir kuvvet toplamış oluyordu. Kurayş`in Şam`a gönderdiği bütün ticaret kafilelerinin yolunu kesip, adamlarını öldürüyor ve mallarına da el koyuyorlardı.

(İbni Hişam, Sîre, 3:338)
Kendilerini tehdit eden bu durum karşısında Kurayş'liler Peygamber Efendimize derhal bir elçi gönderdiler. Elçinin Peygamberimize getirdiği mektupta şunlar yazılı idi:
"Allah ve akrabalık aşkına! Sen, Ebû Basîr`in arkadaşlarına haber salsan ki, bundan böyle her kim, Medine`ye, senin yanına gelirse, o emniyet ve selâmettedir. O, geri çevrilmeyecektir."

(İbni Hişam, Sîre, 3:338; İstiab, 4:1613)

Kurayşin bu rica ve muracaatları üzerine Peygamber Efendimiz de Ebû Basîr ve yanından bulunan Müslümanları dâvet için Ebû Basîr`e bir mektub yazdı. Ebû Basîr o esnada ağır hasta idi. Rasûl-u Ekram Efendimizin mektubu kendisine ulaştığında son nefeslerini alıp veriyordu. Bu vaziyette mektubu eline aldı, yüzüne gözüne sürdü, Henüz tam okumadan da ruhunu teslim etti.
Ebû Cendel ve diğer Müslümanlar onun cenaze namazını kılıp defnettiler.

(İbni Sa`d, Tabakât, 4:134)
Daha sonra Ebû Cendel, diğer Müslümanları da yanına alarak Medine`ye Peygamberimizin yanına geldi.
(İbni Sa`d, Tabakât, 4:134.)

C 4- Emân; düşmana, emniyet altında olduğuna dâir verilen söz veya yapılan işaret demektir. Bu, bir kimseye "sana emân verdim", "siz güvendesiniz", "size bir zarar yoktur" gibi açık ifadelerle olur. Buna "emân-ı sarîh" denir. Yetkili bir kimse tarafından düzenlenecek yazılı bir emânnâme ile verilen emân da "Emân bi'l-kitâbe" olur. Emân belli bir süre ile sınırlanabileceği yani "Emân-ı muvakkat" olabileceği gibi süresiz olarak da verilebilir. Buna da "eman-ı mutlak" denir.
C 5- Kufur diyarında (ülkesinden) eman almış bir müslümanın emanının devam edip etmemesi, -bir vakıâ olarak da- o ülkenin inisiyatifine bağlıdır. Onların da bu konu da hareket noktaları kendi hukukları olur. Yâni hapse giren musluman bunu belirleyemez, karar veremez.
Eğer bir İslam ülkesiyle anlaşma yoksa, böyle bir durumda o ülkede tamamen onların kanunları konuşacaktır. Bu sabite çerçevesinde, o ülkenin kanunlarında işlenen suçun, Eman'ın ibtal edilmesi için bir gerekçe olup olmamasına bakılır.

C 6- Savaşta câriye edinebilmek için Dar'ul İslam / Halifenin varlığı şart değildir fakat, muslumanların emirinin (devlet başkanı) olması ve izni şarttır.
Savaş esirlerinin âkıbeti, İslâm devletinin alacağı karara bağlıdır; bunlar karşılıksız olarak veya fidye mukabilinde salıverilirler. (Muhammed 4) Düşman elinde bulunan müslüman esirlerle değiştirilir yahut köle statüsüne geçirilirler. Bu durumda kölelerin beşte biri devlet hazinesinin payı olarak ayrılır, beşte dördü de muharibler arasında taksim edilir. Köle statüsüne geçirilen esirlerin gayri muslim olması şarttır; savaş esirleri arasında bulunan müslümanlar köle yapılamaz. Bu hüküm, İslâm devletine karşı isyan eden ve ele geçirilen âsiler için de geçerlidir; bu gruba giren esirlerin er veya geç serbest bırakılması gerekir. Esir olduktan veya köle statüsüne geçirildikten sonra İslâmiyet'i kabul etmek köleliğe engel değildir.
Savaş esiri Arablar'ın köleliğe geçirilip geçirilemeyeceği konusu tartışmalıdır. Peygamber'in Huneyn Gazvesi esnasında vermiş olduğu, "Arablar üzerinde kölelik yoktur" (Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm, s. 133-134; Serahsî, el-Mebsût, X, 40; Şerhu Siyeri't-kebîr, II. 265) hükmü İslâm hukukçularının karşısına birçok mesele çıkarmaktadır. Zira bizzat Rasûl-u Ekram'in savaş esiri Arablar'ı köle statüsüne geçirdiğine dair örnekler vardır. İbn Hişâm'ın naklettiğine göre Peygamber (s.a.v.) 5 (627) yılında Benî Mustalik Gazvesi'nde ele geçirilen kadın ve çocukları köle olarak müslüman askerlere dağıtmıştır. (es-Sîre, II, 294)


İlgili Konular:

Dar'ul Harb'de Hırsızlık, Banka Dolandırmak Câiz mi?


Dar'ul Harb'de Gadr Yapmadan Küfrün veya Kâfirlerin Malını Almak Câiz mi?
 
Üst Ana Sayfa Alt