Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Ebu Hanife Ile Maturidi Akidesinde Farklılıklar Nelerdir?

  • Konbuyu başlatan abdullah11
  • Başlangıç tarihi
A Çevrimdışı

abdullah11

Misafir
Ebu Hanife ile maturudi akidesinde farklılıklar neler. Mesela istifa konusunda zıt bir tutum içindeler başka farklılıklar varsa yazar misiniz
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
EBU HANİFE AKİDESİ:
TEVHİD, ŞER'İ TEVESSUL VE BATIL OLAN TEVESSUL HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ:


1- "Bir kimsenin Allah'ın isimleri dışında başka bir isimle Allah'a dua etmesi caiz değildir. Caiz olup emredilen dua Allah Teala'nın şu ayetiyle sabit olmuştur:

"En güzel isimler Allah'ındır. Allah'a bu isimlerle dua edin. Allah'ın isimlerinde aşırı gidenler işlediklerinin cezasını göreceklerdir." (el-A'raf: 180) (4)

2- "Dua edenin "falancanın hakkı için" veya "peygamberinin ve nebilerinin hakkı için" ya da "Kabe'nin ve Meş'arı Haramın hakkı için", gibi sözlerle Allah'a yalvarması mekruhtur." (5)

3- "Bir kimsenin Allah'tan gayrısıyla Allah'a dua etmesi doğru değildir. Duada "senin arşının izzetle tutunduğu yerlerin hürmetine" veya "yarattıklarından birinin hakkı için" gibi sözler kullanılmasından nefret ederim." (6)

4- Allah yaratılmışların sıfatlarıyla vasfedilmez. Gazabı ve Rızası, O'nun iki sıfatıdır. Keyfiyetleri araştırılamaz. Bu, Ehli Sünnet ve'l-Cemaatin sözüdür. Allah, gazab ettiği gibi, razı da olur. O'nun gazabı cezalandırması, rızası ise sevabıdır' denilemez. O kendisini nasıl vasfetmişse, biz de öyle vasfederiz.

O doğmamış ve doğurmamıştır. Ehad'dir. Samed' dir. O'na denk hiçbir şey yoktur. Allah Hay, Semi', Basîr ve Alimdir. Allah'ın eli mü'min kullarının eli üzerindedir. Ancak bu, kullarının eli gibi değildir."(7)

5- "O'nun eli, yüzü ve nefsi vardır. Allah'ın kitabında zikretmiş olduğu yüz, el, nefis, O'nun keyfiyeti bilinmeyen sıfatlarındandır. Elinden maksad kudretidir veya nimetidir denilemez. Zira bu durumda Allah'ın sıfatlarını iptal etme söz konusu olur. Bu ise Mutezile ve Kaderiye'nin görüşüdür." (8)

6- "Hiç kimsenin Allah'ın zatı hakkında bir şey söylemeye hakkı yoktur. Aksine O'nü, kendisini nasıl vasıflandırmışsa, öyle vasıflandırmalıdır. Allah Tebareke ve Teala hakkında bilmediğini söylememelidir." (9)

7- Ebu Hanife'ye 'nüzul' hakkında sorulduğunda: "Allah keyfiyetsiz olarak nüzul eder." cevabını verdi." (10)

8- "Allah Teala'dan birşey dilerken, yukarıdan istenir, aşağıdan değil. Çünkü aşağı Rububiyetin sıfatlarından değildir." (11)

9- ''O, gazaba geldiği gibi, razı da olur. O'nun gazabı cezalandırmasıdır denilemeyeceği gibi, rızası da sevabıdır denilemez." (12)

10- "Hiçbir şeye benzemediği gibi, yarattıklarından

hiçbir şey de O'na benzemez. O, halihazırda, isimlerinin ve sıfatlarının sahibidir." (13)

11- "O'nun sıfatları, yarattıklarının sıfatlarının hilafınadır. O'nun bilmesi, bizim bilmemiz gibi değildir. Kudreti vardır, ancak bizim kudretimiz gibi değildir. Görür, fakat görmesi bizim görmemiz gibi değildir. Duyar, ancak duyması bizimkine benzemez. Konuşur, ancak konuşması bizimkine benzemez." (14)

12- "Allah Teala, mahlukatın sıfatlarıyla sıfatlandırılamaz." (15)

13- "Kim Allah'ı, kulları tanımladığı gibi tanımlanırsa, kafir olur." (16)

14- "O'nun sıfatları zati ve fiilidir. Zatî sıfatlar: Hayat, kudret, ilim, kelam, semi', basar ve iradedir. Fiili sıfatlar: Yaratma, rızıklandırma, inşa, ibda', ve tekvin'dir. Bunun dışında her ne kadar fiili sıfatı varsa, halihazırda hem onların hem de sıfatlarının sahibidir." (17)

15- "Allah, halihazırda, fiil sahibidir. Fiil ezelden beri, O'nun sıfatıdır. Fail Allah'dır. Fiil ezeli bir sıfattır. Meful mahluktur. Allah'ın fiili mahluk değildir." (18)

16- "Her kim: 'Rabbim gökte midir bilmiyorum' derse kafir olmuştur. Aynı şekilde: 'O, arşının üzerindedir. Fakat arş gökte midir, yerde midir bilmiyorum' diyen kimse de kafir olmuştur." (19)

17- Kendisine "Allah nerededir?" diye soran kadına: "Allah Subhanehu ve Teala sema'dadır, yerde değil" cevabını verdi. Bunun üzerine adamın biri: "Peki, Allah'ın: "O bizimle beraberdir" (el-Hadid: 4), sözüne ne dersin?" deyince: "Bu, senin bir kimseye mektup yazıp 'ben seninle beraberim' demen gibidir. Halbuki sen onun yanında değilsin" yanıtını verdi. (20)

18- "Allah'ın eli mü'minlerin eli üzerindedir. Ancak bu, kulların elleri gibi değildir." (21)

19- "Allah Teala göktedir, yerde değil." Ona "O, sizinle beraberdir" (el-Hadîd: 4) ayetini hatırlatan adama: "Bu senin bir adama mektup yazıp onunla beraber olduğunu söylemen gibidir. Halbuki sen onun yanında değilsin."dedi.(22)

20- "Allah Teala Musa ile konuşmadan evvel de mütekellim (konuşucu) idi." (23)

21- "Allah kendi kelamıyla konuşur. Kelam O'nun ezeli sıfatıdır." (24)

22- "Konuşur ancak bizim konuşmamız gibi değil." (25)

23- "Musa (a.s.) Allah Teala'nın kelamını işitmiştir. 'Allah Musa'ya kelamıyla konuştu.' (en-Nisa: 164).

Allah Musa'yla konuşmadan önce de mütekellim idi." (26)

24- "Kur'an, mushafta yazılmış olan Allah kelamıdır. O, kalplerde hıfzedilmiştir. Dillerde okunur. Allah'ın nebisine (sallallahu aleyhi vesellem) inmiştir." (27)

25-"Kur'an yaratılmış değildir." (28)


EBU HANİFENİN "KADER' HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ:


1- Adamın birisi Ebu Hanife'ye gelip onunla kader tartışmaya başladı. Ebu Hanife adama: "Kadere çok dalan tıpkı güneşin içine baktıkça hayreti artan bir adam gibi olduğunu bilir misin?" dedi. (29)
2- "Allah, daha olmadan önce var olacak şeyleri biliyordu." (30)
3- "Allah, olmayan şeyi olmadığı zaman da bilir. Onu varettiğinde de onun nasıl olacağını bilir. Allah varolan şeyi varlığı halinde bildiği gibi, onun nasıl yok olacağını da bilir." (31)
4- "Kader: "levh"de mahfuzdur." (32)
5- "Allah'ın kaleme yazmasını emrettiğini ikrar ederiz. Allah kaleme: "Yaz" demiş, kalem de: "Ne yazayım ya Rabbi?" demiştir. Allah da: "Kıyamet gününe kadar olacak olanları yaz" demiştir. "Yaptıkları her şey kitaptadır. Küçük büyük her şey yazılmıştır." (el-Kamer: 52-53) (33)
6- "Dünyada ve ahirette her şey O'nün "meşiyeti" (dilemesi) ile olur." (34)
7-"Allah, eşyayı yoktan varetmiştir." (35)
8- "Allah yaratmadan önce de yaratıcı idi."(36)
9- "Kulun ameli, ikrarı ve bilgisiyle "mahluk" olduğunu ikrar ederiz. Fail mahluk olunca, fiillerinin de mahluk (yaratılmış) olması daha uygundur." (37)
10- "Kulun hareket ve duruşları onun kesbidir. Onu yaratan Allah'dır. Hepsi Allah'ın meşiyeti, ilmi, kazası ve kaderi iledir." (38)
11- "Kulun her davranışı ve duruşu gerçekte onun kesbidir. Allah onu meşiyeti, ilmi, kaza ve kaderi ile yaratmıştır, îtaat sayılan amellerin hepsi Allah'ın emri, muhabbeti, rızası, ilmi ve meşiyeti iledir. Günahlar ise O'nun ilmi, kazası, takdiri ve meşiyeti ile olup, sevgisi, rızası ve emretmesi ile değildir. (39)
12- "Allah Teala insanları küfürden ve imandan salim (fıtrat üzere) yarattı. Sonra onlara hitap ederek emredeceğini emretti, yasaklayacağını da yasakladı.
Kafir olan kendi fiili ile hakkı reddedip inkar etmiş ve küfre girmiştir. Böylece Allah onu hüsrana uğratmıştır. İman eden de kendi fiili, ikrarı ve Allah'ın yardımı ile iman etmiştir. (40)
13- "Allah insanları Adem'in (a.s.) sulbünden "Zer" suretinde çıkarmıştır. Sonra onlara akıl vermiş ve kendilerine hitap ederek onlara imanı teklif etmiştir. Küfre girmelerini yasaklamış, onlar da Allah'ın Rububiyetini ikrarla kabul etmişlerdir. Bu onların Allah'a olan imanları idi. Onlar bu şekilde fıtrat üzere doğarlar. Kim küfre saparsa, kendi fiiliyle sapmıştır. Zira bu kimse verdiği sözü değiştirmiştir. Kim iman edip tasdik etmişse, bunun üzerine ölür." (41)
14- "Eşyayı takdir edip onlara birer ölçü tayin eden Allah'tır. Dünyada ve ahirette olan her şey ancak O'nün dilemesi ile vardır. Bunu meşiyeti, kaza, kaderi ve ilmi ile Levh-i Mahfuz'da yazmıştır." (42)
15- "Kullarından hiçbirini, ne küfre ne de imana zorlamıştır. Küfür ve iman insanların kendi fiilleridir. Allah küfre girenin küfre girdiği anda kafir olduğunu bilir. Eğer bundan sonra iman ederse, onun iman üzere olmasını sever. Bu esnada Allah'ın bilmesinde hiçbir değişiklik olmaz." (43)

""KAYNAKLAR""

(4) ed-Durru'l-Muhtar c: 6, sh: 396-397.
(5) el-Akidetu't Tahaviye şerhi sh: 234. İthafu es-saadeti'l-Muttekîn c:2, sh: 288.
Fıkhı ekber Şerhi sh:198.
(6) imam Ebu Hanife ve Muhammed îbnu'l Hasan kişinin duasında "Allahım! Senin arşının izzet düğümü hatırına" diye dua etmesini hakkında bir nas olmadığı için kerih görmüşlerdir. Ebu Yusuf un sözünü ettiği "nas"da (hadiste) Allah Rasulû (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle dua etmiştir: "Allahım ! Ben senden arşının izzet düğümlerinden, kitabındaki sonsuz rahmetle Sen'den isterim."
Bu hadisi el-Beyhakî "et-Deavat el-Kebire" adlı kitabındaki tahric etmiştir. el-Binaye'de de (2/282) zikri geçer. Nasbu'r-Raye (4/272)
Fakat bu hadisin isnadında üç mesele vardır:
1- Davud b. Ebi Asım, İbni Abbas'tan hadis duymamıştır.
2- Abdülmelik b. Cureye müdellistir. Hadisleri irsalle rivayet eder.
3- Amr b. Haruz yalancılıkla suçlanmıştır. Bunun için îbnu'l Cevzi -el-Binayede'de (9/382) de belirtildiği gibi- bu hadise: "Süphesiz. ki mevzuudur" der.
(7) El-Fıkhu'l-Ebsat sh:56
(8) el-Fıkhu'1-Ekber, sh: 302.
(9) el-Akidetu't-Tahaviye, c: 2, sh: 427
Dr. et-Turki tahkiki celau'l-Ayneyn, sh: 368.
(10) Akidetu's-Selef ve Ashabi'l-Hadis sh: 42 el-Esma ve's sıfat (el-Beyhaki), sh: 456
el-Kevseri bu konuda sukut etmiştir.
el-Akidetu't-Tahaviye sh: 245,
Thk. El-Elbani.
(11) el-Fıkhu'l-Ebsat,sh: 51.
(12) A.g.e. sh:56 (Kitabın muhakkiki el-Kevseri bu konuda susmuştur).
(13) el-Fıkhu'IEkber, sh: 301.
(14) el-Fıkhu'1-Ekber sh: 302.
(15) el-Fıkhu'1-Ebsat, sh: 56.
(16) el-Akidetu't-tahaviye, sh: 25.
(17) el-Fıkhu'l-Ekber, sh:301.
(18) el-Fıkhu'l-Ekber, sh:301.
(19) el-Fıkhu'1-Ekber, sh: 46.
(20) El-Esma ve's-sıfat, sh: 426.
(21) el-Fıkhu'l Ebsat, sh: 56
(22) el-Esma ve's-sıfat, c: 2, sh: 170
(23) el-Fıkhu'l-Ekber,sh:302.
(24) A.g.e. sh:301.
(25) el-Fıkhu'l-Ekber, sh: 302
(26) A.g.e. sh:302
(27) A.g.e. sh:301
(28) A.g.e.: 301
(29) Kalaidu Ukudi'l-İkyan, K-77 (B)
(30) el-Fıkhu'1-Ekber, sh: 302, 303
(31) A.g.e.: 302, 303
(32) A.g.e.: 302.
(33) Vasiyet şerhi, sh: 21.
(34) el-Fıkhu'1-Ekber, sh: 302.
(35) A.g.e, sh: 302.
(36) A.g.e, sh: 302.
(37) Vasiyet şerhi, sh: 14
(38) el-Fıkhu'1-Ekber, sh: 303.
(39) el-Fıkhu'1-Ekber, sh: 303.
(40) A.g.e: 302,303.
(41) el-Fıkhu'1-Ekber, sh: 302.
(42) A.g.e, sh: 302.
(43) A.g.e, sh: 303.


EBU HANİFE'NIN "İMAN" HAKKINDA GÖRÜŞLERİ:

l- "İman ikrar ve tasdiktir."(44)
2- "İman, dil ile ikrar, azalar ile tasdiktir. İkrar yalnız başına iman olmaz." (45)
Tahavi bunu Ebu Hanife, Muhammed ve Ebu Yusuf'tan rivayet eder. (45)
3- "İman ne artar, ne de eksilir." (47)
"Ebu Hanife'nin imanın artıp eksilmeyeceğine dair sözü, imanın tanımlanmasıyla ilgilidir. Zira iman dil ile ikrar, azalar ile tasdiktir. Amel, imanın hakikatinin dışındadır. (*)
İşte bu söz İmam Ebu Hanife'nin Malik, Şafiî, Ahmed, îshak ve Buhari gibi imamlarla arasındaki farktır. Hak, ise saymış olduğumuz diğer imamların dediğidir. Ebu Hanife bu sözü ile hakka isabet edememiştir. Ancak o, bu halde de ecir sahibidir. İbni Abdilber ve İbni Ebi'l-İzz'in dediklerine bakılırsa, Ebu Hanife bu görüşünden vazgeçmiştir. Allah daha iyi bilir." (48)

(44) A.g.e, sh: 304.
(45) Vasiyet Şerhi, sh: 2.
(46) Akidetu't-Tahaviye, sh: 360.
(47) Vasiyet şerhi, sh: 3.
(*) Tıpkı namazın abdestin dışında olması gibi. Niyetsiz namazın sahih olmayacağı gibi iman da öyledir. Kişi niçin iman ettiğini bilmiyorsa mü'min sayılır mı? (Çev.).
(48) et-Temhid, İbni Abdilber, c: 9, sh: 247, Tahavi akidesi, sh: 395.


İMAM EBU HANİFE'NIN SAHABE HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ:

l- "Allah Rasulü'nün ashabını ancak hayırla yâdederiz." (49)
2- "Allah Rasulü'nün ashabından olan hiç kimseden yüz çevirmez, hiçbirisini diğerine karşı tutup taassupta bulunmayız." (50)
3- "Onlardan Allah Rasulü (sallallahu aleyhi vesellem) ile bir saat beraber bulunan bir kimsenin derecesi bizlerden herhangi birinin ömür boyu yapmış olduğu amelden hayırlıdır." (51)
4- "Allah Rasulü'nden (sallallahu aleyhi vesellem) sonra bu ümmetin en hayırlılarının Ebu Bekr, Ömer, Osman ve Ali olduğuna şehadet ederiz." (52)
5- "Allah Rasulü'nden sonra insanların en faziletlilerinin Ebu Bekr, Ömer, Osman ve Ali olduğuna inanırız." (53)
(49)el-Fıkhu'l-Ekber, sh:304
(50)el-Fıkhu'l-Evsat, sh: 40
(51) Menakıbu Ebi Hanife, sh: 76.
(52) Vasiyet Şerhi, sh: 14.
(53) en-Nur el-Lami K-119


KELAMI VE DİNDE TARTIŞMAYI YASAKLAMASI:

1- "Basra'da heva ehli çoktur. Belki oraya yirmiden fazla gittim. Bazen bir yıl, bazen de daha fazla kaldım. Bu esnada kelam ilmini en hayırlı ilim olarak görüyordum." (54)
2- "Ben kelam ilmi ile o kadar uğraştım ki, nihayet geldi parmakla gösterilir oldum. Biz Hammad b. Ebi Süleyman'ın meclisine yakın bir yerde oturuyorduk. Bu arada bir kadın gelip: "Bir adam var. Cariyesini sünnete göre boşamak istiyor. Ne yapmalı?" diye sordu. Ne yapacağımı bilemedim. Kadının bunu Hammad'a sormasını, sonra da Hammad'in ona ne cevap verdiğini gelip bana söylemesini istedim. Kadın aynı soruyu Hammad'a sorunca, Hammad ona: "Cariyeyi temizken (hayızlı değilken), onunla cima etmeden bir talakla boşar. Sonra o kadın erkeklerle evlenmeye hak kazanır" dedi. Bunun üzerine benim kelam ilmine ihtiyacım yok diyerek onunla uğraşmayı bıraktım. (55) (Bu rivayetin sıhhati tahkike muhtaçtır.) (Çev.)
3- " Allah Amr b. Ubeyd'e la'net etsin. O, insanlara yaran olmayan kelama giden yolları açtı." (56)
Birisi Ebu Hanife'ye: "insanlardan bazılarının 'Araz' ve "Ecsam' konusunda ihdas ettikleri sözlere ne diyorsun?" diye sorunca Ebu Hanife: "Bunlar felsefecilerin sözleridir. Sen ehl-i hadisin ve selefin yolunu tut. Sakın sonradan uydurulanlara tabi olma, her uydurulan bid'attir"dedi.(57)
4- Ebu Hanife'nin oğlu Hammad diyor ki: "Babam birgün yanıma geldi. Kelamcılardan bazıları da yanımda bulunuyordu. Aramızda bir konuyu tartıştığımızdan dolayı seslerimiz de alabildiğine yükseliyordu. Onun eve girdiğini sezince yanına gittim.
Bana: "Hammad: Yanındakiler kim?" dedi.
Ben de: "Falan, falan ve falan" diyerek isimlerini saydım. "
Peki neyi tartışıyorsunuz?" dedi.
Ben de şöyle şöyle bir konuyu tartışıyoruz dedim.
Bana: "Ey Hammad! Kelamı bırak" dedi.
Hammad diyor ki: "Ben babamın böyle karma karışık işlerle uğraştığını görmedim. O, başkasına yasaklamış olduğu şeyi kendisi de yapmazdı.
Ona: "Babacığım! Sen daha önceleri bana kelam ilmini öğrenmemi söylemiyor muydun?" dedim.
O da: "Evet oğlum. Fakat bugün bunu sana yasaklıyorum" dedi.
Ben de: "Niçin?" diye sordum.
"Ey oğlum" dedi. "Bugün bu gördüğün insanlar daha önceleri bir kalb ve din üzere idiler. Daha sonra şeytan onların arasına düşmanlık koydu ve bundan ötürü ihtilaf etmeye başladılar." (58)
5- Ebu Hanife, Ebu Yusuf'a: "Sakın ha sakın! Halka dinlerinin aslını öğretirken kelamdan söz etme. Zira onlar seni taklid eden bir kavimdir. Sonra bununla uğraşırlar." (59)

(54) Menakibu Ebi Hanife, el-Kurdi sh:137
(55) Tarihi Bağdad, c: 3, sh: 333.
(56) el-Hervi, Zemmu'l-Kelam, sh: 28-31.
(57) A.g.e. sh: 194.
(58) el-Mekki, Menakıbu Ebi Hanife, sh: 183-184.
(59) A.g.e, sh: 373


İmam Ebû Hanîfe'nin Akidesi

İmam-ı Azam Ebu Hanife'ye İftira
Ebu Hanife'nin Son 2 Senesi Olmasaydı

Ebu Hanife’nin “Son iki sene olmasaydı Nman (Ebu hanife) helak olmuştu” dediği, Ahmed bin Hanbel ve İmam Şafii’nin Şeyban er Rai adındaki tasavvuf şeyhinden ders aldığı doğru mudur?

Ebu Hanife’nin böyle bir şey dediğine dair hiçbir güvenilir kaynakta bilgi yoktur. [Kevseri Irgamul Merid(41)] İki sene ile kastedilen, Ebu Hanife’nin Cafer es Sadık ile tanıştığı son iki senedir. Bunu Şiiler, imamı kendilerine nisbet etmek için uydurmuşlardır. Cafer es Sadık’ı sufiliğe nisbet edenler de bunu kullanmak istemişlerdir. İmam Ahmed ve Şafii’nin Şeyban er Rai’den tarikat aldığı iddiasına gelince alimler, bu tür haberlerin batıl olduğunda ittifak etmişlerdir. Zira bu imamlar Şeyban’a yetişmemişlerdir. [ Sehavi Mekasıdu Hasene(474) Aliyyul Kari el Masnu(220) el Esrarul Merfua(381)]


https://www.islam-tr.org/konu/imam-ebû-hanîfenin-akidesi.8857/

Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud el-Maturidi
İmam Ebu Mansur el-Mâturidi Metodu:

Gerek Eş'arî gerekse Maturidî, Mu'tezile ve diğer bid'at mezheblerine galebe çalabilmek için, hasımlarının metodlarının akl-ı selime uygun taraflarını almışlar ve Ehli Sünnet Kelâmı'nın kurucusu olmuşlardır. Fakat, Ehl-i Sünnet'in Kelâm metodunu daha ziyade doğru ve ilmi bir şekilde başlatan, akla ve nakle de lâyık oldukları değeri vererek bu iki asla bağlı kalan ve bu şekilde İslâm akaidini açıklamaya çalışan, imam Maturidî olmuştur. Çünkü, dinde akla uymayan bir şey yoktur. Allah'ın varlığı, hayat, ilim, kudret, irade gibi sıfatları ve Hz. Muhammed (s.a.s)'in peygamberliği akılla isbat edilir. Yine naklin bildirdiği ahiret ve ahvali gibi gayb haberlerinin imkânı akıl ile gösterilir ve Resulün haber verdiği şekilde bunlara iman edilir. Kelâm metodunda iman edilecek esas ve konuların hepsi haber-i sadık (sahih bir şekilde bize kadar gelen haber-i Rasul ile) tesbit edilir. Bunları isbat etmeye yarayacak delillere gelince... Bunlardan duyulur âleme ait olanlar için duyular ve bunun ötesinde kalanlar için akıl kullanılır. Bu şekilde bilgilerimizin üç temel kaynağı ve bunların değerleri hakkında gerekli açıklamayı yapan, İmam Maturidî olmuştur. O, bilgilerimizin sebepleri ve değeri hakkında söz edilen ilk İslâm âlim ve mütekellimi olduğu için bu konularda kendisinden sonra gelen kelâmcılara çığır açmıştır. Ondan sonra gelen kelâmcılar da yazdıkları eserlerin mukaddimelerinde bilgilerimizin kaynağı ve değeri hakkındaki görüşlerini yazmışlardır.
Maturidî, Kitabü't-Tevhidinde, insanı ilme ulaştıran yolların iz'an (sağlam duyu organları ve bunlarla yapılan deney ve gözlem), haberler ve aklî istidlal olduğunu ve bilgiye ulaşabilmek için bu yolların hiç birisinden müstağni olunamayacağını söylüyor. Ona göre bunlardan her birinin sahasına giren bilgiler grubu vardır. Her bilgi alanına ancak kendisine götüren yolla gidilir. Duyularla elde edilen bilgiyi inkâr eden, inatçı ve kendisini beğenmiştir (Kitabü't-Tevhid Beyrut, 1970 s. 7-8).
Maturidî iki çeşit haber olduğunu söyler:
1- Mutevatir haber. Bunun doğru olduğunu tesbit etmek için konuyu araştırıp tetkik etmek lâzımdır.
2- Peygamberlerin haberleri. Yanlarında doğruluklarını gösteren ayetler (mûcizeler) bulunduğu için, onların verdikleri haberlerden daha doğru bir haber yoktur. Çünkü doğruluklarının açıklık ve seçikliği bakımından kalbin ısınıp yatışacağı sözler peygamberlerin haberleridir.

Maturidî akıl hakkında şöyle der:
Aklın istidlâline gelince; bunun ilmin sebebi olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü duyular vasıtası ile elde edilen bilgileri düşünüp tertipleyerek hüküm veren odur. Duyulardan uzak olan ve bunların dışında kalan şeyleri anlayan, haberlerle bilinen şeyler de yanlışlık olup olmadığı ihtimali üzerinde duran, sonra peygamberlerin mucizeleri ile sihirbazların aldatmacalarını ayırdeden ve başka şeylerin doğruluğunu veya yanlışlığını anlayan akıldır. Aklın tefekkürü ile mahlukattaki hikmeti ve yaratıcı olan Allah'ın varlığına delâlet eden delilleri anlarız.
Nitekim akıl ile, Kadîm olan Allah'ı bilir ve onu hâdis olan mahlukattan ayırdederiz (Kitabu'l-Tevhid,s. 78). Maturidî, Tevilatu'l-Kur'an ve Kitabu't-Tevhid isimli eserlerinde aklî tefekkür ve istidlâli müdafaa eder; vahyin aklî delil getirmesini mutlaka gerekli görür. Akıl şaşar veya doğruyu bulamaz korkusuyla, sadece nakle dayanmayı gerekli gören fukaha ve hadisçilere karşı çıkar ve şöyle der:
"İnsana aklını kullanmaktan vazgeçmeyi telkin eden, şeytanî vesveseden başka bir şey değildir. Çünkü şeytan, kişiyi aklının semeresinden alıkoyar, iyi fırsatlara nail olmak ve istediğini elde etmek için güvencelerini sarsar. Aklı kullanarak eşyayı düşünmek, onun prensip ve sonuçlarından gizli olanları bilmek içindir. Sonra bunlarda, eşyanın hâdis olduğuna ve bunları yaratanın varlığına, nefislerini şehvetlerine uymaktan alıkoyanlar için deliller vardır. Bilinsin ki, aklı kullanmaya engel olan, şeytanın vesvesesi ve işidir" (Kitabu't-Tevhid s. 136).
Yine Maturidi'ye göre aklı hata ve sürçmelerden korumak için ihtiyatlı davranmak, makûlün yanında nakle de dayanmak gerekir. O bu konuda şöyle der: "Kim nakle dayanarak aklı kullanmada dikkatli ve ihtiyatlı bulunmayı inkâr eder ve akıldan gizli kalan şeylerin mahiyet ve künhünü anlamak ister ve Peygamber'den bir işaret olmaksızın nakıs ve sınırlı aklıyla Allah'ın hikmetlerinin tamamını ihata etmeye çalışırsa, aklına zulmeder ve ona kaldıramayacağı şeyleri yüklemiş olur" (M. Ebu Zehra Tarihul-Mezahibil-İslamiyye fi's-Siyaset-i Vel-Akaid, s. 212-213).

Maturidî'nin elinde hocalarından okuyup rivayet ettiği İmam A'zam'ın risaleleri, Akaid'den, İlm-i kelama dönüştü. Bu risaleler inanılması lâzım gelen Ehli Sünnet akidesini açıklayan bilgiler idiler. Maturidî bunlarda beyan edilen akaidi başka nakli delillerle takviye etti ve aklı kesin delillerle destekledi. Akâid'in teferruâtını bürhanlarla kesinleştirip kuvvetlendirdi. O Maverau'n nehir ülkesi ve diğer İslam bölgelerinde Ebu Hanife ekolünün kelamcısı Ehl-i Sünnet Vel-Cemaatın reisi oldu. Bu sebeple akaidde Hanefî mezhebi, Maturidi'ye nisbet edildi. Böylece, az bir kısmı hariç, Hanefî mezhebinde bulunan kelâmcılara Maturidiyye denildi. Ebu Hanife'nin ismi ancak Hanefî fıkıhçılarına nisbet edilmekle yetinildi. Bir çok kelâmcı ve araştırıcılar, Maturidiyye diye anılan bu Ehli Sünnet mezhebinin asıl kurucusunun İmam Maturidi değil, İmam A'zam Ebu Hanife olduğunu, Maturidî'nin ise onun yazdığı akaid esaslarını aklî ve naklî delillerle destekleyerek açıkladığını ifade ederler. Bazılarının iddia ettiği gibi Maturidî, İmam Eş'arî'ye bağlı bir kimse değil, İmam A'zam ve arkadaşlarının esaslarını tedvin ettiği Ehli Sünnet mezhebini açıklayan ve destekleyerek devam ettirenlerdendir.
İmam Ebul-Hasen el-Eş'arî ile İmam Ebu Mansur el-Matüuridî, Ehli Sünnet akidesini yayma gayesinde ve pek çok izahlarının neticelerinde birleşiyorlarsa da; her ikisinin Kelâm metodları birbirlerininkinden az çok farklıdır. Şubhesiz her iki kelâmcı da Kur'an'ın ihtiva ettiği akaidi, akıl ve mantığı bürhanlarla isbat etmeye çalışıyorlardı. Çünkü selim akıl ile sahih nakil asla çatışmazdı. Fakat Maturidî, Eş'arî'nin verdiği önemden daha fazla akla değer veriyordu. Ona göre aklın daha çok değeri olduğuna şu örnekler delâlet etmektedir:

1- Her iki mezhebe göre; Allah'ın varlığını aklî delil getirerek bilmek farzdır. Maturidiyye'ye göre peygamber gönderilmezse bile Allah'ı aklen bilmek gereklidir. Allah'ı bilmenin vücubunu idrak eden akıldır. Akıl tek başına Allah'ın varlığını ve bunun vacib oluşunu bilebilirse de, peygamber gönderilmeden, Allah tarafından yapılması teklif edilen hükümleri tek başına bilemez. Allah'ı akılla bilmenin aklen vacib olduğu görüşü, Maturidilere İmam A'zam Ebu Hanife'den geçmiştir. Beyazî'nin (1098/1687) açıklamasına göre, Ebu Hanife "Akıl yaratıklara bakarak Büyük Yaratıcıyı bilmenin aleti olduğu için Allah'ı bilmemekte kimsenin mazereti olamaz" demiştir (Ebu Hanife'nin bu görüşleri için; Kemaleddin el-Beyazî, İşaratu'l-Meram, Mısır 1949/1368, s. 78).

Eş'arîler ise; akıl, Allah'ın varlığını ve birliğini bilmede alet olduğu halde, ona bu bilmenin vücubunu emreden akıl değil, Allah'tır. Allah'ın emri de vahiy ve şeriatla bilinir, diyorlar.
Maturîdîler de; Allah'ı bilmenin vücubunu emreden Allah ise de, akıl, Allah'ın koyup emrettiği bu vücubu bilebilir, diyorlar. Fakat, "akıllı bir kimsenin mazeretsiz olarak Allah'ın varlığına ve birliğine dair akli delil getirmeyi terketmesi haramdır. Aklî delili bir özrü olmadan terkeden günahkâr olur. Akıl tek başına Allah'ı bilebilir. Fakat teklifi hükümleri (insanların Allah tarafından mükellef tutulduklârı hükümleri) bilemez" düşüncesinde her iki mezheb de birleşiyorlar.
2- Maturidî, yine, hüsün ve kubuh meselesinde der ki: "Allah bir işi haddi zatında ve aslında güzel olduğu için veya faydası zararından daha çok olduğu için emreder. (Husun emrin medluldür) Allah'ın bir işi emretmesi, o işin aslında güzelliğine delâlet eder. Bir şey mahiyeti itibarıyla çirkin olduğu için Allah o şeyden nehyeder. Allah'ın bir şeyi nehyetmesi, o şeyin aslında çirkinliğine veya zararının faydasından daha çok olduğuna delâlet eder."

Maturidi'ye göre hüsün ve kubuh açısından eşya ve işler üç kısımdır:
a) İnsan aklının tek başına güzelliğini anladığı şeyler,
b) Tek başına aklın çirkinliğini idrak ettiği şeyler,
c) Tek başına insan aklının ne güzelliğini ne de çirkinliğini anlayamadığı şeyler, ki, bunların da güzelliği ve çirkinliği ancak Allah'ın emretmesiyle anlaşılır. Şu kadar var ki; aklın güzelliğini bildiği şeyleri bile Allah emreder, çirkinliğini bildiği şeylerden de Allah nehy eder. Aklın tek başına mükellef kılma ve sorumlu tutma hakkı yoktur. Dini sorumluluklarda sorumlu tutma hakkı yalnız Allah'ındır. Yegâne hüküm veren ve insanları mükellef tutan O'dur.
Eş'arîler ise; "eşyanın aslında ve fiillerin mahiyetinde güzellik ve çirkinlik yoktur. Allah emrettiği için bir şey güzeldir, nehyettiği için de çirkindir", derler. Aklın, fiillerin aslında güzellik ve çirkinliği idrak ettiğini kabul etmezler.
Mutezileye göre ise; aklın güzelliğini idrak ettiği şeyler, yine aklın mükellef kılmasıyla vacib olur. Çirkinliği anlaşılan işten de kaçınmak aklın teklifiyle vacib olur.
3- Eş'arî; "Allah Teâlâ, bir sebeb ve maksattan dolayı fiillerini işlemez (Allah'ın fiilleri, maksat, gaye ve illetlerle muallel değildir). Yani, Cenab-ı Hak bir şeyi sebeb, maslahat ve gayesiz olarak işler de; bir sebebe mustenid ve bir maslahata mebni işlemez. Çünkü o işlediğinden sorumlu tutulmaz. Ayetlerde geçen Allah'ın hikmetini de ilim ve iradesine irca eder.
Maturidi'ye göre, Allah kendisine hakim (hikmet sahibi) diyor. O halde O'nun hikmet sıfatı da vardır. Allah boş ve abes işlerden munezzehtir. Her işinde hikmet vardır. Yüce Allah, gerek teklifi hükümlerinde, gerekse yarattığı işlerinde bir zorlayan ve vacip kılan olmaksızın bu hikmeti murat etmiş ve kasdetmiştir. Çünkü O muhtar, serbestçe dileyen ve dilediğini işleyendir. Mutezile'nin dediği gibi, kullarının mesalihine riayet etmesi O'na vacip olmaz. Çünkü, vücub ve gerekli olma, iradeye aykırı olur ve başkasının O'nda hakkının olduğunu hatırlatır ve O'nun yaptığı şeylerden sorumlu olmasını gerektirir. Allah yaptığından sorumlu değildir.
4- Maturidiler, Allah'ın tekvin (halk) sıfatını, kudret sıfatından başka ezeli ve hakiki sıfat kabul ederler. Çünkü Allah, Kur'an'da kendisini halık (yaratıcı) olarak vasıflandırmıştır. Allah eşyayı kudret sıfatıyla değil, tekvin sıfatıyla yaratır, derler.
Eş'arîler ise, tekvin sıfatını, Allah'ın kudret sıfatının yaratacağı şeylere hadis olan bir taallûku olarak kabul ederler.
Görülüyor ki Maturidi'ler nakle bağlı kalmışlar ve bu başlılıktan taviz vermeksizin, nassların özüne uygun akli açıklamalarda bulunmuşlardır. İzmirli İsmail Hakkı'nın "Yeni ilm-i Kelâm" isimli eserinde Eş'ariyye ile Maturidiyye arasındaki farkları belirtirken; "Eş'ariyye indinde, tevbe-i ye's (bir kimsenin ölüm esnasında ilâhi azabı görürken tövbekâr olup iman etmesi) makbul değildir; Maturidiyye'ye göre ise makbuldür" (Yeni İlm-i Kelâm, I, 115) demesi tamamen yanlıştır. Çünkü Maturidilere göre de tevbe-i ye's asla makbul değildir.
Maturidî, Te'vilâtında; Ebul-Mu'in en-Nesefi, et-Tabsira' adlı eserin de tevbe-i ye'sin makbul olmayışının sebeblerini açıklarlar: "Çünkü bu iman korku ve azabı gidermek için inanmadır; çalışma ile erişilen iman değildir ki onun (ölenin) inanması ictihad (emek ve gayret ile husule gelen iman olsun..." (Te'vilat li-Ebi Mansur el-Maturidî, Kayseri Raşid Ef. Kütüphanesi No: 47 vr. 1829).
"Bir kimsenin ye's halinde veya ahirette azabı görürken iman etmesi geçersiz ve faydasız olur... (Tabsıratu'l-Edille, Raşid Ef. Küt. No: 496, vr. 86).
Tevbe-i ye'sin makbul olmayacağı hakkında Kötülükleri işleyip dururken ölüm bunlardan birine geldiği zaman şimdi tevbe ettim, diyenlerin tevbesi yoktur... " (en-Nisa, 4/18) Azabımızı gördükleri vakit iman etmeleri kendilerine fayda verecek değildir" (el-Mu'min, 40/85) gibi âyetler vardır. Maturidîler ayetlerin zahirine aykırı düşecek görüşlerde bulunmazlar.

İslâm tarihinde akaidi açıklayan itikadî mezhebler başlıca dörttür. Bunlar, Rasulullah'ın ve Ashab-ı kirâmın akâidine ve üzerinde bulundukları yola yakınlıkları itibarıyla şöyle sıralanırlar:
a) Ehl-i Sünneti hassa denilen Selefiyye: Bunlar nassların zahirine bağlılığı ve teslimiyeti prensip edinmişlerdir. Kur'an'da bildirilen iman esaslarını akılla fazla irdeleyip kurcalamadan iman ederler.
b) Eş'ariyye: Nassları esas olarak alıp akli delillerle bunları desteklerler.
c) Maturidiyye: Bunlar da Eş'ariyye gibi kelâm metodunu kabul ederler. Kur'an ve sahih sünnette bildirilen akaidi daha fazla aklî ve kuvvetli delillerle desteklerler.
d) Mutezile: Bunlar aklı esas alıp nakil ile bunu desteklemeye çalışırlardı. Bazı araştırıcılar, akla bu kadar önem verdiği için Maturidiyye, Selefiyye'den daha çok Mutezile'ye yakındır demişlerdir. Dikdörtgen şeklinde bir alanın ucunda Selefiyye yani Ehl-i hadis; öteki ucunda Mutezile bulunur. Alanın Mutezileye bitişik 1/4'ünde Maturidiyye; Muhaddislerin yanında Eş'ariyye mevcuttur, demişlerdir.
Maturidî, nassların yardımıyla akli istidlalin gerekli oluşu prensibini tefsirinde de uygulamıştır. O "Tevilatu'l-Kur'an"isimli eserinde muteşabihleri muhkem ayetlere hamletmektedir. Yol bulabildiği vakitte Kur'an'ı Kur'an ile tefsir etmektedir. Çünkü Kur'an'ın bir kısmı diğer bir kısmıyla çelişmez. Eğer o (Kur'an) Allah'tan başkası tarafından olsaydı, elbette içinde birbirini tutmayan bir çok şeyler bulurlardı" (en-Nisa, 4/82). Maturidî, muteşâbih ayeti, dayanacağı bir muhkem ayet veya kat'i bir delil bulamazsa te'vil etmekten kaçar. Muteşabih ayetleri te'vil hususunda takib edilen bu metodu Eş'ari de kullanmıştır. Ancak Eş'ariyye ve Maturidiyye kelamcılarının muteahhirini, halk yanlış yorumlayarak teşbihe düşmesinler diye muteşabih ayetleri te'vil etmişlerdir. Bu te'villerinde bu ayetlerin kesin anlamı olmadığını, ihtimal dairesi içinde olduğunu belirtmişlerdir.

Maturidiyye Mezhebini Geliştirenler:

Maturidi'nin akaid ve kelam metodu bizzat bu ekole bağlı olan müelliflerin eserlerinden öğrenilmektedir. Maturidî pek çok eser telif etmiştir. Ancak bunlardan pek çoğu kaybolmuş, günümüze kadar ancak iki tanesi gelebilmiştir:
Bunlardan birisi "Tevilâtu'l-Kurân "diğeri adı "Te'vilatü Ehli's-Sünne"dir. Dünya kütüphanelerinde elli tane kadar nüshası olduğu sanılmaktadır. Hemen hemen İstanbul'un her kütüphanesinde bir nüshası mevcuttur. Dirayet usulünü takip eden çok kıymetli bir Kur'an tefsiridir. Müellif münasebet düştükçe akaid konularına çok yer ayırır ve bid'at mezheblerinin görüşlerini reddeder. Bu bakımdan Maturidiyye akaidine ait kıymetli bir kaynak sayılır. Bu eser, Ebu Bekir Muhammed b. Ahmed es-Semerkandî (v. 533/1158) tarafından şerh edilmiştir. Bir nüshası şehid Ali Paşa kütüphanesinde No: 283 mevcuttur. Maturidi'nin diğer eseri Kitabu't-Tevhid olup, dünyadaki tek nüshası Cambridge Üniversitesi kütüphanesinde 3651 numarada kayıtlıdır. Dr. Fetullah Huleyf tarafından tahkik edilerek 1970 de Beyrut'ta bastırılmıştır.
Maturidiyye mezhebini geliştiren ve zirvesine çıkaran alim Ebul-Mu'in Meymun b. Muhammed en-Nesefi'dir (417-508/1024-1115). Matûridiyye'nin yetiştirdiği en büyük kelamcıdır. Nesefi, İmam Maturidi'nin görüşlerine (Mukallidin imanı hakkındaki görüşü hariç) bağlı kalmıştır. Eş'ari kelamında Ebu Bekir el-Bakıllani (v. 403/1013) ve Gazzali (505/1111)'nin değeri ne ise Maturidi kelamında da, Nesefi'nin değeri aynıdır. Maturidi'nin kitablarının özellikle Kitâbu't Tevhîdinin iyi anlaşılması için Nesefi'nin Tabsiratül-Edille, isimli kitabı bir anahtar mesanesindedir.
Nesefi'nin diğer bir kitabının ismi "et-Temhid li-Kavaidi't-Tevhid"tir. Bu kitabın İstanbul Kütüphanelerinde bir kaç nüshası vardır. Mesela Beyazıd Küt. No: 3078,158. (vr.) Nesefî'nin Bahrul-Kelâm fi Akaidi Ehli'l İslâm isimli kitabı ise Konya'dan Ali Ramazan Hadimi tarafından 1327-1329/1911 de bastırılmıştır. Bu kitap yine aynı yılda Kahire'de de basılmıştır.
Maturidiyye kelâmına hizmet eden başka Nesefîler de yetişmiştir. Nesefi Semerkant ile Ceyhun nehri arasında bulunan bir şehirdir. Ortaçağda bu şehirde İslâmî ilimlerin her dalında eser telif etmiş pek çok alim yetişmiştir. Ebu Hafs Necmeddin Ömer en-Nesefi (v. 537/1142) Burhanuddin en-Nesefi (687/1289) Ebul-Berekat en-Nesefi, Maturidiyye mezhebine hizmet eden büyük âlimlerdendir. Bu sonuncusunun "Medariku't-Tenzil ve Hakaiku't Te'vil" isimli tefsiri. pek meşhurdur. Tefsirin muhtelif yerlerinde Maturidî kelâmına ait görüşler yer alır.

İmam Ebu Mansur Maturidî, bir mu'minin inancını akli delile dayanmadan körü körüne taklid eden kimsenin (mukallidin) imanının, kuvvetli bir temele dayanmadığı için, makbul olmadığını söylemiştir.
Maturidînin bu konudaki görüşleri, Nesefi'nin Tabsiratül-Edille'sinde şöyle dile getirilir:
"Delilsiz olduğu için mukallidin tasdiki faydalı olmaz. Çünkü sevab kulun çektiği meşakkat karşılığında verilir. Mukallidin, imanın aslını kazanmasında sıkıntısı yoktur. Bilakis, imana ulaşmada delil getirme ve şüphe ile kesin delilleri ayırdetmede düşünmenin kaidelerini gözetip nazar ve teemmüle alışarak karşılaşılan kuşkuları gidermek için sıkıntı çekilir... Kişi emek ve gayretini sadece peşin lezzetleri elde etmek için harcar, yalnız kendisini geçici dünya ile faydalanmaya terkeder, sonra hiç bir sıkıntıya göğüs germeksizin külfet ve meşakkate katlanmaksızın iman ederse, sevap elde edemez ve bu imanının faydasını görmez. Nitekim önceden istidlali olmadığından dolayı, azabı görürken inananın bu imanı kendisine fayda vermez" (Tabsıratu'l-Edille, Raşid Ef. Küt. No: 496, vr. 86; Fatih Küt. No: 2907, vr. 96-10).
Maturidi'nin bu görüşüne başta Nesefi olmak üzere hiç bir Maturidiyye kelâmcısı katılmamıştır. Çünkü iman Allah'ı ve Rasulünün Allah tarafından getirdiklerini tasdik etmektir. Kalbte şüphesiz kesin tasdik bulunup bunun zıddı tekzib gelmediği müddetçe iman makbuldur. Gücü yettiği halde Allah'ın varlığına deliller getirmeyi terkeden mu'min, günahkâr olur.


Maturidî ile Eş’ari arasindaki baslica fikir ayrılıkları şunlardır:

1- Cuz’i irade: Eş’arilere göre cûz’i iradeyi Allah yaratır. Maturidîlere göre ise cûz’i iradeyi Allah yaratmaz.

2- Husun ve kubuh: Eş’arilere göre husun ve kubuh, yani bir seyin iyi veya kötü oldugu aklen bilinemez.
Husun ve kubuh , Allah’in emir ve nehiyleriyle bilinir. Allah bir seyi emrettiyse o sey iyidir. Allah bir seyi yasak etti ise o sey kötüdür. Maturidîlere göre ise husun ve kubuh akil ile idrak olunur. Emir ve nehiy bir seyin iyi veya kötü olduğuna delalet eder. Herhangi bir sey iyi ise Allah onu emretmistir. Kötü ise Allah onu yasak etmistir.


3- Allah’ı tanıma: Eş’ariler, Allah’i tanımanın şer’an vacib olduğunu söylerler. Maturidîler ise Allah’i tanımanın aklen vacib olduğu fikrindedirler.

4- Tekvin: Es’ariler tekvini itibarî bir sifat olarak kabul ederler. Hakikî sifat olarak kabul etmezler. Maturidîler ise tekvinin, kudret ve irade gibi hakiki bir sifat oldugunu söylerler.

5- Kula gücü yetmeyecek sşeyleri teklif: Es’arilere göre Allah’in kula gücü yetmeyecek şeyleri teklif etmesi caizdir. Mesela cisimleri yaratmak gibi. Maturidîlere göre ise Allah’in kulun gücü yetmeyecegi seyleri ona teklif etmesi caiz degildir.

6- Illiyet ve hikmet: Eş’ariler ‘Allah’in fiileri için sebeb aranamaz’ der. Onun fiileri hikmet ile bagli da degildir. Çünkü Allah yaptigindan sorumlu degildir. Sorumlu olan kullardir. Maturidîlere göre Allah abesten münezzehtir. Allah’in fiilleri hikmeti icabi meydana gelir. Çünkü Allah Hakîm’dir, Alîm’dir. Allah tekvinî fiilerinde ve teklifî hükümlerinde hikmetini gösterdi ve irade etti. Hasili Allah’in fiileri hikmeti ile baglidir ve fiiller bir sebebe baglidir. Bu Allah’in abesle mesgul olmasinin icabidir. Allah yaptiklarindan sorumlu degildir.

7- Ezelde ma’duma hitab: Eşariye’ye göre ma’duma ezelde ilahî hitap taalluk eder. Buna göre Allah ezelde Mukellim’dir. Maturidîye’ye göre Allah ezelde Mukellim değildir. Çünkü ma’duma ezelde ilahi hitab taalluk etmez.

8- Nubuvetlik İçin Erkeklik Şartı: Es’arilere göre nubüvvet için erkeklik sart degildir, kadinlar da nebi olabilirler. Nitekim Meryem, Asiye, Sare, Hacer, Havva ve Musa’nin annesi nebidirler.
Maturidîlere göre ise nubuvvetin şartlariından birisi erkek olmaktır. Kadınlar nebi olamazlar.


9- İbadetin ifası: Es’ariler muslim olmayanin ibadetle mükellef olduğu reyindedir. Onlara göre gayri müslimler bu sebeple de ceza görürler. Maturidîler ise, muslim olmayanlarin ibadeti ifa ile mükellef almadıkları reyindedirler. Onlar küfürden dolayi ceza görürler ve fakat ibadeti ifa etmedikleri için cezaya çarptırılmazlar.
  1. Irtidat: Es’arilerce murted yeniden imana dönerse amelleri de avdet eder. Maturidîlere göre ise murted imana dönse de amelleri avdet etmez.
  2. Tevbe-i ye’s: Es’arilerce tevbe-i ye’s makbuldur. Maturilerce makbul degildir.
  3. Kur’ân: Es’arilerce Kur’ân’in bazi âyetleri, bazılarindan büyüktür. Maturidîlere göre ise, büyük olamaz.
Mensubları tarafından ‘Hidayet sancağı’, ‘Hidayet önderi’, ‘Kelamcıların lideri’ gibi övgülere mazhar olan ve ve buna ragmen tabakat ve mezheb tarihi kitaplarında isminden bahsedilmeyen Maturidî, hayati boyunca ehl-i sünnet akidesini öğretmek ve müdafaa etmek için çaba göstermiştir. Gerek tamamen akla dayanan Mu’tezile ile, gerekse nakle dayanan selef akidelerinin iyi yönlerini birleştirmiş ve ehl-i sünnet çizgisini muhafaza etmiştir.
 
A Çevrimdışı

Askalani

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
ahi Allah sana rahmet esin ilmini ratırsın-Allahümme ami-

Ebu Hanife ile İmam Maturudi arasında kaç sene var?
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Allah razı olsun çok güzel bir çalışma olmuş.

Ahi bildiğim kadarıyla 150-200 sene arasında bir zaman dilimi var.
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
şimdiki kabircilere hemde ebu hanifeye çamur atanlara ders niteliğinde ithaf olunur ALLAH celle celaluhu razı olsun güzel olmuş
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
şimdiki kabircilere hemde ebu hanifeye çamur atanlara ders niteliğinde ithaf olunur ALLAH celle celaluhu razı olsun güzel olmuş

ebu hanife r.a'a çamur atmalarını anlamıyorum. Ve hoş görmüyorum. Tağut adına t'den bahsedemeyen zihniyet her ne hikmetse ebu hanife r.a'a karşı saldırırken pek şedidler. Ebu hanife r.a hakkında getirilen saldırıdaki deliller aynı döneme ait gelen haberler olmaktadır. Bizler bilmekteyizki aynı dönem alimlerinin birbirini eleştirmesi değil daha sonra gelenlerin eleştirmesine bakılır. Ayrıca alimlerin birbiri arasındaki tenkidlere bakılacak olsa Allahu alim eleştirilmeyen alim kalmaz, zaten alim yaptığı eser eleştirilecektir. Ebu hanife r.a'a tekrar dönmek gerekirse genelde imanın artıp artmayacağı meselesinden gelmekteler. Yine aynı şekilde seyyid kutubada baktığımızda eleştiriler gelmekte. Ancak bizler vasat yolu elden kaçırmamamız gerek, gelen eleştirileri ne atmalıyız ne de eleştirilerin dozajını kaçırıp tekfire kadar varacak edepsizliklerden uzak durmalıyız.

Ebu hanife r.a Allah ondan razı olsun birçok konuda ümmetin imamları arasında başlardan gelir ve özellikle onun tevhidi duruşunu görmezlikden gelmek alimlere yapılan en büyük saygısızlık olsa gerek. islam dönemi boyunca kimler zamanlarındaki krallara,tağutlara,zalimlere karşı net duruş sergilemiş bunları bile bir araya toparlasak onca alim arasında sayılı alim çıkar.

Allah Ebu hanife r.a'a merhamet etsin, hataları varsa affetsin. Peygamberimize komşu etsin.

amin.
 
A Çevrimdışı

abdullah11

Misafir
Allah razı olsun birde maturidinin de Ebu hanifeyle karşılaştırmalı olarak yazsaydın da bende araştırmasaydım sana sevap çok gelseydi de bende oh armut pis ağzıma duş deseydim nE güzEl olurdu :) ahi saka bir yana Allah razı olsun
 
R Çevrimdışı

radikal68

Üye
İslam-TR Üyesi
allah razı olsun kadeşler ya birde kıyas meselesi var kıyası kabul etmeyenler var ki şu anda bende onlara yakınım,
ta ki kıyasın gerekli olduğuna kitap veya sünnetten bir delil görünceye kadar da bu düşüncem devam eder.
şimdi imam ebu hanife ye karşı çıkanlar birazda kıyasta ileri gittiğini söyleyenler bu açıdan da bakmak lazım,
kıyas hakkında yazarsanız sevinirim inşaallah.
 
Üst Ana Sayfa Alt