Mevlid gecesini ibadet saymak, dinde aslı olmayan bir fiile kutsallık atfetmek demektir ki bu, vahyin belirlediği sınırları aşmak anlamına gelir. ALLAH-u Teâlâ Kur’ân’da “Bugün dininizi kemale erdirdim” (Mâide, 3) buyurmuştur. O hâlde bu gecenin ibadet kılınması, dinin kemaline bir eksiklik izafe etmek değil midir? Eğer dinde sonradan bir ibadet eklenebiliyorsa, bu din vahyin değil, aklın ürünü hâline gelmiş olmaz mı? Mevlid gecesi ne Kur’ân’da emredilmiştir ne de sahih hadislerde yeri vardır. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’i en çok seven sahâbe, tâbiîn ve dört mezhep imamı böyle bir geceyi ne kutlamış ne tavsiye etmiştir. Eğer bu, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem sevgisinin bir tezahürü olsaydı, sevginin zirvesinde olan sahâbe bunu mutlaka yapardı. Onların terk ettiği bir şeyi sonradan “dine dâhil” görmek, usûl-i fıkıhta hangi delile dayanır? Dinde delil olmayan bir şeyi ibadet saymak bidattir; bidat ise Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ifadesiyle dalalettir. Kaldı ki din ile kültür karıştırıldığında, her tarihsel uygulama dinleşir. Bu da hak ile bâtılın sınırını siler. Mevlid bir sevgidir deniyorsa, sahabenin sevgi anlayışı neden örnek alınmaz da asrısaadette olmayan bir kutlama tercih edilir?
İbadet, keyfî duygularla değil, ALLAH-u Teâlâ’nın emriyle belirlenir. Dinde yer almayan bir günü “hayırlı gece” saymak, vahyin belirlemediği bir kutsallığı üretmektir. Oysa Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, dini tebliğ etmiş, sahâbe onu en doğru şekilde yaşamış ve bize aktarmıştır. Bu zincirde olmayan bir uygulamayı dine mal etmek, dinde boşluk aramak anlamına gelir. Oysa din tamamlanmıştır. Mevlid gecesini ibadetle geçirmek isteyenin ilk sorusu şu olmalı: Bunu Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, sahâbe ya da fukahâ yaptı mı? Cevap hayırsa, sevap da yoktur; niyet ne kadar güzel olsa da. Ne zararı var diyebilirsiniz zararı olmadığını düşünmek, ibadeti sadece niyetle sınırlı görmek demektir. Oysa dinde esas olan niyetle birlikte yöntemin de sahih olmasıdır. Dinde yeri olmayan bir geceyi kutsal saymak, zamanla onu ibadet gibi görmeye, ardından da asıl ibadetleri ihmal etmeye götürür. Bu tür uygulamalar, insanların vahye değil kültüre dayanarak din yaşamalarına yol açar. Bugün mevlid, yarın başka bir ekleme derken, din zamanla hak olmaktan çıkar. Bidatlerin zararı da budur: Sünneti örter, kalbi tatmin eder ama ahirette karşılığı yoktur. Sahabenin yapmadığı, Kur’ân ve sünnette olmayan bir amelle sevap ummak, dini korumak değil, değiştirmektir. Zararı da işte tam olarak budur.