Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Devlet Ana

A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
“Vatan bir bütündür, bölünemez”, “Bir karış toprağına canım feda” ve diğer ifadeler… Bir karış toprak için savaşırken her yıl Kıbrıs kadar toprak parçasının erozyonla yok olduğunu da biliyoruz bir yandan. Vatanımız eksiliyor, toprak azalıyor. Eğer mevzu sırf ekilip biçilen, metrekare ile hesaplanan toprak parçası olsa idi; erozyonu engellemek de bir ülkeyi kurtarma meselesine dönüşürdü. Aynı şekilde önemsenir, üzerine projeler düşünülürdü. Ama değil. Demek ki toprak, üzerinde bitki yetişen, hayvan yaşayan bir mekân olmaktan ötedir. İşin içine insanlar da girince; araya sınırlar çekiliyor, bu benim, bu senindir deniliyor, toprağa ideolojiler ekiliyor. Düşünceler de geçemiyor sınırlardan öteye. Sadece misak-ı milli sınırları içinde düşünüyoruz ya da öyle isteniyor.

Vatanın her karış toprağına canımız feda, ama bazı yerlerini gidip görmememiz gerekiyor. Ufkumuz açılsın diye Avrupa’ya neşe ile gidebiliriz ama Güneydoğuya korku ile gitmemiz gerekir.(?) “Ya bir şey olursa?”

Ülkemin gidip göremediğim, ancak ana haber bülteninde sinema timsali izlediğim o bölgeleri nereden bilebilirim? Orada yaşayan insanların zorluklarını, hayatlarını “buradan” nasıl anlayabilirim? Anlayamaz isek, önemseyemeyiz de öyle değil mi? Bu noktada devreye yüzlerce kitap, onlarca film ve belgesel giriyor.

Ben, bu filmlerden birisi seyrettim. Birkaç sahnesini sizimle paylaşmak istiyorum. Güneydoğuda köyü boşaltılan bir aile tanıdıklarının yanına Norveç’e gidiyor, ailenin babası köyünü, köyünün dağlarını özlediğinden bahsedince şöyle bir konuşma geçiyor: “senin hasretini çektiğin o dağlarda çelişkiler var. Hem de yaman çelişkiler. Örgüt dağlara gel dağlara diye şarkı söylüyor. Asker dağlar seni delik deşik ederim diye söylüyor. Oysa dağlar kendi haline bırakılsa…”

Kendi haline bırakılmayan dağlar, toprak parçaları, köyleri düşününce sinirleniyor insan, “dünyanın en güzel yeriydi ama cehenneme çevirdiler.” Bahsettiğim filmde asıl anlatmak istediğim sahnede ise Norveç ile Türkiye karşılaştırılıyor. Devlet ile devlet karşılaştırılıyor; bir sözün iki ayrı yorumu aslında kıyaslanan. İstanbul’a sürgün edilen aile çocuklarına bakamayınca mahkeme çocukların devlet himayesine verilmesine karar veriyor. Kararı duyan evin dedesi “devlet mi!” diye bağırıyor şaşkınlık içinde. O sırada sahne değişip Norveç’teki aileye tanıdıkları “devlet size ayda 2.500 TL verecek” diyor.

Bahsi geçen iki diyalogda da “devlet”tir. Bir yanda devlete çocukları emanet etme fikri şaşkına çeviriyor insanları, diğer tarafta “çalışmadan bize niye para verecek ki devlet?” şaşkınlığı yaşanıyor. Birisi sahip çıkan, büyüten, korumacı, almadan da verebilen bir devlet, diğeri ise adı duyulunca ürkülen devlet. Aynı sözün bu iki ayrı yorumu “bıçak ile ekmek de kesebilirsin, katil de olabilirsin” sözünü hatırlatıyor bize.

Filmde karşılaştırma için Norveç’in seçilmesi çok uygun olmuş diye düşünüyordum izleyince. Gidip görenler “abdest almış da sanki namaz kılmayı bekliyor” diye ifade ediyorlar ülkeyi. Refah düzeyi çok yüksek, işsizlik çok az, insanları birbirine saygılı, sokakları temiz, trafik kazaları az, kişi başına en fazla kitap satın alınan ülke ve diğer güzellikler… Bunların hepsi Norveç’i güzel bir ülke haline getirmiş. İnsanlar güzel özellikler ile vasıflanmışlar, bir kelimeyi şahadetleri eksik deniliyor Norveç insanı için. İslam’ın davranışa, iktisada bakan yönünü almışlar, ama Müslüman değiller. Norveç devleti, sanki haktan aldığı ilham ile halkına bakıyor da; diğer yanda Müslüman bir ülkede kardeş kardeşi vuruyor.

Devlet ana kavramı üzerinde durmak gerekir. Bir anne çocukları arasında ayrım yapabilir mi? Çocuklarını birbirinden habersiz yaşatabilir mi? Ya da birine özel hocalar tutup yetiştirirken, diğerini okula gitmekten bile alıkoyabilir mi? Hangi çocuğunun canı yanarsa yansın, ağlayan anne olmaz mı?

Bu noktada filmden bir sahne daha geliyor aklıma. Bir oğlu dağda örgüte katılmış, diğeri askerde olan bir ailede geçiyor olay. Askerdeki oğlun izin alıp evine geldiği günlerden birinde diğer oğlu da bir gece vakti geliyor aniden. İki kardeş burun buruna gelince şöyle soruyor küçüğü: “Abi biz çatışmada karşılaşırsak ne olacak?”

“Ben ölürsem terörist, sen ölürsen şehit olacaksın” diyor abisi. Bunca kavga var ortada, -filmde bile- hayatları altüst olan bir sürü insan var, buna rağmen iki düşman (aslında iki kardeş) bir araya gelince öldükleri zamanki sıfatları söz oluyor. İkisi de ölüyor, ama birinin şehit dediğine diğer leş diyor. Birbirlerine aynı sözlerle kızıyorlar, aynı duygularla silahı tutuyorlar belki, ikisi de “ne yaptıysam sizin için yaptım” diyor; dağdan gelen oğlu da aynısını söylüyor, asker oğlunun komutanı da “ne yaptıysak sizin için” diyor. Öldüren de biziz, ölen de…

Aynılıklar var iken bunca ayrılık olmasının sebepleri isimlendirme karmaşasıdır belki de. En basitinden; “Doğu sorunu”, “Kürt sorunu” yerine “Güneydoğuda yaşayanların huzursuzluğu” denilebilir. Hem odak noktası olarak “insan” alınmış olur böylece. Kimliklerinde yazan ya da yaşadıkları yer sebebiyle değil bu insanlar huzursuz olduğu için bir sorun vardır zaten. İdeolojilerle, sınırlarla anlaşmak zordur, insan ile anlaşılabilir ancak.

Filmden yola çıkarak empati kurmaya çalıştım. “sorun ortaya konulmuş, peki çözüm nedir?” denilebilir okuyunca. Hakkında yazılmış yüzlerce makale varken henüz meseleyi anlatan bir filmi izlemiş iken iddialı sözlerden kaçınmam gerekir. Güneydoğudaki insanların huzursuzluğuna adanan akademik kariyerler, bir ömür boyu bunu araştıranlar var. Buna rağmen adı uzman olan bazı kimselerin on yıl önceki cümlelerinin aynısını kurduğunu izliyoruz televizyonlarda. Uzaktan temaşa etmek, gün boyu paylaşım sitelerinde analiz yapmak yeterli olmuyor demek ki. Bu noktada aklıma gelen bir alıntı ile konuyu noktalıyorum: “hangi sahabe vardı, akademi bitirdi, unvanları mı vardı, hayır. Ama yaşadılar, müşahede ettikleri için, gözlemledikleri için öyleler”

Vakar sahibi olmamız, hiç bilmediğimiz yerlerde hiç bilmediğimiz koşullarda yaşayan insanları önce anlamamız gerekiyor.

Ülkemin görmediğim dağlarına selam ile.

(Kübranur Ayar)
 
eL_Muhacir Çevrimdışı

eL_Muhacir

İlimsiz Mucâhid, kâtil; Cihâdsız âlim, belâm olur
Frm. Yöneticisi
farklı bi bakış açısı erozyonla verdiği örnek

sübhanALLAH

güzel bi yaklaşım
 
Üst Ana Sayfa Alt