Ö
Çevrimdışı
İslam’ı Gerçek Manasıyla Anlayalım
(hasan El Benna_Rh.a)
İslâm, hem iman hem de ameldir.! Allah Tealâ bizlere hitap ederek söyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Yapmadığınız şeyi niçin söylersiniz? Yapmadığınız şeyi yaptık demeniz Allah katında büyük bir gazaba sebep olur."(Saff Suresi Ayet 2-3)
İste Cenab-ı Hak. yüce kitabını, hizmetlerle dolu anayasasını, sarsılmaz nizamını, insanlar için bir nur. bir hidayet rehberi ve bir saadet yolu olan Kur'an-ı Kerim'in surelerinden birini bu iki ayet-i eelile ile başlatmıştır. Şüphesiz, ki Kuran, insanları cehalet zulmetinden aydınlığa kavuşturan ve doğru yolu gösteren mukaddes bir kitaptır.
Allah Tealâ. Kur'an-ı Kerim'i vasfederek söyle buyuruyor:
"Doğrusu size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir. Allah O'nunla rızasına uyanları selâmet yollarına eriştirir ve onları izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları dosdoğru bir yola iletir." (Maide Sûresi, ayet: 16)
Birtakım insanlar vardır ki. İslâm dillerinden düşmez, dinden bahis açıldığında Müslümanlığı kimseye bırakmazlar. Gerçekte ise. İslam, bunların kalplerine sızmamış, ruhlarına ulaşmamıştır.
Buna rağmen durmadan mü'min olduklarını iddia ederler; konuştuklarında mangalda kül bırakmazlar. Aslında Allah bunların imanını kabul etmemiş, iddialarım doğrulamamış ve kuru sözlerini reddetmiştir.
Delil mi istiyorsun? İşte Allah'ın kelâmı:
"Ey Muhammed. Bedeviler iman ettik derler. De ki: İman etmediniz. Ama islâm olduk deyin. İman henüz kalbinize yerleşmedi."( Hucurat Sûresi, ayet: 14)
Bu sıfatta olanlar, insanlar arasında münafıklar zümresini teşkil etmektedirler. Kur'an-ı Kerim pek çok ayeı-i celilelerinde bu sınıftan olan insanların birçok alametlerini zikrediyor, bunları tenkid ediyor ve can yakıcı azapta tehdit ediyor. Aslında mü'min olmayıp imanlı olduğunu iddia etmek, münafıklık, yalancılık, ihanet. Allah'a ve Resulüne verilen ahdi bozmak, İslâmın hüküm ve emirlerinden bihaber olmak, kendisini ve insanları aldatmaktan başka bir şey değildir. Aslında bunlar kendilerinden başka kimseyi aldatamazlar. Fakat bunu hissetmezler. Kur'an-ı Kerim'de ve Hadis-i Şeriflerde bu gibi vasıflarla vasıflandırılan insanlar, İslâm olduğunu iddia eden. kendini Müslümanlardan biri sayan ve Müslümanlar derecesinde olduğunu sanan, sözüyle ameli çelişik olan kimselerdir. Bu gibi insanları bizlere tanıtan Yüce Mevlâmız, Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"Doğrusu münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar. Onlara hiçbir yardımcı bulamayacaksın."( Nisa Sûresi, ayet: 145)
Bunun içindir ki, önceki Müslümanlar -Allah onlardan razı olsun- İslâmı birtakım yaldızlı kelimeler, kaypak sözler, felsefi fikirler, ilmi tarif ve ıstılahlar olarak değil, inanç olarak kabul etmişler, kalplerine yerleştirmişlerdi: nefislerine hakim kılmışlardı. Böylece İslâm, onları inançlarının gayesini gerçekleştirmeye ve emirlerini yapmaya sevkediyordu.
Sen duymadın mı? Ki. bir adam Resulullah (sav)'a geldi. İslama girmek için biat etti. Akabinde seferberlik ilanını işitince kılıcını lakındı, inancının düşmanına karşı savaşa girişti ve şehid oldu.
Peygamber Efendimiz (sav) bu adamın cennetlik olduğunu haber verdi. Şimdi, hemen iman eder etmez inancı uğrunda canı feda eden bu kişiyi, acaba buna iten sebep ne idi? Kalbinin içine kadar işleyen, aklına ve fikrine hafim olan inancından başka ne olabilirdi ki!.. Öyle ki bu kişi itikadını canından ve kanından daha fazla sevmişti. Onun için her şey inançtı. Başkası yalandı.
Bu hususta sözü uzatmak istemiyorum. Güvenilir siyer kitapları, buna benzer mevzuları uzunca beyan etmektedir. Hakiki tarihin safhaları bu gibi kıssaların mısk-ü amber gibi kokan vakıalarını anlatmaktadır. Bu hususta sana diyeceğim sadece şudur:
Selef-i Salihinin İslâmı anlayışı sarsılmaz sağlam bir inanca dayanmakta idi. Bunların inancına batıl sokulamaz, şek ve şüpheler yol bulamazdı. Bunların inançları beden ve ruhlarının her parçasına kadar sızmış, damarlarında hareket eden kanlar gibi vücudlarına cereyan etmişti. Ve bunları doğru ve sağlam işleri yapmaya itmişti. Ve bunları doğru gibi vücutlarına cereyan etmişti. Ve bunları doğru ve sağlam işler yapmaya itmişti. İnançlarının kuvvetliliği bunların gizli hallerini aşikâr halleri gibi yapmış, aşikar hallerini gizli hallerinden farksız kılmıştı. Öyle ki, yaşadığı günün, ömrünün son günü olduğunu bilse bile her gün yaptığından fazla bir şey yapmazdı.
Eğer bunlardan birine lügat bilgisini, fikir yürütmeyi, meselelerin inceliklerine dalmayı, çeşitli dini meseleler hakkında fetva vermelerini isteseydin pek azlarının sana cevap verdiğini görürdün.
Bu selef-i salihinin -hâşâ- kısa görüşlülüğünden doğmamaktadır. Çünkü onlar, Allah'ın dinini en iyi anlayan zatlardır. Selef-i salihinin bu Ölçülü davranışı onların, işin cevherine yönelmelerinden, kabukları bırakıp özü hedef almalarından doğmuştu. Boş lâfları bırakıp bizzat çalışıp yapmaya girişmelerinden meydana gelmişti. Çünkü onlar, Allah Tealâ'nın şu emrini çok iyi anlamışlardı:
"Ey Muhammed! De ki: Çalışın, yakında Allah, Peygamberi ve ınü'minler yaptıklarınızı görecektir. Hepiniz görülmeyeni ve görüleni bilen Allah'a döndürüleceksiniz. O size işlediklerinizi bildirecektir."( Tevbe Sûresi, ayet: 105)
Sonra bu zevat-ı kiramın arkasından birtakım insanlar geldi ki, dinlerini, inançlarına ters düşen birtakım kuru sözler haline getirdiler. Yaptıkları işler kalplerinde taşıdıkları akidelerini yalancı çıkardı. Bunların inançları gırtlak kemiklerinden aşağıya geçemez oldu.
Evet, bunlar Kur'an'ı okurlar ama, kalpleri bundan habersizdir. Allah'ın hükümlerini yadederler ama, onları bizzat yaşamaktan ve tatbik etmekten çok uzaktırlar. Bu gibi insanların İslâmdan payları sadece İslama yamanmak ve kendilerini Müslüman göstermektir.
İşte, nizam ve düzenimizin başıbozuk olmasının sebebi ve düşüncelerimizin tutarsız, görüşlerimizin çelişik olmasının asıl nedeni budur. İnsanlar bu gerçeği anlamaya başladıkları takdirde, tekrar hakka ve Allah'a dönme müjdeleri ortaya çıkacaktır. Hayırlı bir başlangıç başlayacaktır.
Mademi ki bu iş böyledir; öyleyse ey Müslüman kardeşlerim! Gelin, İslâmın özünü anlayalım. Yaptıklarımızı O'nun şaşmayan adaletli terazisiyle tartalım. Yaşama şeklimizi, İslâmın bizden istediği şekle sokalım. Aramızda Allah'ın kitabını ve Resulullah'ın sünnetini diriltelim ve rehber edinelim. Bunlara sarılanlar ve bunlarını ışığında yürüyenler, asla doğru yoldan sapmazlar, aziz kardeşlerim.
Bu kıyaslama neticesinde İslama tam uyduğumuzu görürsek Allah'a hamdü senalar edelim. Yoksa, şu iki yoldan birini tutalım: Ya dinimizin yüce hükümlerine dönelim ki, Allah da bu halimizi düzeltsin, bizleri aydınlığa çıkarsın; yahut bu dinden olduğumuzu yalan yere iddia etmeyelim, günahlarımızla ona leke sürmeye çalışmayalım. Ta ki; bu dinin yüceliğine zarar gelmesin, devamlı muzaffer kalsın. Allah Tealâ bu dine yardım etmek için bize benzemeyen başka bir kavim getirsin.
(hasan El Benna_Rh.a)
İslâm, hem iman hem de ameldir.! Allah Tealâ bizlere hitap ederek söyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Yapmadığınız şeyi niçin söylersiniz? Yapmadığınız şeyi yaptık demeniz Allah katında büyük bir gazaba sebep olur."(Saff Suresi Ayet 2-3)
İste Cenab-ı Hak. yüce kitabını, hizmetlerle dolu anayasasını, sarsılmaz nizamını, insanlar için bir nur. bir hidayet rehberi ve bir saadet yolu olan Kur'an-ı Kerim'in surelerinden birini bu iki ayet-i eelile ile başlatmıştır. Şüphesiz, ki Kuran, insanları cehalet zulmetinden aydınlığa kavuşturan ve doğru yolu gösteren mukaddes bir kitaptır.
Allah Tealâ. Kur'an-ı Kerim'i vasfederek söyle buyuruyor:
"Doğrusu size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir. Allah O'nunla rızasına uyanları selâmet yollarına eriştirir ve onları izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları dosdoğru bir yola iletir." (Maide Sûresi, ayet: 16)
Birtakım insanlar vardır ki. İslâm dillerinden düşmez, dinden bahis açıldığında Müslümanlığı kimseye bırakmazlar. Gerçekte ise. İslam, bunların kalplerine sızmamış, ruhlarına ulaşmamıştır.
Buna rağmen durmadan mü'min olduklarını iddia ederler; konuştuklarında mangalda kül bırakmazlar. Aslında Allah bunların imanını kabul etmemiş, iddialarım doğrulamamış ve kuru sözlerini reddetmiştir.
Delil mi istiyorsun? İşte Allah'ın kelâmı:
"Ey Muhammed. Bedeviler iman ettik derler. De ki: İman etmediniz. Ama islâm olduk deyin. İman henüz kalbinize yerleşmedi."( Hucurat Sûresi, ayet: 14)
Bu sıfatta olanlar, insanlar arasında münafıklar zümresini teşkil etmektedirler. Kur'an-ı Kerim pek çok ayeı-i celilelerinde bu sınıftan olan insanların birçok alametlerini zikrediyor, bunları tenkid ediyor ve can yakıcı azapta tehdit ediyor. Aslında mü'min olmayıp imanlı olduğunu iddia etmek, münafıklık, yalancılık, ihanet. Allah'a ve Resulüne verilen ahdi bozmak, İslâmın hüküm ve emirlerinden bihaber olmak, kendisini ve insanları aldatmaktan başka bir şey değildir. Aslında bunlar kendilerinden başka kimseyi aldatamazlar. Fakat bunu hissetmezler. Kur'an-ı Kerim'de ve Hadis-i Şeriflerde bu gibi vasıflarla vasıflandırılan insanlar, İslâm olduğunu iddia eden. kendini Müslümanlardan biri sayan ve Müslümanlar derecesinde olduğunu sanan, sözüyle ameli çelişik olan kimselerdir. Bu gibi insanları bizlere tanıtan Yüce Mevlâmız, Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"Doğrusu münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar. Onlara hiçbir yardımcı bulamayacaksın."( Nisa Sûresi, ayet: 145)
Bunun içindir ki, önceki Müslümanlar -Allah onlardan razı olsun- İslâmı birtakım yaldızlı kelimeler, kaypak sözler, felsefi fikirler, ilmi tarif ve ıstılahlar olarak değil, inanç olarak kabul etmişler, kalplerine yerleştirmişlerdi: nefislerine hakim kılmışlardı. Böylece İslâm, onları inançlarının gayesini gerçekleştirmeye ve emirlerini yapmaya sevkediyordu.
Sen duymadın mı? Ki. bir adam Resulullah (sav)'a geldi. İslama girmek için biat etti. Akabinde seferberlik ilanını işitince kılıcını lakındı, inancının düşmanına karşı savaşa girişti ve şehid oldu.
Peygamber Efendimiz (sav) bu adamın cennetlik olduğunu haber verdi. Şimdi, hemen iman eder etmez inancı uğrunda canı feda eden bu kişiyi, acaba buna iten sebep ne idi? Kalbinin içine kadar işleyen, aklına ve fikrine hafim olan inancından başka ne olabilirdi ki!.. Öyle ki bu kişi itikadını canından ve kanından daha fazla sevmişti. Onun için her şey inançtı. Başkası yalandı.
Bu hususta sözü uzatmak istemiyorum. Güvenilir siyer kitapları, buna benzer mevzuları uzunca beyan etmektedir. Hakiki tarihin safhaları bu gibi kıssaların mısk-ü amber gibi kokan vakıalarını anlatmaktadır. Bu hususta sana diyeceğim sadece şudur:
Selef-i Salihinin İslâmı anlayışı sarsılmaz sağlam bir inanca dayanmakta idi. Bunların inancına batıl sokulamaz, şek ve şüpheler yol bulamazdı. Bunların inançları beden ve ruhlarının her parçasına kadar sızmış, damarlarında hareket eden kanlar gibi vücudlarına cereyan etmişti. Ve bunları doğru ve sağlam işleri yapmaya itmişti. Ve bunları doğru gibi vücutlarına cereyan etmişti. Ve bunları doğru ve sağlam işler yapmaya itmişti. İnançlarının kuvvetliliği bunların gizli hallerini aşikâr halleri gibi yapmış, aşikar hallerini gizli hallerinden farksız kılmıştı. Öyle ki, yaşadığı günün, ömrünün son günü olduğunu bilse bile her gün yaptığından fazla bir şey yapmazdı.
Eğer bunlardan birine lügat bilgisini, fikir yürütmeyi, meselelerin inceliklerine dalmayı, çeşitli dini meseleler hakkında fetva vermelerini isteseydin pek azlarının sana cevap verdiğini görürdün.
Bu selef-i salihinin -hâşâ- kısa görüşlülüğünden doğmamaktadır. Çünkü onlar, Allah'ın dinini en iyi anlayan zatlardır. Selef-i salihinin bu Ölçülü davranışı onların, işin cevherine yönelmelerinden, kabukları bırakıp özü hedef almalarından doğmuştu. Boş lâfları bırakıp bizzat çalışıp yapmaya girişmelerinden meydana gelmişti. Çünkü onlar, Allah Tealâ'nın şu emrini çok iyi anlamışlardı:
"Ey Muhammed! De ki: Çalışın, yakında Allah, Peygamberi ve ınü'minler yaptıklarınızı görecektir. Hepiniz görülmeyeni ve görüleni bilen Allah'a döndürüleceksiniz. O size işlediklerinizi bildirecektir."( Tevbe Sûresi, ayet: 105)
Sonra bu zevat-ı kiramın arkasından birtakım insanlar geldi ki, dinlerini, inançlarına ters düşen birtakım kuru sözler haline getirdiler. Yaptıkları işler kalplerinde taşıdıkları akidelerini yalancı çıkardı. Bunların inançları gırtlak kemiklerinden aşağıya geçemez oldu.
Evet, bunlar Kur'an'ı okurlar ama, kalpleri bundan habersizdir. Allah'ın hükümlerini yadederler ama, onları bizzat yaşamaktan ve tatbik etmekten çok uzaktırlar. Bu gibi insanların İslâmdan payları sadece İslama yamanmak ve kendilerini Müslüman göstermektir.
İşte, nizam ve düzenimizin başıbozuk olmasının sebebi ve düşüncelerimizin tutarsız, görüşlerimizin çelişik olmasının asıl nedeni budur. İnsanlar bu gerçeği anlamaya başladıkları takdirde, tekrar hakka ve Allah'a dönme müjdeleri ortaya çıkacaktır. Hayırlı bir başlangıç başlayacaktır.
Mademi ki bu iş böyledir; öyleyse ey Müslüman kardeşlerim! Gelin, İslâmın özünü anlayalım. Yaptıklarımızı O'nun şaşmayan adaletli terazisiyle tartalım. Yaşama şeklimizi, İslâmın bizden istediği şekle sokalım. Aramızda Allah'ın kitabını ve Resulullah'ın sünnetini diriltelim ve rehber edinelim. Bunlara sarılanlar ve bunlarını ışığında yürüyenler, asla doğru yoldan sapmazlar, aziz kardeşlerim.
Bu kıyaslama neticesinde İslama tam uyduğumuzu görürsek Allah'a hamdü senalar edelim. Yoksa, şu iki yoldan birini tutalım: Ya dinimizin yüce hükümlerine dönelim ki, Allah da bu halimizi düzeltsin, bizleri aydınlığa çıkarsın; yahut bu dinden olduğumuzu yalan yere iddia etmeyelim, günahlarımızla ona leke sürmeye çalışmayalım. Ta ki; bu dinin yüceliğine zarar gelmesin, devamlı muzaffer kalsın. Allah Tealâ bu dine yardım etmek için bize benzemeyen başka bir kavim getirsin.