Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Hamd, taatlerin en üstününü yerine getirmeye, saadetlerin en güzelini elde etme keyfiyetine bizleri muvaffak kılan
(cc)’adır. Kovulmuş şeytan, bütün günah ve kötülüklerden
(cc)’a sığınır, Rahman ve Rahim olan
(cc)’ın adı ile başlarız.
Seleften birisinin, öğrencisine şöyle dediği nakledilir:
-Şeytan sana kötülükleri güzel gösterdiği ve onları işlemeye teşvik ettiği vakit ne yaparsın?
-Ben de ona(şeytana) karşı direnirim, dedi.
-Peki, bir daha gelirse?
-Yine ona karşı direnirim.
-Ya bir daha gelirse?
-Ona karşı yine direnirim, dedi.
Hocası “Bu iş böylece uzayıp gider” diyerek
-Şimdi bana söyle; eğer bir sürü koyunun yanından geçersen, onların koruyucusu olan köpek sana havlayacak ve yoldan geçmeni engelleyecek olursa ne yaparsın? dedi. Öğrencisi: “Ona karşı direnir, gücüm yettiğince onu geri çevirmeye gayret ederim” dedi. Hocası: “Bu iş uzun sürer. Bunun yerine sen, o koyunların sahibinin yardımını iste, o köpeği senden uzaklaştırsın” dedi.
Değinmeseydik eksik kalacaktı. Kabirden başlayarak ebedi âleme ve içinde bizleri bekleyen meselelere geçmeden önce, kısacık dünya hayatı ile ilgili “mülahazalar”da önemine binaen değinmemiz gereken bir konuydu… Aslında, sohbetlerimiz arasında dolaylı da olsa bir şekilde kendisinden konuşuruz zaten. Ama illa da özel olarak belirtilmesi, şerrinden muhafaza için altının çizilmesi gereken bir konu; şeytan aleyhillane…
Şeytan kelimesi, uzaklaşmak anlamına gelir. Şeytana bu adın veriliş sebebi, Hakk’tan uzaklığı ve isyankârlığıdır.
(cc)’ın rahmetinden uzak olduğu için İblis’e kötü bir isim olarak verilmiştir. Çünkü Hakk’’tan uzaktır şeytan. Hayırdan uzaktır, helak olandır. Bu yüzden ondan uzak durmak, yaklaşmamak lazımdır.
(cc)’tan uzaklaşan şeytana uzak durmak,
(cc)’a yakın olmak yaklaşmak demektir. Bu iki durum birbirine makusen mütenasip (ters orantılı)tir.
İslami nasslardan edindiğimiz şeytanın varlığı ile ilgili bilgimiz daha öncelere dayansa da, insanlık olarak onunla tanışmamız, insanın yaratılışının başlangıcı kadar eski…
Adem (a.s.) yaratılınca, yüce
(cc) tazim secdesinde bulunmalarını, Kur'an’dan öğrendiğimiz kadarıyla “melekler topluluğu”na emretmiştir. Buna dair ayrıntılar bizlere bildirilmemiştir. Bizlere bildirilen “melekler topluluğu”na secde emrinin verilmiş olduğudur. İblis müstesna olmak üzere, hepsi verilen ‘secde’ emrini yerine getirmiştir. Bu ilk imtihan ile iblis “ebedi hüsran”a uğramış, yaptığı yanlış kıyas ile bir taraftan haklılığını ispata çalışırken, diğer taraftan da ebediyen düşmanlığını ilan etmiştir. Kur'an-ı Kerim’de, buna dair şunları okumaktayız:
“And olsun ki, sizi yarattık. Sonra da size şekil verdik. Sonra da meleklere: ‘Adem’e secde edin’ dedik. İblis müstesna, hemen secde ettiler. O ise, secde edenlerden olmadı.
buyurdu ki: ‘Ben sana emrettiğim halde seni secde etmekten alıkoyan nedir?’ Dedi ki: ‘ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu da çamurdan yarattın.”(A’raf: 11-12)
“Benden şerefli kıldığın şu kişi var ya! Eğer beni kıyamet gününe kadar geciktirirsen, onun soyunu –pek azı müstesna olmak üzere- mutlaka emrim altına alırım’ demiştir.” (İsra: 62)
Diğer varlıkların imtihanına kapı aralayan insanlığın kendisi de bu sürecin hemen akabinde imtihana tabi tutulmuştur. Cennet gibi, akıl ve bilgimizin mahiyetini kavramaktan aciz kaldığı, dünyadaki nimetlerle kıyaslanamayacak derecede nimetlerin bahşedildiği saadet diyarında nimetlerden bir nimet ile imtihan edilmiştir insanlık. Kur'an’ın tabiri ile ‘ağaç’tan yemek yasaklanmıştır. İmtihanın küçüğü-büyüğü olmaz ne de olsa.
İlk imtihanında insanlık, başarılı bir süreç geçirmemişse de, iblisin aksine yaptığı yanlıştan dönmüş, hatasının farkına vararak Rabbine sığınmıştır. İşte Rabbe sığınış, ta o zamandan başlamıştır. Bu yönüyle de bizlere örnek olmuştur bu olay.
Neticede birbirlerine düşman olarak kıyamete kadar sürecek bir mücadeleyi başlatmak üzere insanlık ve şeytan yeryüzüne indirilmişlerdir. İmtihanın bundan sonraki süreci, artık yeryüzünde devam edecekti. Böylece tarihi düşmanlık başlamış oluyordu. Şeytan ve insan düşmanlığı.
Yüce yaratıcının bizler için kurduğu kıyamet saatinin son anı yaşanana kadar, taraflar vazife bildikleri, yerine getirmeye ahdettikleri görevlerini icra edeceklerdi. Herkes, üzerine düşeni yerine getirecekti. Artık iblis, yüce
(cc)’a isyanını sürdürmeye ve de düşman olarak bellediği insanları sırat-ı müstakimden alıkoyma çabalarına dair söz vermişken; insanlık olarak bizler ise kal-u bela meclisinde Rabbimizden başka ilah tanımayacağımıza, hayatımızı O’nun emir ve yasaklarına göre tanzim edeceğimize dair söz verdik. O gün bu gündür dünya, böylesi bir mücadeleye tanıklık etmektedir işte.
Yüce
(cc), şeytanı ve ondan gelebilecek tehlikeleri biz insanlara Kur'an’da açık bir şekilde beyan etmiş; onun isyanını, insanları nasıl aldattığını ve insanın apaçık bir düşmanı olduğunu bizlere bildirmiştir. Şeytanın, insanın apaçık bir düşmanı olduğu vurgusu ayetlerde yer alır.
“Şeytan sizin bir düşmanınızdır. Onun için siz de onu bir düşman tutun.”(Fatır: 6)
Şeytan, çeşitli yollarla insanları aldatmakta ve onlara vesvese vererek doğru yoldan uzaklaştırıp büsbütün sapıklığa sürüklemek istemektedir. İnsanlığın büyük bir kısmının, onun bu aldatmalarına kanıp “Hakk yol”dan uzaklaştıklarını, sapıklığa düştüklerini müşahede etmekteyiz maalesef…
İnsan, nefsinin dürtüleri ile birleşince şeytanın şerrini kendi başından savmaktan aciz kalır çoğu zaman. Bu nedenle yüce
(cc), onu bu korkunç mücadele ortamında kullanacağı zırhını, silahını ve teçhizatını da göstermiş; bu savaşta hazırlıksız, eli boş bırakmamıştır.
“De ki: Ya Rabbi! Şeytanın vesveselerinden sana sığınıyorum.”(Mü’minun: 97)
Şeytandan korunmanın yolu,
(cc)’a sığınmaktır. Yüce
(cc) da şeytanın vesvese ve şerlerinden kendisine sığınılmasını buyurmaktadır.
Zaten istiaze; himayeye girmek, O’nun sayesinde hoşlanılmayan şeyden kendisini korumak anlamında bir şeyin yanında yer almak demektir. Sığınmak ve eman (himaye) dilemektir. “
’ın rahmetine sığınıyorum; kendimi
’ın lütfuna ve rahmetine teslim ediyorum” demektir.
İstiaze’yi demekle yüce
(cc)’a yakın olacağımızı ilan ederiz. Ateş çukuruna yuvarlanırken, beraberinde götürebildiği kadar kişiyi çekmeye çalışan mel’unun beraberinde sürüklediği kişilerden olmamayı da taahhüt etmiş oluruz.
İşte istiaze; şeytanın kapalı ve gizli olan şerrinden koruyan, güvenceye alan
(cc)’a, O’nu her daim anarak zikrederek sığınmaktır. Çünkü
(cc)’ı anmak, hatırdan çıkarmamak, etrafımızı saran düşmanlardan sağlam bir kaleye sığınmak mesabesindedir. Nitekim Ebu Malik el-Eşari’den rivayet edilen bir hadiste
Resulü aleyhissalatu vesselam şöyle buyurmaktadır:
“Ve ben sizlere
(cc)’ı anmanızı emrediyorum. Bunun misali şuna benzer: Bir adamın ardından düşmanları da çabucak onu takip etmektedirler. Nihayet sağlam bir kaleye varınca kendisini onlardan kurtarır. İşte kulun durumu da böyledir. Ancak
(cc)’ı anmakla kendisini şeytandan koruyabilir.”(Tirmizi)
Bu anlamıyla istiaze: “Yüce
(cc)’ın Müminlere yönelik bir yönlendirmesidir. Gizli-açık, bilinen-bilinmeyen bütün korkulacak şeylerden
(cc)’ın himayesine sığınmaya ve O’nun koruması altına girmeye yönelik bir direktiftir. Özel ve genel her şeye karşı O’na sığınmayı öngörmektedir. Sanki yüce
(cc), himaye ve merhametkarane bir şekilde kullarına demektedir ki: ‘Buraya gelin! Himaye altına gelin! Huzura kavuşacağınız emniyet altına gelin! Gelin, çünkü Ben, sizin zayıf olduğunuzu, düşmanlarınızın bulunduğunu etrafınızın korkunç şeylerle kuşatıldığını biliyorum. Buraya gelin! Güven, huzur ve selamet buradadır.” (Fizilal-il Kur'an)
Yani istiaze, yüce
(cc)’ın şefkat ve merhametinin gölgelerini yansıtmaktadır. Yüce
(cc), rahmeti ve lütfu ile, Müminleri bu kötülüklerden kendisine sığınmaları için yönlendirmektedir. O halde Müminler, bu direktife uygun olarak kendisine sığındıklarında
(cc) onları korur. Bu kötülüklerin genel ve özel tüm şerlerinden onları muhafaza eder.
Euzu billahi (
(cc)’a sığınıyorum) demek; kişinin kendisinin tam aciz olduğunu ve nefsinin kusurunu,
(cc)’ın kemalini, celalini, azametini itiraf etmesidir. Kul; dini ve dünyevi faydaları elde etmekten aciz olduğunu, cenab-ı Hakk’ın ise her şeye kadir olduğunu ve zararları O’ndan başka hiçbir kimsenin def edemeyeceğini anlayınca, kalpte bu anlayıştan dolayı bir durum doğar ki bu hal, insanın benliğini kırması, mütevazı olmasıdır. Kalpte bu sıfat meydana gelince kulun,
Teâlâ’nın onu belalardan korumasını, bütün iyilik ve güzellikleri ona yağdırmasını istemesidir.
Hem zaten istiaze, kalpte ve dilde meydana gelen manevi bir temizlik gibidir. Kalp
(cc)’tan başkasıyla ilgilenince, lisanda
(cc)’tan başka şeyleri söyleyip durunca, o kalp ve lisan da bir nevi kir meydana gelir. Kul istiaze yapınca bu manevi temizlik meydana gelmiş olur.
(cc)’a… genel ve özel her halimizde bizleri muhafaza eden yaradanımıza…
Vesveselerin, kuruntuların, endişelerin ve korkuların hepsinden, duygu ve vicdanlar bunaldığında, şeytanın hareketine ve mesajına uygun hale geldiğinde, müsait zeminler oluştuğunda
(cc)’a sığınırız. Bunun adı da kısaca istiazedir.
(cc)’ın himayesine girmektir.
Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır ki pek mühim; “Kovulmuş şeytandan
(cc)’a sığınırım” dediğimizde bunu sadece şeytan ile ve sadece dil ile söylenilen bir ibare olarak algılamak ‘istiaze’nin verdiği asıl mesajı anlamamak demektir. Çünkü
(cc)’a sığınırım’ dediğimizde, bu sığınmadan maksadımız; İslam’ın bildirdiği her türlü haramdan, menhiyattan, sakınılması gerekenlerin tamamından
(cc)’a sığınmak olmalıdır. Şeytan ise, bunun sadece bir boyutunu teşkil etmektedir. Bir şeytandan kaçmakla insan,
(cc)’a tam sığınmış olmaz.
(cc)’a isyan ve günahların hududu yoktur, sayıya sığmaz. Hepsinden, şeytandan kaçar gibi kaçmak, uzak durmak lazımdır. İşte o zaman hakkıyla “Euzu billahi” demiş oluruz.
Unutulmamalı ki; şeytan aleyhillane insanları saptırmak, sırat-ı müstakimden uzaklaştırmak için ahd etmiştir. Bunun için de
(cc)’ın yasakladıklarını, günahları, fısk’u fücurları insanlara işleterek cehenneme sürüklemek emelindedir. İnsanlığa, çevremize, kendimize dikkatlice baktığımızda şeytanın ne kadar cehd ve gayretle çalıştığını, batıl yoldaki sözüne ne kadar sadık kaldığını rahatlıkla görebiliriz. Hâlbuki bizler de; “Kal u bela”da rabbimize söz vermiş, tabiri caizse “kulluk sözleşmesi” yapmıştık. Şimdi düşünelim; batıl ve çirkin bir yolun yolcusu mu, yoksa hakk ve dosdoğru, güzellik yolunun yolcusu mu daha çok sözüne sadık olmalı? Ne dersiniz?...
Son olarak; şeytandan muhafaza, onun şerrinden kurtulmak, günah oklarına hedef olmaktan korunmak için,
(cc)’a hakkıyla sığınmaktan başka çare yoktur. “Euzu billahi” dememiz, bütün sapıklıklardan, her türlü yasaktan, sakınılması gerekenlerin tamamından
(cc)’a sığınmayı içine almalı…
O halde demeliyiz ki;
Hakkında yasaklama olan her husustan
(cc)’a sığınırız… Yersiz inanç ve davranışlardan
(cc)’a sığınırız.
(cc)’a ulaşmaya engel olan her şeyden kalbimizi, fiilimizi, dilimizi arındırarak
(cc)’ın azametine muhabbet duyarak
(cc)’a sığınırız. Doğruluk ve istikametten uzak olan azgınların şerrinden -dünya hayatımızı zehirleyerek ve amellerimizi heba edecek her azgınlık ve şerden- ahiret saadetimize mani teşkil edecek şeylerin tümünden