bir yazı buldum...
Ülke Dışında Oturan Müslümanlara Hadlerin Uygulanması
217. Bir müslümanın ya da zımminin İslam diyarı dışında had uygulamak gereken bir suç işlemeleri durumunda bulundukları ülkede ikamet ettikleri sürece cezanın yerine getirilmesi imkanı yoktur. Fakat o ülkeden İslam diyarına döndüklerinde İs*lam mahkemesinde çeşitli ispat yollarıyla had suçunu işlemiş oldukları sabit olacak olursa acaba İslam diyarında kendilerine bunun cezası uygulanacak mıdır? Bu noktada cumhuru teşkil eden fikıh bilginlerinin Ebu Hanife ve başka müctehidlerle görüş ay*rılığı içinde olduklarım görüyoruz. Meseleyi birazcık açığa kavuşturmak gerekirse di*yebiliriz ki bu konudaki fıkhı görüşler neticede iki ana kola ayrılabilir. Bunlar:
1- Bu görüşlerden birincisi cumhurun görüşüdür. Cumhura göre söz konusu kimseler ülkelerine döndükleri zaman haddi uygulamak vaciptir. Çünkü İslam devle*tinin kendisine mensup gerek müslüman gerek zımmî vatandaşları üzerinde bir oto*ritesi vardır. Müslümanlardan herhangi bir kimse yeryüzünün herhangi bir parçasında bir had cürmü işlese İslam'ın otoritesi böyle bir kimsenin boynundadır, her nere*de olursa olsun ve nerede ikamet ederse etsin, bu adamın boynundadır. Madem ki vasfi ve sıfatı İslam'dır, öyleyse İslam'ın hükmüyle bağlıdır. Buna göre bir örnek ver*mek gerekirse yeryüzünün herhangi bir parçasında bir müslüman zina etse sonra da İslam diyarına gelip bu cürmünü hakimin huzurunda itiraf etse, itirafında herhangi bir şüphe unsuru yoksa kendisine gerekli olan zina haddi (cezası) uygulanır.
Buraya kadar anlattığımız hükümler, zımmiler için de geçerlidir. Bir zımmi zımmiliğine devam ettiği ve İslam'ın otoritesinin sürmesine razı olduğu sürece aynı hükümle karşılaşacaktır. Bir zımmi darul harpte had uygulanması gereken bir cü*rüm işlese bu cürmün cezasının yerine getirilmesi için gerekli şartlar bulunuyorsa İslam diyarında gereken cezaya çarptırılır. Zira zımmî de zimmet sözleşmesi nede*niyle ve İslam diyarında ikamet etme arzusunda bulunması dolayısıyla İslam'ın otoritesi kendi üzerinde geçerli olur. Nitekim İslam'ın otoritesi müslüman için de her yerde ve zamanda geçerli idi. Şu halde müslümanla zımmi arasında bu noktada herhangi bir fark yoktur. Devletin bu otoritesi ancak zımmiyi İslam devletinin bir vatandaşı haline getiren zimmet akdi ortadan kalkınca son bulur. Şu halde zımmî her nereye giderse gitsin, İslam'ın otoritesi altındadır ve İslam'ın ahkamına boyun eğmek zorundadır. Böyle bir kimsenin İslam'ın otoritesinden çıkmasına imkan yok*tur. Böyle bir niyeti varsa sadece zimmet akdini bitirmesi ve İslam diyarına bir daha dönmemesiyle mümkündür.
Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi cumhuru oluşturan fikıh bilginlerine göre zımmiler tıpkı müslümanlar gibidirler. Oysa müste'men olan kimseler, İslam diyarı dı*şında herhangi bir cürüm işledikleri zaman İslam diyarına geldiklerinde bu cürüm*lerinin hesabı kendilerine sorulmaz. Ancak İslam diyarı dışında herhangi bir müslümanın hakkına tecavüz etmişlerse bu müstesnadır. Hadlere gelince herhangi bir müste'men darul harpte ikamet ederken müslümanların böyle bir kimse üzerinde herhangi bir otoritelerinden söz etmek mümkün değildir.
İşte cumhurun görüşü yukarıda işaret ettiğimiz gibidir. Onlar bu görüşlerini ileri sürerlerken cezalarda İslamî otoritenin herkese şamil olduğu yaklaşımını benimse*mişler, bu otoritenin nasıl dünyanın her yerinde genelliği varsa şahıslara da genelli*ği olduğunu düşünmüşlerdir. Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse İslam otoritesi nasıl İslam topraklarında yaşayan herkese geçerli ise İslam devletine mensub olan her kişiye de geçerlidir. Bu söz konusu otorite ister kişinin müslüman olmasıyla sa*bit olsun, isterse zimmet akdi yapması dolayısıyla sabit olsun fark etmez.[119]
218. Fıkıh bilginlerinin cumhuruna ait görüş ve bu yaklaşımın temel düşüncesi yukarıda işaret ettiğimiz gibidir. Bu görüşün karşısında Ebu Hanife ve arkadaşlarına ait bir başka yaklaşım söz konusudur. Bu yaklaşıma göre müslümana ya da zımmîye darul harp'te had uygulanması gereken bir cürüm işlediklerinde herhangi bir ceza vermek yoktur.
Ebu Hanife'nin ve arkadaşlarının bu yaklaşımları iki temel düşünceye dayanmak*tadır. Bunlar:
1- İslam'ın cani üzerinde gerek fiilî ve gerekse hükmî otoritesinin varolup olma*dığı cürmün işlendiği anda araştırılır. Bir cezanın verilmesinde sadece hükmî otori*tenin varolduğuna itibar edemeyiz. Nitekim fiilî otoritenin varlığını nasıl itibara ala*madığımız gibi. Zira ceza, suçlunun yapmış olduğu fiile karşı bir karşılıktır. Şu hal*de suçun işlendiği esnada İslam devletinin ceza verebilecek imkanı olmalıdır. Şayet bu imkan yoksa işlenen fiil, cezalık fiil olmaktan çıkar.
Dahası Hanefi mezhebinde sabit olan kurallardan birisi de zaman aşımının ceza*ları düşüreceğidir. Zira, caydırıcılık ancak işlenen suçun hemen peşinden ceza uy*gulanmasıyla mümkündür. Oysa zaman aşımıyla caydırıcılık sağlanamaz, İslam diyarı dışında suç işleyen kimsenin işlemiş olduğu bu suç gizlenmeli ve açığa çıkarıl*mamalıdır. Oysa ceza, suçu ortaya çıkaran bir unsurdur. Evet, ceza suçu ortaya çıkarır, zira insanlar o suçu işlenirken görmemişlerdir. İnsanları şimdi cezayı görmele*ri dolayısıyla suçu öğrenmeleri toplum içerisinde fesadın yayılması demektir. Bu da cezanın getireceği faydadan çok daha büyük zarara yol açar.
2- Hanefi'lerin dayandığı ikinci temel düşünce ise hadlerin sırf Allah hakkı olduk*larıdır. Allah hakkı iki şeyle ispat olunur.
1- O hakkın uygulanmasını gerektiren cürmün varlığı.
2- Cezanın yerine getirilmesini engelleyici herhangi bir engelin bulunmaması.
Cezayı yerine getirecek olan müslüman hakimdir. Haddi uygulamak mümkün olmayınca cezayı gerektiren suç bulunmuş fakat onu yerine getirmeye bir engel çık*mış ya da cezanın yerine getirilmesinin gerekli şartları bulunmamış olur. Dolayısıyla işlenen cürüm herhangi bir ceza söz konusu olmaksızın işlenmiş cürüm haline gelir. İmam el-Kasanî, El-Bedayi isimli eserinde bu düşünceyi şu şekilde açıklar:
Herhangi bir kimse darul harpte zina edecek ya da hırsızlık yapacak veya şarab içecek olsa ya da bir mslümana zina iftirasında bulunsa herhangi bir cezaya çarptırılmaz. Zira müslümanların devlet başkanı darul harpte hadleri uygulayamaz. Zira otoritesi (fiilî otorite) bulunmamaktadır. Bir müslüman yukarıda sıralanan fiilleri ora*da yapar, sonra darul İslam'a dönecek olursa yine had uygulanmaz. Çünkü işlemiş olduğu cürüm işlenirken ceza doğuran bir cürüm değildir.
İşte Ebu Hanife ve arkadaşlarının görüşleri yukarıda anlatıldığı gibidir. Bu görüş her türlü cürüm bakımından uygulanır, işlenen suç ister mali olsun isterse şahıslann bedenlerine karşı işlenmiş olsun fark yoktur.