Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Ebu Muhammed El Makdisi:"eğitim Öğretim Sistemlerinin Tamamının Tekfir Edilmesinin Batıllığı"

E Çevrimdışı

Ebu Ubeyde bin Cerrah

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Yaptığı konuşmalar ve yazdığı makaleler ile İslam Alemi'nin bir çok noktasında okur ve takipçi bulan Ebu Muhammed el Makdisi'nin son makalesini incanews.com okurları için tercüme ettik.

incanews / Haber Merkezi


Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla…

Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve selam Rasulullah (sav)’e olsun…

Suriye devletine ait okullarda öğretim için görev yapan kimselerin ve öğretmenlerin tamamının, bazı dinde aşırıya kaçan kimseler tarafından tekfir edilmesi, beni bu kısa satırları yazmaya sevk etti. Onların dostları, kendilerini reddeden kimselerle girdikleri diyaloglar da ve tartışmalar da günümüzde öğretim sistemlerinin tamamının tekfir edilmesinde ki dayanaklarının benim kitaplarım olduğunu iddia ediyorlar. Aynı şekilde görevleri farklı farklı olmasına rağmen hükümet okullarında bulunan idarecilerin, öğretmenlerin ve görevlilerin tamamının tekfir edilmesi, yollarının açılması ve kanlarının korunması için onlara istitabe uygulanması gerekliliği şart olduğunu vurguluyorlar.

Bütün bunları internet ortamında bazı diyaloglarında zikrediyorlar ve tercih ettikleri bu görüşü benim İdadul Kadetil Fevaris Bi Hicri Fesadil Medaris (Fesad Medreseleri olarak türkçeye tercüme edildi) adlı kitabıma dayandırıyorlar ve isnat ediyorlar. Ben bu kitabı yıllar öncesinde okulların içinde bulunan fesatları reddetmek için yazmıştım. Ayrıca bu kitabı yazdığım dönemler yazı yazmaya ilk başladığım dönemlerdi ve ayrıca hamasetimin zirvede olduğu dönemlerdi. Buna rağmen bu kitabı yazarken, öncesinde veya sonrasında bu okulların öğretmenlerini, müfettişlerini ve müdürlerini tekfir etmek gibi bir konu asla sadır olmadı benden. Başlığından da anlaşıldığı gibi kitap asıl olarak tekfir ahkamı hakkında tasnif edilmiş bir kitap değildir. Bundan dolayı ben kitabın mukaddimesin de şöyle demiştim:

“Kitabımız, Allah rızası ve korkusu gözetilmeden kurulmuş olan tağutların okullarına yöneliktir. Eğitim ve öğretimdeki yanlışlarının ve batıllıklarının fıkhi hükmünü belirlemek hedefindedir. Eğitim sistemi fesat ve ifsatlarla dolu olduğu gibi yazık ki bu sistem içinde haramı ve batılı da aşan küfür, mürtetlik, zındıklık ve şirk olan uygulamalar da mevcuttur. Okuyucu, sayfaları çevirdikçe sözlerimizde herhangi bir abartı ya da aşırılık olmadığına şahit olacaktır…”[1]

İlimden az bir nasibi olan her bir kimse bu bölümü okuduğunda okullarda ve okulların müfredatlarında mevcut olan küfürlerden, haramlardan ve benzeri şeylerden bahsedildiğini anlar. Tıpkı yazdığım bu kitapta bölümlere ayırıp tafsilatlı bir şekilde açıkladığım gibi. Benim yazdığım ibarelerde öğretmenlerin ve okullarda görevli kimselerin tamamını veya bir kısmını tekfir edici sözler bulunmamaktadır. Çünkü fiile küfür hükmü vermek küfrü işleyen faile küfür hükmü vermekten başka bir şeydir. Tekfir meselelerini araştıran ve anlamak isteyen toy kimseler bu hataya genelde düşmekteler. Ben "Otuz Risale" adlı kitabımda bu konulara dikkat çektim ve gençlerin genelde tekfir ile alakalı düştükleri bir çok meşhur hatalardan sakındırmaya çalıştım. Sakındırdığım bu meşhur hataların ilki ise “Mutlak tekfir ile muayyen tekfirin arasını ayıramama” hatasıydı.

Otuz Risale adlı kitabımda bu başlık altında şunları zikretmiştim:

İlim öğrenmeye yeni başlamış gençlerin bir çoğu alimlerin kitaplarında kullandıkları bir çok mutlak ifadelerin arasını ayıramamaktadır. Örneğin İbn Kayyım (rahimehullah)’ın “istivayı inkar edip istila manasında olduğunu iddia edenleri beş yüz islam alimi tekfir etmiştir” sözü ve alimlerin “Kuran mahluktur diyen kafir olur” ve “Allah her yerdedir diyen kafir olur” sözleri gibi.

Bu minval üzere bizler bazen küfür ameli işleyen veya küfür sözü söyleyen kimselere bazı mutlak ifadeler kullanırız; “Falan kişi küfre götürücü ameller işledi” “Küfür sözü söyledi” veya “Küfür fiili işledi.” Ancak bu müptediler bizim bu mutlak ifadelerimizden dolayı bizlerin o insanları muayyen olarak tekfir ettiğimizi düşünürler. Oysa bizler böyle birşeyi kesinlikle söylememiş ve kastetmemişizdir.

Ehli sünnet vel cemaat akidesinden sapan fırkalar ile ilgili olarak âlimlerin söyledikleri “Cehmiyye fırkası kâfirdir” ve “Kaderiyye fırkası kâfirdir” gibi mutlak ifadelerde bu kabildendir.

Bu gençler; zikrettiğimiz bu mutlak ifadeler ile hükümleri muayyen olarak kişilere indirme arasında ayrım yapamazlar. Bekli de bu tarz mutlak ifadeleri işitenler veya kitaplarda okuyanlar tekfir ediyorlardır. Hatta ben bunların İbn Hacer ve Nevevi gibi meşhurlardan birçoğunu sıfatları tevil ediyorlar diye tekfir ettiklerini duydum. Bütün bunlar aşırılıktan ve acelecilikten kaynaklanan sonu hoş olmayacak kararlardır.

Muhakkik âlimler nazarında doğru olan; âlimler sözlerinde ve ayrıca fırkaların akideleri hakkında bu tarz mutlak ifadeler kullanılmış olsa bile onlar tekfirin şartları oluşmadan ve manileri ortadan kalkmadan tekfir hükmünü muayyen olarak kimseye indirgemezler. Bunu İbn Teymiyye Fetava adlı kitabında birçok defa dile getirmiştir. Şöyle demektedir: Selef âlimleri ve imamlar Cehmiyye fırkasını mutlak (genel) alarak tekfir etmişlerdir. Muayyen olarak onlardan bir kişi tekfir etmeye gelince ancak hüccet ikame ettikten sonra tekfir etmişlerdir.

Özet olarak;

Mutlak tekfir; şer’i delillerle muayyen bir fiilin veya sözün küfür olduğu sabit olmasıdır. Bu küfrü muayyen olarak şahıslara indirgemeden şöyle denilmesidir; “Kim şunu derse küfre girer” veya “Kim şunu yaparsa küfre girer. Küfür hükmünü muayyen şahıslara indirgemeden mutlak olarak zikredilmesidir.

Mutlak tekfir; küfür hükmünü sebebe indirgemektir. O fiili yapan şahsa indirgemek değildir.

Fiilin bizzat kendisini cezalandırmak olup faili cezalandırmamaktır. Bundan dolayı bu meselede söylenen bu söz veya işlenen fiilin büyük küfür olduğuna dair delaleti kesin olan şer’i delile bakılır. Bu delil delaleti değişik ihtimallere açık olan türden olmamalıdır. Küfür hükmünü vermek için mutlaka delilin hem sabit olması hem de delalet yönünden kesin olması gereklidir.

Muayyen tekfire gelince; küfre götüren bir işi yapan yahut bir sözü söyleyen kişi hakkında hüküm vermektir. Mutlak tekfirde olduğu gibi burada da gerekli düzeyde araştırma yapmak ve kesin delile dayanmak gerekir. Bu nedenle failin işlediği veya söylediği iş yahut sözün kişi hakkında sabit olmasına ve tekfirin engellerinin bulunup bulunmadığına bakmak gerekir.

Şeyh’ul İslam İbn Teymiyye şöyle der; onlara seleften ve imamlardan nakledilen “Şunları diyen kimse tekfir edilir” gibi mutlak ifadeleri açıklıyordum. Bunun doğruluğunda şüphe yoktur. Ancak mutlak ile muayyenin arasının ayrılması gerekmektedir. Ümmetin temel usul konularında tartıştığı ilk konu “vaid” meselesidir. Kur’an da “vaid” hakkında zikredilen naslar mutlaktır. Allah Teâlâ’nın şu buyruğunda olduğu gibi “haksızlıkla yetim mallarını yiyenler…”

Aynı şekilde; “kim şöyle yaparsa onun cezası şudur” gibi varid olan sözler genel ve mutlaktır. Hâlbuki muayyen kişi için vaid hükmü tevbe, günahları silen iyilikler, musibetler veya makbul bir şefaat ile ortadan kalkmış olabilir.

Tekfir “vaid” kapsamındadır. Her ne kadar söz Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in söylediklerini yalanlasa da kişi islama yeni girmiş birisi olabilir veya ilimden uzak bir beldede yaşamış olabilir. Bu tarz kimseler kendilerine hüccet ikame edilmeden inkârlarından dolayı tekfir edilmezler. Ayrıca kişi nasları duymamış olabilir ya da duymuştur ancak onun yanında sübut bulmamıştır. Yahut hatalı olsa bile nasların tevilini gerektiren arızi bir durum söz konusu olmuş olabilir.

Yine şöyle demektedir; “Bunun aslı şudur; kitap, sünnet ve icma ile küfür olduğu sabit olan bir söz için mutlak küfürdür denir. Tıpkı şer’i delillerin buna açık bir şekilde delalet etmesi gibi. İman Allah ve resulünden telakki edilen hükümlerden olup insanların zan ve havalarına göre karar verecekleri bir konu değildir. Hakkında tekfirin şartları sabit olmadıkça ve engelleri ortadan kalkmadıkça bu tür sözleri söyleyen her kişi hakkında küfür hükmü verilmez. Örneğin islama yeni girmiş bir kimsenin veya ilimden uzak bir beldede büyümüş kimsenin içki ve faizin helal olduğunu söylemesi gibi. Ya da bu konu hakkında bir şeyler duymuş inkar etmiş ve Kurandan veya hadisten olduğuna itikat etmemiştir.

Bu başlığı şu sözümle sonlandırmıştım: Sonuç olarak muayyen tekfir ile mutlak tekfir arasında farkı göz önünde bulundurmamak bazı kişilerin yuvarlandıkları bidat uçurumudur. Böylece hüccet ikamesi yapılmadan tekfir edilmesi helal olmayan kimseleri tekfir etmişlerdir. Dolayısıyla hem kendileri sapmış ve hem de başkalarını saptırmışlar… (Otuz Risale’den özetle)

Eğitim-öğretim sistemlerinin tamamının tekfir edilmesini bana, aşırıların bu sistemleri tekfir ederken öne sürdükleri deliller ekseninde onlarla tartışmaya giren bazı kimseler bildirdi.

Bu olay beyan ismindeki bir radyo programında “adım adım- öğretim halkası” başlığı altında yayınlanıyordu. Bu radyo programını biraz dinledim ve şeyhlerinden birinin kendini temize çıkardığını, bütün öğretmenleri, müdürleri ve müfettişleri öğretmenler sendikasına olan üyeliğini delil göstererek tamamını tekfir ettiğini gördüm. Onlar tekfir etmelerine, sendikanın hedeflerinin asli kanunlarla olan ilişkisini sebep göstermekteydiler. Çünkü bu sendika öğretmenlerin eğitim-öğretim çalışmalarına izin verilmesi için bütün öğretmenleri kendisine üye olmayı zorunlu kılmaktaydı. Bu kimseler sendika kanunlarında eğitim öğretim için küfür içerikli hedeflerin yer aldığını söylemektedirler.

Zikrettikleri şeylerin özeti; bu kimseler devletlerin ve sistemlerin en önemli sektörlerinin eğitim-öğretim sektörü olmasını delil getiriyorlar. Suriye deki kâfir sistemin küfür ve ilhad aşılamakta eğitim-öğretim sistemini ele geçirip faydalandığını, Suriye nizamının istediklerini gerçekleştirmede ve nesillere bunları işlemekte öğretmenlerin bir araç olduğunu söylüyorlar.

Öğretmenler ve onların üst konumu olan müdürlerin ve müfettişlerin hepsi Suriye öğretmenler sendikasının üyesidir. Bu sendikanın hedeflerine bakılacak olursa kendilerine ait asli kanunların ikinci maddesinde şunun zikredildiği görülecektir. Sosyalist Baas partisi önderliğinde sosyalist arap toplumlarının birliğini gerçekleştirme noktasında mücadele etmek, mesleki bilinci ve sosyalist milliyetçi bilinci öğretmenler arasında yaygınlaştırmak. Aynı şekilde demokrasi kültürünü güçlendirmek, vatani değerleri ve milliyetçiliği öğrencilerin bilinçlerine yerleştirmek.

Sonra bu sözlerinin peşinden şunları eklerler; Bu hedefler dört tane küfür kaynağını içermektedir.

Birincisi: Milliyetçiliğe davet

İkincisi: Baas partisine davet ve Baas partisi önderlerine boyun ve itaat ettirmek

Üçüncüsü: Sosyalizme davet

Dördüncüsü: Öğrencilere demokrasi bilincini yerleştirmek

Bu kimseler şunlar ile tekfirlerinde haklı olduklarını iddia ediyorlar; “Öğretmenlerin tamamının bu öğretmenler sendikasına intisap etmeleri gerekmektedir. Onlara intisap etmek onlardan razı olduğu manasına gelir. Alimlerinde belirttiği gibi küfre rıza küfürdür…”

Ben derim ki: ülkelerin durumunu bilen her akıl sahibi kimse ister parti sistemiyle yönetilsin ister başka bir sistemle yönetilsin bütün devletlerin durumunun bu olduğunu bilir. Devletlerin ve başındaki tağutların salih bir amel olsun veya sadaka-i cariye olsun ya da mücerret eğitimi hedeflemek olsun diye okullar açmadığı herkes tarafından bilinmektedir. Aksine yeryüzündeki bütün sistemler planladıkları hedeflerini gerçekleştirmek için eğitim-öğretim işini üstlenmektedirler. Ben bütün bunları Fesad Medreseleri adlı kitabımda açıklamaya çalıştım. Bu kitap Kuveyt’te mevcut eğitim sistemini konu edinmektedir. Ki Kuveyt kendisinde particilik, baasçılık, sosyalizm ve milliyetçilik barındırmayan bir ülkedir. Bu kitabımda Kuveyt’in eğitim öğretimine dair hedeflerini içeren resmi kararnamesin de yer alan maddeleri zikrettim ve bu hedefleri açıklamaya çalıştım. Bu hedeflerden birisi şuydu: “Öğrencilerde vatan ve emre itaat sevgisi bilincini oluşturmak.” Buna rağmen ben eğitim-öğretim sistemlerini tekfir etmedim. Çünkü ben iyi bilmekteyim ki bu hedefler kesinlikle öğretmenlerin hedefleri değil. Yeryüzünde ki bütün sistemler bu tarz şeyleri hedeflemektedir. Ancak bu bütün öğretmenlerin bu hedeflere tutunduğunu veya bu hedeflerin gerçekleşmesi için çabaladığı manasına gelmez. Aksine bu sitemler, delil olarak sunan bu kimselerin zikretmiş oldukları ve en üstünde demokrasi kültürünü güçlendirmek olan bu hedeflerin hepsini zorunlu kılmamaktadır. Bunun kaybedildiği, Suriye nizamının bunun için çabalamadığı ve orada öğretmenler sendikasının bunu güçlendirmeye çalışmadığı malumdur. Aksine bütün bunlar demokrasi cahilliğinin kutsandığı bu asırda rejimin ve sendikanın dekor ve cilasından başka bir şey değildir.

Bütün bunlardan dolayı öğretmenler sendikasında mevcut bazı küfür maddelerini salt esas olarak bütün eğitim-öğretim sistemlerinin tekfir edilmesi aşırılık ve cehalettir. Ancak bu hedeflere sıkı sıkıya tutunan, bu hedefler için çalışan ve gerçekleşmesi için çabalayan kimseler tekfir edilir.

Bu hedeflere sıkı sıkıya bağlandığı sabit olmayan islama intisap etmiş kimselerin tekfir edilmesine gelince sırf bu öğretim sistemlerine veya sendikaya intisap etmesinden dolayı tekfir edilmesi kesinlikle caiz değildir. Bilakis ilk önce dersini yaptığı konunun küfür içerip içermediğine bakılır ve ona göre hareket edilir. Örnek olarak fen, kimya, spor ve benzeri dersler asıl olarak rejimin tarihine, fikrine ve küfrüne herhangi bir dahli bulunmamaktadır. Her ne kadar bazen konuya asli olmayan şeylerle değinilse de ancak bu nadiren vuku bulmaktadır. Nadir olan şeyin ise bir değeri ve bir etkisi yoktur.

Ayrıca tekfirde öne çıkan bu kimselerin, ders konularında mevcut olan bu küfürleri ve sapkınlıkları öğretmenin tasdik edip etmediğine ve öğrencilere anlatırken öğrencileri bu konuda uyarıp uyarmadığına bakması gerekmektedir. Hükümet okullarında okuyan ve ders gören herkes tağutların hedeflerini yerine getirmek şöyle dursun eğitim-öğretim hedeflerini bile meşakkatli ve fazla bulan öğretmenleri hatırlar. Aynı şekilde bu okullarda, okulun müfredatlarını reddeden ve içinde barındırdığı batıllara karşı uyarıda bulunan salih öğretmenler ve faziletli davetçilerin bu okullarda bulunduğunu hatırlar. Bu eğitim-öğretim sistemlerinin tamamını tekfir etmek hiç şüphesiz bu gibi öğretmenleri ve benzeri öğretmenleri de içine alacaktır.

Zikretmiş olduğumuz şeylere aldırmadan eğitim-öğretim politikalarının veya hedeflerinin yada sendikanın amaçlarının içerdiği küfürlere binaen bütün öğretmenleri tekfir etmeye teşebbüs etmek hiç şüphesiz haricilerin menhecinde yürüyen aşırıların yaptığı tekfire cüret etmektir.

Bu kimselerin, hiçbir tafsilata inmeden eğitim-öğretim sisteminin tamamını zayıf kaidelerle tekfir ettiklerini işittiğimde beni bir şaşkınlık aldı. Artık bu aşırı grupların kaideleri dikkate almadan, kaynakları gözetmeden ve sebepleri incelemeden tekfire cüret ettiklerine kesin bir şekilde inandım. Bugün yaşamış olduğumuz dünya ve bütün devletleri belirli kanunlar ve sistemler üzerine kurulu olduğu herkesin malumudur. Bu devletlerde yaşayan insanların tamamına bu kanunlar icra edilmekte ve ister bu kanunları kabullenmiş kimseler olsun ister bu kanunların düşmanı olsun herkes bu kanunlara mecbur bırakılmaktadır. Ayrıca bu kanunlar sadece eğitim-öğretim sistemiyle sınırlı değildir. Bilakis kimlik kartı, vatandaşlık kartı, pasaport ve ruhsat gibi şeyler bu kanunlara bağlı kalınamadan alınamaz. Bakanlıklarda, şirketlerde veya kişinin yaşadığı süre içerisinden ailesi kendisine ölüm belgesi çıkarıncaya kadar karşılaşacağı herhangi bir şeyde görevi hasıl olmaz. Tatbik ettikleri kanunlar, sistemler, talimatlar ve merasimlere nihayetinde boyun eğilmeden bunların hiçbirisinin yapılmasına izin vermezler. Bütün bu kanun içerikli sistemleri ömürleri uzasın diye ve hedefleri gerçekleşsin diye tağutlar ve tağutların adamları uygulamaya sokmuştur. Ancak insanlardan bazıları bu kanunlara sıkı sıkıya tutunmakta, açıkta ve gizlide onları sonuna kadar gözetmekte, tağutların yardımcısı, dostu ve gizlisi saklısı olmadan bu kanunlara yardım etmektedir. Bazıları da tağutlara inanmazlar ve onların kanunlarını sevmezler. Aksine onlara buğz ederler, onları inkar (veya tekfir) ederler ve onlara dostluk göstermezler. Ancak bu kimseler bugün yeryüzünde yaşayan her bir kimseye uygulandığı gibi üzerlerine bu kanunların icra edildiği mustazaf kimselerdir. İnsanların çoğu herhangi bir belge çıkartmak istediklerinde veya mecbur bırakıldığı bir muamele esnasında bu kanunlara bakmamakta, onları incelememekte ve onları okumamaktadır. Çünkü ona gerekli olan her halükarda bu belgeyi çıkartmasıdır. Nitekim buna mecbur bırakılmıştır. Şayet bunlardan yüz çevirecek olursa belirli cezalara maruz kalacaktır. Onun bütün gayreti bu cezalardan uzak durmak, haklarını korumak, kendinden ve ailesinden mefsedetleri def etmektir.

Örnek olarak her kim kimlik kartı çıkartmak isterse ancak medeni kanunlara mutabakat ederek çıkartabilir. İnsanların çoğu bu kanunu okumaz, içinde bulunan şeyleri bilmez ve bu kanunun vaz edilmesinde ki hedefleri anlamaz. Bu kanunların tamamı tağutların tahtlarını korumak ve mücahitlerin onlara olan muhalefetini uzaklaştırmak için bir emniyettir. Belki de aşırılardan bazıları bunları okursa bu kanun sebebiyle kimlik kartı alan herkesi tekfir edecektir. Tıpkı bizim yanımızda bulunan bazı kimselerin yaptığı gibi. Bunların akibeti ehliyet alanı, kırmızı ışıkta duranı ve elektrik faturasını ödeyen kimseleri tekfir etmek oldu! Nitekim bütün bunlar tağutların vaz ettiği kanunlarla işliyordu! Hatta idari kanunlar bile olsa nihayetinde tağutların, tağutların yardımcılarının, rejimin ve Allah’tan başka hükümlerle hükmeden hakimin maslahatı için hedefler barındırmaktadır!

Aynı şekilde pasaport çıkaran insanların çoğu vatandaşlık kanununu okumamakta, muhtevasını bilmemektedir. Yolculuğun da, haccında veya herhangi bir şey de güvende olmak için pasaport almaktan başka bir şeye önem vermemektedir. Bilmedikleri, kastetmedikleri ve içeriğine bağlanmadıkları bir şeyden dolayı biz bu insanları nasıl tekfir ederiz?

Kendisine fetvalarda müracaat edilen ve kan, mal ve canın helal olmasına sebep olacak en tehlikeli hükümler kendisinden sadır olan alimler şöyle dursun bir kimsenin küfre kastı ve iradesi olmadığı takdirde tekfir kaidelerini bilen bir ilim talebesi dahi onu tekfir etmez.

Buna ek olarak şeriat ve aslı hoşgörü, merhamet ve genişlik üzerine bina edilmiştir. Özellikle zayıflık ve dar zamanlarda böyledir. Bazı kaideler bulunmaktadır: “Bir iş daraldığı zaman genişlik vardır.” “Meşakkatler kolaylığı getirir.” “Zaruri durumlar yasakları mubah kılar”

Ümmet bu gün bu kanunlara mecbur bırakılarak tağutların hükmüne yenilmiş durumdadır. Her kim onların tarafını tutarsa, onlara yardım ederse ve onların kanunlarından razı olursa veya bu kanunlara karşı onlara yardımcı olursa o da onlardandır. Her kim mustazaf ise, onların kanunlarından razı değilse, bu kanunlardan beraat ediyorsa, kalbiyle olsa dahi onlara buğz ediyorsa, bu hasletlerini nakz edecek bir tavır sergilemiyorsa ve onlara yardım etmiyorsa aşırılıktan başka hangi şeyle tekfir edilir?!!

Şayet bu kanunlarla alakalı ve bu kanunların içerdiği çirkinliklerle alakalı misaller getirmek istesem sonra iltizam edildiği takdirde bütün insanları tekfir edecekleri bazı lazimi şeylere aşırıları mecbur bıraksam konu bu makamda uzar. Ancak şu bir gerçek ki herkesin bütün bakanlıkların ve sendikaların hedeflerini, vatandaşlık, pasaport ve medeni hallerle alakalı kanunları okuması gerekmektedir. Hatta trafik, sağlık, belediye, iş ve işçilik kanunlarını okuması gerekir ki aşırıların kör olduğu bu hakikatlerle tanışabilsin. Bundan sonra, bunların tamamının genel asılla ahenkli olduğunu bilsin. Öyle ki bu genel asıl devletin üzerinde yol aldığı adımlar ve temel naslar olan anayasadır.

Cehalet ile bunlarla meşgul olmak aşırı tekfircilerin yolunu tutmaktır, insanları ve beldeleri tekfir etmekte onlara uymaktır. Onlardan bir çok kimse kendilerinden başka ve parmakla sayılacak kadar insan dışında kimseye islam ile hükmetmezler.

Ancak ilim ehlinin yanında karar kılınmış şeylerden bir tanesi de “Mezhebin lazımı mezheb değildir” kaidesidir. Kişi bir fiil yaparken o fiilini bilmesi lazım, ona iltizam etmesi ve ondan razı olması lazımdır. İnsan kastı olmadığı, cahil olduğu ve irade etmediği fiillerden sorumlu değildir. Şöyle ki bir yabancı düşünün bazı küfür içerikli lafızlar telaffuz ediyor ve bu lafızların küfür içerdiğini bilmiyor. Bu tarz durumlarda kimse insanları tekfir etmeye teşebbüs etmez. Ancak tekfir şartlarına ve engellerine başını kaldırmayan, tekfir hatalarını avuçlayan, insanları tekfir etmede ortalığı süpüren, şeriatin bağışladığı mustazafa merhamet etmeyen, düşünmeyen ve Allah’ın şu “Önceden siz de böyle iken Allah size lütfetti” sözünden ibret almayan kimseler teşebbüs eder. Sonra tekfirde ki bu cehalet ve bocalamanın peşinden dünya ve ahiretlerini perişan edecek masum kanları ve malları helal görmek hasıl olur.

Son sözlerimi bitirmeden önce bu aşırılara şunu söylüyorum: sendikanın hedeflerini uygulamayan, onlar için çabalamayan, küfrün yaygınlaşması için uyarlanan kanunları desteklemeyen kimselerinde olabilmesi ihtimali varken neden öğretmenlerin tamamını tekfir etmede ısrarlısınız? Sendikanın hedeflediği ve devletlerin kendisinden dolayı okulları tesis ettiği küfre, çocuklarının düşmesine izin veren babaları neden tekfir etmiyorsunuz? Hatta bu babalar çocuklarını okullara gitmeye zorluyorlar ve okullara gitmede gevşek davrandıklarında onları cezalandırıyorlar!

Sendikayla alakalı zikrettiğiniz küfrü ikrar eden veya ona rıza gösteren herkesi tekfir etmenize rağmen bu küfrü emreden, ona zorlayan ve terk edilmesi esnasında cezalandıran kişileri neden tekfir etmiyorsunuz!

Bu tekfirde kaidesiz kuralsız hareket etmek değil midir? İşte bu aşırıların durumudur.

Ben burada tabi ki çocuklarını okula gönderenleri tekfir etmeyi kesinlikle tercih etmiyorum ve benimsemiyorum. Ancak ben hiçbir tafsilata inmeden bütün eğitim-öğretim sistemlerini tekfir eden bu tekfircilerin tenakuzlarını, tekfirde ki aşırılıklarını ve cehaletlerini ortaya koymaya çalışıyorum.

Salat ve selam nebimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’edir.

Ebu Muhammed el-Makdisi



[1] Fesad Medreseleri Syf 42
 
Üst Ana Sayfa Alt