Dr. Nasır Abdullah El- Kıffari
Kitabın orjinal adı
Usulu’ddin inde eimmeti’l erbaa vahidetun
Tercüme
Oktay Yılmaz
HUTBE-İ HÂCE
Hamd, ancak Allah içindir. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden, kötü amellerimizden O’na sığınırız. Allah kimi hidayete erdirirse onu saptıracak yoktur, kimi de saptırırsa onu hidayete erdirecek yoktur.
Allah’tan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim. O, tektir ve ortağı yoktur. Ve şehâdet ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve Resûlüdür.
“Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin” (Âl-i İmrân, 3/102)
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riâyetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinize gözetleyicidir” (Nisâ, 4/1)
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin. Ki, Allah işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın.Kim Allah ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur”(Ahzâb, 33/70-71)
Şüphesiz, sözlerin en doğrusu Allah’ın kelâm’ı, yolların en güzeli Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem yolu ve işlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlarıdır. Sonradan uydurulup dine sokulan her yenilik bid’at ve her bid’at sapıklıktır.ve her sapıklık da ateştedir. [1]
ÖNSÖZ
Allah’a hamd olsun, Ona şükreder, Ondan yardım ister, Onun bağışlamasını dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve kötü amellerimizden Ona sığınırız. Allah (c.c.) kimi hidayete erdirirse onu saptıracak, kimi de saptırırsa Ona hidayet edecek yoktur. Şahadet ederim ki Allah’tan (c.c.) başka ibadete layık ilah yoktur. Yine Şahadet ederim ki Muhammed (sav) Allah’ın kulu ve resulüdür.
Bundan sonra:
Dört imamın itikatlarının aynı olduğunu açıklayan bu risaleyi aslında 5 Cemadilula 1414 yılında Kualalumpur’ da düzenlenmesi planlanan “İkinci İslam Düşüncesi Sempozyumu” için hazırlamıştım. Fakat daha sonra bilmediğim nedenlerden dolayı bu sempozyum iptal edilince, genel faidesinden dolayı bazı eklemeler de yaparak yayınlamaya karar verdim. Cenab-ı Hak’dan, bu risaleyi benim için, kendi rızası için yazılmış, ahiret azığı kılmasını ve ümmetin faydasına sunmasını diliyorum.
Önce ve sonra hamd Allah’a dır.
Nasır el- Kıffari
10/ 7 / 1414. M.
GİRİŞ
Ümmetin üzerinde icma ettiği asıl ve kaynaşmasını sağlayan esas; akide birliğidir. Coğrafi ve siyasi sınırlar ayrı olsa da, dilleri ve yurtları farklı olsa da, onlar paylaştıkları ortak akide ile tek bir ümmettirler. Fakat dilleri, yurtları, tarihleri ve sınırları aynı olup akideleri farklı olursa, sürekli ihtilaf ve düşmanlık içine düşerler. Bu söylediğimizin en doğru kanıtı ve tanığı geçmişte ve günümüzde yaşanan olaylardır.
Allah (cc)’ın nimetlerindendir ki, ümmet yaşamında akide birliğini sağlayan unsurlar gayet sağlam ve canlı olarak devam etmektedir. Ümmet, Rabbinin kitabı ve peygamberinin sünneti ile top yekün bir sapıklıktan korunmuştur. Bu ümmet içinde kıyamet gününe kadar hak üzere sabit bulunan bir taife var olmaya devam edecektir ki, bu da, Allah’ın zafer ve kurtuluş verdiği hak taifedir.
İslam'ın temel usulünden biri de cemaate yapışmak, ayrılık ve ihtilaflardan sakınmaktır.
Rabbimiz bir, Peygamberimiz bir, kitabımız bir ve dinimiz birdir. Din usulü konusunda selef ve ümmetin imamları arasında herhangi bir ihtilaf yoktur. Cenab-ı Hak kullarını hak üzere toplanmaya çağırmaktadır: ‘Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; parçalanmayın’ Ümmet sadece hak ve hidayet üzere birleşebilir.
Ortaya çıkan tüm ihtilafları, Allah’ın kitabı ve peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in sünneti ile gidermek mümkündür. Çünkü Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: ‘Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz –Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız —- Onu Allah’a ve resulüne götürün.’
Ayrılık ve parçalanmışlık; Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) in çizgisinden sapanların yoludur. Çünkü Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Dinlerini parça parça edip, guruplara ayıranlar var ya, senin onlarla hiç bir ilişkin yoktur.” Ümmetin selefi ve imamları arasında, itikat konusunda müessir herhangi bir ihtilaf yaşanmamıştır. Bu ihtilaflar daha sonra gelen müteahhirin arasında baş gostermiştir.
Ehli sünnetten bazılarının, bazı itikadi veya ameli konularda hataları olabilir. Fakat Allah’a hamd olsun ki Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in de haber verdiği gibi hata üzerine toplanmış değillerdir.
Cahil veya kötü niyetli birtakım kimseler bazı imamlara birtakım batıl sözler isnat etmişlerdir.
Bu hususta alimlerden biri şöyle dedi: “Bil ki, eser sahiplerinden birçokları imamlara onların söylemedikleri nice sözler nispet ettiler. Özellikle İmam Şafii, Malik, Ahmed ve Ebu Hanife’ ye birtakım bazı yanlış itikatları tasvip anlamına gelebilecek bazı kimi ifadeler nisbet edilmiştir. İmamlara birtakım bazı batıl sözler nisbet eden bu kimselere, bu sözlerin hangi sahih kanallar vasıtasıyla rivayet edildiği sorulunca, aynen Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, sünnetinde olmayan bidat ve batıl sözler izafe edenler gibi, onlarında hemen oracıkta yalanları anlaşılmış olur. [2]
Masumî şöyle dedi: “Sonradan gelen bazıları kendiliklerinden uydurdukları birtakım meseleleri imamlara nisbet etmişlerdir. [3]
Şeyhulislam İbn Teymiyye kendilerini ehli sünnet ve dört mezhebe nisbet eden birçok bidatçının, sünnet ve dört mezhebe aykırı olarak kendiliklerinden uydurdukları birçok batıl görüşleri açıklığa kavuşturarak reddetmiştir. [4]
Bu çalışmamda sayın okuyucuların dikkatlerini bu alanda gizlice yürütülen zararlı faaliyetler ve hilelere çekmeye çalıştım. Allah’a hamdolsun ki aleyhteki bu oyunlar, Allah’ın inayetiyle ümmetin tamamı üzerinde etkili olmamıştır. Allah (cc), her dönemde dine yöneltilen batıl ve zararlı faaliyetlerle mücadele eden sadık müminler var etmiştir. Dolayısıyla ilim ehli şöyle demiştir: Bizden önceki ümmetler döneminde, din bozulunca, Cenabı Hakk hakkı beyan etmek üzere yeni peygamberler göndermiştir. Bu ümmetin ise peygamberinden sonra başka bir peygambe olmayacak; fakat Allah (cc) Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in dini koruma ve beyan etme işini yürütecek salih alimler varedecektir. Bu nedenle Cenabı Hakk müminlerin yolunu, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e itaatle beraber zikretmiştir.
“Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber’e karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.” (Nisa 4/115)
USULU’D DİN KAVRAMI [5]
Usulu’d din terimi, tefrika ve bidatlerin yaygınlaşmasından sonra mücmel bir kelime olarak hak ve batıl anlamlarda kullanılmıştır.
Usulu’d Din’in Şeri Hakikatı
Usulu’d din teriminin hakikatı Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Cibril hadisinde ifade ettiği imanın aslı, altı esastır ki bunlar: “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, elçilerine, ahiret gününe, kaderin hayrına ve şerrine iman etmektir.” [6]
İşte dinin aslı ve imanın ruknu, Kur’an’ın da ifade ettiği bu altı esastır:
“Gönderilen peygamberler, rabbi taarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de iman ettiler. Onlardan her biri Allah’a, O’nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler.” (Bakara: 2/285)
“Gerçek iyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin iyiliğidir ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır.” (Bakara: 2/177)
“Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık.” (Kamer: 54/49)
Usulu’d Din’in Batıl Yorumu
Bazen bu terimden batıl anlamlar murad edilmektedir. Özellikle bazı Kelamcılar kendi uydurdukları asılsız itikadlara “Usulu’d din” adını vermişlerdir. Bazı tahkık ehli bu konuda şöyle demişlerdir: Usulu’d din büyük bir isimdir. Fakat bazıları bu büyük ismi, içinde dini fesat eden bir unsurun bulunduğu kendi görüşleri için kullanmaktadırlar. Hak ehli, onların bu tutumlarına karşı çıkınca da bunlar usulu’d dine karşı çıkıyorlar, diye yaygara koparıyorlar. Oysa onlar gerçekte usulu’d din’e değil, bunların uydurduklarına karşı çıkmaktadırlar ki. Bunlar onların babalarının uydurdukları isimlerden ibarettir.
Din, Allah ve Resulünün teşri kıldığıdır. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) dinin usul ve teferruatını beyan etmiştir. Resulüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) dinin teferruatını beyan edip te aslını beyan etmemesi düşünülemez.” [7]
Usulu’d Dinin Şeri Hakikati Konusunda Cehaletin Etkisi
Usulu’d dinin şeri hakikati konusundaki cehalet, imamlar arasında aslen olmayan ihtilaf ve tartışmalar bulunduğu vehmine yol açmıştı,. İmamların kelam ilmine dalan bazı bağlıları, usulu’d din adı altında ortaya bazı meseleler atmakta, hatta bazen bu görüşlerin vehim ve cehaletlerinden dolayı bağlı oldukları imamlara nisbet etmişlerdir. Onların nakletikleri bu ihtilaf ve tartışmaları okuyanlar, bunların imamların görüşleri olduğu izlenimine kapılmaktadırlar, Hatta imamların bazı bağlıları kimi imamlara açıkca muhalefet ettikleri halde, bu görüşlerini de imamlara mal etmekten kaçınmamışlardır.
Şeyhu’l İslam İbn Teymiyye şöyle dedi: “İmam Ebu Hanife, Malik, Şafi ve Ahmed’in öyle bağlıları var ki, bunlar birtakım görüşler öne sürmekte ve bu görüşlere muhalefet edenleri tekfir etmektedirler. Oysa gerçekte öncelikle bağlı bulundukları imamlar bu görüşlere muhaliftirler.
Bu kimseler bazen de öyle sözler reddetmekte ve bu sözleri söyleyenleri tekfir etmektedirler ki, bu sözler, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e aittir. Bu tartışma ve inkar, özellikle esma ve sıfat (isimler ve sıfatlar) konusunda yaşanmıştır. Çünkü Cehmiyyenin bu konudaki batıl görüşleri bir çok insanı derinden etkilemiş ve bunlar bu görüşler uğruna Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sözlerini inkardan çekinmemişlerdir.” [8]
Çünkü onlar usulu’ddini asli kaynağı dışında arayarak usulu’ddinden usulu’ddin olmayana kaydılar. Usulu’ddinden olan bir hususu inkar bir ve hak olan itikattan uzaklaştılar. Eğer Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)‘in getirdiği esaslara sarılsalar mankul ve makula uymuş ve asıl üzerine sabit kalmış olurlardı. Fakat usulü kaybettiler ve usulden mahrum oldular.
“Usul, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)‘in getirdiklerine uymaktır.” [9]
Usulu’d Din’in Diğer İsimleri
Usulu’d din’in bir diğer ismi de “sünnet” dir. İmamların itikat konusunda yazdıkları bazı eserler bu ismi taşımaktadır. Bu şekilde isimlendirmelerinin nedeni, meselenin büyük öneminden dolayıdır. İbn Receb [10] (radiyallahü anh)’ın dediği gibi, bu hususta muhalif kalanlar helakın sınırındadırlar.
Usulu’d din ‘in bir diğer ismi de Furu fıkhına nisbetle “ Fıkhı ekber dir. Bu konuda imam Ebu Hanife ve imam Şafiye nisbet edilen kitaplar vardır. [11] Ayrıca “ akide”, “ tevhid”, “usül”, iman” ve daha başka isimlerde kullanılmaktadır. [12]
Usulu’d din ilminin isimlerini bilmenin bir diğer faidesi de boylece bu sayede bu ilmin asli kaynaklarını tanımak mümkün olacaktır. Çünkü bu ilmin bir çok kaynağı bugün yaygın olmayan diğer isimlerle mevcuttur.
Mesela imamların bu konuda yazdıkları bir çok eser “Sünnet” adını taşımaktadır. İbn Ebi Asım’ın sünneti, Hallal’ın sünneti, imam Ahmed’in sünneti, İmam Abdullah'ın ve başkalarının sünnetleri bu kabildendir. [13] Usulu’d din ilminin hakikatini bilmenin en tabi ve ilmi yolu onu bu asli kaynaklarından okumaktır.
DÖRT İMAMIN TANITIMI
“Dört İmam” Teriminin Anlamı
Bugün dört İmam denilince İmam Ebu Hanife, imam Malik, İmam Şafii ve İmam Ahmed anlaşılmaktadır.
Tabi-i Tabiin döneminde ise, bu deyimle, İbn Teymiyye'nin, kendi dönemlerinin "dünya imamları" dediği şu dört imam anlaşılmakta idi.
1- Malik b. Enes [14] (Hicaz bölgesinden)
2- Evzai [15] (Şam'da)
3- Leys b. Sa’d [16] (Mısır)
4- Sevri [17] (Irak)
Ebu Ubeyd el- Kasım b. Selam döneminde de dört imam'dan şunlar kastedilirdi.
1- Şafii [18]
2- Ahmed [19]
3- İshak [20]
4- Ebu Ubeyd [21]
Sonra dört imam terimi şu isimler üzerinde istikrar bulmuştur: Ebu Hanife, Malik, Şafii ve Ahmed. [22]
Dört İmamı Tanıyalım
Bu dört imam, şöhretlerinden dolayı ayrıntılı olarak tanıtılmaya ihtiyaçları yoktur. Biz bu konuya kısaca değinecek ve bu konuda daha geniş bilgi almak isteyenler için her bir imamın hayatı hakkında yazılmış önemli kaynakların isimlerini vereceğiz.
Ebu Hanife (H. 80-150)
İmam, fakih, Irak alimi, İslam'ın imamlarından ve büyük alimlerinden biri. Ebu Hanife Numan b. Sabit b. Zoti el-Küfî. H. 80 yılında küçük sahabeler döneminde doğdu ve Küfe’ye gelen Enes b. Malik’i gördü. Hadis talebine önem verdi ve bunun için yolculuğa çıktı. Fikıh ve meseleleri konusunda büyük bir otorite ve söz sahibi idi. Bu hususta diğer insanlar O’nun talebeleri gibidirler. Birçok insan O’ndan rivayet almıştır. Hayatı hakkında yazılan bazı kitaplar şunlardır:
Menakibi İmamu’l Azam Ebi Hanife (Muvaffık el-Mekkî)
Menakibu İmamu’l Azam (İbn Bezzar)
Fadailu Ebi Hanife (Abdullah es-Sadi)
Fi Menakibu Ebi Hanife en-Numan (Abdulalim el-Kurbetî)
Ebu Hanife (Ebu Zehra)
Elmatalibu’l Münife. (Mustafa Nureddin)
Ebu Hanife Batalu'l Hurriyeti ve’t Tesamuh (Abdulhalim el-Cundî)
Hayatul İmam Ebi Hanife (Seyyid Afifî)
Bu konuda yazılmış daha başka birçok eser vardır. [23]
Malik B. Enes: (H.93-179)
İmam, hafız ve ümmetin fakihi, Şeyhu’l İslam, hicret yurdunun imamı. Ebu Abdillah Malik b. Enes b. Malik el-Medenî. Zehebî şöyle dedi: Malik kadar menkıbeleri çok olan başka birisini bilmiyorum. Bu menkıbelerden bazıları şunlardır:
1) Uzun bir ömür
2) Müthiş bir zeka ve geniş bir ilim.
3) İmamların onun hüccet ve rivayetinin sahih olduğu hususundaki ittifakları
4) Dindarlığı, adaleti ve sünnete ittibası konusunda ki icmaa
5) Fıkıh, fetva ve sahih kaideler hususundaki öncülüğü. [24]
Hayatı hakkında yazilan bazı eserler şunlardır:
Fadailu Malik (Ebu’l Hasan Fihr el-Mısrî)
Malik b. Enes: Hayatihi ve Asrihi...(Muhammed b. Ebi Zehra)
Ve Emin el-Hulî ve Mustafa eş-Şeka’nın kitapları. Ayrıca Fas’ta İmam Malik konulu bir seminer düzenlenmiş ve burada yapılan çalışmalar üç ciltlik bir eserde derlenmiştir. Kadı Iyaz da Tertib'ul Medarik isimli eserinde İmam Malik’e geniş yer ayırmıştır. [25]
İmam Şafii
Asrı'nın alimi ve ümmetin fakihi [26], Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in nesebinden ve sünnetinin savunucularından [27] İkinci yüzyılı müceddidlerinden [28] İlmin imamı ve ümmetin ilim okyanusu. Ebu Abdillah Muhammed b. İdris b. Abbas b. Osman b. Şafii b. Saib b. Ubeyd b. Iyd Yezid b. Haşim b. Muttalib el-Kurşî. Çeşitli ilmi eserler yazdı, ilmi tedvin etti, sünneti neşretti, usulü fıkıh ve füru’ konularında eserler yazdı. Kendi dönemindeki ilim ehline önderlik yaptı. Birçok faziletleri vardır. Hayatı ve menkıbeleri hakkında birçok eser yazılmıştır.
Sübki şöyle dedi: Bana ulaştığına göre İmam Şafii’nin menkıbeleri hakkında ilk kez eser yazan Zahiriye’nin imanı İmam Davud b. Ali el-İsfahanî’dir. Bu konuda daha sonra onu şu alimler takip etmişlerdir: Zekeriyya b. Yahya es-Sacî ve Abdurrahman b. Ebi Hatim sonra Ebu’l Hasan Muhammed b. Hüseyn b. İbrahim el-Abarî, Hakim Ebu Abdillah, Ebu Ali Hasan b. Huseyn b. Hamkaf el-Esbahanî, Ebu Abdillah b. Ebi Şakir el-Kattan, İmamu’z Zahid İsmail b. Muhammed es-Serahsî, sonra biri İmam’ın menkıbeleri, diğeri de İmam’ın bazı yönlerini eleştiren Hanefi alimi Cürcanî’ye cevap niteliğinde iki kitap yazan Ebu Mansur Abdulkahir b. Tahir el-Bağdadî, sonra büyük hafız Ebu Bekr el- Beyhakî ve yine büyük hafız Ebu Bekr el-Hatıb sonra İmam Fahruddin er-Razî, Hafız Ebu Ubeyd Muhammed b. Muhammed b. Ebi Zeyd el-Esbahanî ve Hafız Ebu’l Hasan b. Ebi’l Kasım el- Beyhaki. [29]
Çağdaş yazarlardan da bu konuda eser yazanlar vardır. Bunlara örnek olarak Muhammed b. Ebi Zehra’nın “Şafii: Hayatuhi ve asruhi” ile Münir Edhem’in “Rıhletu’l İmam eş- Şafii” isimli eserlerini verebiliriz. Bu konuda başka bilgi kaynakları da mevcuttur. [30]
İmam Ahmed (H.164-241)
Şeyhu’l İslam, Hafızu’l Hüccet ve kendi döneminde Müslümanların önderi. İlim, amel, sabır ve sebat timsali. Sünnet’in destekçisi ve bu uğurda karşılaştığı zorluklara göğüs geren; İmam Ebu Abdillah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel b. Hilal b. Esed eş-Şeybanî.
Ali b. el-Medinî O’nun için şöyle dedi: “Allah bu dini riddet döneminde Ebu Bekr es-Sıddık ile mihnet döneminde ise Ahmed b. Hanbel ile teyid etmiştir.”
İmam Şafii’de şöyle dedi: “Fıkıh, vera, zühd ve ilim bakımından Ahmed’den daha üsün başka birisini görmedim”. Hayatı ve eserleri hakkında müstakil eserler yazılmıştır. Bunlara örnek olarak Beyhakî, İbn Cevzî ve Şeyhu’l İslam el-Ensarî’nin kitaplarını gösterebiliriz. Çağımızda bu konuda yazılan başlıca eserler ise şunlardır:
Ebu Zehra “İbn Hanbel Hayatuhi ve Asruhi”
Ahmed Abdulcavvad ed-Dumî “Ahmed b. Hanbel Beyne Mihneti’d-Din ve’d-Dünya”
Muhammed Recebel-Betumî “İbn Hanbel”
Muhammed el-Baha el-Hulî “el-İmamu’l Mümtehın”
Ayrıca bu konuda yazılmış başka kaynaklar [31], makaleler [32] ve müşteşriklerin [33] eserleri mevcuttur.
İmamların İtikat Birliği
Dinî zaruretlerden biri de itikadın sadece Allah ve Resulünden alınacağını bilmektir. Bu nedenle ehl-i sünnetin yolu, sahih nastan dönmemek, makul ve fülanın sözü için nassa muhalefet etmemektir. Buharî (radiyallahü anh) şöyle dedi: “Hamidî’nin şöyle dediğini duydum: Şafii (radiyallahü anh)’nin yanındaydık, adamın biri gelip bir mesele hakkında soru sordu. İmam, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu meselede şöyle şöyle hüküm verdi dedi. Adam, Şafii’ye “Sen ne diyorsun? deyince, Şafii kızarak “Subhanallah! Beni kilisede mi görüyorsun?! Beni havrada mı görüyorsun?! Beni zünnar takanların arasında mı görüyorsun?! Ben sana Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hüküm verdi diyorum, sen ise “sen ne diyorsun?” diye soruyorsun?!” dedi. [34]
Selef’ten buna benzer birçok söz gelmiştir. Çünkü bu tavır, ibadeti Allah'a has kılmanın bir gereğidir. Cenabı Hakk şöyle buyurdu:
“Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur” (Ahzab: 33/36)
İmam Şafii şöyle dedi: “Kendisine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sünneti beyan olan kişinin bir başkasının sözüne uymasının caiz olmadığı konusunda alimler icmaa etmişlerdir” [35]
Buradan hareketle imamların itikatları aynıdır; çünkü telakki kaynakları da aynıdır. Bunların itikat birliği ilim ehli tarafından bilinen ve kabul edilen bir husustur ki bu konuda Subkî şöyle dedi:
“Aralarından itizal ve tecsim düşüncesine sapanlar hariç, Allah’a hamd olsun ki bu dört mezhebe tabii olanların itikatları aynı hak üzeredir, selef ve halef ulamasının hüsnü kabul ile karşıladıkları Ebu Cafer et-Tahavî’nin akidesini benimserler.” [36]
Diğer İmamlar Ve Ümmet’in Selefinin İtikad Birliği:
Sadece dört imam değil, tüm imamlar ve ümmetin selefi aynı hak itikat üzeredirle. Çünkü onların hepsi bu konuda ilmlerini direkt Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den alan sahabenin mezhebi üzeredirler. “Sahabe (Allah hepsinden razı olsun) Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında tek bir itikat üzerine idiler. Çünkü onlar vahiyi ve sahabe olma şerefini idrak etmişlerdir” [37]
İtikatlarını tek bir kaynaktan, vahiy kaynağından aldılar. Başka maddeler ile bu temiz kaynağı kirletmediler. Bu nedenle: “Allaha hamd olsun ki İsimler, Sıfatlar ve Fiiller meselelerinden her hangi bir mesele üzerinde kesinlikle ihtilaf etmemişlerdir. Bilakis Kitab ve Sünnet’in ifade ettiği her hususu ispat etmişlerdir....” [38] Ümmet’in geri kalan selefi ve imamları da ihsan üzere onlara tâbi olmuşlardır.
Madem ki durum böyle, o halde bilinen ve üzerinde ittifak bulunan bu konuyu niçin gündeme getiriyoruz?
Ben derim ki: Bu hakikatin bazı insanlar tarafından görülmesini engelleyen birtakım belirsizlikler zuhur etmiştir. Öyle ki bazıları fıkhî mezheplerin çeşitliliğinin itikatta da çeşitlilik gerektirdiğini sanmışlardır. [39] Hatta 7. yy. da bazı kimseler imam'a gelerek O'na itkatları muhtelif olan iki kişinin durumunu ve kendisinin itikadını sordular. İmam (radiyallahü anh) bu soruya şöyle cevap verdi:
“Şafii (radiyallahü anh) ve Malik, Sevrî, Evzaî, İbn Mubarek, Ahmed b. Hanbel, İshak b. Rahaveyh gibi selefin itkatları Fudeyl b. Iyad, Ebu Süleyman ed-Daranî, Süheyl b. Abdillah et-Tusterî'nin ve diğerlerinin itikatları, kendilerine tabi olunan imamların itikatlarıyla aynıdır. Bu imamlar arasında usulu’d din hususunda herhangi bir tartışma veya ihtilaf yoktur.
Ebu Hanife (radiyallahü anh)’ninde itikadı aynıdır. Tevhid, kader vesair meselelerde O da yukarıda ismi geçen imamlarla aynı itikadı paylaşmaktadır. Tüm bu imamların itikatları sahabe ve ihsan ile onlara tabi olanların itikatlarının aynısıdır. Ki bu da Kitap ve Sünnet’in dile getirdiği itikattır” [40]
Ümmet tarafından kabul gören hiçbir alimin bilerek Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in en küçük bir sünnetine dahi muhalefet etmesi mümkün değildir. Çünkü onlar Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ittibanın vacip olduğu ve Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dışında herkesin sözünün kabul ve red edilebileceği hususlarında tam bir yakin üzeredirler. [41]
İmamların, kendi sözlerinden ancak Kitab ve Sünnet’e uyan sözlerin alınabileceği ve asıl olanın Allah ve Resulü’nün sözü olduğu yönünde sayısız ifadeleri mevcuttur.
İmam Malik(radiyallahu anh) şöyle dedi:
“Ben her beşer gibi hata ve isabet edebilirim. Sözlerime bakın, Kitab ve Sünnet’e uyanlarını alın ve o ikisine uymayan sözlerimi terkedin.” [42]
İmam Şafii’nin de şöyle dediği tevatüren sabittir: “Hadis sahih olduğu zaman benim sözümü alın duvara çarpın” [43] Diğer imamlardan da buna benzer sözler rivayet edilmiştir.
Bu nedenle ilim ehli, bazı imamlardan sahih hadise aykırı bir söz geldiği zaman bunun mutlaka bir özrünün bulunduğunu belirtmişlerdir. Bu özürler üç sınıftır:
1- O sözü gerçekten Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in söylemiş olduğuna inanmamak.
2- O söz ile bizzat sözkonusu meselenin kasıt edilmiş olduğuna inanmamak.
3- Bu hükmün nesh edilmiş olduğuna inanmak.
Diğer özürler bu üç ana özürden kaynaklanmıştır. [44]
İmamlar bidat yoluna değil, ittiba yoluna tabi oldular. Onlar kendilerine örnek ve lider olarak Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i seçtiler. Bir kul Allah’ın azabından ancak şu iki şey ile kurtulabilir: Allah’ı birlemek ve gönderdiği elçiye uymak.
Müslüman Allah ve Resulünün hükmünden başka hüküm kabul etmez. Allah ve Resulünün emir ve haberlerini uygulamak ve tasdik etmek için şeyhinden, imamından veya büyük kabul ettiği kimselerden izin almaya gerek görmez. Şeyhinin veya imamının sözlerine uymayan nasları tevil ve tahrif etmeye kalkışmaz. Kulun Rabbinin huzuruna -şirk hariç- tüm günahlarla gitmesi, böyle bir şeyle gitmesinden daha hayırlıdır. Müslümana düşen sahih bir hadis duyar duymaz onu sanki Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in dilinden dinliyormuş gibi hemen gereğini yerine getirmektir. Yoksa başkalarının görüşlerine uygun düşmüyor diye bu nasları tevil etmek değil. Bilakis başkalarının sözleri naslara uymadığı zaman reddedilmelidir. Makul denilen bir hayal için Allah Resulü’nün sözleri terkedilemez. O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) sözleri, kim olursa olsun hiç kimsenin tasdiğine tabi tutulamaz.
Vacib olan, haber verdiği şeyleri tasdik ederek, emrettiklerine uyarak, yasaklarından sakınarak ve Allah’a onun gibi ibadet ederek tam anlamıyla Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) teslim olmaktır. [45] Nasıl ki “La ilahe illallah” şehadetinin gereği Allah’ı rububiyeti, uluhiyeti, isim ve sıfatları ile birlemek ise; “Muhammedu’r Resulullah” şehadetinin gereği de budur. İşte Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘e ittiba ve teslim olmanın en mükemmel şekli budur. Ki kendilerine uyulan İslam imamlarının O’na (sallallahu aleyhi ve sellem) uymadaki halleri böyle idi. “Allah’ın onlara ikram ettiği en büyük nimetlerden birisi de Kitab ve Sünnet’e sarılmalarıdır. Sahabe ve ihsan üzere onlara tabi olanların üzerinde ittifak ettikleri temel usulden biri de, rey, zevk, makul, kıyas ve saire hangi nedenle olursa olsun Kur’an’a aykırı hiçbir görüşü kabul etmemektir. Onlar kesin deliller ve kati ayetlerle yakinen biliyorlardı ki Resul (sallallahu aleyhi ve sellem) Hak Din ve Hidayet ile gelmiştir ve Kur’an en doğru yola iletmektedir” [46]
İmamların usulü ve temek ölçüleri budur. Onlar dindeki imamet derecesine Seyyidu’l Mürselin (Gönderilmişlerin efendisi)’nin çizgisini takip ederek nail oldular. Bu nedenledir ki:
İmam el-Lalkaî “Şerhu Usuli İtikadî Ehli’s Sünnet” isimli değerli eserine koyduğu ilk başlık şudur: “Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’dan sonra sünnet, davet ve istikamet çizgisinde yürüyen imamlar”. Müellif bu başlık altında sahabe ve onlardan sonra değişik İslam ülkelerinde değişik zamanlarda yaşamış bir grup imamın isimlerini zikretmiştir ki bunların tamamı hakka tabi, hak üzere müttefik ve toplanmış imamlardır. Zaten dindeki imamet derecesine de bu özellikleri sayesinde nail olmuşlardır.
Fakat mademki itikat konusunda ümmetin selefi ve imamları Allah ve Resul’ünden aldıkları şekliyle aynı itikat üzere iseler, o halde bazı imamlar niçin bu konuda daha öne çıkmakta ve ehli sünnet mezhebi -bazen- onlara nisbet edilmektedir?
Bu soruyu şu şekilde cevaplayabiliriz:
Ehli Sünnet Mezhebinin Özellikle Bazı İmamlara Nisbet Edilmesinin Nedeni:
Bu konuda bazı imamların ön plana çıkmasının nedeni; kendi döneminde yaygınlık kazanan bidatlere ve bidat ehlinin bu yolda sürdürdükleri yoğun faaliyetlere karşı verdikleri mücadele nedeniyledir. Bu imamlar, karşılaştıkları bidatlerle hak yoldan mücadeleye tutuşarak onların batıl görüşlerine karşı sünneti savunmuşlar ve İmam Ahmed örneğinde olduğu gibi bu yolda birçok eziyet ve sıkıntılara maruz kalmışlardır. Bu onların isimlerinin daha ön plana çıkmasına neden olmuştur. Es-Sefarinî şöyle dedi: “Selef’in mezhebi tüm imamların, tabiin ve sahabden, onların da Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den aldıkları mezhebin aynısı ise o halde niçin kendisinden önceki imamlar değil de özellikle İmam Ahmed bu mezhep ile meşhur olmuştur? diye sorduktan sonra bu soruya, ikinci hicri yüzyılda devlet yöneticilerinin de desteğiyle ortalığı kasıp kavuran Mutezile fitnesi ve bu fitneye karşı İmam Ahmed’in gösterdiği büyük direniş sonucu fitnenin yıkılıp, selefin mezhebinin galip gelmesi hadiselerini anlatarak cevap verdi.
Kitabın orjinal adı
Usulu’ddin inde eimmeti’l erbaa vahidetun
Tercüme
Oktay Yılmaz
HUTBE-İ HÂCE
Hamd, ancak Allah içindir. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden, kötü amellerimizden O’na sığınırız. Allah kimi hidayete erdirirse onu saptıracak yoktur, kimi de saptırırsa onu hidayete erdirecek yoktur.
Allah’tan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim. O, tektir ve ortağı yoktur. Ve şehâdet ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve Resûlüdür.
“Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin” (Âl-i İmrân, 3/102)
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riâyetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinize gözetleyicidir” (Nisâ, 4/1)
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin. Ki, Allah işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın.Kim Allah ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur”(Ahzâb, 33/70-71)
Şüphesiz, sözlerin en doğrusu Allah’ın kelâm’ı, yolların en güzeli Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem yolu ve işlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlarıdır. Sonradan uydurulup dine sokulan her yenilik bid’at ve her bid’at sapıklıktır.ve her sapıklık da ateştedir. [1]
ÖNSÖZ
Allah’a hamd olsun, Ona şükreder, Ondan yardım ister, Onun bağışlamasını dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve kötü amellerimizden Ona sığınırız. Allah (c.c.) kimi hidayete erdirirse onu saptıracak, kimi de saptırırsa Ona hidayet edecek yoktur. Şahadet ederim ki Allah’tan (c.c.) başka ibadete layık ilah yoktur. Yine Şahadet ederim ki Muhammed (sav) Allah’ın kulu ve resulüdür.
Bundan sonra:
Dört imamın itikatlarının aynı olduğunu açıklayan bu risaleyi aslında 5 Cemadilula 1414 yılında Kualalumpur’ da düzenlenmesi planlanan “İkinci İslam Düşüncesi Sempozyumu” için hazırlamıştım. Fakat daha sonra bilmediğim nedenlerden dolayı bu sempozyum iptal edilince, genel faidesinden dolayı bazı eklemeler de yaparak yayınlamaya karar verdim. Cenab-ı Hak’dan, bu risaleyi benim için, kendi rızası için yazılmış, ahiret azığı kılmasını ve ümmetin faydasına sunmasını diliyorum.
Önce ve sonra hamd Allah’a dır.
Nasır el- Kıffari
10/ 7 / 1414. M.
GİRİŞ
Ümmetin üzerinde icma ettiği asıl ve kaynaşmasını sağlayan esas; akide birliğidir. Coğrafi ve siyasi sınırlar ayrı olsa da, dilleri ve yurtları farklı olsa da, onlar paylaştıkları ortak akide ile tek bir ümmettirler. Fakat dilleri, yurtları, tarihleri ve sınırları aynı olup akideleri farklı olursa, sürekli ihtilaf ve düşmanlık içine düşerler. Bu söylediğimizin en doğru kanıtı ve tanığı geçmişte ve günümüzde yaşanan olaylardır.
Allah (cc)’ın nimetlerindendir ki, ümmet yaşamında akide birliğini sağlayan unsurlar gayet sağlam ve canlı olarak devam etmektedir. Ümmet, Rabbinin kitabı ve peygamberinin sünneti ile top yekün bir sapıklıktan korunmuştur. Bu ümmet içinde kıyamet gününe kadar hak üzere sabit bulunan bir taife var olmaya devam edecektir ki, bu da, Allah’ın zafer ve kurtuluş verdiği hak taifedir.
İslam'ın temel usulünden biri de cemaate yapışmak, ayrılık ve ihtilaflardan sakınmaktır.
Rabbimiz bir, Peygamberimiz bir, kitabımız bir ve dinimiz birdir. Din usulü konusunda selef ve ümmetin imamları arasında herhangi bir ihtilaf yoktur. Cenab-ı Hak kullarını hak üzere toplanmaya çağırmaktadır: ‘Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; parçalanmayın’ Ümmet sadece hak ve hidayet üzere birleşebilir.
Ortaya çıkan tüm ihtilafları, Allah’ın kitabı ve peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in sünneti ile gidermek mümkündür. Çünkü Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: ‘Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz –Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız —- Onu Allah’a ve resulüne götürün.’
Ayrılık ve parçalanmışlık; Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) in çizgisinden sapanların yoludur. Çünkü Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Dinlerini parça parça edip, guruplara ayıranlar var ya, senin onlarla hiç bir ilişkin yoktur.” Ümmetin selefi ve imamları arasında, itikat konusunda müessir herhangi bir ihtilaf yaşanmamıştır. Bu ihtilaflar daha sonra gelen müteahhirin arasında baş gostermiştir.
Ehli sünnetten bazılarının, bazı itikadi veya ameli konularda hataları olabilir. Fakat Allah’a hamd olsun ki Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in de haber verdiği gibi hata üzerine toplanmış değillerdir.
Cahil veya kötü niyetli birtakım kimseler bazı imamlara birtakım batıl sözler isnat etmişlerdir.
Bu hususta alimlerden biri şöyle dedi: “Bil ki, eser sahiplerinden birçokları imamlara onların söylemedikleri nice sözler nispet ettiler. Özellikle İmam Şafii, Malik, Ahmed ve Ebu Hanife’ ye birtakım bazı yanlış itikatları tasvip anlamına gelebilecek bazı kimi ifadeler nisbet edilmiştir. İmamlara birtakım bazı batıl sözler nisbet eden bu kimselere, bu sözlerin hangi sahih kanallar vasıtasıyla rivayet edildiği sorulunca, aynen Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, sünnetinde olmayan bidat ve batıl sözler izafe edenler gibi, onlarında hemen oracıkta yalanları anlaşılmış olur. [2]
Masumî şöyle dedi: “Sonradan gelen bazıları kendiliklerinden uydurdukları birtakım meseleleri imamlara nisbet etmişlerdir. [3]
Şeyhulislam İbn Teymiyye kendilerini ehli sünnet ve dört mezhebe nisbet eden birçok bidatçının, sünnet ve dört mezhebe aykırı olarak kendiliklerinden uydurdukları birçok batıl görüşleri açıklığa kavuşturarak reddetmiştir. [4]
Bu çalışmamda sayın okuyucuların dikkatlerini bu alanda gizlice yürütülen zararlı faaliyetler ve hilelere çekmeye çalıştım. Allah’a hamdolsun ki aleyhteki bu oyunlar, Allah’ın inayetiyle ümmetin tamamı üzerinde etkili olmamıştır. Allah (cc), her dönemde dine yöneltilen batıl ve zararlı faaliyetlerle mücadele eden sadık müminler var etmiştir. Dolayısıyla ilim ehli şöyle demiştir: Bizden önceki ümmetler döneminde, din bozulunca, Cenabı Hakk hakkı beyan etmek üzere yeni peygamberler göndermiştir. Bu ümmetin ise peygamberinden sonra başka bir peygambe olmayacak; fakat Allah (cc) Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in dini koruma ve beyan etme işini yürütecek salih alimler varedecektir. Bu nedenle Cenabı Hakk müminlerin yolunu, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e itaatle beraber zikretmiştir.
“Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber’e karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.” (Nisa 4/115)
USULU’D DİN KAVRAMI [5]
Usulu’d din terimi, tefrika ve bidatlerin yaygınlaşmasından sonra mücmel bir kelime olarak hak ve batıl anlamlarda kullanılmıştır.
Usulu’d Din’in Şeri Hakikatı
Usulu’d din teriminin hakikatı Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Cibril hadisinde ifade ettiği imanın aslı, altı esastır ki bunlar: “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, elçilerine, ahiret gününe, kaderin hayrına ve şerrine iman etmektir.” [6]
İşte dinin aslı ve imanın ruknu, Kur’an’ın da ifade ettiği bu altı esastır:
“Gönderilen peygamberler, rabbi taarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de iman ettiler. Onlardan her biri Allah’a, O’nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler.” (Bakara: 2/285)
“Gerçek iyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin iyiliğidir ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır.” (Bakara: 2/177)
“Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık.” (Kamer: 54/49)
Usulu’d Din’in Batıl Yorumu
Bazen bu terimden batıl anlamlar murad edilmektedir. Özellikle bazı Kelamcılar kendi uydurdukları asılsız itikadlara “Usulu’d din” adını vermişlerdir. Bazı tahkık ehli bu konuda şöyle demişlerdir: Usulu’d din büyük bir isimdir. Fakat bazıları bu büyük ismi, içinde dini fesat eden bir unsurun bulunduğu kendi görüşleri için kullanmaktadırlar. Hak ehli, onların bu tutumlarına karşı çıkınca da bunlar usulu’d dine karşı çıkıyorlar, diye yaygara koparıyorlar. Oysa onlar gerçekte usulu’d din’e değil, bunların uydurduklarına karşı çıkmaktadırlar ki. Bunlar onların babalarının uydurdukları isimlerden ibarettir.
Din, Allah ve Resulünün teşri kıldığıdır. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) dinin usul ve teferruatını beyan etmiştir. Resulüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) dinin teferruatını beyan edip te aslını beyan etmemesi düşünülemez.” [7]
Usulu’d Dinin Şeri Hakikati Konusunda Cehaletin Etkisi
Usulu’d dinin şeri hakikati konusundaki cehalet, imamlar arasında aslen olmayan ihtilaf ve tartışmalar bulunduğu vehmine yol açmıştı,. İmamların kelam ilmine dalan bazı bağlıları, usulu’d din adı altında ortaya bazı meseleler atmakta, hatta bazen bu görüşlerin vehim ve cehaletlerinden dolayı bağlı oldukları imamlara nisbet etmişlerdir. Onların nakletikleri bu ihtilaf ve tartışmaları okuyanlar, bunların imamların görüşleri olduğu izlenimine kapılmaktadırlar, Hatta imamların bazı bağlıları kimi imamlara açıkca muhalefet ettikleri halde, bu görüşlerini de imamlara mal etmekten kaçınmamışlardır.
Şeyhu’l İslam İbn Teymiyye şöyle dedi: “İmam Ebu Hanife, Malik, Şafi ve Ahmed’in öyle bağlıları var ki, bunlar birtakım görüşler öne sürmekte ve bu görüşlere muhalefet edenleri tekfir etmektedirler. Oysa gerçekte öncelikle bağlı bulundukları imamlar bu görüşlere muhaliftirler.
Bu kimseler bazen de öyle sözler reddetmekte ve bu sözleri söyleyenleri tekfir etmektedirler ki, bu sözler, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e aittir. Bu tartışma ve inkar, özellikle esma ve sıfat (isimler ve sıfatlar) konusunda yaşanmıştır. Çünkü Cehmiyyenin bu konudaki batıl görüşleri bir çok insanı derinden etkilemiş ve bunlar bu görüşler uğruna Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sözlerini inkardan çekinmemişlerdir.” [8]
Çünkü onlar usulu’ddini asli kaynağı dışında arayarak usulu’ddinden usulu’ddin olmayana kaydılar. Usulu’ddinden olan bir hususu inkar bir ve hak olan itikattan uzaklaştılar. Eğer Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)‘in getirdiği esaslara sarılsalar mankul ve makula uymuş ve asıl üzerine sabit kalmış olurlardı. Fakat usulü kaybettiler ve usulden mahrum oldular.
“Usul, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)‘in getirdiklerine uymaktır.” [9]
Usulu’d Din’in Diğer İsimleri
Usulu’d din’in bir diğer ismi de “sünnet” dir. İmamların itikat konusunda yazdıkları bazı eserler bu ismi taşımaktadır. Bu şekilde isimlendirmelerinin nedeni, meselenin büyük öneminden dolayıdır. İbn Receb [10] (radiyallahü anh)’ın dediği gibi, bu hususta muhalif kalanlar helakın sınırındadırlar.
Usulu’d din ‘in bir diğer ismi de Furu fıkhına nisbetle “ Fıkhı ekber dir. Bu konuda imam Ebu Hanife ve imam Şafiye nisbet edilen kitaplar vardır. [11] Ayrıca “ akide”, “ tevhid”, “usül”, iman” ve daha başka isimlerde kullanılmaktadır. [12]
Usulu’d din ilminin isimlerini bilmenin bir diğer faidesi de boylece bu sayede bu ilmin asli kaynaklarını tanımak mümkün olacaktır. Çünkü bu ilmin bir çok kaynağı bugün yaygın olmayan diğer isimlerle mevcuttur.
Mesela imamların bu konuda yazdıkları bir çok eser “Sünnet” adını taşımaktadır. İbn Ebi Asım’ın sünneti, Hallal’ın sünneti, imam Ahmed’in sünneti, İmam Abdullah'ın ve başkalarının sünnetleri bu kabildendir. [13] Usulu’d din ilminin hakikatini bilmenin en tabi ve ilmi yolu onu bu asli kaynaklarından okumaktır.
DÖRT İMAMIN TANITIMI
“Dört İmam” Teriminin Anlamı
Bugün dört İmam denilince İmam Ebu Hanife, imam Malik, İmam Şafii ve İmam Ahmed anlaşılmaktadır.
Tabi-i Tabiin döneminde ise, bu deyimle, İbn Teymiyye'nin, kendi dönemlerinin "dünya imamları" dediği şu dört imam anlaşılmakta idi.
1- Malik b. Enes [14] (Hicaz bölgesinden)
2- Evzai [15] (Şam'da)
3- Leys b. Sa’d [16] (Mısır)
4- Sevri [17] (Irak)
Ebu Ubeyd el- Kasım b. Selam döneminde de dört imam'dan şunlar kastedilirdi.
1- Şafii [18]
2- Ahmed [19]
3- İshak [20]
4- Ebu Ubeyd [21]
Sonra dört imam terimi şu isimler üzerinde istikrar bulmuştur: Ebu Hanife, Malik, Şafii ve Ahmed. [22]
Dört İmamı Tanıyalım
Bu dört imam, şöhretlerinden dolayı ayrıntılı olarak tanıtılmaya ihtiyaçları yoktur. Biz bu konuya kısaca değinecek ve bu konuda daha geniş bilgi almak isteyenler için her bir imamın hayatı hakkında yazılmış önemli kaynakların isimlerini vereceğiz.
Ebu Hanife (H. 80-150)
İmam, fakih, Irak alimi, İslam'ın imamlarından ve büyük alimlerinden biri. Ebu Hanife Numan b. Sabit b. Zoti el-Küfî. H. 80 yılında küçük sahabeler döneminde doğdu ve Küfe’ye gelen Enes b. Malik’i gördü. Hadis talebine önem verdi ve bunun için yolculuğa çıktı. Fikıh ve meseleleri konusunda büyük bir otorite ve söz sahibi idi. Bu hususta diğer insanlar O’nun talebeleri gibidirler. Birçok insan O’ndan rivayet almıştır. Hayatı hakkında yazılan bazı kitaplar şunlardır:
Menakibi İmamu’l Azam Ebi Hanife (Muvaffık el-Mekkî)
Menakibu İmamu’l Azam (İbn Bezzar)
Fadailu Ebi Hanife (Abdullah es-Sadi)
Fi Menakibu Ebi Hanife en-Numan (Abdulalim el-Kurbetî)
Ebu Hanife (Ebu Zehra)
Elmatalibu’l Münife. (Mustafa Nureddin)
Ebu Hanife Batalu'l Hurriyeti ve’t Tesamuh (Abdulhalim el-Cundî)
Hayatul İmam Ebi Hanife (Seyyid Afifî)
Bu konuda yazılmış daha başka birçok eser vardır. [23]
Malik B. Enes: (H.93-179)
İmam, hafız ve ümmetin fakihi, Şeyhu’l İslam, hicret yurdunun imamı. Ebu Abdillah Malik b. Enes b. Malik el-Medenî. Zehebî şöyle dedi: Malik kadar menkıbeleri çok olan başka birisini bilmiyorum. Bu menkıbelerden bazıları şunlardır:
1) Uzun bir ömür
2) Müthiş bir zeka ve geniş bir ilim.
3) İmamların onun hüccet ve rivayetinin sahih olduğu hususundaki ittifakları
4) Dindarlığı, adaleti ve sünnete ittibası konusunda ki icmaa
5) Fıkıh, fetva ve sahih kaideler hususundaki öncülüğü. [24]
Hayatı hakkında yazilan bazı eserler şunlardır:
Fadailu Malik (Ebu’l Hasan Fihr el-Mısrî)
Malik b. Enes: Hayatihi ve Asrihi...(Muhammed b. Ebi Zehra)
Ve Emin el-Hulî ve Mustafa eş-Şeka’nın kitapları. Ayrıca Fas’ta İmam Malik konulu bir seminer düzenlenmiş ve burada yapılan çalışmalar üç ciltlik bir eserde derlenmiştir. Kadı Iyaz da Tertib'ul Medarik isimli eserinde İmam Malik’e geniş yer ayırmıştır. [25]
İmam Şafii
Asrı'nın alimi ve ümmetin fakihi [26], Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in nesebinden ve sünnetinin savunucularından [27] İkinci yüzyılı müceddidlerinden [28] İlmin imamı ve ümmetin ilim okyanusu. Ebu Abdillah Muhammed b. İdris b. Abbas b. Osman b. Şafii b. Saib b. Ubeyd b. Iyd Yezid b. Haşim b. Muttalib el-Kurşî. Çeşitli ilmi eserler yazdı, ilmi tedvin etti, sünneti neşretti, usulü fıkıh ve füru’ konularında eserler yazdı. Kendi dönemindeki ilim ehline önderlik yaptı. Birçok faziletleri vardır. Hayatı ve menkıbeleri hakkında birçok eser yazılmıştır.
Sübki şöyle dedi: Bana ulaştığına göre İmam Şafii’nin menkıbeleri hakkında ilk kez eser yazan Zahiriye’nin imanı İmam Davud b. Ali el-İsfahanî’dir. Bu konuda daha sonra onu şu alimler takip etmişlerdir: Zekeriyya b. Yahya es-Sacî ve Abdurrahman b. Ebi Hatim sonra Ebu’l Hasan Muhammed b. Hüseyn b. İbrahim el-Abarî, Hakim Ebu Abdillah, Ebu Ali Hasan b. Huseyn b. Hamkaf el-Esbahanî, Ebu Abdillah b. Ebi Şakir el-Kattan, İmamu’z Zahid İsmail b. Muhammed es-Serahsî, sonra biri İmam’ın menkıbeleri, diğeri de İmam’ın bazı yönlerini eleştiren Hanefi alimi Cürcanî’ye cevap niteliğinde iki kitap yazan Ebu Mansur Abdulkahir b. Tahir el-Bağdadî, sonra büyük hafız Ebu Bekr el- Beyhakî ve yine büyük hafız Ebu Bekr el-Hatıb sonra İmam Fahruddin er-Razî, Hafız Ebu Ubeyd Muhammed b. Muhammed b. Ebi Zeyd el-Esbahanî ve Hafız Ebu’l Hasan b. Ebi’l Kasım el- Beyhaki. [29]
Çağdaş yazarlardan da bu konuda eser yazanlar vardır. Bunlara örnek olarak Muhammed b. Ebi Zehra’nın “Şafii: Hayatuhi ve asruhi” ile Münir Edhem’in “Rıhletu’l İmam eş- Şafii” isimli eserlerini verebiliriz. Bu konuda başka bilgi kaynakları da mevcuttur. [30]
İmam Ahmed (H.164-241)
Şeyhu’l İslam, Hafızu’l Hüccet ve kendi döneminde Müslümanların önderi. İlim, amel, sabır ve sebat timsali. Sünnet’in destekçisi ve bu uğurda karşılaştığı zorluklara göğüs geren; İmam Ebu Abdillah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel b. Hilal b. Esed eş-Şeybanî.
Ali b. el-Medinî O’nun için şöyle dedi: “Allah bu dini riddet döneminde Ebu Bekr es-Sıddık ile mihnet döneminde ise Ahmed b. Hanbel ile teyid etmiştir.”
İmam Şafii’de şöyle dedi: “Fıkıh, vera, zühd ve ilim bakımından Ahmed’den daha üsün başka birisini görmedim”. Hayatı ve eserleri hakkında müstakil eserler yazılmıştır. Bunlara örnek olarak Beyhakî, İbn Cevzî ve Şeyhu’l İslam el-Ensarî’nin kitaplarını gösterebiliriz. Çağımızda bu konuda yazılan başlıca eserler ise şunlardır:
Ebu Zehra “İbn Hanbel Hayatuhi ve Asruhi”
Ahmed Abdulcavvad ed-Dumî “Ahmed b. Hanbel Beyne Mihneti’d-Din ve’d-Dünya”
Muhammed Recebel-Betumî “İbn Hanbel”
Muhammed el-Baha el-Hulî “el-İmamu’l Mümtehın”
Ayrıca bu konuda yazılmış başka kaynaklar [31], makaleler [32] ve müşteşriklerin [33] eserleri mevcuttur.
İmamların İtikat Birliği
Dinî zaruretlerden biri de itikadın sadece Allah ve Resulünden alınacağını bilmektir. Bu nedenle ehl-i sünnetin yolu, sahih nastan dönmemek, makul ve fülanın sözü için nassa muhalefet etmemektir. Buharî (radiyallahü anh) şöyle dedi: “Hamidî’nin şöyle dediğini duydum: Şafii (radiyallahü anh)’nin yanındaydık, adamın biri gelip bir mesele hakkında soru sordu. İmam, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu meselede şöyle şöyle hüküm verdi dedi. Adam, Şafii’ye “Sen ne diyorsun? deyince, Şafii kızarak “Subhanallah! Beni kilisede mi görüyorsun?! Beni havrada mı görüyorsun?! Beni zünnar takanların arasında mı görüyorsun?! Ben sana Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hüküm verdi diyorum, sen ise “sen ne diyorsun?” diye soruyorsun?!” dedi. [34]
Selef’ten buna benzer birçok söz gelmiştir. Çünkü bu tavır, ibadeti Allah'a has kılmanın bir gereğidir. Cenabı Hakk şöyle buyurdu:
“Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur” (Ahzab: 33/36)
İmam Şafii şöyle dedi: “Kendisine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sünneti beyan olan kişinin bir başkasının sözüne uymasının caiz olmadığı konusunda alimler icmaa etmişlerdir” [35]
Buradan hareketle imamların itikatları aynıdır; çünkü telakki kaynakları da aynıdır. Bunların itikat birliği ilim ehli tarafından bilinen ve kabul edilen bir husustur ki bu konuda Subkî şöyle dedi:
“Aralarından itizal ve tecsim düşüncesine sapanlar hariç, Allah’a hamd olsun ki bu dört mezhebe tabii olanların itikatları aynı hak üzeredir, selef ve halef ulamasının hüsnü kabul ile karşıladıkları Ebu Cafer et-Tahavî’nin akidesini benimserler.” [36]
Diğer İmamlar Ve Ümmet’in Selefinin İtikad Birliği:
Sadece dört imam değil, tüm imamlar ve ümmetin selefi aynı hak itikat üzeredirle. Çünkü onların hepsi bu konuda ilmlerini direkt Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den alan sahabenin mezhebi üzeredirler. “Sahabe (Allah hepsinden razı olsun) Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında tek bir itikat üzerine idiler. Çünkü onlar vahiyi ve sahabe olma şerefini idrak etmişlerdir” [37]
İtikatlarını tek bir kaynaktan, vahiy kaynağından aldılar. Başka maddeler ile bu temiz kaynağı kirletmediler. Bu nedenle: “Allaha hamd olsun ki İsimler, Sıfatlar ve Fiiller meselelerinden her hangi bir mesele üzerinde kesinlikle ihtilaf etmemişlerdir. Bilakis Kitab ve Sünnet’in ifade ettiği her hususu ispat etmişlerdir....” [38] Ümmet’in geri kalan selefi ve imamları da ihsan üzere onlara tâbi olmuşlardır.
Madem ki durum böyle, o halde bilinen ve üzerinde ittifak bulunan bu konuyu niçin gündeme getiriyoruz?
Ben derim ki: Bu hakikatin bazı insanlar tarafından görülmesini engelleyen birtakım belirsizlikler zuhur etmiştir. Öyle ki bazıları fıkhî mezheplerin çeşitliliğinin itikatta da çeşitlilik gerektirdiğini sanmışlardır. [39] Hatta 7. yy. da bazı kimseler imam'a gelerek O'na itkatları muhtelif olan iki kişinin durumunu ve kendisinin itikadını sordular. İmam (radiyallahü anh) bu soruya şöyle cevap verdi:
“Şafii (radiyallahü anh) ve Malik, Sevrî, Evzaî, İbn Mubarek, Ahmed b. Hanbel, İshak b. Rahaveyh gibi selefin itkatları Fudeyl b. Iyad, Ebu Süleyman ed-Daranî, Süheyl b. Abdillah et-Tusterî'nin ve diğerlerinin itikatları, kendilerine tabi olunan imamların itikatlarıyla aynıdır. Bu imamlar arasında usulu’d din hususunda herhangi bir tartışma veya ihtilaf yoktur.
Ebu Hanife (radiyallahü anh)’ninde itikadı aynıdır. Tevhid, kader vesair meselelerde O da yukarıda ismi geçen imamlarla aynı itikadı paylaşmaktadır. Tüm bu imamların itikatları sahabe ve ihsan ile onlara tabi olanların itikatlarının aynısıdır. Ki bu da Kitap ve Sünnet’in dile getirdiği itikattır” [40]
Ümmet tarafından kabul gören hiçbir alimin bilerek Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in en küçük bir sünnetine dahi muhalefet etmesi mümkün değildir. Çünkü onlar Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ittibanın vacip olduğu ve Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dışında herkesin sözünün kabul ve red edilebileceği hususlarında tam bir yakin üzeredirler. [41]
İmamların, kendi sözlerinden ancak Kitab ve Sünnet’e uyan sözlerin alınabileceği ve asıl olanın Allah ve Resulü’nün sözü olduğu yönünde sayısız ifadeleri mevcuttur.
İmam Malik(radiyallahu anh) şöyle dedi:
“Ben her beşer gibi hata ve isabet edebilirim. Sözlerime bakın, Kitab ve Sünnet’e uyanlarını alın ve o ikisine uymayan sözlerimi terkedin.” [42]
İmam Şafii’nin de şöyle dediği tevatüren sabittir: “Hadis sahih olduğu zaman benim sözümü alın duvara çarpın” [43] Diğer imamlardan da buna benzer sözler rivayet edilmiştir.
Bu nedenle ilim ehli, bazı imamlardan sahih hadise aykırı bir söz geldiği zaman bunun mutlaka bir özrünün bulunduğunu belirtmişlerdir. Bu özürler üç sınıftır:
1- O sözü gerçekten Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in söylemiş olduğuna inanmamak.
2- O söz ile bizzat sözkonusu meselenin kasıt edilmiş olduğuna inanmamak.
3- Bu hükmün nesh edilmiş olduğuna inanmak.
Diğer özürler bu üç ana özürden kaynaklanmıştır. [44]
İmamlar bidat yoluna değil, ittiba yoluna tabi oldular. Onlar kendilerine örnek ve lider olarak Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i seçtiler. Bir kul Allah’ın azabından ancak şu iki şey ile kurtulabilir: Allah’ı birlemek ve gönderdiği elçiye uymak.
Müslüman Allah ve Resulünün hükmünden başka hüküm kabul etmez. Allah ve Resulünün emir ve haberlerini uygulamak ve tasdik etmek için şeyhinden, imamından veya büyük kabul ettiği kimselerden izin almaya gerek görmez. Şeyhinin veya imamının sözlerine uymayan nasları tevil ve tahrif etmeye kalkışmaz. Kulun Rabbinin huzuruna -şirk hariç- tüm günahlarla gitmesi, böyle bir şeyle gitmesinden daha hayırlıdır. Müslümana düşen sahih bir hadis duyar duymaz onu sanki Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in dilinden dinliyormuş gibi hemen gereğini yerine getirmektir. Yoksa başkalarının görüşlerine uygun düşmüyor diye bu nasları tevil etmek değil. Bilakis başkalarının sözleri naslara uymadığı zaman reddedilmelidir. Makul denilen bir hayal için Allah Resulü’nün sözleri terkedilemez. O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) sözleri, kim olursa olsun hiç kimsenin tasdiğine tabi tutulamaz.
Vacib olan, haber verdiği şeyleri tasdik ederek, emrettiklerine uyarak, yasaklarından sakınarak ve Allah’a onun gibi ibadet ederek tam anlamıyla Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) teslim olmaktır. [45] Nasıl ki “La ilahe illallah” şehadetinin gereği Allah’ı rububiyeti, uluhiyeti, isim ve sıfatları ile birlemek ise; “Muhammedu’r Resulullah” şehadetinin gereği de budur. İşte Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘e ittiba ve teslim olmanın en mükemmel şekli budur. Ki kendilerine uyulan İslam imamlarının O’na (sallallahu aleyhi ve sellem) uymadaki halleri böyle idi. “Allah’ın onlara ikram ettiği en büyük nimetlerden birisi de Kitab ve Sünnet’e sarılmalarıdır. Sahabe ve ihsan üzere onlara tabi olanların üzerinde ittifak ettikleri temel usulden biri de, rey, zevk, makul, kıyas ve saire hangi nedenle olursa olsun Kur’an’a aykırı hiçbir görüşü kabul etmemektir. Onlar kesin deliller ve kati ayetlerle yakinen biliyorlardı ki Resul (sallallahu aleyhi ve sellem) Hak Din ve Hidayet ile gelmiştir ve Kur’an en doğru yola iletmektedir” [46]
İmamların usulü ve temek ölçüleri budur. Onlar dindeki imamet derecesine Seyyidu’l Mürselin (Gönderilmişlerin efendisi)’nin çizgisini takip ederek nail oldular. Bu nedenledir ki:
İmam el-Lalkaî “Şerhu Usuli İtikadî Ehli’s Sünnet” isimli değerli eserine koyduğu ilk başlık şudur: “Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’dan sonra sünnet, davet ve istikamet çizgisinde yürüyen imamlar”. Müellif bu başlık altında sahabe ve onlardan sonra değişik İslam ülkelerinde değişik zamanlarda yaşamış bir grup imamın isimlerini zikretmiştir ki bunların tamamı hakka tabi, hak üzere müttefik ve toplanmış imamlardır. Zaten dindeki imamet derecesine de bu özellikleri sayesinde nail olmuşlardır.
Fakat mademki itikat konusunda ümmetin selefi ve imamları Allah ve Resul’ünden aldıkları şekliyle aynı itikat üzere iseler, o halde bazı imamlar niçin bu konuda daha öne çıkmakta ve ehli sünnet mezhebi -bazen- onlara nisbet edilmektedir?
Bu soruyu şu şekilde cevaplayabiliriz:
Ehli Sünnet Mezhebinin Özellikle Bazı İmamlara Nisbet Edilmesinin Nedeni:
Bu konuda bazı imamların ön plana çıkmasının nedeni; kendi döneminde yaygınlık kazanan bidatlere ve bidat ehlinin bu yolda sürdürdükleri yoğun faaliyetlere karşı verdikleri mücadele nedeniyledir. Bu imamlar, karşılaştıkları bidatlerle hak yoldan mücadeleye tutuşarak onların batıl görüşlerine karşı sünneti savunmuşlar ve İmam Ahmed örneğinde olduğu gibi bu yolda birçok eziyet ve sıkıntılara maruz kalmışlardır. Bu onların isimlerinin daha ön plana çıkmasına neden olmuştur. Es-Sefarinî şöyle dedi: “Selef’in mezhebi tüm imamların, tabiin ve sahabden, onların da Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den aldıkları mezhebin aynısı ise o halde niçin kendisinden önceki imamlar değil de özellikle İmam Ahmed bu mezhep ile meşhur olmuştur? diye sorduktan sonra bu soruya, ikinci hicri yüzyılda devlet yöneticilerinin de desteğiyle ortalığı kasıp kavuran Mutezile fitnesi ve bu fitneye karşı İmam Ahmed’in gösterdiği büyük direniş sonucu fitnenin yıkılıp, selefin mezhebinin galip gelmesi hadiselerini anlatarak cevap verdi.