Ebu (R.A.) Bekir'in Üstünlüğü:
Soru:
İki kişi anlaşmazlığa düştüler. Biri Ebu Bekir (r.a.) ve Ömer'in (r.a.) Ali'den (r.a.) daha alim ve fakih olduğunu söylerken, diğeri Ali'nin (r.a.) ikisinden daha alim ve fakih olduğunu söylemiştir. Bunlardan hangisi doğrudur? "En büyük kadınız (doğru hüküm veren) Ali'dir.10[10] "Ben ilim şehriyim, Ali de onun kapısıdır. 11[11] Bu hadisler sahih midir? Sahih iseler, Ali'nin Ebu Bekir ve Ömer'den daha alim ve fakih olduğuna işaret ediyor mu? Birisi, Ali'nin (r.a.) Ebu Bekir (r.a.) ve Ömer'den daha alim ve fakih olduğunda müslümanların icmaı vardır iddiasında bulunursa, doğru mu söylemiş, hata mı etmiş olur? 12[12]
Cevap:
Allah'a hamdolsun. Sözü dinlenir İslam alimlerinden hiçbiri Ali'nin, Ebu Bekir ve Ömer'den daha alim ve fakih olduğunu söylememiştir. Hatta sadece Ebu Bekir'den de daha alim ve fakih olduğunu söyleyen çıkmamıştır. Bu konuda icma olduğunu iddia eden kimse, insanların en cahili ve yalancısıdır. Aksine Ebu Bekir'in Ali'den daha alim olduğuna dair alimlerin icmaı olduğunu bir çok kişi belirtmiştir. 7
Mansur İbn Abdilcabbar es-Sem'ani el-Mervezi13[13] bunlardandır. Şafii'nin ashabından ve Ehl-i Sünnet imamlarından olan bu alim "Takvimu'l-Edille AIa'1-İmam" adlı kitabında, Ebu Bekir'in Aliden daha alim olduğuna dair Ehl-i Sünnet alimlerinin icmaı bulunduğunu belirtmiştir. Tanınmış herhangi bir imamın buna muhalefet ettiğini bilmiyorum.
Ebu Bekir (r.a.) nasıl daha alim olmasın? Rasulullah'ın (s.a.v.) yanında fetva veriyor, emir ve nehiy yapıyor, hüküm veriyor ve hitap ediyordu. Rasulullah'la beraber halkı İslam'a çağırmaya çıktığında da bunu yapıyordu. Hicret günü, Huneyn günü ve Rasulullah'la beraber bulunduğu başka günlerde yine Ebu Bekir konuşuyor, Rasulullah da dinleyip tasvip ediyor ve söylediklerini beğeniyordu. Bu mertebe başkasına nasip olmamıştır.
Rasulullah (s.a.v.) ashaptan ilim, fıkıh ve re'y sahipleriyle danıştığında Ebu Bekir'e ve Ömer'e öncelik tanıyordu. Konuşmada ve ilimde ikisi ashabın diğerlerinden önde gelirlerdi. Bedir esirleri hakkındaki danışmasında olduğu gibi. Bu konuda ilk konuşan Ebu Bekir ve Ömer'dir (r.a.). Başka konularda da böyledir.
Hadiste:
"Bir konuda ikiniz anlaşırsanız ben size muhalefet etmem. 14[14] dendiği rivayet edilmiştir. Onun için alimlerin bir görüşüne göre, "ikisinin görüşü" hüccettir. İmam Ahmed'den gelen iki rivayetten biri de bu şekildedir. Ama Osman ye Ali'nin görüşü için böyle değildir.
Sünen kitaplarında Rasulullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğu kaydedilir:
"Benden sonra Ebu Bekir ve Ömer'e uyunuz.15[15]
Başkası için böyle söylememiştir. Şöyle dediği de sabittir:
"Benim ve benden sonra raşid halifelerin sünnetine sarılınız , azı dişleriyle tutunuz, ortaya çıkan şeylerden sakınınız, şüphesiz her bidat sapıklıktır. 16[16]
Raşid halifelerin sünnetine uyulmasını emretmiştir. Bu da dört halifeyi kapsamaktadır. Ebu Bekir ve Ömer'e uyulmasını özellikle belirtmiştir. Fiillerinde ve müslümanlara gösterdiği şeylerde kendisine uyulan kişinin mertebesi, sadece gösterdiği şeylerde kendisine uyulanın mertebesinden üstündür. Ashabın Rasulullah'la 8
beraber olduğu bir yolculukta Rasulullah'ın şöyle buyurduğu kaydedilir:
"İnsanlar Ebu Bekir ve Ömer'e itaat ederse, doğruyu bulurlar. 17[17]
İbn Abbas'ın Allah'ın Kitabı'yla fetva verdiği bir konuda, orada hüküm bulamamışsa Rasulullah'ın (s.a.v.) sünnetiyle, orada da bulamamışsa Ebu Bekir ve Ömer'in görüşüyle fetva verdiği sabit olmuştur. Osman (r.a.) ve Ali'nin görüşüyle ise fetva vermemiştir. Ümmetin deryası, fakihi ve ashabın en alimi olan İbn Abbas, Ebu Bekir ve Ömer'in görüşünü öne alıyor ve görüşleriyle fetva veriyordu. Rasulullah'ın (s.a.v.):
"Allah'ım, onu dinde fakih yap ve tevili ona öğret. 18[18]buyurduğu sabittir.
Sonra Ebu Bekir ve Ömer'in Rasulullah'a yakınlığı ve onunla beraberliği başkalarının ona yakınlık ve beraberliğinden fazladır. Özellikle Ebu Bekir'in yakınlığı ve beraberliği daha fazladır. Bütün, gece onun yanında sohbet eder, Rasulullah ona ilim, din ve müslümanların maslahatlarından anlatırdı. Nitekim Ebu Bekr İbn Şeybe rivayet ederek Ebu Muaviye'nin, A'meş'ten, o da İbrahim'den, o da Alka-me'den, Ömer'in şöyle dediğini kaydetmektedir:
"Gece Rasulullah müslümanların bir işini Ebu Bekir'in yanında görüşüyor ben de onunla beraber bulunuyordum."
Buhari ve Müslim, Abdurrahman İbn Ebi Bekr'den şunu rivayet etmektedirler:
"Suffe ashabı fakir kimselerdi. Rasulullah onlarla ilgili şöyle buyurdu:
"Yanında iki kişilik yiyeceği olan üç kişi götürsün yanında dört kişilik yiyeceği olan beş veya altı kişi götürsün."
Ebu Bekir, üç kişi getirdi. Rasulullah on kişi getirdi, Ebu Bekir akşam yemeğini Rasulullah'ın (s.a.v.) yanında yedi ve yatsı namazı kılınıncaya kadar oturdu. Sonra bir daha geldi ve Rasulullah (s.a.v.) uyuklayıncaya kadar oturdu. Gece çok geç vakitte evine geldi. Eşi ona:
"Niçin misafirlerine bakmadın?" dedi, o da:
"Yedirmedin mi? deyince, yemediler ve senin gelmeni beklediler, dedi, yemek getirildi ve yenildi."
Bir rivayette de:
"Geceye kadar Rasulullah'la sohbet ederdi" denilmektedir.19[19]
Hicret yolculuğunda Rasulullah'ın yol arkadaşı sadece Ebu Bekir'di. 9
Bedir günü de çardakda Ebu Bekir'den başka kimse kalmadı. Rasulullah (s.a.v,) şöyle buyurmuştur:
"Sohbeti ve malıyla Ebu Bekir bize herkesten çok lütufta bulundu, insanlardan dost edinseydim Ebu Bekir'i edinirdim.20[20]
Sahih hadis kitaplarında bu. birçok yönden rivayet edilen en meşhur hadislerdendir.
Buharı ve Müslim. Ebu'd-Derda'dan rivayet ediyorlar:
"Rasulullah'ın yanında oturuyordum. O anda Ebu Bekir dizi görünecek kadar eteğini çekerek çıkıp geldi. Rasulullah (s.a.v.):
"Arkadaşınız hayrı önce işledi" dedi. Ebu Bekir selam verdi ve:
'İbnu'l-Hattab'la aramızda bir durum oldu, acele davrandım, sonra pişman oldum ve bağışlamasını istedim, kabul etmedi. Onun için sana geldim" dedi. Rasulullah üç defa:
"Allah seni bağışlasın" dedi. Sonra Ömer pişman olmuş, Ebu Bekir'in evine gitmiş, bulamayınca Rasulullah'a çıkıp gelmişti. Rasulullah (s.a.v.) yüzünü asmağa ve içerlemeğe başladı. Öyle ki, Ebu Bekir sakındı ve iki defa:
"Ben haksızlık yaptım" dedi. Rasulullah şöyle buyurdu:
"Allah beni size gönderdi. Siz yalanladınız. Ebu Bekir ise tasdik etti, malı ve canı ile destekledi. Arkadaşımı bana bırakır mısınız?" dedi ve bunu üç defa tekrarladı. 21[21] O olaydan sonra eziyet edilmedi.
Buhari ve Müslim'de İbn Abbas'tan şöyle bir rivayet yer almaktadır:
"Ömer yatağına konuldu, kefenlendi ve kaldırılmadan Önce halk ona dua etti, övdü ve namazını kıldı. Ben de aralarındaydım. Bir adam beni çok telaşlandırdı. Arkadan omuzlarımı tuttu. Dönüp baktığımda, Ali, Ömer'e rahmet okuyor ve şöyle diyordu:
"Ameliyle Allah'ın huzuruna çıkabilecek senden daha sevimli kişi geriye bırakmadım. Allah'a yemin olsun ki, Allah'ın seni iki arkadaşınla beraber kılacağını sanıyorum. Çünkü çok zaman Rasulullah'ın şöyle dediğini duyardım:
"Ben, Ebu Bekir ve Ömer'le geldik, Ebu Bekir ve Ömer'le girdik, Ebu Bekir ve Ömer'le çıktık." Allah'ın seni onlarla beraber kılmasını sanıyorum (veya umuyorum).22[22]
Buharı, Müslim ve diğer kitaplarda şöyle kaydedilmektedir:
"Uhud günü müslümanlar başarılı olamayınca, Ebu Süfyan:
"Muhammed aranızda mıdır?" dedi ve bunu üç defa tekrarladı. 10
Rasulullah:
"Ona cevap vermeyin" dedi.
''Aranızda Ebu Bekir (îbnu Ebu Kuhafe) var mıdır?" dedi ve bunu üç defa tekrarladı. Rasulullah:
"Cevap vermeyiniz" dedi.
"Aranızda Ömer (İbnu'l-Hattap) var mıdır? dedi ve bunu üç defa tekrarladı. Rasulullah:
"Cevap vermeyiniz" dedi. Ebu Sufyan arkadaşlarına:
"Bunlardan kurtuldunuz" dedi. Ömer dayanamayıp şöyle dedi:
"Yalan söylüyorsun, Allah'ın düşmanı! Saydığın kişiler yaşıyor. Hoşlanmadıkların yaşıyor..."
Kafirlerin lideri o durumda sadece Rasulullahı, Ebu Bekir'i ve Ömer'i soruyor. Çünkü bunların müslümanların liderleri olduğunu biliyor, Rasulullah ve iki veziri!
Onun için Harun Reşid, Malik İbn Enes'ten Rasulullah'ın hayatında Ebu Bekir ve Ömer'in yerini sormuş, o da şöyle demiştir:
"Rasulullah'ın hayatında onların yeri, vefatından sonra ikisinin yeri gibidir. Tam sevgi, kaynaşma, dostluk, ilim ve dinde çokça birlikte olmak ve beraber bulunmak, ikisinin başkalarından daha çok buna layık olmasını gerektirir. Onların durumunu bilen herkes için bu apaçıktır."
Ebu Bekir'e (r.a,) gelince; başkalarının aciz kaldığı ve kendisinin onlara açıkladığı birtakım fıkhi ve ilmi meselelerin üstesinden gelmiş ve nassa aykırı bir görüşü tesbit edilememiştir. Bu da ne kadar güçlü olduğunu gösterir. Başkalarının ise nassa aykırı birtakım görüşleri olmuştur... Çünkü o nasslar kendisine ulaşmamıştır.
Ömer'in (r.a.). nasslara tevafuk ettiği yerler, Ali'nin (r.a.) tevafuk ettiklerinden fazladır. İlim meselelerini ve alimlerin bu meseleler hakkındaki görüşlerini bilen kimseler bunu bilirler. Mesela, kocası Ölen kadının nafakasında olduğu gibi. Bu konuda başkasının değil. Ömer'in görüşü nassa uygun olmuştur. Haram mesele hakkında da sadece onun görüşü nassa uygun olmuştur. Başkasının bu konudaki görüşü ise, nasslara daha yakın olmuştur.
Buharı ve Müslim'de Rasulullah'ın (s.a.v.) şöyle dediği kaydedilmiştir:
"Sizden önceki milletlerde muhaddesler vardı. Ümmetimden böyle biri varsa, Ömer olur.23[23]
Yine şöyle buyurduğu Buhari ve Müslim'de kaydedilmektedir: 11
"Rüyada gördüm ki bana bir bardak süt veriliyor, ondan içiyorum ve tırnaklarıma kadar kanıyorum, sonra artanı Ömer'e veriyorum."
Bunun sizde tevili nedir, ey Allah'ın Rasulü? denilince,
"İlimdir. 24[24] buyurdu.
Tirmizi ve başkalarının rivayetinde:
"Ben size peygamber gönderilmeseydim, Ömer gönderilirdi.25[25] buyurduğu geçmektedir.
Yine, Rasulullah (s.a.v.), İslam'ın direği olan namazı kıldırmak için yerine Ebu Bekir'i (r.a.) görevlendirmiştir, Sonra ibadet meseleleri içinde en girift olan hac menasikini yerine getirmekle de görevlendirmiş ve Rasulullah haccetmeden önce, bu menasiki Ebu Bekir yerine getirmiştir. "Bu yıldan sonra hiçbir müşrik haccetmesin ve Kabe'yi kimse çıplak tavaf etmesin." diye ilan etmiştir. Müşriklerle olan antlaşmaya son verildiğini bildirmek için arkasından Rasulullah, Ali'yi göndermiştir. Ona yetiştiğinde Ebu Bekir:
"Amir misin, memur musun?" demiş, o da "memur" cevabını yermişti. Böylece Ebu Bekir, Ali'yi amir yapmıştır. Hac, yolculuk ahkamı ve başka şeylerde Rasulullah Ali'ye, Ebu Bekir'e itaat etmesini emretmiştir. Bu da Rasulullah'ın Medine'de Ali'yi yerine bıraktığı Tebük gazvesinden sonra idi. Medine'de münafık, özürlü veya suçlu dışında, erkek olarak yalnızca Ali kalmıştı. Ali, Rasulullah'a gelerek:
"Beni çoluk çocukla beraber mi bırakıyorsun?" dedi. Rasulullah ona:
"Musa'nın yerine Harun'un baktığı gibi benim yerime de sen bakmak istemiyor musun?" dedi. 26[26]
Şüphesiz Rasulullah'ın Ali'yi savaşa götürmeyip Medine'de yerine (vekil) bırakması, derecesinin düşmesini gerektirmez. Çünkü Musa da yerine Harun'u bırakmıştı. Rasulullah her zaman yerine adamlar bırakırdı. Ama Medine'de başka adamlar olurdu. Tebük gazvesinde ise Rasulullah bütün müslüman erkekleri yanında götürmüş ve savaştan kimsenin geri kalmasına izin vermemişti. Çünkü yol uzun ve düşman büyüktü. Allah (c.c.) Tevbe Suresini bu savaş münasebetiyle indirmiştir.
Ebu Bekir'in sadakalarla ilgili talimatı en veciz ve en kapsamlıdır. Onun için bütün fakihler onunla amel etmiştir. Başkalarının bu konudaki talimatı ise, önce ve mensuhdur. Bu da Ebu Bekir'in nasih sünneti daha iyi bildiğini gösterir. 12
Buhari ve Müslim'de Ebu Said'den şöyle rivayet edilmektedir:
"Ebu Bekir Rasulullah'ı hepimizden daha iyi biliyordu.27[27]
Ebu Bekir'in hilafeti zamanında da ashab bir meselede anlaşmazlığa düştüğünde, onu Ebu Bekir çözüme bağlar ve anlaşmazlık biterdi. Aralarında anlaşmazlığa düşüp de onun çözümüyle anlaşmalımın ortadan kalkmadığı hiçbir mesele yoktur. Rasulullah'ın vefatı, defnedilmesi, mirası. Üsame ordusunun gönderilmesi, zekat vermeyenlerle savaş gibi büyük meseleler buna örnek olarak gösterilebilir. Rasulullah'ın halifesi ashabın arasında idi. onlara öğretiyor, doğruyu gösteriyor ve şüpheleri giderecek açıklama yapıyordu. Aralarında olduğu sürece ihtilaf etmiyorlardı.
Ondan sonra hiç kimse onun ilim ve kemal derecesine erişememiştir. Birtakım meselelerde, mesela dede ve kardeşlerin mirasında, haramda, üç talak meselesinde ve Ebu Bekir zamanında ihtilaf etmedikleri bilinen meselelerde ihtilaf etmeleri gibi. Ashab Ömer. Osman ve Ali'nin birçok görüşlerine muhalefet ettikleri halde Ebu Bekir'in fetva veya hüküm verdiği şeylerde ona muhalefet etmemişlerdi.
Ebu Bekir. Rasulullah'ın halifesi oldu ve İslam'ı egemen kıldı. İslam'ın hiçbir yönünü aksatmadı. Mürtedlerden ve başkalarından muhaliflerin ve yan çizenlerin çokluğuna rağmen, insanları çıktıkları kapıdan tekrar İslam'a sokmuştur. Halkın ilmi ve dini onunla en mükemmel bir şekilde gerçekleşti ve din tümüyle, önceden olduğu gibi egemen oldu. Ebu Bekir'i Rasulullah'ın halifesi diye anarlardı. Ondan sonra Ömer'i ve diğerlerini "Emirü'l-Mü'minin" diye anmışlardır. Süheyli ve başka alimler şöyle demiştir:
"Üzülme, Allah bizimle beraberdir." (Tevbe: 9/40) sözü. lafızda ve manada Ebu Bekir'de zahir olmuştur. "Muhammed Allah'ın Rasulü. Ebu Bekir Allah'ın Rasulü'nün halifesi" derlerdi. Ebu Bekir'in vefatından sonra bu lafzi bağlılık kesildi ve ondan sonra kimseye ''Allah Rasulü'nün halifesi" denilmedi.
Sonra Ali (r.a.) bazı sünnetleri Ebu Bekir'den (r.a.)'öğrenmiştir. Ebu Bekir ise böyle değildir. Yani herhangi bir sünneti Ali'den öğrenmemiştir. Tevbe namazıyla ilgili olan ve Sünen kitaplarında bulunan meşhur hadiste Ali (r.a.) şöyle demiştir:
"Rasulullah'tan bir hadis işittiğimde, ondan Allah'ın dilediği kadar yararlanırdım. Başkası bir hadis naklettiğinde ona yemin ettirirdim ve ancak yemin ederse onu tasdik ederdim. Ebu Bekir bana 13
Rasulullah'ın şöyle dediğini nakletti- ki Ebu Bekir doğru söyledi-;
"Bir günah işledikten sonra güzelce abdest alıp iki rekat namaz kılan ve Allah'a istiğfar eden her müslümanı Allah bağışlar."
Bunu gösteren şeylerden biri de, Ömer ve Ali ile beraber bulunmuş Alkame, el-Esved, Kadı Şüreyh ve başka Küfe alimlerinin Ömer'in (r.a.) görüşünü Ali'nin (r.a.) görüşüne tercih etmeleridir. Mekke. Medine ve Basra'da bulunan tabiinde ise bu daha açık ve meşhurdur. Bilindiği gibi Ali (r.a.) halifeliği boyunca Kufe'de ikamet ettiği için. orada onun ilmi ve fıkhı yaygınlaşmıştır. Onunla beraber bulunanlardan hiçbirinin fıkıhta, ilimde ve başka şeylerde onu Ebu Bekir ve Ömer'den önde tuttuğu bilinmemektedir. Aksine onun yanında düşmanlarıyla savaşanlar diğer müslümanların yaptığı gibi Ebu Bekir ve Ömer'i ondan önde tutmuşlardır. Ancak Ali'nin (r.a.) kınadığı ve karşı çıktığı kişiler bunun aksini yapmıştır ki, bunlar Ali (r.a.) zamanında,çok az ve sönük kimselerdi. Bunlar üç gruptu;
Birincisi, Ali (r.a.) hakkında aşırı gidenler. Onun ilah olduğunu iddia edenler gibi. Ali (r.a.) bunları ateşte yakmıştır.
İkincisi, Ebu Bekir'e (r.a.) kötülükle dil uzatanlardır. Bunların başında Abdullah İbn Sebe vardı. Bu durumu Ali'ye (r.a.) ulaştığında onu öldürmek istemiş ama İbn Sebe kaçmıştır.
Üçüncüsü. Ali'yi (r.a.) Ebu Bekir (r.a.) ve Ömer'den (r.a.) üstün tutanlardır. Bu konuda Ali (r.a.) şöyle demiştir:
"Birinizin beni Ebu Bekir ve Ömer'den üstün tuttuğunu duyarsam, onu müfteri cezası ile cezalandırırım."
Kufe'de cami minberinde şöyle dediği de seksenden fazla yolla rivayet edilmiştir:
"Peygamber'den sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebu Bekir ve Ömer'dir."
Buhari ve başka kitaplarda, bilhassa Hemedan adamlarının rivayetiyle Ali'nin (r.a.) şöyle dediği kaydedilmiştir:
"Cennetin kapısında bir kapıcı olsaydım, Hemedan'a "selametle" gir, derdim."
Süfyan es-Sevri"nin Münzir es-Sevri'den -ikisi de Hemedan"lıdır- rivayetiyle Buharı. Muhammed İbn Kesir'den rivayet etmiştir. Bize Süfyan-ı Sevri, ona Cami İbn Seddad. ona Ebu Ya'îa Münzir es-Sevri' Muhammed İbn el-Hanefiy-ye'den nakletmiş ve şöyle demiştir:
"Babama, Rasulullah'tan sonra insanların en hayırlısı kimdir?" dedim.
"Oğlum, bilmiyor musun?" dedi.
"Hayır" dedim. 14
"Ebu Bekir (r.a.)". dedi.
"Sonra kim" dedim,
"Ömer (r.a.) dedi.28[28]
Bunu çekinmediği oğluna ve yakınlarına söylüyor ve kendisini onlardan üstün tutanları cezalandırıyor. Alçak gönüllü bir kişinin, hakkı söyleyen herkesi cezalandırması yahut ona müfteri demesi caiz değildir. Faziletlerin başında ilim gelir. Peygamberlerden, ashaptan ve başkalarından daha üstün olanlar diğerlerinden daha alimdirler. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu?" (Zümer: 39/9)
Bunun delilleri ve alimlerin bu konuda söyledikleri çoktur.
"Kadı olarak en üstününüz Ali'dir." sözünü altı hadis kitabı sahiplerinden, meşhur müsned sahiplerinden hiçbiri. ne Ahmed îbn Hanbel, ne başkası, sahih veya zayıf bir senedle rivayet eden,olmamıştır. Sadece Ömer (r.a.) şöyle demiştir;
"En iyi okuyanımız Übeyy. en iyi kadımız Ali'dir,"
Bunu da Ebu Bekir'in vefatından sonra söylemiştir.
Tirmizi ve başkasında Rasulullah'ın şöyle buyurduğu kaydedilir:
"Ümmetimden haramı ve helali en iyi Muaz İbn Cebel, feraizi de en iyi Zeyd İbn Sabit bilir. 29[29]
Hadiste Ali'nin adı geçmemektedir. Ali (r.a.) adının geçtiği hadiste ise, zayıf olmakla birlikte helal ve haramı en iyi Muaz İbn Cebel'in. ferazi de en iyi Zeyd İbn Sabit'in bildiği kaydedilmektedir. Bu hadis sahih kabul edilse bile helali ve haramı en iyi bilenin ilminin kaza (yargı) yı en iyi bilenden daha alim olduğunu ifade etmektedir. Çünkü yargı, anlaşmazlıkları dış görünüşleriyle çözümlemedir. Halbuki meselelerin içyüzü zahirine aykırı olabilir. Nitekim Rasulullah şöyle buyurmuştur:
"Bana muhakeme oluyorsunuz, olabilir ki biriniz delilini diğerinden daha iyi ortaya koyabilir. Ben ancak duyduğuma göre hükmederim. Kimin lehine kardeşinin hakkından bir şeye hükmedersem, onu almasın. (Çünkü bu durumda) ona ancak ateşten bir parça vermiş oluyorum.30[30]
Rasulullah. yargısının haramı helal etmeyeceğini, müslümanın başkasının hakkından, lehine hükmedilen bir şeyi almasının haram olduğunu belirtmiştir. Helal ve haramı bilmek zahiri ve batını kapsar. Onun helal ve haramını bilen, dini en iyi bilen olur.
Kaza (yargı) iki türlüdür: 15
Birincisi: Hasım olan iki tarafın bir şeyi kabul etmemeleri durumunda hüküm vermektir. Bir taraf bir şeyi iddida ederken diğer tarafın onu yalanlaması gibi. Bu durumda delil ve ona benzer şeylere bakılarak hüküm verilir.
İkincisi: Arada inkar edilen bir şey hakkında değil, tasdik edilen, ama her iki tarafa ne düşeceği bilinmeyen bir şey hakkında hüküm vermektir. Bir miras taksiminde iki tarafın ihtilaf etmesi, ya da eşlerden herbirinin diğeri üzerindeki hakkı veya iki ortaktan herbirine düşecek miktar konusunda ihtilaf etmeleri gibi.
Bu kısım helal ve haram konularındandır. İkisine de söylediği şeylere razı olacakları bir fetva verirse, bu onlara yeterli olup ve aralarında hüküm verecek başkasına ihtiyaçları kalmaz. Sadece karşıklı olarak bir şeyi kabul etmemeleri durumunda hüküm verecek birine muhtaç olurlar. Bu da genellikle haksızlık durumunda veya unutma halinde olur. Helal ve haram bilgisine ise. salih ve facir herkes muhtaçtır. Ama yargıya taalluk eden şeylere ancak salih kişilerden bir azınlık muhtaç olur.
Bunun için Ebu Bekir (r.a.). Ömer'e (r.a.) insanlar arasında hüküm vermesini emredince. Ömer (r.a.) bir yıl beklemiş, karşısına herhangi bir konuda muhakeme olacak iki kişi çıkmamıştır. Rasulullah'ın verdiği bu türden hükümler sayılacak olursa, ancak on kadar olduğu görülür. Bu nerede, helal ve haram hakkında buyurdukları nerede?! Çünkü helal ve haram İslam dininin temel taşlarından biri olup avam ve havas herkesin bilmeye muhtaç olduğu bir husustur.
"Hüküm vermeyi (kaza) en iyi bileniniz Ali'dir." hadisi sahih kabul edilip delil olacaksa:
"Helal ve haramı en iyi bileniniz Muaz'dır." hadisi, hadis alimlerinin ittifakıyla sahih olmaya daha yakındır. Bunun senedi ondan daha sahih ve delaleti daha açık olduğuna göre Ali'nin (r.a.) Muaz'dan daha alim olduğu konusunda bunu delil kabul eden kimsenin cahil olduğu anlaşılır. Bu böyleyken, Muaz'dan daha üstün olan Ebu Bekir (r.a.) ve Ömer'den daha alim olduğuna dair nasıl hüccet kabul edilebilir?! Kaldı ki Muaz'ın ve Zeyd'in anıldığı hadisi bazıları "zayıf sayarken, bazıları "hasen" kabul etmektedir. Ali'nin (r.a.) anıldığı hadis ise "zayıftır."
"Ben ilim şehriyim." hadisi ise daha zayıf ve dayanaksızdır. Tirmizi rivayet etmişse bile, yalan ve uydurmadır. Onun için İbn el-Cevzi, bunu mevzu hadisler arasında zikretmiş ve bütün yollarından mevzu olduğunu söylemiştir. Bunun yalan olduğu bizzat metninden anlaşılır ve senedine bakmaya ihtiyaç bırakmaz. Rasulullah ilim şehri ise, bu şehrin ancak bir tek kapısı olur ki. 16
Rasulullahtan tebliği sadece bir kişinin yapmış olmasını düşünmek caiz değildir. Aksine hazır olmayanlar için kesin ilim ifade edecek tevatür derecesinde kişilerin ondan tebliğ yapmış olması vaciptir. Bir kişinin rivayeti ancak başka karinelerle beraber ilim ifade eder. Bu işaretler de ya mevcut değildir veya insanların çoğuna gizlidir. Böylece Kur’an ve mütevatir sünnete dair bilgileri meydana gelmemiş olur. Halbuki mütevatir nakil böyle olmayıp ilim, avama da havassa da onunla hasıl olur.
Bu hadisi, övgü yaptığını sanan cahil veya zındık biri uydurmuştur. Ashaptan sadece bir kişinin tebliğ ettiği söylenerek din ilmini iptal etmek için zındıkların başvurduğu bir yoldur.
Sonra bu tevatürle bilinenlere aykırıdır. Şüphesiz Rasulullah'tan, bütün müslüman şehirlere Ali'den (r.a.) başka yollarla ilim ulaşmıştır. Mekke ve Medine halkı için bu apaçıktır. Şam ve Basra halkı için de durum böyledir. Bunlar Ali'den (r.a.) ancak çok az şey rivayet etmişlerdir. Ali'nin (r.a.) ilminin çoğu Küfe halkı arasındaydı. Bununla beraber Kur'an'ı ve Sünnet'i, Ali'nin (r.a.) hilafet zamanı bir yana, Osman'ın (r.a.) hilafetinden önce öğrenmişlerdi.
Medine ehlinin en fakih ve en alimleri dini, Ömer'in (r.a.) hilafetinde öğrenmişlerdi. Yemen'de bulunduğu süre içinde Muaz İbn Cebel'den öğrendikleri gibi, kendisinden öğrenenler dışında Ali'den (r.a.) daha önce kimse bir şey öğrenmemiştir. Muaz İbn Cebel'in Yemen halkı arasında ikameti ve onlara öğretmesi, Ali'nin (r.a.) onlar arasında ikameti ve öğretmesinden daha çoktur. Onun için Yemen halkı Ali ve Şurayh'tan rivayet ettiklerinden çok daha fazlasını Muaz'dan rivayet etmişlerdir. Tabiinin büyüklerinden başkaları da fıkhı Muaz'dan öğrenmişlerdir.
Ali (r.a.) Kufe'ye geldiğinde Şurayh daha önceden orada kadı idi. Ali'nin (r.a.) hilafetinde kadı yine Şurayh ve Ubeyde es-Selmani olmuştur ki, ikisi de fıkhı Muaz'dan öğrenmişlerdir.
İslam ilmi Hicaz, Şam, Yemen, Horasan, Mısır ve Mağrip gibi İslam şehirlerinde Ali (r.a.) Kufe'ye gelmeden önce yayılmış ve Kufe'ye geldiğinde sahip olduğu bütün ilme başka sahabiler de sahip olmuştur' Ali (r.a.) bir ilmi sadece kendisi tebliğ etmişse, ondan başkaları bunun daha fazlasını tebliğ etmiştir.
Velayetle Ebu Bekir, Ömer ve Osman için hasıl olan umumi tebliğ, Ali (r.a.) için hasıl olandan çok daha fazladır. Hususi tebliğde ise, îbn Abbas'ın fetvaları, Ebu Hureyre'nin de rivayetleri onunkinden daha çoktur. Halbuki Ali (r.a.) ikisinden de daha alimdir. Nitekim Ebu Bekir, Ömer ve Osman da o ikisinden daha alimdir. Şüphe yok ki Raşid halifeler, insanların daha çok muhtaç oldukları ilmin 17
umumi tebliğini, hususi ilmi tebliğ edenlerin tebliğinden daha çok gerçekleştirmişlerdir.
Ali'nin (r.a.) ashabın tümünden ayrı olarak özel bir ilme sahip olduğuna dair yalan ve cehalet ehlinin rivayet ettiklerinin tümü batıldır. Sahih hadiste ona şöyle denildiği sabit olmuştur:
"Sizde Rasulullah tarafından verilen özel bir şey var mı? İnsanı yaratan ve daneyî yaran Allah'a yemin ederim ki Allah'ın Kur'an hakkında kuluna verdiği anlayış ve şu sayfa dışında bir şey yoktur, dedi. O sayfada da diyetleri gerektiren, yani diyeti verilmesi gereken deve dişleri, esirin kurtarılması, bir kafire karşılık müslümanın öldürülmemesi şeyleri vardı.31[31]
"Rasulullahın halka vermeyip de sadece size verdiği bir şey var mıdır? Hayır, dedi. rivayeti de vardır. Bunun dışında Rasulullah'ın(s.a.v.) sadece kendisine bir ilmi verdiğini iddia edenlerin kendisine iftira ettiklerini ifade eden ve ondan nakledilen hadisler çoktur,
Bazı bilgisizlerin. Ali'nin (r.a.) Rasulullahin ha'sının yıkandığı sudan içtiği, bunun da kentlisine evvelkilerin ve sonrakilerin ilmini kazandırdığına ilişkin olarak söyledikleri sözler ise, çok saçma bir yalandır. Zira ölünün yıkandığı suyu içmek meşru değildir ve Ali de bunu içmemiştir. Böyle bir şey ilim kazandırsaydı, orada bulunan herkes bu sudan içerdi. İlim ehlinden hiçbir kimse bunu rivayet etmemiştir.
Ebu Bekir. Ömer ve başkalarından ayrı olarak gizli (batın) bir ilme sahip olduğu iddiası da, mülhid batınilerin ve onlardan daha kafir benzerlerinin iftirasıdır. Hatta onlarda hristiyan ve yahudilerde bulunmayan küfür bulunmaktadır. Ali'nin (r.a.) peygamberliğine ve ulubiyetine inananlar, Rasulullah'tan daha alim olduğu ve batında Rasulullah'ın muallimi olduğuna ve ancak aşırı küfür ve ilhad ehlinin söyleyeceği benzeri iddialara inananlar gibi. Allahu a'lem. 32[32]
Ebu Bekir (r.a.) ile Ali (r.a.) Arasında Bir Karşılaştırma:
Sünnete bağlı olduğu halde Rasulullah'ın (s.a.v.). Ali'ye (r.a.):
"Sen bendensin, ben de sendenim.33[33]
"Senin benim yanımdaki yerin, Harun'un Musa'nın yanındaki yeri gibidir. 34[34] 18
"Bayrağı Allah ve Rasulü'nü seven birine vereceğim..." 35[35]
"Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Allah'ım, ona kim dost olursa onun dostu, kim düşmanı olursa onun düşmanı ol... 36[36]
"Ehl-i Beyt'im konusunda size Allah'ı hatırlatırım.37[37]
gibi sözleri ve Yüce Allah'ın:
"Gelin, çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; {hep birlikte) dua edelim ve Allah'ın lanetinin yalancılar üzerine olmasını dileyelim. (Al-i İmran: 3/61)
"İnsan, zikredilecek hiçbir şey değilken (ve henüz yok iken) üzerinden muhakkak bir zaman gelip geçmiştir.". (İnsan: 76/1)
"İşte şu iki hasım, Rableri hakkında çekişmeye girmişler. Küfredenler için ateşten bir gömlek biçilmiştir. Başlarının üzerinden de kaynar su dökülür."(Hacc: 22/19) ayetleri karşısında üç Raşid halifenin Ali'ye (r.a.) üstünlükleri konusunda şüpheye düşenin durumu Şeyhülislam'a soruldu. 38[38]
Cevap:
Her şeyden önce şu husus bilinmeli ki: Üstün kabul edilen kişi. kendisinden üstün tutulduğu kişide bulunmayan birtakım hasletlere sahip olmalı ki. üstünlük söz konusu olsun. İki kişi eşit seviyede olur. fakat biri diğerinden farklı iyi birtakım özelliklere sahip bulunursa, bu farklılıklardan dolayı ondan üstün olur. Ortak meziyetler birinin diğerine üstünlüğünü gerektirmez.
Durum böyle olunca, Ebu Bekir'in (r.a.) temayüz ettiği ve bu hususlarda kimsenin ona ortak bulunmadığı birtakım meziyetleri vardır. Ali'nin (r.a.) meziyetleri ise. ortak meziyetlerdir. Nitekim Rasulullah (s.a.v.):
"Şayet yeryüzü halkından bir dost edinseydim Ebu Bekir'i dost edinirdim. 39[39]
"Ebu Bekir'in kapısı hariç mescide açılan her kapı kapatılsın.40[40]
"Arkadaşlığı ve malı hususunda bana en cömert davranan Ebu Bekir'dir. 41[41] buyurmuştur. 19
Ebu Bekir'deki (r.a.) şu üç haslete başka hiç kimse sahip değildir.
a- Arkadaşlığı ve malı hususunda hiç kimse Rasulullah'a Ebu Bekir'den (r.a.) mukaddem değildir.
b-"Ebu Bekir'in (r.a.) kapısı hariç..." sözü, bu hususu sadece Ebu Bekir'e (r.a) tahsis etmektedir. Bazı yalancılar. Ali (r.a.) hakkında da bu rivayete benzer bir rivayet uydurmak istemişlerdir. Ne var ki uydurma rivayet sahih rivayete karşı koyamaz.
c-"Şayet yeryüzünde bir dost edinseydim..." Şayet dostluğu mümkün olsaydı, beşerden başka hiçbirinin bunu haketmeyeceğine dair bir hükümdür. Başkası Ebu Bekir'den (r.a.) üstün olsaydı, bunu hak eden o olurdu.
Yine hastalığı süresince mescitte imamlık yapmasını emretmesi, sünneti ikame edip cahiliyetin izlerini yok etmesi için onu Medine'nin hacc emiri olarak tayin etmesi de. onun özel meziyetlerindendir. Aynı şekilde (Aişe'ye (r.a.):
"Babanı ve kardeşini çağır ki Ebu Bekir için bir vasiyet yazayım. 42[42] şeklindeki sahih hadisle benzeri pek çok hadis sahabe arasında ona denk birinin bulunmadığını beyan etmektedir.
Rasulullah (s.a.v.)'ın Ali'ye (r.a.):
"Sen bendensin, ben de sendenim." demesine gelince, bunu başkalarına, mesela Selman ve Eş'arilere de söylemiştir. Ayrıca;Yüce Allah'ın:
"Onlar, sizden olduklarına dair Allah'a yemin ediyorlar; oysa sizden değillerdir." (Tevbe: 9/56)
Bu ayetle Rasulullah (s.a.v.)'ın
"Bizi aldatan bizden değildir. Bize silah çeken bizden değildir.43[43] hadisi, bu büyük günahları işlemeyenlerin bizden olduğunu ifade etmektedir. Kısacası her kamil mümin Peygamberdendir ve Peygamber de ondandır. Aynı şekilde Rasulullah'ın (s.a.v.) Hamza'nın (r.a.) kızına:
"Sen bizdensin, biz de sendeniz." demesi, Zeyd'e:
"Sen kardeşimiz ve azadlımızsın. 44[44] demesi bunlara has şeyler değildir. Aksine bütün azadlıları bu durumdadır.
"Bayrağı Allah ve Rasulü'nü seven birine vereceğim..." hadisi de bu durumdur. Ali'nin (r.a.) faziletiyle ilgili rivayetlerin en sahihi de budur. Ancak bazı yalancılar bu rivayete:
"Ebu Bekir ve Ömer bayrağı aldılar ama kaçtılar." sözlerini ilave etmişlerdir. Halbuki Ömer (r.a.)'in: 20
"Ancak o gün komutanlığı sevdim45[45] dediği sahih bir rivayetle sabittir. Aslında hadis. Ali (r.a.) hakkında ileri giden Nasibe'ye reddiyedir ve bu. Ali'ye (r.a.) has bir durum değildir. Aksine her kamil mümin, Allah ve Rasulü'nü sever ve onlar da onu severler. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Allah, öyle bir kavim getirir ki, kendisi onları sever onlar da Allah'ı severler." ( Maide: 5/54)
Bu ayette söz konusu edilenler, mürtedlerle savaşanlardır ki, onların imamı Ebu Bekir'dir.
Sahih bir rivayette sahabenin biri. Rasulullaha:
"İnsanlar arasında en çok sevdiğin kimdir?" sorusuna Rasulullah'ın:
'Aise'dir' cevabını verdiği:
"Ya erkeklerden'.'" sorusuna da: 'Onun babasıdır' elediği nakledilmektedir.46[46] Bu da Ebu Bekir'in (r.a.) üstünlük delillerinden biridir. "Yanımdaki yerinin, Harun'un ve Musa'nın yanındaki yeri gibi olmasını istemez misin?" hadisine gelince, Rasulullah Tebük gazvesine çıktığında Medine'de yerine Ali'yi (r.a.) bırakınca bu sözü söylemiştir. Hatta kendisine buğzettiği için onu Medine'de bıraktığı dedikodusu da olmuştur. Rasulullah (s.a.v.) savaşa çıktığında müslümanlardan birini Medine'de yerine bırakırdı. Medine'de bu işi yürütecek müminler mevcuttu. Ancak Tebük gazvesinde, özrü bulunanlar hariç hiç kimseye Medine'de kalma izni vermedi. Sadece özrü bulunanlarla emre itaat etmeyenler kaldı. İşte bu sebeple Tebük gazvesine çıktığında yerine bırakacağı kimsenin görünürde durumu zayıftı. Yine bu sebepledir ki. münafıklar Ali (r.a.) hakkında ileri-geri konuşmuşlardı. Rasulullah (s.a.v.) da. Ali'ye (r.a.), kendisini Medine'de bırakıyorsa, yanındaki değerinin eksikliğinden kaynaklanmadığını, nitekim risalette ortağı olduğu halde Musa'nın Harun'un yerine baksın diye bıraktığını açıklamış ve "buna rızan yok mu?" demiştir. Bilindiği gibi daha önce başkalarına da bu görevi vermiştir. Dolayısıyla onlar da aynı durumdaydılar. Eğer Tebük gazvesindeki bu görevlendirme, diğerlerinden daha önemli olsaydı, Ali'nin (r.a.) kendisi de elbette ki bunu anlardı ve Rasulullah'ın (s.a.v.) peşinden ağlamazdı. Hicretin dokuzuncu yılında Rasulullah'ın (s.a.v.) Ebu Bekir'i (r.a.) Ali'ye (r.a.) de emir tayin etmesi ,'bu söylediklerimizi teyid etmektedir. Antlaşmaların son bulduğunu bildirmek üzere Ali'yi (r.a.) göndermesi ona has durumlardan değildir. Çünkü adet gereği anlaşmalara son vermek 21
ve anlaşma akdetmek ancak Ehl-i Beyt'inden biri tarafından gerçekleştirilecekti. Ehl-i Beyt'inden başka herhangi biri de bu görevi yerine getirebilirdi. Ancak Haşimoğulları'nın en faziletlisinin Ali (r.a.) olduğunu burada belirtelim. Bu sebeple sair Haşimoğulları'na takdim edilmesi, onun bir hakkıdır.
Sonuç olarak: "...Buna razı değil misin?" hadisinden sonra Ebu Bekir'in (r.a.) emir tayin edilmesi. Ali'nin (r.a) her yönden Harun (r.a.) menzilesinde olmadığına delildir. Bu sebeple, her ne kadar Rasulullah. Medine'de onu yerine emir bırakmasını Harun'a benzetmişse de bu, ona has bir durum değildir.
Kaldı ki Rasulullah (s.a.v.). esirlerle ilgili görüşlerini belirtirlerken Ebu Bekir'i. İbrahim (a.s.) ve İsa'ya ve Ömer'i de Nuh (a.s.) ve Musa'ya benzetmiştir ve bu benzetmeler. Ali'yi Harun'a benzetmekten çok daha önemlidir. Hiçbir zaman bu Ebu Bekir ile Ömer'in o peygamberlerin menzilesinde olmalarını da gerektirmez. Bir şey başka birine bazı yönlerden benzediğinde onu. o şeye benzetmek hem Kur'an'da. hem sünnette, hem de Arap dilinde çok rastlanan bir durumdur.
"Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlası dır. Allah'ım! Ona dost olanın dostu ol." hadisine gelince. Tirmizi dışında diğer temel hadis kitaplarında böyle bir rivayet yoktur. Hem Tirmizi'de de hadisin sadede:
"Kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır" kısmı mevcuttur. Buna ilave olan kısım, hadisten değildir. Nitekim İmam Ahmed'e bu ilave sorulmuş:
"Kufelilerin ilavesidir'1 karşılığını vermiştir; Bu ilavenin uydurma olduğu birkaç vecihle sabittir:
a- Hak. Peygamber hariç hiçbir zaman belli bir kimsenin yanında olmaz. Eğer böyle olsaydı, her dediğine uymak vacip olurdu. Sahabenin ve etbaınin nassa aykırılığına inandıklarından dolayı bazı meselelerde ona muhalefet ettikleri bilinen bir gerçektir. Mesela hamile olduğu halde kocası ölen kadınla ilgili görüşü bu hususlardandır.
"Allah'ım, ona yardım edene yardım et..." sözü vakıaya aykırıdır. Sıffin vakasında ondan yana savaşanlar galip gelmemişlerdir. Onun yanında savaşmayan bazı kimseler de mağlubiyete uğramamışlardır. Mesela Irak'ı fetheden Sa'd. onunla birlikte savaşmamıştır. Hatta kendisiyle savaşan Muaviye taraftarları ve Ümeyyeoğulları bir çok küffar beldesini fethetmişler ve Allah onlara yardımda bulunmuştur.
"Allah'ım, ona dost olana dost, düşmanlık edene de düşman ol." sözü de aynı şekildedir; İslam'ın temeline aykırıdır. Çünkü Kur"an-22 ı Kerim, birbirleriyle savaşsalar ve birbirlerine haksızlık etseler bile müminlerin kardeş olduklarını söylemektedir. Aslında "Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır." hadisine ta'n eden hadis ehli vardır. Mesela Buhari ve başkaları onu tenkit etmiştir. Bazı hadis ehli ise. onun hasen olduğunu söylemişlerdir. Ama eğer Rasulullah böyle bir şey söylemişse bundan özel bir dostluk anlaşılmaz, aksine müşterek bir dostluk anlaşılır. O da, müminler arasındaki iman dostluğudur. Muvalat (dostluk), düşmanlığın zıttıdır. Şüphesiz başkalarına karşı müminlere muvalat gereklidir. Böylece hadiste Nasibe'ye reddiye vardır.
"Ali'nin (r.a.) namaz kılarken yüzüğünü sadaka olarak verdiğini." ifade eden hadise gelince, bu hadisin uydurma olduğu konusunda hadis ehli ittifak etmiştir. Uydurma olduğu birkaç vecihten sabit olup bu vecihler başka yerlerde etraflıca anlatılmış".
Gadir-i Huni günü: "Ehl-i Beyt'im konusunda size Allah'ı hatırlatırım." hadisine gelince, bu tavsiye sadece Ali'ye (r.a.) has değildir. Ehl-i Beyt'in hepsi bu konuda eşittir. Bu vasiyete en uzak olanlar ise, Rafızilerdir. Çünkü onlar Abbas (r.a.) ve zürriyetine: hatta Ehl-i Beyt'in büyük çoğunluğuna düşmanlık besler ve onlara karşı kafirlere yardım ederler.
"Mübahele47[47] ayetine gelince, yine Ali'.ye (r.a.) has bir şey değildir. Aksine Ali (r.a.). Fatıma ve iki çocuklarını (Hasan ve Hüseyin'i) çağırmıştır. Bunu yapması ise, ümmetin en faziletlileri olmaları sebebiyle değil. Ehl-i Beyt'inin havassı olmaları sebebiyledir. Nitekim bu durum aba ile ilgili şu hadisten açıkça anlaşılmaktadır:
"Allah'ım, bunlar Ehl-i Beyt'imdir. Onlardan pisliği (ricsi) gider ve onları tertemiz kıl. 48[48]
Rasulullah (s.a.v.) onlara dua etmiş ve duayı onlara tahsis etmiştir. el-Enfüsü" kelimesiyle tek nev' kastedilir. Mesela: 23
"İnanan erkek ve kadınlar, kendi nefisleri hakkında en güzel zanda bulundular. (Nur: 24/12 )
"Nefislerinizi (yekdiğerinizi) öldürün."(Bakara: 2/54) ayetlerinde anlatılan budur.
"Sen bendensin, ben de sendenim." hadisine gelince, bundan maksadın Ali"nin (r.a.) Peygamberin zatından olduğunun kastedilmediği açıktır. Ama Ali'nin (r.a.) Ehl-i Beyt içerisinde en üstünü olduğunda da şüphe yoktur. Onun öyle akrabalık ve iman meziyeti var ki. diğer Ehl-i Beyt'te bu meziyet yoktur. Böylece Ali (r.a.) Mübahele kapsamına girmiş oluyor. Ancak bu. Ehl-i Beytten olmayanlar arasında ondan daha faziletli birinin, ondan daha faziletli olmasına engel değildir. Çünkü Mübahele sadece akrabalar çerçevesinde vaki olmuştur.
"İşte şu iki hasım, Rableri hakkında çekişmeye girmişler. Küfredenler için ateşten bir gömlek biçilmiştir. Başlarının üzerinden de kaynar su dökülür." (Hac; 22/19) ayeti de sadece (r.a.) hakkında değildir. Ali (r.a.). Hamza ve Ubeyde ve hatta Bedir savaşına katılan bütün müslümanlar bunda müşterektir.
"İnsanın üzerinden henüz kendisinin anılan bir şey..." suresine gelince bu surenin, Ali (r.a.). Fatıma ve iki çocukları hakkında indiğini söylemek, tamamen yalandır. Çünkü bu süre Mekki'dir ve Hasan'la Hüseyin Medine'de doğmuşlardır. Bu görüşün doğruluğunu kabul etsek bile, miskin, yetim ve esire yedirenin, sahabenin en faziletlisi olduğuna ilişkin bir işaret yoktur. Aksine ayet, bu işi yapan herkes hakkında ortaktır. Her kim bunu yaparsa sevap kazanır. Kaldı ki, Allah'a İman, namazı vaktinde kılmak ve Allah yolunda cihad etmek bundan çok daha faziletlidir. 49[49]
10[10] Buharı, Tefsir: 2, 7; İbn Mace, Mukaddime: 11; Ahmed: 5/112. .
11[11] Bu hadis kaynaklarda teshil edilememiştir.
12[12] İbn-i Teymiyye, Ashab,ı Kiram, Tevhid yayınları: 6.
13[13] Mansur es-Sem'anİ el-Temimi el-Mervezi ( 489/1095 ); Müfes-sir, muhaddis, mütekellim, fakİlı ve usuküdür. El-Kavati fi Usuli'l-Fıkh, Minhacu Ehİİ's-Sünne, el-İntisar fi'! Hadis, Tefsİrü'I-Kur'an gibi eserleri vardır. (Kehhale, 13/20)
14[14] Kaynaklarda bu hadis teshir edilmemiştir.
15[15] Tirmizi, Menakıb: 16, 37; İbn Mace, Mukaddime: 11.
16[16] Ebu Davud, Sünnet: 5; Tİrmizi, İlim: 16;
İbn Mace, Mukaddime: 6; Darimi, Mukaddime: J6; Ahmed: 4/126,127.
17[17] Müslim, Mesacid: 311; Ahmed: 5/298.
18[18] Buhari, Vudu: 10; Müslim, Fedaiiu Sahabe, 138; Ahmed: 1/266, 314, 328, 335.
19[19] Buhari, Mevakit: 41; Menakıb: 35; Müslim, Eşribe: 176; Ahmed: 1/198.
20[20] Buhari, Salak 80; Menakıb Ensar: 45; Fedailıı Sahabe: 3, 5; Feraiz: 9: Müslim, Mesacid: 38; pedailu Sahabe: 2,7; Tirmizi, Menakıb: 14, 16; İbn Mace, Mukaddime: li;
21[21] Buharİ, Fedailu Ashabı'n-Nebi: 5.
22[22] Buhari, I-edaiîu Sahabe: 6; Müslim, Fedailu Sahabe: 14; İbn Mace, Mukaddime: 11; Ahmed: 1/112.
23[23] Buhari, FedaiJu Sahabe: 6; Enhiya: 54; Ahmed: 6/55.
24[24] Buhari, îlim: 22; Ta'bir: 15; Müslim, Fedailu Sahabe: 16; Darimi, Rüya: 13.
25[25] Tirmizi Menakıb: 49.
26[26] îbn Mace, Mukaddime: 11.
27[27] Buhari. Salat: 80; Fedai] Ashab'i'ri-Nebi: 3; Meruıkih Ensar: 45; Tirmizi, Menakih': 15;
28[28] Buharı, Fedailu Sahabe: 5; îbn Mace, Ahkam: 37:
29[29] îbn Mace, Mukaddime: 11.
30[30] Buhari, Şehadat: 27; Ahkam: 30; Hilye: 10; Müslim, Akdiyye: 4; Ebu Davud, Akdiyye: 7: Tirmizi, Ahkam: 1İ; Nesaİ, Kudat: 13, 33; İbn Mace, Ahkam: 5.
31[31] BuharivCihad; 171; Cizye: 10, 11; İtisam: 5; İlim: 39; Feraiz: 21; Diyat: 24, 31; Ebu Davud, Menasik: 95; Tirmizi, Diyat: 16; îbn Mace, Diyat: 21.
32[32] İbn-i Teymiyye, Ashab,ı Kiram, Tevhid yayınları: 6-22.
33[33] Tirrnizî, Menakib; 62;
34[34] Buhari-i, Pcdailu Ashiihi'n-Nebi: 9; Tirmizi, Menakib: 20,
35[35] Buhari, Cihad: 102; Müslim. Fedailu .Sahabe: 32;
Tirmîzi, MenaicıH: 20.
36[36] Tirmizi. Memıkıh; 19
37[37] Tirmizi, Memıkıb: 31.
38[38] İbn-i Teymiyye, Ashab,ı Kiram, Tevhid yayınları: 22-23.
39[39] Ahnıed: i/377; Tirmizi, Menakıb: 14; İbn Maue, Mukaddime: II;
40[40] Bulıari. Memıkıb: 45; Müslim, Fedaii: 2.
41[41] Buhari, Salat: 80: T-edai: 3: Tirmizi. Menakıb: 15: Ahmed: 3/1 S.
42[42] Müslim, Folailu Sahabe: il.
43[43] Müslim, İman: 164; Ebu Davut!, Büyü: 50: Tirmizi, Büyü: 72; İbn Mace, Ticarat: 36.
44[44] Buhari, Sulh: 6; Fcdailu Ashabı'n-Nebi: 17; İbn Hanbel: 1/108.
45[45] Buhari, Cihad: 102: Müslim, I-edaılu Sahabe; 32: Tirmizi, Memtkıb: 20.
46[46] Müslim, Fedaihı Sahabe: 33; Alımetl: 2/384
47[47] Mübahele: Hasım tarafların, taraflardan yalan söyleyene İane! okumaları anlamına gelir. Ai-İ îmran Suresinin 61. ayeti olan Mübahele ayetinin nüzul sebebi şöyledir: Necran hristiyanlarından bir heyet Rasulullah'a (s.a.v.) geldi. Rasulullah, onları İslam'a davet etti, aralarında iki rahip:
"Biz senden Önce İslam-ı kabul ettik" dediler, Rasulullah (s.a.v.):
"Sizi İslam'ı kabul etmekten alıkoyan şeyleri biliyorum." deyince, onlar:
'"Madem biliyorsun, haydi söyle" demişler. Rasulullah (s.a.v.):
"Haç, içki ve domuzu sevmeleri olduğunu söylemiş ve onlar bunu yalanlamışlardı. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):
"Gelin yalancıya lanet okuyalım." demiştir.
(El-Vahidi, Esbabu'n-Nüzul, Mısır 1968, s: 58-59)
48[48] Tirmizi, Menakıb:60; Ahmed: 1/33 3.
49[49] İbn-i Teymiyye, Ashab,ı Kiram, Tevhid yayınları: 23-30.