Dr. İyad Kunaybi – Taviz Fakihlerinin PeygamberFiillerinden Delil Getirmeleri 1. Bölüm
بسم الله الرحمن الرحيم
-TAVİZ FIKHI-
Üçüncü Vaaz
Birinci Bölüm
Taviz Fakihlerinin Peygamberlerin Fiillerinden Delil Getirmeleri
Hutbetul hace…
Allah’ın (azze ve celle) peygamberleri, beşeriyetin en hayırlılarıdır. Allah, onları bizlere örnek olsun diye seçmiştir. Allah, onları her türlü noksanlıktan ve ayıptan korumuştur. Şirk’e müsamaha göstermediler ve müşriklerin karşısında zelil olmadılar ve müşriklerle asla orta bir yol tutmadılar. Bilakis onlar Allah’ın çizmiş olduğu yolda yürüdüler ve bu yoldan az bir şey dahi çıkmadılar.
Velâkin taviz fakihleri, Allah’ın düşmanlarını dost edindiler ve satılmış kişilerle ve laiklerle birlikte parlamentoya girdi ve hükümlerini Allah’tan almadıkları kanunlara muvaffakiyet gösterip imzaladı. Allah’ı kanun koymada ve hükmünde birlemediler. Yaptıkları antlaşmalara imza attıkları zaman, işgalcilerin varlığını meşru gösterdiler ve bu kirli fiillerine de peygamberlerin fiillerinden delil aradılar.
Peygamberleri bundan tenzih ederiz. Bunların bu yaptıkları şey, İsrailoğulları’nın yaptıklarına benzemektedir. Şüphesiz ki onlar da öyle konularda peygamberlerine iftiralar attı ki, bundan dolayı tüyler diken diken olur. Eğer mukaddes kitap diye isimlendirilen kitabı okuyacak olursan atılan iftiraları bulacaksın. Ve buna rağmen bile İsrailoğulları, sanki ‘’Biz bid’at olan bir şey yapmadık muhakkak ki bizler peygamberlerin yolundayız.’’ demek istemektedir. Peygamberleri bunlardan tenzih ederiz.
Gelin onların bu delillerini işleyelim. Öyle ki; bu delillerde taviz fakihleri, değerli peygamberler için ‘’Muhakkak ki o peygamberler de taviz ehliydi.’’ iddiasında bulunmuştur. Gelin, taviz fakihlerinin peygamberlere isnat ettikleri delilleri tartışalım.
Birinci olarak Allah’ın Nebisi Harun (aleyhisselam)
Taviz fakihleri, Allah’ın Harun (aleyhisselam) hakkında hikâye olarak aktardığı sözüne geldi.
Musa (aleyhisselam) Rabbi ile buluşmak için gittiğinde, arkasında İsrailoğulları’nın başına halife olarak Harun’u (aleyhisselam) bıraktı. Ve dedi ki: “Sözümü gözet ve ıslah et ve sakın fesatçıların yoluna tabi olma”. Musa (aleyhisselam) geri döndü ve kavminden bazılarının buzağıya ibadet etmesi ile çok şaşırdı. Ve kardeşinin kafasından tutarak çekti ve ona serzenişte bulunarak; ‘’Sözümü gözetmedin mi?’’ (Ta-Ha/93) yani, ‘’İşime riayet etmedin mi?’’ dedi. Harun (aleyhisselam) ise cevap vererek; ‘’Bana ‘Neden İsrailoğulları arasında tefrikaya sebep oldun?’ demenden korktum’’ (Ta-Ha/94) dedi.
Taviz fakihleri Harun’un (aleyhisselam) bu sözünden ne aldı?
Onlardan biri dedi ki: ‘’Bu ayet-i kerimeden açıkça anlaşılan şey, Harun (aleyhisselam) tefrikanın getireceği mefsede ile Musa’nın (aleyhisselam) geleceği vakte kadar İsrailoğulları’nı geçici şirk halinde bırakmayı tarttı ve ümmetini Musa’nın (aleyhisselam) dönüşüyle tedavi edebileceği geçici şirk amelinde bırakma görüşü, tefrikanın vereceği mefsedeye daha ağır bastı.’’
Özet olarak, yani Harun (aleyhisselam) meseleyi tarttı ve dedi ki; ‘’İsrailoğulları şu anda buzağıya ibadet ediyorlar ve benim onların bu halini inkâr etmem tefrikaya ve vatanın birliğini bölmeye yol açabilir, en iyisi vatanın birliğini koruma adına biz bu şirke sabredelim.’’
Kardeşler vallahi bu söz Allah’ın kelamının önünde duramaz. Bu aynı, ‘’Namaz kılanların vay haline!’’ ayetini okuyup duranın sözü gibidir.
Harun (aleyhisselam) muhakkak ki onların şirkini inkâr etti.
Allah Teâlâ, ayet-i kerimesinde Harun’dan (aleyhisselam) hikâye ederek şöyle buyurmaktadır:
‘‘Andolsun, Harun onlara daha önce şöyle demişti: ‘Ey kavmim! Siz bununla yalnızca imtihan edildiniz. Doğrusu sizin Rabbiniz ancak Rahman’dır. Öyleyse bana uyun ve emrime itaat edin.’ ‘’(Ta-Ha 20)
Harun (aleyhisselam) kavminin bu davranışını inkâr etmediği nasıl söylenebilir?
‘’Doğrusu sizin Rabbiniz Rahman’dır. Öyleyse bana uyun ve emrime itaat edin.’’ dediğinde az kaldı onu öldüreceklerdi. Bizler biliyoruz ki, şeriatımızda bu tür işler inkâr edilir. Ve Harun (aleyhisselam) bu işi kalben inkâr etmek ile yetinmeyip dili ile de inkâr etmiştir. Hatta neredeyse onu öldüreceklerdi. Eğer onu öldürselerdi maslahat bunun neresinde olacaktı? Onun ölümünden sonra ne gerçekleşecekti?
İşte bu yüzden dolayı başka bir ayette Harun (aleyhisselam) Musa’ya (aleyhisselam) açıklamak için dedi ki: ‘‘Ey annemin oğlu, kavmim beni güçsüz buldu. Az kalsın beni öldürüyorlardı.’’ (A’raf/150) Yani; ‘’Ben, bana düşen ne varsa yaptım.‘’
İsrailoğulları, Musa (aleyhisselam) gelinceye kadar ‘’Biz buradan asla kalkmayacağız ve ona ibadet etmeye devam edeceğiz’’ dedi. Harun (aleyhisselam) kendi gücü ve imkânı oranınca karşı durduğunu bildi. Eğer inkâr etmeye devam edecek olsa öldürülecekti ve İsrailoğulları da bundan sonra genel bir sapıklığa düşeceklerdi; ta ki Musa (aleyhisselam) dönünceye kadar. Velâkin Harun (aleyhisselam) kendisine düşeni yaptığını bildi.
Belki birisi, ‘’Güzel, o halde neden Musa (aleyhisselam) kardeşine; ‘Onları saparken gördüğün halde men etmedin, yoksa emrime uymayıp bana asi mi oldun’ dedi?’’ diye sorabilir.
Musa (aleyhisselam), Harun’un (aleyhisselam) onların fiillerini inkâr etmediğini sanıyordu. Bundan dolayı Harun (aleyhisselam) açıklama yaptığı zaman Musa (aleyhisselam) dedi ki: ‘‘Rabbim beni ve kardeşimi bağışla.’’ (A’raf/151)
Taberi (rahimehullah) der ki: ‘’Musa (aleyhisselam); bu sözü, kardeşinin özrünü anladığı zaman söylemiştir. Kardeşinin, Allah’ın kendisine emretmiş olduğu cahillerin buzağıya ibadetini inkâr etme vacibini eda etmekte eksikliğe düşmediğini anlamıştır. Musa (aleyhisselam) kardeşine yaptığı fiilden dolayı kendisi ve kardeşi için istiğfar dileyerek; ‘‘Rabbim beni ve kardeşimi bağışla’’ dedi. Yani kendisi kardeşine olan su-i zandan dolayı istiğfar dilerken, kardeşinin de Allah ile kendisi arasında geçen günahları için istiğfar dilemiştir. Yani kendisi için istiğfar dilerken Harun’un (aleyhisselam) geçmiş günahları içinde istiğfar etmiştir. Ama bu olayda Harun’un (aleyhisselam) bir suçu, günahı bulunmamaktadır.’’
Bu anlatılanlardan sonra bana Allah için söyleyin, Harun (aleyhisselam) hiçbir şeyden taviz vermiş midir? Harun (aleyhisselam) taviz fakihlerinin söylediği gibi vatanın bütünlüğü adına şirkten razı olmuş mudur? Vallahi de hayır, Allah’ın nebilerini bundan tenzih ederiz. Bilakis o, kendisine düşeni yerine getirmiştir.
Yusuf (aleyhisselam)
Dediler ki: ‘’Yusuf (aleyhisselam) Mısır Kralı’nın yanında idari görev aldı ve Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyen bir hükümete iştirak etti. Yani sözlerinden, Yusuf’un (aleyhisselam) davanın maslahatı için Allah’ın indirmediği hükümlere iştirak ederek bazı tavizler verdiği anlaşılmaktadır. Davanın maslahatı ise nebinin vezirlerden bir vezir olması, yüksek bir merkezde davetçi olup iktisadı düzeltmesi ve açlıktan ölmek üzere olan insanoğlundan binlercesini ya da yüz binlercesini açlıktan ölmelerini engellemesiydi. İşte bu maslahatlar için Allah’ın indirdiği hükümlerden tavizler verdi.’’
Kardeşler bu söze reddiye ise… Aslında bu söze reddiye vermeye hiç gerek yok, velâkin taviz fakihlerinin kitaplarında bu sözün zikredilmesiyle birlikte bu söze birçok reddiye vereceğiz.
Birincisi:
Yusuf (aleyhisselam) hapishanede zayıf bir haldeyken, hapishaneye atılmış bir durumdayken bile O’nun apaçık bir hedefi ve apaçık bir davası vardı.
Diyordu ki: ‘‘Ey hapishane arkadaşlarım, farklı farklı Rabler mi hayırlıdır yoksa bir ve kahhar olan Allah mı? Siz Allah’ı bırakıp; sadece sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlere tapıyorsunuz. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir.’’ (Yusuf/39-40)
Öyleyse Yusuf (aleyhisselam) insanları tevhide davet ediyordu. Ve burada da Yusuf (aleyhisselam) Allah’ın indirdiği ile hükmetmemenin tevhidi bozan bir hal olduğunu açıklıyor. Çünkü davetini şu sözü ile tamamlıyor: ‘‘Hüküm ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”(Yusuf/40)
Burada zoraki bir soru belirmektedir. Yusuf (aleyhisselam), zayıf durumunda bile bütün gücü ile bu sözü söylerken yeryüzünde yönetici olduktan sonra mı -ayette geçtiği gibi; ‘’Biz Yusuf’a temkin verdik’’ (Yusuf/56)– davetin aslından taviz verecek? Dinin aslından taviz mi verdi? Öyle ki, Allah’ı tevhid etmek Allah’ı hükmünde birlemektir.
İkincisi:
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
‘‘İşte Biz, böylece ondan fenalığı ve fuhşu bertaraf ettik. Çünkü o, ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandı.’’ (Yusuf/24)
Biliyorsunuz ki Allah, Yusuf’u (aleyhisselam) zina gibi bir suça düşmekten korudu. Allah, zinaya düşmekten koruduğunu Allah’ın indirdiği hükümlerin haricindeki hükümlerle hükmetmeye düşmekten korumaz mı?
Çünkü Allah’ın indirmediği hükümlerle hükmetmek en rezili ve en kötüsüdür.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
‘‘Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.’’(Maide/44)
Allah Teâlâ zina eden için, ‘’Zina edenler kâfirlerin ta kendileridir.’’ dememiştir. Allah Teâlâ zinadan koruduktan sonra, Mısır’ın azizi ile birlikte Allah’ın indirdiği hükümlerin haricindeki hükümlere iştirak etmekten mi korumayacak?
Üçüncüsü:
Yusuf (aleyhisselam) en değerli, şeref olarak en yüce ve en kerimdir. Masum olduğu bilininceye kadar hapisten çıkmayı reddetmiştir. Biliyorsunuz ki; o, hapishanede uzun bir süre kalmıştır. Müfessirler bu sürede ihtilaf etmişlerdir. Kimisi 20 senden fazla derken kimisi 20 seneden az demiştir. Yani uzun seneler. Sonra sevindirici haber gelir de, ona der ki; ‘’Kral seni şahsen çağırmaktadır. Rüya tabirin kralın çok hoşuna gitti ve o senin kendisine yakın olmanı istiyor.’’ Yusuf (aleyhisselam) bunu reddetti. Ve dedi ki: ‘‘Efendine geri dön. Çünkü ben bu iftira hala üzerimdeyken buradan çıkmayacağım. Ben şahsiyetimi zedeleyen en küçük şey bile varken buradan çıkmam.’’ Ve dedi ki: “Efendine dön de, ellerini kesen o kadınların derdi ne idi, diye sor. Şüphesiz Rabbim onların hilesini hakkıyla bilendir.” (Yusuf/50)
Burada zoraki bir soru belirmektedir:
Kendi nefisinin ve şahsiyetinin hakkı için ısrar eden kişi Allah’ın hakkını unutur mu? Şahsiyetini korumak için hapisten çıkmayı reddeden kişi Allah’ın hakkında taviz verir mi? Bu kişi, mesele Allah’ı tevhid etme ve hükmünde O’nu birleme olunca mı taviz verecek?
Dikkat edin, Yusuf’un (aleyhisselam) hapiste kalması için hiçbir maslahat yoktur. O, ‘’Vallahi ben hapisten çıkacağım ve krala yakınlaşanlardan olup davetimi yayacağım ve sonradan da suçsuzluğum anlaşılacaktır.’’ deme imkânına sahipti. Velâkin peygamberlerin hiçbirisinde taviz vermek yoktur. Peygamberler insanların en şereflileri, en değerlileri, en yüceleridir.
Dördüncüsü:
Kralın Allah’ın indirdiği ile hükmetmediğini kim söyledi? Bu iddiayı kim ortaya attı?
Taberi, İbni Kesir, Ebu Suud, Sağlebi ve müfessirlerden başkaları kralın Müslüman olduğunu nakletti.
Bagavi, Mücahit ve başkaları dediler ki -Mücahit İbni Abbas’ın talebesidir- : ‘’Yusuf (aleyhisselam) kralı İslam’a davet etti, kral ve birçok insan Müslüman oluncaya kadar güzel muamelede bulunmaya devam etti.’’
Tabii bu, kuranın siyakından alınmaktadır. Allah Teâlâ şöyle demiştir: ‘‘Onunla konuşunca (yani kral, Yusuf aleyhisselam ile konuşunca) dedi ki: ‘‘Şüphesiz bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir bir kişisin.’’ (Yusuf/54)
Yusuf (aleyhisselam) kral ile konuşurken ona ne söyledi, yani adet olarak peygamberlerin insanlara söylediği şey nedir? Yani Yusuf (aleyhisselam) kraldan ay sonu için zam mı istedi ya da oğlunu üniversiteye sokmasını mı ya da ‘’Ey kral keşke akrabalarımı yanında bakan yapsaydın.’’ mı dedi? Hiç bu tür şeyler Yusuf (aleyhisselam) için düşünülebilir mi?
Peygamberlerin sözü, Yusuf’un (aleyhisselam) hapisteyken yaptığı davetin aynısıdır. Yusuf (aleyhisselam) karşılaştığı her bir kişiye ‘’Farklı farklı Rabler mi hayırlıdır yoksa bir ve Kahhar olan Allah mı?’’ diyordu. Allah (subhanehu ve teâlâ) onun bu vazifesini hayattaki en önemli şey kılmıştır.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
‘‘Andolsun biz, her ümmete, ‘Allah’a kulluk edin, tağuttan kaçının.’ diye peygamber gönderdik.’’ (Nahl/36)
İşte bu onların sözüdür. Kur’an siyakının vermiş olduğu zann-ı galipten dolayı, kral Müslüman olmuştu.
Beşincisi:
Birisi şöyle söyleyebilir; ‘’Eğer kral Müslüman olmuş ise Allah Teâlâ’nın Yusuf’u (aleyhisselam) vasıflandırdığı şu ayeti ne anlama geliyor: ‘‘Yusuf kardeşini kralın dinine göre alıkoyamazdı.’’ (Yusuf/76)
İnsanlar Yusuf’un (aleyhisselam) kardeşi hırsızlık yapıp kralın kabını çaldığını sandıklarında, Yusuf (aleyhisselam) diğer kardeşlerine ‘’Bunun cezası dininizde nedir?’’ diye sordu. Dediler ki; ‘’Hırsızın cezası kimin malını çalmış ise onun yanında köle olarak kalmasıdır.’’ Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: ‘‘ Yusuf kardeşini kralın hükmüne göre alıkoyamazdı.’’
Birinci olarak din kelimesi, şeriatımızda birçok yerde kanun ve nizam anlamında kullanılmıştır. Yani kralın kanunu, kralın hükmü; Yusuf’un (aleyhisselam) kardeşini alıkoymasına müsade etmiyordu.
Birisi şöyle diyebilir: ‘’Hani siz az önce kralın Yusuf’un (aleyhisselam) dininde olduğunu söylemiştiniz?’’
Kardeşler, Yusuf (aleyhisselam) İsrailoğulları’na peygamber olarak gönderilmiştir. Bütün peygamberler insanların hepsini tevhide davet etmekle emir olunmuşlardır. Velâkin şeriatlar değişebilmektedir.
‘‘Biz her ümmete bir rasul gönderdik.’’ (Nahl/36)
Sadece Muhammed’in (aleyhisselam) şeriatı tek başına insanların hepsine gönderilmiştir.
Kralın Mısır halkı için olan hükmü, Yusuf (aleyhisselam) ile gönderilen şeriata muhalifti. Bu sebepten dolayı, Yusuf (aleyhisselam) için herhangi bir sıkıntı yoktu çünkü o, Mısır halkına gönderilmemişti; bilakis o, İsrailoğulları’na gönderilmişti. Ama bütün insanları tevhide çağırmakla mükellefti. Burada önemli olan; Yusuf’un (aleyhisselam), İsrailoğulları’na Yakub’un (aleyhisselam) şeriatından başka bir şeriatı tatbik edip etmemesidir.
Burada kralın önceki bir şeriat üzere kalıp muvahhit bir şekilde Yusuf’un (aleyhisselam) gönderildiği dine tabi olması mümkündür. Çünkü Yakub’un (aleyhisselam) şeriatı, İsrailoğulları içindi; Mısır halkı için değil.
Ayet-i kerime, nas olarak Yusuf’un (aleyhisselam) kardeşi için kralın dinini tatbik edemeyeceğini belirtiyor: ‘‘Yusuf kardeşini kralın dinine göre alı koyamazdı.’’ Yusuf (aleyhisselam) kralın ne nizamını ne de kanunu uygulamadı ve ona iltizam da etmedi. O halde nasıl deriz ki, Yusuf (aleyhisselam) Allah’ın indirmediği hükümler üzerinde iştirak etmiştir.
Altıncısı:
Yusuf (aleyhisselam) şartsız bir şekilde mutlak olarak tasarruf hürriyetine sahipti. Kral ona ne söyledi: ‘‘Şüphesiz bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir bir kişisin.’’ Yani, ‘’İstediğini yap. Sen tam tasarrufat hürriyetine sahipsin. Bütün haklar sana aittir.’’
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
‘‘Ve böylece Yusuf’a orada dilediği gibi hareket etmek üzere ülke içinde iktidar verdik…’’ (Yusuf/56)
Yani idaresi altında istediğini yapıyordu. Bu idare içerisinde kralın rızası şartı asla yoktu.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: ‘‘Ve böylece Biz, ona iktidar verdik.’’ Salih kullar kendilerine temkin verildiğinde ne gerçekleşir?
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
‘‘Onlar öyle kimselerdir ki, şayet kendilerine yeryüzünde imkân ve iktidar versek, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, iyiliği emreder ve kötülüğü yasaklarlar. Bütün işlerin akıbeti Allah’a aittir.’’ (Hacc/41)
Allah’a yemin olsun ki, Yusuf (aleyhisselam) için bu sayılanların hepsini eda etmekten başkası düşünülemez.
Yusuf’un (aleyhisselam) mevkisinin bedeli hangi açıdan olursa olsun teröristleri cezalandırmaya yönelik yapılan antlaşmaya atılan imzalar ve mücahitlere karşı savaşmak ve cihadı kıyamet gününe kadar yasaklamak olmamıştır. O mevkisini bu tür şeyler karşılığında elde etmemiştir.
Allah için sizlere söylüyorum, Yusuf (aleyhisselam) dini bir şeyden taviz vermiş midir? Velâkin üzüntüyle söylemek gerekirse, bu batıl istidlaller sadece Harun’dan (aleyhisselam) ve Yusuf’tan (aleyhisselam) ibaret değildir. Bu batıl istidlaller peygamberlerin efendisi, bizim efendimiz ve insanoğlunun efendisi Muhammed ibni Abdullah’a (aleyhisselam) kadar ulaşmıştır.
Tercüme:Ensar Mescidi
Kaynak:http://www.ummetislam.org/dr-iyad-k...rlerin-fiillerinden-delil-getirmeleri-1-bolum