Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Dâr'ul Harb'de İşlenen Suçların Haddi, Dâr'ul İslam'da Tatbik Edilir mi?

E Çevrimdışı

ezberboızan

Üye
İslam-TR Üyesi
örneğin ben şeriata aykırı bir şey yaptım ve ceza almam gerekiyor türkiye şuan şeriat gelse ben onun cezasını çeker miyim yada dünyada şeriatla yönetilen bir yere gidersem türkiyedeki günahlarımdan dolayı ceza görür müyüm bide islam cezalarının uygulanması için illa islam devletimi olması gerekir islam devleti kurulmadan önceki cezalar nasıl affolur....

Lütfen yardımcı olur msusunuz allah sizden ve benden razı olsun inş..
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Rasul-u Ekram (s.a.v.): "Daru'l İslam, içinde yaşayanı her türlü tecâvuzden korur. Daru'l harb ise, içinde bulunanı mubah kılar" (İmam Ebu'l Hasen El Maverdi - El Ahkamus-Sultaniyye - Kahire: 1966, Sh: 60) buyurmuştur.

Yine diğer bir rivayette "Daru'l Harb'te hudutlar tatbik edilmez" (İmam-ı Serahsi - El Mebsut - Beyrut: ty D. Marife Neşri, C: 9, Sh: 100. Ayrıca İmam-ı Merginani - El Hidaye Şerhu Bidayetu'l Mubtedi - Kahire: 1965, C: 2, Sh: 103. İbn-i Humam - Fethu'l Kadir - Beyrut: 1316, C: 4, Sh: 153. Molla Husrev - Dureru'l Hukkam fi Şerhu Gureri'l Ahkam - İst: 1307, C: 2, Sh: 66) buyurmuştur.

Hanefîler bu rivayeti delil kabul ederken, diğer mezhebler delil olarak almamışlardır. İleri gelen Hanefi fakihlerden ez-Zeylaî de bunun garib hadis olduğunu belirtir (Nasbu'r Râye, III, 343).



Dar'ul harb'te İşlenen Suçun İnfâzı


Hanefi'lere göre Ceza hükümlerini tatbike yetkili bir idarecinin orduya komuta etmesi durumunda, orduda işlenen suçlara cezanın ancak suçlunun düşmana sığınmayacağından ve dinden dönmeyeceğinden emin olunursa ceza uygulanır. Aksi takdirde Dar'ul İslam'a dönünceye kadar tehir edilir.

Hanbelî'ler, Dar'ul İslama dönünceye kadar tehir edilir.

Şafii'ler ve Maliki'ler ise, Dar'ul Harb'te ister ordu içinde ister dışında olsun ceza Dar'ul Harb'te tatbik edilir.

(İbn Kudame, el-Muğnî, IV, 46)

İlgili Konu:

Murtedin Tevbesinin Hükmü ve Geçmişe Dönük Haddin Tatbiki (Soruya Cevab)

Dar'ul Harb'de Hadler Tatbik Edilir mi?
 
Son düzenleme:
E Çevrimdışı

ezberboızan

Üye
İslam-TR Üyesi
kardeşlerim tam olarak anlattıklarınızı anlayamadım...birde sadece hadler değil tazir cezası da uygulanır mı yada mesala benim yaptığım bi günahı oralara gittiğimde itiraf etme zorunluluğum var mı?itiraf etmessem ne olur?birde islam devleti yapmış olduğun günah ile islam devleti olmayan yerdeki günahların cezası anı olur mu

cevaplarımın karşılığını tam olarak alamadım... mesela benim suçum had cezası değilde tazir cezası ise ne olur ve o cezada birinin kul hakkına girmiş isem bu olanlar yüzünden dünyanın bir tarafında cezalandırılırsam bu onlara nasıl açıklanır birde önceden demokrasi gibi düzenlerden habersizdim o zaman mürted mi oluyorum
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
cevaplarımın karşılığını tam olarak alamadım... mesela benim suçum had cezası değilde tazir cezası ise ne olur ve o cezada birinin kul hakkına girmiş isem bu olanlar yüzünden dünyanın bir tarafında cezalandırılırsam bu onlara nasıl açıklanır birde önceden demokrasi gibi düzenlerden habersizdim o zaman mürted mi oluyorum

"bu onlara nasıl açıklanır " ifadesindeki onlardan kastın ne ?




Tâzir cezaları :
Tâzîr cezalarını da hadlerde olduğu gibi İslâm Emiri (Halife) veya yetki verdiği kimseler uygular hapis, sürgün, siyaseten öldürme, bazı malî cezalar, dövme, azarlama şekillerinde olabilir.

Başlıca Tâzir Cezaları:

1. Hapis cezası:

Muctehidlerden bir bölümü hapis cezasının meşrû olduğunu söylemişlerdir. Delilleri Peygamber (s.a.v)'in zan altında olan bir adamı hapsedib, sonra serbest bırakmasıdır (Ebû Dâvud, Akdıye, 29; Tirmiz, Diyât, 20; Nesaî, Sârık, 2).
Bu hapis cezası ihtiyatî bir tedbirdir.
Bir hadiste şöyle buyurulur: "Varlıklı kişinin borcunu geciktirmesi, şikâyet edilib cezalandırılmasını meşrû kılar" (Buhârî, İstikrâz, 13; Ebû Dâvud, Akdıye, 29; Nesaî, Büyû, 100; İbn Mâce, Sadakât, 18; Ahmed b. Hanbel, IV, 222, 388, 389).

Bu hadis; gücü yeten kimsenin, borcunu geciktirmesi halinde borcunu ödeyinceye kadar hapsedilebileceğine delil getirilmiştir (eş-Şevkânî, Neylu'l-Evtâr, Mısır, t.y., V, 240).

Diğer yandan ilk dört halifeden Ömer cezaevi yaptırmış, Osman ile Ali de bu konu da onu izlemiştir.

Hanefi'lere göre hapis cezasının meşrûluğu yol kesib soygun yapanlara verilecek cezayı bildiren ayetteki; "... Yahut yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir" (Mâide, 33) ifadesidir. Burada "sürgünden" maksad hapsetmektir. Çünkü yol kesen eşkıyanın başka bir beldeye sürgün edilmesinin, onun topluma verebileceği zararı önleyemeyeceği açıktır (el-Cassâs, Ahkâmü'l-Kur'an, II, 412; Zeylaî, Tebyînu'l-Hakâik, III, 207; İbn Kudâme, el-Muğnî, IX, 328).


Hapis Cezasını Gerekli Kılan Haller:

el-Karâfi'ye göre sekiz durumda, suçluyu hapsetmek câiz olur.

a- Suçlu, mağdurun ortada olmaması halinde cezanın uygulanmasına imkân vermek için hapsedilir.

b- Hakkı vermekten kaçınan kimse, hakkın alınabilmesi amacıyla hapsedilir.
c- Zenginlik veya yoksulluk durumu bilinmeyen kimse, soruşturma süresince hapsedilir.
d- Suçlunun Allah'a isyanını engellemek için hapsedilir.
e- Yapması gereken hukukî bir tasarrufu yapmaktan kaçınan kimse bu tasarrufu yapıncaya kadar hapsedilir. Mesela, iki kız kardeşle veya anne kızla birlikte evli iken İslâm'a giren bir gayr-i muslim, eşleri arasında tercih yapıncaya kadar hapsedilir.
f- Bir ayn'ı veya zimmetteki borcu belirsiz olarak ikrar eden kimse, bunları belirlemekten kaçınırsa, belirleyinceye kadar hapsedilir. " Ayn; şu elbisedir veya hayvandır" yahut "Borç; şu kadar paradır" demesi gibi.
g- Şâfiî'lere göre, oruç gibi bizzat yerine getirmesi gereken Allah hakkından kaçınan kimse hapsedilir.

h- Kaçak köle, sahibinin bulunması için hapsedilir (el-Karâfî, el-Furûk, IV, 79; ez-Zuhaylî, a.g.e., Vı, 199).

2. Siyaseten öldürme ile tâzîr:

Hanefî ve Mâlikî'lere göre, İslâm devleti suçlarda tekrarı, suç işlemeyi alışkanlık haline getirmek veya eşcinsellik gibi bazı suçları işleyenlere ölüm cezası verebilir. Buna "siyaseten katl" denir. Bunun için hâkim kararı gerekir. Meselâ; Allah'a, meleklerden veya peygamberlerden birisine söven kimse Müslüman ise öldürülür. Bu konu da şu ayete dayanan bir görüş birliği vardır:
"Şubhesiz Allah'a karşı gelen ve Rasulune eziyet edenleri Allah, dünyada da ahirette de lânetlemiş ve onlar için hor ve hakir yapan bir azab hazırlamıştır" (Ahzâb, 57)

Kısaca, yaptığı kötülükler, öldürmedikçe önlenemeyecek kimse siyaseten öldürülür. Hırsızlığı alışkanlık haline getiren kimse ile başkalarına bozuk inançlarını telkine çalışan zındık gibi. İslâm âlimlerinin çoğuna göre sihir yapanın hükmü de böyledir (İbn Âbidîn, Reddu'l-Muhtâr, III, 196; ez-Zuhaylî, a.g.e., VI, 200).

Mâlikî ve Hanbelî'lere göre, Müslümanlar aleyhine, düşman adına casusluk yapan Müslüman casus öldürülür. Ebû Hanife ve İmam Şafiî aksi görüştedir. Diğer yandan Şâfiîlerden bir toplulukla, Ahmed b. Hanbel kitab ve sünnete aykırı olan bid'atlara çağıran kimsenin öldürülmesini caiz görürler (İbn Teymiyye, es-Siyâsetu'ş- Şer'iyye, s. 114, el-Hisbe, s. 48; eş-Şîrâzî, el-Muhezzeb, II, 242).

Düşman harbî casusun öldürülebileceği konusunda ise görüş birliği vardır.

3. Mal ile tâzîr cezası:

Muctehidlerin çoğuna göre suçlunun malına el koyarak tâzîr cezası uygulamak caiz değildir. Çünkü bunda, başkasının malını haksız yere yemek vardır. Ancak Mâlikî mezhebinden meşhur görüşe, Hanbelîlere ve Şâfiîlerin iki görüşünden birisine göre bazı yerlerde mâlî nitelikli tâzîr cezası uygulanabilir. Bu görüşün delili zekâtını vermeyen kimsenin ceza olarak malının yarısının musadere edilebileceğini bildiren hadisle (eş-Şevkânî, a.g.e., IV, 121,123), Ömer ve Ali (r.anhum)'un içki satılan bazı iş yerlerini yaktırmalarıdır (İbn Teymiyye, el-Hisbe, s. 49 vd; İbnu'l-Kayyim, a.g.e., II, 98).

Ebû Yusuf'a göre, suçlunun malı devlet tarafından geçici olarak alınır, daha sonra geri verilir. Çünkü şer' bir sebeb olmaksızın başkasının malını almak caiz değildir (ez-Zuhaylî, a.g.e.,VI, 201, 202).

İbn Âbidîn (ö. 1252/1836) mâlî ceza ile ilgili olarak şöyle der:
"Kanaatimce, hâkim, suçlunun malını alıb, yanında alıkoyar. Onun tövbe etmesinden ümit keserse bu malı uygun bulduğu yere sarf eder. Devletin mal sahiplerinden musâdesine gelince; bu sadece beytu'l mal memurları için aldıklarını beytu'l male koymak şartıyla câiz olur (İbn Âbidîn, Reddu'l-Muhtâr, III, 195 vd).

Nitekim Ömer (r.anh), bir dilencinin yanında ihtiyacının üstünde yiyecek bulunca bunları müsadere etmiştir. Kısaca, gayri meşrû yoldan kazanılan mallar musadere edilebilir.

Tâzîr cezasının uygulanma şartları:

Had cezalarında olduğu gibi, tâzîr cezalarının uygulanması için İslâm devletinin varlığı ön şarttır. Çünkü cezalar ancak hakim hükmüne dayanır ve infazı devletin yaptırım gücüne dayanır. Müslümanlar fert olarak had veya tâzîr cezası uygulamaya kalkarlarsa fesad, kargaşa ve anarşi doğar. Diğer yandan hakkında had cezası bulunmayan bir suçu işleyenin ceza ehliyeti için akıllı olması yeterlidir. Bu yüzden erkek veya kadın, muslim veya kâfir, ergin ve mumeyyiz küçük her akıllı tâzir cezalarının muhatabıdır. Gayri mumeyyiz küçüğe ise ceza değil, te'dib amacıyla ta'zîr uygulanır (el-Kâsân, a.g.e., VII, 63).

Sonuç olarak, bir munkeri (haram-mekruh) işleyen veya başkasına haksız olarak eza veren herkese tâzîr cezası uygulanabilir. Bu kişinin mûmin veya kâfir olması da sonucu değiştirmez (İbn Âbidîn, a.g.e., III, 199, 203, 206; ez-Zuhayl, a.g.e., VI, 205).

Tâzîr cezasının miktarı:

Tâzirin miktarı, suçun miktarı ile bağlantılı olur. Hâkim suçlunun durumuna ve suçun niteliğine göre ağır söz, hapis, dayak, eşcinsellikte olduğu gibi öldürme veya velilikten azletme gibi bir cezayı uygular. Ölüm cezası asarak da infaz edilebilir. Suçlunun yemesine, içmesine ve abdest almasına engel olunmaz. Namazını ima ile kılar ve iâde etmez. Sakalını tıraş etme, bir organını kesme veya yaralama şeklinde bir ceza verilmesi caiz değildir.

Dayak cezasının en azı için belirli bir sınır yoktur. Üç kamçı ve daha çok olabileceği gibi suçlunun durumuna göre bundan az da olabilir. Dayağın üst sınırı konusunda görüş ayrılığı vardır.

Ebû Hanîfe, Muhammed, Şâfiî ve Hanbelilere göre, ta'zir cezası, şer'î had cezalarının en alt sınırına ulaşmamalıdır. Bundan bir kamçı eksik bırakılır. Şâfiîlere göre hürler için hadlerin en alt sınırı kırk değnek olup, bu da şarab içene verilen cezadan ibarettir.

Diğer muctehidler kölelere uygulanan yarı cezayı ölçü alarak yine kırk değnek miktarını esas almışlardır. Çünkü seksen değnek olan zina iftirası cezası kölelere kırk değnektir.

Tâzîrde, had cezasının miktarını asmama esası şu hadise dayanır:
"Kim had olmayan bir konuda had cezasına ulaşan bir tâzir cezası verirse, o zulum yapmış olur" (Zeylaî, Nasbu'r,-Râye, III, 354; el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, VI, 281).

Diğer yandan cezanın suç ve mâsiyetin ağırlığına göre belirlenmesi gerekir. Ayet ve hadislerde suç sayılıb ceza konulan hususlar, ceza miktarını belirleme, idarecilere bırakılanlardan daha ağır kabul edilmiştir. Bu nedenle, iki şeyden hafif olanın ağır olanına ulaşması câiz olur.

Ebû Yusuf'a göre, tâzir cezası hürler için olan seksen değneğe ulaşmamalı, bundan beş değnek eksik bulunmalıdır. Çünkü nass'lardaki cezalar hurler muhatab alınarak belirlenmiştir.

Bu görüş Ali'nin uygulamasına dayanır.

Mâlikî'lere göre ise, İslâm devleti, had cezasına eşit bu cezanın altında veya üstünde tâzir cezası koyabilir. Mâ'n b. Zâide olayı buna delildir. Bu zat Ömer döneminde beytulmal muhrunu taklid ederek hazineden mal çekmiş, durum Halîfeye ulaşınca, önce yüz değnek ve hapis cezası vermiş, daha sonra yüz değnek daha verilmiş, üçüncüde, tekrar dayak ve sürgün cezası verilmiştir (İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 325).
Burada Mâ'n b. Zâide'nin; "Mu'hur taklidi" "beytu'l malden haksız mal alma" ve "başkalarına hile kapısını açma" suçlarını işlediği görülür. Mâlikîlerin bu görüşünü Ali'den nakledilen şu uygulama da destekler:
Ali, yabancı bir kadınla zina etmeksizin bir arada bulunan kimseye yüz değneği iki eksiği ile uygulamıştır (ez-Zuhaylî, a.g.e., 206,207).

Tâzîr cezasının özellikleri:

Tâzîr cezası kul hakkı ile ilgili olduğu zaman uygulanması vâcib olur, af yoluna gidilemez. Çünkü hâkimin kul haklarını düşürme yetkisi yoktur. Eğer tâzîrin konusu Allah haklarından ise İslâm devleti maslahat olan yer ve zamanlarda bu cezadan vazgeçebilir veya bu konuda afv çıkarabilir.

İbnu'l-Humâm (ö. 861/1457) bu konuda şöyle der: "Allah hakkı ile ilgili olan ta'zîr cezasını İslâm devlet başkanının uygulaması gerekir. Ancak suçlunun infazdan önce boyun eğdiği anlaşılırsa, cezadan vazgeçilmesi caiz olur" (İbnu'l-Humâm, Fethu'l-Kadîr, Mısır 1316, IV, 212, 213; İbn Âbidin, Reddu'l-Muhtâr, III, 205; ez-Zuhaylî, a.g.e, VI, 208).

Şâfiî'lere göre tâzîr cezası insana ait hakla ilgili olmadıkça İslâm devlet başkanı tarafından terk edilebilir. Çünkü Peygamber, "İyi hal gösterenlerin hadleri dışındaki cezalarını kaldırınız" (Ebû Dâvud, Hudûd, 5; Ahmed b. Hanbel, VI, 181) buyurmuştur.
Diğer yandan yabancı bir kadınla cinsel ilişki dışındaki şeyleri yapan bir erkek, Peygambere gelerek durumunu sorunca, Allah elçisi ona, "Bizimle birlikte namaz kılmadın mı?" demiş, adamın "Evet" demesi üzerine de; "Şubhesiz iyilikler kötülükleri yok eder" (Hûd,114) âyetini okumuştur. (Ebû Davûd, Hudûd, 31; Tirmizî;, Tefsiru Sure II/114)
Bunun üzerine adam; "Ey Allah'ın elçisi! Ayet benim için midir?" diye sormuş, Peygamber (s.a.v), "Ummetimin hepsi içindir" buyurmuştur (Buharî, Mevakît, 45, Tefsîru Sure, 11/6; Müslim, Tevbe 39, 40; Ahmed b. Hanbel, 1, 386, 430; İbn Kesir, Tefsirî İbn Kesîr, Tahk. M. Ali es-Sâbûnî, Beyrut, 1402/1981, II, 235).

Tâzîr cezasını terketmek câiz olmasaydı, Peygamber'in bu sahabiyi cezalandırması gerekirdi.

Mâlikî ve Hanbeli'lere göre, tâzîr cezalarını İslâm devleti uygun bulduğu sürece hâkimin bu cezaları terk etmesi câiz olmaz; çünkü tâzîr, Allah hakkı için meşru bir boyun eğdirme yoludur. Bu yüzden hadler gibi bağlayıcı olur (ez-Zuhaylî, a.g.e, VI, 207,208).

Diğer yandan tâzirin infazında ağır şekil esas alınır. Çünkü, meselâ değnekte hafif olan sayı alındığı için, ikinci bir hafifletme yoluna gitmek uygun düşmez. Aksi halde cezanın yaptırım gücü zayıflar (İbnu'l-Humâm, a.g.e, III,199).


Terbiye için dövmek:

Baba oğlunu, koca karısını veya öğretmen öğrencisini eğitmek için dövse bu meşrû te'dîb sırasında bu kimseler telef olsa; Ebû Hanîfe ve Şâfiî'ye göre, bu durumda tazminat gerekir. Çünkü bu mubah bir terbiye şekli olub, yoldan geçiş gibi, başkasına zarar vermeme şartıyla sınırlanmıştır. Ebû Yûsuf, Muhammed, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'e göre, bu durumlarda tazminat gerekmez. Çünkü te'dîb , boyun eğdirmek ve menetmek için meşrû kılınmış bir fiildir. Bu yüzden hadlerde olduğu gibi burada tazmin söz konusu olmaz (es-Şerahsî, el-Mebsût, XVI, 13; İbn Âbidin, a.g.e, V, 401; es-Sevkânî, a.g.e, VII, 140-145; eş-Şirâzî, el-Muhezzeb, II, 271, 289; eş-Şirbinı, Muğnl-Muhtâc, IV, 199 vd.; Ali Haydar, Duraru'l Hukkâm, II, 77; İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 327).


Tâzîr cezasını vermeye yetkili olanlar:

Tâzir cezasını hadlerde olduğu gibi, İslâm devleti uygular. Bunun dışında baba ve kocadan başka tâzîr cezası vermeye yetkili hiçbir kimse yoktur.

Baba için küçük çocuğunu terbiye etmek, öğretimi, ahlâklanması, kötülükten sakındırılması için tâzîr cezası vermek, bir haktır. Namazı emretmek, kılmazsa dayak cezası uygulamak bu niteliktedir. Hidâne çağında anne de bu konuda baba gibidir. Baba ergenlik çağına giren çocuğuna artık tâzîr cezası uygulayamaz.

Koca da karısına, itaatsizlik halinde ve namaz kılmak, oruç tutmak gibi Allah hakkının edası konusunda tâzîr uygulayabilir (eş-Şirâz a.g.e, II, 275; ez-Zuhayl, a.g.e, VI, 212, 213).


Tâzîr gerektiren suçun isbat yolları:

Hanefî'lere göre tâzîrlik suç, diğer kul haklarının isbat araçları gibi delillerle sabit olur. İkrar, beyyine, yeminden kaçınma, hakimin özel bilgisi gibi isbat araçları bunlardandır. Yine bu konuda kadınların şahidliği erkeklerle birlikte kabul edilir. Şahidlik üstüne şahidlik ve hâkimin hâkime yazı yazması da bu araçlardandır.

Ebû Hanîfe'den, ta'zîrlerde kadınların şahidliğinin kabul edilmeyeceği görüşü nakledilir (el-Kâsânî, a.g.e, VII, 65; İbn Âbidîn, III, 205).

Had veya tâzîr infaz edilirken suçlunun ölmesi:

Şâfiîler dışında çoğunluğa göre, devlet başkanı bir kimseye tâzîr veya had cezası uygulasa, adam bu sebeble ölse tazminat gerekmez. Çünkü tâzîr boyun eğdirme ve engelleme için meşrû kılınan bir cezadır. Had gibi, bununla telef olanın tazmini de gerekmez. Çünkü devlet başkanı had ve tâzîri uygulamakla yükümlüdür. (İbnu'l-Humâm, a.g.e, IV, 217; Zeylaî, Tebyîn, III, 211; İbn Âbidîn, III, 208; İbn Kudâme, a.g.e, VIII, 310, vd.)

Şâfiî'lere göre, hadler için tazmin gerekmezse de tâzîr cezası tazmini gerektirir. Çünkü tâzîr telefle sonuçlanmaması esasına bağlanmıştır. Bunda amaç helâk değil terbiyedir. Telefin meydana gelmesi meşrû sınırın aşıldığı anlamına gelir (Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 352; Şevkânî, a.g.e, VII, 143, 138; ez-Zuhaylî, a.g.e, VI, 210, 211).
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Kardeşim, Kul hakkının haddi olmaz. Ya hakkına girdiğin kişinin (kulun) hakkını ödemelisin ki, o da ancak kendisiyle helalleşerek ya da hakkını vererek; ya da kişiye ulaşamıyorsan, hakkına girdiğin kişinin hakkı maddi ise, bol bol tevbe ederek, onun adına sadaka olarak muhtaçlara verebilirsin.
Kul hakkına İslami mahkemeler karışamaz.
 
E Çevrimdışı

ezberboızan

Üye
İslam-TR Üyesi
şuan türkiyede islam devleti kuruldu diyelim tc cumhuriyeti boyunca çok sayıda vakalar oldu adam öldürme zina hırsızlık fln bu işleri yapıp hapishaneden çıkan çok kişi var şuan islam devleti kurulmuş olsa onlara had cezaları veya tazir cezaları uygulanır mı peygamber efendimiz döneminde islam devletine kurulana kadar geçen sürede cezalar tatbik edilmiş midir yoksa islam devleti kurulduktan sonra mı tatbik edilmiştir..
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Mekke'nin feth edilmesiyle İslam devleti kurulmuş olmadı. Aksine islam devletinin kuruluşu Medine'ye hicretle başlayıp, Medine'de kurulmuş ve orada Hadler tatbik edilmiştir.

Fıkıh ilkesi olarak "Dar'ul Harb'te (şeriatla yönetilmeyen ülkelerde) hadler (cezalar) tatbik edilmez" kaidesine göre, Türkiye'nin Dar'ul İslam olmasıyla, Kendisini "muslumanım" diye nitelendiren vukuuatlı kişilere hadler tatbik edilir.
Kişilerin (musluman) kendi dinlerinin helal/haramlarını, yasak/serbestlerini bilmemesi mazeret değildir. Bu durum yeni İslam'a girenler için mazerettir.
Ya da tam tersi, İslam devletinin tebası şuurlu olmasına rağmen, olağanüstü durumlar sebebiyle Emirin ictihadıyla, o konularda hadler tatbik edilmeyebilir. Bu misal, kıtlık yıllarında Ömer'in (r.anh)'ın hırsızlık cezası olarak el kesme haddini uygulamamasını gösterebiliriz.
İnsanların umumen bilmedikleri ve ayrıntı gerektiren bilgiler alimlerce izah edildikten, insanlar o konularda bilgi sahibi olduktan sonra hadler uygulanabilir.
 
E Çevrimdışı

ezberboızan

Üye
İslam-TR Üyesi
bir yazı buldum...

Ülke Dışında Oturan Müslümanlara Hadlerin Uygulanması

217. Bir müslümanın ya da zımminin İslam diyarı dışında had uygulamak gereken bir suç işlemeleri durumunda bulundukları ülkede ikamet ettikleri sürece cezanın yerine getirilmesi imkanı yoktur. Fakat o ülkeden İslam diyarına döndüklerinde İs*lam mahkemesinde çeşitli ispat yollarıyla had suçunu işlemiş oldukları sabit olacak olursa acaba İslam diyarında kendilerine bunun cezası uygulanacak mıdır? Bu noktada cumhuru teşkil eden fikıh bilginlerinin Ebu Hanife ve başka müctehidlerle görüş ay*rılığı içinde olduklarım görüyoruz. Meseleyi birazcık açığa kavuşturmak gerekirse di*yebiliriz ki bu konudaki fıkhı görüşler neticede iki ana kola ayrılabilir. Bunlar:
1- Bu görüşlerden birincisi cumhurun görüşüdür. Cumhura göre söz konusu kimseler ülkelerine döndükleri zaman haddi uygulamak vaciptir. Çünkü İslam devle*tinin kendisine mensup gerek müslüman gerek zımmî vatandaşları üzerinde bir oto*ritesi vardır. Müslümanlardan herhangi bir kimse yeryüzünün herhangi bir parçasında bir had cürmü işlese İslam'ın otoritesi böyle bir kimsenin boynundadır, her nere*de olursa olsun ve nerede ikamet ederse etsin, bu adamın boynundadır. Madem ki vasfi ve sıfatı İslam'dır, öyleyse İslam'ın hükmüyle bağlıdır. Buna göre bir örnek ver*mek gerekirse yeryüzünün herhangi bir parçasında bir müslüman zina etse sonra da İslam diyarına gelip bu cürmünü hakimin huzurunda itiraf etse, itirafında herhangi bir şüphe unsuru yoksa kendisine gerekli olan zina haddi (cezası) uygulanır.
Buraya kadar anlattığımız hükümler, zımmiler için de geçerlidir. Bir zımmi zımmiliğine devam ettiği ve İslam'ın otoritesinin sürmesine razı olduğu sürece aynı hükümle karşılaşacaktır. Bir zımmi darul harpte had uygulanması gereken bir cü*rüm işlese bu cürmün cezasının yerine getirilmesi için gerekli şartlar bulunuyorsa İslam diyarında gereken cezaya çarptırılır. Zira zımmî de zimmet sözleşmesi nede*niyle ve İslam diyarında ikamet etme arzusunda bulunması dolayısıyla İslam'ın otoritesi kendi üzerinde geçerli olur. Nitekim İslam'ın otoritesi müslüman için de her yerde ve zamanda geçerli idi. Şu halde müslümanla zımmi arasında bu noktada herhangi bir fark yoktur. Devletin bu otoritesi ancak zımmiyi İslam devletinin bir vatandaşı haline getiren zimmet akdi ortadan kalkınca son bulur. Şu halde zımmî her nereye giderse gitsin, İslam'ın otoritesi altındadır ve İslam'ın ahkamına boyun eğmek zorundadır. Böyle bir kimsenin İslam'ın otoritesinden çıkmasına imkan yok*tur. Böyle bir niyeti varsa sadece zimmet akdini bitirmesi ve İslam diyarına bir daha dönmemesiyle mümkündür.
Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi cumhuru oluşturan fikıh bilginlerine göre zımmiler tıpkı müslümanlar gibidirler. Oysa müste'men olan kimseler, İslam diyarı dı*şında herhangi bir cürüm işledikleri zaman İslam diyarına geldiklerinde bu cürüm*lerinin hesabı kendilerine sorulmaz. Ancak İslam diyarı dışında herhangi bir müslümanın hakkına tecavüz etmişlerse bu müstesnadır. Hadlere gelince herhangi bir müste'men darul harpte ikamet ederken müslümanların böyle bir kimse üzerinde herhangi bir otoritelerinden söz etmek mümkün değildir.
İşte cumhurun görüşü yukarıda işaret ettiğimiz gibidir. Onlar bu görüşlerini ileri sürerlerken cezalarda İslamî otoritenin herkese şamil olduğu yaklaşımını benimse*mişler, bu otoritenin nasıl dünyanın her yerinde genelliği varsa şahıslara da genelli*ği olduğunu düşünmüşlerdir. Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse İslam otoritesi nasıl İslam topraklarında yaşayan herkese geçerli ise İslam devletine mensub olan her kişiye de geçerlidir. Bu söz konusu otorite ister kişinin müslüman olmasıyla sa*bit olsun, isterse zimmet akdi yapması dolayısıyla sabit olsun fark etmez.[119]
218. Fıkıh bilginlerinin cumhuruna ait görüş ve bu yaklaşımın temel düşüncesi yukarıda işaret ettiğimiz gibidir. Bu görüşün karşısında Ebu Hanife ve arkadaşlarına ait bir başka yaklaşım söz konusudur. Bu yaklaşıma göre müslümana ya da zımmîye darul harp'te had uygulanması gereken bir cürüm işlediklerinde herhangi bir ceza vermek yoktur.
Ebu Hanife'nin ve arkadaşlarının bu yaklaşımları iki temel düşünceye dayanmak*tadır. Bunlar:
1- İslam'ın cani üzerinde gerek fiilî ve gerekse hükmî otoritesinin varolup olma*dığı cürmün işlendiği anda araştırılır. Bir cezanın verilmesinde sadece hükmî otori*tenin varolduğuna itibar edemeyiz. Nitekim fiilî otoritenin varlığını nasıl itibara ala*madığımız gibi. Zira ceza, suçlunun yapmış olduğu fiile karşı bir karşılıktır. Şu hal*de suçun işlendiği esnada İslam devletinin ceza verebilecek imkanı olmalıdır. Şayet bu imkan yoksa işlenen fiil, cezalık fiil olmaktan çıkar.
Dahası Hanefi mezhebinde sabit olan kurallardan birisi de zaman aşımının ceza*ları düşüreceğidir. Zira, caydırıcılık ancak işlenen suçun hemen peşinden ceza uy*gulanmasıyla mümkündür. Oysa zaman aşımıyla caydırıcılık sağlanamaz, İslam diyarı dışında suç işleyen kimsenin işlemiş olduğu bu suç gizlenmeli ve açığa çıkarıl*mamalıdır. Oysa ceza, suçu ortaya çıkaran bir unsurdur. Evet, ceza suçu ortaya çıkarır, zira insanlar o suçu işlenirken görmemişlerdir. İnsanları şimdi cezayı görmele*ri dolayısıyla suçu öğrenmeleri toplum içerisinde fesadın yayılması demektir. Bu da cezanın getireceği faydadan çok daha büyük zarara yol açar.
2- Hanefi'lerin dayandığı ikinci temel düşünce ise hadlerin sırf Allah hakkı olduk*larıdır. Allah hakkı iki şeyle ispat olunur.
1- O hakkın uygulanmasını gerektiren cürmün varlığı.
2- Cezanın yerine getirilmesini engelleyici herhangi bir engelin bulunmaması.
Cezayı yerine getirecek olan müslüman hakimdir. Haddi uygulamak mümkün olmayınca cezayı gerektiren suç bulunmuş fakat onu yerine getirmeye bir engel çık*mış ya da cezanın yerine getirilmesinin gerekli şartları bulunmamış olur. Dolayısıyla işlenen cürüm herhangi bir ceza söz konusu olmaksızın işlenmiş cürüm haline gelir. İmam el-Kasanî, El-Bedayi isimli eserinde bu düşünceyi şu şekilde açıklar:
Herhangi bir kimse darul harpte zina edecek ya da hırsızlık yapacak veya şarab içecek olsa ya da bir mslümana zina iftirasında bulunsa herhangi bir cezaya çarptırılmaz. Zira müslümanların devlet başkanı darul harpte hadleri uygulayamaz. Zira otoritesi (fiilî otorite) bulunmamaktadır. Bir müslüman yukarıda sıralanan fiilleri ora*da yapar, sonra darul İslam'a dönecek olursa yine had uygulanmaz. Çünkü işlemiş olduğu cürüm işlenirken ceza doğuran bir cürüm değildir.
İşte Ebu Hanife ve arkadaşlarının görüşleri yukarıda anlatıldığı gibidir. Bu görüş her türlü cürüm bakımından uygulanır, işlenen suç ister mali olsun isterse şahıslann bedenlerine karşı işlenmiş olsun fark yoktur.
 
Üst Ana Sayfa Alt