EHLİ SÜNNET’TEN İSTİFA
Özellikle son süreçlerde Ehli Sünnet’ten ayrıldım, artık Ehli Sünnet’ten değilim veya İslam dışında başka bir ismi kabul etmiyorum ve benzeri ifadeleri dile getiren bir takım kişiler görüyoruz. Başta şunu söyleyelim ki dikkat edilirse böyle ifadeler sarf edenlerin hemen hiçbiri İslami ilimlerde sözü dinlenebilecek yetkinliğe sahip değillerdir. Yoksa bu sözün nereye vardığını bilir ve böyle komik şeyler söylemezlerdi. Aşağıda kısaca açıklayacağım Ehli Sünnet vasfını, İslam paralelinde bir din gibi algılama absürtlüğüne hiç değinmeyeceğim. Çünkü sonuca varıldığı zaman, ayrıca başka bir şey söylemeye gerek kalmayacaktır.
Bu tür çıkışların temelinde yatan başat etken, Ehli Sünnet olarak ifade edilen kitlenin de, örneğin Harici, Şiî, Mutezile gibi bir mezhep olduğunun sanılmasıdır. Oysa tam ifadesiyle Ehlü’s Sünneti ve’l Cemaat (أهل السنة والجماعة) şeklinde vasıflandırılan kitle, zannedilen anlamda bir mezhep değildir. Aksine, İslam ümmetinin ana gövdesi, temel akımı ve esas kitlesidir. Onun için bu kitlenin içerisinde hem itikadi, hem fıkhi ve hem de ahlaki alanda mezhepler vardır. Ümmetin ana kitlesine Ehlü’s Sünneti ve’l Cemaat denilmesi ise, bir mezhep isimlendirmesi değil, bu kitle için tanımlayıcı bir vasıftır.
Bu vasfın birinci kısmı olan Ehli Sünnet ile, ana kitle olarak temel esasları Kur’an’da belirlenmiş İslam dinini, Peygamber ﷺ’in açıkladığı ve gösterdiği şekilde kabul etmek ve bunun üzerine ilmi usul inşa etmek demektir. İkinci kısmı olan Ehli Cemaat ise, Peygamber ﷺ’in davetiyle oluşmaya başlayan ve birinci neslini sahabenin temsil ettiği ümmet topluluğunu bölmemek, ondan ayrılmamak, bu topluluğu bir arada tutmak gibi anlamlar ifade eder. Zaten İslam’ın ilk yıllarında böyle bir niteleme de yoktu. Parçaları Kur’an ve Sünnet’te bulunmakla birlikte, birleşik bir sıfat olarak üçüncü asrın ortalarında ortaya çıkmaya başlamıştır. Haricilerle başlayan siyasi ve itikadi kopuşlar sonucu İslam/Müslüman adı bir çatı isme dönüştü. Çünkü ümmetin ana gövdesinden ayrılan bu gruplara da Müslüman deniliyor. Bu yüzden belli bir evreden sonra İslam ümmetinin ana kitlesini, bu ana kitleden kopan ufak gruplardan ayırt etme ihtiyacı doğdu. Özellikle hadis gibi ilmi emanet ve güvenirliğin üst düzeyde olduğu hususlar için bu ihtiyaç çok daha fazla hissedildi. Buradan hareketle bir vasıf olarak söz konusu birleşik sıfat, bazı âlimler tarafından ümmetin ana gövdesi için dile getirildi ve yaygınlaştı.
Dediğim gibi bu vasfın temeli, Kur’an ve Sünnet’in kendisine dayanmaktadır. Örneğin Tevbe Suresi 9/100. ayette; «(Sahabeden İslam’a girme ve hayırlı hizmetlerde) öne geçen ilklerden olan Muhacirler ve Ensar ile, onlara iyilik ve güzellikle uyanlar (var ya); Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan hoşnut olmuşlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.» denilmektedir. Ehli Sünnet olarak ifade edilen ümmetin ana gövdesi, aralarındaki fazilet farkıyla birlikte bütün sahabileri kabul etmekte ve onların Resûlullah ﷺ’tan aldığı ilmi birikim ve usule çok önem vermektedir. Ancak ümmetin ana gövdesinden kopan diğer grupların hemen hepsi, sahabe ve onlardan aktarılan ilmi miras ile problemleri vardır. Dolayısıyla Kur’an bizzat İslam’ın ilk neslini övmektedir ve iyilikle onların yolundan gidenleri de övüp kurtuluşa erenlerin asıl bunlar olduğunu önemle vurgulamaktadır.
Bu ayetle birbirini tamamlayan Nisa Suresi 4/115. ayette ise; «Kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra kim peygambere muhalefet eder ve mü'minlerin yolundan başka yola girerse, onu döndüğü yöne çeviririz ve cehenneme atarız. Orası ne kötü bir varış yeridir!» denilmektedir. İlk ayetten açıkça anlaşıldı ki doğru yolda olabilmek için sahabilerin yolundan ayrılmamak lazım. Onların yolu ise, Kur’an’ın hükümlerini Resûlullah ﷺ’ın öğrettiği şekilde anlamak ve Kur’an-Sünnet bütünlüğünde ilmi bir usul izlemektir. Birazcık tarihi karıştıran herkese açıkça belli olur ki sahabileri titizlikle takip eden, ümmetin ana gövdesidir. Ondan kopan hiçbir grup bunu başaramamıştır. Kaldı ki mesela bugün varlığını sürdüren sadece iki grup kalmış, onlar da Şiîler ve Haricilerin bir kolu olan İbadilerdir. Dozu farklı olsa da, her ikisi de sahabe ile problemlidir. Diğer bir ifadeyle ayetin vasfettiği şekilde iyilikle tabi olmamışlardır. Neticede bu ikinci ayetin kastettiği mü’minlerin yolu, ümmetin ana kitlesinin ilmi usul yolu olsa gerek ve cehennemle tehdit edilenler de, onların yolundan çıkanlar oluyor.
Bu iki örnek ayetten sonra Resûlullah ﷺ’ın hadislerine baktığımızda, aynı şeyi görürüz. Mesela Tirmizi [2641] gibi birçok kaynakta aktarılan ve 73 fırka hadisi olarak bilinen hadiste Resûlullah ﷺ Yahudi ve Hıristiyanların bölündüğü gibi ümmetinin de bölüneceğini haber verdikten sonra bir kitle veya bazı rivayetlerde bir ümmet haricindeki grupların ateşe müstahak olacağını söyler. Bu kitlenin kim olduğu sorusuna ise; «Benim ve ashabının üzerinde bulunduğu (yolu takip) edenler.» cevabını verir.
Yine başta Tirmizi [2167] olmak üzere birçok kaynakta geçen başka bir hadiste de; «Bu ümmet dalâlet (sapkınlık) üzerinde birleşmez. Allah’ın eli cemaat üzerindedir, ayrılan ateşe ayrılmıştır.» deniliyor. Bazı rivayetlerde de Muhammed’in ümmeti denilmektedir. Bir önceki hadisten de anlaşılacağı üzere bu hadiste ifade edilen cemaat, ümmetin ana kitlesi oluyor. Yani Muhammed ﷺ’in, sahabilerin yolundan giden ümmetinin ana gövdesi, ilmi usul ve dini hükümlerde sapkınlık olabilecek bir şey üzerinde birleşmez. Bireylerde veya âlimlerin bireysel içtihatlarında hatalar olabilir ancak bu kitlenin hepsi öyle bir yanlışa düşmez. Allah Teâlâ’nın bu koruması, artık yanlış ve hataları vahiyle düzeltecek bir peygamberin gelmeyeceği hikmetine binaen olsa gerek, bu ümmete bir lütfudur.
Ehli Sünnet ve Cemaat birleşik sıfatı ve önemini tazammun eden ayet ve hadisler çoktur. Biz örneklik teşkil etmesi için ikişer taneyle yetinelim. Şimdi birisi ümmetin ana gövdesi içerisinde bulunan herhangi bir mezhepten ayrılıp başka bir mezhebin usul veya furuatını takip edeceğini söylerse, bu gayet normal olur. Nitekim tarihte de birçok âlim mesela Şafii mezhebinden Hanefi mezhebine veya tersine geçmiştir. Ancak birisi Ehli Sünnet’ten ayrıldığını söylediği zaman, ilmi usul ve dini anlayış olarak ümmetin ana gövdesinden ayrıldığını, artık bu kitle gibi inanmadığını veya en azından dini anlayış açısından bu kitlenin, aslı Peygamber ﷺ’in öğretisine dayanan ve onun eğitiminden geçmiş sahabeden miras olan ilmi usulünü izlemeyeceğini söylemiş olmaktadır. O sebeple başta da dediğim gibi, biraz ilmi niteliği ve aklı başında olan kimse böyle komik bir şey söylemez.
Çünkü Ehli Sünnet ifadesini kavramış olsa, bu sözün nereye vardığını bilir. Yoksa mesela Ehli Sünnet’ten ayrılmanın anlamı nedir? Neticede Ehli Sünnet’in, dinin temel asıllarında icma edilmiş, ihtilaf kabul edebilen hususlarda da farklılıkların olabildiği ilmi bir usulü vardır. Birisi Ehli Sünnet’ten ayrılacaksa, önünde dördüncüsü olmayan üç yoldan biri olur: Birincisi dini anlama usulü olarak ümmetin ana gövdesinden kopmuş Şiî, Mutezile gibi herhangi bir grubun yoluna gider. İkincisi hem ümmetin ana gövdesi ve hem de ana gövdeden kopmuş diğer bütün grupların paralelinde yeni bir dini usul oluşturur. Üçüncüsü ise, her taraftan otlanmaya talip, melez bir şahsiyet olarak yolu her gurubun yoluyla kesişen bir patikaya girer. Bunun dışında Ehli Sünnet’ten ayrıldım gibi bir ifadenin hiçbir manası yoktur ve abes bir söylemden öteye gitmez.
Burhanüddin Aldiyaî