Beyhakî, Hâkim’in isnadı ile Ebu Zerr'in şöyle dedi¬ğini rivayet eder: "Ben, İslâm'ın dörtte biriydim. Benden önce üç kişi Müslüman olmuştu. Ben, dördüncüsü oldum. Rasûlullah (s.a.v.)'a gi¬dip:
"Esselâmü aleyke ya Rasûlallah, şahadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed de onun rasûlüdür." dedim. Rasûlullah'ın yü¬zünde bir aydınlanma gördüm." Bu, özet bir anlatımdır.
Ebu Zerr'in İslâm'a girişiyle ilgili olarak Buhari, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Zerr, Rasûlullah (s.a.v.)'ın bi’setini haber alınca, kardeşine şöyle demişti:
"Şu vadi yoluna koyul. Peygamber oldu¬ğunu ve gökten kendisine haber geldiğini iddia eden şu adam hakkında bir şeyler öğren, konuşmalarını dinle. Sonra bana gel." Ebu Zerr'in kardeşi yola koyulmuş, Rasûlullah'ın yanına varmış, konuşmalarını dinlemiş, sonra Ebu Zerr'in yanına dönerek ona şöyle de¬mişti:
"Onun ahlaki üstünlükleri emrettiğini ve şiir olmayan bir kelam okuduğunu gördüm." Ebu Zerr:
"İstediğimi bana vermedin. Beni rahatlatmadın." diyerek yol azığını hazırlamış, içinde su bulunan bir kırbasını da yüklenmiş, yo¬la çıkıp Mekke'ye gitmişti. Mescide vararak, Rasûlullah (s.a.v.)'ı arama¬ya başlamıştı. Onu tanımıyordu. Sormaktan da hoşlanmıyordu. Gecele¬yin mescidde uzandı. Hz. Ali, onu görünce yabancı biri olduğunu anladı. O da, Hz. Ali'yi görünce peşine takılıp ardı sıra yürümeye başladı. İki¬sinden biri, diğerine herhangi bir şey sormuyorlardı. Hz. Ali, onu evinde misafir etti. Ebu Zerr, sabah olunca kırbasını ve azığını yüklenip mesci¬de döndü. O günde akşam oldu. Rasûlullah (s.a.v.)'ı görememişti. Tekrar mescidde uzanmış iken yanına Hz. Ali geldi ve:
"Ey adam, artık gelip ge¬celeyeceğin evi bilmenin vakti gelmedi mi?" dedi. Onu, tekrar alıp evine götürdü. Yine birbirlerine bir şey sormadılar. Üçüncü gün olunca yine Hz. Ali, aynı şekilde mescide vararak Ebu Zerr'in yanına geldi. Onu alıp evine götürdü ve misafir etti. Akşam Hz. Ali:
"Seni buraya getiren sebebi anlatmayacak mısın?" diye sorunca Ebu Zerr şu cevabı verdi:
"Eğer beni doğru yola ileteceksen ve bana bu hususta söz vereceksen geliş sebebimi anlatırım." Hz. Ali de söz verdi. Ebu Zerr, geliş sebebini anlattı. Bu kez, Hz. Ali şöyle dedi:
"O, gerçek peygamberdir. O, Rasûlullah (s.a.v.)'dır. Sabah olunca beni takip et. Eğer senin için korkacağın bir şey görürsem, sanki su dökecekmiş gibi yaparak yerimden kalkarım. Yerimden kalkıp gidince de beni takip et ve girdiğim yere gir." Ebu Zerr, sabah olunca Hz. Ali'yle beraber evinden çıkarak onu ta¬kip etmeye başladı. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanına vardılar. Onun sözlerini duydu ve orada hemen Müslüman oldu, Rasûlullah (s.a.v.), ona:
"Kavmine dön. Emrim sana gelince onlara haber ver." dedi. O da:
"Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki bu gerçeği, onların ortasında yüksek sesle haykıracağım" dedi. Rasûlullah'ın yanından ay¬rılıp Kâbe'ye gitti. Orada en yüksek sesiyle haykırmaya başladı:
"Eşhedü ellâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeder rasûlullah" Bu hay¬kırışı üzerine orada bulunanlar, ayaklanarak üzerine saldırdılar. Yere düşünceye kadar dövdüler. Abbas gelip Ebu Zerr'in üzerine kapandı ve:
"Yazıklar olsun size! Bunun, Gifar kabilesinden olduğunu ve Şam'a tica¬ret için giderken yolunuzun bunların yanından geçtiğini bilmiyor musu¬nuz?" diyerek onu saldırganlardan kurtardı. Ertesi gün Ebu Zerr, yine Ka'be'ye gelerek, kelime-i şahadet getirdi ve Müslümanlığını yüksek sesle ilan etti. Onlar, yine onu dövüp yere yıktılar. Abbas da yine gelip üzerine kapandı ve onu korudu," Bu, Buhari'nin anlatımı idi. Ebu Zerr'in İslâm'a girişi Sahih-i Müslim'de ve diğer hadis kitaplarında genişçe anlatılmıştır.
İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Samit'den Ebu Zerr'in şöy¬le dediğini rivayet eder: "Ben, kardeşim Enis ve annemiz, haram ayları helal sayan kavmimizden ayrılıp yola çıktık. Varlıklı ve hatırı sayılır bir dayımızın yanına vardık. Dayımız, bize ikram edip iyilikte bulundu. Ama kavmi, bizi kıskanıp ona:
"Sen, ailenin yanından çıkıp gittikten sonra Enis, ailenin yanına gidiyor." demişlerdi. Dayımız da yanımıza gelip kendisine söylenenleri açığa vurdu. Ben, ona şöyle dedim:
"İşte şimdi sen, önce yaptığın iyilikleri berbat ettin. Artık seninle bir arada bulunamayız." Deve sürümüzü getirip eşyalarımızı yükledik, yola çıktık. Dayımız da elbisesine bürünerek ağlamaya başladı. Mekke yakınlarına gelip ko¬nakladık. Enis, deve sürümüz üzerinde hak iddia edip bizimle tartıştı. Hüküm verilmesi için de kâhine gitti. Kâhin, Enis'i muhayyer kıldı. O da sürümüzü ve bir o kadarını bize getirdi.
"Ey kardeşim oğlu, ben Rasûlullah (s.a.v.)la karşılaşmadan üç sene önce namaz kılardım." (Ebu Zerr'in, kardeşim oğlu diye hitap ettiği kişi, bu rivayetin senedinde geçen Abdullah b. Samit'tir.) Abdullah b. Samit ona soruyor:
— Namazı kim için kılardın?
— Allah için...
— Namaz kılarken hangi tarafa yönelirdin?
— Allah, beni hangi tarafa yönelttiyse, o tarafa yönelirdim. Yatsı na¬mazını da kılardım. Gecenin sonu olduğunda kendimi bir elbise parçası gibi hissederdim ve düşüp uykuya dalardım. Nihayet güneş doğar, üze¬rimde yükselirdi. Enis, bana demişti ki:
"Mekke'de bir işim var. Oraya geldiğimde beni karşıla." Niçin gecikerek geldiğini kardeşime sorduğumda bana şöyle dedi:
— Bir adamla karşılaştım. O, Allah'ın kendisini, senin dinin üzerine gönderdiğini iddia ediyor.
— İnsanlar, ona ne diyorlar?
— Onun şair ve büyücü olduğunu söylüyorlar. (Enis, şair bir kimse idi.) Ben kâhinleri dinledim. Bu adam, onların sözlerini söylemiyor. Onun sözlerini şiir ölçülerine vurdum. Allah'a and olsun ki hiçbir kimse, onun söylediği sözlerin şiir olduğunu söyleyemiyor, Allah'a yemin ede¬rim ki o, doğru sözlüdür. Onlar yalancıdırlar." Enis'e:
"Ben gidip gelinceye kadar eşyalarıma mukayyed olur mu¬sun?" diye sordum. O da şöyle dedi:
"Evet, ama Mekkelilere karşı tedbir¬li ol. Çünkü ona karşı çirkin hareketlerde bulunmuş ve rahatsız etmiş¬ler, yüz vermemişlerdir." Yolculuğa çıkarak Mekke'ye vardım. Mekkelilerden uygun gördüğüm bir adama:
"Şu dinden çıkmış dedikleri adam (Muhammed) nerede? " diye sordum. O da eliyle bana işaret etti. O vadi halkı, ellerindeki çubuk ve kemik parçalarıyla üzerime saldırdılar. Ni¬hayet yere düştüğümde bayılmışım. Uyandığımda yerimden kalkarken sanki kızıla boyanmış bir direk gibiydim. Zemzem kuyusuna giderek suyunu içtim. Üzerimdeki kanları yıkadım. Kâbe ile örtüsü arasına gi¬rip gizlendim. Ey kardeşimin oğlu, orada otuz gün, otuz gece bekledim. Zemzem suyundan başka bir azığım yoktu. Şişmanladım, öyle ki karnı¬mın üzerinde etler katlandı. İçimde artık açlık zafiyeti hissetmez oldum. Mekkelilerin uyuduğu mehtaplı bir gecede Kâbe'yi sadece iki kadın tavaf ediyordu. Yanımdan geçerlerken İsaf ve Naile putlarına dua ediyorlardı. Ben de:
"Bu putların birini, diğerine nikâhlayın." dedim. Bu sözüm, onları bu putlara duadan vazgeçirmedi. Dedim ki:
"Bunlar, odun parçasıdırlar. Ben, bunlara asla meyletmem." Böyle demem üzerine yanımdan hızla uzaklaşıp yaygaraya başladılar:
"Ah keşke burada adam¬larımızdan biri bulunsaydı!" dediler. Dağdan inip gelmekte olan Rasûlullah ile Ebu Bekir, bu iki kadının karşısına çıkıp:
"Size ne oldu?" diye sordular. Onlar da:
"Kâbe ile örtüsü arasında gizlenen bir dinsizle karşılaştık."dediler. Rasûlullah ile Ebu Bekir;
"O, size ne dedi?" diye sordular. Kadınlar da:
"Ağza alınmayacak bir şey söyledi." dediler. Rasûlullah ile arkadaşı Ebu Bekir gelip hacer-i esvedi istilam ede¬rek, Kâbe’yi tavaf ettiler, daha sonra da namaz kıldılar. Ben de Rasûlullah'ın yanına gittim. Ona ilk olarak İslâm selamıyla selam veren ben oldum. O da selamımı şu şekilde aldı:
"Aleykesselam ve Rahmetullah. Sen kimsin?" Gifar kabilesindenim, dedim. Elini alnının üzerine koydu. Ben de kendi kendime:
"Her halde Gifar kabilesinden olduğumu söylememden hoşlanmadı." dedim. Elini tutmak istedim. Ama arkadaşı beni geri itti. O, onun durumunu benden daha iyi biliyor. Bana;
"Ne za¬mandan beri buradasın?" diye sorunca ben de otuz gün ve otuz geceden beri burada olduğumu söyledim.
"Sana kim yemek veriyor?" diye sordu. Ben de dedim ki:
"Sadece Zemzem suyu var. Onu içerek şişmanladım. Karnımın üzerinde et katları meydana geldi. İçimde açlık zafiyeti de hissetmez oldum." Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Zemzem suyu mübarektir. O, aç kişinin yemeğidir." Ebu Bekir dedi ki:
"Ya Rasûlallah, bunun yemeğini bu gece verme¬me izin ver." Rasûlullah izin verdi. O da o gece yemeğimi verdi. Rasûlullah (s.a.v.) oradan hareket etti. Ben de peşlerine takıldım. Niha¬yet bir yere vardık. Ebu Bekir bir kapı açtı. Bize, Taif'in kuru üzümlerin¬den bir avuç alıp verdi. Orada yediğim ilk yemek oldu. Sonra bir süre Mekke'de kaldım. Rasûlullah (s.a.v.) bana dedi ki:
"Ben, hurmalıklı bir diyara yöneldim. (Orasının Yesrib'den başka bir yer olmayacağını sanı¬yordum.) Benim davetimi kavmine tebliğ eder misin? Belki senin vası¬tanla Allah, onlara fayda verir ve onlara yaptığın davet sebebiyle de sa¬na mükâfat verir." Bunun üzerine oradan ayrıldım. Kardeşim Enis'in yanına gittim. Bana:
"Neler yaptın?" diye sordu. Ben de Müslüman olduğumu ve Rasûlullah'ı tasdik ettiğimi söyledim. O da:
"Senin dininden dönecek de¬ğilim. Ben de Müslüman oldum. Rasûlullah'ı tasdik ettim." dedi. Sonra birlikte annemizin yanına gittik. O da:
"Dininizden dönecek değilim. Çünkü ben de Müslüman oldum. Rasûlullah'ı tasdik ettim." dedi. Yüklerimizi yüklenip yola koyulduk. Nihayet kavmimiz olan Gifarlılara ulaştık. Bazıları, Rasûlullah (s.a.v.)'ın Medine'ye gelişinden önce Müslüman oldular. Onlara Hufaf b. Eyma b. Ruhsa el-Gifarî imamlık yapıyordu ve onların reisi idi. Kabilemizin geri kalan kısmı ise:
"Rasûlullah geldiğinde Müslüman oluruz." dediler. Rasûlullah. (s.a.v.) geldiğinde kabilesi de gelip:
"Ya Rasûlallah, kardeşlerimiz olan Ğifarlıların şartlarına uygun olarak biz de Müslüman olduk." dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Allah, Gifar kabilesini bağışlasın. Eslem kabilesini de muhafaza buyursun." Bu, Müslim'in, rivayetinin benzeridir.
"Esselâmü aleyke ya Rasûlallah, şahadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed de onun rasûlüdür." dedim. Rasûlullah'ın yü¬zünde bir aydınlanma gördüm." Bu, özet bir anlatımdır.
Ebu Zerr'in İslâm'a girişiyle ilgili olarak Buhari, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Zerr, Rasûlullah (s.a.v.)'ın bi’setini haber alınca, kardeşine şöyle demişti:
"Şu vadi yoluna koyul. Peygamber oldu¬ğunu ve gökten kendisine haber geldiğini iddia eden şu adam hakkında bir şeyler öğren, konuşmalarını dinle. Sonra bana gel." Ebu Zerr'in kardeşi yola koyulmuş, Rasûlullah'ın yanına varmış, konuşmalarını dinlemiş, sonra Ebu Zerr'in yanına dönerek ona şöyle de¬mişti:
"Onun ahlaki üstünlükleri emrettiğini ve şiir olmayan bir kelam okuduğunu gördüm." Ebu Zerr:
"İstediğimi bana vermedin. Beni rahatlatmadın." diyerek yol azığını hazırlamış, içinde su bulunan bir kırbasını da yüklenmiş, yo¬la çıkıp Mekke'ye gitmişti. Mescide vararak, Rasûlullah (s.a.v.)'ı arama¬ya başlamıştı. Onu tanımıyordu. Sormaktan da hoşlanmıyordu. Gecele¬yin mescidde uzandı. Hz. Ali, onu görünce yabancı biri olduğunu anladı. O da, Hz. Ali'yi görünce peşine takılıp ardı sıra yürümeye başladı. İki¬sinden biri, diğerine herhangi bir şey sormuyorlardı. Hz. Ali, onu evinde misafir etti. Ebu Zerr, sabah olunca kırbasını ve azığını yüklenip mesci¬de döndü. O günde akşam oldu. Rasûlullah (s.a.v.)'ı görememişti. Tekrar mescidde uzanmış iken yanına Hz. Ali geldi ve:
"Ey adam, artık gelip ge¬celeyeceğin evi bilmenin vakti gelmedi mi?" dedi. Onu, tekrar alıp evine götürdü. Yine birbirlerine bir şey sormadılar. Üçüncü gün olunca yine Hz. Ali, aynı şekilde mescide vararak Ebu Zerr'in yanına geldi. Onu alıp evine götürdü ve misafir etti. Akşam Hz. Ali:
"Seni buraya getiren sebebi anlatmayacak mısın?" diye sorunca Ebu Zerr şu cevabı verdi:
"Eğer beni doğru yola ileteceksen ve bana bu hususta söz vereceksen geliş sebebimi anlatırım." Hz. Ali de söz verdi. Ebu Zerr, geliş sebebini anlattı. Bu kez, Hz. Ali şöyle dedi:
"O, gerçek peygamberdir. O, Rasûlullah (s.a.v.)'dır. Sabah olunca beni takip et. Eğer senin için korkacağın bir şey görürsem, sanki su dökecekmiş gibi yaparak yerimden kalkarım. Yerimden kalkıp gidince de beni takip et ve girdiğim yere gir." Ebu Zerr, sabah olunca Hz. Ali'yle beraber evinden çıkarak onu ta¬kip etmeye başladı. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanına vardılar. Onun sözlerini duydu ve orada hemen Müslüman oldu, Rasûlullah (s.a.v.), ona:
"Kavmine dön. Emrim sana gelince onlara haber ver." dedi. O da:
"Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki bu gerçeği, onların ortasında yüksek sesle haykıracağım" dedi. Rasûlullah'ın yanından ay¬rılıp Kâbe'ye gitti. Orada en yüksek sesiyle haykırmaya başladı:
"Eşhedü ellâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeder rasûlullah" Bu hay¬kırışı üzerine orada bulunanlar, ayaklanarak üzerine saldırdılar. Yere düşünceye kadar dövdüler. Abbas gelip Ebu Zerr'in üzerine kapandı ve:
"Yazıklar olsun size! Bunun, Gifar kabilesinden olduğunu ve Şam'a tica¬ret için giderken yolunuzun bunların yanından geçtiğini bilmiyor musu¬nuz?" diyerek onu saldırganlardan kurtardı. Ertesi gün Ebu Zerr, yine Ka'be'ye gelerek, kelime-i şahadet getirdi ve Müslümanlığını yüksek sesle ilan etti. Onlar, yine onu dövüp yere yıktılar. Abbas da yine gelip üzerine kapandı ve onu korudu," Bu, Buhari'nin anlatımı idi. Ebu Zerr'in İslâm'a girişi Sahih-i Müslim'de ve diğer hadis kitaplarında genişçe anlatılmıştır.
İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Samit'den Ebu Zerr'in şöy¬le dediğini rivayet eder: "Ben, kardeşim Enis ve annemiz, haram ayları helal sayan kavmimizden ayrılıp yola çıktık. Varlıklı ve hatırı sayılır bir dayımızın yanına vardık. Dayımız, bize ikram edip iyilikte bulundu. Ama kavmi, bizi kıskanıp ona:
"Sen, ailenin yanından çıkıp gittikten sonra Enis, ailenin yanına gidiyor." demişlerdi. Dayımız da yanımıza gelip kendisine söylenenleri açığa vurdu. Ben, ona şöyle dedim:
"İşte şimdi sen, önce yaptığın iyilikleri berbat ettin. Artık seninle bir arada bulunamayız." Deve sürümüzü getirip eşyalarımızı yükledik, yola çıktık. Dayımız da elbisesine bürünerek ağlamaya başladı. Mekke yakınlarına gelip ko¬nakladık. Enis, deve sürümüz üzerinde hak iddia edip bizimle tartıştı. Hüküm verilmesi için de kâhine gitti. Kâhin, Enis'i muhayyer kıldı. O da sürümüzü ve bir o kadarını bize getirdi.
"Ey kardeşim oğlu, ben Rasûlullah (s.a.v.)la karşılaşmadan üç sene önce namaz kılardım." (Ebu Zerr'in, kardeşim oğlu diye hitap ettiği kişi, bu rivayetin senedinde geçen Abdullah b. Samit'tir.) Abdullah b. Samit ona soruyor:
— Namazı kim için kılardın?
— Allah için...
— Namaz kılarken hangi tarafa yönelirdin?
— Allah, beni hangi tarafa yönelttiyse, o tarafa yönelirdim. Yatsı na¬mazını da kılardım. Gecenin sonu olduğunda kendimi bir elbise parçası gibi hissederdim ve düşüp uykuya dalardım. Nihayet güneş doğar, üze¬rimde yükselirdi. Enis, bana demişti ki:
"Mekke'de bir işim var. Oraya geldiğimde beni karşıla." Niçin gecikerek geldiğini kardeşime sorduğumda bana şöyle dedi:
— Bir adamla karşılaştım. O, Allah'ın kendisini, senin dinin üzerine gönderdiğini iddia ediyor.
— İnsanlar, ona ne diyorlar?
— Onun şair ve büyücü olduğunu söylüyorlar. (Enis, şair bir kimse idi.) Ben kâhinleri dinledim. Bu adam, onların sözlerini söylemiyor. Onun sözlerini şiir ölçülerine vurdum. Allah'a and olsun ki hiçbir kimse, onun söylediği sözlerin şiir olduğunu söyleyemiyor, Allah'a yemin ede¬rim ki o, doğru sözlüdür. Onlar yalancıdırlar." Enis'e:
"Ben gidip gelinceye kadar eşyalarıma mukayyed olur mu¬sun?" diye sordum. O da şöyle dedi:
"Evet, ama Mekkelilere karşı tedbir¬li ol. Çünkü ona karşı çirkin hareketlerde bulunmuş ve rahatsız etmiş¬ler, yüz vermemişlerdir." Yolculuğa çıkarak Mekke'ye vardım. Mekkelilerden uygun gördüğüm bir adama:
"Şu dinden çıkmış dedikleri adam (Muhammed) nerede? " diye sordum. O da eliyle bana işaret etti. O vadi halkı, ellerindeki çubuk ve kemik parçalarıyla üzerime saldırdılar. Ni¬hayet yere düştüğümde bayılmışım. Uyandığımda yerimden kalkarken sanki kızıla boyanmış bir direk gibiydim. Zemzem kuyusuna giderek suyunu içtim. Üzerimdeki kanları yıkadım. Kâbe ile örtüsü arasına gi¬rip gizlendim. Ey kardeşimin oğlu, orada otuz gün, otuz gece bekledim. Zemzem suyundan başka bir azığım yoktu. Şişmanladım, öyle ki karnı¬mın üzerinde etler katlandı. İçimde artık açlık zafiyeti hissetmez oldum. Mekkelilerin uyuduğu mehtaplı bir gecede Kâbe'yi sadece iki kadın tavaf ediyordu. Yanımdan geçerlerken İsaf ve Naile putlarına dua ediyorlardı. Ben de:
"Bu putların birini, diğerine nikâhlayın." dedim. Bu sözüm, onları bu putlara duadan vazgeçirmedi. Dedim ki:
"Bunlar, odun parçasıdırlar. Ben, bunlara asla meyletmem." Böyle demem üzerine yanımdan hızla uzaklaşıp yaygaraya başladılar:
"Ah keşke burada adam¬larımızdan biri bulunsaydı!" dediler. Dağdan inip gelmekte olan Rasûlullah ile Ebu Bekir, bu iki kadının karşısına çıkıp:
"Size ne oldu?" diye sordular. Onlar da:
"Kâbe ile örtüsü arasında gizlenen bir dinsizle karşılaştık."dediler. Rasûlullah ile Ebu Bekir;
"O, size ne dedi?" diye sordular. Kadınlar da:
"Ağza alınmayacak bir şey söyledi." dediler. Rasûlullah ile arkadaşı Ebu Bekir gelip hacer-i esvedi istilam ede¬rek, Kâbe’yi tavaf ettiler, daha sonra da namaz kıldılar. Ben de Rasûlullah'ın yanına gittim. Ona ilk olarak İslâm selamıyla selam veren ben oldum. O da selamımı şu şekilde aldı:
"Aleykesselam ve Rahmetullah. Sen kimsin?" Gifar kabilesindenim, dedim. Elini alnının üzerine koydu. Ben de kendi kendime:
"Her halde Gifar kabilesinden olduğumu söylememden hoşlanmadı." dedim. Elini tutmak istedim. Ama arkadaşı beni geri itti. O, onun durumunu benden daha iyi biliyor. Bana;
"Ne za¬mandan beri buradasın?" diye sorunca ben de otuz gün ve otuz geceden beri burada olduğumu söyledim.
"Sana kim yemek veriyor?" diye sordu. Ben de dedim ki:
"Sadece Zemzem suyu var. Onu içerek şişmanladım. Karnımın üzerinde et katları meydana geldi. İçimde açlık zafiyeti de hissetmez oldum." Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Zemzem suyu mübarektir. O, aç kişinin yemeğidir." Ebu Bekir dedi ki:
"Ya Rasûlallah, bunun yemeğini bu gece verme¬me izin ver." Rasûlullah izin verdi. O da o gece yemeğimi verdi. Rasûlullah (s.a.v.) oradan hareket etti. Ben de peşlerine takıldım. Niha¬yet bir yere vardık. Ebu Bekir bir kapı açtı. Bize, Taif'in kuru üzümlerin¬den bir avuç alıp verdi. Orada yediğim ilk yemek oldu. Sonra bir süre Mekke'de kaldım. Rasûlullah (s.a.v.) bana dedi ki:
"Ben, hurmalıklı bir diyara yöneldim. (Orasının Yesrib'den başka bir yer olmayacağını sanı¬yordum.) Benim davetimi kavmine tebliğ eder misin? Belki senin vası¬tanla Allah, onlara fayda verir ve onlara yaptığın davet sebebiyle de sa¬na mükâfat verir." Bunun üzerine oradan ayrıldım. Kardeşim Enis'in yanına gittim. Bana:
"Neler yaptın?" diye sordu. Ben de Müslüman olduğumu ve Rasûlullah'ı tasdik ettiğimi söyledim. O da:
"Senin dininden dönecek de¬ğilim. Ben de Müslüman oldum. Rasûlullah'ı tasdik ettim." dedi. Sonra birlikte annemizin yanına gittik. O da:
"Dininizden dönecek değilim. Çünkü ben de Müslüman oldum. Rasûlullah'ı tasdik ettim." dedi. Yüklerimizi yüklenip yola koyulduk. Nihayet kavmimiz olan Gifarlılara ulaştık. Bazıları, Rasûlullah (s.a.v.)'ın Medine'ye gelişinden önce Müslüman oldular. Onlara Hufaf b. Eyma b. Ruhsa el-Gifarî imamlık yapıyordu ve onların reisi idi. Kabilemizin geri kalan kısmı ise:
"Rasûlullah geldiğinde Müslüman oluruz." dediler. Rasûlullah. (s.a.v.) geldiğinde kabilesi de gelip:
"Ya Rasûlallah, kardeşlerimiz olan Ğifarlıların şartlarına uygun olarak biz de Müslüman olduk." dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Allah, Gifar kabilesini bağışlasın. Eslem kabilesini de muhafaza buyursun." Bu, Müslim'in, rivayetinin benzeridir.