Maktul ve diğer ölüler, ecelleri dolmadan ölmezler. Hiç kimse de önceden belirlenmiş ecelinden sonra ölmez. Hatta diğer hayvanların ve ağaçların da öne alınamaz ve ertelenemez ecelleri vardır. Çünkü bir şeyin eceli, ömrünün sonudur. Bir şeyin ömrü de hayatta kalış süresidir. Buna göre, ömür, hayatta kalış müddeti, ecel de ömrün sona ermesi demektir.
Sahihi Müslim’de ve başka kaynaklarda peygamber efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Allah, gökleri ve yeri yaratmazdan elli bin sene önce, mahlûkatın kaderlerini belirlemişti. O sırada Allah’ın arşı suyun üzerindeydi.” (Müslim, Kader, 16)
Sahihi Buhari’de ise peygamberimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilir:
“Allah vardı ve Ondan önce hiçbir şey yoktu. Arşı suyun üzerindeydi. Her şeyi zikirde yazdı. Gökleri ve yeri yarattı.-rivayetin bir diğer versiyonunda lafız şöyledir:- sonra gökleri ve yeri yarattı.” (Buhari, Bed’ul halk, 1)
Yüce Allah bir ayette şöyle buyurmuştur:
“Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.” (Nahl, 61)
Daha olmadan, Allah, olanı bilir. Bunu yazmıştır da. Şunun karın ağrısıyla, şunun zatulcenab hastalığıyla, şunun yıkıntı altında kalarak veya boğularak, yahut başka sebeplerle öleceğini bilir. Şunun, zehirlenerek veya kılıçla yahut taşla ya da başka bir şeyle öldürüleceğini bilir.
Allah’ın bütün bunları bilmesi ve yazması, hatta her şeyi dilemesi ve her şeyi yaratması, kişilerin bunlardan dolayı övülmelerine, yerilmelerine, sevap kazanmalarına veya cezalandırılmalarına engel değildir. Bilakis, Allah yolunda cihad eden kimse gibi, bir insan, Allah’ın ve resulü’nün emri uyarınca birini öldürürse, bundan dolayı sevap kazanır. Yol kesenlerin ve saldırganların yaptığı gibi, bir kimse de Allah ve resulü’nün haram ettiği şekilde birini öldürürse, bundan dolayı cezalandırır. Kısas olayında olduğu gibi, mübah olarak birini öldürürse, ne sevap kazanır, ne de ceza görür. Ancak bu bağlamda iyi ya da kötü bir niyet taşımış olması başka.
İki türlü ecel vardır:
1 - Allah’ın bildiği mutlak ecel...
2 - Şartlara bağlı ecel....
Bununla, peygamber efendimizin (s.a.v.) şu sözlerinin anlamı anlaşılmış oluyor. Buyuruyor ki:
“Kim, rızkının genişlemesinden ve yaptığı hataların unutulmasından hoşlanıyorsa, sıla-ı rahimde bulunsun, akrabalık bağlarını gözetsin.” (Buhari, Buyû, 12; Müslim, Birr, 20-21; Ebu Davud, Zekat, 45)
Çünkü yüce Allah, meleğe şöyle emretmiştir:
Ecelini yaz. Ama sıla-ı rahmi gözetirse, ona fazladan şu kadar ömür vereceğim....
Melek, ömrün uzatılıp uzatıl-mayacağını bilmez. Fakat Allah, işin nereye varacağını bilir. Bu sonuç da gerçekleştiği zaman, ecel ne bir saat ileriye alınır, ne de bir saat ertelenir.
Eğer maktul öldürülmeseydi....
Bazı Kaderiyeciler:
Yaşardı, demişlerdir. Sebeplerin etkinliğini olumsuzlayanlardan bazıları da: ölürdü, demişlerdi. Her iki yaklaşım da yanlıştır. Çünkü yüce Allah, onun katlen öleceğini biliyordu. Eğer bilinenin aksi takdir edilmiş olsaydı, bu, olmayanın takdir edilmesi olurdu. Eğer olsaydı, ne şekilde olursa olsun, olurdu. İnsanların bazısı bunu bilebilir. Bazısı da bilmeyebilir. Allah’ın bilgisinin, onun öldürülmeyeceğiyle ilgili olduğunu varsayalım. Ölümünün aynı vakitte takdir edilmiş olması mümkün olduğu gibi, başka bir zamana kadar yaşamasının takdir edilmiş olması da mümkün olurdu. Dolayısıyla olmayanın takdirine dair kesin bir şey söylemek cehalet göstergesidir.
Bu tıpkı şöyle demeye benzer:
eğer şunu yemeseydi, kendisine rızık takdir edilmemiş olurdu ve ölürdü. Ya da kendisine başka bir rızık takdir edilirdi. Bu, şöyle demeye de benzer:
“Eğer falan adam falanca kadını gebe bırakmasaydı, acaba kadın kısır mı olurdu, yoksa başka bir adam mı onu gebe bırakırdı?
Ya da şu toprak ekilmeseydi, acaba, başkası mı onu ekerdi, yoksa, ekilmeyen ölü bir toprak mı olurdu? demeye benzer. Yahut şöyle demeye benzer:
Şu adamdan Kur’an öğrenen adam, eğer Kur’an’ı ondan öğrenmeseydi, acaba başkasından mı öğrenirdi, yoksa Kur’an’ı hiçbir zaman öğrenemez miydi?
Bu gibi örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Sahihi Müslim’de ve başka kaynaklarda peygamber efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Allah, gökleri ve yeri yaratmazdan elli bin sene önce, mahlûkatın kaderlerini belirlemişti. O sırada Allah’ın arşı suyun üzerindeydi.” (Müslim, Kader, 16)
Sahihi Buhari’de ise peygamberimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilir:
“Allah vardı ve Ondan önce hiçbir şey yoktu. Arşı suyun üzerindeydi. Her şeyi zikirde yazdı. Gökleri ve yeri yarattı.-rivayetin bir diğer versiyonunda lafız şöyledir:- sonra gökleri ve yeri yarattı.” (Buhari, Bed’ul halk, 1)
Yüce Allah bir ayette şöyle buyurmuştur:
“Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.” (Nahl, 61)
Daha olmadan, Allah, olanı bilir. Bunu yazmıştır da. Şunun karın ağrısıyla, şunun zatulcenab hastalığıyla, şunun yıkıntı altında kalarak veya boğularak, yahut başka sebeplerle öleceğini bilir. Şunun, zehirlenerek veya kılıçla yahut taşla ya da başka bir şeyle öldürüleceğini bilir.
Allah’ın bütün bunları bilmesi ve yazması, hatta her şeyi dilemesi ve her şeyi yaratması, kişilerin bunlardan dolayı övülmelerine, yerilmelerine, sevap kazanmalarına veya cezalandırılmalarına engel değildir. Bilakis, Allah yolunda cihad eden kimse gibi, bir insan, Allah’ın ve resulü’nün emri uyarınca birini öldürürse, bundan dolayı sevap kazanır. Yol kesenlerin ve saldırganların yaptığı gibi, bir kimse de Allah ve resulü’nün haram ettiği şekilde birini öldürürse, bundan dolayı cezalandırır. Kısas olayında olduğu gibi, mübah olarak birini öldürürse, ne sevap kazanır, ne de ceza görür. Ancak bu bağlamda iyi ya da kötü bir niyet taşımış olması başka.
İki türlü ecel vardır:
1 - Allah’ın bildiği mutlak ecel...
2 - Şartlara bağlı ecel....
Bununla, peygamber efendimizin (s.a.v.) şu sözlerinin anlamı anlaşılmış oluyor. Buyuruyor ki:
“Kim, rızkının genişlemesinden ve yaptığı hataların unutulmasından hoşlanıyorsa, sıla-ı rahimde bulunsun, akrabalık bağlarını gözetsin.” (Buhari, Buyû, 12; Müslim, Birr, 20-21; Ebu Davud, Zekat, 45)
Çünkü yüce Allah, meleğe şöyle emretmiştir:
Ecelini yaz. Ama sıla-ı rahmi gözetirse, ona fazladan şu kadar ömür vereceğim....
Melek, ömrün uzatılıp uzatıl-mayacağını bilmez. Fakat Allah, işin nereye varacağını bilir. Bu sonuç da gerçekleştiği zaman, ecel ne bir saat ileriye alınır, ne de bir saat ertelenir.
Eğer maktul öldürülmeseydi....
Bazı Kaderiyeciler:
Yaşardı, demişlerdir. Sebeplerin etkinliğini olumsuzlayanlardan bazıları da: ölürdü, demişlerdi. Her iki yaklaşım da yanlıştır. Çünkü yüce Allah, onun katlen öleceğini biliyordu. Eğer bilinenin aksi takdir edilmiş olsaydı, bu, olmayanın takdir edilmesi olurdu. Eğer olsaydı, ne şekilde olursa olsun, olurdu. İnsanların bazısı bunu bilebilir. Bazısı da bilmeyebilir. Allah’ın bilgisinin, onun öldürülmeyeceğiyle ilgili olduğunu varsayalım. Ölümünün aynı vakitte takdir edilmiş olması mümkün olduğu gibi, başka bir zamana kadar yaşamasının takdir edilmiş olması da mümkün olurdu. Dolayısıyla olmayanın takdirine dair kesin bir şey söylemek cehalet göstergesidir.
Bu tıpkı şöyle demeye benzer:
eğer şunu yemeseydi, kendisine rızık takdir edilmemiş olurdu ve ölürdü. Ya da kendisine başka bir rızık takdir edilirdi. Bu, şöyle demeye de benzer:
“Eğer falan adam falanca kadını gebe bırakmasaydı, acaba kadın kısır mı olurdu, yoksa başka bir adam mı onu gebe bırakırdı?
Ya da şu toprak ekilmeseydi, acaba, başkası mı onu ekerdi, yoksa, ekilmeyen ölü bir toprak mı olurdu? demeye benzer. Yahut şöyle demeye benzer:
Şu adamdan Kur’an öğrenen adam, eğer Kur’an’ı ondan öğrenmeseydi, acaba başkasından mı öğrenirdi, yoksa Kur’an’ı hiçbir zaman öğrenemez miydi?
Bu gibi örnekleri çoğaltmak mümkündür.