es-Selamu aleykum değerli kardeşlerim. Uzun süredir yazıyla dahi olsa buradaki muhabbete iştirak edememe rağmen her daim çevrimiçi olmaya gayret gösterdim. Bu süre içerisinde bir takım imtihanlarla hem-hal olmakla beraber, günümüz dini problemlerine karşı çözüm üretmeye çalıştım. Bunları sizinle paylaşmak istiyorum. Ortaya koymaya çalıştığım çözümler doğru veya yanlış olabilir ama Rabbim şahit maksadım Allah'ın dinine hizmet edip günahlarıma kefaret sağlamam hatta insanların hidayetine vesile olabilmem... Allahumme ahsin aqibetena fi'l-umuri kulliha....
ALLAH DİLEMEDİKÇE SİZ DİLEYEMEZSİNİZ (TEKVİR SURESİ 29. AYET)
اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَۙ
لِمَنْ شَٓاءَ مِنْكُمْ اَنْ يَسْتَق۪يمَ
وَمَا تَشَٓاؤُ۫نَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
Degül ol illā ögüt 'ālemlere aña kim diledi sizden kim ŧoġru ola.
Daħı dilemeyesiz illā kim dileye Tañrı 'ālemler çalabı’sı.
اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَۙ
لِمَنْ شَٓاءَ مِنْكُمْ اَنْ يَسْتَق۪يمَ
وَمَا تَشَٓاؤُ۫نَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
Degül ol illā ögüt 'ālemlere aña kim diledi sizden kim ŧoġru ola.
Daħı dilemeyesiz illā kim dileye Tañrı 'ālemler çalabı’sı.
Yukarıdaki meali Kuranmeali.com’dan iktibas ettim. Bu meal Eski Anadolu Türkçesine aittir. Günümüz Türkçesi ile bu ayette ‘’Allah irade eylemedikçe siz dileyemezsiniz’’ buyruluyor. Yani ben neyi irade eyliyorsam, neyi istiyorsam önce Allah bu irade ile dilemeyi benim için dileyecek ve irade eyleyecek sonra ben dileyebileceğim. Yani benim iradem ve dileyişim tamamıyla Allahın irade ve meşietine (dilemesine)[1] bağlı. Bu ayeti idrak edemeyen bizler, manayı determinizme indirgeyebilir hatta özgür iradeyi de yok sayabiliriz. Hayır! İrademiz ve irademizden ortaya çıkan eylemimizden gayet derecede sorumluyuz. Bununla alakalı bir misal vermek istiyorum;
Elimde bir taş var yanımda da bir arkadaş var. Arkadaşa bu taşı tut yakala dedim ona doğru attım. Arkadaşta taşı yakaladı ve sonra kafama fırlattı kafamı yardı.
Misalin İzahı
Bu misalin her sözcüğünün ve misaldeki olayın gidişatının dikkatli bir şekilde incelenmesini taleb ediyorum.
Taş burada meşiet ve iradedir. O irade&meşieti arkadaşıma veriyorum. Eğer bu irade&meşieti arkadaşıma vermeseydim o arkadaşım böyle bir bu taşa(irade&meşiet) sahip olamayacaktı. Arkadaşıma taş suretindeki irade&meşieti verdim. Arkadaşım o irade&meşiet(dilemeyi) aldı ve o irade ve meşietin sahibi oldu. Ben ona iradeyi ve dilemeyi verdim değil mi? Ama o ne yaptı? Ben irade sahibi olmak istemiyorum diye aldı kendi derununda mevcut o iradeye karşı koyarak kendi iradesine karşı savaş açtı. O taşı(irade&dileme/meşiet) kafama fırlatma eylemini icra etti. Kafamı yardı. Ben ona irade verirken o iradeyi kullanıp bana fırlatmasını ve bana zarar vermesini istememiştim. Böylelikle kendi iradesine dayalı fiilinin sorumlusu oldu.
Aynı şekilde düşünelim. Ben bir şeyi irade eyledim veyahut diledim diyelim. Ben kendi zatım itibariyle o iradeyi yoktan var etmedim. Allah diledi ve dilediği şeyi bende diledim. Yani taşı arkadaşıma verircesine Allah bana al dilediğim bu şeyi sen de dile dedi. Diledim de… Aşağıda geçeceği üzere dilemek ve irade etmek kalbin arzusundan ibarettir. Kalbimde o irade gerçekleşti. Ama ihtiyarımla o arzuyu yerine getirmek veya getirmemek bana aittir. İhtiyar eylemek, iki veya daha fazla şey arasında seçim yap demektir. Eğer kalbimdeki arzu(irade&meşiet) bana zarar veriyorsa bu arzuya muhalefet etme ihtiyarımı icra ederek irademe karşı çıkar ve irademin tezahürünü yerine getirmem. Eğer getirirsem sorumlu olurum ki misalde geçtiği gibi o taşı arkadaşımın kafasına fırlatarak arkadaşımın kafasını yarmış olurum…
Misalin İzahının Bir Misali
İrade& meşiet, istemek, dilemek veya arzulamak gibi birbirine mütekarib anlamlar taşır. Aşk fiilinin manası da istek ve arzuyla alakadardır. Yukarıdaki misalde geçen irade&meşiet kelimeleri yerine aşk kelimesini koyacağız.
Ben kadınları arzulayıp onlardan biriyle evlenmesi için bir arkadaşıma yanımdayken aşk şarabı içirdim. Kadehi eline aldı ve o şarabı içti. Gönlü ilk gördüğü kadına karşı aşk ateşiyle yanıp tutuştu. Sonra bu aşkı ben istemiyorum diye geldi elindeki o aşk şarabıyla dolu kadehi kafamda kırdı.
Bu misali bir önceki misale entegre etmeden önce önceki misali izahıyla beraber iyice anlamaya çalışın. Entegre edin ki kastedilen izah zihninizde iyice istikrar eylesin.
Biz Hangi Açıdan Allah Katında Sorumluyuz?
İrade, meşiet ve dilemek gibi fiillerin hisse dayalı olduğunu, arzulamak, istemek vesair manalara tekabül ettiğini belirtip bunların kalbe dair fiiller olduğunu izah etmemiz icab eder. İttifaken bilinirki bir kimse haramı arzulasa, istese ama ihtiyarıyla bu arzusuna gem vursa sevap kazanır. Günahsal açıdan mesul tutulmaz. Dediğimiz gibi İhtiyar duygular arasında seçim yapıp o duygunun tezahürü olan fiili kudret ila meydana getirmek fiilidir.
BU AYETİN MUCİZEVİ YÖNÜ (LİBET DENEYİ)
Allah azze ve celle, kendisinin dilemediği hiçbirşeyi dileyemeyeceğimizi bu ayette bizlere talim ediyor. Eğer birşeyi dileyip arzulamışsak bunun bizim için dileyen evvela bizzat kendisidir. Bu bağlamda ‘’Libet Deneyi’’ adı verilen bir deneyden söz etmek istiyorum.
1983’de yapılan bu deneyde, deneklerden basitçe, parmağını kendi istediği anda oynatması istenmiştir. Bu esnada deneğin eline EMG isimli bir cihaz da bağlanmıştır.
EMG, o zamanki tekniğe göre yapılmış, kas hareketlerini elektriksel düzeyde ölçebilen bir cihazdır ve 1 saniyenin binde birini ölçebilecek kapasitededir.
Deneğin parmağını oynatma eylemi, başlıca iki aşamadan oluşmaktadır. 1- Parmağını oynatmaya karar vermek&irade eylemek
2- Parmağını oynatmak.
Birinci kısım yani irade eyleme&karar verme anını belirlemek için de saat kadranına benzer başka bir cihaz kullanılmıştır. Bu cihazın içindeki siyah benek kadran etrafında belirli bir hızla dönmektedir. Denekten, parmağını oynatmaya karar verdiği anda beneğin kadrandaki pozisyonunu söylemesi istenir.
Bu şekilde, deneğin parmağını oynatmaya karar verdiği ve sonrasında da parmağını oynattığı iki farklı an tespit edilmiş olacaktır. Ölçümlerden birisini EMG cihazı diğerini ise kadran düzeneği gerçekleştirmiş olacaktır.
Bu esnada deneğin başında EEG aleti bulunmaktadır ve deneğin aldığı karar anının tespit edilmesini sağlayacaktır. Böylelikle, deney esnasındaki tüm süreç bir arada takip edilebilecektir. Deney gerçekleştirildi ve veriler kaydedildi. Deneğin parmağını kaldırmaya karar verdiği an ile parmağını kaldırdığı an arasında 200 milisaniyelik bir süre ölçülmüştü. Bu beklenen bir sonuçtu. Ancak bundan sonrası çok şaşırtıcı idi. Çünkü, deneğin parmağını kaldırmaya karar verdiği andan yaklaşık 350 milisaniye öncesinde elektriksel bir hareket tespit edilmişti. Başka bir deyişle, deneğin parmağını kaldıracağına, kendisi karar vermeden 350 milisaniye önce bilinmeyen bir mekanizma tarafından karar verilmişti bile.
Deney defalarca tekrarlanmış olmasına rağmen sonuç değişmemiştir. 1983 yılından günümüze değin, deneysel cihazlardaki teknolojik değişim ve gelişime karşın muhtelif zamanlarda yapılan emsal deneylerde de sonuçlar aynı olmuştur.
Bu sonuçlar, bilim dünyasında büyük şaşkınlık uyandırmış ve zaman içinde deneyin bilim ve felsefe dünyasında farklı şekillerde yorumlanmasına yol açmıştır. Deneyden alınan sonuçlar, bir düşünsel klasiğin tahtını adeta yerinden etmiştir.
Öyleyse, yaşadıklarımız, aldığımız kararlar, önceden yazılmış bir kurgudan mı ibarettir? İrade, mücadele ve doğru karar verme gibi değerler bizim öğrendiğimiz kadar mutlak ve övünülesi davranış biçimleri değil midir?
Öte yandan, insanın gerçekte özgür istençle karar vermediği, kararlarımızın arkasında bizim adımıza bizden önce karar veren bilinmeyen bir gücün olabileceği düşüncesi felsefe dünyasını da heyecanlandırmıştır.
Hatta bazıları, deney sonuçlarının din ve felsefedeki kader olgusunu işaret ettiği görüşünde birleşmişlerdir.
Anlaşılıyor ki basitçe şunu söyleyebiliriz; Biz karar verici iradeyi(arzu&meyelan) ortaya koymadan önce beyinde o irade&meşieti var edecek bir reaksiyon ortaya çıkıyor. Bundan da aldığımız kararların daha önce başka bir merci tarafından bir meşiet ile dilendiği ortaya çıkıyor; Şimdi mezkur ayeti nakledelim;
Fakat âlemlerin rabbi Allah dilemedikçe siz (hiçbir şey) dileyemezsiniz!
Bu ayetin tefsirlerine de bir göz atalım;
Taberi Tefsirini açtığımızda, Süleyman bin Musa’nın şu tefsirine şahit oluruz; Ebu Cehil 28. Ayet indiğinde şöyle dedi; ‘’İş bizde, dilersek iman ederiz dilemezsek etmeyiz.’’ Bunun üzerine mezkur surenin 29. Ayeti indi. Kurtubi tefsirini açtığımızda; kendisi şöyle diyor; ‘’Bu ayetten açıkça anlaşılıyor ki, kul ancak Allah’ın tevfikiyle hayr ve ancak Allah’ın hızlanıyla şerr kesbedebilir.’’
Beğavide aynı cümlelerle tefsir etti. Hasen el-Basri tefsirinde şunu demiştir: ‘’Allah dileyene kadar Arablar İslamı (kabul etmeyi) dileyemediler.
Vehb bin Münebbih dedi; ‘’Allah’ın nebilerine indirdiği seksen yedi kitabı okudum, Kim meşietten kendi nefsine bir şey izafe ederse kafir olur yazıyor.’’
Beyzavi de; ‘’İstikameti (ve herşeyi) ancak, Allah’ın dilediği vakitte dileyebilirsiniz.’’
ALLAHIN BEN DEHRİM (ZAMANIM) DEMESİ
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kudsi bir hadiste Allah’ın şöyle dediğini aktarmaktadır;
قالَ اللَّهُ: يَسُبُّ بَنُو آدَمَ الدَّهْرَ، وأَنا الدَّهْرُ، بيَدِي اللَّيْلُ والنَّهارُ
Allah dedi ki; İnsanlar dehre(zamana) sövmektedirler. Zaman benim. Gece ve gündüz benim elimdedir.
Allah dedi ki; İnsanlar dehre(zamana) sövmektedirler. Zaman benim. Gece ve gündüz benim elimdedir.
Bu hadis, başta Sahih-i Buhari olmak üzere muteber kaynaklarda geçmekte olup, ehl-i sünnet alimlerinin ittifakınca sahih bir hadistir. Biz sünnet ehli müslümanlar olarak evvela vazifemiz Allah ve Rasulu doğru söylemiştir demektir. Peki bu hadisi nasıl idrak etmeliyiz? Zaman mefhumu Allah’ın zatının ta kendisi midir? Yani Allah zamandan mı ibarettir. Binaenaleyh şu misali vermek istiyorum;
Yüzüklerin Efendisi filminin devam serisi olan Hobbit üçlemesinde adı Smaug olan bir ejderha vardır. Bu ejderha sinirlenip yattığı yerden kalkar ve biryerleri yok etmek adına istediği yere intikal eder, o esnada der ki;
Ben bir ateşim ve ben bir ölümüm!
Ejderha ateşim demesine rağmen kendisinin mahiyeti yanan bir alev değil bilakis etten, kemikten ve bir ruhtan ibaret bir canlıdır. Ejderhalar ağzından ateş püskürtüp etrafını yakıp yıkar ve canlıları yakarak helak eder. Ben bir ateşim, derken de bunu kastetmiştir. Yani ben ateşe sahip olup, ateş üzerinde tasarruf eyleyerek etrafımı yakar ve yıkarım demiştir. Bu misalden yola çıkarak;
Allah azze ve celle de ben zamanım derken zamanı kontrol ettiğini ve geceyi gündüze katarak zaman üzerinde tasarruf eylediğini bizlere aktarmıştır. Zaten hadisin devamında; ‘’Gece ve gündüz benim elimdedir’’ geçmesi de verdiğimiz misalin haklılığının bir tezahürüdür.
Zaman Mahluk mu?
Bu sorunun cevabı dinen tek kelimeyle evet oluşudur. Buna dair bir hadis nakletmek istiyorum;
Buharide geçen sahih bir hadiste Rasulullah kıyamet alametlerinden bahsederden bunlardan birisinin de يتقارب الزمان / Zaman(ın anlarının) birbirine yaklaşması olduğunu zikreder. Elbaninin sahih dediği bir hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır;
لا تَقُومُ السَّاعَةُ حَتَّى يَتَقَارَبَ الزَّمَانُ ، فَتَكُونَ السَّنَةُ كَالشَّهْرِ ، وَيَكُونَ الشَّهْرُ كَالْجُمُعَةِ ، وَتَكُونَ الْجُمُعَةُ كَالْيَوْمِ ، وَيَكُونَ الْيَوْمُ كَالسَّاعَةِ ، وَتَكُونَ السَّاعَةُ كَاحْتِرَاقِ السَّعَفَةِ
Zaman(ın anları) birbirine yaklaşmadan kıyamet kopmaz. Böylelikle bir sene bir ay gibi, bir ay Cuma gibi, Cuma ise bir gün gibi, Bir gün ise bir saat gibi oluverir.
Zaman(ın anları) birbirine yaklaşmadan kıyamet kopmaz. Böylelikle bir sene bir ay gibi, bir ay Cuma gibi, Cuma ise bir gün gibi, Bir gün ise bir saat gibi oluverir.
Görüldüğü gibi zaman mefhumu emri itibari olmaktan ziyade haddi zatında esneyebiliyor, genleşebiliyor. Bu hasletler ise bir mahluka aid hasletlerdir. Dolasıyla bu gibi hasletlere sahib bir şey ancak mahluk olabilir.
Hadiste geçen تقارب sözcüğü işteşlik bildirir ve bir veya birkaç şeyin birbirine yaklaşmasına delalet eder. Zamanın birbirine yaklaşmasından kasıtta pek tabi olarak zamanın en küçük birimi olan anların birbirine yaklaşmasından ibarettir.
ALLAHA MEKAN NİSBET ETMENİN KÖTÜLÜĞÜNÜN NİSBİ OLUŞUNA DAİR BİR MİSAL
Özellikle Türkiye dahilinde itikaden yaygın bir mezhep olan Maturidilik ve Eşariliğin kahir ekseriyeti olan mezheb mümessilleri Allahın zamandan ve mekandan münezzeh olduğunu belirtirler.
Allah… Zaman… Mekan… Münezzeh…
Bu sözcüklerinden müteşekkil bir cümle ile Türkler nezdinde bir itikad ortaya koymaya kalkarlar. Halbuki bu kelimlerin hepsi Arapça olup Türkler nezdinde bu cümle izaha ihtiyaç duyar. Eğer bu cümlenin manası Allah yaratmış olduğu hiçbirşeye hulul etmez, hiçbir mekanın içine girmez veya hiçbir mekanın içinde değildir manasında ise bu kastedilen anlam sahihtir. Yalnız Allaha mekan isnad ediyorsunuz deyu, Allah semadadır diyen müslümanları sapkınlıkla itham etmek konusunda hata ediyorlar. Allaha mekan isnad etmek haddi zatından menfi ve menfur bir iş değildir. Kelamcılar! Kastettiğini o anlamı aklınızda tutun. Sizlere bir örnek serd etmek istiyorum…
Bir şahıs geniş bir arazide bir yapı inşa ediyor. İnşaatı seyrede seyrede en sonunda inşaatın nihayetine eriyor. Sonra o binanın karşısına geçiyor ve diyor ki; İşte benim mekanım! Bu mekan bana ait!
Bu misali tefekkür edelim. Bu şahıs mekanın içinde miydi? Bu şahıs mekana hulul edip o mekana dahil oldu mu? Hayır! Bilakis mekanının dışındaydı ve mekanını dışarıdan seyrediveriyordu. Ama her ne kadar o mekanın içinde olmamasına rağmen kendisine o mekanı nisbet etti? Her nasıl tevil ederseniz edin ama o şahsın bir mekanı oldu ve o mekanı kendisine nisbet etti! Bu manada Allaha mekan nisbet etmekte ne gibi bir mahsur olabilir? Ki seleften nice kimse bu manada Allaha mekan nisbet etmiştir. Bu konudaki nakilleri sizlere aktarmak istiyorum!
Allaha Mekan Nisbet Eden Selef-i Salihin
Sabit el-Bunani
Enes bin Malik, Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Zübeyr bin Avvam gibi sahabelerden eğitim gören bir tabii’dir.
Sabit el-Bünanin bu rivayetini Ahmed bin Hanbel ez-Zühd, Ebu Nuaym el-İsfahani Hilyetü’l-Evliya, İbn Asakir Tarihu Medineti Dimaşk, İbn Kudame el-Makdisi Sıfatu’l-Uluvv, Zehebi el-Uluvv ve el-Arş adlı eserlerinde nakletmiştir. Sabitin rivayeti şöyledir;
‘’Ey semayı imar eden başımı bir köle gibi sana kaldırdım, ey semanın Sakini…’’
Zehebi isnadına salih demiştir.
Hasen el-Basri
Zehebi Kitabu’l-Arş adlı eserinde bu rivayetin isnadına sahih demiştir. Rivayet şöyledir; Hasen’in rivayeti şöyledir;
‘’Efendim! Meskenin semadır…’’
Mücahid bin Cebr
Meşhur müfessir, İbn Abbas’ın talebesidir. Kendisi bu minvalde şöyle demektedir;
‘’Musa (Allaha) yaklaşmaya devam etti ki Allahla aralarında sadece tek bir hicab kaldı. (O sırada Allahın) mekanını görünce ve kalem gıcırtılarını işitince Rabbim kendini göster sana bakayım dedi.’’
Hammad bin Zeyd
Bu zatın rivayetini İbn Receb el-Hanbeli aktarmaktadır. Kendisi şöyle demektedir;
‘’(Allah) mekanındadır ve dilediği gibi mahlukatına yaklaşır.’’
Zehebi Siyerde aktardığı üzere bu zatın tadilinden örnekler vermek gerekirse, Ahmed bin Hanbel bu zat için müslümanların imamlarından bir imam demiştir. Yahya bin Muin ondan daha sabit bir kimsenin bulunmadığını söylemiştir.
Yezid bin Harun
İmam Malik, Hammad bin Zeyd, Süfyan es-Sevri bu zatın hocalarıdır. İbn Şekvalin anlattığı üzere kendisi şöyle demiştir;
‘’Allahın peygamberlerine indirdiği birkaç kitaba göz attım. Burada şöyle deniyordu; İzzetime, celalime ve mekanımın yüksekliğine yemin olsun ki…’’
Zeynelabidin bin Hüseyn bin Ali bin Ebu Talib
İmam Huseynin oğludur. Ehli beyt imamıdır. Kendisi şöyle demiştir;
‘’Mekanın mekanların en övülesi olanıdır.’’
Bu sözünü Zebidi el-İthaf adlı eserinde aktarmıştır.
BASİT BİR MİSALLE ALLAHIN İSPATI
Asıl amacım en basit, en veciz ve en kestirme surette Allahın var oluşunu ispatlamaktır. Derin teolojik, felsefi izahları bir kenara bırakmak bu uğurda sonu gelmeyen kısır tartışmalara son vermek, mankurtlaşmamış bağnazları ikna edebilmek adına şu misali vermek istiyorum.
Bu sefer ki misali Star Wars/Yıldız Savaşları adlı bilim-kurgu filminden iktibas edeceğim.
Geonosis gezegenin halkı galaksinin karanlık lordu ile anlaşma yapıp neredeyse bir gezegen büyüklüğünde küre şeklinde gezgenleri yok etmek adına bir süper silah icad ederler. Dışarıdan bakıldığın bu şey bir gezegenden farksızdır. Bu yapıyı dünya gezegeniyle kıyaslıyacağız. Zira iki göksel küreninde yaşam barındırması, yaşam sağlaması açısında kıyaslanabilirliği pek tabiidir.
Bu gezegen büyüklüğündeki yapının ismi ‘’Ölüm Yıldızı’’dır. Ölüm yıldızının milyarlarca yıl süre içinde dıştan bir fail olmadan kendi kendine var olduğunu ve yaşanabilir bir mekan halini aldığını söylemek pek tabi bir cinnet halidir. Bu yapının kendiliğinden var olduğunu kimse iddaa etmez, edene de gülerler. Ama bu yapıdan trilyonlarca kez daha kompleks, fiziki-biyolojik-kimyevi hatta içtimai yönden trilyonlarca kez daha üstün bir yapıya sahip olan Dünyanın kendiliğinden oluştuğunu iddia edenlere alkış tutmak acaba hangi hezeyanın bir ürünüdür acaba??
KÖTÜLÜK PROBLEMİ
Allah kötülüğe izin veren midir? Evet, ayette şöyle buyrulmuştur;
مَاۤ أَصَابَ مِن مُّصِیبَةٍ إِلَّا بِإِذۡنِ ٱللَّهِۗ وَمَن یُؤۡمِنۢ بِٱللَّهِ یَهۡدِ قَلۡبَهُۥۚ وَٱللَّهُ بِكُلِّ شَیۡءٍ عَلِیمࣱ
Başınıza gelen bir kötülük ancak Allah’ın izniyledir. Kim Allaha iman ederse Allah kalbini doğruya eriştirir. Allah herşeyi bilendir.
Başınıza gelen bir kötülük ancak Allah’ın izniyledir. Kim Allaha iman ederse Allah kalbini doğruya eriştirir. Allah herşeyi bilendir.
Allah kötülüğü yaratan mıdır? Evet, yine ayette şöyle geçmektedir;
وَٱللَّهُ خَلَقَكُمۡ وَمَا تَعۡمَلُونَ
Sizi ve amellerinizi yaratan Allah’tır.
Sizi ve amellerinizi yaratan Allah’tır.
Kötülük ancak amellere mahsustur. Ameller olmazsa kötülük düşünülemezdi. Dolayısıyla Allah hayrı da şerri de yaratandır.
Madem Allah kötülüğe izin veriyor ve kötülüğü yaratıyor. Peki bu Allahın kötülüğe ortak olması yani Allahında kötü olması demek değil midir?
Kötülüğü yaratmak şer değildir, yaratılan kötü ameli işlemek şerdir diyen kimselerin bu izahını tatmin edici bulmuyorum. Bu meseleyi tefekkür eylerken şöyle bir misali kendimce icad edip peyderpey geliştirmeye muvaffak oldum şöyle ki;
George Lucas isimli senaristi düşünelim. Kendisi (mecazi anlamda) Star Wars evrenini yaratan[2] şahsın ta kendisidir. Bu evreni icad ededursun bu esnada şöyle bir senaryo yazmıştır;
Anakin Skywalker yetim bir çocuktur, genç yaşında annesini kaybediyor nice zaman kendisini savaşların, ölümün ve katliamın ortasında buluyor, en sonunda ilerideki üstadı Darth Sidiosun deyimiyle ‘’Kaderini gerçekleştiriyor’’ ve karısını da öldürüp karanlık tarafa geçiyor.
Teşbihte hata olmaz George Lucas’ı o evrenin yaratıcı bir tanrısı olduğunu farzı muhal eyleyelim. Anakin Skywalkerın yaşadığı bu hayatı senaryo olarak yazan George Lucas denilen bu tanrı (!) bu senaryoyu yazmakla aslında onun hazin kaderini takdir ediyor. Yani Star Wars evreninin yaratıcısı George Lucas bu evrene dair senaryo yazmakla o evrendeki karakterlerin kaderini çizmiş oluyor. Sonra, Lucas bu senaryoda (kaderde) oynaması için Hayden Christensen’i seçiyor ve Hayden de bu senaryoyu oynuyor.
Peki… Hayden bu senaryoyu oynadıktan sonra George’ı kenara çekip bu kötülüklerle dolu senaryoyu bana oynattın bu senaryoyu yazmakla ve icraata dökmekle ne kadar kötü birisi olduğunu ortaya koydun dese, bu serzenişi makul bulunur mu? Star Wars hayranları o filmde onca kötülüğe, drama, trajediye şahit olurken akıllarından bir kez olsun George Lucas’ı bu kötülüklerin mesulü olarak suçlamak geçmiş midir?
İtiraz: George Lucası o senaryoyu yazması ile Allahın levhi mahfuza insanların kaderini yazması arasındaki fark şöyledir; George Lucas o senaryoyu gerçekleştirirken gerçekte kimse ölmedi, yaralanmadı, acı çekmedi. Ama Allahın yazdığı kaderi(senaryoyu) icra eden insanlar o senaryodaki acıyı, kederi, yanlızlığı, hüznü her daim iliklerine kadar hissetti. Zaten kötülüğü kötülük kılan şey de bu menfi hissiyatın ömür boyu çekilmesidir.
Cevap: İbn Teymiyye’ye göre Allah (SWT) için kötülüğün anlamı kulun düşündüğü anlamda değildir. Çünkü Allah, yaratılmışların fiillerinden razı olmaz, ama onları yaratır. Kulun işlediği kötü fiiller, Allah’ın yaratmasıyla vücut bulur; fakat bu, Allah’ın onlardan razı olduğu anlamına gelmez. Allah (SWT) her şeyi hikmetle yaratır, ve bu hikmet bazen kulun idrak edemeyeceği derecede derin ve kuşatıcıdır.
İbn Teymiyye, kötülük problemininin ana unsuru olan acıyı/elemi Allah’ın hikmeti, adaleti ve rahmetiyle birlikte düşünmeyi öğütler. Yine İbn Teymiyye, kötülük problemini bir ilim ve hikmet meselesi olarak görür.
O der ki: "Allah’ın yarattığı şer, mahlukatın menfaatine hizmet eden bir şerdir. Hayrın değeri, şerrin varlığıyla anlaşılır. Eğer şer olmasaydı, hayrın kıymeti bilinmezdi. Zıtlıklar olmazsa, hakikat idrak edilemez."
Kulun başına gelen musibetler, görünüşte şer gibi olsa da, hakikatte Allah’ın rahmeti ve hikmetinin birer tecellisidir. Nice musibet, insanı tevhide, sabra, tevekküle sevk eder. Nice bela, insanı dünya sevgisinden arındırır ve ahireti hatırlatır. Bu sebeple şer, kul için bir sınavdır, bir terbiye vasıtasıdır. Sınavdır demişken müslümanlar dünyada olduğu sürece bu ayeti asla unutmamalıdır;
وَنَبۡلُوكُم بِٱلشَّرِّ وَٱلۡخَیۡرِ فِتۡنَةࣰۖ وَإِلَیۡنَا تُرۡجَعُونَ
Sizleri hayır ve şerle imtihan eder sonra da bize döndürülürsünüz..
MÜMİNLERİN ANNESİ AİŞENİN EVLİLİK YAŞI & AHLAKIN ZAMAN VE MEKANA BAĞLI GÖRECELİLİĞİ
Sizleri hayır ve şerle imtihan eder sonra da bize döndürülürsünüz..
MÜMİNLERİN ANNESİ AİŞENİN EVLİLİK YAŞI & AHLAKIN ZAMAN VE MEKANA BAĞLI GÖRECELİLİĞİ
İlk başta söylemeliyim ki Aişe annemiz radıyallahu anha dokuz yaşındayken Peygamberimizle sallallahu aleyhi ve sellem nikahlanmıştır ve evlenmiştir.
Buharide ve Müslimde geçtiği üzere Aişe annemiz bu hususu şöyle ifade etmiştir;
تزوجني النبي صلى الله عليه وسلم وأنا بنت ست سنين وبنى بي وأنا بنت تسع سنين
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ben altı yaşındayken benimle evlendi ve ben dokuz yaşındayken benimle halvete girdi.
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ben altı yaşındayken benimle evlendi ve ben dokuz yaşındayken benimle halvete girdi.
Bütün müslümanların nezdinde muteber bir alim olan İbn Kesir rahimehullah bu hakikati el-Bidaye adlı eserinde şöyle izah etmiştir;
"قوله : (تزوجها وهي ابنة ست سنين ، وبنى بها وهي ابنة تسع) مما لا خلاف فيه بين الناس - وقد ثبت في الصحاح وغيرها - وكان بناؤه بها عليه السلام في السنة الثانية من الهجرة إلى المدينة
‘’(Aişe radıyallahu anha’nın yukarıdaki sözü söylemesi..) hakkında insanlar hakkında hiçbir ihtilaf söz sonusu değildir. Sahih kaynaklarda ve gayrısında, Rasulullah’ın Aişe annemizle halvete girmesi Medineye hicret ettiken iki sene sonra gerçekleşmiştir.’’
‘’(Aişe radıyallahu anha’nın yukarıdaki sözü söylemesi..) hakkında insanlar hakkında hiçbir ihtilaf söz sonusu değildir. Sahih kaynaklarda ve gayrısında, Rasulullah’ın Aişe annemizle halvete girmesi Medineye hicret ettiken iki sene sonra gerçekleşmiştir.’’
Durum böyle iken, peygamberi pedofili[3] olmakla suçlamak ne kadar doğru? Pedofililik günümüzde bir ahlaksızlık olarak telakki ediliyor ve devletler nezdinde suç teşkil ediyor. Durum böyle iken bu telakki müslümanlar nezdinde de makbul karşılanıyor olmalı ki bu hadisleri ya inkar ediyorlar ya da ‘’Araplarda kız çocuklarının yaşı ergenlikten sonra sayılmaya başlanır’’ gibi aslı astarı olmayan izahlar ortaya koymaya yelteniyorlar.
Evvela denilir ki, ahlak hem zamana bağlı olarak hem de mekana bağlı olarak göreceli bir mefhumdur.
Birinci örnek, bacak bacak üstüne atmak… Türkiye toplumunda bilhassa Anadolu coğrafyasında büyüklerin karşısında bacak bacak üstüne atmak ahlaksızlık olarak telakki edilir. Ama batı toplumlarında buna aldırış edilmez. Aslolan bu fiilin niyete bağlı olması hasebiyle bir ahlaki değer kesbetmesidir. Eğer kişi bacak bacak üstüne atarken büyüklenmeye niyetlenirse bu işi ahlaksızlıktır ama rahatlamak maksadıyla bunu yapıyorsa ve bu yaptığı fitneye neden olmuyorsa ahlaken bir beis teşkil etmez.
İkinci örnek, abi-kardeş ilişkileri… Dünya üzerinde bildiğim kadarıyla sadece Türkiye topraklarında bir kimsenin kendinden yaşça büyük birine abi-abla dememesi ahlaksızlık olarak telakki edilir. Ama sair halklarda böyle bir kural yoktur ve büyük olana ismiyle hitap etmek ahlaksızlık sayılmaz.
Bu verdiğim örnekler mekânsal açıdan ahlakın göreceliliğine ait iki misaldi. Bir de bu göreceliliğin zamansal boyutu vardır.
İdam… Neredeyse insanlığın var oluşundan beri, son otuz yıla kadar suçluların idam edilmesi makul ve adil karşılanıyordu ve gereklilik olarak anlam kazanıyordu. Ama günümüzde suçlu insanları -eğer kısas gibi surette ölümü haketmişse- öldürmek etik sayılmıyor. Günümüzde insanlar bir suç makinesinin bile bağlı olduğu devlet tarafından öldürülmeye kalkılması bile yadırganır olmaya başlamıştır. Son dönemdeki böylesine hümanist (!) bir temayül ahlaki açıdan dinen gayrı meşru’ olsa da ahlaki değeler kişiden kişiye zaman zaman değişebilmektedir.
Aişe Annemizin Evlilik Yaşı Hususunda Derim ki;
Aişe validemiz dokuz yaşındayken Peygamberimizle evlenmesine rağmen kendi dönemindeki müşriklerin, yahudilerin ve hristiyanların hiçbiri peygamberimizi yadırgamamıştır. O tarihlerde hiçbir toplum tarafından hayız görmeye başlamış bir kızla evlenmek gayrı ahlaki sayılmıyordu. Tarihin hiçbir kaynağında o dönemlerde peygamberi bu açıdan sapkınlıkla suçlandığı görülmemiştir. Demek ki o zamanlarda hayız görmeye başlamış bir kız velevki dokuz yaşında dahi olsa nikahlanması hiçbir toplum tarafından dünya çapında ayıplanmıyordu.
Pedofili terimi 1945'e kadar neredeyse hiç kullanılmıyordu, ancak 1950'den sonra tıbbi kayıtlarda görünmeye başladı. 1950'lerde ve 1980'ler boyunca pedofili kelimesi popüler medya tarafından giderek daha fazla kullanılmaya başlandı.
Ahlaki bağlamda dokuz ve üstü yaşlarda evlenilen kızlarla evliliğin yadırganması son yüzyıla ait ahlaki bir değişimdir. Ahlakın zamana bağlı olarak göreceliliğinden bahsetmiştik, son olarak veciz üslupta izahım şöyledir;
‘’Peygamberimiz zamanında dokuz yaşında bir kızla evlenmek ahlaki fiiller dahilindeydi zira hiçbir toplum bu yaşta evlenen bir kimseyi yadırgamıyordu. Peygamberimiz de dönem şartları gereği Aişe validemizle o yaşta evlendi. Ama sonra bu eylem zaman geçtikçe görecelilik bağlamında gayrı ahlaki olarak telakki edildi. İnsan fıtratı gereği ahlaki değerler menfi veya müsbet çerçevede pek tabi olarak teğayyür edebilir. Eğer peygamberimiz bu devirde yaşamış olsaydı asla o yaşta biriyle evlenmezdi, çünkü göreceli ahlaki değerleri yerine ve zamanına göre gözetmek evla olanıydı ve nübüvvete yaraşır bir davranıştı. Peygamberimizin fiillerini kimi zaman zamana ve mekana bağlı olarak (hatta tarihsel cihette) incelememiz icab eder.’’
[1] İrade, meşiet, dilemek aynı anlamlara gelip bu kelimeler birbiri yerine kullanılabilir.
[2] Yaratmak, yoktan var etmek ve var olanı şekillendirmek üzere iki mana taşır. Yoktan var etmek hususunda Allahtan başkasına yaratıcılık isnad etmek küfürdür. Ama şekillendirmek manasında bir kimseye yaratıcı demek edebe muğayir olsa da küfrü icab ettirmez. Misalin anlaşılması için George Lucas’a yaratıcı demek mecburiyetten ötürüdür. Mazur görüle…
[3] GÜNÜMÜZ MODERN BİLİMİNE GÖRE 13 yaş ve altındaki çocuklara cinsel ilgi duyma bozukluğuna pedofili denirken, 5 yaş ve altındaki çocuklara cinsel ilgi duyma bozukluğuna infantofili veya nepiyofili, 11-14 yaş arasındaki ergen çocuklara cinsel ilgi duyma bozukluğuna hebefili denmektedir.