DEMOKRASİ KÜFÜR NİZAMIDIR ONU ALMAK, TATBİK ETMEK VE ONA DAVET ETMEK HARAMDIR
"Ey iman edenler ! Allah'a itaat edin. Resule ve sizden olan emir (yönetim) sahiplerine de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Resul'e götürün. Allah'a ve Ahiret'e iman ediyorsanız, bu hem hayırlı hem de netice bakımından daha iyidir. o Sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Zira tağutla (Allah'ın şeriatı dışındaki hükümlerle) muhakeme olmak istiyorlar. Halbuki onu inkâr etmeleriyle emr olunmuşlardı. şeytan ise onları büsbütün saptırmak istiyor. o Onlara; Allah'ın indirdiğine ve Resul'e (yani İslâm şeriatı'na) gelin, denildiği zaman münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün. o (Nisa : 59,60,61)
Kâfir Batının müslüman beldelerine götürüp pazarladığı demokrasi bir küfür sistemidir ki onun uzaktan veya yakından İslâm'la bir alâkası yoktur. Aynı anda İslâm ahkâmıyla küllî ve kısmî hususlarında tamamen çelişir. Yine demokrasi, kendisinin geldiği kaynak, kendisinden fışkırdığı akide, üzerine konduğu esas, getirdiği fikirler ve nizamlar bakımından da İslâm ahkâmı ile çelişir.
Bu nedenle demokrasiyi almak veya uygulamak veya ona çağırmak, müslümanlara kesinlikle haramdır.
Demokrasi, idarecilerin zulmünden ve din adıyla insanlara tahakkümlerinden kurtulmak için insanlar tarafından ortaya çıkartılmış bir yönetim düzenidir. Böylece bu düzenin kaynağı beşerdir. Vahy ile veya dinle hiç alâkası yoktur.
Demokratik düzenin ortaya çıkmasının esas nedeni şudur : Avrupa'daki idareciler, kendilerinin yeryüzünde Allah'ın birer vekilleri olduklarını iddia ediyorlardı. Buna göre idareci, insanları Allah'ın otoritesiyle idare eder durumdaydı. Zira idareciyi yasama otoritesine, yürütme otoritesine yani kendisinin çıkarttığı kanunla insanları idare etme otoritesine sahip kılanın Allah olduğunu iddia ediyorlardı. Çünkü, otoritesini insanlara değil Allah'a dayandırıyordu. Böylece idareciler insanlara zulüm ve tahakküm ediyorlardı. Ortaya attıkları bu iddialar adıyla aynen efendinin kölesine tahakkümü gibi insanlara tahakküm ediyorlardı.
Daha sonra, idareciler ile halklar arasında çatışma meydana geldi. Filozoflar ve düşünürler, idare konusunu incelemeye koyuldular. Ve insanların yönetimi için bir düzen ortaya attılar. Bu ise, demokratik düzendir. Bu düzende, halk otoritelerin kaynağıdır. İdareci, gücü ve otoritesini halktan elde eder ve egemenlik halka ait olur. İradesine sahip olan halktır. İradesini istediği şekilde bizatihi kullanır ve yürütür. Hiç bir kimse için halk üzerine bir sulta (otorite) yoktur. Halk kendi kendisinin efendisidir. Kendisiyle idare edilen ve gereğince yürünülen yasayı çıkartan odur. Yine o (halk), kendisinin çıkarttığı yasayla kendisini kendisine gıyaben (onun vekili olarak) yönetecek idareciyi tayin edendir.
İşte bunun için, demokratik düzenin kaynağı tamamen beşerîdir. Bir vahiy ile veya bir dinle hiç alâkası yoktur.
Demokrasi, batılı bir kelime olduğu gibi batılı bir ıstılahtır (terimdir) ki ona şu mana verilmiştir : "Halkın yönetimi, halkın yasasıyla halka aittir." Böylece halk, mutlak şekilde efendidir, egemenliğe sahiptir, kendi emrinin (idaresinin) yuları kendi elindedir, iradesini kullanır ve onu bizzat kendisi yürütür. Kendi otoritesi dışında başka bir otorite önünde sorumlu değildir. Halk, egemenliğe sahip olması itibariyle seçtiği vekilleri vasıtasıyla düzen ve kanunları ortaya çıkartır ve otoritelerin kaynağı olması itibariyle de kendisinden otoritelerini elde eden ve kendi tarafından tayin edilen idareciler ve hakimler vasıtasıyla bu düzen ve kanunları uygular. Devleti meydana getirme, idarecileri tayin etme, düzen ve kanunları ortaya çıkartma hususlarında her fert diğer fertlerin sahip oldukları haklara sahiptir. İşte, demokrasinin manası budur.
Demokraside asıl olan yani, halkın kendi kendisini yönetmesi hususunda asıl olan; halkın tümünün bir genel yerde toplanıp, kendisini yönetecek düzen ve kanunları çıkarması, işlerini yürütmesi ve bakılacak meseleye bakmasıdır.
Halkın tümünün, yasama heyeti olması için tek bir yerde toplanması adeta mümkün olmadığı için kendi yerine yasama heyeti olacak vekiller seçer. İşte bunlar parlamentoyu oluştururlar. Demokratik düzende parlamento, genel iradeyi temsil eder. O, toplulukların genel iradesi için siyasî temsili gösterir. Hükümeti ve devlet başkanını da seçer ki, bu idareciler genel iradeyi yürürlüğe koyacak birer vekiller ve hakimler olsunlar. Bu parlamento, otoritesini kendisini seçen halktan elde eder ki halkın çıkarttığı düzen ve kanunlarla halkı idare etsin. İşte bu şekilde bu düzende halk, kendisinin efendisi olur. Kanunları çıkartır, bu kanunları yürürlüğe koyacak idarecileri seçer.
Halkın kendi kendisinin efendisi olabilmesi, egemenliğini kullanabilmesi, herhangi bir baskı bulunmadan ve herhangi bir zorlama olmadan, hayatının nizamını ve kanunlarını koyma ve idarecilerini seçme hususlarında kendi zatıyla tam şekilde iradesini kullanabilmesi için genel hürriyetler esastır ki onları halkın her ferdine bol bol vermeyi, demokrasi gerekli kıldı. Ta ki halk herhangi bir baskı veya zorlama olmadan ve tam hürriyetle egemenliğini gerçekleştirmeye ve onu kendi zatıyla kullanmaya imkân elde edebilsin.
Bu genel hürriyetler şu dört hürriyette temsil edildi :
1- İnanç Hürriyeti,
2- Fikir Hürriyeti,
3- Mülk Edinme Hürriyeti,
4- şahsî Hürriyet.
Demokrasi, dini hayattan ayırma akidesinden (inancından) fışkırdı. Bu akide üzerine kapitalizm ideolojisi kuruldu. Bu akide, gerçekte bir orta çözüm akidesidir. Zira bu akide; Avrupa ve Rusya'daki krallar ve çarlar ile Filozoflar ve düşünürler arasında meydana çıkan çatışmanın neticesi idi. Krallar ve çarlar, halkı sömürmek, zulmetmek ve kanlarını emmek için dini bir vesile olarak kullanıyorlardı. Bunu gerçekleştirmek için, yeryüzünde kendilerinin Allah'ın vekilleri olduklarını iddia ediyorlardı. Din adamlarını bu hususta boyun eğmiş binek olarak kullanıyorlardı. Böylece bu idareciler ile halkları arasında korkunç çatışma çıktı. Bu esnada, Filozoflar ve düşünürlerin bir kısmı dini tamamen inkâr etti. Bir kısmı da, dini tanıdı fakat, dini hayattan ayırmaya ve daha sonra devletten ve idareden ayırmaya davet etti.
Böylece bu çatışma, "orta çözüm" ile yani "dini hayattan ayırma" düşüncesiyle sonuçlandı. Ve tabii olarak bundan, "dini devletten ayırma" düşüncesi de doğdu. Bu düşünce, kapitalist sistemin üzerine kurulduğu akide (inanç) ve aynı anda üzerine bütün fikirlerini tesis ettiği fikrî kaide oldu. Kapitalizm sistemine ait fikrî yön ve hayata bakış açısı, işte bu esasa göre tayin edildi. Bu esasa göre hayattaki bütün problemleri çözmeye gidildi. Böylece bu görüş, Batının taşıdığı ve dünyayı kendisine davet ettiği fikrî liderlik oldu.
Bu akide, dini ve kiliseyi hayattan ve devletten, daha sonra da nizam ve kanunları çıkartma işinden, idarecilerin tayini ve onlara otorite verme işinden uzaklaştırınca; halkın kendi zatıyla kendi nizamını seçmesi, nizam ve kanunlarını koyması, bu nizam ve kanunlarla kendisini idare edecek ve otoritesini halk topluluklarına ait genel iradeden elde edecek idarecilerini tayin etmesi kaçınılmaz oldu.
Buradan demokratik düzen meydana geldi. Böylece "dini hayattan ayırma" düşüncesi, onun akidesi oldu ki kendisi ondan fışkırdı. Aynı anda bu akide, üzerine bütün demokratik fikirlerini tesis ettiği fikrî kaide oldu.
Demokrasi şu iki fikir üzerine kuruludur:
A- Egemenlik (hakimiyet) halkındır,
B- Otoritenin kaynağı halktır.
Bu iki düşünceyi filozof ve düşünürler Avrupa'da kral ve imparatorlarla yaptıkları çatışma esnasında ortaya attılar. O zamanlar Avrupa'da "ilâhî hak" düşüncesi hakimdi. Krallar bu düşünceye göre kendilerini halk üzerinde bir ilâhî hakka sahip sayıyorlardı. Yasa çıkartma, hükmetme, yargılama işlerinin yalnız kendilerine ait olduğunu sayıyorlardı. Yalnız kendilerini devlet, halkı da kendilerinin tebaası sayıyorlardı. Halkın yasamada, otoritede, yürütmede ve hiç bir şeyde hakkının olmadığına itibar ediyorlardı. Böylece onlara göre halk herhangi bir görüş hakkı, iradesi olmayan ve kendisine ancak itaat ve uygulamanın düştüğü bir köle mertebesindeydi. İşte filozoflar ve düşünürler bu "ilâhî hak" düşüncesini ortadan kaldırmak için krallar ve imparatorlar ile yaptıkları çatışma esnasında bu iki fikri ortaya atmış oldular.
İşte böylece o iki düşünce, krallara ve imparatorlara ait "ilâhî hak" düşüncesini tamamen kaldırmak, yasama hakkı ve otoriteyi halka ait kılmak için ortaya atıldı. şöyle ki; halk bir efendiye ait köle değil kendisi efendidir. O, kendisinin efendisidir. Onun üzerinde hiç bir kimsenin egemenliği yoktur. Böylece onun kendi iradesine malik olması gerekir. Kendi iradesini yürütmelidir. Böyle olmazsa o, köle olurdu. Çünkü, kölelik başkasının iradesiyle yürümek demektir. Böylece o, kendi iradesiyle bizzat yürümezse köle olarak kalır. Öyleyse halkı kölelikten kurtarmak için onun iradesini yürütme hakkının kendisine ait olması kaçınılmazdı. Böylece, halk istediği yasa ve kanunu çıkartma, istemediği yasayı da iptal etme ve kaldırma hakkına sahip olur. Zira halk mutlak hakimiyete sahiptir ki, koyduğu kanunları uygulama hakkı ona aittir. Böylece istediği idareciyi seçer, istediği kanunu uygulamak için istediği yargıcı da seçer. Başka ifadeyle halk bütün otoritelerin kaynağıdır ve idareciler kendi otoritelerini ondan elde ederler. Böylece imparatorlar ve krallara karşı devrimlerin başarısı ve ilâhî hak düşüncesinin yok olmasıyla beraber "hakimiyet (egemenlik) halkındır" ve "halk otoritelerin kaynağıdır" düşünceleri yürürlüğe konuldu. Bu iki düşünce, demokratik düzenin üzerine kurulduğu temeli oldular. Böylece halk, hakimiyet sahibi olması bakımından teşrî edici (kanun koyucu) ve otoritelerin kaynağı olması bakımından da uygulayıcı oldu.
Demokrasi, çoğunluğun hükmüdür (yönetimidir). Zira teşrî (yasama) komisyonlarının üyeleri halkın seçmen oylarının çoğunluğu ile seçilir. Yine parlamentolarda nizam ve kanunları çıkartma, hükümetlere güven oyu verme ve onlardan güveni çekme işleri, çoğunluğa dayanır. Parlamentolarda, Bakanlar Kurulu'nda diğer meclis, kuruluş ve komisyonlarda kararlar hep çoğunlukla alınır. Halk tarafından direk veya meclisin üyeleri vasıtasıyla idarecileri seçmek halkın seçmenlerinin çoğunluğu ile gerçekleşir.
Bu nedenle, çoğunluk demokratik düzende bariz görünüştür. Çoğunluğun görüşü, demokratik düzenin bakış açısına göre halkın görüşünü açıklayan hakiki ölçüdür.
İşte bu; demokrasi, onun kaynağı, ortaya çıkış keyfiyeti, onun kendisinden fışkırdığı akide ve üzerine kurulduğu esaslar ve halkın onu uygulama imkânlarını meydana getiren hususlar hakkında kısa öz bir açıklama idi...
Bu öz ve kısa açıklamada aşağıdaki hususlar açıkça görülür :
1-Demokrasi, Allah tarafından gelmeyip insanların akıllarından çıkmıştır. Vahye dayanmıyor. Allah'ın, Resullerine indirdiği herhangi bir dinle de herhangi bir ilgisi yoktur.
2-Dini hayattan ayırma ve buna bağlı olarak da dini devletten ayırma akidesinden (inancından) fışkırmıştır.
3-Aşağıdaki şu iki esas fikir üzerine kuruludur :
a-) Hakimiyet halkındır.
b-) Otoritelerin kaynağı halktır.
4-Çoğunluğun hükmüdür (yönetimidir). İdareciler ve parlamento üyeleri seçmenlerin oylarının çoğunluğuyla seçilirler. O yönetimde bütün karar, oyların çoğunluğu ile çıkartılır.
5- Aşağıdaki şu hürriyetlere çağırır durur :
a-) İnanç hürriyeti.
b-) Görüş (fikir) hürriyeti.
c-) Mülk edinme hürriyeti.
d-) şahsî hürriyet.
Demokrasi, bu dört hürriyetin halkın her ferdine temin edilmesini gerektiriyor ki her fert hakimiyetini (egemenliğini) kullanabilsin ve kendi zatıyla yürütebilsin. İdarecileri ve parlamento üyelerini seçme işine herhangi bir baskı veya zorlama bulunmadan tam hürriyetle katılabilsin.
1 Nolu bende bakıldığında demokrasinin küfür sistemlerinden olduğu, İslâm'dan olmadığı ve İslâm'la herhangi bir ilgisinin bulunmadığı açığa çıkar.
Onun İslâm'la çelişmesini ve onu alma hakkında şeriatın hükmünü belirtmeden önce, demokrasinin en kıdemli demokratik devletlerde bile uygulanmadığını, yalan ve saptırma üsluplarına dayalı olduğunu belirtmek istiyoruz. Yine onun bozukluğu, kötü kokusu, çürüklüğü, dünyaya getirdiği musibetler, tehlikeler ve içinde uygulanmış toplumların fesadı ve bozukluğunun derecesini de izah etmek istiyoruz.
Demokrasi, gerçek manasıyla uygulanma kabiliyeti olmayan hayalî bir düşüncedir. Kesinlikle meydanda bulunmadı ve hiç bulunmayacaktır. Zira, umumî işlere bakmak için halkın tamamının devamlı olarak bir yerde toplanması imkânsızdır. Yine idarenin ve yönetimin; halk tarafından deruhte edilmesi de yürütülmesi de imkânsızdır. Bundan dolayı demokrasiye hile yapıp onu tevil ettiler. Böylece onun için devlet başkanı, hükümet ve parlamento meclisi diye isimlendirdikleri şeyleri meydana getirdiler.
Buna rağmen, bu tevilden sonra da onun manası vakıaya uymaz ve vakıada hiç var olamaz. Zira, devlet başkanı, hükümet ve parlamento üyelerinin halkın oylarının çoğunluğuyla seçiliyor olmaları, parlamentonun halk topluluklarının genel iradeleri için siyasî vücudu temsil eden olması ve onun halkın çoğunluğunu temsil etmesi, vakıadan ve gerçekten çok uzak olan şeylerdir. şöyle ki; parlamento üyeleri halkın çoğunluğu tarafından değil halkın azınlığı tarafından birer vekiller olarak seçilirler. Zira, parlamentodaki bir koltuk için bir kişi değil bir kaç kişi adaylığını gösterir. Böylece, bir bölgede seçmenlerin oyları, adaylara dağılır. O bölgede seçmenlerin oylarının çoğunu elde eden kişi aslında seçmenlerin oylarının çoğunluğunu değil de sadece diğerlerden daha fazla oy almış olur. Buna göre; kazanan milletvekilleri halkın oylarının çoğunluğunu değil azlığını elde etmiş olurlar. Böylece, bu azınlığın vekilleri ve temsilcileri olurlar. Halkın çoğunluğunun vekilleri ve temsilcileri olmazlar.
Devlet başkanıyla ilgili durum da aynıdır. İster halk tarafından direk olarak seçilsin, isterse parlamento üyeleri tarafından seçilsin halkın oylarının çoğunluğuyla seçilmez, ancak oylarının azınlığı ile seçilir. Aynen parlamento üyeleri ile ilgili durumda olduğu gibi.
Demokratik düzende belirgin kötülüklerden birisi de yönetimle ve hükümetlerle ilgili hususlardır. Zira, demokratik bir memlekette parlamentoda mutlak çoğunluğu elde edebilecek ve tek başına hükümeti teşkil edebilecek büyük partiler bulunmazsa böyle memleketlerde yönetim istikrarsız olur. Ve sürekli olarak hükümet arka arkaya gelen siyasî bunalımlara maruz kalır. Çünkü, hükümetin parlamentonun çoğunluğunun güvenini elde etmesi zordur. Böylece, istifa etmeye mecbur kalır. Devlet başkanı yeni bir hükümeti teşkil ettiremeden aylar geçebilir. Bu nedenle, böyle memleketlerde yönetim felç olur ve çalışmaz hale gelir. Devlet başkanı da meclisi fesh etmeye ve yeni seçimler yaptırmaya mecbur kalabilir. Bunu, dengeleri değiştirme umuduyla yapar ki bir hükümet oluşturulabilsin. İşte böylece o memleketlerde yönetim istikrarsız halde devam eder. Onun siyaseti sarsılır ve çalışmaz hale gelir. İtalya, Yunanistan vb.. demokratik memleketler buna birer misaldir. Çünkü, buralarda çok parti var ve mutlak çoğunluğu elde edebilecek büyük partiler yoktur. Bu nedenle bu partiler arasında pazarlık işi ortaya çıkar. Hükümeti oluşturma hususunda kendilerine katılsın diye bir kısım partiler diğer küçük partilerin hükümete ortak olmalarını isteyince bu küçük partiler diğer partilere tahakküm etmeye başlar, kendi özel çıkarlarını gerçekleştirmek için ağır şartlar gösterirler. Böylece, bu küçük partiler diğer partilere göre ancak azınlığı teşkil ederken o partilere tahakküm ettiği gibi memleketin siyasetine ve hükümetin kararlarına da tahakküm ederler.
İnsanlığın gördüğü şiddetli belâlardan birisi, muhakkak ki demokrasinin getirdiği genel hürriyetler düşüncesidir. Bu düşünce, insanlığın başına büyük musibetler ve kötülükler getirdi. Demokratik memleketlerdeki toplumları hayvan sürüleri seviyesinden daha aşağı bir seviyeye düşürdü. şöyle ki :
Mülk edinme hürriyeti düşüncesi ve menfaatçılığın amellerin ölçüsü olması büyük sermayeli varlıkların meydana gelmesini gerektirdi. Bu varlıklar, fabrikalarını çalıştırmak için ham maddelere ve üretimlerini satmak için tüketici pazarlara ihtiyaç duydular. Bu durum ise, bu kapitalist devletleri geri kalmış memleketleri sömürmek, servetlerini istilâ etmek, mallarını gasbetmek ve halkların kanlarını emmek hususunda ruhanî, ahlâkî ve insanî değerlerle tamamen çelişerek yarışmaya sevk etti.
Nitekim bu kapitalist devletler arasında oburluk ve tamahkarlığın şiddeti daha da arttı. Bu devletler, ruhanî, ahlâkî ve insanî değerlerden tamamen soyundular. Onların haram kazancı elde etmek üzerindeki yarışları daha da arttı. Öyle ki bu durum onları, halkların kanlarıyla ticaret yapmaya, ürettiklerini satabilmek ve kendilerine hayli kârlar kazandıran askerî ve sanayî ürünlerini piyasaya sürmek için devletler arasında ve halklar arasında fitne ve savaş ateşlerini yakmaya sev ketti.
Amerika, İngiltere ve Fransa gibi sömürgeci demokratik devletlerin utanmaz şekilde demokratik değerlerle ve insan haklarıyla söz ebeliği yapmaları ne kadar gülünç ve tiksindirici bir şeydir.!.. Çünkü, aynı vakitte bu devletler insanî ve ahlâkî değerlerin tamamını ayaklar altında eziyorlar, insan haklarının tümünü çiğniyorlar, daha doğrusu insanların kanlarını haksızca akıtıyorlar.
İşte Filistin, Güneydoğu Asya, Latin Amerika, siyah Afrika ve Güney Afrika, onların suratlarına çarpılacak en iyi delillerdir. Bunlar, o sömürgeci demokratik devletlerin ne kadar yalancı, aldatıcı ve doğrusu ne kadar utanmaz ve yüzsüz olduklarını açıkça gösteriyor...
Şahsî hürriyet düşüncesine gelince; o, demokratik memleketlerdeki toplumları hayvanlardan alçak toplumlara çevirdi. Ve o toplumları hayvanların ulaşamadığı pis ve çirkin bir seviyeye ulaştırdı. Allah'u Teâlâ'nın şu sözü ne kadar doğrudur :
"Heva ve hevesini (kendi istek ve arzularını) kendisine ilâh edineni gördün mü? Sen mi onun vekili (veya savunucusu) olacaksın? Yoksa onların çoğunu (söz) işitiyorlar veya akıllarını kullanırlar mı sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidirler, daha doğrusu onlar (gittikleri) yol bakımından daha şaşkın (ve sapıktır)lar." (Furkan : 43-44)
Nitekim, demokratik toplumlarda o demokratik ülkelerin parlamentolarında çıkartılan kanunların naslarıyla cinsel ilişkiler su içmek gibi tam serbest oldu ve kiliseler de bu kanunları onayladılar. Bu kanunlar, cinsel ilişkileri serbest bıraktığı gibi on sekiz yaşına ulaşan erkekler ve kadın arasındaki ilişkileri de tamamen serbest kıldı. Ne devlet ne de ebeveynleri (anne ve babaları) bu cinsî ilişkileri engellemek için herhangi bir otoriteye sahip değildirler.
Yine onlar; normal cinsel ilişkilerin serbestliği için kanun çıkartmakla yetinmediler, anormal ve sapık cinsel ilişkilerin serbestliği için de kanunlar çıkarttılar. Hatta bazı demokratik memleketler sapık olanlar arasında evliliğe de müsaade ettiler. Erkeğin erkekle, kadının kadınla evlenmesine müsaade ettiler...
Bu nedenle, sokaklarda, caddelerde, parklarda, otobüslerde ve diğer ulaşım araçlarında genç erkek ve kızlar öpüşürken, birbirlerine sarılırken, okşarken ve buna benzer şeyler yaparken görmek tabii ve normal görüntülerden oldu. Hatta bunlar kimsenin dikkatini çekmeksizin ve garipsenmeksizin cereyan ediyor. Çünkü, böyle şeyler onlar katında normal ve tabii işlerden sayılmaktadır. Aynı şekilde yazın, kadınların güneşli günleri fırsatı ganimet bilip parklarda ancak en mahrem yerlerini (ayıplarını) örtecek bir yaprak dışında anadan üryan uzanmaları tabii durumlardan oldu. Yine yazın, kadınların yarı çıplak olarak sokaklarda yürümeleri de normal ve tabii hallerden oldu.
Nitekim, sapık ve garip cinsel ilişkiler bu aşağıya yuvarlanmış demokratik toplumları doldurmuştur. Zira, erkekler arasında ve kadınlar arasında homoseksüellik çoğaldı. Hayvanlarla cinsel ilişkiler de çoğaldı. Aynı vakitte bir kaç erkek ve kadın arasında aynı vakitte toplu cinsel ilişkiler de çoğaldı. İşte buna benzeri hayvanların ahırlarında bile bulunmuyor.!..
Bir Amerikan gazetesinde bir istatistik yayınlandı. Orada deniliyordu ki : Amerika'da aralarında evliliklerin yasal olarak tanınmasını ve sapık olmayan kişilerin elde ettikleri hakların kendilerine de verilmesini isteyen 25 milyon sapık kişi vardır. Yine, bir gazete; Amerika'da bir milyon kişinin anneleri, kızları ve kız kardeşleri gibi yakın akrabalarıyla cinsel ilişkiler kurduklarını haber verdi.
İşte bu hayvansal serbestlikten, cinsel ilişkilerden, cinsel hastalıkların ve onların en şiddetlisi olan Aids hastalığının yayılması neticesine varıldı. Yine bundan dolayı zina çocukları çoğaldı. Bir gazete; İngilizlerin %75'nin metres hayatı (yani zina) çocukları olduğuna dair bir haber verdi.
Bu toplumlarda, aile parçalandı. Babalar, anneler ve çocukları, kardeşler ve kız kardeşler arasında; saygı, sevgi, merhamet kayb oldu. Hatta, yaşları ilerlemiş, onlarca daha doğrusu yüzlerce erkek ve kadının sokaklarda yürüdüklerini ve beraberlerindeki köpekleri dost edinerek, parklarda dolaşmayı tercih ettiklerini görmek doğal işlerden oldu. Öyle ki, o köpekler onların meskenlerine, yemeklerine, hatta yataklarına ortak oldular. Onların yalnızlıklarında onları teselli eden tek şey köpekleri oldu. Zira, onlardan her birisi yalnız yaşıyor ve kendisini teselli eden bir şey yoktur. Çünkü, köpekten başka kendileriyle beraber oturacak ve onlara yakın olacak, dost olacak kişiler olmaksızın yalnız başlarına yaşar duruma düştüler...