E
Çevrimdışı
MUKADDİME
Şüphesiz ki hamd alemlerin Rabbi, Rahman, Rahim ve din gününün sahibi olan Allah’a aittir. Nebi ve Rasullerin sonuncusu olan Muhammed’e, O’nun âline ve ashabına salât ve selam olsun…
Burada aktardıklarımız, akidemizin ve dinimizin en önemli bazı meselelerinin özetidir. Bize bir takım iftiralarda bulunan bazı insanların, özellikle iman ve küfür konularında söylemediğimiz şeyi bize atfetmeleri üzerine, hapishanede bu kitapçığı hazırladım. Daha önce böyle bir konuda yazmayı düşünmüyordum. Çünkü alimlerimiz bu konuda yeterince söz söylemiş ve açıklamada bulunmuşlardır. Ancak Tevhid ehli olan bazı kardeşlerimiz böyle bir kitapçık hazırlamamızı talep ettiler. Özellikle iman ve küfür konularında söylemiş olduğumuz sözlerimizi yeterince anlayamayan bazı insanlarla karşılaşmamız üzerine, akidemizin ve iman ettiğimiz en önemli şeylerin özetini bu şekilde kaleme almaya çalıştım. Bazı kitaplarımızın, ilim tahsiline yeni başlamış olan ve bu nedenle de bazı meseleleri yeterince kavrayamamış olan kişiler arasında dolaştığını bilmekteyim. Bu tür kişiler tarafından yeterince kavranamayan konular, özellikle tağutlar, onların benzerleri olan diğer kanun koyucular ve bunların yardımcıları niteliğindeki kişiler hakkında kullandığımız genel ifadelerimizdir. Bu ifadelerimizde, mutlak tehdit içeren bazı nassları zahiri hali ile kullanmış olabiliriz. Ya da ilim tahsili konusunda yeterli olmayan bazı kişiler tarafından, amel üzerine bina etmiş olduğumuz mutlak hükümler, bizim kastımızın dışında kullanılarak belli bir şahsa indirgenmiş olabilir. Helak edici günahlar hususunda daima ruhsat ve bir çıkış yolu aramakla uğraşan kişiler üzerinde daha caydırıcı bir etkisinin olması için bazı mutlak ifadeleri hiçbir tafsilata ve yoruma başvurmadan olduğu gibi bırakmamız da bu tür yanlış anlaşılmalara sebep olmuş olabilir. Tehdit nasslarının, Allahu Teala’nın bırakmış olduğu gibi, yoruma başvurmadan mutlak olarak bırakılması seleften bir çoğunun da metodudur. Zira bu yöntem, sakındırma konusunda daha etkilidir. Allahu Teala’nın lanet ile zikrettiği bir günah, diğer günahlar gibi değildir. Yine Allah ve Rasulü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem küfür olarak nitelediği bir amel, diğer ameller gibi değildir. Bununla birlikte selef, muhatapları tarafından yanlış anlaşılması ihtimali bulunması halinde, bu ifadeler hakkında tafsilata başvuruyorlardı. Biz de daha kapsamlı kitaplarımızda meselenin tafsilatına indik.
Yine tekfir konusunda aşırıya kaçan bazı kişilerin, kendi görüşlerini desteklemek maksadı ile bazı ifadelerimizi kullandıklarını da bilmekteyiz. Eğer onlar hakkı isteselerdi ve insaflı davranmış olsalardı böyle bir duruma düşmezlerdi. Ancak onlar bazı sözlerimizi siyakından ayırarak istismar etmişlerdir.
Günümüz Mürcie’sinden bazı hasımlarımızın ve onlara benzeyen kimselerin, kitaplarımızı hakkı aramak maksadıyla değil, bazı alimlerden, imamlardan ve davetçilerden naklettiğimiz genellemeleri bulmak amacı ile araştırdıklarının da farkındayım. Bundan amaçları ise, sözlerimize kasdetmediğimiz manalar yükleyerek ve söylemediğimizi söylemişiz gibi göstererek davetimizi karalamaktır.
Bu kimselere şunu söylüyorum: “Allah’tan korkun. Doğru söz söyleyin. Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu hadisini hatırlayın: “Kim bir mü’min hakkında onda olmayan bir şeyi söylerse, bu söylediğinin dayanağını buluncaya kadar Allah, onu irin dolu bir çamur içinde bırakır.”[1]
Herhangi bir zorlama olmaksızın şunu ilan ediyorum:
Kitaplarımda yazmış olduğum herhangi bir ifadenin, Kitap ve Sünnet’te bulunan benim bilmediğim bir nassa muhalif olması halinde, bu ifadeden ilk olarak dönecek ve azı dişleri ile nassa sarılacak olan kişi yine ben olacağım.
Okuyucu, bu sayfalardaki sözlerimizin çoğunun, Akidetu’t-Tahaviye, Akidetu’l-Vasıtiyye ve buna benzer kitapların üslubu ile aynı olduğunu, hatta bazı cümlelerin bu kitaplardaki ifadelere harfiyyen uyduğunu görecektir. Bunda garipsenecek bir durum yoktur. Zira ilim tahsiline başladığımız ilk dönemlerde bu kitapları çokça okuduk ve onlardan etkilendik.
Alimlerimiz, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in yolundan ayrılmış olan sapık fırkalara ve yayılmış olan bazı bid’atlara cevap verebilmek maksadı ile kendi dönemlerinde tartışılan bir takım konular üzerinde uzunca durma gereğini duymuşlardır. Dönemlerinde ihtilafın bulunmadığı ve sapmanın az olduğu konular üzerinde ise kısaca durmuşlardır. Ehl-i Sünnet ile bid’at ehlinin arasını tamamen ayırabilmek ve onlardan beri olunmasını pekiştirmek için bazı fıkıh meselelerini akide konuları içerisinde zikrettikleri de görülebilir.
Biz, bu sayfalarda, bu minval üzere devam ettik. Selef alimlerinin bu tür kitaplarında değindikleri bütün itikadi meseleler üzerinde durmadık. Sadece bunlar arasından en önemli olanlarını belirttik. Günümüzde sapmaların ve karıştırmaların yaşandığı veya söylemediğimiz halde bize atfedilmiş olan ya da atfedilme ihtimali olan bazı konular üzerinde yoğunlaştık.
Allahu Teala’dan bu çalışmamızı kabul etmesini, amellerimizi sadece kendi rızasına halis kılmasını, bizleri, Fırkatu’n-Naciye[2] olan Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in akidesi üzere sabit kılmasını ve Taifetu’l-Mansura’dan eylemesini dileriz. O bizim mevlamızdır, ne güzel bir mevla ve ne güzel bir yardımcı!
Ebu Muhammed Asım
Hicri: Cemadiye’l-Âhir-1418
Şüphesiz ki hamd alemlerin Rabbi, Rahman, Rahim ve din gününün sahibi olan Allah’a aittir. Nebi ve Rasullerin sonuncusu olan Muhammed’e, O’nun âline ve ashabına salât ve selam olsun…
Burada aktardıklarımız, akidemizin ve dinimizin en önemli bazı meselelerinin özetidir. Bize bir takım iftiralarda bulunan bazı insanların, özellikle iman ve küfür konularında söylemediğimiz şeyi bize atfetmeleri üzerine, hapishanede bu kitapçığı hazırladım. Daha önce böyle bir konuda yazmayı düşünmüyordum. Çünkü alimlerimiz bu konuda yeterince söz söylemiş ve açıklamada bulunmuşlardır. Ancak Tevhid ehli olan bazı kardeşlerimiz böyle bir kitapçık hazırlamamızı talep ettiler. Özellikle iman ve küfür konularında söylemiş olduğumuz sözlerimizi yeterince anlayamayan bazı insanlarla karşılaşmamız üzerine, akidemizin ve iman ettiğimiz en önemli şeylerin özetini bu şekilde kaleme almaya çalıştım. Bazı kitaplarımızın, ilim tahsiline yeni başlamış olan ve bu nedenle de bazı meseleleri yeterince kavrayamamış olan kişiler arasında dolaştığını bilmekteyim. Bu tür kişiler tarafından yeterince kavranamayan konular, özellikle tağutlar, onların benzerleri olan diğer kanun koyucular ve bunların yardımcıları niteliğindeki kişiler hakkında kullandığımız genel ifadelerimizdir. Bu ifadelerimizde, mutlak tehdit içeren bazı nassları zahiri hali ile kullanmış olabiliriz. Ya da ilim tahsili konusunda yeterli olmayan bazı kişiler tarafından, amel üzerine bina etmiş olduğumuz mutlak hükümler, bizim kastımızın dışında kullanılarak belli bir şahsa indirgenmiş olabilir. Helak edici günahlar hususunda daima ruhsat ve bir çıkış yolu aramakla uğraşan kişiler üzerinde daha caydırıcı bir etkisinin olması için bazı mutlak ifadeleri hiçbir tafsilata ve yoruma başvurmadan olduğu gibi bırakmamız da bu tür yanlış anlaşılmalara sebep olmuş olabilir. Tehdit nasslarının, Allahu Teala’nın bırakmış olduğu gibi, yoruma başvurmadan mutlak olarak bırakılması seleften bir çoğunun da metodudur. Zira bu yöntem, sakındırma konusunda daha etkilidir. Allahu Teala’nın lanet ile zikrettiği bir günah, diğer günahlar gibi değildir. Yine Allah ve Rasulü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem küfür olarak nitelediği bir amel, diğer ameller gibi değildir. Bununla birlikte selef, muhatapları tarafından yanlış anlaşılması ihtimali bulunması halinde, bu ifadeler hakkında tafsilata başvuruyorlardı. Biz de daha kapsamlı kitaplarımızda meselenin tafsilatına indik.
Yine tekfir konusunda aşırıya kaçan bazı kişilerin, kendi görüşlerini desteklemek maksadı ile bazı ifadelerimizi kullandıklarını da bilmekteyiz. Eğer onlar hakkı isteselerdi ve insaflı davranmış olsalardı böyle bir duruma düşmezlerdi. Ancak onlar bazı sözlerimizi siyakından ayırarak istismar etmişlerdir.
Günümüz Mürcie’sinden bazı hasımlarımızın ve onlara benzeyen kimselerin, kitaplarımızı hakkı aramak maksadıyla değil, bazı alimlerden, imamlardan ve davetçilerden naklettiğimiz genellemeleri bulmak amacı ile araştırdıklarının da farkındayım. Bundan amaçları ise, sözlerimize kasdetmediğimiz manalar yükleyerek ve söylemediğimizi söylemişiz gibi göstererek davetimizi karalamaktır.
Bu kimselere şunu söylüyorum: “Allah’tan korkun. Doğru söz söyleyin. Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu hadisini hatırlayın: “Kim bir mü’min hakkında onda olmayan bir şeyi söylerse, bu söylediğinin dayanağını buluncaya kadar Allah, onu irin dolu bir çamur içinde bırakır.”[1]
Herhangi bir zorlama olmaksızın şunu ilan ediyorum:
Kitaplarımda yazmış olduğum herhangi bir ifadenin, Kitap ve Sünnet’te bulunan benim bilmediğim bir nassa muhalif olması halinde, bu ifadeden ilk olarak dönecek ve azı dişleri ile nassa sarılacak olan kişi yine ben olacağım.
Okuyucu, bu sayfalardaki sözlerimizin çoğunun, Akidetu’t-Tahaviye, Akidetu’l-Vasıtiyye ve buna benzer kitapların üslubu ile aynı olduğunu, hatta bazı cümlelerin bu kitaplardaki ifadelere harfiyyen uyduğunu görecektir. Bunda garipsenecek bir durum yoktur. Zira ilim tahsiline başladığımız ilk dönemlerde bu kitapları çokça okuduk ve onlardan etkilendik.
Alimlerimiz, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in yolundan ayrılmış olan sapık fırkalara ve yayılmış olan bazı bid’atlara cevap verebilmek maksadı ile kendi dönemlerinde tartışılan bir takım konular üzerinde uzunca durma gereğini duymuşlardır. Dönemlerinde ihtilafın bulunmadığı ve sapmanın az olduğu konular üzerinde ise kısaca durmuşlardır. Ehl-i Sünnet ile bid’at ehlinin arasını tamamen ayırabilmek ve onlardan beri olunmasını pekiştirmek için bazı fıkıh meselelerini akide konuları içerisinde zikrettikleri de görülebilir.
Biz, bu sayfalarda, bu minval üzere devam ettik. Selef alimlerinin bu tür kitaplarında değindikleri bütün itikadi meseleler üzerinde durmadık. Sadece bunlar arasından en önemli olanlarını belirttik. Günümüzde sapmaların ve karıştırmaların yaşandığı veya söylemediğimiz halde bize atfedilmiş olan ya da atfedilme ihtimali olan bazı konular üzerinde yoğunlaştık.
Allahu Teala’dan bu çalışmamızı kabul etmesini, amellerimizi sadece kendi rızasına halis kılmasını, bizleri, Fırkatu’n-Naciye[2] olan Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in akidesi üzere sabit kılmasını ve Taifetu’l-Mansura’dan eylemesini dileriz. O bizim mevlamızdır, ne güzel bir mevla ve ne güzel bir yardımcı!
Ebu Muhammed Asım
Hicri: Cemadiye’l-Âhir-1418