Deprem Kuşağı
39 yaşında bir kadın...Depremden 11 ay önce, ailece İstanbul'dan "baba ocağı" Adapazarı'na taşınmışlar.Sonra o kıyamet gecesi 4 katlı evleri üzerlerine çökmüş.9 saat enkaz altında kalmışlar. Bir kadın, bir adam, 10 yaşında bir kız, 15 yaşında bir oğlan... Enkazdan sadece ikisi canlı çıkmış. 10 yaşındaki kızı ilk gün gömmüşler. 15 yaşındaki oğlanı 3 gün sonra çıkarabilmişler. Anne ise bir bacağını bırakarak çıkmış enkaz altından... İki evladını kaybettiğini bir ay söylememişler kendisine...Hep çocuklarını sormuş; "Hastanedeler" cevabını almış; "Bulaşıcı hastalıkları olduğundan görüştürmüyorlar" diye bilmiş. Ama ana kalbi bu... Hissetmiş tabii; dile bile getirmeye cesaret edemediği gerçeği... Sonra bir gün hastanede baş başa kaldıklarında eşine sormuş:"Doğru söyle... Bizim çocuklarımız öldü mü?" Yanıt, uzun bir suskunluk olmuş önce...Üsteleyince... "İkisi de öldü" cevabı dökülmüş yaşlı ağızdan...
Bunun nasıl dayanılmaz bir acı olduğunu anlamak için evlat sahibi olmak gerekmez elbet... Belki, evlat sahibi olanların kalbi, birazdaha yanar... Fakat öykü burada bitmiyor.45 saniye içinde bütün hayatlarını, iki evlatlarıyla birlikte gömen karı-koca iki ay şokun etkisinden kurtulamamışlar. İki ay sonra, evlat acısı, yerini derin bir hasrete terketmiş. Hasretse "yeni bir evlat" arzusuna... Başta çok yadırgamışlar bu duyguyu... Kaybettikleri çocuklarına vefasızlık olacağını düşünmüşler sadakatle... Ama hayat boşluk kaldırır mı? Ölümün kokulu beton yığınlarnın arasından doğmuş yeni hayatın filizi... Kadın hamile şimdi... Deprem bölgesinin pek dillendirilmeyen bir gelişmesi bu: Doktorlardan öğrendiğim kadarıyla, deprem sonrası yoğun bir şekilde düşük olayları ve çocuk aldırmalar yaşanmış. Ama sonra kürtajlar azalmış. Kadınlar spirallerini çıkarttırmışlar. Bağlanan tüpler açılmış. Depremde boşluğa düşenler, yitirdikleri canların peşine düşmüşler yeniden... Deprem bölgesinden bir kadın doğum uzmanı, "Hem çocuk istiyorlar, hem de depremde ölen çocuklarının bir yerlerden kendilerine bakıp yadırgadıkları endişesine kapılıyorlar" diyor. O yüzden hamile kalanlar bile hep "Onların yeri ayrıydı" diye tekrarlayıp duruyorlarmış. Henüz ortada resmi rakamlar yok, ancak Ekim, Kasım aylarındarahme düşen bir yeni nesil dünyaya geldi bu yaz deprem bölgesinde... Ben onlara "Deprem kuşağı" diyorum.
Bu, yıkıntılar arasından yükselen bir hayat sinyali aslında... Yaşananların bütün dehşet vericiliğine rağmen, "deprem insanları" inanılmaz bir dirençle hayata asılıyorlar. Sakarya Üniversitesi tarafından afet bölgesindeki 5 kentte,3 bin 600 lise son sınıf öğrencisine uygulanan bir anket, bize bu çimento mezarlığından fışkıran yaşama tutkusunun işaretlerini veriyor: Yüzde 40'ı halen çadır veya prefabrik evlerde oturan bu çocuklar, "İnsanlarla ilişkilerinizde daha içe kapanık hale geldiniz mi"sorusuna büyük çoğunlukla "Kesinlikle hayır" yanıtı veriyorlar. Araştırmacılar "Hayatın hiçbir anlamı kalmadı" cümlesine ilişkin yorumlarını soruyor: 3 bin 600 gencin çoğunluğu "Hiç katılmıyorum" diyor."Gelecekle ilgili beklentim yok" cümlesine de çoğunlukla karşı çıkıyorlar."Dış görünümüme dikkat ediyorum", "Dışarıda dolaşmaktan hoşlanıyorum", "Yalnız kalmaktan hoşlanmıyorum" diyorlar. Ve önemli bir ipucu daha: Bu gençlerin deprem öncesi en çok hoşlandıkları müzik türü"Pop"muş. Bugün yine "pop"... "Arabesk" diyenler bunun yarısı... Kim ne derse desin; "deprem kuşağı" her şeye rağmen yaşıyor;yaşama tutunuyor.
Bize düşense, onları üzgün gözlerle süzmek değil; ......onlardaki yaşam tutkusunu maddi manevi destekleyebilmek...
CAN DÜNDAR
39 yaşında bir kadın...Depremden 11 ay önce, ailece İstanbul'dan "baba ocağı" Adapazarı'na taşınmışlar.Sonra o kıyamet gecesi 4 katlı evleri üzerlerine çökmüş.9 saat enkaz altında kalmışlar. Bir kadın, bir adam, 10 yaşında bir kız, 15 yaşında bir oğlan... Enkazdan sadece ikisi canlı çıkmış. 10 yaşındaki kızı ilk gün gömmüşler. 15 yaşındaki oğlanı 3 gün sonra çıkarabilmişler. Anne ise bir bacağını bırakarak çıkmış enkaz altından... İki evladını kaybettiğini bir ay söylememişler kendisine...Hep çocuklarını sormuş; "Hastanedeler" cevabını almış; "Bulaşıcı hastalıkları olduğundan görüştürmüyorlar" diye bilmiş. Ama ana kalbi bu... Hissetmiş tabii; dile bile getirmeye cesaret edemediği gerçeği... Sonra bir gün hastanede baş başa kaldıklarında eşine sormuş:"Doğru söyle... Bizim çocuklarımız öldü mü?" Yanıt, uzun bir suskunluk olmuş önce...Üsteleyince... "İkisi de öldü" cevabı dökülmüş yaşlı ağızdan...
Bunun nasıl dayanılmaz bir acı olduğunu anlamak için evlat sahibi olmak gerekmez elbet... Belki, evlat sahibi olanların kalbi, birazdaha yanar... Fakat öykü burada bitmiyor.45 saniye içinde bütün hayatlarını, iki evlatlarıyla birlikte gömen karı-koca iki ay şokun etkisinden kurtulamamışlar. İki ay sonra, evlat acısı, yerini derin bir hasrete terketmiş. Hasretse "yeni bir evlat" arzusuna... Başta çok yadırgamışlar bu duyguyu... Kaybettikleri çocuklarına vefasızlık olacağını düşünmüşler sadakatle... Ama hayat boşluk kaldırır mı? Ölümün kokulu beton yığınlarnın arasından doğmuş yeni hayatın filizi... Kadın hamile şimdi... Deprem bölgesinin pek dillendirilmeyen bir gelişmesi bu: Doktorlardan öğrendiğim kadarıyla, deprem sonrası yoğun bir şekilde düşük olayları ve çocuk aldırmalar yaşanmış. Ama sonra kürtajlar azalmış. Kadınlar spirallerini çıkarttırmışlar. Bağlanan tüpler açılmış. Depremde boşluğa düşenler, yitirdikleri canların peşine düşmüşler yeniden... Deprem bölgesinden bir kadın doğum uzmanı, "Hem çocuk istiyorlar, hem de depremde ölen çocuklarının bir yerlerden kendilerine bakıp yadırgadıkları endişesine kapılıyorlar" diyor. O yüzden hamile kalanlar bile hep "Onların yeri ayrıydı" diye tekrarlayıp duruyorlarmış. Henüz ortada resmi rakamlar yok, ancak Ekim, Kasım aylarındarahme düşen bir yeni nesil dünyaya geldi bu yaz deprem bölgesinde... Ben onlara "Deprem kuşağı" diyorum.
Bu, yıkıntılar arasından yükselen bir hayat sinyali aslında... Yaşananların bütün dehşet vericiliğine rağmen, "deprem insanları" inanılmaz bir dirençle hayata asılıyorlar. Sakarya Üniversitesi tarafından afet bölgesindeki 5 kentte,3 bin 600 lise son sınıf öğrencisine uygulanan bir anket, bize bu çimento mezarlığından fışkıran yaşama tutkusunun işaretlerini veriyor: Yüzde 40'ı halen çadır veya prefabrik evlerde oturan bu çocuklar, "İnsanlarla ilişkilerinizde daha içe kapanık hale geldiniz mi"sorusuna büyük çoğunlukla "Kesinlikle hayır" yanıtı veriyorlar. Araştırmacılar "Hayatın hiçbir anlamı kalmadı" cümlesine ilişkin yorumlarını soruyor: 3 bin 600 gencin çoğunluğu "Hiç katılmıyorum" diyor."Gelecekle ilgili beklentim yok" cümlesine de çoğunlukla karşı çıkıyorlar."Dış görünümüme dikkat ediyorum", "Dışarıda dolaşmaktan hoşlanıyorum", "Yalnız kalmaktan hoşlanmıyorum" diyorlar. Ve önemli bir ipucu daha: Bu gençlerin deprem öncesi en çok hoşlandıkları müzik türü"Pop"muş. Bugün yine "pop"... "Arabesk" diyenler bunun yarısı... Kim ne derse desin; "deprem kuşağı" her şeye rağmen yaşıyor;yaşama tutunuyor.
Bize düşense, onları üzgün gözlerle süzmek değil; ......onlardaki yaşam tutkusunu maddi manevi destekleyebilmek...
CAN DÜNDAR