Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Din Farki Nikah Akdini Iptal Eder Mi?

E Çevrimdışı

Ebu UBEYDULLAH

Üyeliği İptal Edildi
Banned
DİN FARKI NİKAH AKDİNİ İPTAL EDER Mİ?

Hamd, ezelden ebede dek yalnızca Allah’a özgüdür. O’nu över ve O’ndan Peygamber efendimizi, O’nun ehli beytini ve sahabilerini rahmetiyle kuşatmasını dileriz.
Aslen kafir olmakla birlikte eşlerden birisinin ve de özellikle kadının Müslüman olması durumunda mevcut evliliğin durumu meselesi asrımızın en müşkil meselelerinden bir tanesidir. Zira şu an bütünüyle tağuti sistemlerin gölgesi altında yaşamlarını sürdürmek zorunda kalan insanlardan özellikle kadınlar Müslüman olduğu zaman birçok sıkıntı ile karşılaşmaktadır. Müslüman olan bu kadının ne hicret edebileceği bir devleti vardır ne de kendisine sığınabileceği güvenilir bir İslami yapı… Bu durum ister istemez vakıada bir çok sorun oluşturmaktadır. Onun için bu meselenin oldukça ayrıntılı bir şekilde incelenmesi, tahkik edilmesi gerekmektedir.
Öncelikle belirtmekte fayda vardır ki; dört mezhebin alimlerinin genel olarak kabul ettikleri görüş şudur: Kadının Müslüman olması durumunda kocası Müslüman olmuyorsa kadın iddetini bekler. İddetinin bitmesiyle birlikte nikah fesholmuştur. Artık kadının o erkekle kalması caiz değildir. Bilakis haramdır. Bu görüş gerek dört mezheb alimlerinin cumhurunun gerekse de asrımızda fıkıh ilminde şöhret sahibi alimlerin hemen hemen tamamının görüşüdür. Hatta görüştüğümüz muasır alimlerin bir çoğu bu hususta icmadan dahi bahsetmektedirler. Artık konu öyle bir hal almıştır ki, malum görüşe muhalif söz söylemek neredeyse imkansız olmuştur. Bu konuda farklı bir görüş belirten eminim ki, çok büyük itirazlar alacaktır. Ancak şunu da belirtmekte fayda vardır ki, alimlerin ittifakı hiçbir zaman nas konumunda değildir. Bu yüzden elde mevcut delillerle ulemanın ittifakına muhalefet etmek hiçbir zaman abes değildir. Hatta fıkıh usulünde icmanın bile hüccet olup olmaması bir yere kadar tartışılmıştır. Bu yüzden konu hakkında delillere binaen farklı görüşler sunmak hiçbir zaman İslam dininin aslına muhalefet olarak nitelendirilemez.
Bu girişten sonra konu hakkında malumata geçmekte fayda vardır…
Öncelikle şunu söylemekte fayda vardır ki; biz burada ne cumhur ulemanın görüşüne muhalefet etmek, ne de şaz fetvalar vermek amacında değiliz. Bilinmelidir ki, fetvada asıl önemli olan husus ihtilafi meselelerde, delile binaen insanların maslahatlarını gözetmek, onların üzerindeki mefsedeti, zorluğu kaldırmaktır. Buna binaen biz burada Müslüman olmasıyla birlikte kocasından ayrılma imkanı olmayan, sığınabileceği bir sığınak bulamayan, boşanmaya kalkması neticesinde büyük problemlere maruz kalabilecek, mustazaf konumunda bulunan hanım Müslümanların kendisiyle amel edebilecekleri fetvayı delilleriyle birlikte sunmak istiyoruz. Amacımız kolaylaştırmaktır, güçleştirmek değil… Müjdelemektir, nefret ettirmek değil… Ancak üzerine basarak tekrar belirtmekte fayda vardır ki, burada sunacağımız görüş konu üzerinde bizim nihai düşüncemiz olmayıp, sadece konumu ve durumu gereği mustazaf durumunda olan kardeşlerimize bir kolaylık olduğunu göstermektir. Zira biz bu konu üzerinde kendimizi ictihad makamında görmemekteyiz. Ve haddimizi bildiğimiz için konu üzerinde bir tercih yapamayacağız. Konunun daha iyi anlaşılması içinse soru cevap halinde açıklamaya çalışacağız.
Soru: Din farkı nikahı fesheder mi? Yani eşlerden birisinin Müslüman olması ile aralarındaki nikah akdi iptal olur mu?
Cevap: Din farkı nikahı feshetmez. Mücerred olarak din farkının nikahı iptal edeceğine dair bir delil olmamakla birlikte bizzat Resulullah’ın ve sahabelerin uygulaması din farkının nikahı feshetmeyeceğini göstermektedir. Bu konuda bir çok delil vardır. Bunlardan ilki Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) bizzat kendi kızı Zeyneb’i, eski kocasına verirken ne yeni bir nikah yapmış ne de mehir istemiştir. Bilakis eski nikahı üzere geri vermiştir. Hz. Zeyneb’in Müslüman olmasından 18 seneden uzun bir süre sonra kocası As b. Rebi’e Müslüman olmuştur ve Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kızını eski nikahı üzere kocasına vermiştir. Bu hususta yeni bir nikah ve mehir üzere kocasına verdiğine dair gelen rivayet ize zayıf olması sebebiyle itibar görmemiştir. Hz. Zeynep ile ilgili rivayette ravinin “Zeyneb’in Müslümanlığı ile As b. Rebi’e’nin islama girmesi arasında 6 sene geçmiştir” sözü ise hatalıdır. Asıl olan Zeyneb’in hicret etmesiyle kocasının Müslüman olması arasında geçen sürenin altı sene olduğudur. Şayet din farkı nikahı feshetse idi, Resulullah’ın yeni bir nikah akdi ve mehir ile kızını eski kocasına vermesi gerekirdi.
İtiraz: Bu olay Mümtehine Suresi’nin 10. ayeti nazil olmadan önce gerçekleşmiştir. Ancak Mümtehine Suresi’nin 10. ayetinin nazil olmasıyla birlikte böyle bir durum nesh olmuştur.
Cevap: Bu konuda gelen tek rivayet bu değildir. Mümtehine Suresi ayetinin nüzulundan sonra da bu uygulama aynen devam etmiştir. İmam Malik’in anlattığına göre; Saffan b. Ümeyye’nin Müslüman olmasıyla birlikte karısının Müslüman olması arasında bir ay geçmiştir. Karısı kocasından önce Mekke Fethi sırasında (Mümtehine Suresi’nin nüzulundan sonra) Müslüman olmuş, Saffan ise Huneyn ve Taif savaşlarına katılmış ve daha sonra Msülüman olmuştur. Hz. Peygamber bu ikisinin arasını ayırmamış ve karısını kocasına eski nikahı üzere vermiştir. Mekke Resulullah tarafından fethedilince serbest bırakılan kadınlar Msülüman olmuş, ancak kocaları Müslüman olmadan kaçmışlardır. Saffan b. Ümeyye gibi İkrimi b. Ebu Cehil’de bunlardandı. Bunlar 2-3 ay ya da daha uzun bir süre sonra Müslüman olmuşlar, eski nikahları üzere eşlerine dönmüşlerdir. Müslüman olmasından dolayı nikahını yenileyen hiç kimse yoktur. Nitekim Hz. Ali’de bu konuda “müddet uzun olsa da kadın kocasına döner” demiştir.
Şayet Müslüman olmak yalnız başına ayrılık sebebi olsa idi, bu ayrılık ric’i (dönülebilir) değil, bain nikah olurdu. Bu durumda da kadının kocasına dönmesi için yeniden nikah akdi gerekirdi. Ancak böyle bir uygulama ne Resulullah döneminde ne de sahabe döneminde mevcut değildir.
İtiraz: Din farkı ile nikahın fesholmadığı ancak iddet döneminin bitmesiyle nikahın fesholacağına dair ulemanın ittifakı vardır.
Cevap: Öncelikle ulemanın ittifakı nas hükmünde değildir. Bundan dolayı ulemanın ittifakına delile binaen muhalefet elbette edilebilir. Bununla beraber hadislerde iddetin itibara alınması diye bir şey yoktur. Hz. Peygamber kadına iddetinin bitip bitmediğini sormamıştır.. Yine yukarıda verdiğimiz bir çok örnekte iddet dönemi ile nikahın fesholunmayacağını apaçık göstermektedir.
Soru: Bu hususta sizin görüşünüze dair kaynaklarda sahabeden gelen nakiller var mıdır?
Cevap: Elbette bu hususta sahih yolla nakledilmiş bir çok rivayet vardır. Hz. Ali Müslüman olan Yahudi ve Hrıstiyan kadınların kocası hakkında şöyle demiştir:
كَانَ أَحَقَّ بِبُضْعِهَا لِأَنَّ لَهُ عَهْدًا
Kocası ondan yararlanmaya daha çok hak sahibidir. Zira aralarında bir ahd vardır.
Bir başka rivayette ise Hz. Ali şöyle demiştir:
هُوَ أَحَقُّ بِهَا مَا دَامَا فِي دَارِ الْهِجْرَةِ.
Kocası, kadın hicret ettiği evden çıkmadığı sürece ona sahip olmaya daha çok hak sahibidir.
Hz. Ali’den gelen bir diğer rivayet ise şu şekildedir:
قال هو أحق بها ما لم يخرجها من مصرها
Müslüman olan kadın kendi şehrinden çıkmadığı sürece, kocası onun üzerinde daha çok hak sahibidir.
Yine aynı şekilde Hz. Ömer’den bu hususta 3 farklı uygulama nakledilmiştir.
أَنَّ هَانِئَ بْنَ قَبِيصَةَ الشَّيْبَانِيَّ ، وَكَانَ نَصْرَانِيًّا كَانَ عِنْدَهُ أَرْبَعُ نِسْوَةٍ فَأَسْلَمْنَ فَكَتَبَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ أَنْ يُقْرَرْنَ عِنْدَهُ.
Rivayet edildiğine gör Hani eş-Şeybani dört kadınla evli idi. Kendisi Hristiyan olmasına karşılık hanımlarının dördüde Msülüman oldu. Hz. Ömer onlara kocalarının yanında kalabileceklerini yazdı.
Bu konuda gelen diğer bir rivayet ise şu şekildedir:
أسلمت امرأة من أهل الحيرة ولم يسلم زوجها فكتب فيها عمر بن الخطاب أن خيروها فإن شاءت فارقته وإن شاءت قرت عنده
Hiyre halkından bir kadının Müslüman olması ve kocasının Müslüman olmaması üzerine Hz. Ömer kadını muhayyer bırakmış, dilerse kocasından ayrılabileceğini, dilerse onun yanında kalabileceğini yazmıştır.
Bir başka rivayette ise kadının Müslüman olması üzerine kocasına Müslüman olması teklif edilmiş, ancak adam çekindiği için Müslüman olmamış Hz. Ömer ise onları ayırmıştır.
Soru: Hz. Ömer’in bu uygulamaları arasında bir çelişki yok mudur?
Cevap: İbn-i Kayyım el-Cevziyye bu üç uygulama arasında bir çelişkinin olmadığını, İmam’ın bu hususlarda yetkili olduğunu ve duruma göre hareket ettiğini söylemiştir. Nitekim Zühri bu durumun sultanın yetkisi altında olduğunu söylemiştir.
Soru: Buna dair başka görüşlerde var mıdır?
Cevap: Evet bu hususta tabiin alimlerinin de bu yönde görüşleri vardır. Şöyle ki;
عن إبراهيم قال هو أحق بها ما لم يخرجها من دار هجرتها
İbrahim en-Nehai şöyle demiştir: “Müslüman olan kadın hicret ettiği şehrinden çıkmadığı sürece, kocası onun üzerinde daha çok hak sahibidir.”
عَنِ الشَّعْبِيِّ قَالَ : هُوَ أَحَقُّ بِهَا مَا كَانَتْ فِي الْمِصْرِ
Yine Şabi şöyle demiştir: “Kadın şehrinden çıkmadığı sürece, kocası onun üzerinde daha çok hak sahibidir.”
Soru: Bu hususta günümüz alimlerinin bu yönde fetvası var mıdır?
Cevap: Her ne kadar kendilerinden ilim almak caiz olmasa da bu hususta Hasan Turabi, Yusuf el-Kardevi gibi fıkıhta bilgi sahibi kimselerde bu yönde görüş belirtmişlerdir. Bu alimler konuya dair muteber üç görüş olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşlerden ilki, Hz. Ali’nin görüşü olup kadın şehrinden çıkmadığı sürece kocası ile din farkı olmasına rağmen aynı nikah altında kalabilir, aynı evi paylaşabilir ve birbirilerinden faydalanabilirler. İkinci görüş, Hz. Ömer’in amelidir. Dilerse kalabilir, dilerse kocasından ayrılabilir. Hz. Ömer’in bu uygulaması bir çok kaynakta geçmektedir. Tek bir kaynak hariç Hz. Ömer’in bu uygulamasında bir ihtilaf söz konusu değildir. Üçüncü görüş ise Zühri’nin görüşü olup, bu hususta yetkinin sultanın elinde olduğu görüşüdür. İşte bu iki alim konu üzerinde muteber görüşler olarak bu üç görüşü zikretmişlerdir.
SONUÇ:
Sonuç olarak şunu tekrar vurgulamak isteriz. Elbette dört mezhebin alimlerinin de yukarıda yazdığımız görüşlere yönelik itirazları mevcuttur. Cumhur ulema iddet süresinin bitmesiyle beraber nikahın fesholunacağına dair bir çok delil öne sürmüştür. Ve yukarıda saydığımız görüşlere de itiraz etmişlerdir. Bizim amacımız ise asla şaz fetvaları insanların önüne sürmek değildir. Bununla beraber yazımızın girişinde de belirttiğimiz gibi konuya dair ictihad kapasitesine sahip olmamamız ve yeterli birikimimizin bulunmayışı, görüşler üzerinde bir tercih yapmamıza engel olmaktadır. Yukarıda verdiğimiz cevapların hepsi İbn-i Teymiye ve İbn-i Kayyım el-Cevziye’nin konuya dair açıklaması saadetinde olup, bizim cevaplarımız da değildir.
Ancak bizim burada amacımız salih bir niyet ile bugün bütünüyle tağutların hüküm sürdüğü bir zamanda, Müslüman olan, ancak kocası Müslüman olmayan, sığınacak bir sığınak, tutunacak bir dal bulamayan, mustazaf durumundaki hanım kardeşlerimiz için fetvada asıl olanın kolaylaştırmak olduğu bilinci ile konu üzerinde görüşleri zikretmektir ve bu kardeşlerimizin kendisiyle amel edebilecekleri fetvayı delilleriyle birlikte sunmaktır. Özellikle ilimden zerre kadar nasibi olmayan bazı kimselerin bu zor durumda kalan hanım kardeşlerimizi, fuhuş ve ahlaksızlıkla suçladığı bugünde böyle bir açıklama yapmak zaruret olmuştur. Bu kimseler aslında bu suçlamayı bir çok sahabi hanımlara ve özellikle de Allahu Teala tarafından saliha bir kadın olarak vasıflanan Hz. Asiye validemize de yönelttiklerinin farkında değillerdir. Burada direk itiraz olarak Hz. Asiye validemizin durumunun bizden önceki şeriatlere has olduğunu mırıldanacaklardır. Ancak cehalet kırıntılarıyla beslenen bu gûruh şu hususu gözden kaçırmaktadır: Ahlaka dair hususlarda şeriatlerde bir değişiklik söz konusu değildir. Zira ahlaki hususlar insanın bizzat fıtratı ile ilgilidir. Hırsızlık, zina, fuhuş, yalan, dedikodu, insanların malını gaspetmek, insanlara zulmetmek gibi gayri ahlaki hal ve tutumlar bütün şeriatlerde haram kılınmıştır.
Böyle zor bir durumla karşılaşan kardeşimizin öncelikle yapması gereken kocasını en güzel bir şekilde ve hikmetle İslam’a davet etmesi, onun Müslüman olması için bütün güç ve takatini harcamasıdır. Kocası İslam’ı tercih etmediği takdirde ise asıl olanla amel edip boşanmaya, müşrik kocasının nikahından kurtulmaya çalışmalıdır. Ancak kocasından ayrılmaya güç yetiremediği durumda, ya da ayrılmasının sonucunda büyük bir zarara, kaldıramayacağı bir zorluğa maruz kalacağını zannı galibiyle inanırsa Allah en doğrusunu bilir ama, İbn-i Teymiye ve İbn-i Kayyim’in yukarıda delilleriyle izah ettiğimiz fetvalarıyla amel edebilir.
Sevgili Kardeşim! Sorunuzun devamında müşrik birisi ile evli kalan kimsenin küfre düşüp düşmediğini soruyorsunuz. Burada bir ihtilaf yoktur. Dört mezhebin ittifak ettiği görüşü dahi alsanız, müşrik eşinden ayrılmayan kişi yaptığı bu ameliyle küfre düşmez ve kafir olmaz. Zira bu durum küfrü gerektiren bir amel değildir.
Hiç şüphesiz bidayette ve nihayette hamd ancak Alemlerin rabbi olan Allah’a özgüdür.
Not: Çalışmamızın hazırlanması esnasında yararlandığımız temel kaynak İbn-i Teymiye’nin Mecmuu’l Fetava’sı ile İbn-i Kayyim’in Ahkamu Ehlü-z Zimme ve Zadu’l Mead isimli eserleri olmuştur. Nakledilen rivayetler ise, Arapça orijinal ibareleriyle birlikte dipnotta verilen kaynakların bizzat kendilerinden alıntılanmıştır.
 
Üst Ana Sayfa Alt