2133- Ebû Hurayra (r.anh)’den rivâyete göre, şöyle demiştir:
Kader konusunda birbirimizle munakaşa etmekte iken Rasûlullah (s.a.v.) üzerimize çıkageldi o kadar kızdı ki yüzü kızardı yanaklarından sanki kan fışkıracaktı, sonra şöyle buyurdu:
“Size bu konuda munakaşa mı emredildi yoksa ben bu konular için mi? gönderildim. Sizden önceki toplumlar bu konuda munâkaşa ettikleri için helak olup gittiler. Bu konuda munâkaşa etmemenizi istiyorum bu konuda munâkaşa etmemenizi istiyorum.”
(Tirmizi , Kader, bab, 2139)
Tirmizî: Bu konuda Umer, Âişe, Enes’den de hadis rivâyet edilmiştir.
Bu hadis gârib olup sadece Salih el Murrî’nin rivâyetiyle bilmekteyiz. Salih el Murrî’nin tek başına rivâyet ettiği pek çok hadis vardır ki onlara asla uyulmaz.
Dua etmekte kaderdir !
Allah (c.c) her şeyi meydana gelmeden önce ezelî ilmi ile bilip, onların vasıf ve özelliklerini, yerini ve zamanını takdir ve tesbit ederek "Levh-i Mahfuz"a yazmıştır.
"(Gerek) yeryüzünde ve (gerek) kendi nefislerinizde herhangi bir musibet gelmemiştir ki, bu Bizim onu yaratmamızdan önce kitabda (yazılmış) olmasın. Şubhesiz ki bu Allah'a göre kolaydır" (Hadid, 22).
"De ki; Allah'ın bizim için yazdığından başka bir şey bize isabet etmez" (Tevbe 51).
Allah'ın kazası "Levh-i Mahfuz" da yazılı olan kaderine daima uygun olarak tecelli eder.
Her şeyin yaratıcısının Allah olduğu, O'nun irade ve meşietinin mutlaka olup bunun hilâfına bir şeyin vuku bulmasının mümkün olmadığı, Kur'ân'da açık açık ifade edilmektedir. Buna rağmen kul, yaptıklarından dolayı hesaba çekilecek; mukâfat ya da ceza görecektir. Kulun sorumluluğunun gerekçe ve dayanağı nedir? Kulun davranış hürriyeti var mıdır ki sorumlu tutulmaktadır?
Bu konuda üç temel görüş ileri sürülmüştür. Bu görüşlerden birini, kader konusuyla çok meşgul olmaları sebebiyle olacak ki, Kaderiyye diye isimlendirilen Mutezile; diğerini Cebriyye; üçüncüsünü de Ehl-i Sünnet temsil etmektedir.
Kaderiyye (Mutezile) Mezhebinin Kâder Anlayışı
(Kaderi reddettiği için Kaderiyye adını almıştır.)
Kullar, iradelerinde tamamen bağımsızdır. Zira Mutezileye göre irade fiildir. Bunda Allah'ın bir rolü yoktur. Bir bakıma insan, fiillerinin yaratıcısıdır; onları işleyip işlememekte tamamen serbesttir. Özellikle kötü fiiller açısından bu böyledir. "Allah'ın iradesi kötü fiillere taalluk etmez. O sadece iyiyi diler" (Kâdî Abdulcebbâr, Şerhu Usuli'l-Hamse, Kahire 1965, 431)
Kaderiyyeyi bu görüşe sevk eden âmil, beş temel prensiplerinden biri olan "Allah'ın adaleti" ne bakış açılarıdır. Onlara göre, Allah'ın kullarının fiillerinde bir etkisinin olmaması, adaletinin ve kullara zulm etmemesinin bir gereğidir. Eğer Allah, kulun kötü bir fiilî yapmasında bir katkısı varsa, sonra da kulu bu kötü fiilinden dolayı cezalandırıyorsa, bu, O'nun adaletiyle bağdaşmaz. O halde kul, tamamen bağımsız olmalı ki, yaptıklarından dolayı hesaba çekilebilsin.
Bu mezheb kader meselesini şöyle örneklendirir; Mesela ben bir adam öldürdüm. Bunda Allah'ın ne gibi kaderi olabilir. "Bunu kendi irademle yaptım. Ben yaptım, ben ettim. Şu ağaçtan meyveyi koparıp yedimse, ben istediğim için oldu, bunda Allah'ın bir takdiri, iradesi yoktur. Bu benim isteğime bağlıdır", diyerek Allah (c.c.)'nın Kulli iradesini yok saymış ve "ben yaptım, ben ettim , istersem olur veya istediğim için oldu, yaptım" sapkınlığını deil getirir.
Bu görüşleri için ileri sürdükleri delillerden bir kaçı şöyledir:
"Bu bir öğüttür. Dileyen, Rabbine varan bir yol tutar." (Kehf 29)
".... Eğer (o süre) içinde dönerlerse Allah bağışlayan, merhamet edendir." (Bakara, 226)
"İşte bu ellerinizin yapıp öne sürdüğü işler yüzündendir. Yoksa Allah, kullara zulm edici değildir. " (Enfal 51).
"Bir millet, kendi durumlarını değiştirmedikçe Allah onların durumlarını değiştirmez" (Ra'd 11).
Görüldüğü gibi bu âyetlerde kulların fiilleri kendilerine isnad edilmektedir.
Peygamber (s.a.v.) de bir hadiste şöyle buyurmaktadır:
"Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Sonra ana-babası onu ya Yahudileştirir, ya Mecusileştirir, yahut Hristiyanlaştırır... "
(Muslim, Kader 25).
Hatta kaderi mazeret olarak ileri sürenlere karşı Allah, bu mazeretlerinin doğru olmadığını, yaptıklarının kendilerine ait olduğunu söylemektedir:
"(Allah'a) ortak koşanlar: Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız O'ndan başka hiç bir şeye tapmazdık ve O'nsuz hiç bir şeyi haram kılmazdık dediler. Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Peygamberlere düşen yalnız açıkça tebliğ etmek değil mi" (Nahl, 35).
Mutezile içerisinde kaderi inkâr etmekte o kadar aşırı gidenler vardır ki, bunlar, insanların ne yapacakları konusunda Allah'ın önceden bir bilgisinin bulunduğunu dahi inkâr ederler ve kul, kendi iradesiyle karar verib o fiili işledikten sonra ancak Allah'ın o şeyden haberdar olduğunu söylerler.
Cebriyye Mezhebinin Kâder Anlayışı
Cebriyye mezhebinin görüşü Kaderiyye mezhebine reaksiyon olarak ortaya çıkan Cebriyye mezhebine göre, insanın hiçbir irâdî hurriyeti yoktur. Allah önceden her şeyi takdir etmiştir. Kul, bu takdir edilmiş şeyleri yapmak zorundadır. Yukarıdan gelen su nasıl aşağıya doğru akmaya, yukarıya fırlatılan taş nasıl geri dönmeye mahkûm ise, insan da kâderinde yazılı olan şeyleri yapmağa mahkûmdur. İnsan âdeta önceden programlanmış bir robot gibidir. Nasıl programlanmışsa, onu yapar.
Bu mezheb kader meselesini şöyle örneklendirir; Mesela ben bir adam öldürdüysem, bunda yapacak bir şeyim (iradem yoktu), mecbur yaptım. Mecbur terimi zaten cebr kökeninden geldiğinden cebriyye ile ilişkilidir. Yani adamı öldürmemi Allah c.c. benim kaderime yazdı, ben zaten kurtulamazdım, mecbur işledim" diyerek kendi cuz-i iradelerine yok sayarak bütün günah ve sevabı, yaptırımı Allah c.c.'nin üzerine atarlar.
(Bu sapıklara iki tokat atıb; "ben vurnak istemedim , Allah (cc.) mecbur vurdurdu" diyerek tepkisini görmek gerekir)
Bu sapkın görüşe göre, Allah c.c. kullarını nasıl mahkeme etsin? Allah el Adl iken ez Zalim yaptıklarının farkına değillerdir?
Cebriyye'nin bu görüşlerine dayanak olarak ileri sürdükleri naslardan bir kısmı şöyledir:
"Allah birini şaşırtmak isterse, sen onun için Allah'a karşı hiç bir şey yapamazsın. Onlar öyle kimselerdir ki Allah, onların kalblerini temizlemek istememiştir." (Maide 41).
"Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun göğsünü İslâm'a açar; kimi de saptırmak isterse onun göğsünü, (o kimse) göğe çıkıyormuş gibi dar ve tıkanık yapar." (En'am 125).
De ki: " Size bir kötülük istese veya size rahmet dilese sizi Allah'tan kim korur?" (Ahzâb 17)
"Alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz." (Tekvir 29).
Kulun iradesizliği yanında, sorumluluğunu hangi temele dayandıracağını izah etmekten aciz kalan Cebriyye, zamanla bilgin ve düşünürler arasında yok olub gitmeye mahkûm oldu. Ancak zaman zaman ümmetin bu düşüncenin etkilerinden kurtulduğu söylenemez.
Ehl-i Sunnet Mezhebin Kader Anlayışı
Ehl-i sunnet mezhebinin görüşlerini incelerken göreceğimiz gibi, bu fırkaların her ikisi de nassları tek yönlü almış; karşı tarafın ileri sürdüğü delilleri görmezlikten gelmiştir.
Ehl-i sünnetin görüşü Ehl-i sünnetin ilk dönemlerini temsil eden selef âlimleri, başlangıçta böyle bir problem üzerinde detaylı bir şekilde durmamışlardır. Belki de böyle bir konu üzerinde durma ihtiyacını duymamışlardı. Onların mesele üzerinde durmaları, Kaderiyye ve Cebriyye'nin görüşlerini reddetmekle başlar.
Selef, hem Kaderiyye'nin, hem de Cebriyye'nin görüşlerini naslara uygun görmemişlerdir.
Onlar, bu konudaki nassların hepsini bir bütün olarak değerlendirmişlerdir. Böylece ileri sürdükleri görüş de, her iki fırka arasında orta yolu tâkib eden bir görüş olmuştur.
Buna göre Allah'ın iradesi mutlak ve kullî bir iradedir. İradesinin hilâfına hiçbir şey meydana gelmez. O'nun saltanatında irade etmediğinin vuku bulması, ya unutma ve gafletinden, ya da acizlik ve zaafından kaynaklanır ki; haşa Allah hakkında böyle bir şey söz konusu olamaz.
Kula irade ve seçme hurriyetini veren, bizzat Allah'ın kendisidir. İnsana iyi ya da kötüyü seçme kabiliyetini O vermiştir. O halde insan, iradesini kullanırken Allah'ın iradesinin dışına çıkmamaktadır.
Kul, kendisine verilen irade ile seçimini yapar. Allah Teâlâ, kulların kendi fiillerini yapma ve kesb etme hürriyetine sahib olduklarını açıkça ifade etmektedir:
"Dilediğinizi işleyin, doğrusu O, yaptıklarınızı görendir. " (Fussilet 41)
"Kim yararlı bir iş işlerse kendi lehinedir, kim de kötülük işlerse kendi aleyhinedir. Rabbin kullara karşı zalim değildir." (Fussilet 46).
Ama kul bu hurriyeti kullanırken kesin olarak kendisine bu irade gücünü verenin Allah olduğunu bilmelidir. O'nun iradesi dahilinde bunları yapmaktadır; Allah Teâlâ dilemezse, hiç bir şey yapamaz.
"Kul seçimini yapar ama yaratma Allah'a aittir. "O, her şeyin yaratıcısıdır." (En'am, 102).
O halde yapılan iş, yaratma yönüyle yüce Allah'a; kesbedilmesi ve işlenmesi yönüyle kula aittir. Bu sebeble de sonucundan sorumludur.
Kul, irade ve isteğinin dışında kalan durumlardan sorumlu tutulmayacaktır. "Allah, kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. " (Bakara, 286)
İrade problemini karmaşık hale getiren hususlardan birisi, aslında meydana gelmesi söz konusu olmayan farazî sorulara cevab vermek isteğinden kaynaklanmaktadır. Bunlardan en önemlisi şudur:
Allah bir şeyi irade buyururken kul aksini irade eder ve bunun zıttını yapmayı arzu ederse ne olur?
Elbette ki böyle bir soruya: "Allah'ın dilediği olur" karşılığı verilecektir. Ancak dikkat edilirse bu soruda Allah ve kul, çekişen iki yarışmacı konumuna sokulmuştur. Böyle bir şey söz konusu olamaz ki buna cevab aransın. En azından cevab aransa bile meselenin tamamen nazarî olduğu bilinmelidir. Hâşâ Allah, kuluyla yarışa girmez. Kula irade ve seçme yetkisini kendisi vermiştir onu burada özgür bırakmıştır. O halde kul, şu veya bu seçimi yaparken Allah'ın iradesi sınırları çerçevesinde bu seçimi yapmaktadır. Allah'ın iradesiyle kulun iradesinin karşı karşıya gelmesi diye bir durum söz konusu değildir.
Bu konuda ileri sürülen bir diğer farazî soru da sudur:
Kul, daha önce belirlenmiş olan kaderinde yazılı olanın aksine bir şeyi yapmak isterse, bunu yapma yetkisi var mıdır?
Eğer Allah Teâlâ, zamanla kayıtlı olmayan, yani geçmiş ve geleceği bütün teferruatiyle bilen bir bilgiye sahib bulunmasaydı, belki böyle bir soru söz konusu olabilirdi. Allah Tebârak ve Teâlâ, kulun bunu mu, yoksa şunu mu seçeceğini; niyetinin nerede ve ne zaman değişeceğini bilir; kaderini de bu bilgisiyle tayin eder. Daha açık bir ifadeyle; kul, yaptığı bir şeyi kâderinde yazılı olduğu için yapıyor değil; o şeyi yapacağı için Allah kâderine onu yazmıştır. Bu sebebledir ki, yaptıkları kötü ameller konusunda kaderlerini gerekçe olarak ileri süren muşriklerin bu iddiaları Kur'an'da reddedilmektedir:
"Allah'a, ortak koşanlar Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız O'ndan başka hiç bir şeye tapmazdık ve O'nsuz hiç bir şeyi haram kılmazdık dediler. Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Peygamberlere düşen yalnız açıkça tebliğ etmek değil mi?" (Nahl, 35)
2148- Ebû Huzâme (r.anh)’ın babasından rivâyete göre: Bir adam Rasûlullah (s.a.v.)’e geldi ve şöyle dedi:
“Ey Allah’ın Rasûlu, okumak ve ilaç kullanmak şeklindeki tedavi yollarımız ve yaptığımız perhizlerin Allah’ın kaderinden bir şeyi önleyeceği görüşünde misiniz?
Rasûlullah (s.a.v.): "onlarda Allah’ın kâderindendir” buyurdu.
(Muslim, Kader: 4; Tirmizi , Kader, bab, 2148)
Tirmizî: Bu hadisi sadece Zuhrî’nin rivâyetiyle bilmekteyiz. Pek çok kimse aynı hadisi Sufyân vasıtasıyla Zuhrî’den, Ebû Huzâme’den ve babasından rivâyet etmişlerdir ki bu rivâyet daha sağlamdır. Yine değişik kimseler Zuhrî’den, Ebû Huzâme’den ve babasından aynı hadisi bize rivâyet etmişlerdir.
2140- Enes (r.anh)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), sık sık “Ey kalbleri halden hale değiştiren Allah’ım kalbimi dinin üzere sabit kıl" demeyi çokça yapardı.
Ey Allah’ın Rasûlu dedim, sana ve getirdiğin şeriata inandık bu durumda hala bizim hakkımızda korkuyor musun?
Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Evet çünkü kalbler Allah’ın iki parmağı arasındadır, onları dilediği şekilde evirip çevirir.”
(Muslim, Kader: 3; Tirmizi , Kader bab, 2140)
Tirmizî: Bu konuda Nevvâs b. Sem’an, Ummu Seleme, Abdullah b. Amr ve Âişe’den de hadis rivâyet edilmiştir. Bu hadis hasendir. Aynı şekilde pek çok kişi bu hadisi böylece Â’meş’den, Ebû Sufyân’dan ve Enes’den rivâyet etmişlerdir. Bazıları da Â’meş’den, Ebû Sufyân’dan, Câbir’den rivâyet etmişlerdir. Ebû Sufyân’ın Enes’den rivâyeti daha sahihtir.
2139- Suleyman (r.anh)’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kazayı ancak dua önler, ömrü ise ancak iyilik artırır.”
(İbn Mâce, Mukaddime: 10, Tirmizi , Kader bab,2139)
Tirmizî: Bu konuda Ebû Esîd’den de hadis rivâyet edilmiştir. Bu hadis Selman hadisi olarak hasen gâribdir. Bu hadisi sadece Yahya b. Zarîs’in rivâyetiyle bilmekteyiz. Ebû Mevdud iki kişidir. Birisine Fıdda denilir ki bu hadisi rivâyet etmiştir. Basra'lıdır. Diğeri ise Abdulaziz b. Ebû Suleyman’dır ve Medînelidir. Her ikisi de aynı dönemde yaşamışlardır.
7678- Âişe (radiyallahu anhâ)'dan: "Allah Rasulu (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu:
"Kâderden kaçmak bir işe yaramaz. Buna karşılık dua etmek yararlı olur. —Sanırım 'Kader inmedikçe' (dua edilir) dedi— Dua, belâ ile karşılaşır, kıyamete kadar birbiriyle mucadele ederler."
(Bezzâr leyyin bir senedle; Büyük hadis Kulliyatı, Cem'ul fevaid C 4, H. no: 7678, S. 216)
Halife Ömer (r.anh), bize bir uygulamasıyla son derece önemli bir uyarıda bulunmuştur.
Şam’a orduyla giden Halife Ömer (r.anh), şehre yaklaştığı zaman, veba salgını olduğunu haber alır. Bunun üzerine, orduya geri dönülmesi talimatını verir.
Bu durum üzerine, “kader” kavramını anlayamayan ve işin şeklinde kalanlar şaşırırlar ve sorarlar:
Ebu Ubeyde : -Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun yâ Ömer?
Kâderin tekniğini anlamış olan Ömer (r.anh)’ın cevabı hepimize bir derstir:
-Allah’ın kazasından Allah’ın kaderine kaçıyorum!
(Buhari, Tıb, 30; Muslim, Selam, 98)